Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
Sayfalar
▼
21 Temmuz 2019 Pazar
NUTUK (Mustafa Kemal ATATÜRK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili 2. Bölüm
Kitabın Adı : NUTUK
Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK
Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT
2. BÖLÜM: MİLLİ MÜCADELENİN ÖRGÜTLENİŞİ (Ana metin S. 6-23)
Efendiler, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekiyordu. 21 Mayıs 1919'da Erzurum'da 15. Kolordu komutanına yazdığım bir şifre telgrafta genel durumumuzun aldığı korkunç biçimden çok üzgün olduğumu, bu son görevi ulusa ve yurda karşı borçlu olduğumuz en son vicdani görevi yerine getirmek için kabul ettiğimi belirttim; bunu yakın bir ortaklaşa çalışmayla yapabileceğimizi söyledim.
Edirne'deki Kolordunun komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya 18 Haziran 1919 günü şifreyle verdiğim yönergede şunları vurguladım: "Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerine yol açan İtilaf Devletlerinin yaptıklarını, İstanbul hükümetinin de tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz. Ulusun yazgısını böyle bir hükümetin eline bırakmak, çöküşe boyun eğmek demektir."
Dikkate değer ki ulus, yurdun işgali ve varlığına vurulan bu korkunç darbe karşısında herhangi bir üzüntü ve yakınma ortaya koymuş değildi. Bu durum ulus adına olumlu olarak yorumlanamazdı. Onu uyarıp harekete geçirmek gerekiyordu.
Bu amaçla 28 Mayıs 1919 günü Havza dan valilere, mutasarrıflıklara ve ordu komutanlıklarına şu genelgeyi gönderdim: "Ülke bütünlüğümüzün korunması için ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Bütün ulus kan ağlamaktadır. Katlanması olanaksız bu olayların hemen önlenmesini beklediğimizi belirtmek üzere, köylere varıncaya dek her yanda büyük ve coşkun toplantılarla gösterilerde bulunulması, bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıali'ye etkili telgraflar çekilmesi çok gereklidir."
Verdiğim bu yönerge üzerine her yerde gösteriler yapılmağa başlandı. O sırada Sadrazam Ferit Paşa barış görüşmeleri için Paris'e çağrılmış bulunuyordu.
Bu görüşmelerde ulusun nasıl temsil edilmesi gerektiği konusundaki düşüncelerimi belli başlı bütün komutanlarla sivil yöneticilere ivedi bir şifre telgrafla bildirdim: "Ulusumuzun kesinlikle savunulmasını istediği haklar özellikle iki noktada önem kazanır: Birincisi devlet ve ulusun tam bağımsızlığının kesinliği, ikincisi de yurtta çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesi ilkesidir. Bu konuda Paris'e gitmeğe hazırlanan kurulun görüşü ile ulusal vicdanın kesin isteği arasında tam bir uygunluk bulunması şarttır. Oysa Sadrazam Paşa hazretleri demecinde bir Ermeni özerkliği ilkesini kabul etmiş olduğunu bildirdi. Buna karşı Sadrazam Paşa Hazretlerine ve doğrudan doğruya Padişah Hazretlerine tel yazılarıyla başvurularak tam bağımsızlıkla ulus çoğunluğu haklarının korunmasının ulusun temel koşulu olduğu bildirilmelidir. Böylece İtilaf Devletleri bu ilkelerin ulusun isteği olduğunu bilecek ve daha büyük önemle göz önünde tutacaktır."
Bu genelgemden beş gün sonra, yani 8 Haziran 1919 günü Harbiye Nâzırı beni İstanbul'a çağırıyordu; ben de Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa'yla saptamış olduğumuz gizli şifre aracılığıyla, İngilizlerin isteği üzerine çağrıldığımı ögreniyordum.
Artık girişim ve işlemlerimin bir an önce kişisel nitelikten çıkarılarak bütün ulusu temsil edecek bir kurul adına yapılması çok gerekliydi. Bu nedenle Anadolu ve Rumeli'deki ulusal örgütleri birleştirip bir merkezden yönetmek ve onlar adına iş görmek üzere Sivas'ta genel bir ulusal kongre toplamak zamanı gelmişti.
Bu amaçla emir subayım Cevat Abbas Bey'e Haziran gecesi Amasya'da yazdırdığım bildirgenin başlıca noktaları şunlardı:
1- Yurdun bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul'daki hükümet, sorumluluğunun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, ulusumuzu yok olmuş gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kararlılığı ve direnişi kurtaracaktır.
4- Ulusun haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etki ve denetimden bağımsız bir ulusal kurul kesinlikle gereklidir.
5- Anadolu'nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin toplanmasına karar verilmiştir.
6- Bunun için her sancakta halkın güvenini kazanmış üç delegenin hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7- Doğu illeri adına 10 Temmuz'da Erzurum'da bir kongre toplanacaktır.'
Böylece dört gün önce Trakya'ya bildirmiş olduğum kararı, şimdi Anadolu'ya da bildiriyordum.
Sıvas Kongresine çağrı, sivil ve askeri makamlar yanında İstanbul'da bulunan Abdurrahman Şeref Bey, Ahmet İzzet Paşa, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey gibi kişilere de şifreyle gönderildi. Ancak bu kişilere ayrıca genelge niteliğinde bir de mektup yazdım.
Bu mektupta özetle şu noktaları vurguladım:
1. Yalnız toplantı ve gösterilerle büyük amaçlar hiçbir zaman gerçekleştirilemez.
2. Büyük amaçlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3. İstanbul artık Anadolu'ya egemen değil, bağımlı olmak zorundadır.
4. Size düşen özveri pek büyüktür."
Bir haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü, halkın ve askerin gerçekten içten gelen gösterileri arasında Erzurum'a vardık. Komutan, vali ve Doğu İlleri Ulusal Haklarını Savunma Derneği Erzurum Şubesi ile görüştüm.
İstanbul hükümetince görevden alınan Erzurum ve Bitlis valileri Münir ve Mazhar Müfit Beyler, bana katılmak üzere Erzurum'da bekliyorlardı. Bu iki vali beyle Onbeşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım, Husrev ve Dr. Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan davranış yolunu anlattım.
Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa karşı göze alınması zorunlu özverileri açıkladım. "Ulusal amaç için ortaya atılacakları yok etmek isteyenler bugün yalnız Saray, İstanbul hükümeti ve yabancılardır; ama bütün halkın aldatılarak bizim karşımıza geçirilebileceğini de gözönünde tutmak gerekir." dedim.
Öne atılacak olanların, her ne olursa olsun amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son soluklarını verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe hiç girişmemeleri kuşkusuz daha iyidir. Çünkü hem kendilerini, hem de ulusu aldatmış olurlar.
Ayrıca, söz konusu görev, artık resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yürütülemez. Açıkça ortaya çıkıp ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun bu sese katılmasını sağlamak gerekir. Benim görevden alındığıma ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğuma kuşku yoktur. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları şimdiden kabul etmek demektir.
Ayrıca, söz konusu durumun gerektirdiği adamın ille benim olabileceğim gibi bir iddia da yoktur. Yalnız, her halde bu ülke çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun kendisinden istediği yolda davranmayı kabul etsin" dedim. Hemen gelişigüzel bir karar almak uygun olmayacağından, bir süre düşünüp özel konuşmalar yapılabilmesi için görüşmelere son verdiğimi bildirdim.
Yeniden toplandığımızda, arkadaşlar işin başında benim bulunmamı istediler. Ben, görevden ve askerlikten ayrıldıktan sonra da, tıpkı şimdiye kadar olduğu gibi üst komutanmışım gibi buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu belirttim. Bu da tam olarak benimsenip onaylandıktan sonra toplantıya son verildi.
Erzurum'a varışımın ilk günlerinde Kongre'nin toplanmasını sağlayacak önlemleri almaya önem verildi. Sonunda on üç günlük gecikme ile yeterli delegenin toplanması başarıldı.
Biz bu işlerle uğraşırken, İstanbul'da Harbiye Nâzırlığı ve Padişah İstanbul'a dönmemi sağlamaya çalışıyordu. "Gelemem!" dedim.
En sonunda, 8/9 Temmuz gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşmasında perde birdenbire kapandı ve bir aydır süren oyun sona erdi. İstanbul o dakikada resmi görevime son verdi; ben de o dakikada, önce Harbiye Nâzırlığına, sonra da Padişah'a, görevimle birlikte askerlik mesleğinden de çekildiğimi bildirdim. Durumu ordulara ve ulusa kendim bildirdim.
Efendiler, Erzurum Kongresinin köklü ve geniş kapsamlı ilke ve kararlarını izninizle belirtmek isterim:
1- Ulusal sınırlar içinde yurt bir bütündür, parçalanamaz.
2- Her türlü yabancı işgal ve karışmasına karşı ulus direniş ve savunmasını bir bütün olarak yapacaktır.
3- Osmanlı hükümetinin yurdu ve bağımsızlığı korumaya gücü yetmezse, bu amacı gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır.
4- Ulusal güçleri etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir.
5- Hristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
6- Yabacı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz.
7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclisin denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır.
Bu ilke ve kararlar, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.
Sivas Kongre'sinin gündeminde, Erzurum Kongre'si tüzük ve bildirisinin, bir de bizden önce Sivas'a gelen yirmibeş kadar üyece düzenlenmiş bir önerinin görüşülmesi vardı.
Erzurum Kongresi Tüzüğünü görüşerek hemen sonuca bağladık. Çünkü bu tüzükte yapılacak değişiklikleri önceden görüşmüş ve üyelerden gerekli olanları aydınlatmıştık. 8 Eylül günü de az önce sözünü ettiğim öneri üzerinde konuşuldu. Bu öneride başlıca Amerikan güdümü söz konusu ediliyordu.
Efendiler, Sivas Kongresinde yabancı güdümü üzerine birçok kişi söz aldı.
Vasıf Bey, "Bir kez ilke olarak güdümü kabul edelim de, koşulları üzerinde sonra görüşürüz." diyordu.
Ben Başkanlık yerinden şunları söyledim: "Sanırım bu raporda iki görüş var. Birincisi, devletin iç ve dış bağımsızlığından vazgeçmeyeceği; ikincisi ise devlet ve ulusun dış baskılar karşısında bir yardım ve desteğe gereksinimi olup olmadığı. Herhalde iç ve dış bağımsızlığımızı yitirmek istemiyoruz."
Refet Bey ise, bir yandan "Söz olarak güdüm ile bağımsızlık birbirine engel şeyler değildir" derken, öbür yandan şunları ekliyordu: "Diyelim ki biz içerde ve dışarda tam bir bağımsızlık isteriz. Ama acaba kendi başımıza yapabilecek miyiz? Ondan da önce, acaba bizi kendi başımıza bırakacaklar mı? Her halde bir Amerika kefilliğini kabul etmek zorundayız.
9 Eylül Salı günkü Kongre toplantısında da Rauf Bey söz aldı ve aynen şunları söyledi: Yüce kurulunuz dış yardım ilkesini kabul buyurduysa da, bu yardımı kimden isteyeceğimiz belirtilmedi. Amerika olduğu üstü örtülü olarak anlatılıyorsa da, bence doğrudan doğruya adının söylenmesinde bir sakınca olamaz. Efendiler, pek uzun ve tartışmalı geçen bu yabancı güdümü görüşmeleri, güdüm isteyenleri susturacak ortalama bir çözüm yolu bulunarak bitirildi.
Hem de bu yolu öneren, yine Rauf Bey oldu: "Amerika'da bize karşı yapılmakta olan kötüleyici propagandaların yol açtığı düşünce akımlarını düzeltmek için, her şeyden önce Amerikan Kongresinden ülkemizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir kurulu çağırmak." Bu öneri oybirliği ile kabul edildi.
Kongre Başkanlık Kurulunun imzalarıyla bu yolda bir mektup taslağı yazıldığını anımsıyorsam da, mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi anımsamıyorum. Doğrusu bu mektuba özel bir önem vermiş de değildim.
Efendiler, Sivas Kongresinin hemen tüm süresi boyunca, sinir gerici haberler almaktan geri kalmıyordum. Ancak, aldığım bütün bilgileri olduğu gibi Kongre üyelerine sunmakta yarardan çok sakınca görüyordum.
İstanbul hükümetinin Kongreyi basıp dağıtmak üzere Sivas'a vali atadığı Ali Galip'i etkisiz kıldık ve kaçmak zorunda bıraktık.
Kısa süre sonra da, ulusal direnişi boğmak amacıyla bu hainlikleri yapan İstanbul'daki Damat Ferit hükümetini istifaya mecbur ettik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder