Sayfalar

28 Kasım 2019 Perşembe

Acımak (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Acımak

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

Reşat Nuri Güntekin 1928 yılında yayınlanan bu eserinde; çalışkan başarılı fakat zaaf gösterenlere karşı acımasız olan Zehra Öğretmen ile babası Mürşit'in bakış açılarından dramatik yaşam öykülerini anlatıyor.

Yazar, cumhuriyet öncesinde yeni mezun, idealist genç bir mülkiyelinin iş ve sosyal yaşamdaki çatışmalarını ve uyumsuz ilişkilerini anlatırken, dönemin memuriyet yaşamına, köhne yapısına ait önemli ipuçları da veriyor. Şehirden kasabalara sürüklenirken, ardında birer birer ilkelerini de bırakan genç adam hatalı bir evlilikle korkunç bir sona doğru sürükleniyor.

Acı ve sefaletle dolu ortamdan tesadüfle sadece kızı Zehra'yı kurtarabiliyor. Acımak; aile içi ilişkileri ve sorumluluklarını, adeta ders verir gibi gözler önüne seriyor.

Kitabın Özeti :

Zehra, okulun baş öğretmenidir. Mesleğinin tüm görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmektedir fakat geçmişte yaşadığı kötü olaylardan dolayı acıma duygusu nedir bilmeyen, merhametsiz bir öğretmendir. Bu yüzden bütün öğrencilerinin yaptıkları hiç bir yanlışı affetmez en ufak bir hataya bile büyük tepkiler gösterir, onları cezalandırdı.

Zehra, okula geç kalan, maddi durumları kötü olduğu için üstü başı yırtık olan öğrencileri derse almaz onları diğer öğrencilerden ayırır ve hiçbir şekilde onlara merhamet etmezdi. Maarif Müdürü olan Tevfik Bey, Zehra'yı bu özelliğinden dolayı defalarca kez uyarmış olmasına rağmen Zehra'nın davranışlarında hiç bir değişiklik görülmemiştir.

Bir gün bölgenin vekili olan Şerif Bey, Zehra'nın okulunu ziyarete gider. Şerif Bey Zehra'nın babasının sağlık durumunun hiç iyi olmadığını bu nedenle Zehra'nın mutlaka İstanbul'a gidip babasını görmesinin gerektiğini söyler. Fakat Zehra sert bir tavırla babasının olmadığını söylerek yanlarından ayrılır. Zehra yanlarından ayrılınca Tevfik Bey ve Vekil Şerif Bey Zehra hakkında konuşmaya başlarlar. Tevfik Bey, Zehra'nın çok zeki, görevini canla başla yapan bir öğretmen olduğunu fakat acıma duygusunun olmadığını acıma duygusunu öğrenmeden de tam anlamıyla bir öğretmen olamayacağını söyler.

İki gün sonra İstanbul'dan Zehra'ya babasının ölüm döşeğinde olduğunu az bir vaktinin kaldığını bildiren bir resmi bir telgraf gelir. Tevfik Bey, hemen Zehra'yı odasına çağırtır. Zehra'ya babasının ölüm döşeğinde olduğunu bildiren bir telgraf geldiğini söyler. Zehra, yine babasının olmadığını ve İstanbul'a asla gitmeyeceğini söyler. Tevfik Bey, artık Zehra'nın bu davranışlarına anlam veremez ve ondan bir açıklama yapmasını ister. Zehra artık dayanamaz ve ağlayarak herşeyi anlatmaya başlar. "Geçen gün sizden hakikati sakladım.. Babamı inkar ettim... Fakat bu büsbütün yalan sayılmaz, Mürşit Efendi üzerimde babalık haklarını kaybetmiş bir... Bir biçaredir... Biçare diyorum. Layık olduğu kelimeyi söylemeye dilim varmıyor. Belki şu saatte ölmüştür"
"Bu adam ailemizi mahvetti... Bir ben kendimi kurtarabildim.... Oda ne güçlükle... Bilemezsiniz... 8 sene evvel kaçar gibi kendimi bir kasabaya attım. İzimi kaybettirdim,kendimi unutturdum...''
"İstanbul'a gitmeyeceğim... Mürşit Efendi'yi tanımıyorum. Tanımamakta da kendimi haklı görüyorum. Madem ki öleceği varmış... Bir köşeye çekilip kendi kendine ölebilirdi."

Tevfik Bey, Zehra'nın ölüm döşeğinde olan babasına karşı bu kadar acımasız ve umursamaz davranması karşısında çok şaşırır. Ona göre böyle bir durumda sebep ne olursa olsun, yaşanmış tüm kötü şeylerin, kırgınlıkların unutulması gerekir. Tevfik Bey, kendisinin böyle düşünmesine rağmen Zehra'nın üzerine gitmez. Aradan 2-3 saat geçer. Zehra elinde bir bavulla gelir, fikrini değiştirdiğini ve İstanbul'a gitmeye karar verdiğini söyler. Zehra, İstanbul yoluna düşer. Trenin penceresine başını yaslar ve tüm yolculuk boyunca çocukluğunda yaşadığı kötü olayları düşünmeye başlar.

Teyzesi Ruhsar'ın nasıl zalim bir kocayla evlendirildiğini, her gün kocasından dayak yediğini ve sonunda kocası tarafından öldürüldüğünü defalarca kez anneannesinden dinlemiş ve bu yüzden tüm erkeklere düşman olmuş,ömrünün sonuna kadar evlenmemeye karar vermiştir. Annesi ise çapkın, sarhoş,serseri bir adamın elinde yıllarca sürünmüştür. Zehra ve ailesi komşuları Mesadet Hanım ve kardeşi Necip Bey’in çok iyiliklerini görmüşlerdir. Necip Bey, Zehra’nın babasına yanında iş vermiş fakat Mürşit Efendi bu iyiliğe karşı çok büyük tepki vermiş ve bu aileyle bir daha görüşülmesini yasaklamıştır. Ama Mürşit Efendi’den gizli gizli yine bu aileyle görüşmüşlerdir. Zehra’nın kendisinden 4 yaş büyük olan ablası Feriha ise, kendi yaşıtlarıyla oynamak yerine yetişkin kızlardan hoşlanır onlara özenir ve annesini örnek aldığı için süse oldukça düşkündür. Babası içkiye her türlü şeye para bulur ancak kızına bir çift çorap almaktan acizdir. Mürşit Efendi, Feriha’nın sokağa çıkmasını yasaklar. Feriha on dört yaşında veremden ölür. Mürşit Efendi’ye kızının cenazesini göstermezler, ablasının ölümünden onu sorumlu tutarlar. Zehra, ablasının ölümünden belli bir süre sonra babası tarafından Marabet Mektebi’ne yazdırılır. Mürşit Efendi mekteptekilere Zehra’nın hiç kimseyle görüştürülmemesini tembihler. Zehra bu okulda üç yıl okur. Zehra okuduğu sırada uzun zamandır hastalıkla boğuşan annesi ölür, anneannesine inme iner, yıllarca hastane köşelerinde sürünür, babası hapise girer. Zehra on dört yaşında bu mektepten ayrılır. Girdiği sınavı kazanır ve beş yıl okur. Zehra bu beş yılda kitaplardan başını kaldırmıyor, çevresindeki hiç kimse bile muhatap olmuyor konuşmuyordu. Kendi yaşıtları gibi değildi. Yaşlı, başlı bir insan gibiydi. Kalbi bütün sevgilere, ümitlerle, mutluluklara kapanmıştı. Zehra, bir okul gezisinde babasıyla karşılaşır. Babasının saçı sakalı birbirine karışmış, elbiseleri param parça yamalı yırtık halde görünce arkadaşlarına rezil olmaktan korkar ve babasını tanımamazlıktan gelir. Zehra, okulunu bitirince Anadolu’da bir kasabaya gider. Kendisini mesleğine adar. Zehra tüm bu yaşanılanları düşünürken uykuya dalar.

Yolculuk bitmiş, Zehra kendisine verilen adrese gelmiştir. Onu eski komşuları olan Vehbi Bey karşılar. Zehra’ya niye daha önce gelmediğini çok geç kaldığını babasının bir gün önce vefat ettiğini söyler. Zehra ve Vehbi Efendi, Mürşit Efendi’nin evine giderler. Vehbi Bey, Zehra’ya Mürşit Efendi’ye ait olan sandığı Zehra’ya teslim eder. Zehra önce sandığı açmak istemez fakat odada tek kalınca dayanamaz ve sandığı açar. Sandığın içinden eski püskü, yırtık birkaç kıyafet ve değersiz birkaç eşya çıkar. Bunların arasında Zehra’nın gözüne bir defter çarpar. Bu babasının Hatıra Defteri dir. Zehra babasının hatıra defterini okumaya başlar…

Hatıra Defterim
Mürşit Efendi hatıra defterinin ilk satırına, diplomasını almış olmanın heyecanını anlatan cümlelerle başlar. Diplomasını aldığı andan itibaren kendisine yeni bir sayfa açacak; açlığa, sefalete, yoksulluğa paydos edecektir.
"Amacım şerefli ve azimli bir memur olmak ve küçük, temiz bir aile yuvası kurmaktan ibaret….’’
Diplomasını aldıktan hemen sonra kolayca iş bulacağını sanan Mürşit Efendi,üç aydan sonra kendisine küçük bir memuriyet bulur. Maiyet Müdürü olarak Sivas’ta işe başlar. Bir mevki sahibi olmak Mürşit Efendi’yi fazlasıyla mutlu eder. Milletinin mutluluğu, huzuru için tüm gücüyle çalışacağına söz verir. Mürşit Efendi, bir akşam iş arkadaşlarının çok ısrar etmesi üzerine içkili, eğlenceli bir davete katılır. Eğlence esnasında Maarif Katibi, Mürşit Efendi’ye bu hayata içmeden katlanılamayacağını, amirlerin hakaretlerini, ev sahibi ile kira için kavga etmek, yolsuzluklar, evde karının çenesini dinlemek gibi sıkıntılara ancak içerek katlanılabileceğini söyler. Mürşit Efendi bu eğlenceden pek memnun kalmaz. Çünkü onun amacı namuslu ve şerefli bir memur olmak ve milletine hizmet etmektir. Bir daha böyle eğlencelere asla gitmeyeceğine karar verir.

Mürşit Efendi görevini en iyi şekilde yapmaya çalışır. Canla başla çalışır. İş arkadaşları onun iyi niyetli, uysal bir genç olmasından faydalanır, çoğu zaman kendi işlerini ona yaptırırlar. Hatta bu duruma o kadar çok alışmışlardı ki Mürşit Efendi işlerini yapmadığı zaman kavga eder huzursuzluk çıkarırlar. Mürşit Efendi tüm bu zorluklara karşı kurallarından asla vazgeçmez. İş arkadaşlarıyla iyi geçinmeye çalışır, onları kırmamaya özen gösterirdi. Nezaketi ve uysallığıyla dalga geçen bir arkadaşına ağzının payını verir. Bu olay büyür ve tartışmaya dönüşür. Mürşit Efendi, paşadan azar işitir. İki, üç ay sonra Mürşit Efendi yine üzücü bir olay yaşar. Çalışkan, işini düzgün yapan bir genç olduğundan dolayı kendisine uygun görülen kaymakamlık görevine, nasılsa Mürşit Efendi uslu, akıllı çocuktur sesini çıkarmaz diyerek kendisinden daha kıdemsiz ve başarısız bir genci tayin ederler. Fakat Mürşit Efendi bu olaya tahammül edemez ve çok büyük tepki gösterir. Bu olay yüzünden Mürşit Efendi’nin siciline geçimsiz diye işlem yaparlar. Mürşit Efendi artık namuslu ve gayretli bir memur olma amacından vazgeçer. Kendisine yapılan haksızlıklara ancak içerek katlanır. Mürşit Efendi’ye bir darbede kendisine çok ucuz fiyatla ev tutan Nasuhi Bey’den gelir. Mürşit Efendi’nin iş arkadaşlarından biri olan Nasuhi Bey, Mürşit Efendi’nin kaldığı eve ara sıra uğrar, içkiler içilir, şarkılar, türküler söylenirdi. Nasuhi Bey çapkın, eğlenceyi çok seven, keyfine oldukça düşkün bir insandı. Nasuhi Bey, Mürşit Efendi’nin saflığından yararlanarak, Mürşit Efendi’nin işte olduğu saatlerde bir Ermeni kadınla Mürşit Efendi’nin evinde buluşurdu. Bir arkadaşı sayesinde bu kepazeliği öğrenen Mürşit Efendi birkaç gün Nasuhi Bey’i takip ettikten sonra vaziyeti kendi gözleriyle görür ve Nasuhi Bey’i döverek yaka paça dışarı atar.

Nasuhi Bey bu olayı kendisine yediremez ve Mürşit Efendi görevini canla başla, en güzel yaptığı halde siciline ‘’geçimsiz’’ diye kayıt düşer. Mürşit Efendi havası, suyu gayet iyi olan görev yaptığı kaymakamlığı bırakıp burada daha fazla oyunlara gelmemek için arkadaşıyla görev değişikliği yaparak çok bakımsız ve ihmal edilmiş yeni ilçenin kaymakamı olur. Yeni görev yaptığı bu ilçede de tek amacı yine halkına en iyi şekilde hizmet etmektir.

"Bugün yeni memuriyetime başladım. Burası çok bakımsız kalmış, fakir ve muzdarip bir yer… Benim için aranmakla bulunmayacak bir memleket… Belki çocukca bir fikirdir, felsefe kitaplarında yeri yoktur ama ben saadeti ikiye ayırırım; başkalarından alınan Saadet, başkalarına verilen Saadet. Benim için hakiki saadet başkalarına verilen saadettir. Burası çok fakir ve muzdarip bir yer… Demek ki çok iyilik, çok hizmet edebileceğim… Bununla birlikte çok mesut olacağım."

Mürşit Efendi’nin görev yaptığı bu yeni ilçede en önemli sorun temiz içme suyunun olmamasıdır. Orada yaşayan insanlar bataklıktan su içmektedirler. Her gün bir iki çocuk bu sudan içtikleri için ölmektedirler. Mürşit Efendi artık bu duruma daha fazla tahammül edemez. Çalışanlarla birlikte kendiside gece gündüz demeden toz, toprağın içinde çalışır. Mürşit Efendi kanunlara uygun davranmadığı için daha kötü bir ilçeye gönderilir. Mürşit Efendi gönderildiği ilçede çok sıkıntılar yaşar; iftiraya uğrar, rüşvet yediği sanılır, canına bile kast edilir. Mürşit Efendi bir çok doğu illerinde görev yapar. Mürşit Efendi çok değişmiştir, artık göreve ilk başladığı yıllardaki gibi düşünmemeye başlar. Çok değişmiştir…

"Bir köşede kendimi unutturmaktan, bir parça başımı dinlemekten gayrı arzum yoktu… Genç yaşıma rağmen emekli olmuş gibiyim. Artık etliye sütlüye karışmıyorum. Başkalarına yapılan hainlik ve haksızlığın aksini kendi kalbimde duyarak isyan etmiyorum. Büyüklerle iyi geçiniyorum. Küçüklerin ihmallerine, hatalarına mümkün olduğu kadar göz yumuyorum. Kimsenin işine karışmadığım, herkesi tasdik eder gibi göründüğüm için bana taarruz eden de pek olmuyor. Hasılı renksiz,ruhsuz bir adam oldum."

Mürşit Efendi, Diyarbakır’da tahrirat müdürü olarak görev yapmaktadır. Bir gün çalıştığı yerde Fadıl Efendi adında bir mal müdürü fenalık geçirir. Mürşit Efendi’den kendisini eve bırakmasını ister. Fadıl Efendi yolda ölür. Mürşit Efendi, Fadıl Efendi’yi kucağına alarak evine götürür. Mürşit Efendi babası öldüğünden dolayı saçını başını yolan küçük kızı görünce ona karşı bir şeyler hisseder. Fadıl Efendi’nin küçük kızı olan Meveddet, Mürşit Efendi’nin kalbine bir kor gibi düşer. Mürşit Efendi sanki kendi cenazesiymiş gibi cenazenin herşeyiyle bire bir ilgilenir. Elinden geldiğince yardım etmeye çalışır. Mürşit Efendi en sonunda Makbule Hanım’dan kızı Meveddet’i ister. Makbule Hanım kızı Meveddet’e hiç sormadan hemen bu evliliği onaylar. Makbule Hanım damadına Fadıl Efendi’nin onlara çok çektirdiğini, yapmadığı hiçbir eziyetin kalmadığını anlatır. Mürşit Efendi, Makbule Hanım’ın söylediği tüm bu yalanların hepsine inanır, kaynanasını adeta bir iyilik meleğine benzetir. Makbule Hanım’da Mürşit Efendi’nin saf ve uysal olmasından yararlanarak onu avcunun içine alır. Makbule Hanım, çok kurnaz bir kadındır. Önce pahalı bir eve taşınırlar. Makbule Hanım Mürşit Efendi’ye her şeyin en iyisini, en lüksünü aldırır. Eve bir aşçı getirirler. Mürşit Efendi’nin yaptığı tüm bu iyiliklere fedakarlıklara karşılık Meveddet Hanım, onu sevmez, ona karşı çok soğuk ve uzak davranır. Kocasına karşı sürekli tavır yapıp, surat asar. Hiç bir şeyden memnun kalmaz, sürekli dert yanar. Karısının gözünde basit bir adam olmayı Mürşit Efendi kaldıramaz.

Kaynanasının dolduruşuna gelerek iş yerindekilere saygısızlık yapan Mürşit Efendi işten atılma tehlikesi geçirir. Mürşit Efendi yolsuzluk yaptığı tespit edilen ve bu nedenle işten atılacak olan bir memur hakkında olumlu rapor tutturur. Mürşit Efendi karısının gözüne girmek için yaptığı bu davranıştan dolayı hiç vicdan azabı çekmez. Meveddet Hanım, İstanbul’a taşınmak için her gün kocasına baskı yapar. Fazla para kazanamadığı için kocasını sürekli aşağılar. Mürşit Efendi karısının gözüne girmek için her türlü yolu dener, alçaldıkça alçalır. Mürşit Efendi en sonunda amacına ulaşır ve istediği olur. Artık İstanbul’da gümrük memuru olarak görev yapacaktır. Bu arada Mürşit Efendi karısı ve kaynanasının isteklerini yerine getirebilmek için çok borca girmiştir. Borçlarını ödeyebilmek için dilenci gibi herkesten para dilenir. Hakaretlere uğrar. Bir gün Diyarbakır’ın tanınmış zenginlerinden olan Abdüssamet Bey Mürşit Efendi’ye para konusunda yardımcı olur. Mürşit Efendi, Abdüssamet Bey’in iyi kalpliliğinden yüz bulur ve bir süredir beraber yaşadıkları Hafız Recep adındaki genç için iş ister. Abdüssamet Bey bu istek karşısında çok sinirlenir ve Mürşit Efendi’ye karısının ve kaynanasının arkasından çevirdiği tüm işleri ona anlatır. Namuslu, çalışkan ve işini çok iyi yapan bir memur olan kayınbabasını mahveden kişinin kaynanası olduğunu, iş bulmasını rica ettiği adamın ise kaynanasının aşığı olduğunu, Mürşit Efendi’nin tüm Diyarbakır’a rezil olduğunu, kaynanasının ve karısının onu boğazına kadar ödemeyeceği borçlara soktuğunu, kaynanasının onu her türlü pisliklere alet ettiğini İstanbul diye tutturup zorla buraya taşındıklarını fakat burada daha yoksul ve rezil olacağını, kaynanasının ve karısının kocalarını hiç düşünmeden hırsızlığa, katilliğe kadar götüreceklerini hepsini teker teker anlatır.

Mürşit Efendi tüm bu olanlara rağmen hala İstanbul’da ailesinin geçimini sağlayabilmek, karısını ve kaynanasını memnun edebilmek için çabalar. Fakat borçlarını ödeyebilmek için hırsızlık yaptığı anlaşılınca beş aylık hapse girer. Bu sırada Makbule Hanım, büyük kızı olan Ruhsar’ı zengin ve yaşlı bir adamla evlendirmiştir. Ruhsar kocasını aldattığı için kocası tarafından öldürülür. Artık karısı ve kaynanasının hakaretlerine dayanamayan Mürşit Efendi her gün içer. Karısı ve kaynanası Mürşit Efendi’nin umrunda değildir artık onu asıl endişelendiren çocuklarıdır. Anneanneleri ve anneleri onları aynı kendileri gibi yetiştiriyorlardır. Mürşit Efendi onları aç ve sefil yetiştirdiği elinden hiçbirşey gelmediği için yüreği parçalanır. Ama dünyanın en zengin adamı olsam da beni yine evlatlarıma sefil ve ahlaksız biri olarak tanıtacaklardır diye düşünür.

Makbule Hanım, çocuklara babalarını içkici, çapkın, serseri biri olarak anlatır . Zehra ve Feriha zaman geçtikçe babalarından soğur ve uzaklaşırlar. Çocuklar artık babalarına düşman gözüyle bakmaktadırlar. Bir gün Mürşit Efendi kızı Feriha’nın aşk mektuplarını yakalar. Üstelik yine bir gün kızını genç bir delikanlıyla görür. Mürşit Efendi, Feriha’nın bu hareketlerine kayıtsız kalamaz ve Feriha’nın dışarı çıkmasını yasaklar. Feriha yine de gizli gizli gezmelere, eğlencelere gitmeye devam eder. Mürşit Efendi bir gün kaybolmuş bir eşyasını ararken dolapta karısına yazılmış bir deste aşk mektubu bulur. Mürşit Efendi artık kendisine yapılanlara dayanamaz ve tek bir söz söylemeden evi terk etmeye karar verir. Tam evden çıkarken çocuklarının seslerini duyar, evi terk etme kararını verirken çocukları hiç düşünmemiştim. Onları kaynanası ve ahlaksız karısının eline bırakmaya yüreği dayanmaz tüm aşk mektuplarını yırtıp atar ve bu konuyu burada kapatır.

Mürşit Efendi’nin kişiliği artık tamamen değişmiştir. Kendini içkiye kaptırmıştır. İçkiye olan düşkünlüğü gün geçtikçe artar. Feriha, hasta ölmek üzeredir. Mürşit Efendi ona sarılıp onu koklayıp öpmek ister fakat karısı ve kaynanası buna izin vermez. Sonunda Feriha bu hastalığa dayanamaz ve ölür. Mürşit Efendi’ye kızının cenazesini bile göstermezler. Çünkü Feriha’nın ölümünden Mürşit Efendi’yi sorumlu tutarlar. Mürşit Efendi üstü başı pislik içinde yırtık pırtık elbiseleriyle sokak köşelerinde yatmaktadır. Bir gün Mürşit Efendi dilenci gibi yolda gezerken Cevdet adında eski bir iş arkadaşına rastlar. Uzun bir sohbete dalarlar. Cevdet Bey arkadaşının bu haline çok acır. Mürşit Efendi ondan kendisine bir iyilik yapmasını ister. Küçük kızı Zehra’yı kaynanasının ve annesinin elinden kurtarmak için yatılı bir okula yazdırmasını ister. Zehra Cevdet Bey’in aracılığıyla yatılı okula yazdırılır. Mürşit Efendi okuldakilere Zehra’nın hiç kimseyle görüştürülmemesini tembihler. Mürşit Efendi dört yıl sonra kızını bir okul gezisinde görür. Ona sarılmak onu doyasıya öpmek, kucaklamak ister fakat kızını utandırmamak için özlemini içine gömer ve oradan uzaklaşır. Mürşit Efendi’nin hatıra defteri burada sona erer.

Zehra, babasının hatıra defterini okuduktan sonra inanılmaz bir vicdan azabı çeker. Zehra aslında tüm bildiği şeylerin yanlış olduğunu aslında tüm suçlunun anneannesi ve annesi olduğunu öğrenir. Zehra, babasının ölüsünün olduğu odaya giderek ona sarılır ve "Benim zavallı babam beni affet." diyerek ağlamaya başlar. Zehra, birkaç gün sonra mektebine döner. Zehra artık acıma duygusu nedir öğrenmiş ve tam anlamıyla bir öğretmen olmuştur.

Acımak (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Test Soruları ve Cevapları için tıklayınız... 

Acımak (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevapları için tıklayınız...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder