30 Mart 2019 Cumartesi

Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Grigoriy PETROV) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Kitabın Yazarı : Grigoriy PETROV

Kitabın Özeti :
Finlandiya'nın tarihinin son aşaması Fin Kültürü'nün hayranlık uyandıran gelişimini ve düşünce gelişimini yakından incelemiş bir yazarın izlenimleridir. Bu izlenimlerin ağırlık merkezi, bir zamanlar bataklıklar diyarı olan Finlandiya'yı "Beyaz Zambaklar Ülkesi"ne dönüştüren kültürel ve sosyal çalışmaların anlatımıdır. Bu çalışmalar arasında Finli aydınlarla halk arasındaki sıcak ilişki ve yakınlaşmanın büyük yeri vardır.

a. Finlandiya'nın Tarihi;

Bugünkü Fin toprakları yüzlerce yıl Rusya ile İsveç arasında doğal bir kale hizmeti görmüştür. Bölgede geniş bataklıklar ve girilmesi zor ormanlar olduğundan ne Ruslar, ne de İsveçliler bu topraklardan ordularını ve ihtiyaç maddelerini geçirememişlerdir.
1808 yılından itibaren Finlandiya bir Rus eyaleti oldu. Bu durum 1. Dünya Savaşına kadar sürdü. Bu süreçte Finlandiya Çar 1. Aleksandr tarafından verilen imtiyazlar nedeniyle kendi içinde bağımsız oldu, yasalarını ve yönetimini kendisi belirleme hakkına kavuştu.

Finler, asırlar boyu kimi zaman İsveçlilerin, kimi zaman da Rusların egemenliğinde kalmışlardır. Bu süre zarfında savunma ve diplomasi alanında çaba içinde olmayıp, bütün güçleriyle milli bir Fin kültürü meydana getirmeye çalışmışlardır.

b. Finlandiya'nın Coğrafyası ve Sosyal Durumu ;

Avrupa'nın en kuzeyinde bulunan Finlandiya'nın sert iklimi vardır. Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile don görülür. Çoğu yerler sarp granit kayalarla kaplıdır. Kalan yerler ise oldukça çukur ve bataklıktır. Ülkede maden namına hemen hemen hiçbir şey yoktur. Tarım güçlükle yapılabilmektedir. Halkı da hiçbir zaman tam bağımsızlıklarını elde edememiştir. Kimi zaman bir komşusunun, kimi zaman da diğer komşusunun yönetimi altında bulunmuştur.

Finler kendilerine "Suomi" derler ve çok sevdikleri ülkelerini "Suomi" diye tanımlarlar ki bu "Bataklık arazi" anlamına gelmektedir. Finlerin sahip oldukları büyük kültür ve medeniyet, halkın bizzat kendi çabasının ürünüdür. Finlandiya'da hiç kimse içki içmez. 1907 yılında çıkarılan bir yasayla insana sarhoşluk veren her türlü içkinin satılması yasaklanmıştır.

c. Lider Halk arasındaki bağlantının incelenmesi;

Bu kitapta, bir milletin kamu kuruluşlarının, okullarının ve askeri kurumlarının birbiriyle işbirliği yaparak ülkeyi kalkındırmak ve yükseltmek için neler yaptıklarını açıkça göstermiş, özellikle Finlandiya'nın yükselmesi için bazı kişilerin gösterdikleri fedakarlık ve başarılardan söz edilmektedir. Bazı kahraman ruhların, Fin milletini nasıl kahraman millet haline getirdikleri anlatılmıştır.

Carlyl'a göre millet cansız bir kil tabakasından ibarettir. Eğer ona bir sanatçının eli değmeyecekse, sonsuza dek şekilsiz ve hareketsiz kalacaktır. Ama Cesar (Sezar), Napoleon, Büyük Petro, Sokrates ve Muhammed gibi bir sanatkar, bir büyük adam, bir önder, bir kahraman çıkıp da bu kili eline alacak olursa, ona istediği şekli verebilir.
Evet, büyük adam bir kahramandır, bir yıldırımdır. Ama halk kitlesi ne kil tabakası, ne de saman yığını değildir. O, yıldırımı meydana getiren milletin kendisidir. Ne zaman bulut kümesi, elektrik oluşturursa yıldırım da kendiliğinden oluşur. Eğer bulutlar elektrikle yüklü değilse, hiçbir zaman şimşek veya yıldırım oluşmaz, yalnızca bulut nemli bir buhar halinde kalır.

Milletler de böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık özelliklerini taşıyorsa ondan yıldırımlar doğar, kahramanlar çıkar. Eğer halk kitlesi nemli bir buhar yığınından ibaretse, hiçbir güç ondan yıldırım çıkartamaz.

Ülkenin refah ve mutluluğunun ve toplumun onur ve şerefinin halkın iradesine bağlı olduğunu kanıtlayan çarpıcı bir örnek olması açısından küçük ve yoksul bir ülkeyi gösterebiliriz. Burası iki milyonluk bir nüfusa sahip olan Finlandiya'dır.

d. Kitapta incelenen sosyal olaylardan örnekler;

Bataklık ve ölüm vadisi, yoksulluk ve sefalet yuvası olan Finlandiya diye bilinen, yeryüzünün kuzeyinde, kışı uzun, toprakları verimsiz ve çorak bir ülkede; köy kooperatiflerinin, köy öğretmenlerinin, gönüllü doktorların gayret ve aydınlatmalarıyla, bugün nasıl mutluluklar ve güzellikler ülkesi olduğu görülür. 

Halk gücünün en küçük ortaklık ve belirtisinin aynı yıl içinde ne şekilde biri, yüze, bine, on bine, milyona çıkarttığını servetler ve mutluluklar fışkırttığını, demokrat bir millet ne demektir, topyekün bir millet nasıl yükselir, aydınların halka karşı rolü nedir, gerçek yurtseverlik nasıl olur? Halka gerçek hizmet nasıl yapılır? 

Bir avuç aydının kendilerini halka adayan fedakarlıklarıyla, bütün bir çalışma ve üstün gayretler sayesinde Fin ailesi gaflet uykusundan uyanmış ve büyük bir hızla ilerleme ve yükselmeye başlamıştır.

Bu kitapta; harap olmuş bir ülkeyi imar eden, yurdun gelişmesi ve yükselmesi için hiçbir sınıf farkı gözetmeden hep birlikte ve aynı amaçla çalışan; bataklıkları kurutan, sarı tenli, uçuk dudaklı, zayıf bilekli insanlarla çalışarak, bataklıklarını gül bahçelerine ve zümrüt ovalar haline; sarı tenli insanlarını tunç rengine, uçuk dudaklı çocuklarını yakut kızıllığına, zayıf bilekli çocuklarını demir bileklere dönüştüren bu çalışkan Finlerin milli şuurunun bu kadar olağanüstü ve benzersiz olduğu anlatılmakta.

Eserin en güzel bölümlerinden biri de, askeri kışlaların nasıl bir halk okulu olduğunu anlatan kısımlardır. Eski Finli Subayların eğitimi eksikti. Okuldan çıktıktan sonra hiç okumaya, araştırıp düşünmeye yönelmezler, hiçbir toplumsal ve ulusal idealleri yoktu. Yalnızca mağrurca kılıçlarını şakırdatmasını bilirler, şık üniformaları içinde sürekli para harcamaktan başka şey bilmezler, dans salonlarında dans etmekte üstlerine yoktu. Çoğu içki ve kumardan başını kaldırmazdı, Askerlere karşı sürekli kırıcı, kaba ve hatta zalimce davranırlardı, Askerler terhis olduktan sonra Vatan Ana, subaylara, generallere "Evlatlarımı nasıl yetiştirdiniz, sizin ellerinize teslim ettiğimiz yüzbinlerce civanıma ne öğrettiniz?" diye soracaktır.

Kışlayı bir halk okuluna dönüştürme, hatta üniversite haline getirme ideali, Öyle ki, her bir asker, kışlada yaşadığı günleri yaşamı boyunca sevgi ve övgüyle ansın; kışladan öğrendiklerini hayatında başarıyla uygulayarak gurur duyması düşüncesinden hareketle; halk; bereket versin, onu kışla ıslah etti, o eğitimini kışladan aldı, askerliği sırasında dürüst, atik, çalışkan ve kibar olmayı öğrendi..., desin ve bu sözler birer atasözü olsun.

Finlandiya, doğal zenginliklerinden yoksun, kıraç göllerle dolu bir ülke, bir zamanlar işgal altında, yabancı kamçısı altında inlemekteymiş. Bu ülke 60-70 yıl içinde akıllara durgunluk veren bir devrim yapmış, ileri ülkelerle yaptığı yarışta rekor kırmış. Bu ilerlemeyi de öyle büyük bilim adamları, güçlü liderleri olmadan yapmış, ama güçlü nesiller, büyük yurtseverler, çalışmayı seven yurttaşlar, inançları granit gibi sağlam bir toplum lurulmuştur. Ülkenin yetiştirdiği bu insanlar, isimsiz kahramanlar, yer altında çalışan işçiler, halkın aydınlanması için çalışan kültür savaşçılarıdır. Yalnızca yurtlarını ve halklarını düşünmüşler ve bu uğurda her şeylerini feda etmekten çekinmemişlerdir.
Finler uzun yıllar milli kültürlerinin gelişmesi ve ilerlemesi için çalışmışlar ve bugün birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek bir uygarlık derecesine ulaşmışlardır. Artık büyük ve küçük komşularının saldırısıyla, özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetme tehlikesinden kurtulmuşlardır.

Bereketli Topraklar Üzerinde (Orhan Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bereketli Topraklar Üzerinde

Kitabın Yazarı :
ORHAN KEMAL

Kitabın Özeti :

Sivas’ın köylerinden birinde erkekler çalışmak için çeşitli iş bölgelerine giderler. Bunlardan üçü çocukluk arkadaşı İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali'dir. Hemşehrilerinden birinin Çukurova’da fabrikası olduğunu bildiklerinden hemşehrileri iş verir umuduyla yorganlarını ve yolluklarını alır, yola koyulurlar.

Üç arkadaştan sadece Yusuf daha önce Sivas’ta cer atölyesinde kısa bir süre çalışmıştır. Diğerleri şehri hiç görmemiştir. Umutlarını gerçekleştirmek için uzun ve zorlu tren yolculuğuyla Adana’ya inerler. Yolculuk boyunca trendeki yolcuların anlattıklarını hayretle dinleyerek hiç fikirleri olmayan şehir hayatı hakkında birşeyler öğrenmeye çalışırlar. Şehire gittiklerinde birbirlerinden ayrılmamalarını, temkinli olmalarını, birbirlerine destek olmalarını konuşurlar. Yusuf daha önce gurbete giden emmisinin anlattıklarını, şehir yaşantısının farklı olduğunu arkadaşlarına anlatır.

Şehire indiklerinde gördüklerinden çok etkilenirler. Şaşkınlıkla binaları, otomobilleri, sokaktaki kadınları seyrederler. Daha sonra gördükleri kişilere sora sora hemşerilerinin fabrikasını bulurlar. Hemşerilerinin çok zengin olduğunu, çok işçi çalıştırdığını, kendisi ile görüşmenin mümkün olmadığını anlarlar. Görüşmenin bir yolunu bulmaları lazımdır. Çeşitli yollar denerler, sonuç alamazlar. Görevlileri bir türlü aşamazlar. Sonunda kendilerini fabrikaya yaklaşmakta olan hemşerilerinin özel otomobilinin önüne atarlar ve istediklerinin sadece iş olduğunu anlatırlar. Hemşerileri üç arkadaşı içeri alır. Çırçır fabrikasında iş verir. 

Artık üç arkadaş hayallerini gerçekleştirebileceklerini düşünerek rahatlamışlardır. Irgatbaşı işlerini gösterir. Fabrikadaki makinalar, çalışan kadın ve çocukları görünce afallarlar. Irgatbaşı işin köydeki gibi kolay olmadığını ve her hafta, haftalıklarını aldıklarında ona avanta vermeleri gerektiğini anlatır. Bu fikir üç arkadaşı rahatsız etmiştir. Şehirde insanlar başkasının sırtından geçinmenin fırsatlarını kaçırmıyorlardı. Şehir köydeki gibi değildi. Önce karşı gelmek isteselerde, sonunda kabul etmek zorunda kalırlar. Fabrikada çeşitli yerlerde, çok zor şartlarda, ayrı ayrı çalışırlar ve akşamları kiraladıkları ahırda buluşurlar. Şehirdeki insanları tanımaya, anlamaya çalışırlar. Çünkü köylerindeki doğal ortam, samimiyet, insanlık, yardımlaşma ve saygı yoktur burada. Şehirde hayat başkasının cebindeki parayı kendi cebime nasıl koyarım düşüncesi üzerine kuruludur. İnsanlar bencildir.

Köyden çok farklı olan yaşam şartlarında hayallerini süsleyen gaz ocağını, analarına alacakları elbiseyi düşünerek çalışırlar. Ancak sulu kozada çalışan Köse Hasan çok kötü hastalanır. İşe gidemez duruma gelir. Arkadaşları bir süre ona baksalarda, daha fazla ücret veren bir iş bulur ve hasta arkadaşlarını bırakır giderler. Yeni işlerinde de avanta alan ustabaşına göz yumarlar. Kabullenemeselerde düzen böyleydi, başka çareleri yoktu. Yeni işleri inşaat işçiliğiydi. Bir süre sonra hasta arkadaşlarının öldüğünü duyarlar.

Pehlivan Ali sürekli kumar oynayan ustalardan birinin nikahsız karısına tutulur. Bir gün ustanın karısını alır ve kaçar. Buğday tarlasında çalışmaya başlar. Şehire geldiklerinde çok yadırgadıkları şeyleri kendileri yapmaya başlarlar. Pehlivan Ali’nin yanında götürdüğü kadına işveren göz koyar. Kadın çiftlikte kalıp, rahat etmek için işverenle birlikte olmaya başlar. Bu arada Ali pavyonlara gitmeye başlar. Bütün kazandığını orda harcar.

Buğday tarlasında ağaların ırgatlara insanlık dışı davranışlarına, kurtlu ekmek, taşlı pilav yediren, iki haftalık işi çok çalıştırmakla bir haftada bitirtmeye çalışanlara karşı mücadele veren, patoz makinasını çalıştıran ustalar işten atılır. Patoz makinasına desteleri koyma işi, fazla gündelikle Pehlivan Ali ve arkadaşlarına verilir. İşi öğrenen ve ağanın övgülerini alan Pehlivan Ali coşku ile çalışırken, yorgunluktan dengesini kaybeder ve bacağını patoz makinasına kaptırır. Bunu gören ağa kan kaybedeb Ali’yi arabasını kirletir diye arabasına alıp doktora götürmez. Kan kaybedeb Pehlivan Ali ölür. Daha önce kovulan işçiler de haksızlığı hazmedemez ve bütün yığınları ateşe verirler.

Duvar ustası İflahsızın Yusuf sıla özlemi çökünce köye dönmeye karar verir. Çok istediği gazocağı ile eşine ve çocuklarına giysi ve toka alır. Kendiside baştan aşağıya yeni giysiler giyinir. Tren garına gider. Sivas’a gidecek trenin kalkmasını beklerken, Pehlivan Ali’nin yanında çalışan bir işçiyi görür. Ali’yi sorar. Öldüğünü öğrenince çok üzülür ve köye gidip gitmemekte tereddüt eder. Çünkü Çukurova’ya gitmek için arkadaşlarını kendisi ikna etmişti. Şimdi onlar ölmüştü. Fakat böyle olmasını kendisi istememişti. Trene bindi. Sivas’a, ordanda köyüne gitti. Eşi ve çocukları çok sevindi. Köse Hasan’ın karısı ve Pehlivan Ali’nin anası onların neden gelmediğini sormaya geldiklerinde sevinci üzüntü olmuştur. 

Köydeki yaşam ne kadar sade, samimi ise şehirde bunların tam tersidir. Şehir acımasızdır, ilişkiler çıkar üzerine kurulmuştur, insanlar bencildir. Bunu yaşam onlara çok pahalıya, canları pahasına öğretti. Köyden çıkarken bunları nereden bileceklerdi. Ne yazıktır ki üç arkadaşın sadece birisi köyüne dönebilmişti.

Budala (Fyodor Dostoyevsky) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : BUDALA

KİTABIN YAZARI : DOSTOYEVSKİ

KİTABIN KONUSU :

Romanın kahramanı Prens Mışkin, saralıdır. Tedavi gördüğü İsviçre'den döndüğünde elindeki giysi çıkınından başka hiçbir şeyi yoktur. Yaşamı kendi iç dünyasını seyre dalmakla geçmektedir. İnsanlarla her türlü alışverişten arınmıştır. Budalalık derecesinde iyi olan Prens Mışkin, tam bir ermiş kişidir, sevmekten başka bir şey gelmez elinden. Müthiş bir zeka sahibidir. Çevresindekiler, onu her zaman yadırgarlar, ama onsuz da edemezler. Kendisi de saralı olan Dostoyevski, romanının kahramanına kendi kişiliğinden pek çok şey koymuştur. Prens Mışkin'in anıları, aslında Dostoyevski'nin anılarıdır. Prens Mıskin'in romanının bir yerinde anlattığı, siyasal görüşlerinden dolayı kurşuna dizilme cezası alan bir adamın öyküsü, aslında Dostoyevski'nin başından geçmiş bir olaydır. Bir tutku romanı olan Budala, Dostoyevski'nin yazdığı ilk büyük aşk romanıdır.

KİTABIN ÖZETİ :

Hasta prens Mişkin Rusya’dan İsviçre’ye Şnayder adlı bir doktorun kliniğine yollanır. Prens çok acı çeken bir insandır ve ara sıra hastalığıyla ilgili nöbetler geçirmektedir. Nöbet geçirdikten sonra budalalaşır ve afallar. Çocukları çok seven prens köydeki çocukların kalbini kazanmasıyla iyileşme sürecini de hızlandırır.

Köydeki yoksul bir kızla ilgilenmesinden dolayı da çevresi tarafından ayıplanmaktadır. Nedeni ise kızın annesinin ölümünden sonra lanetlenmiş olmasıdır. İsviçrede üç sene kalan prens bir çok acılarla Rusya’ya döner ve soyunun son bireyiyle tanışmak için atılımlarda bulunur. Onunla tanışması aynı evde yaşayan Ganya ile tanışmasına da vesile olur. Ganya prense Nastasya’nın portresini gösterir ve prens artık Nastasya’ya çoktan vurulmuştur. Onu her ne pahasına olursa olsun aramaya başlar ve sonunda da bulur ve evlenme teklif eder. 

Buhranlı bir dönemde olan Nastasya bu teklifi kabul eder gibi yapıp reddeder ve Rogo Jin adındaki biriyle evlenmeye karar verir. Bu evlilikten sonra tekrar Mişkin’e kaçan Nastasya daha fazla dayanamayarak tekrar geri döner.

Hala Moskova’da bulunan Mişkin Nastasya’yı aramak için Petersburg’a gelir. Prens Mişkin Nastasya’yı aradığını bir sır gibi saklamaktadır. Bu günlerde Prens Mişkin bazı özel günlerde evinde partiler verir ve bu partilere de kitabındaki bütün kahramanları çağırır. Bu kişilerden Aglea adındaki kadın ise Prensi deliler gibi sevmektedir ve ona “Yoksul Şövalye” gibi imalarda bulunmaktadır. Bunları ise mektuplarında sık sık dile getirmektedir. 

Sonunda Aglea ile Prens Mişkin nişanlanmaya karar verirler. Böylece Prens ikinci kez Ganya’nın sevdiği kadını elinden alır. Ancak bu nişandan da vazgeçen Mişkin Nastasya ile evlenmeye karar verir. Ancak aynı zamanda Aglea’yı çok sevdiğini de bilmektedir. Nastasya ile evlenecekleri sırada Rogo Jin gelir ve Nastasya’yı sessizce alır gider. Mişkin bunu sakince karşılar ve birşey diyemez. Rogo Jin Nastasya’yı Petersburg’ta öldürür ve bunu da Prens gelince öğrenir ve tekrar krize girerek budalalaşır. En sonunda Şnayder’in kliniğine gönderilir. Aglea ise Polonyalı bir Coutla evlenir. Rogo Jin ise 15 yıllığına İsviçre’ye sürülmüştür.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :

Rus edebiyatının en büyüklerinden olan Dostovyevski, 1821 Moskova doğumludur. Orta sınıf bir aileden gelen yazarın babası, yoksullar hastanesinde cerrahtı. Dostovyevski ilk eğitimini ailesinden aldı. Romanlarının tümünde, ailesinin çektiği sıkıntıların ve tanık oldukları yoksulluğun etkisi görülebilir. Çok çalkantılı geçmiştir Dostovyevski’nin hayatı. 17 yaşında askeri akademiye girmiş ama oradaki katı disipline uyamayıp ayrılmış, Norodniklerin siyasi görüşlerini benimsemiş, 1849’da idama mahkum edilmiş ve tam idam sehpasında öğrenmiştir cezasının sürgüne çevrildiğini. Ölümün kıyısından dönen ve Sibirya’daki sürgün yaşantısında zor günler geçiren Dostovyevski’nin siyasi görüşlerinin temelden farklılaştığını söyleyebiliriz. Kişiliğini derinden etkileyen epilepsi nöbetlerinin sıklaşması da bu tarihte başlar. Artık mistik bir dünya görüşü egemendir Dostovyevski’nin metinlerinde.

Bugün dünyanın en çok satan yazarları arasında olan Dostovyevski, 1881 yılında geçim sıkıntıları içinde hayata veda etti.

Doğu Ekspresinde Cinayet (Agatha Christie) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : Doğu Ekspresinde Cinayet

KİTABIN YAZARI : Agatha Christie

KİTABIN ÖZETİ :

Cinayete kurban olan kişi, Bay Rachett adıyla anılmaktadır. Ve daha sonra gerçek adının Cassetti olduğu ortaya çıkacaktır. Kendisinin öldürüleceğinin farkına varmış ve korunması için aynı trende bulunan dedektif Poirot’a yirmibin dolar teklif etmiş, fakat Bay Poirot adamın tehlikeli biri olabileceğini dedektiflik içgüdüsünün de yardımıyla sezinleyerek kabul etmemiştir.

Cassetti’nin öldürülme sebebi, daha önce çocuk kaçırma olaylarına karışmış olmasıdır. En son ise Amerika’nın tanınmış ailelerinden Armstrong’ların kızını kaçırmış ve fidye istemiştir. Daha sonra ise de çocuğu öldürmüştür.

Cinayetin aydınlatılma işini Ekspresin müdürlerinden olan Bay Bouc, Poirat’a teklif eder. O da bunu kabul eder ve ipuçlarını o anda trende bulunan doktoru da yanlarına alarak, üçü araştırmaya başlarlar. Cinayeti ortaya çıkarabilecek dört ipucu bulunur.

Bunlar bir kondüktör elbisesi düğmesi, bir pipo temizleyici, üzerinde H harfi bulunan değerli bir mendil ve cinayetin saatini bulmalarına yardımcı olabilecek 01:15’i gösteren durmuş saat, doktor da yaptığı incelemeler sonucunda cinayetin 00:00 ile 02:00 arasında işlenmiş olduğunu ortaya koyar.

Şimdi bir de trende bulunan yolculara göz atalım: Albay Arbuthnot Hindistan’daki görevini bitirerek İngiltere’ye dönmekte, daha sonra aralarında bir ilişki anlaşılan Mary Debenham ise, 25 yaşlarında mürebbiyelik yapan biridir. Mac Queen Rachett’in sekreteri, Prenses Natalia Dragomiroff, yaşlı, soğukkanlı ve son derece çirkin olmasına rağmen güçlü bir kişiliğe sahiptir. Caroline Hubbard, hep kızından bahseden orta yaşlı geveze bir kadın, Masterman ise Rachett’ın uşağıdır. Michel yıllardan beri aynı hatta çalışan kondüktördür. Trende seyahat eden 13 yolcudan diğer altısının isimleri ise, Greta Ohlsson, Kont ve Kontes Andrenyi, Cyrus Hardman, Foscarelli, ve Hildegarde Schmidt’tir.

Delilleri incelemeye ve tanıkları dinlemeye başlayan üçlü, ipuçlarını yavaş yavaş çözerek sonuca ulaşmaya başlarlar. Bu süreçte İstanbul Calais vagonundaki yolcuları tek tek sorgular, cinayetin işlendiği gece koridorlarda gezen kırmızı kimonolu bir kadın saptanır. Cinayeti iki kişinin işlediği kanısına varırlar. Bunun sebebi cesedin üzerindeki bıçak yaralarının fasılalarla açıldığıdır. Tariflere göre cinayeti işleyen esmer, kısa boylu, zayıf ve ince kadın sesli biridir. Bu da cinayeti biri kadın biri erkek iki kişinin işlediği kanısını ortaya koyar.

Cesette on iki adet yara bulunmakta, vagondaki tek pipo içicisinin Albay Arbuthnot olduğu anlaşılır. Düğmelerin bulunduğu üniformayı ise sadece kondüktör giymektedir. Trende H harfiyle başlayan isme sahip biri de bulunmamakta, tüm kapıları kilitli olan trene dışarıdan yolcu binmediğine göre, katil vagonun içerisindedir. İçerideki on üç kişiden biridir ama hangisi?

Kitabın bundan sonraki bölümleri daha da ilginç ve sürükleyicidir. Hercule Poirot hemen her yolcunun bu cinayeti işleyebileceği ihtimaline karşın olanca titizliğiyle onları dinlemeye devam eder. Her birinin cinayeti nasıl ve ne amaçla yapabileceklerini kurgular; ancak hiçbirinin bu işi yapmamış olduklarına dair veriler de mevcuttur. Dışarıdan biri de vagona binmediğine göre bu cinayeti kim planlanmış ve yapmıştır?

Kitap oldukça ilginiç ve akla gelmeyecek bir biçimde sonlanır. Poirot ince zekası sayesinde cinayeti çözmüş, en son vagondaki tüm yolcuları yemek salonuna toplar ve cinayeti açıklar. İki ihtimal vardır, birincisini salondakilere anlattığında yolcular bunu fazla inandırıcı bulmaz. İkinci ihtimal ise doğru senaryodur. Fakat bu da yolculardan hiçbirinin işine gelmez.

Her zaman gerçekler doğru olanı ya da olması gerekeni ortaya koymamakta, veya bazı işler öyle olması gerektiği için olmuştur. Birinci ihtimalin tüm yolcular, dedektif, ekspresin müdürü ve doktor tarafından kabul edilmiş olmasının sebebi budur.

Fareler ve İnsanlar (John STEINBECK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI: Fareler ve İnsanlar

KİTABIN YAZARI: John STEINBECK

KİTABIN ÖZETİ:


George ve Lennie çiftliklerde dolaşarak işçilik eden iki arkadaştır. George ufak tefek, canlı, yanık tenli, keskin bakışlı bir adamdır. Lennie ise iri bir insandır. Ölgün gözler düşük ama geniş mi geniş omuzlara sahiptir. George ve Lennie iki zıt kutup oldukları halde aralarında büyük bir dostluk vardır. Bu büyük dostlukta, birlikte hep çalışarak çiftlik ararlarken kat ettikleri yollar boyunca kendini göstermiştir. Birbirlerine çok bağlanmışlardır.

George akıllıdır, işini bilir. Tabiatı sever. Lennie ise dev kuvvetine sahiptir. Fakat ruhen çocuktur. Halleri davranışları çocukçadır, aptalcadır. Lennie’nin yumuşak bulduğu her şeyi okşama alışkanlığı vardır. 



Bu ikisi Soledad kasabasının çiftliğinden bir iş haberi alırlar ve hemen yola koyulurlar. Oraya vardıklarında bu çiftliğin patronu bunları pekte iyi karşılamaz. Patronla kalmayıp birde patronun oğlu çıkar başlarına dert. Kendisi ufak tefek olduğundan Lennie gibi iri vücutlu insanlara gıcık kapar ve bu tip insanları hiç sevmez. Adamın adı Curley’dir. Ama bu Curley’nin başında da bir dert vardır. Yeni evlendiği karısı. Çiftlikte fingirdemediği adam kalmadı derler onun için ve gözünü yeni gelen George ve Lennie’ye dikmiştir. 

Çiftlikteki en iyi arkadaşları Slim’dir. Çiftliğin bunağı ise Candy denilen bir eli bileğinden kesilmiş olan bazıları için işe yaramayan yaşlı bir adamdır. George ve Lennie’nin planları bu çiftlikte bir ay çalışıp kendilerine bir çiftlik satın almaktır. Tabii Candy’i ve Candy’nin biriktirdiği parasını yanların alarak.

Üç kişinin hayali kendi topraklarını işlemek, kimsenin emri altına girmemektir. Lennie’nin tek isteği ise evlerindeki tavşanlara kendisi bakmak istemesidir. Çiftlikte birde seyis vardır. Ama zenci olduğu için diğer çalışanlar tarafından dışlanıyordur. 

Çiftlikte akşamüstü iş bittikten sonra nal oyunu oynanır. Milletin tek eğlencesi bu oyundur. O sırada Lennie samanlıkta Slim’in ona verdiği köpekle oynuyordur. Ama daha önce fareyi severken öldürdüğü gibi bu köpek yavrusunuda oracıkta aşırı sevmekten öldürmüştür. 

Daha sonra Lennie’nin yanına Curley’nin fingirdek karısı gelir. Lennie kadınla biraz konuştuktan sonra kadın aynen “benim saçımda yumuşaktır gel benimkini de okşa” demiştir. Lennie tuttuğu saçı bırakmadığı için kadın korkuya kapılmıştır ve çığlıklar atarak samanlığı ayağa kaldırır. Lennie’de buna sinirlenerek kadının ağzını kapatır ve onu nefessizlikten öldürür. Oradan hızlıca kaçar. Bunun üzerine çiftlikteki herkes başta Curley olmak üzere Lennie’yi aramaya çıkarlar. Lennie ise daha önceden başlarına bir olay gelirse George ile anlaştıkları çalılıkların arkasına kaçmıştır. George Lennie’yi buldukları yerde öldüreceklerini bilmektedir. 

Lennie çocuk ruhlu olduğu için kendini savunması çok zordur. George kahrolurken Lennie’nin saklandığı yere gelmiştir bile. Lennie elindeki küçük ölü köpek yavrusuyla onu beklemektedir. George Lennie’nin arkasına ona hüzünlü hüzünlü bakar. Lennie sahip olacakları evi ve bakacağı tavşanları hayal ederken bir el silah sesi duyulur. Curley ve çalışanlar yanlarına geldikleri zaman Lennie’yi yerde ölü olarak yattığını görürler ve George’a aptal aptal bakarlar. George olayın etkisinden kurtulamaz ve teselli için Slim’le birlikte olay yerinden uzaklaşırlar.

KARAKTERLER:

George: Çiftliklerde işçi olarak çalışan işçi Lennie’nin en yakın arkadaşı. Zeki biri.

Lennie: George’un en iyi dostu o da hayatını çalışarak kazanıyor. Çok güzçlü fakat zekası anacak bir çocuk kadar.

Candy: Tek kolu olmayan çiftliğin en yaşlısı olan kimse

Slim: Çalışanlar arasında sözünü geçiren tek kimse

Whit: Çiftlikte çalışan kısa boylu kişilik

Curley: Çiftlik patronunun kendini beğenmiş oğlu

Crooks: Zenci seyis. Zenci olduğu için diğerleri tarafından dışlanıyor

Carlson: Çiftliklerde çalışan işçilerden biri

Clara Teyze:
Lennie’yi küçüklüğünden itibaren büyüten kimse.



YAZAR HAKKINDA BİLGİ: 

JOHN (ERNST) STEINBECK : 27 Şubat 1902, 20 Aralık 1968, New York Kenti, ABD

1962 Nobel Edebiyat Ödülü’nü olan ABD’li romancı,Büyük Bunalım yıllarında geçen göçmen tarım işçilerinin kötü yaşam koşullarını anlattığı The Grapes of Wroth (1939, Gazap Üzümleri,1948,1986)adlı romanıyla ünlüdür.

1920-26 arasında aralıklı olarak California’daki Standford Üniversitesi’ne devam etti, ama mezun olamadı. Kitaplarıyla başarıya ulaşmadan önce işçi olarak çalışırken yazmayı sürdürdü. Bu sırada edindiği deneyimler yapıtlarında işçilerin yaşamlarını gerçekçi biçimde anlatabilmesinde önemli rol oynadı. Geniş okur kitlesince beğenilen ilk yapıtı, Meksika asıllı Amerikalıları sevecen bir bakışla anlattığı Tortilla Flat’ti (1935;Kenar Mahalle, 1944,1968/ Yukarı Mahalle,1951,1984). Bu kitabındaki sevecen Mizah, sonraki romanı In Dubious Battle’da(1936;Bitmeyen Kavga,!949,1985) yerini keskin, uzlaşmaz bir bakışa bıraktı. Bu romanında Steinbeck tarım işçilerinin grevini ve greve önderlik eden iki Marksisti anlatıyordu. Yayımlandığı yıl oyunlaştırılan ve filme alınan kısa romanı Of Mice and Men (1937,Fareler ve İnsanlara Dair, 1945/Fareler ve İnsanlar Üzerine,1967/ Fareler ve İnsanlar,1951,1988) ise iki göçmen işçi arasındaki garip, karmaşık ilişkinin trajik öyküsüydü. Pulitzer Ödülü’nü kazanan Gazap Üzümleri de 1940’ta sinemaya aktarıldı. Romanda Steinbeck, Oklohoma Dust Bowl’dan California’ya göç eden yoksul bir aileyi ve onları sömüren acımasız tarım ekonomisini anlatıyordu.

Steinbeck’in önü daha çok 1930’larda yazdığı işçilerin yaşamını anlatan doğalcı romanlardan kaynaklanır. Bu romanlarda zengin simgesel yapılar kurmuş arketip olarak nitelendirilebilecek efsanevi karakterler.

Fareler ve İnsanlar (John STEINBECK) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Don Kişot (Miguel de Cervantes Saavedra) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI: DON KİŞOT

KİTABIN YAZARI: Miguel de Cervantes Saavedra

KİTAP ÖZETİ:

İspanya, Meça Kenti’nin köylerinden biride elli yaşlarında soylu bir adam yaşardı. Bu adam boş zamanlarını şövalye romanları okuyarak geçirirdi. Bu onda öyle bir tutku haline gelmişti ki kendini okuduğu romanlarda anlatılan “gezici şövalye” olarak görmeye başlamıştı. 

Artık o, evinde oturamazdı, romanlarda olduğu gibi zırhını ve silahlarını alıp serüvenden serüvene koşmalıydı. Fakat bir eksiği vardı, okuduğu romanlarda her şövalyenin yaptığı kahramanlıkları adadığı bir prensesi olurdu. Prenses olarak kendi köyünde yaşayan ve çok güzel bir kız olan Aldonz Lorence’yi seçtikten sonra yola koyuldu. Yolda kendisinin şövalye ilan ettirmediğini hatırladı, bu yüzden yolda gördüğü ilk kişiye kendini şövalye ilan ettirecekti. Biraz daha yol aldıktan sonra bir han gördü, bu hanı bir şatoya benzetti, içindede kendini şövalye ilan edecek bir soylunun yaşadığını düşündü. Hancı Don Kişot’u ilk gördüğünde onun nasıl bir insan olduğunu ve onun suyuna gitmeyi kendisi için uygun olacağını düşündü ve Don Kişot’un isteğini geri çevirmedi. Sabaha karşı uydurma bir tören düzenleyip Don Kişot’u şövalye ilan ettiler. Hancı şövalyeye iyi bir şövalyenin parasının ve bir seyisinin olmasını gerektiğini söyler. Buna inan Don Kişot köyüne dünüp biraz para ve birde seyis bulmaya karar verir. 

Dönüş yolunda bir grup tüccarla karşılaşır ve onları duelloya davet eder. Düello esnasında atından düşen sövalye birde dayak yer. Olaydan sonra oradan geçmekte olan bir köylü tarafından bulunur ve köyüne getirilir. Köye döndüğünde ailesi onu bu işten vaz geçirmeye çalışsada o gezici şövalye olmaya kararlıdır. Yanına kendi köyünde yaşayan Sanşo Panza bir delikanlıyı seyis olarak almak ister. Delikanlıyı ikna ettikten sonra sabah erkenden yola koyulurlar. Bir süre yol aldıktan sonra bir ovaya vardılar. Burada birçok yel değirmeni vardır ve Don Kişot bunları dev sanarak üzerlerine yürümeye başlar, seyisinin tüm engellemelerine rağmen vazgeçmez atını tüm gücüyle en yakındaki yel değirmenine sürmeye başlar. Hayali bir deve saldıran şövalye yel değirmenin kanadına takılarak yirmi metre ileri fırlar. 

Don Kişot kendine geldikten sonra tekrar yola Lapice limanına doğru yola çıkarlar. Yolculuk sırasında kendileri yorgun hisseden çift biraz mola verirler. Bu sırada bir grup katırcının Don Kişot’un atının eğerini ve Sanşo Panza’nın eşeğinin yüklerini çalmaya çalıştığını geçte olsa fark ederler ve katırcılarla kavga eden Don ve Sanço kavgadan bir hayli kötü durumda çıkarlar.

Zor da olsa kendilerini bir hana atarlar, içeriye perişan halde girdiklerini gören hancı, karısı ve kızı onlara yardım ederler yaralarını sararlar. Birkaç gün sonra handan ayrılı ve yeniden yola koyulurlar.

Yolculuk sırasında yolun karşısından kendilerine doğru gelen bir atlı görürler. Atlının başındaki gümüş tası Mambrrinin büyülü miğferi sanır ve adama saldırır adam canını kurtarmak için her şeyini bırakır ve kaçar. Aslında adam bir berber ve kafasındaki tasta yağmurdan korumak için taktığı bir traş tasıydı. Sonra yeniden yola koyulurlar.
Yolculuk sırasında bir kalabalık gördüler ve bu kişiler zincirlerle birlerine bağlı idiler Sanço bunların birer şuçlu olduklarını anladı ve efendisini bu adamlardan uzak durması konusunda uyardı fakat Don Kişot gezici şövalyenin görevleri arsında bu durumdaki kişileri kurtarmak ta olduğunu savunarak onların yanlarına gitti. Onlara eşlik eden şövalyelere saldırarak suçluların serbest kalmasını sağladı. Buna karşılık olarak Don Kişot suçluları prensesi ilan ettiği Aldonz Lorence’ya göndermek isteyince mahkumlar Don Kişotu taşlarlar ve hepsi kendi yoluna gider.

Kara Dağa doğru yola koyulan kahramanlarımız oraya vardıkların birkaç gün dinlemeye karara veriler. Burada Don Kişot’un aklına dünya şövalyelerinin en kahramanı olan Aamadis de Gaules’ün yaptığını yapıp, tuhaf delilikler yapıp, çile çekecek ve onları prensesine adayacaktı. Prensesin bunlardan haberdar olması içinde seyisiyle bir mektup yazıp ona gönderdi. Seyis bir hanın yanından geçerken köylüsü olan papaz ve berberi gördü, papaz ve berber Don Kişotu gezici şövalyelikten vaz geçirmek istiyorlardı. Sançodan Don Kişotun yerini öğrenip bir plan yaparak Don Kişotu yeniden köyüne götürdüler. Fakat Don Kişot ve seyisinin bu işten vazgeçmeye niyetleri yoktur. Bir plan yaparak evden kaçmayı başarırlar. Bu kaçışa sinirlenen Don Kişotun ailesi ve arkadaşlar berber ve papaz bu kaçıştan Sançoyu sorumlu tutmaktadırlar. Don Kişotu eve getire bilmek için tekrar plan yaparlar. Bu sefer berber bir gezici şövalye kılığına girip Don Kiştu yenicek ve şartlarını ona kabul ettirecektir. Fakat işler umduğu gibi gitmez ve dövüşü kayıp eder, bunun sonucunda berber Don Kişotun şartlarını kabule etmek zorunda kalır.

Don Kişot Saragosa doğru yola çıkar. Saragos yolunda kocaman ve üzerinde renk renk bayraklar olan bir yük arabasını durduran Don Kişot onun krala altın götürdüğünü sanmaktadır. Abracıyı sorgular. Abracı arabadaki kafesin içinde iki Afrika aslanı bulunduğunu söyler. Don Kişot a göre bu Fresto adında bir büyücünü işidir ve bu yüzden aslanlar savaşma ister. Abracıya zorla aslan kafeslerinin kapısını açtırır. Arabanın etrafında aslan bakıcısından başka kimse kalmamıştır. Bakıcının kapıları açmasına rağmen aslanlar dışarı çıkmak istemez. Don Kişot asların kendiden korktuğunu düşünür ve kapıların kapatılmasına izin verir.

Aslan serüveninden sonra Don Kişot bir köy düğününe katılır. Düğünde ters giden olayları düzeltir. İki sevenin birbirine kavuşmasını sağlar. Daha sonra Saragosa doğru yola koyulurlar.

Saragosa doğru ilerlerken yolları Dük ve Düşeşle kesişir. Dük ve Düşeş onların komik öykülerini duymuşlar, şakayı ve eğlenceyi seven bu insanlar. Bunları ağırlamak bu soyluların tek düze yaşantısında bir değişiklik yapacaktır diye düşünürler. Onlara gerçek Şövalye ve dünyanın en üstün seyisi muamelesi göstererek eğleneceklerdi. Don Kişot ve Sanço şato da misafir edildi şato halkı da bu eğlencelere katıldı. Sanço bir yere vali olmayı çok isteyen biriydi. Bunu öğrenen Dük Sançoya bir oyun oynayarak onu bir yere vali olarak atadı. Don Kişot ve Sançonun yolları burada ayrılmıştı. Sanço’nun geçici valiliğinden hemen herkes memnundu . Etrafındakiler bir köylünün bu kadar akıllı, sağ duyu sahibi olmasına hayrandı, emir ve önlemler çok akıllıca idi. Dük bile valinin ipe sapa gelmez işlerine gülsede çoğu zaman Sanço’yu övmek durumunda kalıyordu. Bazıları ise artık bu oyununu bitmesini istiyordu. Bu geclerden birinde vali Sanço dinlenmeye çekildiğinde, olağan dışı sesler duyan Sanço yaşadığı olaylı geceden sonra, işiden iğrendi. Oyunu tertipleyenler. İşi bu kadar ileri götürdüklerinden dolayı pişman olmuşlardı. Sanço olaylı gecenin sonunda eşeğini alarak valilikten vazgeçip köyünün yolunu tuttu.

Valiliğin sorunlarının eşeğinin yanında Don Kişot’un dostluğunun yanında kıymeti olmadığını anlamıştı. Şuanda efendisi ne yapıyordu acaba?

Sanço sonunda şatoda yaşadıklarının hatırladıkça Dük ve çevresindekilerin onlarla alay ettiklerini fark ediyordu.

Don Kişot’tan ayrıldığına çok pişmandı. Onu dünya zenginliklerine feda ettiğini düşündü. Onun yüzüne nasıl bakacaktı. Bu düşüncelerle ilerlerken eşeği ile beraber bir kuyuya düştü. Akşama kadar uğraştı kuyudan çıkamadı. Dışarıdan bir gürültü işitti, yardım istedi. Gelen Don Kişot’tu. Epey uğraştıktan sonra Don Kişot Sanço’yu kuyudan çıkarttı. İkisi birlikte uğraşıp Sanço’nun eşeğini de çıkartılar.

Don Kişot’ta Dük’ün kendisi ile alay ettiğinin fark edip şatodan ayrılmıştı. Beraber yeni serüvenlere doğru kucak açarak Barselona’ya doğru yöneldiler. Sonunda Barselona’nın surlarına vardılar. Bir sabah sahilde seyisi ile gezinen Don Kişot kendi gibi zırhlı bir şövalye ile karşılaştı. Adam beyaz ay şövalyesi olduğunu söyledi ve çarpışmaya karar verdiler. Bu sırada oradan geçen Barcelon’a valisi onları en doğrusu cirit oyunu düzenlemek olduğunu söyledi. 

Beyaz Ay şövalyesi Don Kişot’u yenerek, Don Kişot’tan 1 yıl boyunca şatosuna çekilmesini istedi. Don Kişot kabul etti. Beyaz Ay şovalyesi aslında Don Kişotun dostu berber idi.

Köylerine dönerler iken Don Kişot şatosunu gördüğünde “Bütün yaptıklarımın delilik olduğunu anladım. Benimle alay ettiklerini şimdi anlıyorum.” dedi ve özür diledi. 

Don Kişot şatosunu döndüğü günden beri hasta idi ve günden güne eriyordu. Don Kişot bir gün papaz ve berberle konuşup Allah’ın ona aklını yeniden bağışladığını ve artık Don Kişot olmadığını söyledi. Şövalye öykülerine inanmadığını belirtti. Bir süre sonra herkesi toplayıp notere son arzularını yazdırdı. Bu günün akşam saatlerinde huzurlu ve sakindi. Şatonun yakınındaki bir çalılıkta karatavukların sesi, gürgen dalında öten güvercinin sesi duyuluyordu. Don Kişot dünyadan gelen bu selama gülümsedi sonra ruhunu vefat etti.

İnce Memed (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : İnce Memed

KİTABIN YAZARI : Yaşar Kemal

KİTABIN KONUSU :


Anadolu halkının geri kalmışlığı, cahil bırakılmışlığı ve köy hayatının sefaleti.

KİTABIN ÖZETİ :

Toroslar’dan Akdeniz’e uzanan Dikenliözü’ndeki beş köyden birisi Değirmenoluk’tur. Bu köyün insanları köylerinden dışarıya çıkmazlar. Onun için buraların kendine has kanun ve töreleri vardır. Bu kanun ve töreleri Abdi Ağa koyar ve uygular. Dışarıdan kimse gelmez ve karışmaz.

Köyün yağız delikanlılarından Memed günlerdir Abdi Ağa’nın tarlasını sürmektedir. Artık dayanamayacağını anlayınca herşeyi bırakıp Kemse Köyü’ne gider ve Süleyman’a sığınır. Memed’in bu yaptığı aslında bütün köy ahalisinin hayalidir. Memed kışı Kesme Köyü’nde geçirir. Anasını ve köyünü özlemiş olmasına rağmen dönmemekte kararlıdır. Bir gün köyden bir tanıdık onu görür ve bu haberi hemen Abdi Ağa’ya yetiştirir. Bunu öğrenen Abdi Ağa Süleyman’ın kapısına dikilir ve Memed alıp köye götürür. O yaz Memed hasatı yapar ve Abdi Ağa’nın topraklarını sürer. Abdi Ağa ise ceza olarak ona hasatın beşte birini verir. O kış Memed ve anası çok zorluk çekerler. 

Memed arkadaşı Mustafa ile ilk defa kasabaya giderler. Yolda iyi, mert bir eşkiya olan ve hayranlık duydukları Kara Ahmet’le karşılaşırlar. Kasabadaki yaşam Memed’i çok etkiler. Ağaların olmadığı herkesin hür olduğu bu hayat özlemiyle Memed sevgilisi Hatçe’yi kaçırmak için köye gider ve barber kaçarlar. Abdi Ağa’nın yeğeninin nişanlısı olan Hatçe ile Memed’in kaçmalarının ardından Ağa’nın adamları ve yeğeni onları yakalamak için izlerini sürerler. Nitekim bulurlar. Aralarında çatışma çıkar. Abdi Ağa’nın yeğeni ölür, Memed yaralanır ve kaçar. Hatçe ise yakalanır. Memed’in sığınacak bir yeri olmadığı için Deli Durdu denilen bir eşkiyanın çetesine sığınır. Çetenin yaptığı haksızlıkları gören Memed, Deli Durdu’dan nefret eder. 

Bu sırada Abdi Ağa Hatçe’yi cezalandırmak için ona bir tuzak kurar. Yeğenini Hatçe’nin öldürdüğüne jandarmaları ikna eder ve Hatçe hapishaneye düşer.
 
Eşkiyalığa iyice alışan Memed zulmetmeye dayanamaz ve çeteden ayrılıp yeni dostlar bulur ve onlarla gezmeye başlar. Bir gece köye geldiğinde anasının öldüğünü duyar ve Hatçe’nin başına gelenleri öğrenir. Ardından Abdi Ağa’nın izini sürmeye başlar.
Bu arada Abdi Ağa Memed’i ortadan kaldırmak için bir tuzak kurar. Memed ise kasabada Hatçe’yi bulur ve bir yolunu bulup onu ve arkadaşını hapishaneden kaçırmayı başarır. Köylüleri de Abdi Ağa’ya karşı gelmeleri konusunda yüreklendirir. O kış köylüler Abdi Ağa’ya hasatlarından bir buğday tanesi bile vermezler.

Abdi Ağa Ankara’ya telgraf çeker ve Memed’in gizlendiği yeri ihbar eder. Jandarmalar Memed’i kıstırırlar. Aralarında çatışma çıkar. Tam bu sırada Hatçe doğum yapar. Memed eşi ve çocuğu için teslim olur fakat bu esnada Hatçe vurulur. Memed’in dünyası yıkılır. O sırada çıkan afla serbest kalır. Doğan çocuğunu Hatçe’nin hapishane arkadaşı alır ve Gaziantep’in bir köyüne götürür.

Olaylardan Abdi Ağa’yı sorumlu tutan Memed köye gelir ve Abdi Ağa’yı vurur. Bu duruma sevinen köylü bayram eder. Memed ise atını dağlara doğru sürer ve o günden sonra Memed’den haber alınmaz. 

O gün bu gündür Dikenlidüzü Köylüleri, çift koşmadan önce çakırdikenleri ateşe verirler. İşte tam o günlerde Alidağ’ın doruğunda bir top ışık patlar, üç gün üç gece yanar durur.

KİTABIN ANA FİKRİ : 

En yüksek makamlarda bile olsak kimseye haksızlık etmeye hakkımız yoktur.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (Peyami Safa) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU

KİTABIN YAZARI : PEYAMİ SAFA

KİTABIN KONUSU:
Çocukluğundan beri bacağından rahatsız olan ve kimseyi dinlemeyen birisinin, hayaller peşinde koşarken başından geçen olaylar.

KİTABIN ÖZETİ:
Küçüklüğünden beri çektiği hastalık onu hastahanelerden tiksindirmiştir. Fakat durumu ciddiyetini korumaktadır. Annesi ile kenar mahallelerin birinde virane ahşap bir evde yaşamaktadır. 

Bir gün ameliyat olması gerektiğini öğrenip hastahaneden döndüğünde evde annesini bulamaz ama odanın halinden annesinin şiddetli bir baş ağrısı geçirdiğini anlar. O sırada annesi gelir. Annesini üzmemek için ona gerçekleri anlatmaz. Kendi doktoruna gidip ona gözükmesi gerektiğini söyler. Annesi Erenköy'e gideceğini öğrenince paşanın da onu merak ettiğini söyler. Ertesi gün önce paşaya gider. Paşa ilk olarak sağlık durumunun nasıl olduğunu sorar. Kaçamak cevaplar vererek olayı geçiştirir. 

Daha sonra odaya Nüzhet gelir, getirmesini istediği kitapları alır. Kızı gidince paşa bir de doktor Ragıp Bey’ e görünmesini tavsiye eder. Paşanın uzaktan akrabası olan yazar küçük yaşlardan beri onunla konuşur, ona kitap okur. O akşam yine bir roman okumaktadır fakat paşa uyuyunca Nüzhet’ le birlikte beahçeye gider ve muhabbet ederler. Yazar on beş yaşında ve aralarında dört yaş olmasına rağmen Nüzhet’ i sevmektedir. Ancak onun da aynı duyguları hissetiğinden emin olmaz. Bahçede konuşurken doktor Ragıp’ ın Nüzhet’ i istediğini duyunca önce üzülür ama Nüzhet oralı olmayınca, duyduğu şüpheye rağmen keyfi yerine gelir. Daha sonra Nüzhet annesinin isteği üzerine uyumaya gider ve yazar da kendine olan tüm güvenini kaybeder. 

Hastalığı onu normal yaşından çok daha olgun davranmaya sevk etmiştir. Doktorun ikazlarına rağmen baston kullanmayan yazar o gece yatakta yorgun ve acı içinde kıvranmaktadır. Henüz uyumadan Nüzhet yazarın evine uğrar ve uyuyamadığını bahane ederek tekrar koyu bir muhabbete başlarlar. Ertesi gün yazar erkenden doktara gideceğinden Nüzhet onun uyumasını ister. Fakat yazar ona karşı olan zaafiyetini daha fazla saklayamaz, onu kendisine çekip bir kere öper ve Nüzhet şaşkınlık içerisinde koşarak eve gider. 

Sabah olunca yazar Kadıköye gider ve paşanın istediği kitapları alır ve sonra da annesine bir ay içerisinde gelemeyeceğini yazar. Oradan da doktara gider fakat operatörün dersi olduğundan görüşemezler. Operatörle akşama görüşebilen yazar ondan baston kullanması ve iyi yemesi ve dinlenmesi konusunda uyarı alır. İşi bitip köşke dönen yazar içeriye girdiğinde kendisinden gizli birşey konuşulduğunu anlar ve üzüntü içerisinde bahçeye oturmaya çıkar. Daha sonra Nüzhet gelir ve yazar içeri girdiğinde annesinin dolabın arkasında çıplak olduğunu söyleyerek onu rahatlatır. Fakat akşam Nurefşan ona gerçekleri yani Nüzhet ile doktor Ragıp’ın durumlarını konuştuklarını söyler. Yazar hayal kırıklığına uğrar ve Nüzhet’ in odasına konuşmaya girer. Nüzhet yine yazarı ikna eder. Daha sonra ikiside uyurlar. 

Ertesi günü Nüzhet’ le bahçede geçiren yazar Nüzhet’ le cinsel yakınlaşmalara girer. O akşam doktor Ragıp yemeğe gelir ve yazar hiç oralı olmaz. Konukları gidince Paşa yazara doktor hakkında görüşlerini sorar o da Ragıp’ ı Nüzhet’ e yakıştıramadığını söyler bunu duyan yengesi de içinden yazara karşı kin tutar. 

Bir gün yazar yengesinin Nüzhet’i mikroplara karşı uyardığını ve eşyalarımızı ayırdım dediğini duyar ve bunun üzerine evi terketme kararı alır. Ancak annesininde o gün paşalara geleceğini duyması kararını değiştirmesine neden olur. 

Hızla geçengünlerden sonra nihayet evine dönen yazarın ağrıları gün geçtikçe arttığından annesi onu fakülteye götürür. Operatör ona durmun ciddiyetini hatırlatır ve yerinden bile kıpıdamamasını ister. Evi birden kalabıklaşan yazarın yakınları onu teselli etmeye çalışır. Tekrar fakülteye gittiğinde operatör bacağın kesilmesi gerektiğini söyler fakat buna razı olmayan yazar birden bayılıverir. Bundan etkilenen operatör kasaplardan farkı olmaları gerektiğini söyleyip yazara, üç aylık bir sürede bacağını kurtarmak için hastahanete kalması gerektiğini söyler. Yazar bunu kabul etmek zorunda kalır ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşuna yatırılır. Burası ona hapishane gibi gelir ve ilk gecesi olaylı biter. Bu korkuya dayanamaz ve bütün gücüyle bağırıp çağırır. Zor geçen günlrin sonunda ameliyat günü gelir. Ameliyatı bitince yedinci pansumanda doktor bacağın kurtılduğun ancak yer basamayacağını söyler. 

Daha sonra da Nüzhet’ ten gelen karttan Paşanın hastalandığını Nüzhet’ in de doktor Ragıp’ la nikahlanacağını öğrenir. Acılar içinde geçen günlerin sonunda annesi doktor Mithat ve arkadaşı onu hastahaneden taburcu ettirirler. 

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Peyami Safa

Peyami Safa İstanbul’ da 1899 yılında doğdu. Dokuz yaşında iken sağ elinin ekleminde kemik hastalığının başlaması, on üç yaşında iken de hayatını kazanmak zorunda kalması yüzünden düzenli okul öğrenimi göremedi, kendi kendini yetiştirdi. “ Biri Yerli ve Kopanlıklar Kralı” adlı (1913) ve “ Üç Kardeş” adlı (1918) birer hikayelik iki küçük kitap çıkarıyor, Fagfur (1918) vb. gibi sanat dergilerinde hikaye çevirileri ve makaleleri yayımlanıyordu.Savaş sonunda, kardeşinin isteğiyle memurluktan ayrılıp basın hayatına atıldı. Çıkardıkları “ Yirminci Asır” adlı bir akşam gazetesinde “ Asrın Hikayeleri” genel başlığı adı altında halk için gazete hikayeleri yazdı. İlk otuz kırk tanesi imzasız yayımlanan bu hikayeler o zaman çok beğenildi; yazar devrin ileri gelen bazı sanatçıları tarafından teşvik edildi. O tarihten sonra yalnız gazetelerde çalıştı. Fıkra, makale ve roman yazarı olarak geniş bir üne ulaştı. Bu arada “ Kültür Haftası (1936) ve Türk Düşüncesi (1953-1960)” adlı iki de dergi çıkardı. 1961’ de İstanbul’ da öldü.

ESERLERİ:
Yalnızız, Fatih Harbiye, Şimşek, Bir Tereddütün Romanı, Sözde Kızlar, Mahşer.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (Peyami Safa) Kitap Sınavı Klasik Sorular ve Cevapları için tıklayınız....

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (Peyami Safa) Kitap Sınavı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Yaprak Dökümü (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : Yaprak Dökümü

KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri GÜNTEKİN

KİTABIN KONUSU: 

Gelir düzeyinin üzerinde bir yaşam sürdürmek isteyen bir ailenin dağılışıdır.

KİTABIN ÖZETİ : 

Ali Rıza Bey, şair ruhlu, içine kapanık, kendi hâlinde dürüst bir insandır. Prensipleri kendi prensipleriyle bağdaşmayan insanlarla çalışmak istemediği için şirketteki memuriyetinden istifa eder; Üsküdar'daki evine çekilir. Ali Rıza Beyin, Şevket isminde bir oğlu ile Fikret, Neclâ, Leylâ ve Ayşe adında dört kızı vardır. 

Ali Rıza Bey, işten çıktığı sırada oğlu Şevket yüksek maaşla bir bankaya memur olur; evin bütün yükü onun üzerine biner. Şevket, babası gibi iyi yetişmiş, karakterli, namuslu bir gençtir. Ailesine de son derece bağlıdır. Babasının doğruluk ve namus uğruna işten istifa etmesini uygun bulur. Buna karşılık Ali Rıza Beyin hanımı Hayriye Hanım durumdan hiç memnun kalmaz.

Bir süre sonra Şevket, Ferhunde adında hafif meşrep bir kadınla evlenir. Eğlenceye düşkün olan bu kadın, birbirinden genç, güzel ve hareketli, asrî olmaya meraklı olan Neclâ ve Leylâ'nın da karakterini bozar. Bir eğlence ve moda düşkünlüğü başlar. Evde sık sık partiler düzenlenir. Evin büyük kızı Fikret, yengesi ve kardeşleriyle anlaşamadığı ve bu durumdan hiç memnun olmadığı için en az babası kadar üzgün ve kırgındır. Hayriye Hanım, sırf kızlarına koca bulmak ümidiyle evde her değişikliğe razı olur. Şevket de olanlardan memnun kalmamasına rağmen belki de karısının tesiriyle kendisini bu hevese kaptırmıştır.

Evde gün geçtikçe itibarı düşen Ali Rıza Bey tekrar işe girmeyi düşünürse de başaramaz. Eğlenceler ve toplantılar için lüzumsuz yere para harcanan evde maddî sıkıntılar başlar; kavgalar, türlü rezaletler ve sefalet birbirini takip eder. Ali Rıza Bey, çocuklarındaki bu korkunç değişiklikler karşısındaki hayret, şaşkınlık ve acı içinde kıvranmaktadır. 

Evdeki bu anormal havaya ayak uyduramayacağını anlayan Fikret Adapazarı'na yaşlı, dul bir adama gelin gider. Böylelikle aile ağacının yapraklarından biri düşer. Ali Rıza Bey, çirkin durumlardan kurtarmak için kızlarını evlendirmeyi düşünür; fakat dürüst ve namuslu damat adayı bulamaz. Bu arada Şevket masrafları karşılamak için bankadan borç alır; sonra ödeyemez, hapse atılır. Böylece, ikinci yaprak düşer. Kocası hapisteyken Ferhunde evden kaçar. Bu üçüncü yaprağın düşüşü olur. Karısının kaçtığı haberini hapishanede babasından alan Şevket üzülmez, hatta bir belâdan kurtulduğu için memnun olur.

Ferhunde'nin kaçışı ile elebaşlarını kaybeden Leylâ ve Neclâ bocalarlar. Evde hakimiyet yine Ali Rıza Beyin eline geçer; toplantılara ve eğlencelere son verilir. Bu monoton hayat kızlara pek sıkıcı gelir; sırf bu havadan kurtulmak için Neclâ bin bir türlü hayaller kurarak, kendisini zengin gösteren bir Suriyeli ile evlenir. Fakat Suriye'ye gidince orada kocasının birkaç karısının daha olduğunu görür. Kendisini kurtarması için babasına mektuplar yazar. Bu dördüncü yaprağın düşüşüdür. 

Bu arada Leylâ kötü yola sapar. Ali Rıza Bey, kızını evden kovar. Leylâ bir avukatın metresi olur. Bu beşinci yaprağın düşüşüdür. Bu olaydan sonra Ali Rıza Beye hafif bir inme iner. Onu yiyip bitiren asıl hastalık içindedir. Leylâ da gittikten sonra ev büsbütün ıssız kalır. Hayriye Hanım bütün güç ve kuvvetini kaybeder. Leylâ yüzünden kocasına sık sık sitemlerde bulunur. Bunun üzerine Ali Rıza Bey, Adapazarı'na, Fikret'in yanına gider. Fakat aradığı huzuru orada da bulamaz; kalabalık bir aile hayatı içinde âdeta bir cehennem hayatı yaşayan Fikret, bütün iyi niyetine rağmen babasını yanında barındıracak durumda değildir. 

Bunun üzerine Ali Rıza Bey İstanbul'a döner, hastalığı ilerlediği için eve uğramadan hastahaneye yatar. Babasının hastalık haberini alan Leylâ onu hastahaneden çıkarır, kendi evine götürür. Taksim'deki lüks apartman katında hep birlikte rahat yaşamaya başlarlar. Ara sıra yolda eski kahve arkadaşları ile göz göze gelmese Ali Rıza Bey büsbütün huzur içinde olacaktır.

KİTABIN ANA FİKRİ : 

Çılgın hayallerin, maddî israfların, gereksiz özentilerin hüküm sürdüğü bir ailede çöküntülerin başlaması kaçınılmazdır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ: REŞAT NURİ GÜNTEKİN

25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi' ni bitirdi (1912). Bursa' da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra' da öldü. İstanbul' da Karacaahmet Mezarlığı'nda gömülü. 

ESERLERİ
Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955)

Gazap Üzümleri (John STEINBECK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : GAZAP ÜZÜMLERİ

KİTABIN YAZARI : JONN STEINBECK

KİTABIN ÖZETİ:


Oklahama toprakları üzerinde yaşayan köylüler ektikleri ürünlerin yeşermesi, gelişmesi için bahar yağmurlarını beklemektedirler. Ama ne var ki Mayıs ayının sonu gelmesine rağmen beklenen yağmur yağmamıştır. Teksas ve Körfezden yükselen yağmur bulutları zaman zaman Oklahama’lı köylüleri umutlandırsa da o yıl beklenenin aksine kurak bir yıl olarak geçmektedir. Günler ilerledikçe insanların umutları azalmakta ve herkes huzursuzluk içinde felaketin boyutlarını anlamaya çalışmaktadır.

Tom Jood, dört yıl yattığı Mok Alester cezaevinden tahliye olmuştur. Köyünde karıştığı bir kavgada kendisini bıçaklayan birinin kafasına kürekle vurarak adamı öldürmüştür. Yedi yıl ceza almıştır, ama iyi hallerinden dolayı Tom’u dört yıl sonra şartlı olarak salıvermişlerdir. Tom hapishaneden aldığı yeni ama ucuz elbiselerle dikkat çekmekte, insanlar onun cezaevinden çıktığını anlamaktadır. Tom beş parasız köyüne dönmek üzere yola koyulmuştur. Konaklamak üzere yol kenarındaki lokantanın önünde durmuş bir kamyonu fark eden Tom, şoförün kendisini alacağını düşünerek kamyonun yanına gelmiş ve beklemeye başlamıştır. Lokantadan çıkan şoför kamyonun yanındaki adamı fark etmiş fakat hiç umursamadan kamyonuna binmiştir. Tam şoföre kendisini alıp almayacağını sormuş, şoför bir an tereddüt ettikten sonra kabul eder bir işaretle Tom’u arabasına almıştır. Tom köyüne giden yolun bulunduğu yere gelince, şoföre kendisini aldığı teşekkür ederek kamyondan iner ve köyüne doğru yürümeye başlar.

Tom kızgın güneşin altında bir müddet yürüdükten sonra gölge bir yer görür ve burada biraz dinlenmeye karar verir. Ağacın altına geldiğinde orada bir kişinin oturduğunu görür, bu Tom’un köyünde papazlık yapan Tim Kesi’dir. Tom Kesi’ye durumunu anlatır. Kesi ise artık papazlık yapmamaktadır, ne yapacağını bilmez halde oradan oraya gezmektedir. Tom Kesi’ye kendisiyle beraber gelmesini söyler ve ikisi birlikte tekrar Tom’un evine doğru yürümeye koyulurlar. Bir müddet sonra bir tepenin düzlüğüne çıktıklarında Tood’ların evi gözükmüştür. Tom Tood aniden durur ve evinin kendisinin bıraktığı gibi olmadığını fark eder, bir şeyler olduğunu anlar.

Köylüler ortakçı olarak çalışmaktadırlar. Elde ettikleri üründen bir miktar pay olarak gerisini mal sahiplerine vermektedirler. Mal sahipleri, bir gün köye gelerek ortakçılara artık onlarla çalışmayacaklarını onların yaptığı işi artık traktörlerin yapacağını söylemişlerdir. On dört ailenin yaptığı işi bir traktör yapmaktadır. On dört aileye ücret ödemektense bir şoföre ücret ödemek onlarında işine gelmektedir. Doğup büyüdükleri dedelerinin uğruna savaştıkları topraklardan ayrılacaklarını öğrenen köylüler kızgın ve çaresiz evlerine dönerler.

Tom ve Kesi terk edilmiş haldeki eve gelirler. Etrafta kimsecikler yoktur. Bir müddet sonra yanlarına biri gelir. Bu Jood’ların komşularından Mulley’dir. Tom bir an önce burada neler olduğunu öğrenmek istemektedir. Mulley, Kesi ve sabırsızlık içindeki Tom’a olup bitenleri anlatır. Bölgeye traktörlerin geldiğini, köylülerin işini elinden aldığını köylülerin evlerini terk etmeye mecbur bırakıldığını söyler. Tom’un ailesinin de bölgeden sekiz mil kadar uzakta bulunan John amcanın evine yerleştiğini batıya göç etmek için bir kamyonet aldıklarını ve bunun için hazırlık yaptıklarını anlatır. Kendisinin ise buradan ayrılamadığını ve buralarda bekçilerde saklanarak yaşadığını söyler. Tom, Jovat, Kesi ve Mulley geceyi burada geçirerek ertesi sabah Jon amcanın evine gitmeye karar verirler. Karanlık çökmüştür, Mulley avladığı tavşanı bir ateş yakıp kızartarak yemeyi teklif eder ve öyle yaparlar. Gece bölgeyi kontrole gelen bekçilerden saklanarak sabahı ederler. Sabahın ilk ışıkları ile Tom ve Kesi John amcanın evine doğru yola çıkarlar, Mulley onlarla birlikte gelmeyeceğini ve burada kalacağını söylemiştir.
Tom, çocukluğunu geçirdiği, koşup oynadığı yollarda ilerlerken bir yandan o günleri düşünmekte bir yandan da ailesinin ne halde olduğunu merak etmektedir. John amca küçücük bir evde tek başına yaşamaktadır. Tom, bütün ailenin o küçük evde nasıl yaşadığını düşünmektedir. John amca, dört yıl süren bir evlilik yaşamış, karısı öldükten sonra da bir daha evlenmemiştir.

Tom ve Kesi, John amca’nın evini uzaktan görmüşlerdir. Evin önünde bir kamyonet durmaktadır ve ailesi yola çıkmak için hazırlanmaktadır. Tom, kamyoneti tamir etmeye çalışan babasının yanına yaklaşır. Baba, Tom’u görünce şaşkınlık içerisinde Tom’a hapisten kaçıp kaçmadığını sorar. Tom Babasına durumu anlatır, şartlı olarak salıverdiklerini söyler. Baba Tom’a Kalifornia’ya gitmek üzere olduklarını söyler, orada çalıştırmak üzere işçi arandığını söyler, bununla ilgili olarak basılmış ilan kağıdını gösterir. Tom daha sonra ailenin diğer üyeleri ana, büyükanne, büyükbaba, kardeşleri Nooh, Al, Ruthie, Winfield, Rozaşarn ve kocası Connie ile görüşür. Tood’lar bütün eşyalarını satmışlar ve iki yüz dolar toplamışlardır. Bu paranın yetmiş beş dolarına bir otomobil almışlar, otomobilin arkasını keserek bir kasa oturtmuşlar ve kamyonet haline getirmişlerdir.

Bütün aile fertleri artık bir an önce Kaliforniya’ya gidip bir iş bularak para kazanmayı ve sonra kendilerine toprak alarak oraya yerleşmeyi düşlemektedir. Orada her tarafın yemyeşil olduğunu, bir sürü üzüm ve portakal bahçelerinin olduğunu ve çalıştırmak üzere birçok işçi arandığını duymuşlardır.

Akşam yemeğinden sonra aile ne yapacağına karar vermek için bir araya gelmiştir. Önce papaz Kesi’nin de onlarla birlikte gelebileceğine karar verirler. Eşyalar kamyonete yüklenecek ellerindeki iki domuz yolda yenmek üzere kesilerek tuzlanacaktır. Gece hemen işe koyularak ertesi sabah da yola çıkmaya karar verirler, ve eşyalar kamyonete yüklenir, domuzlar kesilerek tuzlanır. Artık bütün hazırlıklar tamamlanmıştır. Sabah aile fertleri heyecanla uyanır, Muley Jood’ların yola çıkacağından habersiz onları ziyarete gelmiştir. Yüklü kamyoneti görünce durumu anlar. Gece kestikleri domuzlardan kalan kemiklerle kahvaltı yaparlar. Bu sırada büyükbaba onlarla birlikte gelmeyeceğini söyler. Aile onu ikna etmeye çalışsa da Büyükbaba kararından vazgeçmez. Tom ve baba onu bırakmayacaklarını düşünerek ,kahvesine uyku ilacı koyup uyutarak götürmeyi planlarlar .Büyükbaba ilaçlı kahveyi içerken diğerleri de son hazırlıkları yaparak kamyonete yerleşirler. Tom ve baba uykuya dalmış büyükbabayı kamyonete bindirirler. Muleyde kendileriyle birlikte gelebileceğini söylese de Muley kabul ettirmez kamyonete en son Joadlerin köpeği biner ve öyle Muley’e veda ederek yola koyulur. Önlerinde yaklaşık 2 bin millik zorlu bir yol vardır. Kızgın güneş altında bir hayli yol aldıktan sonra benzin almak ve biraz dinlenmek için yol kenarında bir benzin istasyonunda dururlar. Yorgunluklarını belirten hareketlerle bütün aile fertleri kamyonetten aşağıya inerler. İstasyondaki adam onlara yaklaşır ve ne istediklerini sorar, sonrada bütün halkın batıya göç ettiğini yakında kimsenin kalmayacağını söyler. Bu sırada yolun karşısına geçmeye çalışan köpeğe yoldan geçen bir araba çarparak onu öldürür. Bu olay bütün ailenin moralini bozmuştur.Tekrar kamyonete binerek oradan ayrılırlar.

Akşama doğru geceyi geçirmek için uygun bir yer kollarlar. Biraz ilerde yol kenarında yanında çadır kurulmuş bir araba görürler ve burada konaklamaya karar verirler. Çadır ve araba Toğatlar gibi batıya göç eden İvywilson ve karısı Sairye’ye aittir. Sairye yolda hastalandığı için yola devam edememişler ve orada kalmışlardır. Toğatlar çadırın yanına gelerek Wilson’a yanlarında konaklayabileceklerini sorarlar, Wilson da
buranın kendisine ait olmadığını ve kendilerini açısından bunun bir sakıncası olmadığını söyler. İki ayrı taşınır, Toğatlar kamp hazırlıklarına başlar. Bu arada büyükbabada bir tuhaflık vardır. Sairye büyükbabayı kendi çadırlarına yatırabileceklerini söyler ve öyle yaparlar. Büyükbabanın durumu giderek ağırlaşır. Ve bir müddet sonra yaşlı kalbi durur. Bütün aile üzüntü içindedir. Bölgedeki yasalara göre ölümü haber vermek zorundadırlar. Fakat bu durumda cenaze masrafları için yaklaşık 40 USD ödeyeceklerini düşünce çaresizlik içinde ölüyü kendileri gömerler.
Toğatlar büyükbabayı çadırlarına aldıkları için Wilsonlara minnet borçlu olduklarını düşünürler ve bunun karşılığında Tom ve all Wilsonların bozuk arabalarını tamir etmeye karar verirler. Tom ve All arabayı tamir ederken Tom Wilson’a beraber gidebileceklerini teklif eder Wilsonların eşyalarını kamyonete yükleyip arabaya da kendilerinden birkaç kişinin binebileceğini ve her iki ailede daha rahat edeceğini söyler.
Toğatlarla Wilsonlar batıya doğru yola koyulurlar. Otomobili All kamyoneti ise Tom kullanmaktadır. Bir müddet yol aldıktan sonra All otomobilden gelen tıkırtılardan şüphelenir ve önde giden kamyoneti korna çalarak durdurur, kendisi de kenara çekerek otomobili durdurmuştur. Tom ve All otomobili kontrol eder ve sorunun piston kolu yatağından kaynaklandığını anlarlar. Yatağını değişmesi gerekmektedir. Bu halde otomobili yola çıkması imkansızdır. Parça almak için geriye, Sante Roseye kadar gitmeleri gerekmektedir.

Parçanın alınması ve tamirin tamamlanması için hayli zaman geçeceğini Kaliforniya’ya geç kalacaklarını düşünürler. Tom Kesi ile birlikte arabanın yanında kalıp onu tamir etmeye diğerlerinin de kamyonetle yola devam etmelerini teklif eder. Kendileri otomobili tamir ettikten sonra onlara yetişebileceğini söyler ama ona ailenin dağılmasından endişelenmektedir ve şiddetle bu teklife karşı çıkar ve aileyi böyle davranmaktan vaz geçirir. Durdukları yerde su yoktur. Konaklamak için uygun değildir. Tom’un otomobilin yanında kalmasını diğerlerini ilerleyerek ilk konaklama yerinde durmalarına karar verilir. Konaklama yerine vardıktan sonra ise All ve Kesi kamyonetle birlikte geri döneceklerdir. Kesi otomobilin yanında kalacaktır. Tom ve All ise birlikte Santa Roseye parça almaya gideceklerdir. Bu fikir herkesin aklına yatmıştır.
Tom, aileyi gönderdikten sonra kırık yatağı sökmeye koyulur. All kamyonetle birlikte aile birkaç mil ilerde bir konaklama yerine bırakır, Kesiyi de alarak geriye döner. Bu sırada Tom kırık yatağı sökmüştür. Kesiyi orda bırakarak Tom ve All parça almak üzere Sante Roseye doğru yola koyulurlar.

Bir müddet sonra araba mezarlığı bulunan bir servis istasyonuna gelirler. Her ikiside 25 model bir Dodge bulunmasını umut ediyordu. İstasyondaki adama durumu anlatırlar. Bu sırada All’ın gözü 25 model Dodge görür, şansları yaver gitmiştir. Piston yatağını kontrol ederler, sağlam olduğunu görünce adamla pazarlığı bitirir ve parçayı da alarak geri dönerler. Kesi otomobilin yanında beklemektedir, Tom ve All’ı karşısında görünce şaşırır, bu kadar erken döneceklerini düşünmemiştir. Tom ve All hemen işe koyularak yeni parçayı yerine takarlar ve otomobili tekrar çalıştırırlar. Daha sonra hep birlikte ailenin konakladığı yere doğru yola koyulurlar. Aile bir kamp yerinde konaklamaktadır. Mal sahibi Tom ve otomobili için ayrı ücret istemiştir. Bunu üzerine Tom kamp yerinde geceyi geçirmeye karar vermiştir.

Jon amca ve baba kamp yerinde genç bir adamla tanışırlar ve kendilerini Kalifornia’ya gidip orada çalışarak para kazanacaklarını anlatırlar. Genç adam ise kendisinin orada olduğunu şimdi geriye döndüğünü söyler. Baba genç adama neden geriye döndüğünü söyler. Geç adam orada durumun anlatıldığı gibi olmadığını binlerce insanın perişan bir vaziyette olduğunu söyler. Baba ve Jonn amca genç adama anlattıklarından dolayı biraz kızarlar ama anlattıklarının gerçek olabileceğini düşünürler. Genç adama işçi aradıklarını bunun içi ilanlar olduğunu söylerler genç adam aynı ilanların kendisinin ve hatta diğer binlerce kişinin de gördüğünü söyler. Bu ilanları bastıranlar ne kadar çok kişi olursa o kadar ucuza çalıştıracaklarını biliyorlar. Bunun için birkaç yüz kişi gerekirken binlerce ilan bastıklarını anlatır. Bu ilanları gören insanların oraya akın ettiklerini ve fakat orada umduklarını bulamadıklarını söyler. Jon amca ve baba ona inanmak istemezler.

Ertesi sabah Toğatlar ve Wilsonlar tekrar batıya doğru yola koyulurlar. Arizona topraklarına girerler, biraz sonra renkli çölü görürler. Bir sınır muhafızı onları durdurur ve nereye gittiklerini sorar ve önce cama küçük bir kağıt yapıştırarak devam etmelerini söyler. Durmamaları konusunda da onları uyarır. Birkaç mil sonra çöle varırlar, artık Kaliforniya topraklarındadırlar. Çöle girmeden önce bir yer bulup biraz konaklamaya karar verirler. Kolorado nehrinin kenarında bir yerde dururlar Tom yıkanmak için kamp yerinden uzaklaştı diğer erkeklerde onu takip ettiler. Tom ve noa nehirde yıkandıktan sonra dinlenmek için bir bölge bulurlar Noa biraz sonra Tom’a kendisinin burada kalacağını balık avlayarak yaşayacağını söyler. Tom ananın bunu istemeyeceğini söyler onu ikna etmeye çalışır ancak Noa kararından vazgeçmez, Tom’la vedalaşarak nehir boyunca ilerleyerek oradan uzaklaşır ve bir müddet sonra gözden kaybolur. Bu sırada kampyerinde büyük ana hastalanmıştır. Durumu giderek kötüleşmektedir. Biraz sonra bölgenin şerifi ve adamları kadınların bulunduğu çadırın yanına gelerek onların burada konaklamayacağını söyler. Şerif gittikten sonra ana çocukları göndererek erkekleri çağırtır. Erkekler gelince ana onlara olanları anlatır. Ve aile tekrar yola çıkmak üzere toparlanmaya başlar Tom anaya Noa’nın burada kaldığını söyler, ana ailenin dağılmaya başladığını anlayınca üzülür.

Bu arada Sairy çok kötü durumdadır. Wilson bu durumda kendilerinin Toğatlarla gelemeyeceğini söyler. Toğatlar ve Sairye Wilsonu orada bırakarak tekrar yola çıkarlar. Kızgın toprakta bir müddet yol aldıktan sonra kontrol istasyonu bulunan Dodgete varırlar. Burada buluna görevliler arabayı kontrol etmek ister ana kamyonetin üstünden görevlilere yanlarında yaşlı ve hasta biri olduğunu onu doktora yetiştirmeleri gerektiğini anlatır. Görevliler kamyonetin üzerindeki büyük anaya bakarlar ve kendisinin gerçekten kötü durumda olduğunu fark ederek onları tekrar bırakırlar.
Aslında büyükanne ölmüştür. Ama bunu hiç kimse bilmemektedir. Ana büyükannenin ölü olduğunu görevlilere belli etmemeye çalışmış çünkü yanlarında bir ölü olduğunu öğrenince onların geçmelerini izin vermeyeceklerini düşünmüştür.

Kontrol noktasını geçtikten sonra dururlar ana büyükannenin öldüğünü diğerlerine söyler. Orada durdukları yerde uygun bir yer bularak büyükanneyi gömerler. Aile büyük ananın öldüğüne üzülmüş, moralleri bozuktur. Ananın ne kadar zaman cenazesinin yanında kaldığını ise şakınla düşünmektedirler.

Bütün aile yorgunluktan berbat haldedir. Durup dinlenmeye karar verirler. Hem böylelikle nerde nasıl iş bulabileceklerinde öğrenebileceklerdir. Biraz ilerde kendileri gibi batıya iş bulmak için gelmiş diğer ailelerin bulunduğu bir yere gelirler. Bir çadırın yanına yaklaşarak yanında buluna bir adama kendilerinin de burada kamp kurup kuramayacaklarını sorarlar adam onları da kampa dahil olmasında bir sakınca olmadığını söyler. Kamyoneti kamp içinde müsait bir yere çekerek kamp hazırlıklarına başlar. Ana hemen yapmak için işe koyulur. Tom başka bir çadırın yanında oturan bir adam fark eder ve nerede iş bulabileceklerini öğrenmek amacıyla onun yanına gider. ALL başka bir yerde arabasını tamir etmeye çalışan birini görür. Ve oda onun yanına gider. All’ın araba merakı her şeyden çoktur. Bozuk motor tamir etmek onun için büyük zevktir.

Tom adamın yanına yaklaşır. Adam Tom ve ailesinin yeni geldiğini anlamıştır onların nelerle karşılaşacağını bilmektedir. Tom adama selam vererek yanına oturur.
Buralarda iş olup olmadığını, iş bulmak için ne yapmaları gerektiğini sorar adam, Tom’a daha önce karşılaştıkları yabancının anlattıklarının aynısını anlatır iş bulmanın çok zor olduğunu, bulsalar bile çok düşük fiyata çalıştırıldıklarını anlatır. Binlerce insanın buraya iş bulup para kazanma amacıyla geldiklerini ancak sefalet ve açlıkla karşı karşıya kaldıklarını söyler.

Kesi Tom’u yanına çağırarak burada artık onlardan ayrılmak istediğini söyler. Tom Kesi’ye içinde tuhaf bir şeyler olduğunu bir müddet bu fikrinden vazgeçmesini söyler. Kesi’de birkaç gün daha kalmayı kabul eder.

ALL, arabasını tamir etmeye çalışan adamın yanına yaklaşır ve kendisinin motorlardan iyi anladığını, yardım edebileceğini söyler adam bu teklife sevinir ve All’ın kendisine yardım etmesine sevineceğini söyler. All adamla tanışır. Flayd Knowles adında otuz yaşlarında biridir daha sonra ikisi birlikte bozuk motoru tamir etmeye başlarlar bir taraftan da All kendilerinin durumunu anlatır bir müddet sonra bozuk motoru tamir ederler ve otomobili tekrar çalıştırırlar. Flayd Knowles All’a yardımlarından dolayı bir şekilde teşekkür etmek ister iş aradıklarını bildiği içinde All’a kuzeyde iş olduğunu söyler bunu kendisine bir yakınının mektupla bildirdiğini ve başka kimseye anlatmamasını da ekler. All hemen kamyonetin yanına gelerek Tom’a haber verir Tom ve All işin ayrıntılarını öğrenmek için Floyd’un yanına gider. Floyd bu sefer Tom’a kuzeyde Sonta Clora vadisi civarında iş olduğunu söyler. Meyve toplama ve konservecilik işidir ve söylediği kampa yaklaşık 200 mil mesafededir.

Bu arada ana yemeği pişirmiş diğerleri de çadırları kurmuştur. Ana seslenerek herkesi yemeğe çağırır. Bütün aile toplanarak birlikte yemeklerini yerler.

Aile yemeğini bitirmesine Müteakip kampa Chevrolet marka bir araba ile içinde birkaç adamın geldiğini fark ederler. Araba kampın orta yerine kadar gelir ve içinde iri yarı bir adam iner bu sırada kamptaki diğer erkeklerle birlikte Tom, All ve Floyda arabadan inen adama doğru iyice yaklaşmışlardır adam kendisinin Müteahhit olduğunu ve çalıştırmak için işçi aradığını söyler adam sözlerini bitirdikten sonra Floyd öne doğru çıkarak ”Ben çalışmak isterim ama bizi nerde çalıştıracağınızı, kaç para vereceğinizi söyler ve yazıp imzalarsanız “der.

Müteahhit bu sözlere biraz sinirlenir sonra arabadan şerifte iner müteahhit şerife Floyd’un insanları kışkırttığını söyler, şerif Floyd’u yakalayıp arabaya bindirmek ister bu sırada Floyd şerifin suratına bir yumruk indirerek çadırların arasına doğru kaçar. Şerif sendeleyerek yere düşer, kalkıp Floyd’un peşinden koşmak ister ama bu seferde Tom’un çelmesiyle tekrar yere düşer bunun üzerine şerif silahını çıkartarak bir el ateş eder çadırların birinden acı bir kadın çığlığı duyulur, Kurşun çadırdaki kadının eline isabet etmiş ve kadının elini parçalamıştır. Kadının elini gören Kesi dayanamaz ve şerifin ensesine bir tekme indiriverir. Şerif yarı baygın tekrar yere yığılır bu sırada müteahhit arabaya atlayarak oradan uzaklaşır bir müddet sonra alarm düdükleri duyulur ve oraya doğru gelen polis arabalarının sesi gelir. Kesi derhal Tom’un yanına gelerek kaçmasını söyler, Kesi suçu kendi üzerine alacaktır. Tom buna karşı çıkar ama Kesi Tom’a onun şartlı salıverildiğini tekrar bir suç işlerse cezaevine gönderileceğini bu durumda da aileden tekrar ayrılacağını söyler. Tekrar ayrılacağını söyleyince kabul eder ortalıkta Kesi’den başka kimse yoktur. Polis arabaları gelir ve Kesi’yi yakalayarak götürürler, giderken de ertesi gün kampı ateşe vereceklerini söylerler. Polis gittikten sonra Floyd Tom’un yanına gelerek artık burada kalamayacaklarını bu gece kampı terk etmeleri gerektiğini söyler. Tom Floyd’a nereye gidebileceklerini sorar. Floyd 99 nolu yolun kenarında bir hükümet kampı olduğunu söyler. Güneye doğru 14 mil gittikten sonra Weddpatch yoluna saparsa o yolun onları kampa götüreceğini söyler Tom ailenin yanına gelerek gitmeleri gerektiğini ve nereye gideceklerini söyler.Bu sırada Rose Şarmın gelerek Connie’nin ortalıkta kaybolduğunu söyler. All Connie’yi kuzeye doğru giderken gördüğünü söyler. Babada Jonn amcanın içki içmek için kamptan ayrıldığını söyler bunun üzerine Tom Connie ve Jonn amcayı aramak üzere ayrılırlar. Diğerleri de gitmek üzere hazırlanmaya başlar.

Connie karısı Rozarşan ve diğerleri terk etmiştir. Rozarşan Connie’nin kaçtığını anlamıştır ve ağlamaktadır. Tom yolun karşısındaki bakkala gider ve Jonn amcanın oraya gelip içki alıp almadığını sorar bakkaldaki adam tariflere uyan bir adamın iki şişe viski aldığının ve arka taraftaki hendeğin içinde zıkkımlandığını söyler. Tom hendeğe doğru gider ve Jonn amcanın orada olduğunu görür. Jonn amca sarhoştur. Tom Jonn amcaya gideceklerini ve kalkıp gelmesini söyler. Jonn amca gelmeyeceğini ölmek istediğini söyler. Tom vakit kaybetmemesi gerektiğini düşünerek Jonn amcayı iki yumrukta ayıltır ve sırtına alarak kampa, kamyonetin yanına getirir. Bu sırada diğerleri çadırları toplamış ve kamyonete yüklemişlerdir. Hep birlikte Floyd’un tarif ettiği yöne doğru yola çıkarlar kampın dışında polis arabaları onları durdurur ve güneye gidemeyeceklerini söyler. Tom kuzeye gitmek istememektedir. Ama itiraz etmeden kuzeye doğru ilerler biraz sonra durarak beklemeye başlar polis arabaları durdukları yerden kampa doğru giderek kampı ateşe verirler. Bu sırada Tom kamyonetin farlarını kapatarak tekrar güneye sapar.

Toğatlar Weedpatch kampını ararken gece oldukça ilerler biraz ilerde ışıklarını görürler Kampa gelince bekçiye oraya yerleşip yerleşemeyeceklerini sorarlar. Bekçi Onlara bir ailelik yerin yeni boşaldığını şanslı olduklarını söyler bunun üzerine kampa girerek boş yere yerleşirler.

Sabah erkenden Tom uyanır, çadırdan çıkar ve konuşmak için birilerini arar biraz ilerde bir çadırın önünde orta yaşlarda bir adamla genç bir çocuğun oturduğunu görür ve onların yanına gider Wilkle adındaki adam Toğatların yeni geldiğini anlar onlarda Tom’a yardımcı olmak ister. Tom’u kahvaltıya davet eder kahvaltı ederlerken kampın çok güzel olduğunu, kendilerinin bir işi olduğunu anlatır. Tomuda yanlarında götürebileceklerini çalıştıkları yerde ona da bir iş olabileceğini söyler. Kahvaltıdan sonra Tom, Wilkle ve oğlu çalıştıkları yere doğru yola çıkarlar patronları iyi bir adamdır, Tom’unda iş aradığını söyler patron Tom’a da iş verir ve çalışmaya başlarlar.
Aile kampı tanımaya çalışır kamp diğerlerine hiç benzememektedir sıcak suyu, çamaşır yıkamak için yerleri hatta alafranga tuvaletleri vardır.

Aile kahvaltı yaptıktan sonra All, baba ve Jon amca kamyonete atlayarak iş aramaya koyulurlar. Ama geçtikleri yerde ”yardıma ihtiyaç yoktur“ yazısını görürler akşama doğru iş bulamayacaklarını anlayarak tekrar kampa dönerler.

Cumartesi günü kampın eğlence günüdür akşam olunca meydana bir orkestra kurulur ve kam sakinleri dans eder, eğlenirler. O günde günlerden cumartesidir. Sabah kadınlar çamaşırları yıkar ve kurutur akşama herkes temiz elbiselerini giyecektir. Fakat o gün diğer günlerden farklı olacaktır. Bölge polislerinin kampa girip hesap sormaları yasaktır ancak bir kavga, olay olursa girebilirler polisler bu durumdan rahatsızdır. Eğlence esnasında bir kavga çıkmasını sağlayarak kampa girmeyi planlarlar. Bunun için kampa kendi adamlarını sokacak ve onlarda kavga çıkaracaktır. Kampında bir kontrol komitesi vardır bu durumu öğrenirler ve kavga çıkmaması için önlem alırlar. Kamptan seçilen erkekler olay anında hemen müdahale ederek ve kavga çıkarmak isteyenleri yakalayıp kamp dışına atacaklardır.

Akşam olunca bütün hazırlıklar tamamlanmıştır. Orkestra müziğe insanlarda dans etmeye başlamıştır. Bu sırada üç yabancı meydana çıkarak dans edenlere sataşmaya kalkışır, bir diğeri bir ıslık çalarak dışarıda bekleyen polislere haber verir. Polisler kapıya gelerek bekçiye içerde kavga olduğunu içeri gireceklerini söyler. Bu arada kavga çıkarmak isteyen yabancılar seçilen kişilerce yakalanıp orta taraftan kamptan çıkartılmıştır bile. Bekçi kavga olmadığını insanların dans ettiğini söyler, gürültü duyamayan polisler planlarının işe yaramadığını anlayarak kızgın bir şekilde oradan ayrılırlar.

Kampa geleli bir ay olmuştur. Paraları ve yiyecekleri tükenmek üzeredir. Bu durumun farkında olan ana bir akşam durumlarını konuşmak için aileyi toplar. Erkeklerde bu durumun farkındadır, ama herkes konuşmaktan kaçmaktadır. Hiçbiri doğru dürüst bir iş bulamamıştır. Çalıştıkları işlerde de çok düşük ücretler almışlardır. Kazandıkları para yiyecek almaya bile yetmemektedir.

Türk’ün Ateşle İmtihanı (Halide Edip ADIVAR) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : TÜRKÜN ATEŞLE İMTİHANI

KİTABIN YAZARI : HALİDE EDİP ADIVAR


KİTABIN KONUSU: 

Halide Edip Adıvar’ın 1. Dünya Savaşı sonrasından, cumhuriyetin ilan edilinceye kadar geçen sürede yaşadığı anıları anlatılmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ:

30 Ekim 1918’de İngilizler’in İstanbul’u işgal etmesiyle Türk insanının durumu yorgun, şaşkın ve canından bıkkın bir haldeydi. Yıllarca süren savaştan, sefaletten sonra bir de yurdumuzun işgal edilmesi, yani özgürlüğümüzün elimizden alınmak üzere olması Türk insanını bu hale getirmişti. İstanbul’da yaşayan, çoğunluğunu genç subayların oluşturduğu milliyetçiler, gizli dernekler kurup İtilaf Devletleri’nin toplattığı silahları Anadolu’ya kaçırmaya çalışıyor, bir yandan da memleket için kurtuluş yolları arıyorlardı. Halide Edip, bu derneklerin başkanlarına yakın biri olarak, milliyetçilerin bir araya gelip toplantı yapmak için ne büyük zahmete katlandıklarını bizzat yaşamıştır. Halk ise gazeteler sansür altında olduğundan, olan bitenden habersiz, padişahın İngilizler’le kurduğu yakınlıktan ve İngilizler’in medeni bir devlet olmasından dolayı Anadolu’yu Osmanlı Türklerine bırakacaklarını sanıyordu. 

Bizi savaşa sokan ittihatçıların çoğu Meclis-i Mebusan’da vekildi ve halk bunlara tepki duyuyordu. Bunu fırsat bilen Tevfik Paşa meclisi kapatmıştı. 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonra İngilizler Anadolu’ya giden bütün yolları tutmuşlar, tenha yolları da Osmanlı içindeki Hristiyan çetelerine tutturmuşlardı. Dernekler faaliyetlerine devam edemez olmuş, Halide Edip gibi milliyetçi kişiler hakkında idam kararları çıkarılmaya başlanmıştı. Özellikle Halide Edip’in Sultanahmet mitinginde söylediği, “…hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir.” sözü, şimşekleri kendi üzerine çekmişti. 

Daha fazla İstanbul’da kalamayan milliyetçiler Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmasıyla Anadolu’ya kaçmaya başlamışlardır. Bu kaçış ikişer üçer kişilik gruplar halinde oluyordu ve çok tehlikeliydi. Milliyetçilerin güvenliğini sağlayan ve düzenli olarak silah kaçıran İzmit’teki ve Adapazarın’daki en kalabalığı 80 kişiden oluşan çeteler vardı. Bu çeteler, geceleri milliyetçileri köylerde ağırlıyor, yağmur, çamur, yorgunluk gibi zor şartları hiçe sayıyorlardı. 11 gün süren yolculuğun ardından Ankara Garı’nda Mustafa Kemal ve halk tarafından karşılanan Dr. Adnan ve Halide, o gün bir eve yerleşir ve hemen ertesi gün eski Ziraat Fakültesi binasında olan karargahta çalışmaya başlarlar. Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi’nden sonra yeni bir meclis kurulması zorunluluğu gündeme geldi. Bunun üzerine Mustafa Kemal her ilden ikişer milletvekili seçilip Ankara’ya gönderilmesini talep eder. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi kurulur ve Mustafa Kemal, meclis başkanı seçilir. 

Bu olaya muhalefet olan Hilafet yanlılarının kurduğu ordu, meclisin kapanması için Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtiler. Bu isyanı bastırabilecek bir tek bu çeteler vardı. Mustafa Kemal bunları durdurmak için Çerkez Ethem’i görevlendirdi. İzmit’te karşılaşan bu kuvvetlerin çarpışmasından Çerkez Ethem galip geldi. Bu galibiyet çetelerin itibarını artırdı. Ali Fuat Paşa bile üniformasını çıkarıp dağlara çıkmıştı. Çeteler büyük bir kuvvet olmalarına rağmen ordunun himayesine girmeyi reddediyorlardı. İhtiyaçlarını da halktan zorla karşıladıkları için de sürekli sorun oluyorlardı. 

İlk iş olan düzenli ordunun kurulması, Aralık ayının sonlarına doğru, büyük kavgalarla gerçekleştirildi. Ethem’in 3 bin kişilik ordusu, 100 makineli tüfeği ayrıca 4 topu vardı. Bu gücüne güvenerek meclise; faaliyetlerinin durdurmasını, halkı yeniden savaşa sokmamasını, İstanbul hükümetiyle işbirliği yapmasını söyleyen bir ültimatom gönderdi. Yunanlılar Bursa’ya yürümeye başlamışlardı ama Ethem’le Albay Refet, yani kardeşler savaşıyordu. Ethem düzenli odunun kuvvetlerine karşı koyamayıp kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Ordumuzla 11 Ocak’ta (1.İnönü) Eskişehir’in batısında karşı karşıya gelen Yunanlılar Albay İsmet komutasında ağır bir yenilgiye uğradılar. Bundan dolayı, toplanan Londra Konferansı’na Ankara’dan da temsilcileri çağırdılar. Sevr’in bir benzeri olan bu konferanstan bir sonuç alınamamış ve Yunanlılar Afyaon’dan saldırıya geçmişlerdi. 31 Mart’ta (2.İnönü) yine bozguna uğratılan Yunanlılar geri çekilmek zorunda kaldılar. 

Halide Edip, bu dönemde, askerlere yardım amacıyla, Hilal-i Ahmer (Kızılay) Hastahanesi’nde gönüllü hastabakıcı olarak Eskişehir’de, cephe gerisindeki bir hastahanede çalışmaya başladı. Bu arada Yunanlılar boş durmuyor İzmir’i bir silah yığınağı haline çeviriyordu. Bunda İngilizlerin Yunanistan’a yaptığı silah ve maddi desteğin büyük payı vardır. Hazırlıklarını tamalayan Yunanlılar, asker sayısı bakımından bizim 4 katımız kadar bir kuvvetle, 9 Haziranda saldırıya geçtiler. Bu saldırılara karşı koyamayan ordumuz, toparlanmak için Sakarya’nın doğusuna çekildi.
Bu geri çekilme mecliste büyük çalkantılara neden oldu. Yapılan oylamayla Mustafa Kemal başkomutan seçildi. Tekalif-I Milliye emirleri çıkartılıp ordumuzun ikmal işleri halk tarafından yapıldı. Ordunun kurulmasında en çok emeği geçen Refet Paşa durmadan çalışıyor, memleketin her tarafını arayıp, tarayıp gönüllü askerler topluyordu. Savaş başladığında 25.000 askerimiz vardı. Bunların 16.000’i şehit olmasına rağmen savaş sonunda 40.000 askerimiz vardı. Mustafa Kemal, 2 ay gibi kısa bir sürede hazırlıklarını tamamladı. 

İçindeki milli duygularla sürekli dürtülen Halide, silah altına girmeye karar verdi. Mustafa Kemal’in karargahında çalışmaya başladı. Buradaki görevi, günlük zaiyat raporlarını tutmak ve yabancı gazeteleri takip edip, yabancı kamuoyunun savaşla ilgili düşüncelerini çevirip Mustafa Kemal’e iletmekti. 

Ordumuzun Yunanlılara göre sayısının az olmasından dolayı güzel bir savunma planı yapıldı. 25 Ağustos’ta çarpışmalar başladı. Fedakar Türk askerleri öleceklerini bilseler bile mevzilerini terk etmeyip çarpıştılar ve mevzilerimize Yunanlıları sokmadılar. Bu savaş 22 gün sürmüş ve dünyanın en uzun süren meydan muharebesi olmuştur. 19 Eylül’de başlayan Yunan geri çekilişi 16 Eylül günü sonlanmıştı. Artık zafer bizimdi.
Mustafa Kemal’in sabahlara kadar çalıştığını yakından takip eden Halide, ona “Savaş bitti. Artık dinlenmeye çekilme vaktiniz geldi.” dediğinde sert bir tepkiyle “Asıl savaş bundan sonra başlıyor.” cevabını almıştı. 

22 Eylül’de Mudanya Mütarekesi imzalanmış resmi olarak savaş galibiyetimizle bitmişti. Yunanlılar kaçarken geçtikleri köyleri yakıp yıkmışlardı. Bu savaşta onbaşı rütbesi alan Halide’nin bir görevi daha vardı. Tetkik-i Mezalim Heyeti’nin başına geçmek ve Yunanlıların verdikleri zararları tespit etmek, Anadolu insanına ettiği işkenceleri kayıtlara geçirmekti. Çok acı olayların yaşandığı Anadolu köylerinde halkın yaşadıkları anlatmakla bitmez. Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Yusuf AKÇURA ve bir fotoğrafçının olduğu bu heyet, çalışmalarını bitirdikten sonra Ankara’ya döner. 

Döndüğünde, asker üniforması giyen küçük çocuklar, Halide’nin dikkatini çeker. Bu çocukların niçin bu şekilde giyindiklerini yanındaki yüzbaşıya sorar. Bunlar Kazım Karabekir Paşa’nın evlat edindiği, yaşları 6 ile 14 arasında değişen, aileleri savaşta ölmüş, 2 bin kadar yetim Türk çocuğu idi. Halide Edip bu örnek davranışından dolayı Kazım Paşa’yı ziyaret eder ve tebriklerini bildirir. 

Halide Edip yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesinden duyduğu huzurla eşyalarını toplayıp İstanbul’a, çocuklarının yanına, doğup büyüdüğü evine döner. Döndüğünde Mahmure ablasıyla çocukluk günlerinde olduğu gibi kucaklaşır ve içinden bir daha böyle bir savaş yaşanmamasını temenni eder.

KİTAPTAKİ KİŞİLER:

HALİDE EDİP ADIVAR: Kısa boylu, İngilizce ve Fransızca bilen, tanıştığı insanlarla çabuk kaynaşan, etkili konuşmalar yapabilen vatansever bir kadın. Hastabakıcı, gazeteci, yazar, asker, çevirmen.

ADNAN ADIVAR: İnsanlar arasındaki fikir uyuşmazlıklarını gideren, yüreği vatan sevgisiyle dolu çalışkan bir doktor. Sağlık Bakanlığı ve Meclis İkinci Başkanlığı yapmıştır. 

Mahmure: Halide Edip’in evinde çalışan, ayrıca ona arkadaşlık eden bir mürebbiye.
YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
1882’de İstanbul’da doğmuş, 9 ocak 1964’te İstanbul’da ölmüştür. 1901’de Amerikan Kız Koleji’ni bitirir bitirmez Salih ZEKİ ile evlenmiş, Ayet ve Zeki adında iki oğlu dünyaya gelmiştir. Salih ZEKİ’nin ikinci defa evlenmesi nedeniyle ondan ayrılır. 1917’de ikinci eşi olan Dr. Adnan Adıvar ile evlenir. Savaş Yıllarında eşi ve Mustafa Kemal için çevirmenlik yapmış, Kızılay’da çalışmıştır. Ordudaki çalışmaları nedeniyle önce onbaşılık sonra da başçavuşluk rütbesini almıştır. Fakat o, halkın da benimsediği onbaşı rütbesini kullanmıştır. 

1839’da İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne tayin edilmiştir. 1950 yılına kadar bu görevinde kalan Halide Edip, 1950-1954 yılları arasında İzmir milletvekili olarak meclise girmiştir.

Türk’ün Ateşle İmtihanı (Halide Edip ADIVAR) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Veba Geceleri Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk Kitap Hakkında Bilgi: Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 190...