Sayfalar

29 Ağustos 2019 Perşembe

Masal Masal İçinde (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Masal Masal İçinde

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Ahmet Ümit, Masal Masal İçinde kitabında çocukken annesinin ona anlattığı masalları derlemiş, özlerini bozmadan eklemeler yaparak düzenlemiş ve bizlere sunmuş.

“Bu kitaptaki masalları annemden dinledim. Annem de küçükken bir masalcıdan dinlemiş. Dedem kızının gönlünü hoş tutmak için bir masalcı tutmaktan çekinmemiş anlaşılan. Annem daha pek çok masal dinlemişti ama hepsini anımsamıyordu. Bana da anlatmış, ben de anımsamıyordum. Aslına bakarsanız bu kitaptaki masalları da çoktan unutmuştum. Yıllar sonra Antep’e baba evine döndüğümde, biraz da rastlantı sonucu annem yeniden anlattı bu masalları.”

Ahmet Ümit’ten hem küçüklere hem büyüklere masallar! Polisiye roman kurgusuyla; soluksuz takip edilen, hepsi birbirine bağlanan beş masal. Padişah’la beraber Şapkacı’nın, Müezzin’in, Demirci’nin, Kuyumcu’nun, Köradam’ın serüvenlerinin peşinde, adeta Binbir Gece Masalları lezzetiyle okunası bir kitap.
Kitabın Özeti :

Bir zamanlar bir ülkede bir padişah varmış. Bu padişah yaptıklarıyla övünmeyi çok severmiş. Padişah’ın bu hâline çocukluk arkadaşı olan Vezir çok üzülürmüş. Bir gün yine Padişah kendisinden daha cömert kimse olmadığı için övünüyormuş. Vezir, komşu kentteki Köradam’ın ondan daha cömert olduğunu söylemiş. Bu adam ensesine vuran herkese bir kese altın veriyormuş.

Padişah ve Vezir ertesi sabah Köradam’ın yaşadığı kente gitmişler. Köradam hakkında söylenenlerin gerçek olduğunu görmüşler. Herkes dağılınca Padişah ve Vezir, Köradam’a neden böyle yaptığını sormuşlar. Köradam bunu yapmak için başka bir kentte yaşayan Kuyumcu’nun hikâyesini öğrenmeyi şart koşmuş. Kuyumcu yumurta büyüklüğündeki bir altını açık artırmaya çıkarıyor, bir adama satıyor sonra bu adam parasını uzatıp altını alacakken Kuyumcu onun gibilerin bu altını satın alamayacaklarını söyleyip altını havanda dövüyor, un ufak ediyor, sonra da tozlarını onu izleyenlere doğru üflüyormuş. Bunu öğrenen Padişah ve Vezir Kuyumcu’nun yaşadığı kente gitmişler. Kuyumcu altın tozlarını üfleyince altını satın alan adam kalbini tutarak yere yığılmış. Herkes dağılınca Padişah ve Vezir Kuyumcu’yla konuşmuşlar. Kuyumcu da neden böyle davrandığını anlatmak için bir başka kentte yaşayan Demirci’nin hikâyesini öğrenmeyi şart koşmuş. Demirci işinde çok ustaymış. Ama bir zamandır çalışamıyormuş. Demiri ısıtıp örse koyuyor, tam vuracakken karşıdaki duvara bakıyor, sanki orada duvar yokmuş gibi ona doğru koşuyor ve duvara çarpıp kan içinde kalıp yere düşüyormuş. Padişah ve Vezir, Demirci'nin kentine gidip Demirci’ye bunun nedenini sormuşlar. Demirci de bunun nedenini anlatmak için Müezzin’in hikâyesini öğrenmeyi şart koşmuş. Padişah ve Vezir bu defa Müezzin’in hikâyesini öğrenmek için onun yaşadığı kente giderler. Müezzin bir süreden beri görevini bırakmıştır. Öğle ezanı okunmaya yakın camiye gidiyor, minareyi görünce sevinçle koşuyor, minareye çıkıyor, bir zaman sonra üzgün bir hâlde minareden iniyormuş. Padişah ve Vezir, Müezzin’e neden böyle davrandığını sormuşlar. Müezzin de Şapkacı’nın hikâyesini öğrenme karşılığında onlara kendi hikâyesini anlatabileceğini söylemiş. Bunun üzerine Padişah ve Vezir, Şapkacı’nın kentine gitmişler. Şapkacı, işinde ustaymış. Haftada bir şapka diker, bunu satmak için pazara götürür, tam satacağı sırada kalabalığın arasında birilerini görür, onların peşinden mezarlığa koşarmış. Bir mezarın üzerine kapanıp ağlamaya başlarmış. Müezzin de bu adamın hikâyesini öğrenirse Padişah ve Vezir'e kendi hikâyesini anlatacakmış. Bunun üzerine Padişah ve Vezir Şapkacı'nın kentine gidip neden böyle yaptığı sormuşlar. Şapkacı da diğerlerinin hikâyelerini öğrenmek kaydıyla kendi hikâyesini anlatmaya başlamış.

ŞAPKACI'NIN ANLATTIKLARI

Şapkacı gençlik yıllarında bir terzinin yanında çalışırmış. Dükkanın karşısındaki evde oturan bir kıza sevdalıymış. Ustası bunu öğrenince kızı istemeyi önermiş. Annesi, babası ve ustasıyla beraber kızı istemeye gitmişler. Ailesi kızı Şapkacı'ya vermeyi kabul etmiş. Altı ay sonra düğün yapıp evlenmişler. Meğerse kız da onu seviyormuş. Birlikte çok mutlu olmuşlar. Ama mutlulukları uzun sürmemiş. Komşu kentle aralarında savaş çıkınca Şapkacı askere alınıp cepheye gitmiş. Cephede baskına uğramışlar ve düşman eline esir düşmüşler. Düşman onları altı ay zindanda tutup bir toprak ağasına köle olarak satmış. Şapkacı bu toprak ağasının çiftliğinde terzi olarak çalışmış. Aradan on yedi yıl geçmiş. Toprak Bey'i avlanmaya gittiği bir gün attan düşüp ölmüş. Toprak Beyi'nin karısı köleleri serbest bırakmış. Şapkacı da hemen memleketinin yoluna düşmüş. Memleketine varınca karısını genç bir adamla aynı yatakta yatarken bulmuş. Karısının onu aldattığını düşünüp evden koşarak kaçmış. Meğerse yataktaki genç Şapkacı'nın hiç görmediği oğluymuş. Kadın kocasının hemen ardından koşup onun nehre atladığını düşünmüş ve o da nehre atlamış. Oğlu da arkasından atlamış. İkisi de boğulmuşlar. Şapkacı onların öldüğünü görünce çok üzülmüş. İşte pazarda şapkasını tam satacakken karısını ve çocuğunu görüp onların peşinden mezarlığa kadar koşuyor ve orada ağlıyormuş.

Padişah ve Vezir, Şapkacı'nın hikâyesini öğrenince Müezzin'in hikâyesini öğrenmek üzere onun yaşadığı kente doğru yola çıkmışlar. Müezzin'e Şapkacı'nın başına gelenleri anlatmışlar. O da kendi hikâyesini anlatmaya başlamış.

MÜEZZİN'İN ANLATTIKLARI

Müezzin bir cuma günü ezan okumak için minareye çıktığında bir Zümrüdüanka kuşunun minarenin şerefesinde durduğunu görmüş. Onu kaçırmamak için üzerine atladığı esnada Zümrüdüanka kuşu Müezzin'i omuzlarından tutup gökyüzüne doğru havalanmış. Uzun bir yolculuktan sonra Müezzin'i büyük bir dağın içinde bulunan bir saraya götürmüş. Sarayın merdivenlerinde çok güzel bir kız varmış. Bu bir peri kızıymış. Bu peri kızının padişah babası bir gün ona insanlarla tanışmasının vaktinin geldiğini söylemiş. Kız da Zümrüdüanka kuşuyla insanların yaşadığı şehre varınca ilk olarak minarede ezan okuyan Müezzin'i görmüş. Ona aşık olmuş. Bunu babasına söylemiş. Babası da bir insanla bir peri kızının evlenemeyeceğini söylediyse de eğer Müezzin peri kızına kırk gün boyunca dokunmazsa evlenmelerine izin verecekmiş. Müezzin ve peri kızı birbirlerine dokunmadan otuz sekiz gün geçirmişler. O gün çok güzel bir gölün kıyısına piknik yapmaya gitmişler. Müezzin burada gözlerden uzak olduklarını ve bir kere dokunmaktan bir şey olmayacağını düşünüp peri kızına dokunmuş. Peri kızı bunun farkına varınca her şeyin bittiğini söylemiş. Üç defa peş peşe, "Aldığın yere götür." sesini duymuş ve etrafındaki her şey kaybolmuş. Kendini ezanı okumak için çıktığı minarede bulmuş. Bundan sonra ezan okumak için camiye her gidişinde şerefede Zümrüdüanka kuşunu görür olmuş. Peripadişahı'nın onu affettiği umuduyla minareye koşar ama minareye çıkınca Zümrüdüanka kuşunun orada olmadığını görünce perişan bir hâlde aşağı inermiş.

Müezzin'in hikâyesini öğrenen Padişah ve Vezir, Demirci'nin kentine gitmişler. Demirci de onlara kendi hikâyesini anlatmış.

DEMİRCİ'NİN ANLATTIKLARI

Bir gün karısı Demirci'ye tavuk pişirmiş. Demirci, dükkanında tam bunu yiyecekken bir kedi görmüş. Kedi de etten bir parça istiyor gibiymiş. Ama Demirci ona bir parça bile et vermemekte kararlıymış. Kedi bu isteğinde ısrar edince Demirci bir plan kurmuş. Önüne birkaç parça et atarak onu örsün yanına kadar getirmiş ve örsle kedinin kafasına vurmuş. Kafası örsün altında ezilmesine rağmen kedi ölmemiş. O hâlde yerde sürünmeye devam etmiş. Başı duvara değince kedi bir kıza dönüşmüş. Daha sonra da duvarda bir kapı açılmış. Kız, Demirci'nin ısrarlarına rağmen zalimlerin ve paylaşmayı bilmeyenlerin bu kapıdan giremeyeceklerini söyleyerek kapıyı kapamış. Bundan sonra Demirci her gün Kızdırdığı demiri örsün üzerine koyup dövecekken o kapı tekrar ortaya çıkıp açılıyormuş. Demirci'de kapıdan içeri girebilirim umuduyla kapıya doğru atılıyor ama kapı kapanınca duvara tosluyormuş.

Padişah ve Vezir, Demirci'nin hikâyesini dinleyince Kuyumcu'nun kentine gitmişler. Kuyumcu'nun hikâyesini dinlemeye başlamışlar.

KUYUMCU'NUN ANLATTIKLARI

Kuyumcu'nun mesleği ailesinden geliyormuş. Çocukluğunda ve gençliğinde hiç çalışmazmış. Hep arkadaşlarıyla gezermiş. Ailesi tarafından her istediği yapılırmış. Babası yaşlanınca işleri onun devralmasını istemiş. Onu dükkana çalışmaya çağırmasına rağmen çocuk çeşitli bahaneler öne sürerek dükkana gitmemiş. Üçüncü gün adam çocuğunu da yanına alarak dükkana gitmiş. Öğle olunca babası onu yemek yemeye eve göndermiş. Ama çocuk eve değil arkadaşlarının yanına gitmiş. Öğleden sonra da dükkana dönmemiş. Akşam da bir arkadaşında kalacakmış. Akşam olunca babası perişan bir vaziyette onu arkadaşının evinde bulmuş. Çocuğunun çalışmak istememesini, arkadaşlarıyla gezip tozmak istemesini mecburen kabul etmiş. Bundan sonra çocuğun arkadaşları bahaneler öne sürerek ondan para ister olmuşlar. Çocuk da her defasında onlara istedikleri paraları vermiş. Bu paraları verebilmek için babasının dükkanından aşırdığı da olmuş. Bir gün dükkandan hırsızlık yaparken babasına yakalanmış. O günden sonra babası onunla hiç konuşmamış. Bir süre sonra da hasta yatağına düşmüş. Ölmeden önce oğluna iki şey vasiyet etmiş: Birincisi ileride bir çocuğun olursa ona asla hak etmediği şeyleri vermemesi imiş. İkincisi de bir gün parası bitip de intihar etmeyi düşünürse kendisini salondaki halkaya asmasıymış. O gün babası ölmüş. Çocuk da kısa bir süre sonra eski yaşamına dönmüş. Yine arkadaşlarına para vermeye başlamış. Arkadaşları da zenginleyip kuyumcu dükkanı açmışlar. Bir yıl sonra çocuğun annesi de ölmüş. Çocuğun savurganlığı devam edince alacaklılar kapıya dayanmış. O da gidip arkadaşlarından yardım istemiş ama hiçbiri ona yardım etmemiş. Perişan bir vaziyette eve dönerken babasının ona vasiyet ettiği halkaya kendini asmayı düşünmüş. Kendini halkaya bağlayıp atlayınca tavanda bir kapak açılmış. İçinde bir sürü altın yumurta varmış. Kuyumcu bu altın yumurtaları açık arttırma ile satacakmış. En yüksek teklifi arkadaşlarından biri vermiş. O da altını un ufak edip insanların üzerine üflemiş. Çocuk arkadaşlarının aklı başına gelene kadar bunu yapmaya devam edecekmiş.

Kuyumcu'nun hikâyesini de öğrenen Padişah ve Vezir Köradam'ın kentine doğru yola çıkmışlar.

KÖRADAM'IN ANLATTIKLARI

Köradam aslında kırk devesi olan bir kervancıbaşıymış. Bir gün kapısına bir yaşlı gelmiş. Kervanıyla yük taşımak istediğini söylemiş. Bu işi yapınca Kervancıbaşı çok zengin olacakmış. Kervancıbaşı biraz kuşkulansa da yaşlı adamın teklifini kabul etmiş. Ertesi gün yola çıkmışlar. Yedi günlük yoldan sonra bir dağın yanında durmuşlar. İhtiyar, kırmızı bir kayaya üç kez dokunup üç kez yeri öpünce dağda bir geçit açılmış. Ama dağ ihtiyarın içeri girmesini yasakladığı için Kervancıbaşı'nın girmesi gerekiyormuş. Dağın içindeki dehlizde korkutucu yaratıklar varmış. Kervancıbaşı önce korksa da yoluna devam edip bir alanın ortasında duran beyaz kefenli ölünün olduğu yere kadar gelmiş. O ölünün göbeğindeki kutuyu alınca yaratıklar kaybolmuş, ortalık aydınlanmış ve hazine ortaya çıkmış. Kervancıbaşı kutuyu yaşlı adama verip develerinin alabildiği kadar hazineyi yüklemiş. İhtiyar bir deve yükü altının onun hakkı olabileceğini söylemiş. Ama bir süre sonra bu miktar Kervancıbaşı'ya az gelmiş. Önce on, sonra yirmi, en son da develerin kırkını da istemiş. Yaşlı adam hiç itiraz etmeden bütün isteklerini kabul etmiş. Sonra ölünün göbeğinden aldığı kutunun içinde de ne olduğunu merak etmiş. İhtiyar ona kutunun içinde yeşil bir toz olduğunu göstermiş. Bu tozu Kervancıbaşı'nın sol gözünün altına sürünce yerin altını ve dağların içini görebilir olmuş. Kervancıbaşı kutuyu yaşlı adamın elinden alarak sağ gözünün altına da sürünce kör olmuş. Bundan sonra da kent meydanında ensesine bir tokat vurana "Hak yerini buldu!" diyerek bir kese altın dağıtır olmuş.

Padişah bunları öğrendikten sonra hikâyesini dinlediği insanları kendine danışman yapmış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder