Sayfalar

23 Ekim 2019 Çarşamba

Birinci Kalenderin Öyküsü - Binbir Gece Masalları


Masalın Adı : Birinci Kalenderin Öyküsü

Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları

On Birinci Gece gelince sözünü sürdürmüş:

Ey bahtı güzel şahım! İşittim ki, genç kız hiddete kapıldıktan sonra gülmeye başlayınca, erkek grubuna yaklaşmış ve "Ne anlatılması gerekiyorsa, bana anlatın! Çünkü bir saatlik ömrünüz kaldı. Zaten, böyle sabır gösteriyorsam, sizlerin fakir kimseler olmanızdandır, zira siz kabilenizin en saygınları ya da en zenginleri arasında bulunsaydınız ya da yöneticilerden olsaydınız, sîzi cezalandırmak için çok daha acele davranırdım" demiş. Bunu duyan Halife, Cafer'e "Vay başımıza gelenlere Cafer! Kim olduğumuzu ona açıkla, yoksa bizi öldürtecek!" demiş. Cafer, 'Layık olduğumuzdan başka şey gelmedi başımıza!" diye yanıt vermiş. Ancak Halife, "Ciddi olunması gereken bir sırada zevzeklikler yapmaya gerek yok, her şeyin bir sırası var" demiş. Bunun üzerine genç kız, kalenderleri çağırmış ve onlara, "Sizler kardeş misiniz?" diye sormuş. "Hayır, bizler sadece fakirlerin en fakirleriyiz. Mesleğimizi vantuz çekerek ve hacamat yaparak kazanırız diye yanıt vermişler. Bunun üzerine kız içlerinden birine sormuş; "Tek gözlü olarak mı doğdun?" diye. O da, "Yok vallahi! Ama gözümü yitirişimin öyküsü, öylesine şaşkınlık vericidir ki, gözün bir köşesine yazılsaydı, onu saygıyla okuyanlara bir ders oluşturdu" demiş. İkincisi, üçüncüsü de aynı yanıtı vermişler. Sonra da hepsi birden, "Her birimiz ayrı bir ülkedeniz ve öykülerimiz şaşırtıcı, serüvenlerimiz olağanüstü gariptir" demişler. Bunu duyan genç kız onlara dönüp "Her biriniz öyküsünü ve evimize geliş nedenini anlatsın! Sonra da teşekkür için elini alnına götürüp kendi bahtına yürüsün!" demiş. İlerleyip öyküsünü ilk anlatan hamal olmuş: "Ey efendim, ben erkek halimle bir hamaldan başka bir şey değilim. Alış verişe çıkan hemşireniz beni tuttu ve pazar yapıp benimle buraya geldi. Burada, sizin de çok iyi bildiğiniz şeyler başıma geldi. Onları tekrarlamak istemiyorum, nedenini bilirsiniz. Benim tüm öyküm bu işte... Zira buna tek bir söz eklemeyeceğim. Size selamet dilerim!" demiş.

Bunun üzerine genç kız ona, "Haydi öyleyse! Yerinde olup olmadığını anlamak için, elinle başını yokla! Saçını sıva ve çek git!" demiş. Ama hamal, "Yok vallahi! Buradan arkadaşlarımın öykülerini dinlemeden gitmek istemiyorum" demiş. Bunun üzerine kalenderlerden biri öyküsünü anlatmak için ilerlemiş ve demiş ki:

Ey hanımım! Beni sakalını kesmeye zorlayan ve gözümü yitirmeme neden olan olayı size bildireceğim. Bilin ki benim babam bir şahtı. Onun da, bir başka ülkede şah olan bir kardeşi vardı. Doğumumla ilgili olarak, annemin beni dünyaya getirdiği gün, bir tesadüf eseri, amcamın da bir erkek çocuğu olmuştu. Yıllar geçti; ben ve amca oğlum büyüyüp delikanlılık çağına girdik. Size söylemem gerekir ki, birkaç yılda bir, amcamı ziyaret ederek orada birkaç ay kalmayı âdet edinmiştim. Onu son ziyaretimde, amcamın oğlu beni, her zamankinden daha eli açık ve daha cömertçe karşıladı, koyunlar, kestirdi onuruma, ender şaraplar damıttı. Sonra içmeye başladık, o kadar çok içtik ki, şarap bize egemen oldu.

Bunun üzerine amcamın oğlu, bana "Ey amcamın oğlu! Bambaşka bir sevgiyle sevdiğim senden, önemli bir şey yapmanı istiyorum; dilerim ki, bunu reddetmeye ya da yapmayı kararlaştırdığım şeyden beni vazgeçirmeye kalkışma!' dedi. Ona, "Kuşkusuz ve de tüm dostça ve cömertçe bir yürekle!" diye yanıt verdim. Bunun üzerine, tam güven sağlamak için, bana kutsal dinimiz üzerine yemin verdirerek bu en kutsal güvenceyi aldı. Sonra birden ayağa kalktı ve birkaç anlık bir ayrılmadan sonra, ardında, süslü harika kokular sürünmüş ve de hatırı sayılır bir bedelle sağlandığı anlaşılan gösterişli giysilere bürünmüş bir kadınla geri döndü ve bana, "Bu kadının elinden tut ve sana göstereceğim yere kadar önümden git!" dedi ve iyice anlamamı sağlayacak biçimde açıklamalar yaparak bana bir yer belirledi. "Orada başka mezarlar arasında bir türbe bulacaksın, beni orada bekle!" dedi. Bunu reddedemezdim. Zaten sağ elimi kaldırarak ettiğim yemin karşısında sözümden de dönemezdim. Kadının elinden tuttum, yola çıktım ve onunla türbenin kubbesinin altına ulaştım. Orada oturup amcamın oğlunu beklemeye başladık. Biraz sonra onun, elinde dolu bir tasla bir torba alçı ve bir küçük baltayla içeri girdiğini gördük. Doğruca kubbe altındaki mezara yöneldi ve mezarın üzerindeki taşlan birer birer kaldırdı, bir yana yığdı. Sonra da elindeki baltayla mezarın topraklarını, küçük bir kaya büyüklüğünde demir bir kapak meydana çıkasıya kadar kazdı, kapağı açtı, altından aşağıya doğru inen kemerli bir merdiven görüldü. Bunun üzerine kadına doğru döndü ve işaret ederek ona, "Haydi bakalım! Seçimini yap!" dedi. Kadın merdivenden indi ve gözden kayboldu. Bunun üzerine yeğenim bana döndü ve "Amcamın oğlu! Bana sağladığın hizmeti tamamlamanı diliyorum senden. Ben de inip şuraya girince, kapağı yeniden kapatacak ve toprağı eskisi gibi üzerime yığacaksın!

Böylece yüklendiğin hizmeti tamamlamış olacaksın. Torbada bulunan bu alçıyla tasta bulunan suya gelince bunlan iyice karıştır. Sonra da mezarın taşlarını önceki gibi iyice yan yana getirerek, birleşme yerlerini bu karışımla eskisi gibi sıva! Bunu öylesine yap ki, kimse anlayıp, 'İşte alçısı yeni, ama taşları eski bir mezar demesin!' Çünkü ey amcamın oğlu! Bu, pekâlâ mümkündür. Çünkü ben bir yıldır burada çalıştım ve bunu Tanrımdan başkası bilmiyordu. Senden dileğim budur" dedi. Sonra da ekledi: "Ey amcamın oğlu, Tanrı beni, senden ayrılmanın hüznüyle kahretsin inşallah!" dedi. Sonra da merdivenden inip mezara gömüldü. Gözlerimden hayali silinince ayağa kalktım, benden yapmasını istediklerini yaptım, öylesine ki, mezar eskisi gibi oldu. Sonra amcamın sarayına döndüm. Ama amcam sürek avında idi, ben de yatmaya gittim. Ertesi gün sabah olunca, bir gece önce olup bitenleri düşünmeye başladım, özellikle kendim ile amcamın oğlu arasında geçenleri.,, ve yaptığım işten dolayı pişmanlık duydum. Ama pişmanlık bir şeye yaramıyor. Bu yüzden mezarlığa döndüm ve söz konusu mezarı aramaya başladım ama bir türlü bulamadım. Akşama kadar araştırmamı sürdürdüm, bir sonuç alamadım. Bunun üzerine saraya döndüm. Ne bir şey içebildim ne bir şey yiyebildim, tüm düşüncem, amca oğlumun anısına takılıyordu, ne olup bittiğini bir türlü kavrayamıyordum. Bu yüzden sonsuz bir kedere düştüm ve sabahlara kadar üzüntüyle kahroldum. Amca oğlumun yaptıklarını düşünerek ertesi sabah yeniden mezarlığa gittim, onu dinlemekle ne denli hata ettiğime pişmanlar olmuştum ama bulma olanağını sağlamaksızın bütün mezarlar arasında onu yeniden aradım.

Bu araştırmalarımı yedi gün sürdürdüm, bir türlü mezarın gerçek yolunu bulamadım. Bunun üzerine kaygılarım ve kötü yorumlarım o dereceyi buldu ki, çıldırıyorum sandım. Dertlerime bir çare ve bir huzur bulmak üzere bir gezi düşledim ve babamın yanına dönmek üzere yola çıktım. Babamın ülkesinin kapısına vardığım anda, bir grup adam ortaya çıktı, üzerime atılıp kollarımı bağladılar. Bu davranışa son kertede şaşırdım çünkü ben ülkenin sultanının oğluydum, bunlarsa babamın hizmetçileri ve benim genç kölelerimdi. Birdenbire çok korktum ve kendi kendime, "Kim bilir babamın başına neler geldi!" dedim. Bunun üzerine kollarımı bağlayanlara bu konuda sorular sordum ve hiçbir yanıt alamadım. Ama bir süre sonra benim genç kölelerimden olan birisi, bana, "Zamanın koşulları, baban için kötüye dönüştü. Askerler ona ihanet etti, onu öldürdüler. Bize gelince, seni ele geçirmek için pusuda beklemekteydik" dedi. Bunun üzerine, beni alıp götürdüler ve ben sanki artık bu dünyaya ait değilmişim gibi buluyordum kendimi. İşittiğim haberler beni öylesine üzmüş, babamın ölümü beni öylesine acıya boğmuştu. Beni, babamı öldürtmüş olan vezirin huzuruna götürdüler. Bu vezir ile benim aramda eski bir düşmanlık vardı. Bu düşmanlığın nedeni, benim kundaklı yay kullanma merakımdı. Günlerden bir gün öyle bir rastlantı oldu ki, babamın terasındayken, büyük bir kuş vezirin sarayının terasına kondu o sırada vezir de orada bulunuyordu. Okumla kuşu vurmak istiyordum, ama ok kuşu ıskaladı ve vezirin gözüne değdi. Allah'ın takdiri ve yazılı hükmüyle gözünün içine gömüldü.

Şairin dediği gibi:

Bırak baht hükmünü yürütsün, dünya yargıçlarının evlenmelerine çare aramaktan vazgeç!Olup bitenler önünde asla sevinme ve de yerinme!Çünkü hiçbir şey sonsuza kadar sürüp gitmez. Bahtımızın çizgisine uyduk, Baht'in bize yazdığı mısranın tüm harflerine baş eğdik Çünkü Baht'in yazgısını saptadığı kimse, onu izlemekten öte bir şey yapamaz.

Kalender sözlerini şöyle sürdürdü:

Kollarım bağlı, huzuruna çıkarıldığımda, vezir boynumun vurulmasını emretti. Bunun üzerine kendisine dedim ki, "Hiçbir suçum olmadığı halde beni öldürecek misin?" Bana, gözünü göstererek, "Bundan daha önemli bir suç olabilir mi?" diye sordu. Kendisine, "Bunu dikkatsizlikten yaptım" dedim. Bana, "Sen bunu dikkatsizlikle yapmışsan, ben de bilerek yapıyorum" dedi; sonra da haykırdı: "Onu bana teslim edin!" diye... Beni ellerine teslim ettiler. Bunun üzerine elini uzattı, parmağını sol gözüme soktu ve beni tamamen kör etti.

İşte o zamandan beri, hepinizin gördüğü gibi, körüm. Bundan sonra vezir beni bağlattı ve bir sandığa koydu. Sonra da cellada, "Bunu sana emanet ediyorum. Kılıcını kınına sok ve onu buradan al götür, kentin dışına çıkar ve orada öldür, bedenini orada bırak, vahşi hayvanlar yiyip bitirsin!" Bunun üzerine cellat beni alıp götürdü, şehrin dışına çıkıncaya kadar yürüdük. Orada beni sandıktan çıkardı, kollarım bağlı, ayaklarım zincirli idi, öldürmeden önce gözlerimi de bağlamak istedi, O zaman ağlamaya ve şu dizeleri okumaya başladım: Düşman mızraklarından beni sakınman için her deneyden geçmiş sağlam bir zırh olarak üstlenmiştim seni; sen bir mızrağın delip geçen sivri uçlu sert demirin ta kendisi idin. Kudret benim elimde iken, cezalandırılması gereken sağ kolum, silahı güçsüz sol koluma aktarırdı. Ben, böyle davranırdım. Sen de beni, lütfen bağışla: Bırak sadece düşmanlarım, ıstırap oklarıyla beni delsinler! Düşmanca işkencelere uğramış zavallı ruhuma, sessizliği armağan et! Sözcüklerin sertliği ve ağırlığıyla onu sıkıştırma! Bana sağlam zırhlarla hizmet etsinler diye dost edindim. Zırhlara büründüler, ama bana karşı, düşmanlarımla birlikte oldular! Öldürücü oklarıyla beni savunsunlar istedim! Okları donandılar! Ama kalbimde yara açtılar. Ateşli bir ruhla yürekler ürettim, onları sadık kılmak istedim, sadık oldular evet! Ama başka aşklar içim,. Sebatlı olsunlar diye tüm gayretimle emek verdim onlara! Sebatlı oldular evet: Ama ihanette. Cellat okuduğum bu dizeleri duyunca, bir zamanlar babamın celladı olduğunu hatırladı ve de ona bizzat yaptığım iyilikleri... ve bana: "Ben seni nasıl öldürürüm? Ben ki senin itaatkâr kölenim" dedi. Sonra da, "Haydi kaç! Hayatını kurtarıyorum. Ama bu ülkeye bir daha gelme, yoksa mahvolursun ve beni de seninle birlikte mahvedersin!" demiş.

Hani şair ne demiş:

Git! Kurtar kendini dostum! Kurtar canını tüm bağların zulmünden! Ve bırak evleri, onları inşa edenlere mezar olsunlar! Git! Seninkinden başka topraklar bul! Kendi ülkenden başka ülkeler! Ama asla, kendi canından başka can bulamazsın! Düşün! Tanrının toprakları sonsuz genişlikteyken, seni alçaltan bir ülkede yaşamanın ne kadar anlamsız, ne kadar şaşırtıcı bir şey olduğunu!

Yine de! Tanrı bir kimsenin yazgısını belli bir yerde öleceği üzre yazmışsa; bahtının çizdiği ülkede ölmekten başka elinden ne gelir? Ve özellikle, unutma ki: bir arslanın boynu, o arslanın ruhu tüm özgürlük içinde gelişip büyümedikçe, gelişip büyümez!

Cellat bu dizeleri okuyup bitirince, ellerine sarılıp öptüm. Ben de gerçekten kurtuluşu uzaklara kaçıp gitmekte buldum. Oradan uzaklaşırken, ölümden kurtulduğumu düşünerek gözümü yitirmenin acıyısını unuttum. Gezimi sürdürerek amcamın ülkesine ulaştım. Onun huzuruna çıktım ve ona, babam ile başıma gelenleri ve gözümü nasıl yitirdiğimi anlattım. Bunu duyunca gözyaşlarınan boğuldu ve haykırarak "Ey kardeşimin oğlu! Sen gelip dertlerime dert kattın. Ben de sana zavallı amcanın oğlunun günlerden beri ortalıktan yittiğini, başına ne geldiğini bilmediğimi ve hiç kimsenin de onun nerede olduğunu bana söyleyemediğini bildirmeliyim!" dedi. Yanı sıra öylesine ağlamaya başladı ki, sonunda dayanamayıp bayıldı. Kendine geldiğinde bana "Çocuğum, amcanın oğlu için ne denli üzüldüğünü gördün. Sen de gelip, babanın ve kendinin başına gelenleri anlatarak beni kahrettin! Ama, senin yaşamını yitirmektense gözünü yitirmiş olmayı yeğ tutmanı dilerim!" dedi. Bu sözleri üzerine, amcamın oğlunun başına gelenleri ondan saklayamadım. Ona tüm gerçeği açıkladım. Sözlerimi duyunca amcam sonsuz bir sevince kapıldı, gerçekten oğlu için verdiğim bilgi onu çok sevindirmişti: "Bana bu mezarı çabuk göster!" dedi. Ben de, "Vallahi amca yerini bilemiyorum. Orayı bulmak için çok mezarlığa gittim, bir türlü yerini bulamadım" dedim.

Bunun üzerine, ben ve amcam, mezarlığa gittik ve bu kez, sağa sola bakınırken, sonunda mezarı tanıdım. İkimiz de çok sevindik ve türbenin içine girdik. Toprağı ve kapağı bulduk, ben ve amcam elli ayak merdiven indik. Merdivenin sonuna ulaşınca, bize doğru bir dumanın yükseldiğini gördük, âdeta bizi kör edercesine... Ancak amcam, söyleyenin tüm korkularını dağıtan bir duaya başladı, "Yüce ve Kudretli Tanrı'dan daha yüce ve daha kudretli varlık yoktur" diyerek. Bunun üzerine ilerledik; un, her türlü hububat, her çeşitten yiyecek ve de başka şeyler dolu bir salona ulaştık. Salonun ortasında örtüyle çevrelenmiş bir yatak vardı. Amcam, perdeyi çekip yatağa baktı, orada oğlunu, kendisiyle birlikte mezara inen kadının kollarında buldu. Ama ikisi de kömür gibi simsiyah olmuşlardı, sanki ateş dolu bir çukura atılıp yanmışlar gibi. Bunu gören amcam, oğlunun yüzüne tükürdü ve 'Bunu hakketmişsin sen, alçak! Kötü dünyanın cezası bu ama öbür dünyada görülecek hesap var ki, daha müthiş ve daha acımasızdır" diye haykırdı. Bunu söyleyerek, yeniden suratına tükürüp ayağından pabucunu çıkarıp oğlunun suratına fırlattı. Pabucun tabanı oğlanın suratına rastladı. Öyküsünün tam burasında, Şehrazat, sabahın yaklaştığını gördü, verilen izinden daha fazla yararlanmayı istemediğinden, sustu.

Fakat On ikinci Gece Gelince Demiş ki:

Ey bahtıgüzel şahım, işittim ki, Halife ve Cafer'in de dahil olduğu tüm topluluğu önünde kalender genç kıza, öyküsünü anlatmaya şöyle devam etmiş: Amcam, pabucunun tabanıyla oğlunun yüzüne vurduktan sonra, orada kömür kesilmiş yatan bir ölüye karşı yapılan bu hareketi şaşkınlıkla karşıladım. Ve amcamın oğlu adına çok üzüldüm, özellikle genç kadınla birlikte onları böyle kara kömüre dönmüş görünce... Sonra şöyle dedim: "Aman Allah! Amcacığım, bir parça gönlünün kederini yatıştır. Ben, tüm benliğim ve yüreğimle çocuğunun başına gelenden üzüntü duyuyorum. Özellikle bu hale düşmelerine... Genç kadınla birlikte kara kömüre dönüşmelerine... Ve de sana, bir baba olarak bununla yetinmeyip pabucunun tabanıyla oğlunun yüzüne vurmana.' Amcam bunu duyunca şu öyküyü anlattı: "Ey kardeşimin oğlu! Bil ki, şu benim oğlum, çocukluğundan beri kendi öz kızkardeşinin aşkıyla tutuşmuştur. Ben, onu hep kızdan uzak tuttum kendi kendime de, 'Sakin ol! Bunlar daha çok genç! diyordum. Ama hiç de öyle değilmiş! Ergenlik yaşlarına ulaşır ulaşmaz, aralarında o kötü hareket oluverdi. Bunu öğrenince, ilkin inanmadım doğrusu... Yine de onu müthiş azarladım ve dedim ki, 'Bu alçakça hareketlerden sakın! Ne senden önce ne de senden sonra kimse bunu yapmamıştır ve yapmayacaktır. Yoksa, hükümdarlar arasında, ölünceye kadar, utanç ve iğrençlik içinde kalacağız. Ve atlı tatarlar, tüm dünyaya öykümüzü aktaracaklar! Bundan dolayı hareketlerine çok dikkat et, yoksa seni lanetler ve öldürürüm!' dedim. Sonra kızdan onu ayırmak için gayret gösterdim, kızı da ondan. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu alçak kız, onu dayanamayacak kadar seviyormuş! Sanki şeytan kötülüğünü onlarda denemiş. Oğlum, onu kızkardeşinden ayırdığımı görünce, kimseye belli etmeden, yeraltında bu yeri yaptırtmak zorunda kalmış. Ve gördüğün gibi, buraya yiyecekler getirmiş ve de her şeyler. Benim yokluğumdan yararlanarak, sürgün avında bulunduğum sırada, kız kardeşiyle gelip buraya yerleşmiş. Yüce ve övülesi Tanrı'nın adaleti, insanı nasıl etkiliyor! Burada ikisini de yakıp kömüre döndürmüş. Ama öbür dünyadaki cezalan daha da müthiş ve katı olacaktır!" dedi. Ve oracıkta amcam ağlamaya başladı, ben de onunla birlikte ağladım. Sonra bana, "Bundan böyle, onun yerine sen benim oğlum olacaksın!" dedi.

Ben, bir saat kadar, bu dünyanın işleri üzerine düşünceye daldım. Bu arada, vezirin emriyle babamın öldürülüşünü, tahtının hileyle ele geçirilişini, hepinizin bildiği denli gözümün çıkarılışını ve oldukça garip bir tarzda amcamın oğlunun başına gelenleri... Ve kendimi tutamayıp ağladım. Bundan sonra mezardan çıktık, kapağı yeniden kapadık, sonra da toprakla örttük, mezarı tamamen eski haline soktuk. Sonra da saraya döndük. Oraya henüz ulaşmış ve oturmuştuk ki, silahların çatışma seslerini duyduk, ardından da borazan ve davul seslerini... Sonra da savaşçıların koşuşturduklarını gördük, tüm kent, uğultularla, gürültülerle ve atların nallarından çıkan tozlarla dolmuştu ve ruhumuz olup biteni anlayamamaktan gelen şaşkınlık içindeydi. Sonunda, amcam şah, bütün bunların nedenini sordu, ona "Kardeşin vezir tarafından öldürülmüş, sonra da aynı vezir tüm asker ve birlikleri toplayarak acele buraya sevketmiş, kenti baskınla elde etmek için... kentte oturanlar karşı duramayacaklarını anlamışlar; böylece kenti kolayca elde etti" diye yanıt verdiler. Bu sözleri duyunca, ben kendi kendime "Hiç kuşku yok ki, eline düşersem, beni kesinlikle öldürtür" diye düşündüm ve yeniden dert ve kaygılar ruhumda birikmeye başladı, yeniden annem ve babamın başlarına gelen felaketi düşünerek hüzünlendim. Artık ne yapacağımı bilemiyordum. Öte yandan ortaya çıkarsam, kentte oturanlar ve babamın askerleri beni tanıyacaklar ve beni öldürmek ve ortadan yok etmek için arayacaklardı! Bu yüzden sakalımı kazımaktan başka çare bulamadım ve sakalımı kazıdım, başka giysiler giyerek kılığımı değiştirdim ve kenti terk ettim ve bu Bağdat şehrine doğru yol aldım. Burada güvenli olacak ve beni Emir-ül Müminin Harun Reşit'in sarayına götürecek birini bulacaktım. Ona bütün öykümü ve serüvenlerimi anlatacaktım. Başıma herhangi bir dert gelmeden, bu gece Bağdat'a ulaştım. Nereye gideceğimi, ne yandan geldiğimi hiç bilmiyordum, şaşkınlık içindeydim. Birdenbire kendimi bu kalenderle karşı karşıya buldum; ona selam verdim ve "Ben bir yabancıyım" dedim. O da, "Ben de yabancıyım" dedi. Dostça konuşurken bir de baktık, üçüncü arkadaşımız olan şu kalender bize doğru yaklaştı; selam verdi; bize, "Ben burada yabancıyım" dedi. Biz de selam alıp, "Biz de yabancıyız" diye yanıt verdik. Böylece karanlık bizi ansızın bastırıncaya kadar birlikte yürüdük. Bahtımız bizi, bir arada, sizin yanınıza mutlulukla sürükledi, ey efendilerim! Ve benim kesik sakalımın ve oyulmuş gözümün öyküsü böyledir,demiş.

Birinci kalenderin anlattığı öykü üzerine genç kız, ona "Pekâlâ! Haydi bakalım! Şimdi, bir parça başım okşa ve çabuk uzaklaş buradan!" demiş. Ama birinci kalender ona, "Ey hanımım, buradaki bütün arkadaşların öykülerini işitmedikçe gitmek istemiyorum" demiş. Bütün bu zaman sürecinde, orada bulunanlar bu şaşırtıcı öyküye hayran kalmışlar. Halife de Cafer'e, "Gerçekten, ben de ömrümde şu kalenderin anlattığına benzer serüven işitmemiştim" demiş. Bunun üzerine birinci kalender, bağdaş kurarak bir yana oturmuş, ikinci kalender ilerlemiş ve evin genç hanımının önünde elleri arasında yeri öpüp şu öyküyü anlatmış. ....devamı İkinci Kalenderin Öyküsü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder