Sayfalar

27 Eylül 2020 Pazar

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Anlatım Bozuklukları

ANLAMLA İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Gereksiz Sözcük ve Ek Kullanımı : 

İyi bir cümlede yeterli sayıda sözcük kullanılır. Başka bir deyişle gereksiz sözcüklere yer verilmez. Çünkü gereksiz sözcük kullanımı cümlenin duruluğunu bozar ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Bu anlatım bozukluğu şu şekillerde olabilir : 

a- Eş ve Yakın Anlamlı Sözcüklerin Aynı Cümle İçinde Kullanılması : 
Örnek: 
Atatürk’ün yaptığı yenilikçi devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 
Atatürk’ün yaptığı devrimler, sosyal ve siyasal yaşamımızı kökünden değiştirmiştir. 

Yatmadan önce dişlerini fırçalamayı unutma. 
Yatmadan dişlerini fırçalamayı unutma. 

Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranış biçimlerinde bir gariplik yoktu. 
Giyimlerinde, konuşmalarında ve davranışlarında bir gariplik yoktu. 

b- Yardımcı Eylemlerin Gereksiz Kullanılması : 
“Et, ol” yardımcı eylemlerinin yerini ad ve ad soylu sözcüklere gelen herhangi bir yapım eki tutuyorsa, ya da bunlar cümleden çıkarıldığında, bir anlam değişimi veya daralması olmuyorsa, yardımcı eylemlerin kullanılması gereksizdir. 

Örnek: 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hasta oluyor. 
Kendine iyi bakmadığı için sık sık hastalanıyor. 

Bu işin en kısa sürede biteceğini umut ediyordum. 
Bu işin en kısa sürede biteceğini umuyorum. 

c- Gereksiz Ek Kullanımı : Örnek: İhaleye birçok yerli ve yabancı firmalar katılmıştı. İhaleye birçok yerli ve yabancı firma katılmıştı. Bu bestesi onun en tanınmış eseridir. Bu beste onun en tanınmış eseridir. Yanlış 

Anlamda Kullanılan Sözcükler: Kimi sözcükler aynı kökten türediği için yazılış ve okunuş olarak birbirine benzer; ancak bunların anlamları farklıdır. Bu sözcükler karıştırılıp birbirinin yerine kullanılırsa, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Ayrıca kimi durumlarda cümlenin anlamıyla, o cümlenin içinde yer alan bir sözcük anlamaca uyuşmaz, çelişir. Sözcük yanlış anlamda kullanıldığı için de anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Güzelliğinin farkında olduğunu belirten davranışlar sergiliyordu. 
Güzelliğinin farkında olduğunu gösteren davranışlar sergiliyordu. 

Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar sağlamaktadır. 
Kimi uyarıcı ilaçlar, sporculara yarardan çok zarar vermektedir. 

d- Yanlış Yerde Kullanılan Sözcükler : 
Bir cümlede her sözcüğün yerli yerinde, başka bir deyişle her sözcüğün kullanılması gereken yerde olması gerekir. Cümle içindeki bir tek sözcüğün bile yerini değiştirmek farklı anlamlar, farklı yorumlar ve yargılar oluşturur. Kimi zaman da mantıksal tutarsızlıklara yol açar. 

Örnek: 
Ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış ülkemizin belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 
Ülkemizin ekonomik ve sosyal yönden geri kalmış belli bölgelerine kalkınmada öncelik tanınacak. 

e- Anlamca Çelişen Sözcükler : 
Anlamca, cümlenin yargısıyla uyuşmayan, cümlede iletilen yargıyla çelişen ya da karşıtlık yaratan sözlerin bir arada kullanılması önemli bir anlatım kusurudur. Cümlenin anlamında çelişki, genellikle “kesinlik” ve “olabilirlik” anlamı taşıyan sözlerin bir arada kullanılmasından kaynaklanır. 

Örnek: 
Kapının önünde tamı tamına üç beş nöbetçi vardı. 
Kapının önünde üç beş nöbetçi vardı. 

Eminim ki bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 
Bunca gürültü patırtı en çok onu üzmüş olsa gerek. 

f- Mantıksal Tutarsızlık : 
Bir cümlede, iletilmek istenen anlamın eksiksiz olabilmesi için düşünce ve mantık son derece önemlidir. İyi bir anlatımda sağlam bir düşünme ve mantık yürütme temel koşuldur. Mantıksal hataları ve tutarsızlıkları içeren cümleler, dil bilgisi kurallarına uygun olsalar bile anlamı ve yargıyı eksiksiz iletmezler. Bu tür yanlışlar genellikle dikkatsizlik sonucu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere hatırlatmaya çalıştık. 
Önümüzdeki haftanın önemli programlarından bazılarını sizlere tanıtmaya çalıştık. 

DİL BİLGİSİ KURALLARI İLE İLGİLİ ANLATIM BOZUKLUKLARI 

Yüklem Yanlışları : 

a- Yüklem Eksikliği : 
İki farklı yargının tek eylemsiye veya tek yükleme bağlanması, çoğu kez yargılardan birinin eylemsiyle ya da yüklemle uyumsuzluğuna neden olur ve bu durum anlatım bozukluğu yaratır. Bu durumda her farklı yargıyı ayrı bir yan cümleye (eylemsiye) ya da yükleme bağlamak anlatım bozukluğunu ortadan kaldırır. 

Örnek: 
Çok az veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 
Çok az çalışarak veya hiç çalışmadan sınava girdiler. 

İş konusunda ben onu, o da beni etkilemek istemez. 
İş konusunda ben onu etkilemek istemem, o da beni etkilemek istemez. 

b- Yüklem Uyuşmazlığı : 
Sıralı cümlelerde yüklemlerin kip ve kişi ekleri yönünden uyumlu olmaları gerekir. Bu eklerin uyumsuzluğu anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Sabahları bana uğrar, okula birlikte giderdik. 
Sabahları bana uğrardı, okula birlikte giderdik. 

Badana boya bitmiş, evi yerleştirecektik. 
Badana boya bitmişti, evi yerleştirecektik. 

Özne Yanlışları: 

Sıralı ve bağlı bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan öznenin bütün yüklemlere uyması gerekir. Özne, bu eylemlerden birine uymazsa cümlede özne yüklem uyuşmazlığı ortaya çıkar. Bu tür anlatım bozuklukları, her farklı yargıya ayrı bir özne kullanılmasıyla giderilebilir. Ayrıca özneyle yüklem arasında, kişi yönünden ve tekillik çoğulluk yönünden bir uygunluk da olmalıdır. 

Örnek: 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve ikinci baskıya girecek. 
Kitaptaki yanlışlar düzeltilecek ve kitap ikinci baskıya girecek. 

Nesne Yanlışları: 

Nesne-Yüklem Uyuşmazlığı: 
Bu uyuşmazlık, bileşik cümlelerde nesnenin, ilk cümlenin yüklemine uymamasından kaynaklanır. Bu bozukluk ikinci cümleye dolaylı tümleç, edat tümleci veya nesne eklenerek giderilebilir. 

Örnek: 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman mektup yazdı. 
Beni hiçbir zaman unutmadı, her zaman bana mektup yazdı. 

Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, yerine oturttu. 
Çocuğun gözlerindeki yaşı silip, çocuğu yerine oturttu. 

Tümleç Yanlışları : 

a- Dolaylı Tümleç-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde ortak olarak kullanılan dolaylı tümlecin, ilk cümlenin yüklemine uyarken ikinci cümlenin yüklemine uymadığı görülebilir. Böylece tümleç-yüklem uyuşmazlığı ile ilgili anlatım bozukluğu ortaya çıkar. 

Örnek: 
Kadına her fırsatta bağırıyor, sürekli aşağılıyordu. 
Kadına her fırsatta bağırıyor, kadını sürekli aşağılıyordu. 

Sana her konuda güveniyor ve yardım bekliyoruz. 
Sana her konuda güveniyor ve senden yardım bekliyoruz. 

b- Zarf Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, zarf tümleci ortak olmadığı halde, bütün yüklemler için ortak öğe kabul edilirse, anlatım bozukluğu ortaya çıkar. Bu anlatım bozukluğu, ikinci cümleye bir zarf tümleci ilavesiyle giderilebilir. Bu nedenle bu anlatım bozukluğunun diğer adı, zarf tümleci eksikliğidir. 

Örnek: 
Her zaman senin yanındayım, seni yalnız bırakmayacağım. 
Her zaman senin yanındayım, hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağım. 

Hiçbir zaman kendini düşünmedi, ailesinin mutluluğu için çalıştı. 
Hiçbir zaman kendini düşünmedi, her zaman ailesinin mutluluğu için çalıştı. 

c- Edat Tümleci-Yüklem Yanlışları : 
Bileşik cümlelerde, edat tümleci durumundaki öğe, ortak olmadığı halde ortak kabul edilirse anlatım bozukluğu meydana gelir. Bu uyuşmazlık ikinci cümleye uygun bir tümleç ya da nesne eklenerek giderilebilir. Aynı şekilde bir dolaylı tümleç, nesne ya da öznenin yüklemle uyum sağlamayış nedeni bir edat tümleci eksikliği olabilir. 

Örnek: 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce sohbet ederdi. 
Akşamları kitapçıya uğrar, saatlerce onunla sohbet ederdi. 

Arkadaşımın babası geldi, bir süre sohbet ettik. 
Arkadaşımın babası geldi, bir süre onunla sohbet ettik. 

Tamlama Yanlışları : 

a- İsim Tamlaması Yanlışları : 
Bir ad tamlamasında; Tamlayan ya da tamlanan sözcüklerden birinin eksikliği, Tamlayan veya tamlanan eklerinden birinin kullanılmaması dolayısıyla tamlayan eksikliğinin anlam belirsizliği yaratması, ad tamlamasına ilişkin belli başlı yanlışlıklardır. 

Örnek: 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de zamanıdır. 
Onun böyle işlerle uğraşmaya ne vakti vardı ne de bunun zamanıdır. 

b- Sıfat Tamlaması Yanlışları: 
Sıfat tamlamasına ilişkin yanlışlıklar şu şekilde oluşabilir; “Bir” den büyük sayı sıfatlarıyla kurulan sıfat tamlamalarında adın çoğul eki alması yanlışlık yaratır. Bu tür sıfat tamlamalarında adın tekil kullanılması gerekir. 

Örnek: 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacılar söz alacakmış. 
Toplantıda üç ya da daha çok konuşmacı söz alacakmış. 

Yapıları Yanlış Olan Sözcükler : 

Kimi zaman yapım eklerinin sözcüklere, kurallara uygun olarak seçilmemesinden dolayı, kimi zaman da eklerin yanlış seçilmesi nedeniyle sözcüklerin yapıları bozuk olur. Yanlış yapılandırılmış sözcükler, dil bilgisi kurallarına uymaz ve anlatım bozukluğu yaratır. 

Örnek: 
Çocuğu iyi bir doktora bakıtmak gerekiyor. 
Çocuğu iyi bir doktora baktırmak gerekiyor. 

Alıkoyulan paketleri yarın postaya verelim. 
Alıkonulan paketleri yarın postaya verelim. 

Yanlış Ek Kullanımı: 

Bir sözcüğe, gelmesi gereken ekin dışında yanlış bir ekin getirilmesi de kimi zaman anlatım bozukluğuna yol açar. 

Örnek: 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olduğundan kaynaklanıyor. 
Sorun arkadaşlarımızın bizi bu konuda iyi aydınlatmamış olmasından kaynaklanıyor. 

Noktalama Yanlışları: 

Noktalama işaretlerinin eksik ya da yanlış yerde kullanılması; cümleleri bir anlam belirsizliğine sürükleyebileceği gibi cümleden birden fazla anlam çıkmasına da yol açabilir. Bu nedenle noktalama işaretlerinin anlama etkileri ve kullanıldığı yerler iyi bilinmelidir. Yanlış kullanımlar ortaya çıkarsa amaçlanan anlama ulaşmak mümkün olmaz. Bu durumlar da cümlede bir anlatım bozukluğu yaratır 

Örnek: 
Kadın şoförü şöyle bir süzdü. 
Kadın, şoförü şöyle bir süzdü. 

"Kİ" NİN YAZIMI: 

"ki" eğer bağlaçsa; Genel olarak iki cümleyi bağlama görevi yapar. 

Örnek: 
Hava o kadar güzeldi ki kendimi hemen sokağa attım.
Bir de baktım ki ortalıkta kimse kalmamış. 

Kişi ve işaret zamirlerinden sonra gelen "ki" de bağlaç olup ayrı yazılır. 

Örnek: 
Ben ki, Bizler ki, Durum o ki 

Kişi zamiri kişi zamiri işaret zamiri Bazı bağlaçlarla birlikte kullanılmasına karşı, kalıplaşmış "ki" ayrı yazılır. 
Öyle ki, yeter ki, kaldı ki 

UYARI : "ki", eğer bağlaçsa daima ayrı bir sözcük olarak yazılır. Ayrıca kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine uyum gösterip "kı" olmaz. 

Kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılan "ki" ler ise şunlardır: "de" ekinden sonra gelip addan sıfat yapan "ki" : 
Evdeki hesap, kafamdaki plan, yoldaki insanlar 

İlgi zamiri olan "ki" Seninki, sınıfınki, bizimki 

Bazı bağlaçlarla kalıplaşan "ki" Oysaki mademki, hâlbuki sanki 

Zaman bildiren sözcüklerden sonra gelen "ki" Dünkü, akşamki, az önceki 

"DE, DA" BAĞLACININ YAZIMI: 

Genel olarak "dahi, bile" bağlaçlarıyla aynı anlamdadır. Bağlaç olup olmadığını anlamak için cümleden çıkarmayı deneriz. Cümleden çıkarıldığında, cümle yapısı bozulmazsa bağlaç olduğunu anlarız ve ayrı bir sözcük olarak yazarız. 

Örnek: 
Buraya kadar gelip de ona uğramamak olmaz. 
Sen de çok oldun artık! 

Bu bağlaç kendinden önce gelen sözcüğün ünlülerine kalınlık-incelik yönünden uyar. 
Gençliğimizle birlikte umutlarımız da uçup gitti. 
Onu gördüyse de görmezlikten geldi. 

Kendinden önce gelen sözcük, sert ünsüzle bitse bile, bu bağlaç sertleşerek "te, ta" biçiminde yazılamaz. Yazılırsa yazım yanlışı ortaya çıkar. 
Bu iş küçük te sen gözünde büyütüyorsun. (Yanlış) 
Bu iş küçük de sen gözünde büyütüyorsun. (Doğru) 

Bağlaç olan "de, da" ile, ad durum eki olan "-de, - da" karıştırılmamalıdır. "-de, -da" eğer ad ad durum ekiyse kendinden önce gelen sözcüğe bitişik yazılır. Cümleden çıkarıldığında cümlenin anlamı da yapısı da bozulur. 

Örnek: 
Bir süre sessizce yolda yürüdük. 
Çiçeklerin kökünde bir hastalık var. 

İki "de, da" üst üste gelirse birincisinin ad durum eki, ikincisinin bağlaç olduğu dikkate alınmalıdır. 
Telefon ettim evde de yokmuş. 

"Mİ" SORU EDATININ YAZIMI: 

"mi" edatı, cümleye soru anlamı katsa da katmasa da kendinden önce gelen sözcükten ayrı yazılır 

Örnek: 
O da bizimle gelecek mi? 
Gördün mü şimdi yaptığını! 
Konuşmaya başladı mı susmaz. 

"mi" soru edatı, ayrı yazılmasına karşın kendinden önce gelen sözcüğe, kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık yönünden uyum sağlar. Okudun mu? Güzel mi? 

"mi" soru edatından sonra gelen zaman ve kişi eklentileri soru edatıyla bitişik yazılır. 
Onunla sık sık görüşüyor musunuz? 
Olanları bilir miydi de?

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite İyi ve Etkili Yazabilmek ve Konuşabilmek İçin Gerekli Özellikler

İYİ VE ETKİLİ YAZABİLMEK VE KONUŞABİLMEK İÇİN GEREKLİ ÖZELLİKLER 

1- Gözlem yapmak 
2- Düşünmek 
3- Okumak 
4- Ana dili iyi kullanmak 

1- Gözlem Yapmak :

İyi ve güzel bir yazı yazabilmek ve etkili konuşabilmek için her şeyden önce iyi bir gözlemci olmak gerekir. 

Gözlem; bakmak değil görmek, doğanın canlı cansız bütün unsurlarını, ayrıntılarıyla görmek demektir. 

Gözlem; doğru görmeyi, doğru tanımayı öğretir. Bir şeyi iyi anlayabilmek için onun kendi kendine ortaya çıkan türlü belirtilerini gözden geçirmek işine "Gözlem" denir. 

Gördüklerimizi anlamak ya da anlatmak için gözlem yapılır. İnsanların çoğu, kendilerinin iyi birer gözlemci olduğunu söylemelerine karşın, iyi yazı yazamaz ya da etkili konuşma yapamaz. Öz eleştiri yapıldığı takdirde görülecek ki, insanlar; başta aile olmak üzere, çevre, okul ve en yakın arkadaşları hakkında ayrıntılı bilgilere sahip değildir. Oysaki önceden derinlemesine yapılan gözlemler, çevre ve kişilerle uyumu kolaylaştıracak, iletişimi hızlandıracaktır. 

Bir dilencinin sokak aralarında, dolmuş kuyruklarında dilenmesini; hele hele dilenmekten utanan yoksul insanların toplumla ilişkilerini, ruh hâllerini gözlem yapmayan bir insan, nasıl "yoksulluk" konusunda yazı yazabilir, konuşma yapabilir? Öyleyse, hangi konuda yazı yazmak, konuşma yapmak istiyorsak; o konuyla ilgili önceden gözlemlere sahip olmalıyız. Bu düşüncelerden hareketle; siz de, ailenizi, çevrenizi, öğretmenlerinizi, arkadaşlarınızı kolay iletişim ve başarılı olmak için mutlaka gözlem yapmalısınız. 

2- Düşünmek (fikretmek = tefekkür) : 

İyi ve güzel yazı yazmak, etkili konuşmak için gerekli olan özelliklerden biri de "düşünmek" tir. 

Yazı yazmanın temelinde düşünme yatar. Okuduğumuz bir eser ya da parça, kafamızda birçok düşünceler yaratır. Dış dünyamızda gördüğümüz canlı ve cansız bütün unsurlar, kafamızda birtakım düşünceleri ve hayalleri canlandırır. Görülen, duyulan, okunan, incelenen somut ve soyut bütün kavramların bağlantıları, düşünce içerisine girer. 

Düşüncelerimizi açık, ilgi çekici, canlı bir biçimde ortaya koymalıyız. Düşünme, iç gözlem ile elde edilir. 

Gözlem; dışarıyı görmek, düşünme ise içimizi incelemek ve görmek demektir. Doğal olarak, bütün insanlar düşünceye sahiptir. Ama düşünceden düşünceye fark vardır. Düşünce ile plân (tasarı) arasında sağlam bir bağ kurulmalıdır. 

İnsan, yaşamış olduğu ortam gereği; kişi, çevre, toplum, konu, olay vb. kavram ya da faaliyetlerde sağlıklı ve plânlı düşünmek zorundadır. Düşüncelerdeki dağınıklık ve plânsızlık, insanın çevreyle ve olaylarla bağlantısını bozar, uyumunu engeller. Bu durumda ise mutsuz ve başarısız bir kişilik ortaya çıkar. 

Sağlıklı düşünemeyen, düşüncelerinde plân yapamayan bir insan, nasıl iyi ve güzel yazı yazsın? Nasıl etkili konuşma yapsın? Öyleyse, bir konu ya da olay hakkında yazı yazmadan, konuşma yapmadan önce mutlaka düşünmeliyiz. 

3- Okumak : 

"Ben aydınım" diyebilen bir insan; en az günde bir gazete, haftada bir dergi, ayda bir kitap okumak zorundadır. 

Düzenli olarak ayda bir kitap okuyan birisi elli yılda altı yüz kitap okur. İnsanlık tarihinin başlangıcından günümüze kadar yazılmış milyonlarca kitap içinde altı yüz kitabın önemi ne kadardır? 

Her çeşit kitabı düzenli aralıklarla okuyanlarla, hayatında eline hiç kitap almamışlar arasındaki fark; beyaz renkle siyah rengin arasındaki fark gibidir. Birisi bilim ve aydınlık, diğeri ise cehalet ve karanlıktır. 

Her şeyden önce, okumayan insanın kelime hazinesi gelişmez. Bu durumda sınırlı sayıda kelimelerle hangi duygu ve düşünceler etkili bir şekilde anlatılsın? 

Yazarlar, şairler ve sanatkârların düşüncelerini daha iyi anlayabiliyoruz. Çünkü kelime hazineleri büyük. Çünkü onlar okumaya önem veren, okumanın insan için bir üstünlük olduğunu kavrayan kişilerdir. Bilgili ve bilinçli aydın olabilmenin yegâne yöntemi okumak, çok okumaktır. Doğal olarak, yazılı ve sözlü kompozisyonda başarının önemli sırlarından birinin de düzenli okumak olduğunu unutmamak gerekir. 

4- Ana Dili İyi Kullanmak : 

Günümüzde, insanların çoğunun dört yüz - beş yüz kelimeyle konuşup anlaştığı bir gerçektir. 

Aydınların pek çoğu ise ortalama üç bin - beş bin kelimeye işleklik verebilmektedir. Bu durum, ana dilini iyi kullanmakla ilgili önemli bir toplumsal kusur olarak görülmektedir. Çünkü toplumun yönlendirici ve yöneticisi durumundaki aydınlar, en az on beş bin - yirmi bin kelimeye işleklik kazandırmak zorundadır. 

Bu gerçekler ışığında; etkili ve güzel yazı yazmak ve konuşmak için ana dili iyi bilmek gerekir. Bu ise, dil bilgisi kurallarının ve anlatım bozukluklarının bilinmesini zorunlu kılar. 

Gözleme değer veren, plânlı düşünen, sağlıklı okuyan ve ana dilini iyi kullanan insan; üstün bir ifade yeteneğine sahip olur. Bu dört önemli özellik, birbirleriyle yakından ilgilidir. Birinin yokluğu, diğerlerinin yokluğuna yol açar. Bu nedenle, dört özelliğe de aynı şekilde önem verilmelidir.

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Biyografi (Hayat Hikayesi), Gezi Yazısı (Seyahatname), Söyleşi (Sohbet)

II. Ünite Öğretici Metinler Günlük

4. Biyografi (Hayat Hikayesi) :

Çeşitli bilim dalları ile güzel sanatlar ve spor alanlarında ün yapmış bir kişinin hayatının derlenip toparlanması ve sonunda yazıya geçirilmesidir. 

Biyografilerin yazılmasındaki amaç; tanınmış, yararlı olmuş kişilerin çektikleri sıkıntıları, karşılaştıkları güçlükleri nasıl yendikleri, başarıya nasıl ulaştıklarını anlatmaktır. Bu şekilde, okuyucuların "kıssadan hisse çıkarmaları" sağlanır; sabırlı, düzenli ve plânlı çalışmanın başarıya olan katkısı verilmek istenir. 

Biyografiler; sanata, edebiyata, tarihe ışık tutarlar. Anma ve kutlama günlerinde, sanat gecelerinde bu tür yazılardan yararlanılır. Ayrıca, biyografiler; belli bir dönemin olaylarını, toplumun yapısını ve sanatını da belgeler niteliktedir. 

Biyografiye, eski edebiyatımızda "Tercüme-i Hâl" (Hâl Tercümesi) denirdi. Divan edebiyatındaki "Şuara Tezkireleri", sadece şairlerin özelliklerini veren biyografi niteliğindeki eserlerdir. Biyografiler açık, sade bir dille, tarafsız bir görüşle yazılmalıdır. 

Biyografi türleri şunlardır: 
Otobiyografi: Yazarın kendisi tarafından yazılmış biyografiye denir. Kendi hayatını yazan kişi, doğumundan otobiyografisini yazdığı döneme kadar geçirdiği safhaları anlatır. 

Otobiyografik roman: Kişinin kendi hayatını roman şeklinde yazmasıdır. Biyografik roman: Ünlü kişilerin hayatlarını konu edinen romandır. Mehmet Süreyyâ'nın "Sicil-i Osmânî"si, Çeşitli kişiler tarafından kaleme alınmış "Şuarâ tezkireleri", Şevket Süreyyâ AYDEMİR'in "Tek Adam" ve "İkinci Adam"ı biyografik eserlere örnektir. 

NOT: Biyografi türüyle benzerlik gösteren eserlere Divan edebiyatında “tezkire” denir. 

Türk edebiyatında ilk biyografi örneğini (tezkire) Ali Şir Nevai 16. Yüzyılda “Mecalis’n- Nefais” adlı eseriyle vermiştir. 

5. Gezi Yazısı (Seyahatname) :

Yazarların yurt içinde ya da yurt dışında yaptıkları gezilerde, gördüklerini anlattıkları edebî eserlerin ortak adıdır. 

Bu eserlerde yazarlar; gezip gördükleri yerlerdeki insanların bütününün ya da belli bir kesiminin yaşayışını, gelenek ve göreneklerini, dikkatlerini çeken ve okuyucuların da ilgi duyacaklarına inandıkları özelliklerini anlatmaya çalışırlar. 

Gezi yazılarında ilginç bir anlatım vardır. Yazılarda anlatım, yeri gelir hikâyeye dayanır; yeri gelir bir portre çizilir, tasvir yapılır. Konuşmalar da bulunabilir. Yani anlatım, yer yer değişiklikler gösterir. 

Gezi; hayale değil, yazarının gözlemine ve doğru olarak duyduklarına dayandığı için tarih, coğrafya, toplum bilim, hukuk vb. bilim dallarına kaynaklık eder. 

Gezi; gazete ve dergilerde yayımlanacak ölçüde yazılabileceği gibi, kitap hâlinde de yazılabilir. Gezi türü, edebiyatımızda yeni değildir. Divan edebiyatı zamanından beri "Seyahatname" adı altında türlü eserler bulunmaktadır. Bazı sefaretnameler ile tarihî, coğrafî konularda yazılmış pek çok eser, bütünü ile olmasa da gezi yazısı özelliği gösteren bölümler taşırlar. 

Türk edebiyatında gezi türünde kaleme alınmış en büyük eser, Evliya Çelebi'nin (1611-1685) on cilt olarak yazdığı Seyahatname'dir. Evliya Çelebi, bu eserinde gezip gördüğü memleketlerin tarihi, insanları, âdetleri, yaşayış tarzları ve her türlü özellikleri hakkında geniş ölçüde bilgi vermiştir. 

Ayrıca, Seydi Ali Reis'in Mir'âtü'l-Memâlik (Ülkelerden Manzaralar), İzzet Molla'nın Mihnet Keşan adlı eserlerini, Tanzimat'tan önceki dönemde yazılmış gezi eserleri (seyahatnameler) arasında sayabiliriz. 

Gezi yazısı yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir: 
1- Gezilen yerlerin, hiç bir yere benzemeyen özelliklerini dile getirmek. 
2- Gezilen yerlerde yaşayan insanların kültürel özelliklerini (ırk, dil, hayat tarzı, folklorik özellikleri vb.) belirtmek. 
3- Gezilen yerlerin tarihî, mimarî ve uygarlık özelliklerini belirtmek. 
4- Gezilen yerlerin teknolojik ve ekonomik alandaki gelişmelerini belirtmek. 

NOT: 
1- Anılarda amaç yazarın yaşamındaki ilgi çekici olayları anlatmasıdır, 
2- Gezi yazılarında ise amaç gezilip görülen yerleri okuyucuya tanıtmaktır. 
3- Üslup olarak hem anı hem de gezi yazıları açık, sade, anlaşılır, içten bir anlatım vardır. 
4- Gezi yazılarında gözlem önemli bir unsurdur. Anılarda ise yazarın kendi yaşamına dair izlenimleri önemlidir. 
5- Her iki türde de dil göndergesel işlevde kullanılır. 
6- Her iki türde de öyküleyici, betimleyici, açıklayıcı anlatım türleri kullanılır. 

6. Söyleşi (Sohbet) :

Söyleşi anlamındaki Arapçadan dilimize geçmiş olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir: 
1. Arkadaşlık, yârenlik; 
2. Konuşma, görüşme, birlikte oturup söyleşme. 

Makalelerin bir konuşma havası içinde daha senli benli olarak yazılan tarzına Söyleşi (Sohbet) denir. 

1- Gazete ve dergi yazılarındandır. 
2- Bu tür yazılarda, samimiyet esastır. 
3- Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul ettirmek için okuyucularını zorlamaz. 
4- O, daha çok kendi kişisel düşüncelerini ileri sürer. 
5- Söyleşilerde, küçük fıkralar ve anılar da malzeme olarak kullanılır. 
6- Herkesi ilgilendiren konular işlenir 
7- Cümleler çoğu zaman konuşmadaki gibi devriktir. 
8- İçtenlik, samimilik, doğallık sohbetin özelliklerindendir. 
9- Yazar, sorulu-cevaplı cümlelerle konuşuyormuş hissi verir. 

Söyleşi türünün genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: 
1-  Kompozisyon türü olarak söyleşi; makale plânıyla, fakat bir karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır. 
2- Söyleşiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır. 
3-  Gazete ve dergi yazılarındandır. 
4- Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuştuğu yazı türüdür. 
5- Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz. 
6- Söyleşide, daha çok yazarın kişisel düşünceleri ağırlık kazanır. 
7- Söyleşilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır. 
8- Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeşitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düşünceleri desteklenebilir.

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Günlük (Günce), Anı (Hatıra)

II. Ünite Öğretici Metinler

2. Günlük (Günce):

Bir kimsenin düzenli olarak, günlük olaylarla ilgili yorumlarını, bunlardan kaynaklanan o günkü anlayışlarını, düşüncelerini, üstüne tarih atarak kaleme aldığı kısa yazılara “günlük” veya “günce” denir. 

Günlükler ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. 

Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır. Bu bakımdan günlükler içten ve sevecendir. Günlüklerin anlatımı geliştirmede önemli bir yararı vardır. 

Özellikleri şunlardır: 
1-Günlükler kısa, içten ve sevecen yazılardır. 
2-Olayı yaşayan kişi tarafından yazılır. 
3-Yazar günlükleri kendisi için yazmıştır. 
4-Günlükler, tarih atıldığı için inandırıcı yazılardır. 
5-Günlüklerde gözlem ve kişisel dikkatin önemi büyüktür. 
6-Kısa yazılardır. 
7-Günlükler; roman, gezi yazısı, hatıra gibi metin türlerinde kullanılabilir. 

Günlük - Anı farkı: 

Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. 

Örneğin kişi günlüklerinden yararlanarak ileride bir anı kitabı kaleme alabilir. Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. 

3. Anı (Hatıra): 

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı (hatırat) denir. 

Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür. Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme imkânını zorlaştırır. 

Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir. İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname, muhtıra, tezkire, menkıbe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma sebebi olamaz. Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları dokunur. 

Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. 

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır. Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. 

Anı yazarken önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır. 

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan hatırlanmak suretiyle yazılır. 

Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları; 
Sain-Simon (1675-1755) ve 
Rousseau (1712-1778)' dir. 

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır: 
Sain-Simon : "Hatıralar" 
Rousseau : "İtiraflar" 

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır: 
Ziya Paşa : "Defter-i A'mâl" 
Muallim Naci : "Ömer'in Çocukluğu" 
Ahmet Rasim : "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip" 
Halit Ziya UŞAKLIGİL :"Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi" 
Hüseyin Cahit YALÇIN : "Edebî Hatıralar" 
Falih Rıfkı ATAY : "Çankaya" ve "Zeytindağı" 

Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır: 
1- Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak. 
2- Anıları unutulmaktan kurtarmak. 
3- Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak. 
4- Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak. 
5- Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak. 
6- Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak. 
7- Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak. 
8- İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak. 

Özellikleri: 
1- Anılar ilgi çekici, bilinir nitelikte olmalıdır. 
2- Anıların öğretici yanı vardır. 
3- Anlatıcı yazarın kendisidir. 
4- Yazar her türlü kaynaktan yararlanabilir. 
5- Objektif eserlerdir ve dönemle ilgili belge niteliği taşırlar. 

Anı – Otobiyografi farkı: 
Anılar üslup yönüyle otobiyografilere de benzer; ancak anı otobiyografi içinde sadece bir bölüm sayılabilir. Yani otobiyografiler anıya göre daha geniş ve daha uzun bir dönemi içine alır. 

Anı- Gezi Yazısı farkı: 
Anılar, üslup yönüyle gezi yazısına benzese de yazarın dış dünyadan çok kendisinden söz etmesiyle gezi yazısından ayrılır. Gezi yazılarında özne dış dünyadır. Anılarda ise özne kişinin kendisidir. Anılarda çevreye ait bilgiler gezi yazısı kadar ayrıntılı değildir.

26 Eylül 2020 Cumartesi

11. Sınıf Dil ve Anlatım Ders Notları - II. Ünite Öğretici Metinler Mektup, Dilekçe

II. ÜNİTE ÖĞRETİCİ METİNLER 

1. MEKTUP 

Uzakta bulunan herhangi dosta, arkadaşa gönderilen ya da kamu kuruluşları arasında haberleşmeyi sağlayan bir yazı türüdür. 

Mektuplarda dilek ve arzu bildiren duygu ve düşüncelere yer verilir. Mektupta kullanılacak anlatım, bunu okuyacak kişinin kültür düzeyine göre ayarlanır. Arkadaşa yazılacak bir mektupta kullanılacak dil, büyüğe yazılacak mektuptaki dilden elbette farklı olmalıdır. 

Edebiyatımızda mektup türü, Tanzimat Edebiyatı döneminde gelişmeye başlar. Özellikle Abdülhak Hamit TARHAN ile Namık Kemal'in birbirlerine yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir. Bilim, edebiyat ve siyaset adamlarının mektupları, ayrıca çağının özelliklerini yansıttığı için, birer "belge" niteliği de taşırlar. 

Mektuplar, dört grupta sınıflanmaktadır: 
1. Özel Mektuplar 
2. Edebî Mektuplar 
3. Resmî ve İş Mektupları 
4. Açık Mektuplar 

1. Özel Mektuplar :

Akraba ve dost gibi yakın çevredeki insanlara yazılan mektup çeşididir. Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plândadır. Sanatçı ve edebiyatçıların, daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel mektuplara "edebî mektup" da denmektedir. 

Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır: 

a. Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
b. Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır. 
c. Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır. 
d. Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı, kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır. 
e. Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır. 
f. Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır. 

2. Edebî Mektuplar: 

Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. 

Eski dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı. Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır: Ali Şir Nevaî (XV. yy.) Kınalızade Ali (XVI. Yy.) Veysî (XVII. yy.) Ragıp Paşa (XVIII. yy.) Namık Kemal (XIX. yy.) Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.) 

NOT: Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir. 

3. Resmî ve İş Mektupları: 

a. Resmî Mektuplar: Resmî dairelerin ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine yazdıkları resmî yazılarla; bunların, vatandaşların başvurularına verdikleri yazılı cevaplara denir. İş mektuplarına benzerler. Bu mektupların hitap başlığı, yazılan dairenin ya da tüzel kişilik sahibi kuruluşun kanun ve tüzüklerdeki tam adıdır. 

Bu mektuplarda tarih ile birlikte mektubun sıra numarası ve konusu belirtilir. Mektup, cevap mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi, "konu" hanesine de kısaca amaç yazılır. Bu yapıldıktan sonra iki ya da üç satır aralığı bırakılarak mektup yazılır. 

Resmî mektuplarda açık, kesin, anlaşılır bir dil kullanılır. Mektubun sonu, alt makama yazılıyorsa "... rica ederim.", üst makama yazılıyorsa "... arz ederim." şeklinde biter. Mektup metninin sağ altında ise mektubu yazanın makamı, adı ve soyadı ile imzası bulunur. 

b. İş Mektupları: Özel kişilerle iş kurumları ve iş kurumlarının kendi arasında, işle ilgili olarak yazılan mektuplara denir. Bu mektuplarda konusu ne olursa olsun bir iş ya da hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış, şikâyet, borç alıp verme isteği, tavsiye ya da bilgi isteme olabilir. 

İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz: 

1- Sipariş mektupları 
2- Satış mektupları 
3- Şikâyet mektupları 
4- Alacak mektupları 
5- Tavsiye mektupları 
6- Başvuru mektupları vb. 

İş mektuplarına, kendisine mektup yazılan kişi ya da kurumun ad ve adresi ile başlanır. Kâğıdın sağ tarafına tarih yazılır. Adres ve tarihten sonra uygun bir aralık bırakılır, paragraf yapılarak doğrudan istek yazılır. Son bölüme saygı ifade eden bir söz eklenerek mektup bitirilir. 

Mektup metninin sağ altında mektubu yazanın adı ve soyadı ile imzası yer alır. İş mektuplarında şekil birliğini sağlamak için, son zamanlarda satır başı yapılmamakta, satır başları, satır aralıkları daha da açılarak gösterilmektedir. Böylece yazı, sol ve sağ yanlardan bir blok hâlinde ve aynı ölçüler içinde kalmaktadır. 

Resmî ve iş mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır: 
Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır. 
Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılmalıdır. 
Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da tükenmez kalemle yazılmalıdır. 
Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılmalıdır. 
Kâğıdın sağ üst köşesine tarih yazılmalıdır. 
Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kâğıdın orta üst yerine ortalanarak yazılmalıdır. 
Yazı metnine başlamadan hangi tarih ve sayılı yazının cevabı olduğu yazılmalıdır. 
Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca belirtilmelidir. 
Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açılmalıdır. 
Sonuçta ise, arz / rica ifadelerine yer verilmelidir. 

4. Açık Mektup: Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplardır. Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır. Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat dergilerinde rastlanmaktadır. 

NOT: ” Halide Edip; Handan Hüseyin Rahmi; Sevda Peşinde Reşat Nuri; Bir Kadın Düşmanı Yakup Kadri; Bir Serencam” adlı eserler mektup tarzında yazılmıştır. 

DİLEKÇE 

Dilekçeler bir iş mektubu olarak da kabul edilebilir. Bir dileği, isteği, ihbar ve şikâyeti bildirmek üzere ya da her hangi bir konuda soru sormak için resmî, özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ya da tüzel kişilere yazılan imzalı ve adresli bir çeşit iş mektubudur. 

Dilekçeler genellikle çizgisiz ve beyaz dosya kâğıdına dolma kalemle ya da daktilo / bilgisayarla yazılır. Kâğıdın üstünde üç, solunda üç, sağında bir santimetre boşluk bırakılır. Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir: 

Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır. Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır. 

Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir. Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir. 

Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de bulunabilir. 

Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda ise ilçe ve ilin adı bulunur. 

Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları yazılır. 

NOT: Özel mektup, iş mektubu ve dilekçede dil daha çok göndergesel işlevde kullanılır; Ayrıca akıcılık, duruluk, yalınlık bakımından açık bir anlatım özelliği taşır.

11. Sınıf Dil Anlatım Ders Notları - I. Ünite Metinlerin Sınıflandırılması, Öğretici ve Sanatsal Metinler, Mektup, Günlük, Anı, Biyografi, Gezi Yazısı, Sohbet, Fıkra, Deneme, Eleştiri, Tiyatro, Masal, Roman

I. ÜNİTE

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

Bilgi alanının genişlemesiyle birlikte bilimde sınıflandırmaya ihtiyaç duyulmuştur. Bu sınıflandırmayla konuların birbirine bağlanması ve anlaşılması kolaylaştırılmıştır.

Edebiyatta gerçeklik: Somut olarak var olan bir durumun hiçbir müdahaleye uğramadan ifade edilmesidir.

Kurmaca: Bu ifadeye duygu ve hayallerin katılmasıdır.

NOT: Dil günlük hayatta göndergesel işlevde kullanılır. 

Öğretici ve sanatsal metinler:

1- Öğretici metinlerde amaç, okuyucuya bilgi vermektir.

2- Sanatsal metinlerde amaç, yazarın okuyucuya kendi dünyasını yansıtmak
istemesidir.

3- Öğretici metinlerde üslup kaygısı ön planda değildir.

4- Sanatsal metinlerde üslup ön plandadır.

5- Öğretici metinlerde dil göndergesel işlevde kullanılır.

6- Öğretici metinlerde kelimeler gerçeklik anlamında kullanılmıştır.

7- Sanatsal metinlerde ise kelimeler daha çok yan ve mecaz anlamlarında kullanılır. 

NOT: Edebi metinlerde dil şiirsel işlevde kullanılır.

Anlatmaya ve göstermeye bağlı metinlerin ortak yönleri:

1- Metinlerin yapısının zaman, mekân, olay örgüsü ve kişiler unsurları üzerine kurulması

2- Hem anlatmaya hem de göstermeye bağlı metinlerin birer edebi metin olması.

METİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

1. Sözlü anlatım:

* Konferans

* Açık oturum

* Sempozyum

* Forum

* Münazara

2. Yazılı anlatım: 

A) Öğretici metinler:

* Mektup

* Günlük

* Anı

* Biyografi

* Gezi yazısı

* Sohbet

* Fıkra 

* Deneme

* Eleştiri

B) Sanatsal metinler:

* Göstermeye bağlı metinler (tiyatro)

* Anlatmaya bağlı metinler (fabl, masal, roman, hikâye)

Metinler gruplandırılırken;

* Gerçeklikle ilişkilerine,

* Kullanılan dilin işlevine,

* Yazılış amacına,

* Kullanılan anlatım türüne bakılır.

Öğretici metinlerin özellikleri:

* Dilin daha çok göndergesel işlevde kullanılması

* Hikâye öğelerine yer verilmesi

* Kaynağını gerçek dünyadan alması

* Anlatımın akıcı, duru, açık ve yalın olması

* Kelimelerin gerçek anlamda kullanılması

* Ağırlıklı olarak öyküleyici ve betimleyici anlatım türünün kullanılması.

* Amacının bilgi vermek olması.

Göstermeye bağlı metinlerin özellikleri:

* Genellikle sahnede sergilenmek üzere yazılması

* Amacının okuyanlara bilgi vermek olması

* Monologlardan ve diyaloglardan oluşması

* Kahramanlarının karakterlerinin parantez içinde verilen açıklamalar ile belirtilmesi

19 Eylül 2020 Cumartesi

Dilin Kadar Varsın - Adamın birinin babadan yadigâr antik ipek bir halısı varmış.

Dilin Kadar Varsın

Adamın birinin babadan yadigâr antik ipek bir halısı varmış. Satmaya karar vermiş. Ona göstermiş buna göstermiş, ama kimse talip olmamış. Sonunda zengin birini bulmuş ve ona götürmüş.

Zengin halıya bir bakmış ve sormuş, kaç para? Adam cevap vermiş 100 altın. Zengin tereddüt etmeden tamam demiş ve çıkartıp 100 altın vermiş.

Adam sevinmiş. O sırada zengin sormuş bu halının kaç para ettiğini biliyor musun? 

Adam cevap vermiş hayır bayım. Zengin devam etmiş en az 3000 altın eder. 

Adam susmuş. Zengin sormuş, niye 100 altına verdin? 

Adam biraz düşünmüş ve cevap vermiş, bayım bağışlayın ama benim bildiğim en büyük rakam 100!

Şimdi aklıma Ludwig Wittgenstein geldi “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.” 

Dilin anlam zenginliği ve anlam derinliği gelişmedikçe o dil ile yapılan iş sayısı sınırlı kalacaktır.

Konuşma dili 150-200 kelime/dakika ve okuma dili 200-250 kelime/ dakika iken, düşünme dili 1300-1800 kelime/dakika düzeyindedir. 

Bu yüzden yeterince sözcük, anlam, kavram ve düşünsel bağlantıya sahip olmayan zihin kısır döngüde çıkmazları yaşayacaktır.

Bu durumda, 200 kelime ile düşünen, 2000 kelime ile düşüneni anlamayacaktır.

Yazımı şöyle bitirmek isterim: 

“Dilin kadar varsın.”

Anooshirvan Miandji

Chivas Regal Etkisi - Pahalı Ürün Kaliteli Midir?


Bir Ürünün Pahalı Olmasına Bakarak İyi Olduğunu Düşünmek: Chivas Regal Etkisi

Ünlü viski markası Chivas Regal ile ekonomi literatürüne kazandırılan bu kavrama yakından bakalım. 

Chivas Regal etkisi kavramının en kısa özeti; "bir ürün ya da mal pahalıysa iyidir" algısıdır. yani chivas regal etkisi, bir ürünün fiyatında artış ve ürünün kalitesinde bir değişiklik olmadan satışların artması durumunda kullanılan bir terimdir.

Şimdi hikayeye göre; Chivas Regal marka viskiler ilk çıktığı zamanlarda beklediği satışı yapamamış. Pazar payı kazanmaya çalışıyor olsa da istenilenin çok altında bir satış oranı varmış. Daha sonra bu Chivas kardeşler, ürünlerinde hiçbir değişiklik yapmadan ürünlerinin fiyatını iki katına çıkarmış ve beklenmedik şekilde ürünlerinin satışları patlamıştır. Bu günümüze dek böyle sürmüştür. 

Bunun sebebi için iki farklı görüş ortaya atılmıştır. 

Birincisi; gerçekten lezzetli ve kaliteli viskilerinin olduğu ve bu yolla tesadüfen bunun farkına varılmasıyla satışlarının patlama yapmasıdır. 

İkincisi ise; viski hakkında hiçbir fikri olmayan veya çok fazla bilgisi olmayan insanların "pahalıysa iyidir aga" ya da "pahalı olsun yoksa elalem ne der" mantığıyla alıp alıştıktan sonra sürekli chivas almasıdır. 

Bu stratejiden sonra yeni bir pazarlama taktiği ortaya çıkmış buna da Chivas Regal etkisi denilmiştir. Bu süreçten sonra da birçok firma bunu uygulamaya başlamıştır.

Mesela, öncelerde ürün fiyatları, coca cola'nın ürünlerinin yarısı kadar fiyata sahip olan pepsi firması da fiyatlarını coca cola ile hemen hemen denk seviyeye çekmiş ve yapılan bu taktik ile pepsi'nin de kolalarının satışları artmıştır.

Başka bir örneği de eğitim alanındadır. Birçok özel üniversite ve okullar bu taktik ile ilerlemektedir günümüzde. Ana-babalar, yıllık ücreti 30 bin tl olan A okulu ile 50 bin tl olan B okulu arasında seçim yapmak zorunda kaldığında sırf ücretinden dolayı B okulunun daha iyi olduğunu düşünür ve çocuklarını oraya yazdırmak isterler. Tabii ki nitelik-nicelik ilişkisi, belli alanlarda kalite farkları olsa da makro ölçekte durum böyle.

Geçen yıllarda yapılan bir araştırmada, tüketicilerin fiyat bazında bazı değer yargıları yaptığını göstermiştir. Araştırmacılar, katılımcıların pahalı bir ürünün daha kaliteli olduğunu belirttiğini ve birçok farklı ürünün olduğu oylamada hep daha pahalı olana daha yüksek puan verdiklerini tespit etmişler.

Bunu her alanda görmek mümkün. Herhangi bir alanda piyasaya yeni çıkan bir ürün olduğunda fiyatı, yıllardır piyasada olan kalitesini kanıtlamış bir ürünle kalitesine bakılmaksızın hemen hemen aynı fiyatta oluyor.

Genel olarak bakıldığında chivas regal etkisi, kişinin o ürün hakkında bilgisi olmadığı zamanlarda yarar. Az buçuk piyasa araştırması yaparak birçok konuda fikir sahibi olunabilir. Bu yüzden uzun süre kullanımlı ürünlerde her zaman piyasa araştırması yapmak, fiyat karşılaştırmaları yapmak olası bir kazığı yememek için önemlidir.

Bir Babanın, Çalışmak veya Zeki Olmak Konusunda İki Çocuğuna Bakarak Yaptığı Tespitler - Çok çalışmak mı, doğuştan zeki olmak mı?


Bir Babanın, Çalışmak veya Zeki Olmak Konusunda İki Çocuğuna Bakarak Yaptığı Tespitler

Çok çalışmak mı, doğuştan zeki olmak mı? 

İki çocuk babası bir Ekşi Sözlük yazarı, kendi çocukları üzerinden bu ayrımın cevabını aramış...

Bebekliklerinden bu yana hayatlarına dair tüm detayları neredeyse bildiğim iki çocuğumla alakalı düşündüğüm şeyleri belki de ilk defa dile getirmeme vesile olacak sanırım ekşi sözlük'teki "doğuştan zeki olmak veya çok çalışmak" başlığı...

Büyük oğlum hep kolay algılayan, henüz küçücükken bile sayısal zekasıyla beni kendisine hayran bırakan bir çocuktu.

Zeki olduğunun farkında olmanın verdiği öz güvenden midir bilmiyorum, çalışmayı hiç sevmedi. 18 yıllık hayatında birçok şeye heveslenip hiçbirinde sebat edemedi. basketi tam güzel bi noktaya getirmişken bıraktı, gitara heves etti iki ders sonra "elektro olsa sıkılmazdım" demeye çoktan başlamıştı. Bass gitar da deneyip, gitar faslını "müzik yeteneği olmadığı" noktasına varmak suretiyle kapattı. İlköğretimde güzel bir ingilizce eğitimi almış olmasına rağmen, hiç öyle bir eğitim almamış çocuktan çok farklı bir noktaya maalesef ulaşamadı. Sadece sınavlarda kendisine yetecek kadarıyla yetindi. Bilgisayar oyunları ve PS'dan arta kalan zamanlarında çalışarak prestijli bir devlet lisesini kazandı ve bu sene yine aynı şekilde çalışarak üniversite sınavına girecek, muhtemelen yine beni şaşırtacak bir sınav sonucu alacaktır. Ama bir şey hep eksik ve o eksikliğin sebebi, "ben onu zaten hallederim" diye düşünerek her şeyi mütemadiyen ötelemesinden kaynaklanıyor.

Abisiyle aralarında bir yaş bulunan küçük oğlumun çok geç konuşması, "acaba" demelere başlamama sebep olan ilk şeydi.

Okula başladığındaysa abisinde hiç rastlamadığım şeylerle karşılaştım. Çok zor algılıyordu, "işte şimdi oldu" diyebilmek için, bir şeyi tekrar tekrar anlatmam gerekiyordu ama neyse ki ben pes etsem bile o asla pes etmiyor, tam anlamıyla öğrendiğini düşünmeden o sayfayı asla kapatmıyordu. 1. ve 2. sınıfta bir de böbreklerinde yaşadığı bir problemin nüksetmesinden kaynaklı yoğun kortizon tedavisi de eklenince ağır aksak ilerleyen bir öğrencilik hayatı geçirdi. Ama bu süreçte de abisiyle birlikte basketbol antrenmanlarına hiç aksatmaksızın devam etti. Bebekliğinden beri yoğun kortizona maruz kalmış olmasından dolayı aldığı aşırı kilolardan dolayı, bulunduğu grubun hayli gerisinde olup zaman zaman alay konusu da olmasına rağmen, bu alanda kendisine oranla oldukça yetenekli olan abisi, "ben artık gitmeyeceğim" dese de o hep devam etti antrenmanlara. Yıllar geçtikçe okuldaki derslerde başarısı hızlı bir ivme gösterdi. Her geçen gün daha iyi bir noktaya geldi. Tabi tüm bu anlattığım sürece şimdi keyifle ara ara açıp okuduğumuz günlüğünü, iki eli kanda da olsa yazdıran ve yine her gün bir kitap okuyup, okuduğu kitabın özetini çıkarmasını isteyen ilkokul öğretmeninin katkısı da yadsınamaz. Yine aynı öğretmenin yönlendirmeleriyle çok yetenekli görünmese de resim ve keman konusunda da güzel şeyler başardı. İngilizcesini, okulda öğrendiğine sürekli bir şeyler katarak çok ilerletip, kendi yaşıtlarının Türkçe konuşmakta zorlanacağı birçok konuya dair İngilizce tartışmalara katıldı. Tüm bunları yaparken hep çok çalıştı ve hep en iyisi olmayı hedef seçti kendine. Hiçbir diyetisyen yardımı almadan çocukluğu boyunca aldığı tüm kilolardan kendi iradesiyle henüz 13 yaşında bir çocukken kurtuldu. Kendi doktorunun dahi, "ilaçlarını düzenli kullanmıyor mu yoksa?" diye sormasına sebep olacak kadar dikkatli geçirdi bundan sonraki tedavi süreçlerini, ilaçlardan kaynaklı yan etkilerin neredeyse hiçbirini gözlemlemeden tamamladık.

Biri çok zeki diğeri çok çalışan iki çocuğumla ilgili öngörüm şu; çok zeki olduğunu düşündüğüm kendisinin de buna inancı tam olan oğlum, hayatında karşısına çıkan olumsuzluklarda çok çabuk pes edecek ya da farklı bir alana yönlenecek. Çok çalışan, çalışmasa başaramayacağını bilen oğlum ise, çalışarak her tuttuğunu koparacak ve yanında duran kimseye ihtiyaç duymadan ayakları üzerinde duracak.

"Benim özel bir yeteneğim yok, yalnızca tutku derecesinde meraklıyım." - Albert Einstein

Kastamonu'lu İhtiyar Bir Babanın Üçüncü Oğlu - Sakarya - Alptekin Müderrisoğlu


ALPTEKİN MÜDERRİSOĞLU'NUN SAKARYA İSİMLİ KİTABINDAN 

Üçüncü Oğul

Salona eli bağlı üç kişi getirildi,sanık sırasına oturtuldular.

Mahkeme başkanıSaruhan milletvekili Mustafa Necati sanıklardan en yaşlısı olan ihtiyar köylüye sordu. 

"Baba adın ne?"

Dinleyicilerde bir ferahlama görüldü. Demek bu ihtiyarın suçu ötekilerden daha hafifti. Bu yüzden ilk yargılanıyordu. İhtiyar adam ayağa kalktı. 

"Hüsnü"
"Baba adı"
"Ramazan"
"Nerelisin?"
"İnebolunun Çatal bucağından"
"Baba sen askerden kaçan oğlunu evinde saklamış, bir asker kaçağına yataklık etmişsin"
"Tövbe de reis bey"
"Ben tövbe dedim, sen ne dersin?" 

İhtiyar köylü başkanın üstelemesinden sıkılmıştı. Elini koynuna sokup yıpranmış, buruşuk iki tomar kağıt çıkardı kürsüye doğru salladı: 

"Reis Bey, Reis Bey!.. Şu kafa kağıtlarının içini okusan bana dediğinden utanırsın!.." 

"Neden?"

"Bu kağıtlar Balkan Harbin'de ve Çanakkale'de şehit düşen oğullarımın nufus kağıtlarıdır. İki aslanını millet için şehit veren baba, üçüncü oğlunu bu ölüm dirim savaşında bir kahbe gibi gizlemez Reis Bey!"

Salonda çıt yoktu. Mahkeme üyeleri birbirlerinin yüzüne baktılar. Şaşkındılar. İhtiyar birden yamalı mintanını yırttı. Çıplak, ak kıllı göğsü dışarı fırladı.

"Hele gel Reis Bey, yakın gelde şu kalbura dönmüş göğsüme bak! Bu gördüğün yaraları Makedonyada Bulgar çeteleri ile döğüşürken aldım. Sekiz yıl askerliğim var benim. Kurşun yarasına yara demem. Şehit arslanlarımın yarasıdır bağrımı delen. Benim oğlum askerden kaçsa bile ben saklamam. Bunu böyle bil!"

Mustafa Necati Bey sıkıntısını gizleyemeyerek sordu:

"Peki baba. Oğlunu en son ne zaman, nerede gördün?"
"Enson ilk kar düştüğünde gördüm. Aha şurada, Kastamonu askerlik şubesinin önünde. Ankara'ya selametlerken..."
"Sonra hiç haber almadın mı?"

İhtiyar duraladı. Bu soruyu beklemediği belliydi. Kuşkulu gözlerle dinleyicilerden yana baktı.Orada birilerinden, birilerinin bir şeyler söylemesinden korkuyordu sanki. Kararsızdı. Bir süre sağına soluna baktı. Sonra tükenmiş bir sesle başkana döndü:

"Diyecem diyecem, emme o itin ipini de ben çekecem"

Başkan gün görmüş geçirmiş bir tavırla sordu:

"Anlat bakalım baba"
"Askerin bazısı Halifecilere kanmış, başıbozuk olmuş dediler. Askerden kaçanları ortalıkta görmüyorduk, emme kulağımıza geliyordu. Kaçaklar yakalanırım korkusuna evine ocağına gelmezmiş. Kimi dağa çıkıp eşkiyalık edermiş. Kimi de bir kıyıya siner mektup yazıp evden para istermiş. Bir ay önce bana da bir mektup geldi. Muhtar getirdi. Hah dedim, oğlan askerden kaçtı para ister. Benim okumam yazmam yok. Utancımdan kimseye okutamadım. Muhtar her önüne gelene demiş bana mektup geldiğini. Ele güne bakamaz oldum. Dünyaya kahrettim eve kapandım."

İhtiyar eğildi bağlı elleriyle yün çorabının arasından katlanmış bir kağıt çıkardı.

"Aha mektup bu!.. Alın okuyun. Nerdeyim diyorsa gidin yakalayın. Asarken de ipini bana çektirin."

Mahkeme başkanı Mustafa Necati kağıdı açtı, okudu. Birden yerinden fırladı, ağlayarak kürsüden indi. İhtiyarın önüne geldi. Boğuk sesiyle hıçkırdı:

"Baba bizi bağışla. Küçük oğlun da İnönü'de şehit düşmüş. Sana gelen mektup askerlik şubesinin şehitlik ilmuhaberiymiş.

İhtiyar elini öpmek isteyen Mustafa Necati Beyi durdurdu:

"VATAN SAĞ OLSUN!..SİZ ASLANLARIM SAĞ OLUN!...

İhtiyar sessizce ağlamaya başladı. Çıplak ak kıllı göğsü körük gibi inip kalkıyor, kırışık yanaklarından süzülen gözyaşları sakallarının içinde kayboluyordu.

Vatan hainliği suçlamasından kurtulduğuna mı ağlıyordu, son oğlunu da yitirdiğine mi? Kimse anlayamadı...

6 Eylül 2020 Pazar

Fırtına Çıktığında Uyuyabilirim - Fırtınası Bol Olan Bir Tepede...

Yıllar önce adamın biri fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almıştı. 

Çiftliğe yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. 

Gel gelelim ne yakındaki köylerden ne de uzaktakilerden kimse onun çiftliğinde çalışmak istemiyordu. 

Çalışmak için başvuranların hepsi çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor ve adama "Burası fırtınalıdır, siz de vazgeçseniz iyi olur." diyorlardı.

Nihayet çelimsiz, orta yaşı geçmiş bir adam işi kabul etti. 

Adamın haline bakıp:

"Çiftlik işlerinden anlar mısın?" diye sormadan edemedi çiflik sahibi.

"Sayılır." dedi adam, "Fırtına çıktığında uyuyabilirim." 

Bu ilgisiz sözü biraz düşündü, sonra boşverip çaresiz adamı işe aldı. 

Haftalar geçtikçe aldığı adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı. 

Taa ki o fırtınaya kadar... 

Gece yarısı, fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki, bina çatırdıyordu. 

Yatağından fırladı, adamın odasına koştu:

"Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım." 

Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldandı: "Boşverin efendim, gidin yatın. İşe girerken ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim demiştim." 

Çiftçi adamın rahatlığına çıldırmıştı. Ertesi sabah ilk işi onu kovmak olacaktı, ama şimdi fırtınaya bir çare bulmak gerekiyordu.

Dışarı çıktı, saman balyalarına koştu. Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokulmuş, ahırın kapısı desteklenmişti. Tekrar evine yöneldi; evin kepenklerinin tamamı kapatılmıştı. Çiftçi rahatlamış bir halde odasına döndü, yatağına yattı. 

Fırtına uğuldamaya devam ediyordu.

Gülümsedi ve gözlerini kapatırken mırıldandı:

"Fırtına çıktığında uyuyabilirim."

Sıkıntılara, zihnen (bilgi, plan dahilinde), mânen (dua ve tevekkül ederek), maddeten (tedbir alarak ve çalışarak) hazırsanız; fırtına çıktığında uyuyabilirsiniz. Hayatınız boyunca... 

Kızgınlıkla karar almayın, mutluluktan uçtuğunuzda söz vermeyin. 

İkisi de sarhoşluk ânıdır; akıl başta değildir.

5 Eylül 2020 Cumartesi

Azman Dede ve Galatasaray Sultanisi (Lisesi) Öğrencileri - Çanakkale

 

Balıkesir'de son gömdüğümüz Çanakkale gazisi İvrindi'nin Mallıca köyünden 104 yaşındaki Azman Dede idi. 

Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu ve dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. 

Esas ismi adeta unutulmuştu. Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sorduklarını cevapladı. 

Söz Çanakkale'ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı :

-"Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti. Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular.

Yüzbaşı sordu; "Yavrum siz kimsiniz?" içlerinden biri; "Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik!.." diye cevap verdi. 

Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!.." diye. Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik.

Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı. Bir ara yüzbaşı "Azman yandık!.." diye siperin köşesini işaret etti.

 O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. 

Ürkmüşlerdi. 

Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!..

Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı.
Al sancağı teslim etti Allah'a ısmarladı.
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana.
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana.

Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz!.. Gözleri çakmak çakmak... Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış, dişler kenetlenmiş bekliyorlardı .

O an geldi. Birden yüzbaşı "Hücum!.." diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. 

İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. 

İşte o an. Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi. 

Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor!.. İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!.."

Azman dede ağlıyordu. 

Ben ağlıyordum. 

Kahvede kim varsa ağlıyordu.

Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi.

Eğildi;

"Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı." dedi.

Celal Bayar Üniversitesi Ögrenci Konseyi'nin hazırladığı "Çanakkale" adlı kitapçıktan alınmıştır.