Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
Sayfalar
▼
29 Ağustos 2017 Salı
Çin Panda Görünümlü Güneş Enerjisi Santrali Kurdu
Dünyada yenilenebilir enerjiye ki özellikle güneş enerjisine en fazla yatırım yapan ülke muhtemelen Çin’dir. Geçtiğimiz günlerde çin güneş enerjisi alanında ki yatırımlarına farklı bir boyut ekledi. Daha önce dünyanın en büyük yüzen güneş santralini aktif hale getiren çin, şimdide panda güneş santrali ile tüm dünya da adından söz ettirmeyi başardı.
Toplam 250 dönüm araziye kurulan bu ilginç güneş santrali panda şeklinde ve uydudan rahatlıkla görülebilmektedir.
Çin'in Datong şehrinde 50 MW gücünde Panda şeklinde güneş enerjisi santrali kurularak elektrik üretmeye başladı.
Çin, genç nüfusun yenilenebilir enerjiye dikkatini çekmek amacıyla ülkenin sembolü olan ve sevimlilikleri ile ünlü Panda şeklinde bir güneş enerjisi santrali kurdu. Dünyanın en sevimli güneş santrali olarak adlandırılan ve toplamda 100 MW kurulum kapasitesine sahip olacak olan santral, BM Kalkınma Programı (UNDP) çerçevesinde Panda Green Energy tarafından kurularak 50 MW'lık kısmı şebekeye bağlandı. Santral yılda 60 bin ton karbondioksit salımını önleyecek.
Panda şeklini vermek için koyu renklerde monokristal silikon güneş hücreleri kullanılırken, beyaz renkler için ince film güneş hücreleri kullanıldı. Panda Güneş Santrali 25 yıl boyunca 3.2 milyar kilovatsaaat güneş elektriği üretecek. Santral böylece 1.056 milyon ton kömür kullanımın önleyerek, karbon emisyonunu 2.74 milyon tona kadar azaltacak.
Panda Green Energy’nin en büyük hissedarı olan China Merchants New Energy Group (CMNE), geçen Eylül ayında UNDP ile Panda biçiminde bir güneş enerjisi santrali kurulumu için bir anlaşma imzalamıştı.
23 Ağustos 2017 Çarşamba
İnsan Beynine Doğru Akım Uygulayarak Davranışları Yönlendirmek, Kontrol Etmek Mümkün Mü?
Evde Beynimize Elektrik Akımı Vermek İyi Bir Fikir mi?
Öncelikle sorunun cevabını vermek gerekirse, kesinlikle hayır, hem de hiç iyi bir fikir değil. Hatta o kadar kötü bir fikir ki alanda çalışan 40 bilim insanı, olabileceklerden korktukları için 2016 yılında Annals of Neurology dergisinde toplu bir bildiri yayımladılar.
Beynimize elektrik akımı verme fikri nerden çıktı?
Kafatasına bağlanan elektrotlar sayesinde, beynin doğru bölgesinin, doğru akım ile uyarılması yani transkranyel doğru akım uyarımı (transcranial direct current ctimulation – tDCS) bir süredir bilim insanlarının üzerinde çalıştıkları bir alan. Örneğin Avustralyalı bilim insanı Allan Synder’ın geliştirdiği Yaratıcılık Şapkası, tDCS’nin son derece etkileyici bir şekilde uygulandığı ve işe yarayan örneklerden sadece biri. Temelde beynimizdeki sinir hücreleri olan nöronlar, birbirleri ile elektrik sinyalleri üzerinden iletişim kuruyorlar. Buradan yola çıkarak güdülen mantık beyne dışarıdan verilecek cüzi miktarda elektrik akımı sayesinde istediğimiz bölgelerdeki nöronların iletişimini hızlandırıp ya da yoğunlaştırıp, istemediğimiz yerlerdekilerin iletişimini azaltabilmek. Bunun gerçekleşmesi durumunda yaratıcılıktan, istenmeyen hatıraların beyinden silinmesine, depresyondan, konsantrasyona kadar çok geniş bir yelpazede hayatımızı kolaylaştırma imkanımız söz konusu olabilir.
Bilim insanları neden endişelenmeye başladı?
Akademik alanda gerçekleştirilen çalışmalardan çok etkilenen akademi dışındaki insanlar, kendi kendine yap (Do It Yourself – DIY) tDCS cihazları geliştirmeye ve kendilerine uygulamaya başladılar. Üstelik bu cihazların nasıl yapıldığını anlatan videoları, uygulamaları da internete yükleyerek daha da fazla insanı bu konuda cesaretlendirdiler. Maalesef Google’da yapılacak tek bir arama ile bütün bu bilgilere ulaşmak mümkün. İşte bütün bunlar da bu alanda çalışan bilim insanlarını endişelendirmeye başladı ve ilgili bildiriyi yayınladılar.
Neden evde kendi kendimize elektrik akımı vermemeliyiz?
Öncelikle uyarımlar, kullanıcının tahmin ettiğinden çok daha geniş bir alana etki ediyor. Elektrotlar, belli bir beyin işlevini hedefleyerek, belli beyin bölgelerine bağlanıyor ancak verilen akımın etkisi sadece bu alanlarla sınırlı değil. Kendi kendimize böyle bir uyarım gerçekleştirirken, hiç uyarmak istemediğimiz bir beyin bölgesini de harekete geçirebilir ve tahmin edemeyeceğimiz sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Uyarımlar, hali hazırdaki beyin aktivitesi ile de etkileşime geçiyor. tDCS’nin aktif ve pasif olan nöronlar üzerinde farklı etkileri var. Bu sebeple uyarım esnasında yaptıklarımız beynimizin uyarımlardan farklı şekillerde etkilenmesine sebep olabiliyor. Hatta uyarım öncesi ve sonrasında yapılanların bile uyarımın etkisini değiştirebildiğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Özetle, farklı günlerde aynı etkiyi yakalayabilmek, tutarlılığı sağlayabilmek bile oldukça güç.
Bazı bilişsel beceriler, diğerlerinin zayıflatılması ya da kaybedilmesi pahasına destekleniyor olabilir. Örneğin 2015 yılında Seller ve arkadaşlarının araştırmasında[2], tDSC ile beynin frontal bölgesine yapılan uyarımlar, katılımcıların IQ’sunda (kalıcı olmayan) bir düşüşe sebep oluyor.
Beyin aktivitesine yapılan müdahaleler, hedeflenenden çok daha uzun süre devam edebilir. Uyarımdan 6 ay sonra bile etkilerinin devam edebileceğine işaret eden araştırmalar söz konusu. Her şeyin iyi gittiği durumda bu uzayan etki son derece umut verici ancak aksi durumlarda da bir o kadar tehlikeli.
tDSC parametrelerindeki küçük değişiklikler, büyük farklara sebep olabilir. Örneğin uygulama süresini 10 dakikadan 20 dakikaya çıkararak, etkiyi ikiye katlamayı hedeflerken tam tersi sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Uyarım etkisini kaybedebiliyor ya da aksi yönde bir beyin fonksiyonunu harekete geçirebiliyor.
tDSC’nin farklı insanlar üzerinde farklı etkileri var. Tek bir kişiden alınan bilgilerin değişken ve öngörülemez olması sebebiyle akademik araştırmalardaki sonuçların birçok katılımcı grubunun ortalaması olduğunu unutmamak gerekiyor. Deney katılımcılarının %30’u, uyarımlara diğer katılımcılardan farklı kortikal tepkiler verebiliyorlar. Dolayısıyla bu da aynı parametrelerin herkeste aynı şekilde çalışmayacağının da bir göstergesi.
Fayda/zarar oranı hastalıkları iyileştirmekle, beynin fonksiyonlarını artırmak açısından değerlendirildiğinde birbirinden çok farklı. Örneğin majör depresyon tedavisinde tDCS’nin faydaları, zararlarından daha fazla olduğu için ilgili bilim insanının, hekimin yönlendirmesi ile tercih edilebilir. Ancak mesele enerji seviyemizi yükseltmek ya da stresi azaltmak gibi hali hazırda birçok çözümü olan konular olunca tDCS’nin risklerini yeniden değerlendirmekte fayda var.
Bunlara ek olarak ciltte oluşabilecek yanıklar ve cihazın arızalanması sonucu yaşanabilecek komplikasyonlar da cabası. Sonuç olarak alanda çalışan bilim insanları bile konu ile ilgili böylesine tedirginken, evde beynimize elektrik akımı vermek son derece tehlikeli olabilir ve istenmeyen birçok sonuca yol açabilir. Bilimin çağrısını dinlemekte ve konuyla ilgili araştırmaların ilerlemesini beklemekte fayda var.
https://bilimfili.com/evde-beynimize-elektrik-akimi-vermek-iyi-bir-fikir-mi/
22 Ağustos 2017 Salı
Dünyada En Fazla Mühendislik Mezunu Veren Ülkeler ve Türkiye
Bilindiği üzere dünyada kalkınmanın anahtarı teknoloji ve bu teknolojinin üretime yönlendirilmesi. Yüksek teknoloji ile üretilen ürünler ülkelerin dünya ekonomisindeki yerini belirliyor ve bu ülkelerin halkları daha yüksek refah seviyesinde yaşayabiliyor. Bu noktada ülkelerin mühendislik ve ona benzer alanlarda eğitime yatırım yapması bu refah sorununu çözme noktasında merkezde bulunuyor. Bu sorunu anlamış ve çözme noktasına en yakın ülkeler de mühendislik eğitimine en büyük yatırımı yapan ülkeler olarak öne çıkıyorlar. Dünyadaki en fazla mühendislik mezunu veren ülkelere gelin birlikte göz atalım.
1. Rusya Federasyonu
Rusya Federasyonu yılda 450 binin üzerinde mühendislik öğrencisini mezun ediyor. En popüler mühendislik dalları inşaat, petrol ve makina mühendisliği. Mühendislik mezunu gençler toplam mezunların arasında %24'lük bir pay alıyor ki bu oran da inanılmaz bir seviyede. Son zamanlardaki Rusya'nın ekonomik anlamda attığı adımların sağlam olması bu temellere dayanıyor diyebiliriz.
2. Amerika Birleşik Devletleri
Amerika Birleşik Devletleri yılda 240 bin civarında genci mühendis ünvanı ile üniversitelerden mezun ediyor. Amerikan eğitim sistemi ve üniversiteleri dünyanın en kaliteli ve değerli eğitimini vermesi sebebiyle diğer ülkelerden ayrılabilir ancak temel bilimler ve diğer alanların da çok geniş olması sebebiyle mühendislik mezunlarının toplam mezunlar içindeki oranı %6,5 civarında.
3. İran İslam Cumhuriyeti
Listenin üçüncü sırasında yer alan İran'ın yıllık mühendislik mezunu genç sayısı 230 bin civarında. Ülkenin nükleer atılımı ve endüstrideki yükselişinin sebepleri arasında ilk sırada bu eğitim hamlesi yer alıyor. Ülkedeki kaliteli üniversite sayısı her geçen gün artıyor ve bu mezunlar ülkeyi ayağa kaldırmaya hazırlanıyor. Mühendislik mezunlarının toplam mezunlar içindeki payı ise inanılmaz bir seviyede, %40.
4. Japonya
Japonya'nın üst sıralarda olması çok beklediğimiz bir sonuç. Özellikle gündelik yaşamı daha kolay bir hale getirmeyi amaçlayan Japon mühendislerin sağlam bir alt yapı ile bu noktaya gelmeleri beklenen bir durum. Yıllık mühendislik mezunu sayısı 165 bin civarında olan Japonya'nın elbette en popüler mühendislik alanları elektronik ve buna bağlık robotik disiplinleri. Japon mühendis mezunlarının toplam mezunlar içindeki oranı ise %17 olarak bildiriliyor.
5. Kore Cumhuriyeti
Kore'nin geçirdiği gelişimi inceleyerek aslında neyin nasıl yapılması gerektiği noktasında çok iyi dersler alınabilir. Kore'nin ayağa kalkışının arkasında da kesinlikle uyguladıkları eğitim politikası geliyor. Üretimi ve yüksek teknolojiyi inanılmaz seviyede geliştiren bu ülkenin yıllık mühendislik mezun sayısı 165 bin sularında. Ülkenin amiral gemisi olan elektronik firmasının yıllık cirosunun ülkemizin yıllık servetinden daha yüksek olduğu gerçeğini de bir kenara koymak gerekiyor. Mühendislik mezunlarının toplam mezunlar içindeki oranı ise %24.
6. Endonezya
Nüfusu ile inanılmaz bir insan kaynağına sahip olan Endonezya'nın son yıllardaki gelişimi zaten uluslararası alanda yüksek ilgi çekiyor. Elbette böyle bir üretim kapasitesinin altında da yetişmiş insan kaynağı olması gerekiyor. Ülkenin yıllık 140 bin civarında mühendislik mezunu genci ekonomiye katılıyor. Bu taze kan ile ülkenin ekonomisi gün geçtikçe büyüyor. Mühendislik fakültesi mezunlarının toplam yüksek öğretim mezunları arasındaki payı %9.
7. Ukrayna
Sovyetler Birliği'nden kalan köklü bir eğitim geleneği ülkenin aslında güncel durumunu da etkiliyor. Yılda verilen 130 bin mühendislik mezunu genç; ülkenin tarım, demir çelik ve diğer ağır sanayi kollarında üretimini sürekli kılıyor. Ukrayna'nın eğitim istatistikleri bu sayı ile kalmıyor. Mühendislerin toplam mezunlar arasındaki oranı %20'ler seviyesinde.
8. Meksika
Meksika'nın ülkemizdeki imajı hiç öyle olmasa da dünya ekonomisinin çok önemli parçalarından biri olarak Meksika karşımıza çıkıyor. Özellikle petrol ve otomotiv alanlarında yarattıkları katma değer ülke ekonomilerini dünyanın en önemli ekonomilerinin arasına sokuyor. Elbette bunu yaparken de iyi bir eğitim politikasına sahip olmak zorundalar ve aynen öyle yapıyorlar. Meksika'da yılda 110 bin civarında yeni mühendis piyasaya çıkıyor. Toplam mezunların %21'i mühendislik fakültelerinden geliyor.
9. Fransa
Havacılık, savunma, otomotiv, tarım gibi endüstrilerin Avrupa'daki en önemli ülkelerinden biri olan Fransa'nın neden buralarda olduğunu anlamamız için eğitim sistemlerini incelemek yeterli olacaktır. Her yıl 105 bin mühendisi ekonomisine kazandıran Fransız eğitim sistemi, bu sürekli kaliteli insan kaynağını canlı tutuyor. Bu da elbette etkin üretimi beraberinde getiriyor. Fransa'nın mühendislik eğitimine verdiği önemi toplam mezun sayısı içindeki %15'lik mühendislik mezunlarının oranı ile daha da iyi kavrayabiliriz.
10. Vietnam
Bir çok uzmana göre dünya üzerindeki ekonomi ve refahtaki en dramatik değişim olumlu anlamda Vietnam'da gerçekleşiyor. Vietnam, sahip olduğu büyük potansiyeli eğitime verdikleri önemle kinetiğe çeviriyor ve geleceğin dünyasında büyük söz sahibi olacağını bugünden belli ediyor. Vietnam'da 100 bin mühendislik öğrencisi her sene mezun olarak ekonomiye katılıyor. Önceleri teknolojinin daha az yoğun kullanıldığı Tekstil ve ona bağlı sektörlerde adını duymaya alışkın olduğumuz Vietnam'ın teknoloji yoğun sektörlerde de atılım yaptığı biliniyor. Bu konudaki hırsları toplam mezunlar arasında mühendislik mezunlarının %22'lik payı ile daha da iyi anlaşılıyor.
Çin ve Hindistan
Çin ve Hindistan
Dünya ekonomisine hakim bu iki ülkenin listede olmasını beklediğinizi düşünüyoruz. Ancak iki ülke de eğitim verilerini uluslararası kurumlar ile paylaşmadığından listede gözükmüyorlar. Ancak iki ülkenin de yapabildikleri noktasında herkesin bir fikri ve listenin neresinde olabilecekleri noktasında tahminleri vardır.
Türkiye
Türkiye 2015 yılında yüksek öğretimden 733 bin öğrenci mezun etti ve bunlardan 85 bin'i mühendislik alanlarındandı.
ASELSAN TUFAN Elektromanyetik Top Sistemi Nedir?
Klasik toplarda ve fırlatma sistemlerinde mühimmat ister güdümlü ister güdümsüz olsun bir patlamayla ateşleniyor. Elektromanyetik fırlatmada ise mühimmat bir koruyucu kılıfla namlunun içine konuluyor ve namlu çevresinde oluşturulan elektromanyetik dalganın itme gücüyle fırlatılıyor.
Elektromanyetik Top Sistemi, Darbe Güç Kaynağı, Elektromanyetik Fırlatma Yolu ve temel bileşenlerden oluşuyor.
ASELSAN, EMT teknolojilerinin kazanılmasına yönelik çalışmalara 2014 yılında öz kaynakları ile başladı. 2015 yılında yapılan başvurunun olumlu sonuçlanması ile çalışmalara ASELSAN öz kaynaklarının yanı sıra TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) desteği alınarak devam edildi. Geliştirilecek EMT Sistemleri sayesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin kimyasal patlayıcı kullanılan konvansiyonel silahlara göre çok daha etkili silah sistemlerine sahip olması sağlanacak. EMT geliştirme çalışmalarının yürütülmesi amacıyla ASELSAN bünyesinde bir geliştirme laboratuvarı kuruldu.
ASELSAN tarafından geliştirilen ve üretilen Elektromanyetik Top Sistemi laboratuvar prototipinin sistem seviyesi testleri 2016 yılı sonunda başarılı bir şekilde gerçekleştirildi. ASELSAN, EMT sistemi ile atışlı test faaliyetlerini 2017 yılında da sürdürecek. Saniyede hızı 2 bin ila 2 bin 500 metre, yani ses hızının 6 katını aşan sistem ile, hava aracı veya balistik füze gibi hedefler vurulabilecek. ASELSAN, ilerleyen dönemde bu alanda geliştireceği ürünler ile dünyanın önde gelen üreticilerinden birisi haline gelmeyi hedefliyor.
Elektromanyetik Top Sistemi
ASELSAN, IDEF’te dünyada halen geliştirme safhasında olan elektromanyetik top tasarımını da sergiledi. TUFAN elektromanyetik top, mühimmat fırlatma yanında elektromanyetik teknolojiyle uçak gemilerinden uçakların kalkış için fırlatmasında da kullanılabiliyor. ABD yeni nesil uçak gemilerinde sıkıştırılmış hava ile uçakları fırlatma yerine elektromanyetik fırlatmayı kullanacak. ASELSAN geliştirdiği elektromanyetik teknoloji ile deneylerde ses hızının 6 katına kadar çıkış hızıyla mühimmat fırlatmayı başardı.
EMT sistemlerinde saniyede 2000-2500 metre çıkış hızıyla, 300 kilometre üzerinde mesafelere atış yapılabildiği belirtilirken, bu fırlatma yöntemiyle, hava savunma sistemleri de geliştirilebileceği belirtildi. Sistemin klasik topların yanı sıra güdümlü-akıllı mühimmatlarda da kullanılabilmesi için yoğun araştırmalar sürüyor. Üstelik teknolojik olarak aynı sistemden hem konvansiyonel top mühimmatı, hem de akıllı mühimmat atma imkanı bulunuyor. ASELSAN’ın 2014 yılında EMF teknolojisinin geliştirilmesi için özkaynaklarından Ar- Ge başlattığı daha sonra TÜBİTAK desteğiyle çalışmaların genişletildiği ve bir geliştirme laboratuvarı kurulduğu kaydedildi.
Aselsan Elektromanyetik Top Sistemi, 9-12 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek IDEF 2017 Uluslararası Savunma Sanayii Fuarında ilk kez sergilendi.
Aşağıdaki videoyu izleyerek detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz...
20 Ağustos 2017 Pazar
Aşırı Bilgi Sendromu Nedir? Zararları Nelerdir? - Information Overload
Bin bir güçlükle bilgiye ulaşmaya çalışırken büyüyüp yaşlananların çocukları olan bizler bugün üzerimize doğru gelen bilgi selinde boğulmamak için mücadele etmeye çalışıyoruz. Doğruluğundan bile emin olamakta zorlandığımız bu kadar çok bilgi ile cebelleşirken filtrelerimizi nasıl ayarlayalım ki aşırı bilgi sendromundan korunmuş olalım?
Kalp hastalıklarına sebep olan başlıca sebeplerden olan aşırı yüklenmenin de çeşitleri var. Hiç spor yapmayan bir kişi iseniz kaçırdığınız belediye otobüsüne yetişmek için yapacağınız kısa bir koşu veya elinizde pazar filesi ile merdiven çıkmanız sizin için aşırı yüklenme olabilir. Bu fiziksel aşırı yüklenmedir. Büyük bir mali kayıp, işten ayrılma, borç yükü, bir yakının kaybı gibi olağan dışı stresler ise duygusal aşırı yüklenmedir.
Sabah uyanır uyanmaz e-postaların kontrol edilmesi ile başlayan, arabadaki navigasyon sisteminden telefonumuzdaki onca uygulamaya kadar devam eden teknoloji alışkanlığı gittikçe kontrolü imkansız bir bilgi yüklenmesine yol açıyor. İşte buna çağın hastalığı diyorlar ve ismi de aşırı bilgi yüklenmesi.
En son ne zaman çok işiniz olmasına ve bitirmeniz gereken önemli projeleriniz olmasına rağmen hiç farkında olmadan saatlerinizi bilgisayar başında sevdiğiniz blogları okuyarak, friendfeed, facebook ve twitter gibi sosyal sitelerde geçirdiniz?
İnternette sosyal etkileşimin artması ile beraber eskiden eposta, daha sonra forum, chat ve şimdi de sosyal siteler aracılığı ile aynı anda onlarca, yüzlerce hatta binlerce insanın neler yaptığını takip etmeye çalışıyoruz. Olay ve bilgilerin, zihnimizdeki hızlı akışını ve meydana getireceği karmaşayı insan beyni kaldıramıyor ve beynin analiz gücü kırılıyor.
Aşı bilgi yüklenmesinin bir diğer etkisi de üreticiliği ve stratejik düşünmeyi baskı altında tutmasıdır. Büyük çoğunluğu doğrulanmamış yoğun bir bilgi bombardımanı ile karşı karşıya kalan birey, bu bilgilerin hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu kavramakta zorluk çeker. Ortaya çıkan aşırı yüklenmenin sepep olacağı sıkıntılar fiziksel ve duygusal aşırı yüklenmenin meydana getireceği sıkıntılardan daha az değildir.
İnternet, hem yazılan hem okunan yapısı sayesinde, televizyon ve radyo gibi medyalarla kıyaslandığında kullanıcılarının izleyici değil de katılımcı olabildiği bir ortamdır. Bilgisayarı açmanın internete bağlanmak anlamına geldiği günümüzde her kullanıcının birer katılımcı olarak ürettiği içerik çığ gibi büyüyor. Ortaya çıkan devasa boyutlardaki içeriği saklamak, kategorize etmek, ilişkilendirmek ve arandığında bulunur hale getirmek için sürekli yeni teknolojiler geliştiriliyor.
İnterneti en çok kullananlar diğer kuşaklara göre daha fazla online olma ihtiyacı duyan Y Kuşağı ve Z Kuşağı bireyleridir. Dijital çağda doğan büyüyen ve dijital çağın yerlileri olan bu kuşağın üyelerinin en yaşlısı bugün 30 yaşındadır. Aşırı bilgi yüklenmesinin de direkt internet ile ilişkili olmasını göz önüne alırsak bu sendromla da en fazla Y ve Z kuşaklarının temsilcileri karşı karşıya kalıyorlar.
Aşırı bilginin oluşma sebepleri:
1- Anlık ve yeni bilgi üretiminin her geçen gün artıyor olması.
2- Bilginin forumlar ve bloglar aracılığıyla kolayca tekrarlarının oluşması.
3- Bilgiye ulaşmaya yarayan kanalların çeşitliliği (eposta, telefon, messenger gibi anlık mesajlaşma programları, bloglar …).
4- Birbiri ile ilişkilendirilmemiş ve ilişkilendirilmesi imkansızlaşmış bilginin çoğalması.
5- Farklı bilgilerin karşılaştırılması ve işlenmesi için çok gelişmiş ve başarılı araçların henüz geliştirilememiş olması.
New York Üniversitesi’nden Clay Shirky, 2008 yılında yaptığı bir konuşmada “Bu bir aşırı bilgi yüklenmesi sorunu değil, filtreleme sorunur” diyerek bilgiye ulaştığımız araçları kullanırken kendimiz için filtreler oluşturmanın gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bilgiye erişmek için ortaya çıkan yeni yollar bize eski filtrelerimizin işe yaramayabileceğini, yeni filtreler geliştirmemiz gerektiğini işaret ediyor.
Aşırı Bilgi ile başedebilmek için geliştirebileceK bazı örnek filtreler yazacağım. Ama internet, doğası gereği filtrelerimizi aşmak için yeni yollar bulacaktır.
Epostalarımızı gün içerisinde sürekli kontrol etmeyelim. Günün belirli zamanlarında kontrol edelim. Sık sık eposta kontrolü yapmak hem vaktimizi çalar, hem de iş verimini düşürür.
Facebook, Youtube gibi sosyal paylaşım sitelerinde güvenlik ve içerik filtreleri mevcuttur. Gerekli ayarları yaparak sadece görmek istediğimiz bilgiye ulaşabiliriz.
Google gibi arama motorları bizim bilgiye ulaşmamızı kolaylaştırırlar. Her halükarda bulduğumuz bilginin doğruluğunu çapraz kontroller yaparak test etmeye çalışmalıyız.
Bilgi kaçırmaktan korkmayalım, eğer bir şey gerçekten çok önemliyse takip ettiğimiz başka bir kanaldan onu duyacağız ne de olsa. Haber okuyucu programları, friendfeed ya da twitter hesabımızı sürekli açık tutmaya da gerek yok bu durumda.
Msn Messenger benzeri anlık haberleşme programları gerektiği zamanda ve gerekli gruplamaları, kısıtlamaları yaptığımız takdirde işimizi kolaylaştırır. Aksi halde en fazla zaman tüketen ve bilgi bombardımanı yapan uygulamalar anlık haberleşme programlarıdır.
Türkiyede internet kullanıcıları interneti en çok haber okumak için kullanıyorlar. Haberleri gün içinde anlık takip etmek çoğu kimse için gereksizdir. Sevdiğimiz köşe yazılarını ve haberleri RSS okuyucu programlarla kolayca takip edebiliriz.
İnsan beyni bir çok işi paralel yapmaya uygun değildir. Hem eğlenmek hem çalışmak, paralelinde televizyon izlemek aslında mümkün değildir. Dikkatimiz hızlıca bu veri kaynakları arasında gider gelir ve kısa zamanda da yorulur. Bilgisayarınızın başından uzaklaşıp 10 dakika farklı bir şeyler yaptıktan sonra dönüp kaldığınız yerden işinize dam etmeniz daha uygun olacaktır.
Sürekli olarak bilgi akışı göremediğiniz zaman kendinizi kötü hissediyor musunuz? Facebook kapalıyken sürekli onu açma isteği duyuyor musunuz? Bilgisayarı kapatınca dinlenmek için televizyon mu açıyorsunuz? Bu durumda bilgi bağımlısı olma ihtimaliniz çok yüksek.
Aşırı bilgi ile yüklenmeye yol açan en önemli faktör kişinin kendisidir. Yapılacaklar listemizi, fikirlerimizi, hatırlatmalarımızı, iletişim listelerimizi ne kadar düzenli tutuyoruz acaba? İnternette bu tür işler için çok fazla araç var. Mesela Gmail, bu saydığımız işlerden çoğunu entegre bir şekilde ücretsiz olarak sağlar.
Dinlenmek hem vücut hem de ruh sağlığımız için önemlidir. Dinlenmeye ve düşünmeye zaman ayırmalıyız.
Yunus Özen
www.yunus.gen.tr/asiri-bilgi-sendromu
12 Ağustos 2017 Cumartesi
Fransa'da Güneş Paneli Döşenmiş Yollar İle Elektrik Üretimi
Dünyanın ilk güneş panelli yolu Fransa, Normandiya’da, Tourouvre au Perche’de 5 milyon Euro harcanarak hayata geçirildi. Tam 1 kilometre (0,6 mil) uzunluğunda, 2800 m2 alan kaplayan yolun, yakınlarında yer alan 3400 nüfuslu bir köydeki tüm elektrik ihtiyacını karşılaması ve günde 2000 motorlu taşıtın bu yolu kullanması bekleniyor. İki yıllık deneme aşamasını geçerse yaygınlık kazanacak.
Çevre bakanı Ségolene Royal tarafından açılan yolda kullanılan paneller üzerine reçine kaplı silikon levhaların kaplandığı ve bu yolu ağır vasıtaların bile kullanabileceği söyleniyor.
Güneş panelli yollar tartışmaya açık ve geniş çapta denenmemiş yeni bir teknolojidir. Güneş panelli bisiklet yolu 2 yıl önce Hollanda’da açılmış ve sadece bir evin yıllık elektrik ihtiyacını karşılayabilecek derecede elektrik üretebilmişti. Bu bisiklet yolunun maliyetinin diğer kaynaklardan elde edilen elektriğin 100 katından fazlasını ödeyebilecek kadar yüksek olduğu tahmin edilmişti.
Fransa’daki panel yolun aşması gereken daha da çetin bir mücadele var. Normandiya’da yolun yapıldığı bölge, tipik olarak yılda 2 aydan az süreli (ortalama 44 gün) güçlü gün ışığı alabiliyor.
Yollara döşenen panellerin çatılara yerleştirilenlerden daha az verim sağladığı biliniyor. Yine de eğer bu deneme beklenildiği kadar çok enerji üretimi yapabilirse ve yolları döşeyen şirket olan Wattway, gelecekteki panellerin üretim maliyetini aşağıya çekebilirse bu panel yollar oldukça iyi bir yatırım aracına dönüşecektir.
Hedef karayollarını, otoparkların ve sınai alanların güneş panelleri döşemeye elverişli hale getirmek. Almanya'daki yollar için ilk dayanıklı panelleri üreten Solmove şirketinin genel müdürü Donald Müller-Judex, “Bu proje için yolları kullanırsak, doğal alanları ve tarlaları panellerle örtmeye gerek kalmaz”, diyor.
Asfalt ve bütün stabilize yolları ‘elektrik santraline' dönüştürmek mümkün mü?
Gölgeleme randımanı düşüreceğinden, araç trafiğinin yoğun olduğu yollar solar panellerle kaplanmaya uygun bulunmuyor.
Enerji dönüşümünü konu alan ‘Energy Switch' adlı kitabın yazarı Craig Morris bu problemin bütün yollar için söz konusu olabileceğini belirterek, ‘Gölge güneş enerjisinin baş düşmanıdır. Üzerinden taşıt geçen her yol gölge yapar” diyor.
Bu sözlere katıldığını söyleyen Müller-Judex ancak bu projenin otoyollar değil de köyleri birbirine bağlayan dar yollarla sanayi sitelerine uygun olduğunu belirterek, “Araç trafiğinin az, güneşin ise bol olduğu yollarla meydanlardan önemli miktarda elektrik elde edilebilir” diyor.
Solar karayollarından ne kadar elektrik alınabilir?
Fikir oldukça yeni olduğundan önce küçük çaplı projelerde denenmesi gerekiyor. Fransız yetkililer, “Bin kilometrelik yolu solar panellerle kaplarsak, nüfusun yüzde 8'ine tekabül eden 5 milyon kişinin yıllık enerji ihtiyacını karşılarız” diyorlar.
Müller-Judex solar kara yollarının güneş parkları kadar verimli olamayacağını ancak kilometre başına yılda 100 kilovatlık elektrik üretilebileceğini hesaplamış. Alman uzman 30 metrekare genişliğindeki alandan kazanılacak enerjiyle bir elektrikli otomobilin yılda 11 bin kilometrelik mesafe kat edebileceğini belirtiyor.
Yol panellerinin temiz tutulması ve araçların ağırlığına dayanıklı olması gerekiyor. Morris cam panellerin sürüş için elverişli olmadığını ve farklı çözümler üzerinde durulması gerektiğini hatırlatıyor.
Fransa'daki karayollarını kaplayacak olan Colas şirketi, birden fazla kattan oluşan hücre yerleştirilmiş özel kaplama geliştirmiş. Bu malzemenin en önemli özelliği dayanıklı ve lastiğin kavramasına uygun olması. Panellerin temiz kalması için geliştirilen özel kimyevi madde ise kir zerreciklerini tahrip ediyor ve panellerin yağmur suyuyla temizlenmesini sağlıyor.
5 Ağustos 2017 Cumartesi
Başarılı Eğitim Sistemleri Neyi Doğru Yapıyor? Güney Kore ve Finlandiya Eğitim Modelleri
Bundan 50 yıl önce Güney Kore ve Finlandiya berbat eğitim sistemlerine sahipti. Finlandiya, ekonomik olarak Avrupa’nın üvey evladı muamelesi görme riski yaşıyordu. Güney Kore ise iç savaştan harap olmuş durumdaydı. Ancak son yarım yüzyılda hem Güney Kore hem de Finlandiya, okullarında büyük bir dönüşüm gerçekleştirdi ve şimdi her iki ülke de sonuçların tadını çıkarıyor. Peki biz, bu iki başarılı, ama birbirine taban tabana zıt iki eğitim modelinden ne öğrenebiliriz? İşte, Güney Kore ve Finlandiya’nın eğitimde doğru yaptığı şeylere genel bir bakış.
Kore Modeli: Dayanıklılık ve çok, çok, çok çalışma
Uzun yıllardır, Asya’nın bazı bölgelerinde, sosyoekonomik merdivenin basamaklarını başarıyla tırmanmanın ve güvenli bir iş bulmanın tek yolu bir sınava girmekti, diyor Ulusal Eğitim ve Ekonomi Merkezi’nin CEO’su Marc Tucker. Bu sınavlar kapsamlı bir bilgi hakimiyeti gerektiriyordu ve bu sınavlara girmek çok yorucu bir geçiş ayini gibiydi. Bugün Konfüçyüs’ün öğretilerini sürdüren ülkelerin pek çoğunda, hala sınav kültürüyle desteklenen türde bir eğitim başarısına saygı duyuluyor.
Bu ülkeler arasında Güney Kore en başarılı ülke olarak diğerlerinden ayrılarak öne çıkıyor. Ülkedeki okur yazarlık oranı yüzde 100. Ayrıca Kore, uluslararası karşılaştırmalı başarı testlerinde (PISA) en ön sıralarda yer alıyor. Buna eleştirel düşünme ve analiz testleri de dahil. Ama bu başarının bir de bedeli var: Öğrenciler başarmak için muazzam ve acımasız bir baskı altında yaşıyor. Yetenek fazla dikkate alınmıyor, çünkü ülke kültürü çok çalışmaya ve çalışkanlığa her şeyden daha fazla inanıyor. Başarısızlık için hiçbir bahane kabul edilmiyor. Çocuklar yıl boyunca hem okulda hem de özel öğretmenlerle ders yapıyor. “Eğer çok çalışırsanız, yeterince zeki olabilirsiniz” inancı hakim.
“Koreliler temel olarak harika bir geleceğe sahip olmak için bu zorlu dönemi atlatmalıyım diye düşünüyor” diyor PISA eğitim direktörü ve OECD eğitim danışmanı Andreas Schleicher. “Bu bir, kısa dönem mutsuzluk ve uzun dönem mutluluk durumu.” Bu sadece ailelerin çocuklarına baskı yapması değil. Kültür, geleneksel olarak uyumlu olmayı ve düzeni kutsadığı için diğer öğrencilerden gelen baskı da performans beklentilerini yükseltebilir. “Bu toplum davranışı, erken çocukluk dönemi eğitiminde bile kendini gösteriyor” diyor Georgia Üniversitesi okul öncesi eğitim profesörü Joe Tobin. Diğer Asya ülkelerinde olduğu gibi Kore’de de sınıfların sayısı oldukça kalabalık. Ancak Kore’de hedef, bir öğretmenin sınıfa bir topluluk gibi önderlik etmesi ve akran ilişkilerinin gelişmesi. Oysa başka ülkelerde öğretmenler öğrencilerle bireysel ilişkiler içinde olmayı hedef edindiği için, akran ilişkilerinin gelişimi göz ardı edilebiliyor.
“Sanırım çocuklarımızı eğitmenin daha iyi ya da daha kötü yolları olduğu çok açık. Eğer ortalama bir Amerikan eğitimi ile ortalama bir Kore eğitimi arasında seçim yapmak zorunda kalsam, istemeden de olsa Kore modelini seçerdim. Gerçek şu ki, modern dünyada çocuklar nasıl öğrenmek, nasıl çalışmak ve başarısızlıktan sonra nasıl yoluna devam etmek gerektiğini öğrenmek zorunda. Ve Kore modeli tam da bunları öğretiyor” diyor The Smartest Kids in the World (Dünyanın En Zeki Çocukları) kitabının yazarı Amanda Ripley.
Uzun yıllardır, Asya’nın bazı bölgelerinde, sosyoekonomik merdivenin basamaklarını başarıyla tırmanmanın ve güvenli bir iş bulmanın tek yolu bir sınava girmekti, diyor Ulusal Eğitim ve Ekonomi Merkezi’nin CEO’su Marc Tucker. Bu sınavlar kapsamlı bir bilgi hakimiyeti gerektiriyordu ve bu sınavlara girmek çok yorucu bir geçiş ayini gibiydi. Bugün Konfüçyüs’ün öğretilerini sürdüren ülkelerin pek çoğunda, hala sınav kültürüyle desteklenen türde bir eğitim başarısına saygı duyuluyor.
Bu ülkeler arasında Güney Kore en başarılı ülke olarak diğerlerinden ayrılarak öne çıkıyor. Ülkedeki okur yazarlık oranı yüzde 100. Ayrıca Kore, uluslararası karşılaştırmalı başarı testlerinde (PISA) en ön sıralarda yer alıyor. Buna eleştirel düşünme ve analiz testleri de dahil. Ama bu başarının bir de bedeli var: Öğrenciler başarmak için muazzam ve acımasız bir baskı altında yaşıyor. Yetenek fazla dikkate alınmıyor, çünkü ülke kültürü çok çalışmaya ve çalışkanlığa her şeyden daha fazla inanıyor. Başarısızlık için hiçbir bahane kabul edilmiyor. Çocuklar yıl boyunca hem okulda hem de özel öğretmenlerle ders yapıyor. “Eğer çok çalışırsanız, yeterince zeki olabilirsiniz” inancı hakim.
“Koreliler temel olarak harika bir geleceğe sahip olmak için bu zorlu dönemi atlatmalıyım diye düşünüyor” diyor PISA eğitim direktörü ve OECD eğitim danışmanı Andreas Schleicher. “Bu bir, kısa dönem mutsuzluk ve uzun dönem mutluluk durumu.” Bu sadece ailelerin çocuklarına baskı yapması değil. Kültür, geleneksel olarak uyumlu olmayı ve düzeni kutsadığı için diğer öğrencilerden gelen baskı da performans beklentilerini yükseltebilir. “Bu toplum davranışı, erken çocukluk dönemi eğitiminde bile kendini gösteriyor” diyor Georgia Üniversitesi okul öncesi eğitim profesörü Joe Tobin. Diğer Asya ülkelerinde olduğu gibi Kore’de de sınıfların sayısı oldukça kalabalık. Ancak Kore’de hedef, bir öğretmenin sınıfa bir topluluk gibi önderlik etmesi ve akran ilişkilerinin gelişmesi. Oysa başka ülkelerde öğretmenler öğrencilerle bireysel ilişkiler içinde olmayı hedef edindiği için, akran ilişkilerinin gelişimi göz ardı edilebiliyor.
“Sanırım çocuklarımızı eğitmenin daha iyi ya da daha kötü yolları olduğu çok açık. Eğer ortalama bir Amerikan eğitimi ile ortalama bir Kore eğitimi arasında seçim yapmak zorunda kalsam, istemeden de olsa Kore modelini seçerdim. Gerçek şu ki, modern dünyada çocuklar nasıl öğrenmek, nasıl çalışmak ve başarısızlıktan sonra nasıl yoluna devam etmek gerektiğini öğrenmek zorunda. Ve Kore modeli tam da bunları öğretiyor” diyor The Smartest Kids in the World (Dünyanın En Zeki Çocukları) kitabının yazarı Amanda Ripley.
Finlandiya Modeli: Müfredat dışı seçim, içsel motivasyon
Finlandiya’da okul toplumun merkezinde yer alıyor. Okul sadece eğitim hizmeti değil, sosyal hizmetler de sunuyor. Eğitimin amacı kişilik yaratmak.
Finlandiya kültürü, içsel motivasyona ve bireysel ilginin peşinden gitmeye değer veriyor. Finlandiya eğitim sisteminde nispeten daha kısa ve okul tarafından finanse edilen müfredat dışı etkinliklerle zenginleştirilmiş bir okul günü geçiriliyor. Tek istisna, okullar tarafından değil, ilçeler tarafından finanse edilen spor. Finliler, en önemli öğrenmenin sınıf dışında gerçekleştiğine inanıyor. Lisedeki öğrencilerin aldığı derslerin 3′te biri seçmeli. Hangi yeterlik sınavına gireceklerine bile kendileri karar veriyor.
Finlandiyalı eğitimci ve yazar Pasi Sahlberge göre tüm bunlar, Avrupa’nın baskısı ve ülkenin tarihsel geçmişi arasında sıkışmış durumda kalan bu gençlerde tek başına motivasyon bir işe yaramıyor. “Finliler Finlandiya dışında pek varlık gösteremezler. Bu da insanların eğitimi daha ciddiye almasını sağlıyor. Örneğin kimse bizim konuştuğumuz komik dili konuşmuyor. Finlandiya çift dillidir ve her öğrenci hem Fince hem de İsveççe öğrenir. Ve başarılı olmak isteyen her Finli mutlaka başka bir dil daha öğrenmelidir. Bu dil genellikle İngilizcedir. Bunun dışında Almanca, Fransızca, Rusça ve daha pek çok dili de öğrenir. En küçük çocuk bile kendilerinden başka kimsenin Fince konuşmadığını anlar. Eğer hayatta farklı şeyler yapmak istiyorlarsa, dil öğrenmek zorundalar.”diye ekliyor.
Finliler ile Güney Koreliler temel bir ortak noktası bulunuyor: Öğretmenlere ve akademik başarılarına gösterilen derin saygı. Finlandiya’da eğitim programı başvurularının sadece 10′da 1′i kabul ediliyor. 1970′lerde öğretmen okullarının yüzde 80′inin kapatılmasından sonra geriye sadece en iyi üniversite eğitim programları kaldı. Bu da ülkedeki öğretmenlerin statüsünü yükseltti. Finlandiya’da öğretmenler bir yılda 600 saat ders veriyor. Kalan zamanlarını mesleki gelişime, iş arkadaşlarıyla, öğrencileriyle ve ailelerle bir araya gelmeye ayırıyorlar. Öğretmenlerin yıllık zorunlu çalışma saati Türkiye’de 1808 saat olarak hesaplanmıştır.(OECD Bir Bakışta Eğitim 2011 Raporu, sayfa: 428)
Sonuç olarak dünyanın başarılı eğitim kültürlerinde, öğrencilerin başarılarından sistem sorumludur. Yani sadece aile, sadece öğrenci ya da sadece öğretmen değil. Sistemi, o ülkenin kültürü yaratır.
Kaynak: ideas.ted.com/2014/09/04/what-the-best-education-systems-are-doing-right/
Matematiksel
Bir Malın Değeri Nedir? Alalım mı, Kiralayalım mı? Zengin Koca Arayan Kıza J.P. Morgan Ceo'sunun Verdiği Cevap
Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan’ın CEO’su James Dimon, zengin koca avcısı bir kızın attığı elektronik postaya bakın nasıl cevap veriyor.
Önce kızın J.P. Morgan’a yolladığı elektronik postaya bir göz atalım:
“Sayın Morgan, size karşı dürüst olacağım. Bu yıl 25 yaşına giriyorum. Çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. Yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum.
Açgözlü olduğumu düşünebilirsiniz, fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor. Çok şey istemiyorum.
Sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan birileri var mı? Hepiniz evli misiniz? Bu konuları merak ediyor ve sormak istiyorum, sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek?
Bugüne kadar birlikte olduğum erkekler arasında en zengini yılda 250 bin dolar kazanıyordu. Central Park’ın batı yakasında, yüksek bütçeli rezidanslarda yaşamak isteyen biri için yıllık 250 bin dolar yeterli değil.
Size alçak gönüllülükle soruyorum;
1) Zengin bekârlar nerede takılır? (Lütfen bar, restoran, spor salonu, kulüp vs. gibi mekânların isimlerini ve adreslerini yazar mısınız?)
2) Hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım?
3) Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? Birkaç kızla tanıştım; güzel veya ilgi çekici değiller ama zengin erkeklerle evlenebilmişler.
4) Kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Benim hedefim evlenmek. Zengin bir adamla evlenebilmek için ne yapmalıyım?”
Saygılarımla
Bayan Güzel
İŞTE DIMON’UN KIZA YANITI
“Sevgili Bayan Güzel, yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Tahmin ediyorum ki sizin gibi aynı soruları soran pek çok genç kız vardır.
Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Benim yıllık gelirim 500 bin doların üzerinde, sizin kriterlerinize uyuyor, bu sebeple zamanınızı boş yere çalmadığımı umut ediyorum.
Bir işadamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit, lütfen açıklamama izin verin.
Detayları bir kenara bırakırsak, yapmaya çalıştığınız şey ‘güzellik’ ile ‘para’ ikilisini takas etmek: A kişisi güzelliği sağlar, B kişisi de bunun için ödeme yapar, gayet adil.
Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek.
Aslına bakarsanız, benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Bu sebeple, ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken siz değer kaybeden bir varlıksınız. Hem de sıradan bir değer kaybı değil, katlanarak artan bir değer kaybı.
Eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak.
Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için ‘takas pozisyonu’ diyebiliriz, ‘satın al ve bekle’ değil.
Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli.
Bu yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz? Aynı şekilde güzelliğinizi kaybettiğinizde, benim de çıkış yolunu bulmam gerekmez mi?
Yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil; sizinle yalnızca çıkarız ama evlenmeyiz. Size, zengin bir adamla evlenme fikrini unutmanızı öneririm.
Bu arada, yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek.”
CEO J.P. Morgan
1 Ağustos 2017 Salı
Çocuğumuzu Sadece Başarı Odaklı mı Yetiştirmeliyiz? Başarı mı, Mutluluk mu?
Üniversite sınavlarında Türkiye 56.sı olmuş, Boğaziçi’ni birincilikle, Harvard’ı 4.00 ortalamayla bitirmiş, üstüne de Cambridge’de doktora yapmış Özgür Bolat tüm bu başarıların ardından şaşırtıcı şekilde bunların önemsiz olduğuna kanaat getirmiş ve şunları söylüyor:
“Ben Türkiye’deki insan yetiştirme modelini hem ailelerde hem de okullarda değiştirmek isteyen biriyim. Var gücümle bunun için uğraşıyorum. Dünyanın en saygın araştırma şirketi Gallup’a göre dünyanın mutsuzlukta sondan üçüncü ülkesiyiz. Şu anda 10’dan fazla ülkede savaş var. Biz o ülkelerden bile daha mutsuzuz.
Ailem, akrabalar, komşular, herkes, “Özgür, yine birinci olmuş!” deyince, babamı mutlu görünce, benim bilinçaltıma şöyle bir şey yerleşti: İnsanlar, beni birinci olduğum için, başarılı olduğum için kabul ediyor ve seviyor. Babam da…
Ben de başarımla kabul göreceğimi düşündüm. Ve o andan itibaren de sürekli başarılı olmak için uğraşıp durdum. Sanki sadece başarılı olursam onların gözünde değerli olacaktım.
İşe yarayan nedir biliyor musunuz? Tek başınıza kaldığınızda, huzur ve hissedebilmek. Var olan durumu olduğu gibi kabul etmek.
Şimdi ki aklım olsa o okullara gireceğim diye kendimi parçalamazdım. Çok bir şey ifade etmiyor aslında. Dünyanın en depresif öğrencileri Harvard’da. Neden? Çünkü hepsi başarı odaklı. Oraya giriyor ama aynı anda depresyona da giriyor.
Sizin için hangisi önemli?
Harun Bey, milyon dolarlık bir şirketi yöneten çok başarılı bir genel müdür. Günde 12 saat çalışıyor. Stresli ve yoğun bir hayatı var.
Her ne kadar ailesi ile vakit geçirememekten şikayetçi olsa da kendisini ‘mutlu’ bir birey olarak tanımlıyor.
Başarı, güç ve mevkii onu mutlu ediyor.
Emre Bey, yıllardır babasından kalma dükkanı işletiyor. Ailesi onun için o kadar değerli ki haftasonu asla çalışmıyor ve akşam 19.00’da mutlaka evde oluyor.
İşini büyütme motivasyonu da çok az.
Fazlasını ne yapacağım, ben böyle çok mutluyum, diyor.
Ne oluyor da başarı ve güç Harun Bey’i mutlu ederken, Emre Bey’i mutlu etmiyor?
AİLE ETKENİ
Bu soruyu yanıtlamak için 1950’lere gitmemiz gerekiyor.
1950’lerde Harvard Üniversitesi profesörlerinden David McClelland, başarı ve güç motivasyonu yüksek olan kişiler ile düşük olanları karşılaştırıyor. Çok ilginç bir şey keşfediyor.
Başarı ve güç motivasyonları yüksek olan kişilerin aileleri, onları (çoğunlukla farkında olmadan) sürekli yargılamış. Ödül ve övgü ile çok fazla beklenti yüklemiş. Koşullu sevgi sunmuş.
Bu durumda çocuk da ailesinden kabul/onay görmek için sürekli kazanmak ve başarmak zorunda hissetmiş. Güç ve başarı motivasyonu oluşmuş.
KOŞULSUZ SEVGİ
Ama ailelerinde koşulsuz sevgi gören çocuklar, kendilerini ispatlamak zorunda hissetmemiş. Zaten oldukları gibi kabul/onay görmüşler.
Başarı ve güç motivasyonları oluşmamış.
Yani, onay görmeyen çocukta başarı motivasyonu oluşmuş, onay görende oluşmamış.
Buradan da anlıyoruz ki koşullu sevgiyle büyüyen çocuklar, başarıyı ve gücü onay görme mekanizması olarak kullanıyor.
MUTLULUK NEDİR?
Peki, mutluluk ne zaman devreye giriyor?
Bir şey onay görme şansınızı ne kadar arttırıyorsa, o şey sizi o kadar mutlu ediyor.
Koşullu sevgiyle büyüyen Harun Bey başarı, güç ve mevkii sayesinde kabul gördüğünü düşünüyor ve sürekli bunları kazanmak için çalışıyor. Bu süreç de onu mutlu ediyor.
Bunlar sayesinde egosunu koruyor, ama Emre Bey onay görmek için bunlara ihtiyaç duymuyor.
Sonuç olarak başarı çoğunlukla, onay görme ihtiyacı yüksek olan kişilere mutluluk getiriyor.
(Bu arada başarı motivasyonu ile başarılı olmak farklı şeyler. Koşulsuz sevgi ile büyümüş ve başarı motivasyonunuz düşük olabilir ama başarılı olabilirsiniz. Bunu başka yazıda irdeleyeceğim.)
OSCAR ÖDÜLLERİ
Bu yapıyı Oscar ödüllerinde de gözlemleyebiliriz.
Oscar kazanan kişiler, adaylara göre 4 yıl daha fazla yaşıyor.
Neden?
Çünkü Oscar ödülü, güç motivasyonu çok yüksek olan oyuncuların egoları için ömür boyu sürecek bir koruma kalkanı sunuyor. Onay eşittir mutluluk. Mutluluk eşittir uzun yaşam.
(Ünlü insanların çoğunun güç motivasyonu, yani onay görme ihtiyacı çok yüksektir. Ödül de bu bağlamda mükemmel bir onay mekanizmasıdır.)
Peki, başarı motivasyonu düşük insanları ne mutlu ediyor?
MUTLULUK VE BAŞARI
Bunun yanıtını da mutluluk üzerine araştırma yapan Prof. Ed Diener’in son araştırmasından öğreniyoruz.
Prof. Diener, ‘ortalama mutlu’ insanlar ile ‘çok mutlu’ insanlar arasındaki farka bakıyor.
Beklenenin aksine, ‘ortalama mutlu’ insanlar, ‘çok mutlu’ insanlara göre çok daha fazla para kazanmış, daha iyi işlerde çalışıyor, ve okul notları daha iyiymiş. Yani toplumsal normlara göre daha başarılı.
‘Çok mutlu’ insanlar da ‘ortalama mutlu’ insanlara göre daha kaliteli ilişkiler yaşıyormuş ve daha çok gönüllü işler yapıyormuş.
Fark çok açık. ‘Ortalama mutlu’ insan kabul görmek için başarılı olma ihtiyacı duyuyor ve daha çok çalışıyor ve para kazanıyor.
‘Çok mutlu’ insan bu ihtiyacı duymuyor. Zaten kabul görüyor. Zamanını diğer insanlar için harcıyor. Mutluluğa, hem de en fazlasına, doğal yollardan ulaşıyor.
SONUÇ
Sonuç olarak; başarı ve güç motivasyonu zannettiğimiz gibi çok sağlıklı bir süreç değil. Çocuğunuzun başarı motivasyonu (buna kabaca hırs diyebiliriz) yüksek ise kendinize bakmanızda yarar var. Çocuklar koşulsuz sevgi ile hem başarılı hem de mutlu olabilir.
Mutluluk da kişiden kişiye değişen bir duygu. Sürdürülebilir bir mutluluk istiyorsanız, onay görmenizi sağlayacak şeylerin (para, başarı, mevkii, güç, seks gibi) peşinden koşmaktansa, onay görme ihtiyacınızı azaltın ya da sadece siz olduğunuz için onay görmeye bakın.