Sayfalar

29 Aralık 2019 Pazar

Hasret (Canan Tan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Hasret

Kitabın Yazarı : Canan Tan

Kitap Hakkında Bilgi :

Gittin...
Bir yemin kaldı aramızda
Yarısı senin
Yarısı benim...

Hasret, izleri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesi döneme uzanan, gerçek yaşamdan alınmış kırık bir aşkın ve ömür boyu süren hasretin öyküsü.

Müslüman bir bey oğluyla bir Rum kızının tüm engellere rağmen filizlenen sevdası, önüne çıkan ne varsa yakıp yıkacak güçte bir kora dönüşür. Ancak ayrılık kaçınılmazdır.

Lozan Antlaşması'nın öncesinde imzalanan Mübadele Sözleşmesi, bir buçuk milyona yakın insanı yerlerinden yurtlarından ederken, geride parçalanmış hayatlar, boynu bükük aşklar ve nesiller boyu sürecek hasret hikâyeleri bırakacaktır.

Tıpkı Tacettin'le Patricia'nın hikâyesi gibi...

Kitabın Özeti :

Tacettin 10 çocuklu bir aşiret ailesinin çocuklarından sadece bir tanesidir. Ailenin en küçük çocuğudur. Aynı zamanda ailede bekar kalan tek çocuktur. Liseyi bitirmiş ve devlet dairesinde çalışmaya başlamıştır. Boş zamanlarında ise iki yakın arkadaşı olan Aris ve Artin ile zaman geçirir.

Hikaye Kırşehir’in Keskin kasabasında geçer. Kasabanın özelliği Müslümanlar ile gayrimüslimler olan Rum ve Ermenilerin bir arada yaşamasıdır. Tacettin karşısına çıkan Rum güzeli Patricia’ya aşık olur. Onlarınki bir anlamda yasak aşktır. Çünkü bir müslüman ile bir gayrimüslimin bir araya gelmesi mümkün değildir. Tacettin derdini ilk olarak arkadaşları ile paylaşır. Daha sonra da cesaretini toplayıp ailesi ile paylaşır. Sonuç değişmez ve aile bu ilişkiye kesinlikle izin vermez. Tacettin aşkında vazgeçmez ve üstüne bir de Ali adında bir çocukları olur.

Tacettin ile Patricia’yı kimse ayıramaz. Fakat bir süre sonra Lazon anlaşması ile Rumlar göç etmek zorunda kalır. Patricia’da oğlu Ali'yi de alarak Yunanistan’a gitmek zorunda kalır. Tacettin aşkının ve oğlunun hasreti ile hayata tamamen küser.

Patricia ve oğlu Yunanistan’da fırıncılık yapan bir Türk’e sığınır. Bir süre sonra Türk aile de Türkiye’ye göçe zorlanır. Aile fırını Patricia’ya bırakır. Patricia Türk kimliğinin daha fazla zorluk çıkartmaması için oğlunun adını değiştirir ve Türk olduğunu oğlundan gizler.

Tacettin de hayatına devam etmek zorunda kalır. Görücü usulü olarak İhsan Bey'in kızı ile evlendirilir. Fakat kalbinden Patricia’yı bir türlü çıkartamaz.

Tacettin’i aşkından ve oğlundan ayıran savaş yıllar sonra onların tekrardan bir araya gelmesine vesile olur. İkinci Dünya Savaşı ile Patricia’nın oğlu savaşa katılır ve yaralanır. Hastane odasını paylaştığı kişi ise Tacettin’in eski arkadaşı olan Aris’dir. Aris, Tacettin’in oğlunu hemen tanır çünkü babasına çok benzemektedir. Ona tüm gerçekleri anlatır. İlk olarak kabullenemez fakat annesi Patricia’nın da doğrulaması ile babasını bulmak için yola koyulur.

Hasret (Canan Tan) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Hasret (Canan Tan) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. Tacettin, Patricia'ya nerde aşık olmuştur? 

A) Kumarhane
B) Taverhane
C) Bakkal
D) Fırın

2. Omorfia’nın eşi kimdir?

A) David
B) Daniel
C) Dimitri
D) Dornika

3. Aşağıdakilerden hangisi Tacettin'in akrabası değildir? 

A) Ümüş Hatun
B) Fatiş Hatun
C) Hacı Ali Bey
D) Hacı Ahmet Bey

4. Tacettin ve Patricia’nın çocuğunun ismi nedir? 

A) Ahmet
B) Ali
C) Abdullah
D) Alattin

5. Patricia’nın gidişinden sonra Tacettin neye bakıp üzülüyor, hasret gideriyordu?

A) Ali'nin oyuncağı
B) Patricia'nın bir tutam saçı
C) Ailecek çekilmiş bir fotoğraf
D) Ali'nin elbisesi

6. Omorfia gittiği topraklarda ne işletiyordu? 

A) Bakkal
B) Taverhane
C) Fırın
D) Tuhafiye

7. Tacettin kim ile evlenmiştir? 

A) İlhan Bey'in kızıyla
B) İrsan Bey'in kızıyla
C) İcran Bey'in kızıyla
D) İhsan Bey 'in kızıyla

8. Tacettin ve Behire’nin çocuklarının ismi hangileridir? 

A) Doğan, Beyhan
B) Derya, Buse
C) Damla, Buğra
D) Doğan, Ayşe

9. Ali‘ye babasının yaşadığını söyleyen kişi kimdir?

A) Ares
B) Aris
C) Addison
D) Adie

10. Patricia, Tacettin‘e Ali aracılığıyla ne göndermiştir? 

A) Mektup
B) Fotoğraf
C) Yiyecek
D) Kıyafet

Cevap Anahtarı :

1-B      2-C      3-D      4-B      5-C
6-C      7-D      8-A      9-B     10-B

Hasret (Canan Tan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...

Ölüme Fısıldayan Adam (Büşra Yılmaz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ölüme Fısıldayan Adam

Kitabın Yazarı : Büşra Yılmaz

Kitap Hakkında Bilgi :

"Yanmış kibrit çöplerini âdeti olduğu gibi mumların altına koyup üzerlerine erimiş mum döktü.

Sanki yanan kibrit çöpleri bizdik, mum dipleri de mezarımız... Kibrit çöpü mezarlığı, bizim gibi kırık ve kaybedenler için ne güzel bir benzetmeydi... Yana yana yaşa, yanarak öl ve öldükten sonra da yanmaya devam et. Yanmak tüm varoluşunu tanımlıyormuş gibi..."

Geçmişindeki acıların küllerinden doğmuş, zeki bir dolandırıcı...
Arı kovanına giren kelebek.
Yaşamadığı için ölmeyi bile beceremeyen, hayata küskün bir kız...
Sudan korkan balık.
Tanrı'nın birbirlerinde çare bulmaları için bir araya getirdiği iki kişi.
Peki ya, bir gün ömrü olan bir kelebek yarına aşık olursa ne olacak?

İnternet üzerinden yazdığı eserle ünlenen Büşra Yılmaz, sıkıntılı günlerde birleşen iki ayrı hayatın geçirdiği olayları anlatmaktadır. 

Kitabın Özeti :

Kitabın ana iki karakteri Yosun ve Özgür’dür. Yosun, küçük, kırılgan ve hayattaki zorluklardan bıkmıştır. Artık ölümü beklemekte olduğu ve bunun için planlar yapmakta olduğu bir sırada kaderini değiştirecek olan zil çalar. İçeriye dağınık saçlı çocuk Özgür girer. İyi işlerle uğraşmayan ve kaçış için gelen çocuğa Yosun yardım eder.

İki hayattan bıkmış insan bir evde birleşir. Zaman aktıkça birbirlerine bağlanmaya ve daha uyumlu olmaya başlarlar. Ancak bununla birlikte Özgür’ün ne hissettiği konusunda şüpheleri bulunmaktadır. Yosun onun için hala küçük bir kızdır. Yosun ise Özgür ile yaşama isteği ile dolan küçük kalbini doyuruyordu.

İlişkilerinde Özgür emir veren Yosun ise emir alan bir roldeydi. Özgür’ün de çok kolay bir hayatı olmamıştır. Geçmişte yaşadığı ilişkilerden de yıpranmıştır. Özellikle Pınar ile yaşadıklarını unutamaz bir türlü. Bir taraftan da artık toplanmak, toparlanmak ve intikam almak ister.

Yosun ile hem çok zıt hem de hep beraberlerdi. Birbirlerine çekiliyorlardı her yaşadıkları olayda. Belli bir zaman geçtikten sonra Yosun yine ölmeyi ister ancak yine Özgür engel olur. Sevdiği bir kadını daha kaybetmeye gücü yoktur belki de. Bundan sonra ikisi de birbirlerine  ölmemek konusunda söz verirler. Ancak bu söz de uçup gider.

Bir Ölünün Defteri (Halit Ziya Uşaklıgil) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bir Ölünün Defteri

Kitabın Yazarı : Halit Ziya Uşaklıgil

Kitap Hakkında Bilgi :

Halid Ziya Uşaklıgil'in İzmir dönemi romanlarından olan Bir Ölünün Defteri, aynı zamanda Servet-i Fünun dönemi romanını müjdeleyen bir örnek olması bakımından önem taşımaktadır.

Romanda iki erkek ve bir genç kız arasındaki aşk ilişkisi ve bu durumun yarattığı trajik durum söz konusu edilmiştir.

Kitabın Özeti :

Hüsam'ın karısı ve İsmet ile Fuad adında iki oğlu vardır. Yağmurlu bir gecede Hüsam, karısı ve çocukları ile evde otururlarken yaşlı bir adam eve gelir. Yaşlı adam Hüsam’ın kendisiyle birlikte gelmesini ister. Hüsam’ı en yakın arkadaşı Vecdi’nin yanına götürür. O gece Vecdi hayata gözlerini yumar. Hüsam’a kara bir defter bırakır. Bu, Vecdi’nin çocukluktan ölümüne kadar olan hayatını yazdığı günlük niteliğinde bir defterdir. Hüsam gefteri okumaya başlar…

Vecdi ile Hüsam çocukken bir yatılı okulda kader arkadaşı olurlar. Vecdi’nin bir de halası ve halasının kendi yaşlarında Nigar adında bir kızı vardır. İleriki yıllarda hem Vecdi hem de Hüsam, Nigar’a aşık olurlar. Fakat Nigar, Vecdi’yi bir
kardeş gibi gördüğü için kalbi Hüsam’a vurulur.

Vecdi, Hüsam’a olan ve çocukluk yıllarından gelen samimi arkadaşlıktan soğur. Çünkü Hüsam artık Vecdi’yi anlamamaktadır ve Vecdi'ye fazla ilgi göstermez olmuştur. Kendisini onlardan uzaklaştırmak ister. O sırada cereyan etmekte olan Balkan Savaşlarına gönüllü doktor olarak gider ve orada sol kolunu kaybeder. En sonunda İstanbul’a tekrar döner ama kalbinde hala o aşk acısı vardır. Birgün kolu yüzünden kaptığı bir rahatsızlıktan dolayı kendisini yatakta bulur. Yağmurlu bir gecedir ve Hüsam’ı yanına çağırttırır.

O gece Vecdi, Nigar’ın aşkını kalbine gömerek hayata gözlerini kapar. Hüsam ise Vecdi’nin kendisi için ne kadar fedakarlıklarda bulunduğunun farkına o gece bir ölünün, Vecdi’nin defterini okuyarak varır…

Piraye (Canan Tan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Piraye

Kitabın Yazarı : Canan Tan

Kitap Hakkında Bilgi :

Okudukça, dizelerin anısına dalıp kendimden geçtikçe, tehlikeli bir biçimde özdeşleşiyordum Piraye'yle.
Tiyatro sahnemde, bundan sonraki rolüm belliydi artık. Nâzım Hikmet'in Piraye'si rolünü oynamak...
Peki bana eşlik edecek oyuncu kim olacaktı?
Bunu düşünmek bile anlamsızdı; karşımda Sazım vardı ya...
Şiir Yüzlü Piraye... kendi yazdığı senaryolarda yaşıyor.
... Kim olursa olsun; evleneceğim insan, benim varlığımı yok sayarak bir başkasıyla beraberlik yaşayacak ve ben buna seryirci kalacağım ha...
Yazgıymış! İnanmıyorum yazgıya falan... Onu yaratan da, şekillendiren de bizleriz. Benim yazgım kendi çizeceğim yoldur! O yolda beraber yürümeyi kabullendiğim insanı da kimseyle paylaşamam ben...
Yazgıya bile kafa tutacak kadar yürekli... Özgürlüğe âşık!
Ancak, başkaları tarafından yerinden oynatılan kilometre taşlarının, gene başkalarınca gelişigüzel dizilmesiyle önüne serilen yolda yürümeye mecbur bırakılınca... İşler değişiyor.
... Hiç hayıflanma, o şiirsellikten uzak düştün diye. Gözlerini aç ve o günlerde göremediğin gerçeği gör artık...
Nâzım da o sevda yüklü dizelerini eliyle bir kenara itip, daha sıcak bulduğu kollara koşmamış mıydı?
Haşim'in yaptığı, onunkinden çok mu farklı?
... Kendince tanrılaştırdığın, tapınmaktan gurur duyduğun putların, gerçekte basit birer taş parçası olduğunu ne zaman kavrayacaksın?
Ama. gönlün gerilerde bir noktaya takılı kaldıysa eğer, sevinebileceğin bir gerçeklik duruyor orada.
İşte şimdi, Nâzım'm kızıl saçlı Piraye 'siyle tam olarak özdeşleştin.
Kutlu olsun.
Fırtına gibi bir yaşam öyküsünün başoyuncusu oluveriyor Piraye...

Kitabın Özeti :

Piraye’nin ismini Nazım Hikmet’in eşi Hatice Piraye’den esinlenen babası koymuştur. Piraye hiçbir zaman kendi istekleriyle hareket edememiştir. Her zaman etrafındaki kişilerin istediklerini yapmıştır. Üniversite tercihi yaparken de babasının isteğini yerine getirmiş Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesini yazmıştır. Babasının tek hayali, kızının onunla birlikte muayenehanesinde diş doktoru olmasıdır.

Piraye aslında edebiyata ilgiliydi. Ablasının genç yaşta okulu bırakıp evlenmesinden dolayı bütün beklentiler Piraye’nin üzerindedir. Piraye’yi okulun ilk günü babası bırakmıştır. Çünkü babası da o üniversiteden mezundur.
Piraye’nin ilk karşılaştığı kişi kolejden arkadaşı Esin’dir. Aslında üniversite yıllarında hep birlikte dolaşacağı kişidir. Okulun ilk yılı derslerle geçer. Esin biraz uçarı, aşk ilişkilerine önem veren bir kızdır. Esin sayesinde Arif’le tanışır. Piraye, edebiyata düşkün olan Arif ile birbirlerine şiir vermeye başlarlar. Piraye ona bağlanmaktan korkmaktadır. Arif'in onu sahiplenmesinden rahatsızlık duyar ve arayı soğutur.

Bölümlerindeki Ömer adında çok aktif bir genç vardır. Bütün partiler, eğlenceler ve geziler ondan sorulmaktadır. Ömer, Piraye’ye âşıktır fakat ona söylemeye korkar. Çünkü Piraye’nin Arif’ten niçin ayrıldığını çok iyi bilmektedir. Ömer, Piraye’yi bir kızla kıskandırmaya çalışır, farklı yollar dener fakat Piraye bunların hiç birine aldırmaz. Yazın gelmesiyle, Piraye ailesiyle birlikte Çınarcık’taki yaz köşküne gider. Bir gün Piraye’nin sınıf arkadaşı Ömer, Piraye’yi görmeye Çınarcık’a gelir. Birlikte güzel vakit geçirirler. Annesi ve ablası Ömer’i Piraye’ye çok yakıştırsalar da Piraye onu yalnızca arkadaşı olarak görmektedir. Ömer en sonunda Piraye’ye olan duygularını açar. Ama Piraye ona hayır cevabını verir. Piraye birisine bağlanıp hayatının ablasınınki gibi olmasını istememektedir.

Piraye bir gün hiç ummadığı bir anda Mikrobiyoloji dersi asistanı, sınıftaki çoğu kızın ilgisini çeken Nevzat’tan bir evlilik teklifi alır. Ancak onu da reddeder.

Bu durumdan bir süre sonra üçüncü sınıfın ortalarına doğru, Piraye Diyarbakırlı, zengin bir aileye mensup, aynı bölümün beşinci sınıfında okumakta olan ve kendisinden yedi yaş büyük Haşim Ağa ile rastlaşır. Haşim yanında korumaları olan sürekli takım elbise giyen bir gençtir. Aslında Piraye’ye çok ters düşecek birisidir ama kader onların yollarını kesiştirmiştir.

Kısa bir süre sonra Haşim Ağa, Piraye’nin arkadaş grubu içine girer ve herşeyi birlikte yapmaya başlarlar. Aradan bir süre geçtikten sonra Haşim, Piraye’ye âşık olduğunu söyler ve sevgili olurlar. Piraye birisine bağlanmaktan korkarken, en ters karakter olarak gördüğü Haşim’e bağlanır. Artık bir yere giderken dahi önceden Haşim’e bildirip ondan izin aldıktan sonra gitmektedir. Piraye, Haşim’e ummadığı derecede bağlanmıştır. Onun her dediğini yapmaktadır. Artık hayatı o olmuştur.

Ardından aileler tanışır ve nişanlanırlar. Okul bittikten sonra düğün yapılır ve Diyarbakır’da Haşim’in ailesiyle birlikte konakta yaşamaya başlarlar. Planları orada bir süre kalıp istedikleri bir şehirde ayrı eve çıkmaktır. Ama bu gerçekleşmez. Piraye, Haşim’e bir yıl boyunca çocuğumuz olmayacak diye şart koşar. Haşim orda bir muayenehane açar fakat Piraye çalışmayacaktır. Önceleri sorun olmaz ama daha sonra evde oturmaktan sıkılır.

Ardından Haşim’in sekreteri olur. Birgün bir adam karısını getirir muayenehaneye fakat Haşim’in bakmasını istemez. Bunun üzerine Piraye ilgilenir. Haşim Ağa’ya dokunur ve aşağılar Piraye’yi. Ona rağmen susar Piraye. sonra o adam annesini de getirir. Ona da bakar Piraye. Birgün Hâşim’in dışarıda işi olduğunda o adam muayenehaneye gelir ve Piraye onla ilgilenir. Haşim elinde bir buket gülle muayenehaneye geldiğinde bu durumu görür ve sinirlenir.
Adam gittikten sonra Haşim, Piraye ile kavga eder. Haşim Ağa’nın karısı erkeklerin ağzına düşüyor dedirtmem ben der.

Piraye, Diyarbakır’dan gitmek ister ama bunu babasına yapamaz. Artık Haşim ile arası soğuktur ve onun karısı gibi davranmaz. Haşim yaptıklarından pişmandır ve artık her şeyi Piraye’nin istediği gibi yapar. Bir süre geçtikten sonra barışırlar ve Piraye çocuk yapmak ister. Doktora gider ama doktor umutlu konuşmaz hamile kalamazsın der. Sonunda Piraye hamile kalır. Piraye’nin hamileliği devam ederken, ayrı eve çıkarlar. Bebek kız olur ve ismini Dicle koyarlar. Artukoğlu ailesi hayal kırıklığına uğrar ve erkek çocuk için ısrar ederler. Dicle ile gerçekleştirdiği bir yaz tatili dönüşü, Piraye erkek çocuk doğurmaya karar verir. Hâşim’in ailesi ise ondan bir erkek torun beklemektedir.

Bir gün babasının yoğun bakıma alındığını duyar. Piraye İstanbul’a gider ve orda kontrole girer. Doktor bundan sonra doğuramayacağını Piraye’nin kız kısırı olduğunu söyler. Piraye, Diyarbakır’a döndüğünde doktorun söylediklerini Haşim’e anlatır. Haşim bunun önemli olmadığını kendisinin ve kızının ömür boyu yeteceğini söyler. Hâşim’in ailesi buna karşı Haşim’e bir kadın bulurlar…

Piraye, Haşim’in kuma aldığını, düğün yaptığını ve onunla köydeki evde kaldıklarını öğrenir ve boşanma kararı alır. Kuma Zühre sakat bir kız çocuk doğurur.

Piraye İstanbul’a dönmüştür. Bir akşam kasıklarında bir sancı yaşayarak doktora gider. Doktor onu tedavi eder ve kız kısırı saçmalığının olmadığını söyler. O günden sonra Piraye, yalnızca eşyalarını toplamak için Diyarbakır’a döner. Diyarbakır’a döndüklerinde, Haşim onları yemeğe çıkarır ve birlikte tatile gitmeye karar verirler. İskenderun’da geçirdikleri tatilde Piraye, Haşim’le birlikte olur.

Piraye babasının ölüm haberini alır almaz İstanbul’a kesin dönüş yapar. Tüm olanlardan sonra Piraye babasının hatırasını yaşatmak için, onun muayenehanesinde çalışır. Aylar sonra Haşim, Piraye’siz yapamayacağını anlatmaya İstanbul’a gelir ve Piraye’nin ondan bir erkek bebeğe hamile olduğunu öğrenir. Ne kadar yalvarsa da Piraye’yi yeniden beraberliğe ikna edemez. Piraye bir gün Haşim’in ölüm haberini alır. Piraye bu haberle perişan olur ve oğlunun doğmasını sabırsızlıkla beklemektedir.

Piraye (Canan Tan) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

27 Aralık 2019 Cuma

Deliliğe Övgü (Roterdamlı Desiderius Erasmus) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Deliliğe Övgü

Kitabın Yazarı : Desiderius Erasmus

Kitap Hakkında Bilgi :

Delilik, çoğumuzun aklında sürekli dönüp duran sorgulayıcı bir kavramdır. Hangimiz zaman zaman bir deli olduğumuzu düşünmemişizdir ki yahut bir deli ile birlikte olduğumuzu? Delilik dediğimiz şey tüm duyguları zirvede yaşamak mıdır yoksa zirveden aklı başında insanlığa bakmak mıdır; bunu sorgulamak gerekir. İşte çağlar öncesinden Erasmus, günümüz insanının sorgulayacağı bu kavramın ipine sarılmış. Erasmus (1469-1536), Rönesans hümanizminin en büyük temsilcilerindendir.

İlk olarak 1511’de yayımlanan Deliliğe Övgü, güncelliğini zamanımıza değin koruyabilmiş başyapıtıdır. Erasmus, dostu Thomas More’u eğlendirmek için bir yolculuk sırasında yazdığını söylediği Deliliğe Övgü’de şu soruyu sorar: İnsanoğlunun tüm zincirlerinden kurtulmasını ve salt özgürlüğe ulaşmasını sağlayan delilik değil midir? Gülmece bu çerçevede gelişir ve söz kendisini övmesi için deliliğe bırakır. Delilik, yaratıcısının savunduğu her şeyi eleştirerek gençliği, hayattan zevk ve neşe almayı, baş döndüren cinselliği över. Çocuklukta, yaşlılıkta, dostlukta, aşkta ve evlilikte, savaşta ve barışta, kendisinin insanlara nasıl egemen olduğunu ve onları nasıl mutlu kıldığını gösterir. Deliliğe Övgü, yazılışından günümüze, felsefe ile gülmecenin birleştiği en yetkin eserlerden biri olma özelliğini sürekli koruyabilmiş bir kitaptır.

Desiderius Erasmus (1469-1536): Yeni Ahit'in ilk editörü, ilahiyat edebiyatının önde gelenlerinden ve Kuzey Avrupa Rönesansı'nın en önemli hümanistlerinden olan Erasmus, filolojik yöntemleri kullanarak tarihsel-eleştirel geçmiş araştırmalarının temelini attı. Eğitim alanındaki yazıları klasiklere eski dini müfredat yerine hümanist bir bakış açısıyla yönelinmesine katkıda bulundu. Kilisenin gücünün kötüye kullanılmasını eleştirirken yükselen reform taleplerini teşvik etti. Bu tutumu hem Protestan Reformu'nda hem de Katolik Karşı Reformu'nda ses buldu. Luther'in doktrinini ve papalığın sahip olduğunu iddia ettiği güçleri reddeden bağımsız duruşu nedeniyle her iki tarafın hedefi haline geldi. İngiltere'ye giderken tasarladığı ve Thomas More'un evinde yazdığı Deliliğe Övgü ile dönemin entelektüellerini eleştirdi, öğretmenler, papazlar, ilahiyatçılar, filozoflar, tüccarlar, avukatlar, hükümdarlar, azizler ve kendini zeki sayan herkesi alaycı bir dille yerdi.

Kitabın Özeti :

Rönesans'la birlikte ortaya çıkan Hümanist akımın öncülerinden ve en büyük temsilcilerinden Roterdamlı Erasmus, Deliliğe Övgü'yü 1509'da kaleme almıştır. Bu başyapıtta yaşadığı dönemin portresini çizen Erasmus, çağının tabu sayılan birçok konusuna da eleştiriler getirmiştir. Yazıldığı tarihten bu yana, asırlar geçmesine karşın hâlâ okunuyor olmasıysa, yazarın ele aldığı sorunların birçoğunun günümüzde de aynen devam etmesine bağlanır.

Küçüklüğümüzü hatırlayalım biraz. Top oynadığımız sokaklara geri dönelim bir an için de olsa. Neler hatırlıyoruz o sokaklar hakkında? Kimler gelirdi, kimler geçerdi o sokaklardan? Düşünelim biraz' Bizim mahalleden ayı oynatıcıları, değişik ilahiler söyleyen dilenciler, sabahın kör saatlerinde yollara düşmüş simitçiler, eskiciler, bakkallara sıcak ekmek yetiştirmeye çalışan sokakları delen gürültülü arabalarıyla fırıncılar geçerdi. Bir de delileri vardı bizim mahallenin. Günün her saatinde karşımıza çıkabilirlerdi, her an sokağın bir köşesinden belirme ihtimalleri vardı. Hatırlıyorum da kimileri geçerken tüm sokak derin bir sessizliğe bürünürdü; değişik bakışları, sesleri, halleri korkuturdu insanları. Kimileri geçerken ise tüm mahalleyi bir gülme alırdı. Herkesin suratına bir sırıtma otururdu. Ev işlerini yapan kadınlar, her şeylerini bırakıp pencerelere koşar, onların geçişlerini bir merasim gibi seyrettikten sonra tekrar işlerine dönerlerdi. Ama bir tanesi vardı ki onu hiç unutmam. O sokağın başından göründüğü zaman herkes kendine çeki düzen verip biraz toparlanırdı. Başımıza iş açar korkusu değildi bu toparlanmanın sebebi. Herkes iyi bilirdi ki, o deli kimseye zarar vermezdi. Bir köşede durur, tüm mahalleliye iyisiyle kötüsüyle yaptıklarını haykırıp yoluna devam ederdi. Mahalleli kendine çeki düzen verirdi; çünkü o delinin söylediği her şey doğru olurdu her zaman, içlerinde bir yalan bulunmazdı. O yüzden herkes, bir sırrının ortaya çıkmasından korktuğu için bu deliye karşı, korkuyla karışık bir saygı beslerdi.

Roterdamlı Erasmus'un Deliliğe Övgü'sünü okurken sürekli yukarıda anlattığım deli geldi aklıma. Onun delisi, hatta deliliğin ta kendisi 'Moria' da tıpkı bizim mahalleninki gibi, şehrin ortasında bir kürsüye çıkıyor ve kendini tanıttıktan sonra herkesin suratına doğruları bir bir vurmaya başlıyor. Erasmus, bu başyapıtın adını 'Deliliğe Övgü' koymuş; çünkü Moria, yani Delilik kürsüye çıktığı andan itibaren kendini dinleyenler karşısında yüceltmeye başlıyor. Ne giydiği komik kıyafetler ne de insanların onun yüzüne gülümsemeleri umrundadır. Hatta o insanların yüzlerindeki gülümsemeyi bile kendi 'tanrısal tesirlerine' bağlayarak bundan pay çıkarıyor. Kendini, dinleyenlere anlatırken öyle büyük laflar söylüyor ki, 'Bunları ancak bir deli söyler' dedirtiyor okuyana da. Hayat ışığının kendi olduğundan, dünyadaki tüm iyi şeylerin onun sayesinde gerçekleştiğinden, insanlığın ona muhtaç olduğundan bahsediyor. Bunları anlatırken yandaşlarından, insanlığa hizmetindeki yardımcılarından da bahsetmeyi unutmuyor. Yandaşlarını da 'cariyelerim' olarak tanıtıyor onu dinleyen kalabalığa: Özsaygı, Yüze Gülme, Unutma, Tembellik, Şehvet, Bunaklık, Zevku Sefa, Eski Yunan'daki içki alemlerinin unutulmaz karakteri Komos ve rüyalar tanrısı Morpheus onun bu, insanlığa hizmetindeki vazgeçemediği yardımcılarıdır. Cariyelerinden de kendisi gibi gurur duyuyordur Delilik ve bunu da yine ona has, bir cümleyle duyuruyor kalabalığa. 'Bu sadık hizmetkârlarımın yardımıyladır ki ben evrende ne varsa hepsini devletime tâbi kılar, dünyayı idare edenleri idare ederim.'

Bu nasıl deli?
Kürsüdeki Delilik, kendini tanıtmayı bitirdikten sonra insanlığa sunduğu nimetleri birer birer anlatmaya başlıyor. İlk olarak diline doladığı, özür dilerim, kendi özünden bir parça ikramda bulunduğu insanlar olarak ise çağın bilgelerini gösteriyor. Deliliği ve bilgeliği aynı çizgide gördüğünü söylediği tüm sözlerden anlayabiliyoruz. Bu bilgeler için büyük bir övgü; çünkü onları kendi 'yüksek' seviyesinde gördüğünü herkese duyuruyor; ama bir yandan o kadar iğneleyici cümleler kuruyor ki insanın kafası karışıyor. İlk olarak bir iki güzel sözle gönüllerini alıp ağızlarına bal çalıyor, sonrasında dönemine göre düşünüldüğünde çok ağır eleştiriliyor yöneltiyor. Tam 'Bu deli bizimle dalga mı geçiyor?', 'Ne yapmaya çalışıyor şimdi bu?' dediğimiz noktada ise sahnenin arkasından ona sufle veren Roterdamlı Erasmus canlanıveriyor gözümüzün önünde. Kürsüdeki Delilik'in böylesine ironik bir üslupla halka seslenmesi, en ağır eleştirileri yaparken bile o çok iyi kullandığı mizahi dilinden ödün vermemesi Erasmus'un bunları onun kulağına fısıldamasıyla gerçekleşiyor. Zaten Delilik de bu halka seslenişinde sık sık belirtiyor Erasmus'la çok iyi bir dostluklarının olduğunu. İşte, 1509 yılında Erasmus tarafından sadece birkaç günde yazılıp bugünlere kadar uzanmış olan klasik, Deliliğe Övgü bu iki iyi dostun yardımlaşmasıyla ortaya çıkmış.

Erasmus'un günümüzden çok seneler önce kaleme aldığı bu yapıt, döneminde çok ses getirmiş; çünkü o zamanın tabu olarak görülen birçok kurumuna ve meslek grubuna büyük eleştiriler yöneltilmiş kitapta. Papa, kilise, krallar, şairler, filozoflar, hukukçular ve o dönemde dokunulmaz sayılan pek çok grup Erasmus'un yönelttiği bu eleştirilerden nasibini almış. Erasmus, Deliliğe Övgü'de eleştireceği kişileri önce ironik bir üslupla toplumun gözündeki yerlerini, özelliklerini övmüş. Savaşçıların vahşi içgüdülerini, devlet adamlarının iktidar tutkularını, sanatçıların çılgınlıklarını, bilginlerin kendini beğenmişliklerini, din adamlarının da ellerinde bulundurdukları büyük gücü göklere çıkarmış. Bunların hepsinin Delilik sayesinde olduğunu, hayatın yürümesini sağlayan tüm bu grupların içinde bulunan insanların, kendinden olduğunu söylemiş. Sonrasında da eleştiri oklarını sakladığı yerden çıkarıp biraz önce övdüğü bu insanlara tek tek saplamış. Bu eleştirileri de kişisel çıkarlar veya dünyevi kaygılarla değil, tamamen çağdaşlarına 'ayna tutmak', yaşanılan dönemin bir portresini çizmek amacıyla yapmış. Bu yüzden de dönemin tabularını konu edinen yapıttaki eleştiriler, tepkiden çok Erasmus'a karşı hissedilen bir saygıya yol açmış.

Erasmus'un 'şakacı bir ifadeyle' yüzlerine vurduğu gerçekler, o dönemde eleştirdiği kurumlar ve gruplar tarafından hoşgörüyle karşılanmış. Özellikle kilise ve din adamlarına yönelttiği ağır eleştirilerin hoşgörüyle karşılanması oldukça şaşırtıyor; çünkü yapıtta en fazla konusu geçenler yine onlar. Kilisenin eleştirilere karşı takındığı sert tutum göz önüne alındığında, Erasmus'a döneminde duyulan saygı daha iyi anlaşılıyor. Kendisi de bir din adamı olan Roterdamlı Erasmus'un, çok iyi tanıdığı kurumu, yani kiliseyi tüm ayrıntılarıyla anlatması çok ilgi çekici. Bir din adamının dilinden, dönemin kilisesinin karanlıkta kalan taraflarını, tüm ayrıntılarıyla dinlemek, üstelik bunu bir delinin nutku aracılığıyla duyumsamak, yapıtı okurken ayrı bir zevk unsuruna dönüşüyor. Ayrıca, tüm anlatı boyunca metne hâkim olan bir 'karamizah' da söz konusu.

'Deliliğe' duyulan ihtiyaç
Ahmet Cemal, Deliliğe Övgü'den 'çağlar boyunca bağnazlığa karşı kaleme alınmış en yetkin düzeydeki başyapıtlardan biri' olarak söz ediyor. Ahmet Cemal'in bu yorumundan yola çıkarak, yapıtın bugüne kadar uzanmasının nedenini, her türlü düşünce bağnazlığına karşı yapılmış bir eleştiri olmasına bağlayabiliriz. Zaten, yapıtı okudukça da 1500'lü yılların başındaki Avrupa'da geçen konu ve sorunların eleştirisi üzerine kurulmuş olmasına karşın, bunların bugün de canlı bir şekilde yaşamın içinde varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Eğitimdeki sorunların, dindeki dogmaların, ellerinde bulundurdukları iktidar gücüyle istedikleri gibi at koşturan siyasetçilerin varlığını yok sayamayız. İşte bu başyapıt bize, insanlığın kendi başat sorunları üzerinde nasıl olduğu yerde saydığını gösteriyor. Ayrıca, kürsüye çıkıp tüm doğruları yüzümüze vuracak bir delinin ihtiyacını da hatırlatıyor.

Dere Tepe Ters (Italo Calvino) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dere Tepe Ters

Kitabın Yazarı : Italo Calvino

Kitap Hakkında Bilgi :

Tepe Ters, 20. yüzyılın en önemli yazarlarından Italo Calvino'nun çocuklar için yazdığı son masallardan biri.

Savaştan dönen ve nerenin yer nerenin gök olduğunun birbirine karıştığı ormanda kaybolan Kral Clodoveo.
Kalbi hırsla, aklı ihanetle yanıp tutuşan Kraliçe Ferdibunda. Dünyayı değiştirmek isteyen masum Prenses Verbena ve iyi niyetli orman bekçisi Mirtillo.

Kim bilir, belki de bu hangisinin dal, hangisinin kök olduğu belirsiz labirent, doğaya yansıyan kötülüğün ta kendisidir... ve bu labirentten çıkmaya yalnızca masumiyet yardım edecektir.

“Ormanın böylesine geniş, böylesine içinden çıkılmaz olduğu kalmamış aklımda,” diye homurdandı Kral. O uzaklarda olduğu sırada, bitki örtüsünün aşırı derecede büyüdüğü, arapsaçına dönüp patikaları kapladığı söylenmişti.
Yaver Amalberto yerinden sıçradı: “İşte şehir orada!”
“Nerede?”
“Dalların arasından sarayın kubbesini gördüm sanki. Ama şimdi göremiyorum…”
“İyi saatte olsunlar geldi herhalde. Kuru dallardan başka bir şey göründüğü yok.”

Kitabın İtalyanca adı ‘Orman Kök Labirent’, saraya küsmüş bir ormanı, kökleri dallarına karışmış tepetaklak ağaçları ve ilerledikçe geriye yönlendiren bir labirenti işaret eder. Yani her şey ters, aynadaki akis, madalyonun diğer yüzüdür.

Kitabın Özeti :

Kral Clodoveo, şövalye yaveri Amalberto ve ordusuyla savaştan dönmektedir. Kral Clodoveo savaştan dönen ordusunun başında atını sürer, imparatorluğun başşehri Kökkafes’e doğru yol alır. Oysa kent bir türlü görünmez. İçine daldıkları ormanın sık ağaçları yolları kapamıştır. Kral'ın kendi şehrine ulaşmak için ormandan geçmesi gerekir. Ancak orman ülkesinden ayrıldığından beri daha da büyümüş ve geçilmez olmuştur. Kral bir türlü ormandan çıkamaz.

Diğer yandan “Kökkafes” şehrinde Kralın kızı Verbena da babasını beklemektedir. Ama hırslı ve gözü doymayan Kraliçe Ferdibunda, krala ihanet ediyor ve başkasını tahta çıkarmak için plan yapmaktadır. Ancak bu plan da şehrin çevresinde büyüyen ormanda kaybolmalarına yol açar. Kraliçe Feribunda şehri ele geçirme planları yapar. Şehrin içini kötülük, çevresini geçit vermez orman kaplamıştır.

“… Kraliçenin içine kasvet çökmeye başlamıştı bile. Tıpkı kendi ihanetinin yalan dolanı gibi etrafı karman çorman bir bitki örtüsünün kaplamaya başladığını görüyordu, sanki aklından geçirdikleri arapsaçı gibi şehri sarmaya başlamıştı.”

Kötülük, kökler ve dallar tarafından surların çevresine hapsedilmiş ve tabiatın muazzam labirenti karanlık yutan bir hapishaneye dönüşmüştü.

Kral ve kötü Kraliçe ile birlikte çok iyi kalpli bir prenses olan Prenses Verbena ise sadece babasına kavuşmayı arzu ediyor. Şehirden çıkıp babasını karşılamak ister.

“Ah kuş, seninle uçup bu kafesin dışına çıkabilseydim…” diye iç geçirdi Verbena.”

Prenses Verbena, şehirdeki dut ağacının etrafında döneyim derken, kendini dut ağacının köklerinin arasında kaybolmuş bulur. Yan tarafa geçeyim derken, ağacın altına, köklerin arasına girmiştir.

İyi niyetli orman bekçisi Mirtillo Prenses Verbena'ya âşıktır. Masaldaki bütün kişiler gibi o da ormanda kaybolur. Herkes ya birini ya da şehri aramaktadır. Ama orman da çok farklı ve ters bir ormandır. Toprağın üstünde yürüdüğünü zanneden köklerin arasındadır. Ağaçların dallarında olduğunu zanneden de yerdedir. Biri köklerin arasına giriyor ama havada duruyor. Diğeri dallara tırmanıyor ama kendini labirent gibi köklerle kaplı bir yerde buluyor.

Ormanda kaybolan bütün bu masal kahramanlarından ilk buluşan da en saf ve temiz kalpli olan Prenses Verbena ile Mirtillo oluyor. Bu ters dönmüş dünyadan kurtulmak ve diğerlerini de kurtarmak işini ise en saf kalpliler yapabilir.

“Ama başına ne geldiğini bilemediğinden, "Madem dalların üstünde olduğunu söylüyorsun, o halde nasıl oluyor da aşağıda duruyorsun?" demekle yetindi.
Verbena, Mirtillo'yu bir kuyuya düşmüş gibi görüyordu... Ama kuyunun dibinde gökyüzü vardı.

"Peki, sen aşağı inerken nasıl oldu da bu kadar yükseklere çıktın, halbuki ben tırmanıp durmuştum.”

26 Aralık 2019 Perşembe

Orman Kitabı - Orman Çocuğu Mowgli (Rudyard Kipling) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Orman Kitabı - Orman Çocuğu Mowgli

Kitabın Yazarı : Rudyard Kipling

Kitap Hakkında Bilgi :

İnsan ve hayvan arasındaki dostluk üzerine klasik bir hikâye.

Mowgli, Shere Khan adlı kötü bir kaplanın pençelerinden kurtulduktan sonra, bir kurt sürüsü tarafından evlatlık alınır ve kendine yeni bir ev bulur. Fakat orman hakkında hiçbir bilgisi olmayan Mowgli’nin öğrenmesi gereken çok şey vardı. Yardımına ise iyi kalpli Ayı Baloo ve Panter Bhageera yetişecek ve Mowgli’ye ormanın kanunlarını öğretecekti.

Rikki-Tikki-Tavi adlı bir firavun faresinin maceraları, Küçük Toomai ve fillerin gizli dansı ile Beyaz Fok Kotick, Mowgli’nin hayvan arkadaşlarıyla çıkacağı sıradışı yolculuğun birer parçası olacaktı.

Kitabın Özeti :

Kaplan Shere Khan’a yem olmaktan kurtulan bir bebeği kurtlar sahip çıkıp büyütür. Ayı Baloo ve siyah panter Bagheera’ın eğittiği Mowgli’nin büyür. Ormandaki yaşamı, insanlara karışması ve kaplan Shere Khan’dan intikam alması anlatılmaktadır.

Mowgli adında bir çocuk kurt yavrularının olduğu bir ine sığınır. Bu bebek çok cesaretlidir ve yavru kurtlarla oynamaktadır. Shere Khan adlı acımasız bir kaplan Mowgli'nin peşindedir ve onu yemek istemektedir. Fakat anne kurt Akela ona sahip çıkar ve onu kendi yavrusu gibi kabullenir. Akela bu çocuğu evlat edinince kaplan Shere Khan, insan çocuğu Mowgli‘yi yiyemez. Orman kanunlarına göre Mowgli o kurt sürüsünün bir üyesi kabul edilir.

Mowgli büyüdüğünde, kurtlar ve diğer hayvanlar tarafından dışlanmaya başlar. Bunun üzerine Mowgli insanların arasına karışması gerektiğini düşünmeye başlar.

Mowgli bir gün sürüden uzaklaşır ama Shere Khan tarafından saldırıya uğrar. Fakat bunu gören kurtların lideri tarafından kurtarılır.

Hayvanlar hiçbir zaman spor olsun ya da zevk için öldürmezler. Onlara her ne kadar hayvan desek de bazen kendilerini savunmak, çoğu zaman da yaşamlarını devam ettirmek için avlanır ve öldürürler. Bu hikâyede de yazar bir orman kanunundan bahseder.

“Sebepsiz yere hiçbir şey emretmeyen Orman Kanunu, çocuğuna nasıl öldürüleceğini göstermek için öldürmesi dışında, tüm hayvanlara insan yemeyi yasaklar ki o zaman da hayvan, sürü veya kabile avlanma bölgesinin dışında avlanmalıdır. Bunun asıl sebebi de insan öldürmenin, er ya da geç, silahlarıyla fillerin üstünde beyaz adamların ve de okları, patlayıcıları ve meşaleleriyle kahverengi adamların gelişi anlamına gelmesidir. O zaman ormandaki herkes acı çeker. Hayvanların kendi aralarındaki nedenleriyse, yaşayan varlıklar içinde insanın en zayıf ve en savunmasız olmasıdır. Onlara dokunmak sportmenliğe yakışmaz. Aynı zamanda derler ki, ve doğrudur da, insan yiyenler uyuz olur ve dişleri dökülür.”

Zıkkımın Kökü (Muzaffer İzgü) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Zıkkımın Kökü

Kitabın Yazarı : Muzaffer İzgü

Kitap Hakkında Bilgi :

"Yıl 1933, aylardan ekim, günlerden 29; yani onuncu yıl...cumhuriyetin onuncu yıldönümü... İşte o gece annem tutturmuş da tutturmuş, fener alayını izleyeceğim, diye... Babam, yahu avrat ayın günün, sancın mancın tutar, hem bu karınla... demiş. Ama annem hiç öyle coşkulu bir günde evde oturmak ister mi? Komşu kadınlardan biriyle çıkmışlar evden, bir yaşındaki abim de annemin kucağında. Fener alayını eve en yakın izleme yeri, olsa olsa Saathane'nin orası... nasıl kalabalık, iğne atsan yere düşmez!... Az sonra bando öteden gözükmüş. Pıstattararaaaa... demeye başlayınca, uy anam, annemdeki sancı... Breh, kaldırımda adım atacak yer yok, yan yön insan, gerisi dükkân... annemi eve zor yetiştirmişler. Tastamam eve geldikten on dakika sonra beni doğurmuş..." Bundan sonrası kitaptan öğreneceksiniz: Zıkkımın Kökü

Kitabın Özeti :

Muzaffer İzgü, eserinde Adana’da geçen çocukluğunu ve yaşam öyküsünü anlatmaktadır. Mizahi bir dille yazılan ancak buna rağmen Anadolu insanının yoksulluk ve yaşadığı zor koşulları anlatan bir romandır.

Muzaffer İzgü, kitaba doğduğu gün ile başlar. Fakirlik içinde doğar ve fakirlik içinde büyür. Bunun her zaman farkındadır ve diğer çocuklar ile kendisini kıyaslar.

“Oh oh, derdi babam, aynı sizi kömür çualından çıkardığımız günkü gibi oldunuz! Nedense, bizim mahallenin yoksul çocuklarının hepsi kömür çuvalından çıkmıştı da, Yaşar'ı, Nedim'i, Rıfat'ı leylek getirmişti. Belki de, biz kışın dünyaya geldiğimizden leylekler burada değildi. Suç anamın, azıcık dişini sıkıp da bizi marttan sonra dünyaya getirseydi, leyleğe binme mutluluğuna biz de erişirdik...”

Muzo’nun babası bir arsa üzerine bir gecekondu yapmış, ailesine bu gecekonduda bakmaya çalışmaktadır. Baba küçük icatlar yapmaya hevesli bir adamdır. Muzo’nun annesi çilekeş, ağabeyi ise oldukça çelimsiz biridir.

Ailedeki herkes bir şekilde eve katkıda bulunmak derdinde ve zorundadır. Devlette bekçilik yapan babaları işten ayrılınca Muzo ve Sefa da babalarına çalışarak destek vermeye başlar. Muzo ilkokula giderken yaz tatillerinde çalışmaya başlamıştır.

Muzo, sinemalarda gazoz, sokaklarda mısır, su, şeker satarak ailesine katkıda bulunmaya çalışır. Yaptığı işler arasında karpuz yüklemek babası ile seyyar satıcılık yapmak, gazoz şişelerini yıkamak, lokantalarda bulaşık yıkamak, kamyonlarda muavinlik yapmak da vardır.

Muzo’nun babası evlerinin kirasını senelik ve toptan vermektedir. Bu yüzden her kira günü geldiğinde ev sahibinin evine bir sepet nar ile ziyarete gidilir. Babası onlara bayramlık kıyafetler giydirip, onları da yanına alır. Ev sahibine giderlerken babaları Sefa ve Muzo'ya "Boynunuzu iyice bükün, baktınız kocakarı illa zam yapacağım diyor o zaman hiç utanmayın ağlamaya başlayın e mi?" diye tembih etmektedir.

Annesi kuru patlıcan dolmaları yapmakta Muzo ise sokak aralarında onları satmaktadır. Babası ile birlikte icat ettikleri sinema filmi oynatma makinesi ile Adana'nın bütün köylerine gezginci sinema olarak gitmeye başlarlar. Şehirdeki sinemacıdan aldığı 10 metrelik 20 metrelik filmleri oynatarak kimi zaman para kimi zaman da yumurta kazanırlar. “Belki de Türkiye'nin ilk gezginci sineması bendim“. Fakat köylüler onu gençlerin ahlakını bozuyor diye karakola şikâyet etmişler ve Muzo bu işi de bırakmak zorunda kalmıştır.

Muzo bir yandan da okumaya devam etmektedir. Okumayı çok sevmektedir ve dersleri de oldukça iyidir. Muzo okuyarak büyük bir adam olmak istemektedir. Bir kış çok yağmur yağmış Seyhan Nehri taşmış ve Muzoların evlerini yıkmıştır. Evleri yıkılınca yeni bir eve yeni bir mahalleye taşınırlar.

Muzo okumak istiyor ancak önünde birçok zaman geçemeyeceği engeller vardır. En başta para, geçim derdi, okul masrafları. Babası her zaman çalışamıyor. Bazen okulu bırakıp ona yardım etmek zorundadır. Okul için gerekli kitap, defter ve kıyafet için de bütün yazı çalışarak para biriktirmesi gerekiyor. En büyük hedefi ise okumaktır.

“Babamın sattığı domateslerin kazancı yetmiyordu eve. Kışın okulumda rahat okuyabileceksem, yazdan birkaç kuruş anneme vermeli, saklatmalıydım. Annem, benim paramı sanırım çok önemsediği için Kuran'ın içinde saklardı. Okul bu, palto ister, takım giysi ister, kravat ister, kitap defter, benzer mi hiç ilkokula?”

Çocukluk yıllarından sonra kahvede çıraklık yapmaya çay, kahve dağıtmaya başlamıştır. Biraz daha büyüyünce bir kıza aşık olmuştur.

Muzo, Raziye ile tanışmış bu aşkı gün gittikçe alevlenip büyümüştür. Yazın pamuk toplamaya giden Raziye'nin hasretine dayanamayan Muzo, Raziye’nin babasına Raziye ile evleneceklerini söyleyerek onlarla pamuk toplamaya başlar. Raziye’nin babası da bu aşkın farkındadır. Adana’ya döndüklerinde Raziye’nin babası kızını istemesini söyler. Lakin Muzo okumak istemektedir ve Raziye’yi bu nedenle istetemez. Babası da rahatsızlanmış artık çalışamamaktadır. Muzo, ilk aşkı ile okuyup büyük adam olmak hedefi arasında bocalar. Bu nedenle Muzo, Raziye ile evlenemez.

Ailesi Raziye'yi uzaktan akrabalarıyla evlendirince iki genç üzüntüden yanıp tutuşur. Evlendikten sonrada bir iki defa buluşup görüşen Raziye ve Muzo'nun aşkları Raziye'nin kocasının şüphelenip memleketi Mardin'e göç etmesiyle son bulur. Abisi Safa terzi yamağı olur.

En sonunda “Adana'da ne uzadık ne kısaldık büyük adam olmak için büyük şehre gitmek lazım“ diye düşünen Muzo İstanbul'a gider.

Therese Raquin (Emile Zola) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Therese Raquin

Kitabın Yazarı : Emile Zola

Kitap Hakkında Bilgi :

Emile Zola, yayımlandığı dönemde büyük tartışmalara yol açan romanı Therese Raquin’de, üç ana karakterin, birbirinden farklı üç kişilik yapısının çatışmasını inceler. Aşk ve ölümün tüm yanlarıyla işlendiği bu roman okurlarını hem şoke etmiş hem de büyülemiştir.

Bayan Raquin, oğlu ve geliniyle taşradan Paris’e taşınır. Bayan Raquin’le Therese küçük bir tuhafiye dükkanını işletirken Camille de demiryolları işletmesinde çalışmaya başlar. Günler Bayan Raquin ve oğlu için huzurlu, Therese içinse sıkıcı bir biçimde geçip gider. Gençliğinin parmaklarının arasından kayıp gittiğini gören Therese’nin tekdüze hayatı, Laurent’ın gelişiyle altüst olacaktır...

Hikaye basittir aslında. Therese kendisine duygusal anlamda heyecan vermeyen halasının oğlu Camille ile evlidir. Bir gün Camille, uzaktan akrabaları Laurent'le karşılaşır ve onu eve davet eder. Parasız bir ressam olan Laurent, kısa bir süre içerisinde Therese’yi baştan çıkartır. Laurent bütünüyle kişisel çıkarlarını düşünerek atılmıştır ilişkiye. Ancak uzun zaman boyunca duyguları bastırılan Therese, kendisini dizginleyemez. Sonuçta, aşıklar daha rahat birlikte olmak düşüncesiyle Camille’yi ortadan kaldırmaya karar verirler. Gezintiye çıktıkları bir gün sandaldan suya atarak boğulmasına neden olurlar.

Therese Raquin, Emile Zola’nın en tanınmış romanı değildir ama bir cinayet çevresinde insan psikolojisini derinlemesine işleyişi, zengin mekan tasvirleri ve orta sınıfın sürüp giden hayat karşısındaki mutsuzluğunu konu edişiyle, belki de yazarın tarzını yansıtan en iyi örneklerden biridir.

Emile François Zola (2 Nisan 1840 – 29 Eylül 1902), Fransa’da natüralizm akımının öncüsü olan ünlü bir yazardır. Emile Zola’nın edebiyat dışındaki şöhreti ise, Dreyfus Davasında takındığı aydın tavrından kaynaklanmaktadır. Emile Zola, 1902 sonbaharında, kaldığı otelin yatak odasında duman zehirlenmesinden öldü.

Kitabın Özeti :

Therese doğduğunda ailesini kaybeder.Onu varlıklı biri olab teyzesinin yanına bırakırlar. Teyzesinin kendi yaşlarında bir oğlu vardır ama bu çocuk hep hastalıklıdır. Bu yüzden de kuzeni Camille pek dışarı çıkamaz. Hep ilaç içen Camille'nin sıska bir görünümü vardır.

Camille'nin görünüşü Therese'nin pek hoşuna gitmez. Buna rağmen beraberce büyür hatta beraber yatarlar. Dışarıyla bağı kopuk olan Therese'nin Camille'den başka da bir arkadaşı yoktur. Teyzesine olan gönül borcunu ödemek istediğinden kuzeniyle evlenir. Bu evlilikte hiç mutlu olmaz ve hep içine atar. Gizliden gizliye kocasından nefret eder. Hayat kendisine zindan olmuştur.

Kocası eve bazen bazı arkadaşlarını getirir. Bir gün Camille, uzaktan akrabaları Laurent'le karşılaşır ve onu eve davet eder. Laurent çapkın biridir ayrıca çalışmayı hiç sevmez. Hep tembel ve hınzır yaşama planları içinde birisidir. Ayrıca güçlü ve yakışıklıdır. Therese ilk görüşte ondan etkilenir ve Laurent’te bunu kullanmak ister. Böylece hem çapkınlığını tatmin edecek hem de Therese ile olan beraberliği yoluyla teyzesinin mirasına konacaktır.

İkili gizli görüşmeler yapar yasak aşk yaşarlar. Ama gizli görüşmeleri zorlaşır. Therese dışarı çıkamaz, Laurent ‘de gündüz işinden ayrılamaz. Kavuşabilmek için en sonunda Camille'yi öldürmeyi kararlaştırırlar. Bir gezinti sırasında Laurent, Therese'nin gözü önünde Camille'yi nehire atıp boğar.

Yas döneminden sonra türlü oyunlar oynayarak evlenirler. Ancak adamı öldürünce aralarındaki şehvetli aşkları da ölmüş olur. Öyle ki birbirlerinden çok uzaklaşıp iki yabancı gibi olurlar. Şehvetli arzuları ölmüştür. Birbirlerine yabancı olmaktan da öte artık düşman olmuşlardır. Suçluluk duyguları onları hiç rahat bırakmaz. Öyle ki yaptıkları şey için birbirlerini suçlarlar. Artık birbirlerine dayanamayacak hale gelirler. Suçluluk duygularını atlatmak için her yolu denerler.

Therese teyzesine yakarışlarda bulunur. En sonunda da başka erkeklerle birlikte olur ama hiçbir şey suçluluk duygusunu söndüremez. Laurent de başka kadınlara gider, Therese’yi döver, kendini resme adar ama aradığı rahatlamayı bulamaz.

En sonunda birbirlerini öldürmeye karar verirler.

Siz Gözlerinizi Kapattığınızda Ben de Gözlerimi Kapattım - Öğretmen ve Çalınan Kol Saati


ÖĞRETECEĞİ TEK HARFE KÖLE OLUNACAK ÖĞRETMEN BU OLSA GEREK

Benim zamanımda kol saati çok önemliydi; öyle herkesin olmazdı.

Arkadaşlarımdan birisine babası kol saati almış. Tam hayalimdeki gibi.

Koluna takmış okula geldi. Hepimiz çok beğendik.

Çocukluk işte, benim asla böyle bir saatim olmayacaktı. Bu saat benim olmalıydı.

Karar verdim. Saati çaldım ve cebime koydum.

Arkadaşım saatin çalındığını anladı ama kimin çaldığını anlayamadı.

 Durumu öğretmenimize anlattı. Öğretmenimiz "Saati kim aldıysa sahibine versin" dedi.

Pişman olmuştum ama utancımdan ben aldım diyemedim.

Bu sefer öğretmen farklı yöntem denedi. Hepimizi tahtaya dizdi ve gözlerimizi kapattırdı.

Bu benim hayatımın en utanç verici sahnesiydi.

Ceplerimizi teker teker arayarak saati buldu ve sahibine verdi.

Hepimiz gözlerimizi açtık, öğretmen bana hiç bakmadan derse devam etti.

Yıllar geçti, öğretmen oldum ve öğretmenim ile karşılaştım. Kendisine o günü hatırlattım ve sordum.

"Hocam" dedim. "Ben o gün saati çaldığım halde tek bir kelime etmediniz, yüzüme bakmadınız, beni incitmediniz. Neden böyle yaptınız?" diye sordum.

Hayatımda unutamayacağım şu cevabı verdi; dedi ki:

"Siz gözlerinizi kapattığınızda ben de gözlerimi kapattım".

24 Aralık 2019 Salı

Transistörlü Tek Buton İle Açma Kapama Devresi

Devrenin Çalışması :

Devrede bulunan butona basıldığında LED yanar ve tekrar butona basıldığında LED söner. Açma kapama işlemi bir buton ve transistörlü birdevre ile gerçekleştirilmiş olur.

Malzeme Listesi : 

2 tane BC338 transistör
3 tane 1Kohm direnç
2 tane 10Kohm direnç
1 tane 100Kohm direnç
1 tane 470nF kondansatör
1 tane 100nF kondansatör
1 tane Buton
1 tane LED

Tek Butonlu Köntaktör veya Röle İle Start Stop (Açma Kapama) Kumanda Devresi


Devrenin Çalışması : 

Devrede açma ve kapama işlemi için bir adet start butonu kullanılmıştır. Durdurma için stop butonu kullanılmamıştır.

Devrede kullanılan K kontaktörü start işlemi için, B kontaktörü ise stop işelemi için kullanılmaktadır. M kontaktörüne çalıştırılacak motor veya yük bağlanmalıdır.

Start butonuna basıldığında K kontaktörü çalışır. Açık kontakları kapanınca M kontaktörü ve motor da çalışmaya başlar.

Tekrar start butonuna basıldığında B kontaktörü çalışır. Kapalı kontağı açılınca M kontaktörü ve motorun çalışması durur.

7 Segmentli Ayarlanabilir 3 Amper Voltaj Regülatör Kartı - LM2596-ADJ

DC-DC step-down voltaj regülatör kartı üzerinde anahtarlamalı gerilim regülatörü olan LM2596 entegresi bulunmaktadır. Regülatör üzerinden 3 ampere kadar akım akıtılabilir. Giriş gerilimi 4-35V arasıdır. Bu aralıkta uygulanan voltaja değerine göre kart üzerindeki trimpottan yararlanırak 1.25-30V arası çıkış gerilimi elde edilebilir.

Çok kolay kullanıma sahip ve yüksek performanslı bu voltaj regülatörü kartı bir çok hobi ve robotik projenizde giriş gerilimlerinizi ayarlamanıza imkan vermektedir. Ayrıca kart üzerinde yer alan 7 segment ile giriş ve çıkış gerilimleri rahatlıkla okunabilmekte ve ayar yapılırken buradaki değer gözlenebilmektedir. Kart üzerinde yer alan buton sayesinde giriş gerilimi ile çıkış geriliminin 7 segment üzerinde gösterilmesi sağlanabilmektedir. Voltaj göstergesinin 0.1V'luk hassasiyeti vardır.

Regülatör kartı üzerinde giriş ve çıkış gerilimleri bağlantısı için 0 numara klemens yer almaktadır. Bununla birlikte giriş ve çıkışlara kablo lehimleyerek de kullanabilirsiniz.

Kart ile yapılan uygulamalarda giriş gerilimi her zaman çıkış geriliminden daha yüksek olmak zorundadır. Kart üzerinde yer alan IN+ pozitif besleme girişi, IN- toprak, OUT+ pozitif çıkış gerilimi, OUT- ise toprak çıkışıdır.

Özellikleri:

Giriş Gerilimi: 4-35V
Çıkış Gerilimi: 1.25-30V
Çıkış gerilimin 7 segment üzerinde gösterilebilmesi
Giriş geriliminin 7 segment üzerinde gösterilebilmesi
Çıkış Akımı: 3A
Kart Ölçüleri: 68x35mm

MP1584EN 3 Amper Mini Ayarlanabilir Voltaj Düşürücü Regülatör Kartı - Step Down

DC-DC step-down voltaj regülatör kartı üzerinde anahtarlamalı gerilim regülatörü bulunmaktadır. Regülatör üzerinden 3A'e kadar akım akabilmektedir. Giriş gerilimi 4.5-28V arasıdır. Bu aralıkta uygulanan voltaja değerine göre kart üzerindeki mini trimpottan yararlanılarak 0.8-20V arası çıkış gerilimi elde edilebilir.

Çok kolay kullanıma sahip ve yüksek performanslı bu voltaj regülatörü kartı bir çok hobi ve robotik projenizde giriş gerilimlerinizi ayarlamanıza imkan vermektedir.

Regülatör kartı üzerinde giriş ve çıkış gerilimleri bağlantısı için boş pin bulunmaktadır. Bu sayede erkek header lehimleyerek breadboard veya farklı kartlara entegre edilebilir veya direk kablo lehimleyerek kullanabilirsiniz.



Kart ile yapılan uygulamalarda giriş gerilimi her zaman çıkış geriliminden daha yüksek olmak zorundadır. Kart üzerinde yer alan IN+ pozitif besleme girişi, IN- toprak, OUT+ pozitif çıkış gerilimi, OUT- ise toprak çıkışıdır

Özellikleri:

Giriş Gerilimi: 4.5-28V

Çıkış Gerilimi: 0.8-20V

Çıkış Akımı: 3A

Kart Ölçüleri: 23x17x4mm

22 Aralık 2019 Pazar

Bozkırda Bir Kral Lear (İvan Turgenyev) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bozkırda Bir Kral Lear

Kitabın Yazarı : İvan Turgenyev

Kitap Hakkında Bilgi :

Şair, öykücü, romancı ve oyun yazarı olan İvan Turgenyev 19.yüzyıl Rus edebiyatının temel taşlarındandır. Turgenyev, realizm akımına bağlı kalarak yazdığı, en önemlilerinden iki uzun öyküsünün bir araya getirildiği bu önemli seçkide, Batı Avrupa kültürünün başyapıtlarından hareketle, modern çağın eşiğinde, trajedilerin arkasında işleyen mekanizmaları gösteriyor.

Bozkırda Bir Kral Lear, Shakespeare'in yapıtının Rus derebeylerine özgü bir uyarlamasıdır: Ölümün yaklaştığını hissedince, malvarlığını kızlarına bölüştüren bir toprak ağasının kararı beklenmedik sonuçlara yol açacak, olaydaki trajedi yazgıdan çok insan hırsından kaynaklanacaktır. Asya adlı öyküde ise, Almanya'da sefahat hayatı yaşayan anlatıcı, karşılaştığı iki kardeşin karmaşık ilişkilerini çözemeyince, aşkı büyük bir hataya dönüştürecektir.

Turgenyev'in hayatından izler de taşıyan bu uzun öykülerdeki gizemli, bağımsız ve güçlü kadınlar, annesinden, kızından ve büyük aşkı Pauline Viardot'dan esintiler barındırıyor.

Kitabın Özeti :

Martin Petroviç, oldukça heybetli görünüme sahip, güçlü kuvvetli bir adamdır. Petroviçin kişilik yapısı da dış görünümü gibidir. Oldukça kaba, sert ve onurlu bir kişiliğe sahiptir. Martin Petroviç'in, Anna ve Evlampiya adında iki kızı vardır. Anna, Skötkin denen bir adamla evlidir.

Martin Petroviç, zamanın birinde güçlü kollarıyla bir kazayı engelleyip, Natalya Nikoleyevna’nın ölümüne engel olmuştur. O günden sonra bu ikisi çok iyi dost olmuştur. Bu arada genç bir kadınla evlenen Martin Petroviç karısını kaybetmiş ve dul kalmıştır. Natalya’yla aralarındaki dostluktan sonra kadın minnet göstergesi olarak kendi evinde büyütmüş olduğu genç Slötkinle, onun kızı Anna’yı evlendirmiştir.

Evlampiye ise yine Natalya’nın kendisine bulduğu Jitkov adında bir adamla nişanlıdır ve onunla evlenmeyi düşünmektedir. Kızları babalarının gölgesinde yaşamaktadır. Babaları bir gün yaşlanmış olduğu için elindeki tüm mal varlığını kızları arasında paylaştırmak ister. Her ne kadar etrafındaki insanlar bunun akıllıca olmayacağını söylese de Martin her zamanki gibi dediğim dedik tavrını devam ettirir. Daha mal paylaşımının yapıldığı ilk günden Martin kızlarında tuhaf davranışlar sezmiştir. Kayınbiraderi ise kendisiyle alay ederek en sonunda kızlarının kendisini kovacağını söylemiştir.

Bu arada uzak bir şehirdeki kız kardeşini yitiren Natalya oğluyla beraber oraya gider ve uzun bir süre orada kalır. Eve geri geldiğinde her şeyin değişmiş olduğunu görür. Slötkin bütün kontrolü ele geçirmiştir, Martine türlü türlü eziyetler yapar. Evlampiya'nın evlenmesine engel olmuştur. Martin ise gururu ve onuru kırıldığından kimseyle konuşmak dahi istemez.

Slötkin bir gün kendisini sonunda evden de kovduktan sonra Martin, Natalya’nın yanına gider. Oraya gelmekteyken kayınbiraderi Biçkinle karşılaşır. Biçkin öyle ağır konuşur ve onuruna o kadar dokunur ki Martin daha fazla dayanamaz. Eve gider, çatıya çıkar ve var gücüyle evi yıkmaya başlar. Yavaş yavaş tüm her şeyi yerinden söküp atar. Bu arada insanlar toplanmış ve bu adama haksızlık yapıldığını konuşmaktadır. Kızlarından Evlampiye ağlayıp pişmanlıkları dile getirse de Slötkin tüfeği eline alıp onu vurmakla tehdit eder. Yıkmış olduğu kirişlerden biri onun üstüne düşer ve Martin orada ölür.

Bundan sonra Natalya Moskova’ya taşınır. Aradan geçen 15 sene sonra ölür. Oğlu eski köyüne döner. Anna dul kalmıştır. Çiftliğin başında varlığına varlık katmış birisi olmuştur. Evlampiya ise o olaydan sonra otadan kaybolmuştur. Sonradan duyulduğuna göre kendisini bir manastıra kapatmış ve orada yeni bir tarikatın liderliğini yapmaktadır.

İvan İlyiç'in Ölümü (Lev Nikolayeviç Tolstoy) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İvan İlyiç'in Ölümü

Kitabın Yazarı : Lev Nikolayeviç Tolstoy

Kitap Hakkında Bilgi :

Tolstoy, İvan İlyiç'in Ölümü'nde amansız bir hastalığın kıskacındaki bir yargıcın ölüme doğru yavaş yavaş giderken kendisiyle, toplumla ve kurulu düzenle hesaplaşmasını anlatır. Tolstoy'un olgunluk eserlerinden olan bu roman, küçük cüssesine rağmen edebiyat uzmanları tarafından bir başyapıt olarak görülmüştür. Bunun birkaç sebebi var: Birincisi, 19 yüz yılın sonlarında Rusya'da henüz palazlanmaya başlayan ve aristokrasiye özenen yozlaşmış orta sınıfın durumunu tüm çıplaklığı ile ortaya koymuş olmasıdır. İkincisi, bu eser, ölüm ve yaşam arasındaki trajik karşıtlığı ve birliği hikâye eden erken romanlardan biridir. Ve üçüncüsü de Freud'dan önce sıkı bir ruh çözümlemesine girişmesidir. Bu yüzden psiko-anlatının da en önemli örneklerinden biri sayılır. Ağırlıklı olarak monologlar ve iç diyaloglarla geçen roman, üslup ve kurgu açısından Tolstoy'un diğer eserlerinden farklılaşır. Bu kez, hep yaptığı gibi tarihi bir izleğin peşinden gitmez, bu romanda daha çok tarihe not düşme derdindedir. İvan İlyiç'in Ölümü, başta ölüm ve yaşam olmak üzere pek çok şeye bakış açımızı değiştirmeye muktedir önemli bir başyapıttır.

Kitabın Özeti :

Öykü, İvan İlyiç adında bir yargıcın ölümü üzerine onun iş arkadaşları olan yargıçların kendi aralarındaki sohbetiyle başlar. Adamın ölümünü duyan arkadaşları kendi aralarında onun boşalan koltuğundan dolayı rütbe değiştireceğinden, kimisi bu vasıtayla daha yüksek bir konuma geleceğinden kimisi de bu vesileyle değişecek koltuklarından boşalacak yere kendi akrabalarından birini getirme düşüncesiyle sevinmiştir.

İvan İlyiç’in yakın arkadaşlarından Piyotr İvanoviç adamın evine gider. Cenazeyi görür. Bu arada adamın karısını Praskovya Fiyodorovna’yı görür. Kadın henüz adamın cenazesi kaldırılmamışken gelen bir arkadaşına dul maaşını nasıl alabileceğini söyler. Çünkü bu kadın para hırsıyla dolu bir kadındır.

Öykünün devam eden bölümlerinde İvan İlyiç’in ölmeden önceki hayatı anlatılır. İvan İlyiç dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğudur. Çocuklardan biri başıboş, bir baltaya sap olamamış biridir. Diğerleriyse memurluk kazanmış hayatlarına öykünebilecek bir yaşantı sürmektedirler. Bu çocuklardan en parlağı İvan İlyiçtir. Memurluk yapan kendisine yetecek kadar para kazanan biridir. Adam düzenli ve disiplinli ve olması gerekeni yapar. Kişiliği sayesinde işinde zamanla yargıç yardımcılığına yükselir.

Bu arada Fiyodorovna’yla tanışır. Beraber zaman geçirirler. İvan özgürlüğüne düşkün, arkadaşlarıyla sürekli zaman geçiren, oyun oynayan ve eğlenmesini bilen biridir. Kendisi evlenmeyi düşünmese de kadının kendisine aşık olmasından dolayı onunla evlenir. Başlarda evlilik iyi gitse de, Fiyodorovna huysuz biri çıkar. Küçük şeyleri büyütür, hayatındaki en küçük şeylerden kocasını suçlar. Bu yüzden aralarında da şiddetli tartışmalar çıkar.

Bu arada çok sayıda çocuk sahibi olurlar. Çocuk sahibi olduğundan karısının bakım işi için ondan beklentileri olur. Bu adamın özgürlüğünü kısıtlamaktadır ve ilgisiz davranmaktadır. Bu seferde karısının hışmına uğramaktadır. Aldığı yüksek maaşa rağmen adam maddi olarak kendini zor durumda görmektedir. Bu yüzden gözü işte makam olarak daha da yükselmektedir. Adam bu yüzden bir araştırma yapar. Başka bir şehire gider ve en sonunda da eski aldığı maaşın neredeyse iki katı kadar para alabileceği boş bir yargıçlık kontenjanı bulur. Tanıdığı insanların da vasıtasıyla burada çalışmaya başlar. Evini oraya taşır. Orada da lüks denebilecek bir yaşama başladığı için yine zorluklar çeker.

Başlarda bu olay karısıyla arasını biraz düzeltse de sonraları yine karısıyla şiddetli tartışmalar yaşar. Bu arada çocuklarının çoğu ölür. Tek bir çocuğu kalır. Derken adam karnında giderek ağırlaşan bir acı hisseder. Başlarda doktora gitmese de sonraları bu acı onun günlük hayatını etkileyip etrafındaki insanlara sert davranmasına sebep olur. Böyle davranmaya başladığında karısının da isteğiyle doktora gider. Derken başka bir doktor, başka bir doktor. Ama her geçen gün ağrısı artmaktadır. En sonunda da dayanılmaz hale gelmektedir.

Doktorlar acısını morfin ve afyonla uyuşturabilmektedir. Hastalığı öyle bir dereceye varır ki yatalak olur. Kendisi görmektedir ki etrafındaki insanlar onun bu halini düşünmemekte, kimse ona acımamaktatır. Bu durumda adam kendini çok yalnız hissetmektedir. Bu durumda ölümünün yakın olduğunu bilen İvan, ölüm üzerine derin düşüncelere dalar. Ölümden çok korkar. Kendisi hayatı boyunca her şeyi olması gerektiği gibi yapmış olmasına rağmen böyle acıları neden çektiğini anlayamaz. Geriye dönüpte hayatını sorgular. Bugüne neler yaşadığını neler yaşamış olması gerektiğini düşünür.

Görür ki bugüne kadar yaşam adına verilmesi gereken değeri vermemiştir. Geride kalan hep gereksiz ve boş anılardır. Özlediği tek anılar çocukluğunda var olanlardır. O böyle düşünceler içindeyken kızı da nişanlanır. Bu durumda adam diğer insanlara karşı öfke ve kin içerisindedir. Ölüm düşüncesini kabullenememektedir. Geride kalan yaşamında yaşam adına anlamsız şeyler yapmış olduğunu düşünmektedir. Bu düşünceler içindeyken ölür.

Maça Kızı (Aleksandr Sergeyeviç Puşkin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Maça Kızı

Kitabın Yazarı : Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

Kitap Hakkında Bilgi :

1799'da Moskova'da doğan Aleksandr Sergeyeviç Puşkin, çarlık yönetiminin zulümlerine karşı yazdığı şiirlerle ünlendi. Daha sonra yazdığı eserlerle Rus edebiyatının kurucusu olarak kabul edildi. ebedi kültüründe Rus halk sanatı epeyce yer tutar. Şiirde lirik, romantik Batı şairlerinni yolunu izleyen Puşkin, öykü ve romanda Gerçekçilik akımına yönelmiştir. Edebi konularını gündelik hayat oluşturur. 1833'te yazdığı Maça Kızı, Puşkin'in yazınsal yaratıcılıktaki ustalığını gösteren öykülerinden biridir. Maça Kızı'nı merak ve coşkuyla okuyacaksınız.

Kitabın Özeti :

Tomski arkadaşlarıyla sürekli bir araya gelip kumar oynamayı seven biridir. Onlar kumar oynarlarken bir de sabaha kadar oynanan oyunları seyredip hiç de oyun oynamayan Herman adında bir arkadaşları vardır. Bu çocuk kaybetme riskini göze alamadığı için kumar oynamaz. Bu da arkadaşlarının tuhafına gider. Arkadaşlarından Narumov mühendistir. Tomski ise zengin ve yaşı ilerlemiş biridir. Buna rağmen sosyete hayatından kopamamıştır. Oldukça huysuz bir kadın olan büyükannesinin yanında yaşamaktadır.

Tomski yine bir gün arkadaşlarıyla kumar oynarken büyükannesinin daha önce gençliğinde kumar oynadığını ve bir gün oldukça yüksek meblağda bir parayı kumarda kaybettiğini söyler. Bu kadının bir prensin yardımıyla bir numara öğrenmiş olduğunu ve bu numara sayesinde tüm zararını karşıladığını söyler. Daha sonra çok kumar oynamakla ünlü bir adamın yüksek meblağda para kaybetmesi sonucu bu yaşlı kadının ona acıyıp bu numarayı öğretmesi sonucu adamı kurtardığını söyler. Bunun üzerine Herman bu meseleye takar ve bu numarayı öğrenmeye karar verir.

Yaşlı kadının evinde ona en yakın bulunan Lizaveta İvanovna adında genç bir kız vardır. Herman sürekli bu evin olduğu sokağa gelir. Bu kız gözüne çarpar. Artık her gün oraya gelmektedir. En sonunda günün birinde kıza bir mektup yazar. Kız ise ona yanıt vermek istemez. Ancak bundan sonra Herman her gün mektup yazmaya başlar. Kız buna daha fazla dayanamaz, yumuşar ve ona cevap verir.

Günün birinde kadının baloya gideceğini, o sırada evde kimsenin kalmayacağını kendi odasına gelip kendisini bekleyebileceğini söyler. Adam planlanan saatte gelir. Ama kızın odasında değil yaşlı kadının odasında saklanır. Yaşlı kadın geldiğinde karşısına çıkar ve sırrı söylemesini ister. Kadın bir şey söylemeyince Herman onu korkutmak için silah çeker. Bunun üzerine kadın korkudan ölür. Sonra Herman kızın yanına giderek herşeyi anlatır. Kız hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü Herman sırrı öğrenmek için onun duygularını kullanmıştır.

Buna rağmen ona yardım eder ve evden çıkmasını sağlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Herman bir rüya görür. Rüyasında yaşlı kadınla konuşur. Yaşlı kadın 3 sayıdan oluşan kağıtları söyler. Bunlar üçlü, yedili ve bey dir. Bunun üzerine adam tüm parasını kumara yatırır. İlk gün üçlüden epey para kazanır. İkinci gün yediliden parasını ikiye katlar. Üçüncü gün bey gelmesi gereken kağıt maça kız gelir ve Herman elindeki her şeyi kaybeder.

Bunu üzerine Herman delirir ve hastaneye yatırılır. Sürekli olarak bu sayıları tekrarlamaktadır. Kız kahyanın oğluyla evlenip mutlu bir hayat sürer. Tomski ise prenses Volina'yla evlenmiştir.

Dubrovski (Aleksandr Sergeyeviç Puşkin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dubrovski

Kitabın Yazarı : Aleksandr Sergeyeviç Puşkin

Kitap Hakkında Bilgi :

Rus edebiyatının kurucularından ve en büyük isimlerinden biri olarak görülen Aleksandr Puşkin, 1837 yılında bir düello sonucu vakitsiz ölünce, yapıtları yarıda kalmıştı: Haksızlık karşısında isyan eden ama aşk karşısında boyun eğen romantik kahramanıyla Dubrovski de son döneminde yazdığı, ölümünden sonra basılan bu yapıtlardan biriydi. Puşkin, Çarlık Rusyası'ndaki büyük çiftlik sahiplerinin kaprisli ve hırslı ilişkilerini, toprağa bağlı köylülerin birer mal gibi alınıp satılabildiği koşullarını ve malikâne sahiplerini tedirgin eden köylü ayaklanmalarını ele alır. Ayaklanmanın önderliğini, soylu ve subay olmasına rağmen adalet için insanlarıyla birlikte Robin Hood'vari bir "zenginden alıp yoksula verme" düzeneği kuran Dubrovski'ye vermesiyle yazar, dönemine göre ilerici yanını da göstermiştir.

"Çetenin lideri zekâsı, cesareti ve soyluluğuyla ün yaptı. Onunla ilgili mucizeler anlatılıyordu; Dubrovski adı bütün dillerdeydi, herkes cesur canilere öncülük edenin ondan başkası olamayacağına inanıyordu."

Kitabın Özeti :

Krila Petroviç köyün birine sahip oldukça varlıklı, itibar sahibi bir derebeyidir. Kendisi o kadar sert ve acımasızdır ki onu tanıyanlar ismini duyduğunda bile ürperirler. Kendisi duldur ve 17’li yaşlarında Mariya Kilorovna adında bir kızıyla şatosunda yaşar.

Kendisi her ne kadar sert biri olsa da komşu köylerden birinde çiftlik sahibi bir dostu vardır. Zengin olsa da bu dostu kendisine nazaran yoksul ve daha aşağı tabakadan biridir. Krila Petroviç, Andrey Gavroliç Dubrovski adındaki bu dostuna karşı naziktir. Dubrovski aynen derebey gibi dul biridir ve uzak şehirlerde asker olan bir çocuğu vardır.

Bu iki arkadaş sürekli birbirlerini ziyaret ederler. Ama tabiki de derebey konuşma ve tavırlarında ona karşı üstün bir durumdadır. Derebey öyle biridir ki evinde ayı besler ve sırf eğlenmek için adamlarını ayıyla bir yere kapatır. Kocaman yüzlerce sayıda köpek bulunan bir hangarı vardır. Ayrıca ava gitmeyi çok sevmektedir.

Günün birinde Petroviç ve Dubrovski köpek deposuna girerler. Petroviç köpekleri beğenip beğenmediğini söyleyince Dubrovski köpeklerini canından daha iyi beslendiğini söyler. Bunu duyan kölelerden biri bazı soyluların bu yerde yaşasa daha iyi besleneceğini söyler. Kendisine yapılan bu açık hakaretten sonra Dubrovski evine gider.

Sonraki gün Petroviç kendisiyle ava gelmesini haber vermek için adam gönderir ama Dubrovski gitmediği gibi bir de kendisine hakaret eden kölenin kendisinden özür dilemesi gerektiğini yoksa gelmeyeceğini söyler. Bunu duyan Petroviç buna çok sinirlenir. Ve araları bozulmaya başlar. Artık birbirlerinin evine gitmezler. Dahası Petroviç onun çiftliğine göz koyar. Yasal yollardan onun çiflik ve topraklarını almasının mümkün değildir. Gücü ve nüfüzuyla polis şefi ve yargıcıda korkutarak tüm toprakları kendi üstüne alır. Bu kararının yanında Dubrovskiyi tazminata da çarptırır.

Bunun haberini alan Dubrovski ne yapacağını bilemez, hastalanır ve yatağa düşer. Hanesindeki canlar ise bu haksızlığı görürler ve acımasız Petroviçin buyruğuna girmeyi de istemediklerinden ondan bir şeyler yapmasını isterler. Adamın oğlu Vlademir Dubrovskiye haber verirler. Vlademir gelir ve durumun çaresizliğini görür. Bu arada Petroviç yapılanladan vicdan azabı duyar ve barışmak için oraya gelir ama bu sırada baba ölmüştür. Oğul çok hüzünlüdür. Bu yüzden de Petroviç'i oradan kovar.

Bunun üzerine Petroviç hemen oraya polis ve adam gönderir. Çiftliğin kölelerle beraber Petroviç'e teslim edilmesini söyler. Ancak ne köleler ne de oğul Dubrovski buna yanaşır. Bunun üzerine köleler adamları orda öldürmek isterler. Ama efendi Dubrovski buna izin vermez. Adamları eve kapatır. Tüm çiftliği ateşe verir. Herkesi serbest bırakıp gitmelerini ister ancak köleler buna yanaşmazlar.

O günden sonra yollarda haydutların sürekli yol kestiği para çaldığı özellikle de derebey mallarına baskın yapıldığı haberleri gelir. Ancak bu haydut grubu Petroviç'in mallarına karışmaz. Bu haydut grubunun başındaki kişi Dubrovski'dir ve yanındakiler de köleleridir. Bu arada Petroviç kızı için Moskova'dan özel öğretmen istetir. Dubrovski buraya gelmekte olan öğretmeni bulur ona yüksek meblağda para öder ve onun kılığında Petroviç'in evine gider.

Kıza müzik dersleri vermeye başlayan Dubrovski ona yakınlaşmaya başlar. Petroviç kendisini acımasız eğlencelerine alet edip kendisi bunlardan sıyrılmayı başardığı için de ayrıca kızın gözüne girer. Ve kız ona aşık olur. Bu arada yakınlarda bir köye Prens Vereyski adında oldukça zengin biri gelir. Petroviç'i ziyaret eder, kzını görür ve kendisine ilgi duyar.

Petroviç evde bir şölen düzenler ve oraya zamanında Dubrovski çiftliğini devir kararı veren ve buna tanıklık eden adam da gelir. Bu adam kimseye güvenmediği için tüm parasını kendinde saklar. Bu durumdan yararlanmak isteyen Dubrovski adamın tüm parasını alır ve gerçek kimliğini açıklar. Dubrovski, Mariya'yla konuşur ve gerçek kimliğini ona açıklar. Kve kendisinin önceden bu adamları öldürmeyi planladığını ama kendisine olan aşkın bunu durdurduğunu söyler. Kız ise önceden beri zaten ona aşıktır.

Bu arada babası da kızı prensle zorla evlendirmeye çalışır. Prens ellili yaşlarında çok yaşlı görünümde biridir. Kız bu adama varmaktansa Dubrovki'yle beraber olmayı tercih edeceğini söyler. Kız evlendirmemesi için babasını ikna etmeye çalışırken bir ara Dubrovski'den bahseder. Petroviç ikisinin arasında ilişki şüphesiyle kızı kilitler. Ta ki düğün gününe kadar.

Kilitli kalan kız bir türlü Dubrovski'ye ulaşamaz. Dubrovski önceden kıza verdiği yüzüğün belitilen yere bırakılması durumunda kendisi kurtarmaya geleceğini söyler. Yüzüğü almaya gönderdiği çocuğun da yakalanmasıyla kızdan haber alamaz. Kız kilisede zorla evlendirilir. Kilise dönüşü Dubrovski'nin adamları etraflarını kuşatıp kızı almak istese de kız son ana kadar kendisini beklediğini ama artık evlendiğini ve bundan geri dönğülemeyeceğini o yüzden de kendilerini bıraklamaları gerektiğini söyler.

Saldırıda yaralana Dubrovski saklandıkları yere gider. YAma yüzüğü almaya gelen çocuğu takip eden Petroviç'in adamları onların yerini tespit eder. Bir alay asker kendilerine saldırır. Askerlerden kurtulmayı başaran adamlar efendilerinin tavsiyesiyle bir daha haydutluk yapmaz. Her biri zaten kazanmış oldukları zenginlikleriyle başka yerlere gidip hayatlarını yaşar. Dubrovski'den bir daha da haber alınamaz.

20 Aralık 2019 Cuma

Dr Jekyll ve Mr Hyde (Robert Louis Stevenson) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dr Jekyll ve Mr Hyde

Kitabın Yazarı : Robert Louis Stevenson

Kitap Hakkında Bilgi :

Soru sormak bir taşı harekete geçirmek gibidir. ”

Robert Luis Stevenson, gördüğü bir kâbus üzerine yazdığı Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi insan doğasının alegorik bir özeti gibidir. Bugüne kadar yüzlerce kez sinemaya ve televizyona aktarılan, sahneye konan bu eser hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Gerek biçimsel yapısı gerekse kişilik bölünmesini konu edinmesi sebebiyle okurun hem kendi bastırılmış kötü taraflarına hem de iyi tarafta kalma isteğine temas eden kitap, son sayfaya dek açığa vurmadığı gizemlerle okunması gereken yapıtlardan biridir.

“Araştırmalarım sayesinde her geçen gün hem entelektüel hem ahlaki açıdan şu gerçeğe inanmaya başladım; kişilik tek değildir, çifttir. Çift olduğunu söylüyorum çünkü daha fazla olup olmadığını henüz bilmiyorum. Başkaları da izimden yürüyecek. Başkaları da söylediklerimi söyleyecek. Öyle tahmin ediyorum ki gelecekte insanın birden çok ve birbirinden bağımsız kişiliklerden oluştuğu kanıtlanacak.”

Kitabın Özeti :

Noter olan Utterson bir akrabası olan Enfield’le beraber sürekli yürüyüşlere çıkmaktadır. Bu yürüyüşlerde Londra’yı gezmektedirler.

Yine bir gün gezerlerken Enfield ona geçen yolda gördüğü bir olayı anlatır. Adamın biri yoldan hızla geçerken küçük bir çocuğa çarparak arkasına bakmadan kaçar. Bunu gören Enfield hemen adamın peşine düşer ve onu yakalar. Adamın yüzünde korkunç ve nefret uyandırıcı izlenim vardır. Adam kendisini affettirmek için para vermeye razı olur ve onları Dr. Jekyll’e ait bir evin önüne getirir. Bu durumdan da anlaşılır ki o adam bu doktorun asistanı olan Mr. Hyde’dır. Bunu anlayan Utterson endişelenir. Çünkü Dr Jekyll kendisine bıraktığı bir vasiyetnamede eğer ki kendisi ortadan kaybolursa tüm mirasını bu adama bırakacağını söylemektedir. Ortadan kaybolma şartı da noterin kafasını karıştırmaktadır.

Bu arada doktorun arkadaşı olan Lanyon ise Dr Jekyll’ın etik olmayan araştırmalar yaptığını ileri sürerek kendisinden biraz soğumuştur. Günün birinde Londra’da yaşanan bir cinayet gündem olmuştur. Cinayete tanık olanlar ise cinayeti işleyenin elbiseleri kendisine oldukça bol gelen, kısa boylu ve nefret uyandırıcı bakışlı biri olduğunu söylerler. Bu tarif edilen Mr. Hyde’dir. Bunun üzerine noter oldukça endişelenir ve Dr. Jekyll’a gider. Vasiyetnameyi sorar ve Mr. Hyde'nin kötü biri olduğunu söyler. Dr. Jekyll ise kendisinin gerçekleri bilmediğini, olanların tamamen farklı olduğunu söyler.

Dr. Jekyll artık evden çıkmaz olmuştur. Ayrıca kimseyi de yanına almaz, yüzünü bile hizmetçilere göstermez olmuştur. Ara ara efendilerini gizlice gözleyen hizmetçiler, gördükleri kimsenin efendileri olmadığını, sesinin değişmiş olduğunu söylerler. Ancak eve giren çıkan başka kimse de olmamıştır. Bunun üzerine hizmetçiler noteri çağırır.

Noter Mr. Hyde'nin gelip Dr. Jekyll’ı öldürdüğünü düşünmektedir. Noter kapıyı kırarak içeri girdiğinde Mr. Hyde'nin yerde ölü halde uzandığını görür. Odada bir mektup bırakmıştır. Mektupta yazanlardan anlaşılırki Mr. Hyde ve Dr Jekyll aynı kişidir. Dr Jekyll keşfettiği bir karışımla kötü ve iyi yanını ayrılabilir bir hale getirmiştir. İlacı içtiğinde hem ruhen hem bedenen değişip Mr. Hyde'e dönüşmektedir.

Mr. Hyde her dönüştüğünde, Mr. Hyde onun saf kötü tarafı olarak sürekli kötü şeyler yapar. Mr. Hyde cinayet de işlemiş, daha başka kötülükler de yapmıştır. Ancak zamanla ilacın etkisi artmış, artık normal zamanlarda da Mr. Hyde'e dönüşmeye başlamıştır. Üstelik de elinde değişimi sağlayan malzeme de kalmamıştır. Ve böylece kendi sonunu kendi hazırlamıştır.