Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
Sayfalar
▼
9 Eylül 2019 Pazartesi
Bir Dağcının Güncesi (Nasuh Mahruki) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Bir Dağcının Güncesi
Kitabın Yazarı : Nasuh Mahruki
Kitap Hakkında Bilgi :
24 yaşındaki Nasuh Mahruki BİR DAĞCININ GÜNCESİ’nde, ilk kez 7000 metrelik bir dağa tırmanıyor, ilk kez bir kitap yazıyor, ilk kez bu kadar zorlu bir hedefin peşine düşüyor ve ilk kez iç dünyasını hem kendine hem de bizlere bu kadar açıyor.
Hep merak etmişimdir, nedir bu bazı insanları dayanılmaz bir şekilde kendine çeken çağrı; kimini yollara, kimini denizlere, kimini dağlara götüren bu çağrı. Neden ve nasıl bazılarını her yerden, her şeyden kopartır da, çoğu insan tarafından hissedilmez, anlaşılmaz bile. Sanırım bazı ruhlarda bu dünyaya karşı çok büyük bir açlık var. Tutku içten geliyor, eylem yalnızca onun dışavurumu. Bazıları kendilerine mekân olarak bütün dünyayı seçmişler bayrak olarak da özgürlüğü. Yüzlerce yıldır dağlar, denizler, yollar binlerce insanı yuttu ama bu, yeni gelenleri durdurmaya yetmiyor. Tehlike, zorluklar, korku ve ölüm bazı ruhları durdurmak yerine daha da coşturuyor ve kendine çekiyor.
Gılgamış'ı, Odysseus'u, Marco Polo'yu, Magellan'ı, Colomb'u, Peary'i, Amundsen'i, Hillary'i ve daha binlercesini oradan oraya savuran şey hep özgürlüğe düşkün, coşkulu ruhlarının üzerine kurulmuş keşfetme ve bilme tutkusu ve doğaya/kendine meydan okumanın dayanılmaz çekiciliğidir. Jack London'ın Buck'ını sonunda kurtların arasına çeken doğanın çağrısı, bazı insanları da dağların tepelerine, engin denizlere, dünyanın bilinmeyen köşelerine çekiyor, bedeli ne olursa olsun. Yine de, bu dünyada iz bırakan insanların çoğu, uslu uslu oturmayan, akıllı-uslu öğütleri dinlemeyen ve kendi kararlarını kendisi verip, kendi yolunu çizenler, gemilerini yakmaktan korkmayanlardır. Yaşam, büyük ve güvenli gemilerle sakin bir gezi mi, yoksa kendi teknenizle soluk soluğa bir yolculuk mu olmalı, bunun seçimi size kalmış...
Kitabın Özeti :
Kitaptan bir bölüm;
Bugün Stepanov’la tanıştım, elli iki yaşında, kibirli bir tip. Ayak parmaklarının hepsini Pobeda’ya 3. tırmanışında kaybetmiş. Club Bars’ın direktörü ve Khan-Tengri ve Pobeda tırmanışlarının şefi. Artık programı o hazırlıyor ve önceki programı alt üst etti.
Bazen tasvip etmeseler de kararlarına herkes uyuyor. Stapanov Rusların tanınmış dağcılarından. Bu arada bizim travers de değişti. Galiba sedece 4A’lık rotayı üç-dört kişilik bir ekip olarak çıkıp, bir gece yatıp ineceğiz. Stepanov, bu tırmanışa katılmayıp, 6B’ lik tırmanışı duvarın dibinden seyredecek sanırım.
Öğleden sonra su ısıtıp Arkadi ile saçlarımızı kollarımızı yıkadık, sıcak bir duşun yerini tutmasa da çok iyi geldi.
Stepanov ile biraz konuştuk. Yirmi beş kez 7000′in üzerine çıkmış, çok tecrübeli. Aklimatizasyon için merak etmememi, uygun bir programla bu işi halledebileceğimi söylüyor.
Yarın, Aleksi ile Cigit’in duvarının dibine gideceğim. Orada bir-iki gün kalıp, 6B’nin tırmanışını seyredeceğiz., onlar duvarı bitirince biz de 4A’dan çıkıp yukarıda buluşacağız. Fotoğraf için çok güzel bir fırsat olabilir.
Çocukluğumdan beri düşünsel-ruhsal gelişimimi izlemekten büyük zevk alırım. Daha ilkokula bile gitmezken, benim için olunması gereken insan tipi, yalan söylemeyen insandı.
Beş-altı yaşlarımdaykenyalan söylememk benim için çok önemliydi ve buna çok dikkat ederdim. İlkokul ve ortaokulun başları, arkadaş ilişkilerinin biraz daha farklılaştığı, sosyalleştiği bir dönem. İşte bu dönemde yalan söylememeyi, başkalarının arkasından konuşmamayı da ilave ettim kafamdaki insan tipine. Lise çağlarında ise dürüstlük kavramına ulaştı bu yol. Böylece, ideal insan, yalan söylemeyen, başkalarının arkasından konuşmayan, açık sözlü ve dürüst insandı. Ben de kendimi mümkün olduğunca bu çizgide tutmaya çalıştım. Sonra üniversite yılları… Doğa sporlarıyla tanıştım, kitap okuma ve müzik zevkim iyice şekillenmeye başladı ve şansıma çevremde hep doğru insanlar oldu. Dürüstlüğün son aşama olduğunu zanneden ben, asıl olunması gereken şeyin erdemli insan olmak olduğunun farkına vardım. Bu aşamalar tesadüfi olmadı elbette. Çevremi iyi gözlediğim için sürekli eksiklikleri – yanlışlıkları ve doğruları akıl ile tartıp seçimimi yaptım. Ne yazık ki bu seçimlerin hepsi, yanlışı görüp doğrusunu seçme yoluyla oldu ; belki başka bir dünyada çok daha kolay olabilirdi.
Lao-Tzu, Konfüçyüs gibi bazı çinli bilgelerin insanların doğal olarak erdemli oldukları eski günlerden bahsettiklerini okumuştum bir yerde; “yaşamın tam olduğu çağlar” diye ifade ettikleri bu dönemde insanlar, belli bir görevi yerine getirdiklerini düşünmeden dürüst ve erdemliymişler. Birbirlerini seviyorlar ama bunun insan sevgisi olduğunu bile bilmiyorlarmış. Güvenilirlermiş ama bunun samimiyet ve iyi niyet olduğunu bilmedeni vererek ve alarak özgürce yaşıyorlarmış ama cömert olduklarını bile bilmiyorlarmış. Bu insanlar biraz fazla iyimser oldu sanırım, belki de böyle çağlar hiç olmamıştır. Belki de yalnızca Çinli bilgelerin zihinlerinde var olmuşlardır. Her neyse, bizim dünyamızda, benim aklım bunları bu sırayla yaşamak zorundaydı.
Erdem kavramı yaklaşık son altı aya kadar benim için ulaşılabilecek en üst noktaydı, ancak son aylarda erdemin de üstünde olması muhtemel yeni bir düşünce şekillenmeye başladı zihnimde : Misyon düşüncesi. Buna göre yaşamda herkesin kendi çapında, kendi potansiyeline uygun insanlığa karşı bir misyonu ya da misyonları var ve bizim yapmamız gereken şey, bir an önce bu misyonun ne olduğunu bulup onu gerçekleştirmeye çalışmak.
Hint felsefesinde, buna benzer bir düşünce bulmuştum, Dharma düşüncesi : Dharma (yasa), ideal adaletin gerçekleşmiş halidir. Kendi doğruluk yolunda ilerleyen her olay, her varlık, kozmosun düzenine katkıda bulunur.
Ancak çoğu insan için bu misyon son derece belirsizdir ve insanın farkında olmaksızın gelişir, belli bir yerde belli bir zamanda olmak, belli bir şekilde davranmak ya da belli bir yerde ölmek gibi. İnsanlığın varoluşundan bu yana olan gelişimini bir zincir olarak düşünürsek, pek çoğumuz doğum, yaşam ve ölüm süreci içinde farkında olmadan yaptığımız şeylerle, bu zincirin çok önemsiz görünen ama aslında en önemli halkasından hiç de daha az önemli olmayan bir halkasında mütevazi bir yere sahibiz.
Dharma’yı bireye uyguladığımızda Svadharma’yı buluruz. Bu şekilde; Dharma, yani evrensel yasa; Svadharma’ya yani, doğal eğilimiyle uyumlu olmak üzere her bireye ait belirli bir göreve dönüşür. Bazı seçilmiş ruhlar, kendi başlarına birer halka oluşturacak potansiyele sahiptir. Çoğu bilimadamı, filozof, lider, kaşif, sanatkar gibi özel ve üstün yetenekli insanlar bu gruba dahildir. Bu tür insanların, insanlığa karşı misyonu son derece açık ve belirgindir. Geçmişe baktığımızda, tarihe damgasını vurmuş dediğimiz insanları hemen görebiliriz. Çoğunluğu oluşturan sıradan insanlar ise, farkında olmadan gerçekleştirdikleri ve bize son derece önemsiz gibi görünen misyonlarıyla insanlık zincirinin halkalarındaki yerlerini alırlar.
Eski Hindistan’ın en büyük destanı Mahabharata’nın bir bölümü olan Bhagavad Gita şöyle der : ” Ve görevini (Svadharma) yerine getir, alçakgönüllü olsa da, büyük olmasa da, başka birininki olmasındansa, kişinin kendi görevinde ölmesi yaşamdır, başkasınınkinde yaşamak ölümdür.” Her bireyin kendine özgü bir doğal yasası vardır ve her birey varlığının kusursuz durumunu elde etmek için rolünün bütün gereklerini yerine getirmelidir.
İnsanlık zinciri o kadar kesin ve belirlidir ki, geçmişte yaşayan bir tek filozofun düşüncelerini yok etsek ya da bir tek savaş yapılmamış olsa, o olayı takip eden bütün insanlık tarihi değişirdi. Bilim buna ”Kelebek Etkisi” diyor; Japonya’da bir kelebeğin kanat çırpışının, Amerika’da fırtınaya sebep olması. İnsanlığın, varoluşundan bu yana yaşanan her şeyin bu günkü durumumuzda bir payı vardır. En önemsiz gibi görünen bir değişiklik, kendinden sonraki tarihte değişikliğe yol açar. Sonuç olarak; yaşanan her şey, bugünkü durumumuzun varolması için yaşanması gereken şeylerdir. Bu düşünceyi iyice daraltıp, yalnızca bir tek insana da uygulayabiliriz. Her insan, yaşamı boyunca yaptığı bütün iyi, kötü, güzel, çirkin, erdemli, erdemsiz davranışlarının toplamının ürünüdür. Bir tek hatasını ya da iyi davranışını yapmamış olsaydı artık o insan değil başka bir insan olurdu. Bu yüzden yaşamda hiçbir zaman pişmanlık duymamak gerekir, sadece ders almak yeterlidir. Bizler tüm davranışlarımızın ve seçimlerimizin ürünleriyiz, keşke o zamn böyle yapmamış olsaydım dediğimiz davranışlardan bir tekini bile yapmamış olsaydık bugünkü kendimiz olamazdık. Geçmişi değiştiremeyiz ancak ondan ders alarak daha doğru ve sağlıklı bir gelecek kurabiliriz.
Orhan Hançerlioğlu ”Öğrenmek benim mutluluğumdur” demiş. ”Düşünsel gelişimimi görmek” de benim mutluluğum ki bu da öğrenmek ve öğrendiklerimi yorumlayıpi uygulamaktan geçiyor.
Benim, (şimdilik) beş aşamalı düşünsel gelişimimdeki her bir aşama, kendinden önceki aşamaların üzerine kurulan bir düşünce sistemi olarak gelişti. Benden daha zeki ve daha iyi gözlemleyen biri için elbette daha hızlı ve kolay olabilirdi, ancak benim için, sonrakine ulaşmadan önce bir önceki yaşanmak zorundaydı.
Akşam 23.15‘e kadar Stepanov, Aleksi, Arkadi, Lena, Kassim ve ben muhabbet ettik, uzun zamandır ilk defa bu kadar geç yattım. İki gündür bunları, Türkiye’den gelecek kişiyi mutlaka birisinin karşılaması gerektiğine ,nandırmaya çalışıyorum. Akşam bu konuda epey tartıştık. Herkes dağda olduğu için buradan kimse gidemez, ancak eğer 27′sinde gelirse, ki bence öyle yapacak, o zaman Stepanov’ un bir arkadaşı onu karşılayıp Prjevalsk uçağına bindirecek. Eğer bugün geldiyse işi çok zor.
Bu günlerde iştahım müthiş açık, sürekli bir şeyler yiyip içmek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder