Sayfalar

23 Ağustos 2020 Pazar

Siz Arı mısınız, Yoksa Sinek mi? Okuyup Karar Verin. Işığa Koşanlar veya Karanlığa...

 

Arıları ve sinekleri ağzı açık bir şişeye koymuşlar.

Şişenin taban tarafını ışığa doğru,

Açık olan ağız kısmını da karanlığa doğru yerleştirmişler.

Arıların hepsi ışık olan tarafa doğru ilerlemiş.

Ama şişenin tabanı kapalı olduğundan dışarı çıkmayı başaramamışlar.

Bu arada sinekler, şişenin ağzına doğru doluşmuşlar...

ve dışarı çıkıp karanlıkta kaybolmuşlar.

Karanlık tarafta bulunan şişenin açık ağzına doğru tek bir arı bile gitmemiş…

Camın önünde ışığa doğru çabalamaya devam etmişler.

İnsanın aklına hemen arıların akılsızca davrandıkları geliyor değil mi.

Ancak daha derinlemesine düşününce;

Karşımıza anıt gibi dikilen bir yaşam tarzı ortaya çıkıyor….

Einstein e göre arılar olmazsa, insan yaşamı 4 yıl sonra son bulur…

Arılar nerede, hangi çiçek ile besleneceğini bilen, 

yüzlerce kovan arasında kendi kovanını bulabilen, 

ve o kovanın yüzlerce peteği arasından kendi peteğine yumurtlamayı hiç şaşırmadan başarabilen bir canlıdır…

Bu olağanüstü canlı nasıl olur da şişenin ağzını bulup çıkamaz değil mi?

Kuşkusuz ışığa doğru yürüyenlerin önünde her zaman engeller olacaktır…

Onlar, engellere rağmen ışıktan vazgeçmeyeceklerdir…

Ve bu uğurda da gerektiğinde ölmeyi göze alabileceklerdir.

Sinekler ise karanlığa doğru sıvışan kaçaklardır.

Hiç umursamadan karanlığa doğru yürüyenlerdir.

Sinsi, ilkesiz, yüreksiz, korkak, bencil varlıklardır.

Sadece kendi yaşamları değerlidir.

Nerede yemek varsa, 

nerede rahat yaşayacaklarsa, 

nerede çok para kazanacaklarsa oraya giderler. 

Değerlerin bi önemi yoktur….

Arıyı kovalamak isterseniz o kaçmaz, sizinle savaşır.

İğnesini sapladığında öleceğini bilerek savaşır.

Ve değerleri için ölür.

Ama sinekler kaçarlar. 

Sonra yılışık yılışık tekrar dönerler terkettikleri yere…

Mikrop taşıyan ayaklarıyla ezerler; yaşadığımız her yeri…

Arılar yumurtalarını yalnızca kovanlarına bırakırlar.

Oysa sinekler her yere yumurtlar, her yerde ürerler.

Çöplüklerde, tuvaletlerde, bataklıklarda… 

Onlar için yumurtalarını bırakacakları yerin bile hiç önemi yoktur.

Sinek olup karanlığa mı?

Arı olup aydınlığa mı?

Engellere rağmen ışığa yürüyenlere, 

ışığa ulaşmak için çabalayanlara, 

insanca değerler yaratma adına mücadele edenlere 

ve çevrelerine ışık saçanlara selam olsun…

Farklı düşünenleri yoruma bekliyorum....

9 Ağustos 2020 Pazar

99 Kuralı Nedir? Vezirin, Kral'a Verdiği Hayat Dersi

Eski zamanlarda, çok uzaklardaki bir krallığı yöneten üzüntülü ve kederli bir kral varmış. Bu kral, üzüntüsünün sebebinin 99 çemberi ile ilgili olduğunu, bilge adamlarından biri ona anlatana kadar bilmiyormuş. Ve, bu onun için asla unutamayacağı bir ders olmuş.

Her şey, büyük bir depresyon yaşayan kralın, bir sabah uşaklarından birinin odaya girdiğini görmesiyle başlamış. Oldukça alçak gönüllü olan bu uşak, krala gülümsemiş ve neşeli bir şarkı mırıldanmış. Kral, uşağını her zaman mutlu görüyormuş ve bunun nedenini merak etmiş. Bir kral bile huzur bulamazken, nasıl olur da bir uşak bu kadar mutlu olabilir?

Kral, uşağına sormuş: “Neden bu kadar çok mutlusun?” 

Uşak ilk başta ne cevap vereceğini bilememiş ve biraz düşündükten sonra şu cevabı vermiş “Neden mutlu olmayayım ki? Bir sarayda yaşıyorum, ve krallığın en güçlü insanına hizmet ediyorum… Daha fazla ne isteyebilirim ki? Hayatta mutlu olmamak için bir neden göremiyorum…” demiş.

Uşağın bu sözleri kralı sinirlendirmiş, ve söylediklerinin tek bir kelimesine bile inanmamış. Tek bir evi olan ve kendisinden çok daha mütevazi bir hayat süren bir adam nasıl mutlu olabilir ki? Kral, uşağını mutluluğun sırrını söylemesi için kellesini almakla tehdit etmiş. Bunun üzerine uşak kralı rahatsız ettiği için özür dilemiş fakat ne cevap vereceğini bilememiş.

Sonunda, kral uşağının gitmesini emretmiş. Uşağının sürekli gülümsemesine dayanamamış. Onu ölümle tehdit etmesi bile uşağını üzmemiş. Kral, alçak gönüllü uşak ayrıldıktan sonra, mutluluğun sırrını açıklaması için derhal sarayın bilge adamlarının yanına gelmesini emretmiş.

Sarayın tüm bilge adamlarını bir araya getirdikten sonra onlara kendisi bu kadar mutsuzken, bir uşağın sefil hayatı yaşarken nasıl bu kadar mutlu olabildiğini sormuş. Bilge adamlardan biri ayağa kalkmış ve “Majesteleri, sorunuzun cevabı çok kolay. Uşağınız çok mutlu, çünkü 99 çemberinin dışında.” demiş. Kral bu cevabı anlamamış ve “99 çemberi de nedir?” diye sormuş.

Bilge adam, 99 çemberinin kelimelerle açıklanamayacağını ve kralın kendi gözleriyle görmesi gerektiği söylemiş. Kralın tek yapması gereken 99 altın parayı mutlu uşağa vermekmiş, bu şekilde mutlu 99 çemberine girecek ve mutsuz olacakmış. Kral, bunu teklifi kabul etmiş.

Kral, saf altından yapılmış krallığın en değerli paralarının getirilmesi emrini vermiş. Altın paraları bir çantaya koyup bilge adamın eşliğinde mutlu uşağının evine götürmüş. Çantayı uşağının evinin kapısının önüne koyup, bir not bırakmışlar: “Bu 100 altın sadık ve özverili bir uşak olmanın ödülü. Keyfini çıkar!” 

Ve, daha sonra neler olacağını görebilmek için saklanmışlar.

Uşak eve gelmiş, çantayı görmüş ve çok şaşırmış. Şaşkın bir şekilde etrafa bakınmış ve daha sonra içeri girmiş. Kral ve bilge adam her şeyi saklandıkları yerden izliyormuş. Alçakgönüllü adam altın paraları almış ve masanın üzerine dökmüş.

Uşak gözlerine inanamamış. Yeni servetini onar onar saymaya başlamış. Son onluğa geldiğinde, sayarken bir hata yaptığını düşünmüş. Çünkü, 100 yerine 99 altın para varmış.

Uşak bir altın paranın masadan düştüğünü sanmış, her yeri aramış, fakat bulamamış. Ve, yüksek sesle düşünmüş: “Biri torbayı benden önce gördü ve içinden 1 altın para çaldı.” Daha sonra bir altın parayı ne kadar zamanda kazanabileceğini merak etmiş ve hesap yapmaya başlamış.

Normal şartlarda, 1 altın parayı çalışarak kazanmasının yaklaşık 5 yılını alacağını düşünmüş. Peki ya daha fazla çalışırsa? Belki de 2 yılda 1 altın para kazanabilirdi. Peki ya karısını da daha fazla çalışması için ikna ederse? Bu şekilde hedefine sadece bir yılda ulaşabilirdi.

Uşak o günden itibaren stresli ve şüpheli bir hayat sürmeye başlamış. Saraydan birinin çantadan altınını çaldığından ve mirasının eksik olduğundan şüpheleniyormuş. Ve, tekrar soyulacağından endişeleniyormuş.

Uşak hayatı boyunca, bir altın para daha kazanma planları yapmış. Kısacası, uşak 99 çemberi tuzağına düşmüş. O günden sonra bir daha asla sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmemiş, hep daha fazlasını istemiş. Bilge adam tüm söylediklerinde haklıymış.

“Asıl gelişmişlik, ihtiyaçların artmasıyla değil, azaltılmasıyla ilgilidir. Ancak, bu alçakgönüllük gerektirir.”

– Mahatma Gandhi

Dikenlerine Rağmen - Kaktüs Çiçeğinden Hayat Dersi Veren Bir Hikaye

“Anne bu çiçeğin adı ne?” dedi..

Kaktüs dedim.. 

“Ne uzun dikenleri vaaar” dedi.. 

Nasıl da hayret etmişti.. İlk defa kaktüs görmüştü..

“Bu ne işe yarar? İçinde ne var? Kuşlar konar mı?” vs… 

Dünya kadar soruyla eve getirdik.. Sorumluluk aşılamaktı amaç ve ‘bu çiçeği sulama görevini sana veriyorum’ dedim.. Nasıl da mutlu oldu.. 

 “Ama Anne dokunamam ki elime batar” dedi.. 

“Dokunmadan suyunu vereceğiz. Uzaktan seveceğiz.. İyi de güneş alırsa şahane çiçekler açabilir ” dedim.. 

Bunu duyunca daha büyük bir hayretle ”bu çiçek mi açıyooooo” dedi… 

Evet dedim.. Dikenli olmasına rağmen harika çiçekler açabilir kaktüsler.. Fakat şunu unutma çok fazla sulamayacaksın. Yoksa çürür.. Zamanında ve yeteri kadar tamam mı fıstığım? 

“Tamam Anne”…. 

Bir pinpon topu kadardı.. Yıllar içinde uzadı boy attı kocaman oldu. Çook sefer elimize battı.. Ama onu çok sevdiğimiz için, dikenlerine rağmen hoşgördük.. İhtiyacı kadar su, ihtiyacı kadar toprak ve yeterince ilgi gösterdik.. İhmal ettiğimiz zamanlar da oldu.. Yeri geldi çocuklar çarptı, düştü, toprakları döküldü.. Fakat her seferinde toparlamayı bildik.. 

Ne kadar büyüyecek, ne zaman çiçek açar hatta çiçek açar mı? Bilmiyoruz.. Karşılıksız sevmeye devam ediyoruz.. Dikenlerine rağmen.. 

Bir gün dikeni eline battı.. Canı çok yandı.. Ağlayarak geldi.. Batan dikeni çıkardık.Korkmuştu.. İlk defa eline kaktüs batmıştı.. Daha yaşı çok küçüktü.. 

“Ah güzel kızım.. Bu daha ne ki? Hayatta öyle insanlarla tanışacaksın ki gönülleri de dilleri de dikenli.. Her konuştukları kalbine kalbine batacak… Öyle canın yanacak ki.. Hatta için kanayacak.. Ama yine de susacaksın.. Birilerinin hatırına suyunu, güneşini, toprağını eksik etmeyeceksin.. Yıllarca hatır için sevip idare edeceksin de yine de çiçek açmayacak.. Taa ki kendi içinde çürüyüp seni terk edene kadar “diyemedim.. 

Desem de anlamazdı.. Yaşı çok küçüktü.. Uzun bir hayat vardı onu bekleyen ve ne kadar acımasız olabilirdi gelecek bilmiyordum. Anne olarak dileğim asla boyası kalın, ruhları kara insanlarla karşılaşmaması idi. Eminim Annem de bizim için aynı şeyleri dilemişti.. 

Sev güzel kızım.. Sen yine de sev herkesi, herşeyi.. Dikenleri de olsa sev, çiçekleri de olsa.. Sen sevmekten vazgeçme yavrucuğum.. Dünya bir bahçe.. İçinde her türlü bitki var.. Kimi zehirli, kimi lüzumsuz, kimi cennetten gelmiş gibi mis kokulu.. O bahçeden geçeceksin kuzucuğum.. Belki ayağına batacak, belki canını acıtacak belki de seni kendine hayran bırakacak.. 

İşte bu yolculuğa da hayat diyoruz kızım.. Bahçe çok büyük.. Bir ucundan diğer ucuna gitmek bir ömür yol… Büyük bir kısmını aştığında, artık hangi bitkinin zararlı, hangisinin zararsız olduğunu büyük ölçüde öğrenmiş oluyorsun.. 

Ama yine de gösterişli çiçekleriyle uzun dikenli kaktüslere aldanabilirsin.. Canın her zamankinden fazla yanabilir… İşte o zaman da ben varım bir tanem.. Hep yanındayım… Canının yanmasına engel olamam ama yaralarını sarabilirim.. Bu acıyla nasıl baş edeceğini, nasıl iyileşeceğini sana öğretebilirim.. 

Tıpkı benim Annemin de bana, onun annesinin de ona öğrettiği gibi.. Bahçenin sonu ömrümüzün sonu güzel kızım.. Sonrasını gidenler biliyor, biz bilmiyoruz.. Mühim olan bahçeyi tamamlamak da değil.. O bahçeye yol boyunca ne ektiğin.. 

Çünkü insan, ektiğini biçiyor..