22 Ocak 2020 Çarşamba

Hep O Şarkı (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Hep O Şarkı

Kitabın Yazarı : Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun romanları arasında ayrı bir yere sahip olan 'Hep O Şarkı', sıradan bir aşk hikayesi gibi görünmekle birlikte olayların geliştiği ortam içinde romancının daha önce yazdığı eserlerden izler, belirtiler taşır. Kiralık Konak'ta dile getirilen konak yaşamındaki çöküşün değişik bir dille anlatıldığı 'Hep O Şarkı'da dönemin toplumsal değişimleri sözkonusu edilirken; basit, sıradan öykülerin ardındaki insanların psikolojisi ustalıkla anlatılır. 'Hep O Şarkı' bu yanıyla Yakup Kadri'nin en usta romanlarından biri olarak nitelendirilmektedir. Yakup Kadri'nin 1956 yılında yayımladığı en son romandır.

Artık yaşlı ve dul bir kadın olan Münire bütün hayatı boyunca âşık olduğu ve hayatı boyunca da kavuşamadığı Cemil Bey ile aralarındaki aşkı aktarmaktadır. Münire, 50 yaşını geçmiş, hayatının geride kalan kısmını özleyerek yaşayan, dul bir kadındır. “Hep O Şarkı“ bu nedenle pişmanlıkları anlatan acıklı bir aşk romanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kitabın Özeti :

Münire ve Cemil Bey’in yalıları yan yana sahil kenarında bulunmaktadır. Münire küçüklüğünden beri Cemil Bey’e hissettiği aşktan dolayı sık sık yalıya gidip geliyordu. Bu ziyaretlerde Münire, kendinin bile anlam veremediği bir heyecana kapılırdı. Saçının, başını düzeltir, onun dikkatini çekmek için elinden geleni yapardı. Bir gün Hakkı Paşaların yalısında sünnet düğünü olur. Orada kendisinin hiç beklemediği bir şey olur. Cemil Bey, Münire’nin gözlerinin içine bakarak “hep o şarkıyı” söylemeye başlar. Bu olaydan sonra Cemil Bey’in ailesi Münire’yi istemeye giderler. Münire'nin babası, Cemil Bey gibi hovarda birine kızını vermek istemez.

Bu olaydan sonra Münire, hemen hemen her gün gitmekte olduğu Hakkı Paşaların yalısına gidemez ve kendi iç dünyasına kapanır. Cemil Bey’i görebilme şansını sadece saz eğlencelerinde yakalar. Bunun dışında Cemil Bey’le camdan cama pencere muhabbetleri yaparlar. Bu arada da Münire’ye birçok görücü gelmektedir. Daha sonra Münire hiç tanımadığı Nafi Mollaların konağına gelin olarak gider. Onun için hiç tanımadığı bir adamla evlendirilmek, onun deyimiyle ölmekten de beterdir. Artık Cemil Bey’i de göremeyeceği için çok üzgündür. Evlendikten iki yıl sonra kaynanasının arkadaşı olan Zeyrekli Fatma Hanım’ın eve gelmesiyle her şey değişmeye başlar. Cemil Bey ile görüşmesini, ilk başlarda hiç hoşlanmadığı Fatma Hanım planlamış ve sağlamıştır.

Bu görüşme birbirlerini sadece karşıdan görmekle sınırlıydı. Daha sonraları Cemil Bey’le aralarındaki mektuplaşama bir süre daha devam eder. Zeyrekli Fatma Hanım’ın evinde ilk kez yüz yüze görüşme imkanı bulurlar. İlk kez bir evde yalnız kalmanın tadını çıkarırlar. Bu sırada da Münire kocasından ayrılmayı planlamakta ve bu durumu babasına nasıl söyleyeceğini düşünmektedir. Onları üzmekten korkmaktadır.

Münire kocasıyla evlendiğinden beri onunla arkadaş gibidir. Bir süre sonra Münire kocasının kendisini aldattığını öğrenir ve bu duruma üzüleceği yerde sevinir. Çünkü bu sebep, ailesine boşanmak için söyleyebileceği geçerli bir sebeptir. Münire, Cemil Bey ile kavuşacağı için mutludur ve bugünle ilgili hayaller kurmaktadır. İlerleyen günlerde Münire, Cenan’dan bir haber alır ve sevinci daha da büyür. Evde çalışan Habeşli hizmetli kız Rüknettin Bey’den hamiledir. Münire bu haberi aldıktan sonra derhal ailesinin yanına gider.

Durumu ilk olarak dadısına anlatır ve dadısı bu duruma çok üzülür, bir o kadar da şaşırır ve olduğu yere yığılır kalır. Annesine de durumu anlatır. Annesi Münire’yi geri göndermez. Babasına da olup biteni anlatır ve babası Münire’yi haklı bulur. Ancak boşanma davası açmasını bir süre erteletir. Nihayet Münire, kendi evine, kedi odasına, eşyalarına, anılarına ve en önemlisi de Cemil Bey’e daha yakın olma saadetine kavuşur. Ama bir türlü burada da görüşme imkanı bulamazlar. Daha sonra Münire, Çamlıca’daki halasının yanında daha rahat görüşebileceklerini söyleyerek, halasının yanına gider. Halasını uzun bir süreden beri görmemesine rağmen halası her şeyden haberdardır. Halası, Münire’nin Cemil Bey ile görüşmesi için her şeyi yapar. Münire her zamanki gibi heyecanlıdır. Ancak halası etraftaki komşuların görüp, ortalığın daha da karışmasını önlemek için, Münire’den Cemil Bey’in denizden kayıkla gelmesini rica etmiştir.

Cemil Bey’in yalıya ilk gelişinden sonra Münire ile Cemil Bey her gün bu yalıda buluşurlar. Bir gün Cemil Bey suratı asık gelir. Münire bu durum karşısında endişelenir. Ona ne sorduysa cevabını alamaz. Cemil Bey sadece bir şeyin olduğunu, ancak erkenden gitmesi gerektiğini, eğer gelmezse durumu mektupla ileteceğini söyler. Bunun üzerine Münire bütün gece uyuyamaz. Ertesi sabah camın kenarında oturup, bütün gün Cemil Bey’i bekler. Birkaç gün sonra Cemil Bey’den bir mektup geldir. Mektupta Cemil Bey’in babası Hakkı Paşanın, Padişahın gazabına uğradığı ve ailesiyle birlikte Sivas’a sürüldüğü yazmaktadır.

Münire için hayat o anda durur. Ağlamaktan bitap düşmüştür. İlerleyen günleri hep camdan denize bakıp, onun gelmesini beklemekle geçirir. Onun gelmeyeceğine gerçekten inanmaya başlamıştır. Sivas’a gidip onun yanına yerleşmeyi bile aklından geçirir. Daha sonra konuyu halasına açar. Halasından onların Sivas’tan Van’a geçtiği haberini alınca daha çok üzülür.

Bu arada halasının kızı Hasibe’nin durumu da iyice ağılaşmıştır. Hastaneye kaldırılan Hasibe eve geldikten sonra, iyice ağırlaşır ve ölür. Bu olaydan sonra, halası iyice hayata küser ve eski halinden eser kalmaz.

İlerleyen günlerde Moskof Muharebesi olur. Memleketin altı üstüne gelir. Bu durum Münire’nin ailesini de olumsuz etkiler. Geçim sıkıntıları da başlamıştır. Daha sonra Münire sırayla, babasını, annesini ve çok sevdiği dadısını kaybeder. Bu olaylardan sonra Münire de hayattan iyice kopmaya başlar. Halasının yanına taşınır, halasıyla birlikte yaşamaya başlar. İkisi de hayattan ellerini kollarını çekerler. Bütün gün roman okumaktan, kanaviçe işlemekten başka bir şey yapmazlar.

Daha sonra halası Münire’nin bu içine kapanıklılığını gidermeye ve onun dertlerine ortak olmaya başlar. Bir gün telaşla Münire’nin yanına gelerek çok önemli bir haber verecekmiş gibi yaklaşıp, Eşref Paşaların onları saz alemine davet ettiklerini söyler. Davet haremlik-selamlık düzenlenmiştir. Bahçede erkekler, evin bir bölümünde ise kadınlar bulunmaktadır. Halası Pakize Hanım’a teker teker davetlilerin kim olduğunu sormaktadır. En son halası birini gösterir ve Pakize Hanım duraklar, daha sonra da kulağına yaklaşarak bir şeyler fısıldar. O anda birden Münire ile Cemil Bey’in şarkısı söylenmeye başlar. Münire bu şarkıyı söyleyenin Cemil Bey olduğundan emindir. Ayağa kalkar ve cama yaklaşır ancak daha varamadan olduğu yere yığılıp kalır. Uyandığında da bir odadadır. Pakize Hanım da yanındadır ve birden büyük bir utanç duyar. Pakize Hanım, Münire’ye her şeyden haberdar olduğunu söyler.

Ertesi gün Münire hiç konuşmaz. Birkaç gün sonra da Cemil Bey, Münire’nin halasının Çamlıca’daki yalısına gelir. Ancak Cemil Bey’in bu gelişi Münire için değildir. Fakat Münire kendisi için geldiğini sanarak, umutlanır. Cemil Bey’in uzun yıllardan sonra değişip değişmediğini merak etmektedir ve halasıyla konuşmalarını kapıdan dinlemeye başlar. Kapıyı aralayıp baktığında Cemil Bey’in çok değiştiğini, çöktüğünü, saçlarının beyazladığını, eski yakışıklılığından hiçbir şey kalmadığını görür. Bu arada Cemil Bey birden kapıya bakar ve Münire’yi görür. Halası da bozuntuya vermemek için Münire’yi yanlarına çağırır. Ancak, Cemil Bey Münire’yi hiç tanımıyormuş gibi davranır. Cemil Bey, ailesinden, çocuklarından ve çevresinden gördüğü kötülüklerden, ortada kaldığından ve sığınacak bir yeri olmadığından bahsetmektedir.

Hiç parası kalmamıştır ve Eşref Paşaların kendilerini affetmelerini istemektedir. Daha sonra Cemil Bey ve halası mektuplaşmaya başlar. Eşref Bey, Cemil Bey’i affetmiş ve yardım etmiş olacak ki Cemil Bey halasına uzunca bir teşekkür mektubu yazar.

Münire, Cemil Bey’in haremini de çok merak ediyordu. Eşini ve çocuklarını… Halasından bu konuda bilgiler almaya çalışıyor ve Cemil Bey’den gelen mektupları kendisine okumasını istiyordu.

Sonunda Cemil Bey’in haremini gören bir tanıdık, hanımının, sade, pek silik bir taşralı olduğunu, iyi bir ana, iyi bir zevce ve iyi bir ev kadını olduğunu söyler. Ancak hiçbir yere çıkmak istememesinin Cemil Bey’i çok üzdüğünü söyler. Bunun üzerine Münire, Cemil Bey’in hanımıyla aralarında hiçbir farkın olmadığını görür. Bütün umutları tükenir.

Hep O Şarkı (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Hep O Şarkı (Yakup Kadri Karaosmanoğlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1- Pakize'nin bulunduğu taraça ile taflan kümelerinin arasındaki çimenlikten meçhul bir şahsın yavaş yavaş kendisine doğru ilerlediğini hissediyor bu kişi kimdir?

a-) Mehmet Bey
b-) Pertev Bey
c-) Cemil Bey
d-) Naif Molla Bey

2- Başlangıç bölümünde Münire Hanımın aşık olduğu kişi kimdir?

a-) Hakkı Paşa
b-) Rıfat Bey
c-) Cemil Bey
d-) Naif Molla Bey

3- Münire bir gece hayal ile gerçeği karıştırarak Cemil benim bir taneciğim diye haykırdı, gözlerini açtığında hüngür hüngür ağlayarak başucunda ona doğru eğilmiş birini gördüğü kişiden utandı. O kişi kimdir?

a-) Babası
b-) Annesi
c-) Dadısı
d-) Halası

4- Münire, Cemil beyi görmek için Sıdıka ile göndermiş olduğu mektubunda bir işaret tayin etmişti. Bu işaret nedir?

a-) Pencereyi açarak yüzmeye gittiğini söylüyor
b-) Pencerenin kenarına küçük bir mendil koyardı
c-) Sıdıkayı görerek haberdar ederdi
d-) Kayığa binerek işaret ederdi

5- Münire istemediği halde kiminle evlendirilmiştir?

a-) Ruknettin Bey
b-) Molla Bey
c-) Vecihi Bey
d-) Ahmet Mithat Efendi

6- Ruknettin Bey (Küçük Molla Bey) evliliğinin bir süre sonunda ilk evlendiği sıralardaki gibi Münir'e ile ilgilenmiyordu. Bazı geceler odadan çıkıp gidiyordu. Bir gün odadan çıkıp gittiğinde Münire takip eder, Ruknettin Bey nereye gitmiştir?

a-) Başka bir odaya
b-) Yemek yemek için kilere
c-) İkisi Çerkez, biri Habeşli üç genç kızın yattığı odaya
d-) Bahçeye

7- Cemil Beyden Münir'e ile mektup getiren, Münir'e den Cemil Beye mektup götüren ve sonra ikisini buluşturan kadın kimdir?

a-) Cenan Hanım
b-) Zeyrekli Fatma Hanım
c-) Şehnaz Kalfa
d-) Arkadaşı

8- Münire Cemil Beyle buluşabilmek için kimin evine gitti?

a-)Halasının yanına gitti, yalıda buluştu
b-) Cenan Hanımın yanına gitti ve Anadolu yakasında buluştu
c-) Zeyrek Fatma'yla gitti, Sarıyer'de buluştu
d-) Şehnaz kalfa ile gitti, evinde buluştu

9- Cemil Bey, kendisini isteyen bir sultanı kabul etmediği için cemil beyin babasını hünkar bir yere vali olarak gönderilmiştir.Cemil Beyin babası Hakkı Paşa nereye vali olarak gönderilmiştir?

a-) Muş
b-) Malatya
c-) Sivas
d-) Erzurum

10- Hikayenin sonunda cemil beyle Münire’nin durumu ne oldu?

a-) Cemil Bey ile Münire evlendi
b-) Cemil Bey öldü evlenemediler
c-) Münir'e öldü ve evlenemediler
d-) Cemil Bey İstanbul'a dönmeden önce Anadolu'da evlenmişti

Cevap Anahtarı :

1-B    2-C      3-C      4-B      5-A
6-C    7-B      8-A      9-C     10-D

Ölü Ozanlar Derneği (Nancy H. Kleinbaum) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1- “Ölü Ozanlar Derneği” adlı kitabın yazarı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Walt WHITMAN 
B) Nancy H. Kleinbaum
C) Neil PERRY
D) Robin WILLIAMS

2- “Ölü Ozanlar Derneği” adlı kitapta adı geçen Vermont Eyaleti hangi ülke sınırları içindedir?

A) ABD 
B) İngiltere
C) Rusya
D) İsveç

3- Welton Akademisi’nin kuruluş yılı aşağıdakilerden hangisidir?

A) 1959
B) 2003 
C) 1789
D) 1859

4- Aşağıda adı geçen isimlerden hangisi kitabın kahramanlarından biri değildir?

A) Nolan 
B) Keating 
C) Zeze
D) Charlie

5- Welton Akademisi’nin dört esası aşağıdaki seçeneklerin hangisinde doğru verilmiştir?

A) Gelenek - Onur - Disiplin - Mükemmellik
B) Gerçekçilik - Onur - Azim - Başarı
C) Gelenek - Azim - Disiplin - Başarı
D) Gerçekçilik - Azim - Başarı - Mükemmellik

6- Kitapta öğrencileri “Ölü Ozanlar Derneği” ile tanıştıran akademinin sıra dışı İngilizce öğretmeni kimdir?

A) Mc. Allister 
B) Bay Keating 
C) Todd Anderson
D) Dr. Hager

7- Kitapta Todd “Hey Reis! Bizim Reis!” diye kime seslenmiştir?

A) Bay Keating
B) Müdür Nolan 
C) Abraham Lincoln
D) Kennedy

8- “Ölü Ozanlar Derneği”nin kuruluş amacı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Gününü gün etmek
B) Ölmüş şairleri anmak
C) Edebiyat sınavlarına hazırlanmak
D) Hayatı iliğine kadar özümsemek

9- Aşağıdakilerden hangisi kitabın intihar eden kahramanıdır?

A) Bay Keating
B) Knox
C) Müdür Nolan
D) Neil Perry

10- Neil Perry adlı öğrenci çok istemesine rağmen babası ne yapmasına izin vermemiştirir?
A) Müzisyenlik
B) Futbol
C) Tiyatro
D) Sinema artistliği

Cevap Anahtarı :

1-B      2-A      3-D      4-C      5-A
6-B      7-A      8-B      9-D     10-C

Ölü Ozanlar Derneği (Nancy H. Kleinbaum) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...

Ölü Ozanlar Derneği (Nancy H. Kleinbaum) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ölü Ozanlar Derneği

Kitabın Yazarı : Nancy H. Kleinbaum

Kitap Hakkında Bilgi :

Geleneklere olan bağlılığı ve katı disiplin kurallarıyla ünlü Welton Akademis'nin öğrencilerinin okul ve yatakhane arasında geçen tekdüze hayatları yeni İngilizce öğretmenleri John Keating'in okullarına gelmesiyle bir anda değişir. İyi birer üniversiteye girmeleri için onları çok yoğun bir tempoda çalışmaya zorlayan öğretmenleri ve ebeveynlerinin aksine,bu ele avuca sığmaz adamın onlardan tek bir isteği vardır: Anı yaşamaları ve hayatlarını olağanüstü kılmaları. Byron, Shelly, Keats ve Shakespeare ile edebiyatın büyülü dünyasına dalan gençler Keating'in öğrencilik yıllarında üye olduğu gizli bir kulüp olan Ölü Ozanlar Derneği'ni de yeniden canlandırırlar. Ne var ki daha yeni kavuştukları özgürlüklerinin trajik sonuçları olabileceğini çok geçmeden farkına varacaklardır. "Acaba Ölü Ozanlar Derneği'nin bu yeni nesil üyeleri hayallerini yıkmaya kararlı otoritelerin baskısından kurtulmayı başarabilecekler midir?"
Kitabın Özeti :

Hikaye 1959 yılında Vermont kasabasının Issız tepelinden birine kurulmuş olan Welton akademisinde geçmektedir.

Welton Akademisi bulunduğu bölgenin en disiplinli ve en iyi eğitim veren okullarından biridir. En ufak disiplinsizlikte bile çok büyük cezalar verilmektedir. Okul tarafından benimsenmiş olan bazı ilkeler vardır. Gelenek, Onur, Disiplin ve Mükemmellik adlı dört esas ilke ile yönetilen sıkı bir okuldur. 1859 yılından beri eğitim vermektedir. Okul bu ilkelerden asla vazgeçmez, bu ilkelere uymayanlar ise en ağır şekilde cezalandırılır. Her sene açılış törenlerinde bu ilkeler öğrenciler tarafından açıklanır.

Welton Akademisi yatılı bir okul olmasından dolayı öğrenciler aralarında çok sıkı arkadaşlıklar kurarlar. Kötü zamanlarında birbirine destek olurlar. Çünkü öğrenciler daha küçük yaşta anne ve babalarından ayrılmış olmanın ve böylesine disiplinli bir okula gelmiş olmanın sıkıntılarını yaşamaktadırlar. Bu sıkıntıların üstesinden birbirlerine destek olarak gelmektedirler. Anne ve babaları için, çocuklarının bu okulda okuması büyük bir gururdur.

1959 da Welton Akademisi yine görkemli bir açılış yapmıştır. Okula yeni alınan öğrencilerle birlikte eğitim yılına başlanmıştır. Welton Akademisine başka bir okuldan transfer olan Todd Anderson çekingen bir çocuk olduğundan dolayı henüz yeni arkadaşları ile tanışmamıştır. Onun kendisine hiç güveni yoktur. Her zaman çok alçak bir sesle konuşuyor ve insanlardan utanıyordu. Oda arkadaşı Neil onunla tanışmış ve onu bu özelliğinden dolayı azarlamıştır. Yatılı bir okulda eğer içine kapanık olarak davranırsa çok şeyler kaybedeceğini ve bu özelliğinden hemen kurtulmasını gerektiğini söyler.

Neil, Todd'u diğer arkadaşları ile tanıştırır. Knox, Charlie, Cameron, Pitts ve Meeks de onu çok sevmişlerdir. İşte Todd'un arkadaşlıkları böyle başlar. Hem okulun eski mezunu hem de yeni İngilizce öğretmeni olan Keating’in okula gelmesi ile bu arkadaş grubunu yaşamı değişmeye başlar. Bay Keating normalden farklı olan ders işleyiş biçimi ve düşünceleri ile öğrencilerin gözünde iyi bir yer kazanır. Bir şiiri ölçütlerle değerlendirmenin saçma olduğunu iddia eder ve o konu hakkındaki sayfaları öğrencilere yırttırır. Öğrencilerin dünyaya ve şiirlere farklı bir açıyla yaklaşmasını ve daha farklı şekillerde düşünmelerini sağlar. Aynı zamanda bu ilgi çekici öğretmen öğrenci olduğu yıllarda bir derneğe üyedir: Ölü Ozanlar Derneği. İçinde Neil, Todd, Knox ve Charlie'nin de olduğu öğrencilerden oluşan küçük bir grup Ölü Ozanlar Derneği'ni tekrar başlatırlar. Elbette düzenli aralıklarla bu derneği gerçekleştiren öğrencilerin de bir hikayesi vardır. Neil, diğerleri gibi baskıcı bir babaya sahiptir. Babası herkes gibi aile mesleğini sürdürmesini istiyordur ve onun olmak ve yapmak istediklerine önem vermiyordur. Bay Keating’ten etkilenen yedi arkadaş Ölü Ozanlar Derneğini kurarlar. Derneğin yeri okulun yakınlarındaki bir mağaradır. Çocuklar bu mağarada toplanıp burada ölü ozanların şiirlerini okuyup adeta bu şiirleri yaşamaktadırlar. Burada toplanıp bu şiirleri okumanın asıl amacı ailelerinin baskı ve beklentilerinden bir an için uzaklaşmak ve yaşamın her anının ne kadar önemli olduğunu anımsamaktır.

Dernekte toplanıldığında herkes sıra ile şiirler okumaktadır. Ancak Todd Anderson utangaçlığından dolayı şiir okuyamaz. Kısa bir süre sonra o da bu dernek sayesinde utangaçlığını üzerinden atar. Neil’in en büyük isteği bir tiyatro oyununda rol almaktır. Bay Keating’in de yardımıyla bölgede sergilenecek bir tiyatro oyununda baş rolü alır. Ancak babası kesinlikle bunu istemez. Buna rağmen Neil babasından habersiz olarak Ölü Ozanlar Derneğinde edindiği bir takım düşüncelere dayanarak bu oyunda oynar. Babası da bu oyuna gitmiş ve Neil’i bu oyunda görünce deli olmuş, çok sinirlenmiştir. Neil’in babası tüm olanların suçlusu Bay Keating’i görür. Bu yüzden Neil’i bu okuldan alıp bir askeri okula yazdırmaya karar verir.

Neil ailesinin kendi yolunu kendisinin çizmesine izin vermediği için çok büyük bir sıkıntı ve stres altına girmiştir. Bu sıkıntıya fazla dayanamayan Neil bir kurşunla hayatına son verir. Bunu duyan tüm yakınları yıkılmıştır. Onun arkadaşaları hariç herkes onun ölümü ile ilgili olarak Bay Keating’i suçlamaktadır. Neil’in arkadaşları ise suçlunun kesinlikle onun babası olduğunu düşünüyorlardı.

Bir süre sonra Okul müdürü Nolan’ın Ölü Ozanlar Derneğinden de haberi olur. Ayrıca bu derneğin kurucusunun Bay Keatin olduğunu da öğrenir. Tüm bunları müdür Nolan’a Cameron ispiyonlamıştır. Yani arkadaşlarını ve Bay Keating’i ele vermiştir. Buna sebep olarak da okulun sahip olduğu bazı ilkelerin olduğunu ve bu ilkelere ihanet edemeyeceğini söylemiştir. Tüm olanlardan sonra Bay Keating’in öğretmenliğine son verilmesi için çalışmalara başlanır. Derneği ilk kuran öğrenci olan Charlie okuldan atılmıştır. Derneğin diğer üyeleri ise Bay Keating’in öğretmenliğine son verilmesi için imza atmaya zorlanmıştır. Todd Anderson buna karşı gelmiş ve kağıdı imzalamamıştır. Bu yüzden Todd, okul müdürü tarafından tehdit edilmeye başlar.

Todd’un çabaları sonuç vermez ve Keating’in öğretmenliğine son verilir. O okuldan ayrılırken bütün öğrenciler Müdür Nolan’nın gözü önünde alkışları ile Bay Keating’e duydukları büyük sevgi ve saygıyı gösterirler. Bay Keating okuldan ayrılmadan önce Ölü Ozanlar Derneği ve öğrencilerin bir kısmı onu sıraların üzerine çıkarak selamlar. Bu saygıyı katı ve sıkı Müdür Nolan bile şaşkınlıkla izler.

21 Ocak 2020 Salı

Eşref Saat (Şevket Rado) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 1-32 ve Cevap Anahtarı


1. Eşref Saat adlı yapıtın yazarı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Cemal Süreya
B) Şefik Can
C) Nazım Hikmet
D) Şevket Rado

2. Eşref Saat adlı yapıtın türü aşağıdakilerden hangisidir?

A) Deneme
B) Söyleşi
C) Öykü
D) Roman

3. Eşref Saat adlı yapıtın “Eşref Saat” başlıklı yazısında belirtildiğine göre, yaşlılar günün hangi vaktini severlermiş?

A) Sabah
B) Öğle
C) İkindi
D) Akşam

4. Yazara göre “eşref saat” ne demektir?

A) Uyandıktan sonraki zihnimizin dupduru olduğu vakitler.
B) Kimseyle kavga etmediğimiz, çekişmediğimiz saatler.
C) İşlerimizin iyi gittiği, kararlarımızda yanılgıya düşmediğimiz saatler.
D) Neşeli olduğumuz vakitler.

5. Eşref Saat adlı yapıtın “İki Sır” başlıklı yazısında aşağıdakilerden hangisinin sırları bize öğretiliyor?

A) Sevgi
B) Dostluk
C) Başarı
D) Mutluluk

6. Eşref Saat adlı yapıtta “en sıkıcı öğüt” olarak aşağıdakilerden hangisi gösteriliyor?

A) İnsanın başkalarının tecrübelerinden çıkardığı öğütler.
B) İnsanın kendi tecrübelerinden çıkardığı öğütler.
C) Tüm öğütler sıkıcıdır.
D) Öğütlerin her biri çok değerli olduğu için sıkıcı olanı yoktur.

7. Eşref Saat adlı yapıtta “Çocukların Ana ve Babalarından Bekledikleri” başlıklı yazıda, yazar, ana babalara çocuklarına aşağıdakilerden hangisini öğretmeyi öğütlemiyor?

A) Âdil olmayı öğretmeyi.
B) Sözünde durmayı öğretmeyi.
C) İyilik etmeyi öğretmeyi.
D) Zengin olmanın yollarını öğretmeyi.

8. Eşref Saat’in yazarına göre aşağıdakilerden hangisi “normal insanın” özelliklerinden değildir?

A) Normal insan, işler istediği gitmese bile neşesini kaybetmeyen insandır.
B) Normal insan, her şeyi iyi bilir.
C) Normal insan, kendisinden çok etrafındakilerle ilgilidir.
D) Normal insan, başkalarının işlediği kusurları hoş görmesini bilir.

9. Eşref Saat adlı yapıtın “Daha İyi Olabilir” başlıklı yazısında yazar okuyucuya hangi öğütte bulunuyor?

A) Hayatta daha iyi diye bir şey yoktur.
B) İnsan çabalayarak ancak elinden geleni yapabilir.
C) Ne kadar iyi olursanız olun daha iyi olmanız mümkündür.
D) Daha iyiye ulaşmak boşuna bir çabadır.

10. Eşref Saat adlı yapıtın “Dünyadan ve İnsanlardan Şikâyet” başlıklı yazısında hangi düşünce savunulmuştur?

A) Başımıza gelen kötü olayları unutmamalıyız.
B) Dünya çok kötü ve çirkinliklerle doludur ve yaşamaya değmez.
C) Yaşam o kadar güzeldir ki dünyadan ve insanlardan şikâyet etmenin bir anlamı yoktur.
D) İnsanlar başkalarına yardım etmeyi ancak çıkarları söz konusu olursa düşünürler.

11. Müzik eleştirmeni Oursler’e ünlü keman ustasıyla yaşadığı olay ne öğretmiş?

A) Koşullar ne kadar güç olursa olsun insanlar içtenlikle yapılan bir yardım çağrısını geri çevirmez.
B) Koşullar ne kadar güç olursa olsun bir yardım çağrısı içtenlikle yapılsa bile karşılık bulamayabilir.
C) Hiçbir koşulda tanımadığımız insanlara güvenip yardım istenmemelidir.
D) Yabancıların bizi güler yüzle karşılıyor oluşu bize her zaman yardım edecekleri anlamına gelmez.

12. Eşref Saat adlı yapıtın “Yaşama Zevki” başlıklı yazısında anlatıldığına göre “hepimizin tek arzusu” nedir?

A) Zengin olmak.
B) Evlenmek.
C) Mutlu olmak.
D) Başarılı bir olmak.

13. “Yaşama Zevki” başlıklı yazıda insanların yemeğe karşı takındıkları tutumlar ile kişilik yapıları hakkında yapılan eşleşmelerden hangisi yanlıştır?

A) Yemek yemeyi angarya sayanlar: Kötümser, yaşamak isteği az.
B) Bir vazife yapar gibi yemek yiyenler: Sorumluluk bilinci yüksek, duyarlı.
C) Oburlar: Yaşamda her şeyin aşırısına gitmeye eğilimli kişiler.
D) Zevk düşkünleri, yemeğe iştahla başlayıp beğenmeden sofradan kalkanlar: Güç beğenen, hayatın keyfini kaçıran.

14. Yazara göre yaşamdan zevk almak için aşağıdakilerden hangisini yapmamalıyız?

A) Ölçülü olmalıyız.
B) İlgilendiğimiz konuları çeşitlendirmeliyiz.
C) Güç beğenir biri olmalıyız.
D) Rastladığımız her şeyle meşgul olmasını bilmeliyiz.

15. Eşref Saat adlı yapıtın “Güler Yüz” başlıklı yazısına göre aşağıdaki yargılardan hangisi yanlıştır?

A) Güler yüzlü insanlar her kusuru hoş gören, affeden insanlardır.
B) Gülümsemek, insanın ciddi olmasını engelleyen kusurlu bir davranıştır.
C) Hayatı iyi karşılamanın sırrını ancak gülümseyerek bulabiliriz.
D) Hayatın zorluklarına dayanmanın en güvenilir çaresi onu sevmektir.

16. Eşref Saat adlı yapıtın “Artık Çocuk Değilsiniz” başlıklı yazısında eskilerin çocukluktan çıkmaya kanıt saydıkları dönemi yazar hangi deyimle anlatıyor?

A) bıyıkları terlemek
B) bıyık burmak
C) bıyık altından gülmek
D) bıyık bırakmak

17. Yazara göre insan ne zaman çocukluktan çıkmış sayılır?

A) Ekmek elden su gölden yaşamaya başladığında.
B) Ekmeğini taştan çıkardığında.
C) “Ekmek aslanın ağzında” gerçeğinin bilincine vardığında.
D) Eli ekmek tuttuğu zaman.

18. Yazar “Artık Çocuk Değilsiniz” başlıklı yazısında insanların hangi yaşta hayatın birçok gerçeğinin farkına vardıklarını anlatıyor?

A) 27
B) 28
C) 30
D) 35

19. Şevket Rado, “Misafirliklerimiz” başlıklı yazısında aşağıdakilerin hangisinden söz etmemiştir?

A) Misafirlik gündelik yaşamımıza renk katar.
B) Misafirlik samimi olmalıdır.
C) Her misafir biraz itibar görmek ister.
D) Misafir olarak evimize her gelen kişiye kapımızı açmak doğru değildir.

20. Yazar “Gençliğin Kıymeti” başlıklı yazısında aşağıdakilerden hangisini öğütlemiştir?

A) Gençliğimizde çok okumalı, bilgi dağarcığımızı doldurmaya bakmalıyız.
B) Hayata atılmak için lazım gelen becerileri bir an önce kazanmaya bakmalıyız.
C) Geçici olan bu hayatta ömrümüzün bu dönemini de eğlenceyle doldurmalıyız.
D) Yaşlılarla daha çok vakit geçirip onların sevgilerini kazanmalıyız.

21. Yazar “Çocukların Ana ve Babalarından Bekledikleri” başlıklı yazısında ana babaların hangi durumda çocuklarına karşı görevlerini tamamlamış olabileceğini söylüyor?

A) Onları okumuş, bilmiş bir insan olarak yetiştirdiğinde.
B) Çocukları her şeyden önce iyi birer insan olarak yetiştirdiğinde.
C) Çocukları zengin yapmanın yollarını gösterdiğinde.
D) Çocukları iyi bir sporcu olarak yetiştirdiğinde.

22. Yazar “Çocukların Ana ve Babalarından Bekledikleri” başlıklı yazısında çocuklara “bilhassa” neyi öğretilmesini öğütlüyor?

A) Hayvanları sevmeyi
B) Ana – babaya saygıyı
C) Başkalarının hakkına saygı göstermeyi
D) İnsanları sevmeyi

23. Yazar “Çocukların Ana ve Babalarından Bekledikleri” başlıklı yazısında analık – babalık görevinin tam olarak yerine getirilmesini hangi şarta bağlıyor?

A) Kendisine faydalı bir insan olmasına
B) Ana – babayı büyük bir sevgi ve saygıyla kucaklamasına
C) Hayvanları ve doğayı sevmesine
D) Yalnız kendine değil, topluma da faydalı olmasına

24. Yazar gönül zenginliğini aşağıdaki hangi sözcükler anlatmıştır?

A) İmrenmek
B) Heves etmek
C) Kıskanmamak
D) Sevmek

25. Yazar “Gönül Zenginliği” başlıklı yazısında gerçekten zengin olmak için ne yapmamız gerektiğini aşağıdaki şıklarda yer alan yargıların hangisiyle anlatmıştır?

A) Çok çalışarak, didinerek zengin olabiliriz.
B) Zengin olmanın yollarını öğreten kitaplar okuyarak zengin olabiliriz.
C) Başkalarının zenginliğini kıskanmadan, onlara imrenerek, onlar gibi olmanın yollarını arayarak zengin olabiliriz.
D) Başkalarının zenginliğe nasıl ulaştığını öğrenip gerekirse açıklarını yakalayıp onların servetlerine konup zengin olabiliriz.

26. Yazar “İstemek” başlıklı yazısında okuyucuya aşağıdakilerden hangisini öğütlüyor?

A) Yaşamda mutlu olmak için sınırlarımız olmalı ve gücümüzü aşan isteklerde bulunmamalıyız.
B) Yaşamda mutlu olmak için daha çok istemeli ve bu yönde çalışmalıyız.
C) Yaşamda mutlu olmak için hiçbir şey istememeli ve beklentilerimizi düşük tutmalıyız.
D) Yaşamda mutlu olmanın yolu isteklerimizin gerçekleşmesi için şansa ihtiyacınız olduğunu unutmamalısınız.

27. “İki Sır” başlıklı yazıda aşağıdakilerin hangisinden bahsedilmemiştir?

A) Şu fani dünyada başımıza gelen felaketleri bir sıkıntı olarak kabul etmek.
B) Şu fani dünyada düştüğümüz sıkıntıların hepsini felaket saymamak.
C) Dünyanın en dayanıklı varlığı fildir.
D) Hayatta sıkıntılara, üzüntülere dayanamayanlar perişan olurlar.

28. “Takdir Duygusu” başlıklı yazıda yazara mektup yazarak soru soran okurlar hangi ilçede yaşıyorlarmış?

A) Gemlik
B) Mustafa Kemal Paşa
C) Mudanya
D) Nilüfer

29. “Takdir Duygusu” başlıklı yazıda yazara mektup yazıp aşağıdaki hangi soruyu sormuşlar?

A) Mutlu olmak neye ihtiyacımız vardı?
B) Çocukların ana ve babalarından bekledikleri nelerdir?
C) İnsanı gerçekten başarıya ulaştıracak iki sır nedir?
D) İnsanların büyüklerinden veya karşısındakilerden takdir görmeye ihtiyacı var mıdır?

30. “Takdir Duygusu” başlıklı yazıda yazar, aşağıdaki düşüncelerden hangisini savunuyor?

A) İnsanları iyi hareketler yapmaya teşvik etmekte takdirin etkisi cezanın etkisinden daha büyüktür.
B) İnsanları iyi hareketler yapmaya teşvik etmekte cezanın etkisi takdirin etkisinden daha büyüktür.
C) İnsanları iyi hareketler yapmaya teşvik etmekte takdirin de cezanın da yeri vardır.
D) İnsanları iyi hareketler yapmaya teşvik etmekte yalnız cezanın yeri vardır.

31. “Takdir Duygusu” başlıklı yazıdan aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılabilir?

A) İnsanları bir işi yapmaya iten asıl güç para kazanmak hırsıdır.
B) İnsanları bir işi yapmaya iten asıl güç başkaları tarafından sevilmek isteğidir.
C) İnsanları bir işi yapmaya iten asıl güç ölümsüz olmak düşüncesidir.
D) İnsanları bir işi yapmaya iten asıl güç takdir edilmek, beğenilmek arzusudur.

32. Yazara göre aşağıdakilerden hangisi “normal insan”ın özelliklerinden değildir?

A) Normal insan genellikle memnun olan, her şey istediği gibi gitmese bile neşesini kaybetmeyen insandır.
B) Normal insan, hayatta karşılaştığı bütün durumlara fazla zahmet çekmeden kendini uydurmasını bilir.
C) Normal insan, akıllık edip kazandığı bütün parayı harcamadan bir kısmını tasarruf için kenara koymasını bilir.
D) Normal insan, kafasının içinde kurduğu dünyada değil, etiyle kemiğiyle içinde yaşadığı dünyada dolaşmasını bilir.

Eşref Saat (Şevket Rado) KitapSınavı Yazılı Test Soruları 33-64 ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Eşref Saat (Şevket Rado) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 33-64 ve Cevap Anahtarı


33. Yazar, aşağıdakilerden hangisini “normal insan”ın özelliklerinden biri olarak söylememiştir?

A) Başkalarının işlediği kusurları hoş görmesini bilen insan normaldir.
B) Kendisini daha yüksek görmeyen insan normaldir.
C) Kendisinden çok başkalarıyla meşgul olan insan normaldir.
D) Başkalarından çok kendisiyle ilgilenen insan normaldir.

34. “Faydalı Bir İş Görmek Zevki” başlıklı yazıda aşağıdaki hangi düşünce savunulmuştur?

A) Bir iş görme, bir yapıt yaratma zevki yalnız aydınlara, sanatçılara has bir zevktir.
B) Faydalı bir iş görmek insanı kendine değerli hissettirecek ve görev duygusunu tamamlamış tesellisi verecektir.
C) Faydasız da olsa bir iş görmek boş oturmaktan üstündür.
D) İnsanlar için en temel ihtiyaç para olduğundan yaptıkları işin faydalı mı, faydasız mı oldukları onları pek de ilgilendirmez.

35. Yazarın “İhtiyarlık Üzerine” başlıklı yazısında insanın yaşına göre aldığı durumlardan hangisi doğrudur?

A) Çocuklukta: Taşkınlık
B) Delikanlılıkta: Ağır başlılık
C) Orta yaşlılarda: Çelimsizlik
D) Yaşlılarda: Olgunluk

36. Yazarın “İhtiyarlık Üzerine” başlıklı yazısından aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılamaz?

A) İhtiyarlık çağının güzel olduğunu iddia etmek solmuş bir gülün güzel olduğunu iddia etmek kadar gülünçtür.
B) Ömrün her çağı güzeldir.
C) İhtiyarlıktaki dermansızlık, ihtiyarlıktan çok gençlikteki kabahatlerin bir sonucudur.
D) Bütün hayatları boyunca düşünmüş, ruhunu zenginleştirmiş olanların ihtiyarlıklarından bunadıkları görülmemiştir.

37. Şevket Rado, “İhtiyarlık Üzerine” başlıklı yazısını hangi yazarın kitabını okuduktan sonra yazmıştır?

A) Rodoslu Andronikos
B) Seneca
C) Çiçero
D) Strabon

38. Yazar, “Gençliğe Dair” başlıklı yazısında aşağıdaki düşüncelerden hangisini savunmamıştır?

A) Eski Romalılar ihtiyarlığın genellikle 46 yaşında başladığını kabul ederler.
B) Günümüz gençlerinde gördüğüm en yaygın eğilim, kolay yoldan para kazanıp mutlu olmaktır. Bu, tembelliği besleyen zararlı bir fikirdir.
C) Günümüzde modern yaşamın hızı ve öğrenim hayatı gibi faktörler gençliği kısaltmıştır.
D) Siz takvim yaşınıza bakmayın; önemli olan gönlün yaşlanmamasıdır ve yaşamdan zevk almaktır.

39. Yazara göre hayatta kendi yerini beğenmeyip başkasının yerinde olmak hevesi peşinde koşan bir insan hakkında hangi hükme varabiliriz?

A) Geveze
B) Kıskanç
C) Haset
D) Bencil

40. Yazar, “Herkes Kendi Yerinde” başlıklı yazısında aşağıdaki öğütlerden hangisini vermemiştir?

A) İnsan kendi yerinin hakkını vermeli.
B) Üzerine aldığı vazifeyi başarmalı.
C) Başarılı kimselerin nasıl çalıştıklarına bakarak ilham almalı.
D) İnsan yalnız bir alanda uzmanlaşmalı.

41. Yazar, “Tesadüfler” başlıklı yazısında maymunların gençliğini insanlara aşılamak için uğraş veren hangi doktordan bahsetmiştir?

A) Dr. Pepper
B) Dr. Watson
C) Dr. Octopus
D) Dr. Voronof

42. Yazar, “Tesadüfler” başlıklı yazısında insan topluluklarının yaşamını derinden etkileyen tesadüfleri sıralarken aşağıdaki bilim adamlarının hangisinden bahsetmemiştir?

A) Newton
B) Einstein
C) Pasteur
D) Edison

43. Yazar, “Tesadüfler” başlıklı yazısında insan topluluklarının yaşamını derinden etkileyen tesadüfleri sıralarken aşağıdaki hangi iki bilim adamından bahsetmiştir?

A) Arşimed – Doktor Fleming
B) Einstein – Graham Bell
C) Wright Kardeşler - James Watt
D) Alfred Bernhard Nobel – Ali Kuşçu

44. Eşref Saat’te yer alan “Herkes Kendi Hayatını Yapar” başlıklı yazıda başarı öykülerine konu olan kişiler arasında aşağıdakilerden hangisi yoktur?

A) Besteci Hacı Arif Bey
B) Sadrazam Damat İbrahim Paşa
C) Barbaros Hayrettin Paşa
D) Sadrazam Âli Paşa

45. Eşref Saat’te yer alan “Herkes Kendi Hayatını Yapar” başlıklı yazıda aşağıdaki düşüncelerden hangisi işlenmiştir?

A) Hayatta başarılı olmak için şansa ihtiyacımız vardır.
B) Hayatta başarılı olmak için yükselme azmimizin olması gerekir.
C) Hayatta başarılı olmak için yüksek mevkideki yakınlarımıza da ihtiyaç duyarız.
D) Hayatta başarılı olmak demek işini en iyi şekilde yapmak demektir.

46. Yazar iyimseler ile kötümserleri karşılaştırdığı yazısında nasıl bir sonuca ulaşmıştır?

A) Kötümser insanlar, İyimser insanlar gibi hayatın gerçeklerinden uzak yaşamazlar.
B) Kötümser insanlar, iyimser insanlar gibi kendilerini bir mutluluk oyunuyla aldatmazlar.
C) Kötümser insanlarda iyimser insanların kararlılığı ve yaratıcı gücü yoktur.
D) Kötümser insanlar, hayatın gerçeklerinin farkında oldukları için iyimser insanlardan daha az zarar görürler.

47. Yazar, “Talih” başlıklı yazısında talihi aşağıdaki hangi iki şarta bağlıyor?

A) Gayret – bilgi
B) Eğitim – para
C) Bilgi – köklü bir aile
D) Para – Avrupa’da doğmuş olmak

48. Yazar, “Talih” başlıklı yazısında talihli olmanın şartları arasında aşağıdakilerden hangilerini göstermiştir?

A) Parayı kısa yoldan kazanmayı bilmek ve yetenekli olmak
B) Zengin bir ailenin bireyi olmak ve iyi bir eğitim almak
C) Avrupa’da doğmuş olmak ve gelişmiş bir ülkenin vatandaşı olmak
D) Kabiliyetli olmak ve insanın kendine inanması

49. Yazar, “Kendi Kendimizi Aldatmak” başlıklı yazıda aşağıdaki düşüncelerden hangisini savunmuştur?

A) Başkalarını aldatmak, kendimizi aldatmaktan daha zordur.
B) Kendimizi aldatmak, başkalarını aldatmaktan daha kolaydır.
C) Başkalarını aldatabilirsiniz ama kendinizi aldatamazsınız.
D) Kendisini aldatan insan eninde sonunda gerçeği anlayacaktır.

50. Yazar, “Öğüt Vermek” başlıklı yazısında en can sıkıcı öğüdü aşağıdaki hangi sözleriyle belirtmiştir?

A) İnsanın anne – babasından dinlediği öğütlerdir.
B) İnsanın tanımadığı kimselerden dinlemek zorunda kaldığı öğütlerdir.
C) İnsanın kendi tecrübelerinden çıkardığı öğütlerdir.
D) Öğütler, hiçbir zaman sıkıcı değildir, bize yol gösterirler.

51. Ernest Renan’ın öğütlerinin sıralandığı “Öğüt Vermek” başlıklı yazıda aşağıdakilerden hangisi Şevket Rado’nun kendi öğüdüdür?

A) İyi bir adam olun.
B) Sonra çalışınız, durmadan çalışınız.
C) Asla aşka ihanet etmeyin.
D) Hayatta başkalarının değil, kendinizin istediğini olmaya çalışın.

52. Yazar, “Çocuklar Babaları Hakkında Ne Düşünürler?” başlıklı yazısında bir levhada gördüğü yazıyı gittiği hangi kentin pansiyonunda görmüş?

A) Paris
B) New York
C) Brüksel
D) Londra

53. “Çocuklar Babaları Hakkında Ne Düşünürler?” başlıklı levhada yazanlara göre aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

A) 6 yaşında: Babam her şeyi biliyor.
B) 10 yaşında Babam çok şey biliyor.
C) 15 yaşında: Şu gerçek ki babamın pek fazla bilgisi yok.
D) 20 yaşında: Şu gerçek ki babamın pek fazla bilgisi yok.

54. “Çocuklar Babaları Hakkında Ne Düşünürler?” başlıklı levhada yazanlara göre aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

A) 30 yaşında: Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor.
B) 40 yaşında: Ne de olsa babam bazı şeyleri biliyor.
C) 50 yaşında: Babam her şeyi biliyor.
D) 60 yaşında: Ah, babam hayatta olsaydı da kendisine danışabilsem!

55. Yazar, “Şükürler Olsun” başlıklı yazıda aşağıdaki hangi şairin şiirine yer vermiştir?

A) Orhan Veli
B) Oktay Rifat
C) Melih Cevdet
D) Cahit Sıtkı

56. Yazar, “Şükürler Olsun” başlıklı yazısında hayatta neyi şükretmeye değer buluyor?

A) Zengin olmayı
B) Başarılı olmayı
C) Takdir edilen, sevilen birisi olmayı
D) En basit hareketlerimizi yapmak için yeterli güce sahip olmayı

57. Yazar, “Şükürler Olsun” başlıklı yazısında aşağıdakilerden hangisinin kıymetini bilmemizi istiyor?

A) Neşenin
B) Paranın
C) Sağlığın
D) Ailemizin

58. Eşref Saat adlı yapıtta –ön söz hariç- kaç tane yazı vardır?

A) 24
B) 27
C) 26
D) 28

59. Yaşamdan zevk almak ne demektir?

A) Etrafındaki konularla ilgilenmesini bilmek
B) Her gün gezip eğlenmek
C) Hayatı vazife yapar gibi düşünmek
D) Kendisini her şeyden üstün görmek

60. Talih nedir?

A) Piyangodan büyük ikramiye kazanmak.
B) Gömülü bir hazine bulmak.
C) İnsanların kendine güvenmesi ve çalışmasıdır.
D) Bir nimettir.

61. “Gönül zenginliği” nedir?

A) Başkasının servetini kıskanmaktır
B) Ruhça zengin olmak
C) Paramızın çok olması
D) Az para kazanan

62. “Zafer, zafer benimdir diyebilenlerindir.” sözü neyi anlatmaz?

A) Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz
B) Olmaz olmaz deme olmaz olmaz
C) Muvaffak olacağım demektir
D) Her zaman kanaatkâr olmalıyız

63. İyimser insanların özelliği nasıldır?

A) Her şeyi noksan görürler
B) Ümitsizliğe kapılmazlar
C) Hayatı zehir haline getirirler
D) Hiç bir şeyden memnun olmazlar

64. Eşref Saati ne anlama geliyor?

A) Akşam saati
B) Öğlen saati
C) Saatlerin en iyisi
D) İşlerimizin en iyi gittiği saattir

Cevap Anahtarı :

1–D       2–B      3–A      4–C      5–D
6–B       7–D      8–B      9–C     10–C
11–A    12–C    13–B    14–C    15–B
16–A    17–D    18–C    19–D    20–A
21–B    22–D    23–D    24–C    25–C
26–A    27–C    28–B    29–D    30–A
31–D    32–C    33–D    34–B    35–D
36–A    37–C    38–B    39–A    40–C
41–D    42–B    43–A    44–C    45–B
46–C    47–A    48–D    49–B    50–C
51–D    52–C    53–C    54–A    55–B
56–D    57–C    58–B    59–A    60–C
61–B    62–D    63–B    64–D

Eşref Saat (Şevket Rado) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 1-32 için tıklayınız...

20 Ocak 2020 Pazartesi

Eşref Saat (Şevket Rado) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Eşref Saat

Kitabın Yazarı : Şevket Rado

Kitap Hakkında Bilgi :

Türkçeyi güzel kullanan yazarlardan biri olan Şevket Rado sohbetlerinde akıcı ve kolay anlaşılır bir üsluba sahip. Eşref Saat çocuklara hatta her seviyedeki insana vazife duygusunu, etrafına faydalı olmayı, güçlüklerden yılmamayı, aileye bağlı olmayı telkin etmek amacıyla İstanbul Radyosu'ndaki konuşmalarından oluşuyor.

Eşref Saat'i okuyarak hayatı sevecek, sağlığınızın değerini bilecek, zengin olmak için doğru davranışın ne olduğunu öğreneceksiniz. İlköğretim öğrencileri için belirlenen 100 Temel Eser'den biri olan Eşref Saat pek çok insanın keşke öğrencilik yıllarında, çok daha önce okusaydım diyeceği türden bilgiler içeren bir kitap. Eser, yazarın radyo konuşmalarını dinleyenlerin o günlere dönmelerini sağlayacak türden bir anlatıma sahip. Yazarın ifadesiyle "hayatı sevmeyi, çalışmayı, iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe değer vermeyi üstün tutan" bir insan olmanın kapısını aralıyor Eşref Saat.

Kitabın Özeti :

Kitabın içeriğine bakıldığı zaman başlıklara ayrılmış kısa metinlerden, konuşmaların düzenlenmiş halinden oluştuğu gözükmektedir. Konu başlıklarının altında işlediği konularla beraber, çeşitli yazarlardan ve filozoflardan alıntılar yapılarak, küçük hikayeler eklenerek eser oluşturulmuştur.

Kitap, yirmi yedi bölümden oluşmaktadır.

EŞREF SAATİ:

Sizin için günün en iyi saati hangi saattir hiç düşündünüz mü? Şair tabiatlı olanlar akşam saatlerini severler. Güneşin batışı insana tuhaf bir hüzün verir. ..Yemek düşkünleri de öğle saatleri­ni… Yaş ilerledikçe insanlar sabah saatlerini sever olurlar…Sizin için en iyi saat hangisidir? Buradan bir şey söyleyemem ama bana sorarsanız, saatlerin en iyisi…..şu ne zaman geldiği pek de bilin­meyen, adına “Eşref Saat” dediğimiz saattir. Eşref saat gündelik hayatımızda işlerimizin en iyi gittiği, kararlarımızın en isabetli olduğu, hükümlerimizde asla yanılmadığımız saattir…..
Yalnız sizin, teker teker insanlann hayatında değil, milletle­rin hayatında da eşref saatler vardır. O saatler gelmeye görsün, milletler esaretten kurtulurlar; o saatler gelip çatınca ordular hari­kalar yaratırlar…
Milletlerin eşref saatlerini büyük dâhiler keşfeder…
Her iyi şey eşref saatte olur. Biraz sabır göstermek, biraz dikkatli davranmak, insanların bam teline dokunmamaya çalış­mak, evinizde (işinizde) eşref saati sık sık çaldırmak için yeterli­dir.

DAHA IYI OLABİLİR:

Hangi hâl ve şartlar içinde olursa olsun daima daha iyiyi is­temek! Fertleri de, milletleri de günbegün yükseltip refahın en yüksek katlarına çıkarmak için herkesin yüreğinde, sahibini daha iyiye itmekten bıkmayan bir motor saklı bulunmalıdır… Ata­türk’ün çok güzel bîr sözü vardır: “Zafer, zafer benimdir diyebilenle­rindir.”

Kanaatkârlık elbette kaybedilmemesi gereken iyi özellikler­den biridir. Ama icap ettiği zaman kullanılmalıdır. Toprak bom­boş dururken bir avuç tarlayı ekerek, “benim ihtiyacımı bu kadarı karşılar” deyip oturan, daha fazlasını istemeyen fakirlikten kurtulamaz.

YAŞAMA ZEVKİ:

Şu birkaç günlük ömrümüzü saadet içinde geçirmek hepimi­zin tek arzusudur. Yaşamdan zevk almayı bilmek, mesut olmanın olmazsa olmaz koşuludur. Bu dünya, gelinebilecek dünyaların elbette kî en iyİsidir. Et­rafındaki konularla ilgilenmesini bilenler, asla sıkılmazlar.

GÜLER YÜZ:

Asık suratlı insanlardan hoşlanır mısınız desem bana güler­siniz. O zaman, sizde her zaman güler yüzlü olmaya gayret edi­niz. Güler yüzlü insanlar arasında yaşayanların hayatı daha tatlı geçer.

TATLI DİL:

Yılanı deliğinden çıkarır derler. Yılan pek insan dilinden an­lamaz ama tatlı dilin neler yapmaya yettiğini anlatmak için böyle demişlerdir. Tatlı dilli insanlar vardır, onları dinlemek insana büyük bir zevk verir. Ayrıca tatlı dilin açamayacağı kapı yoktur.

GENÇLİĞİN KIYMETİ:

Nasıl mevsimlerden bahar varsa, insanların baharları da gençlik dönemleridir. Baharda, her taraf yemyeşil olur, çiçekler açar, dallar meyvelerle bezenmeye hazırlanır. İnsanların gençlik­leri de aynen böyle olur. Ancak, insanların meyve toplamaları, ağaçlar kadar erken olmayabilir. Bu yüzden sabır etmesini de bilmelidirler. Ayrıca, insanlar hayatlarının her döneminde genç kalmayı başarabilirler. Bu da, her yaşa uygun iş ve zevk becerilerini geliş­tirmekle mümkün olur.

ÇOCUKLARIN ANA VE BABALARINDAN BEKLEDİKLERİ:

Çocuklarımızın yetişmesi, anne ve babaları en fazla meşgul eden meselelerden biridir. Eğer yorgunluklara katlanıyorsanız, üzüntülere göğüs geriyorsanız, bin bir sıkıntıyı yenmeye gayret ediyorsanız yalnız onlar için, onların iyi yetişmeleri, ileride sizin kadar yorulmamaları, üzülmemeleri için katlanıyorsunuz. Bir de işin çocuklar tarafından bakılan cephesi vardır. Çocu­ğun yeryüzünde en çok sevdiği iki varlık anası ile babasıdır. O her hareketiyle sizi taklit etmeye, size benzemeye çalışır. Onun iyi bir İnsan olarak yetişmesini istiyorsak, ilk önce iyi bir insanda bulunması gereken meziyetleri, kendimize mal etme­miz gerektiğini unutmamalıyız.

GÖNÜL ZENGİNLİĞİ:

Zengin olmak, bir gönül meselesidir. Gönül zenginliği, baş­kasının servetini kıskanmamaktır. Bir kere ruhça zengin olalım, gönüllerimiz zengin olsun, Öte­ki zenginlik kendiliğinden gelir.

İSTEMEK:

Dünyada insanların mesut olabilmesi için topu topu iki yol varmış. Bunlardan biri bütün istediklerini elde etmek; ikincisi ise elde edebileceklerini istemesini bilmektir. Hangi isi daha gerçekçi ve hakkımızda hayırlı olandır? Tabii ki ikincisi. Bütün istediklerini (maddi ve manevi) elde etmek, gerçek­leşmesi çok zor olan bir olaydır. Elde edebileceklerini istemek ise gayet mantıklı, insanı güçlü kılan, her attığı adımın sağlam olma­sını sağlayan yoldur. Buyurun tercihinizi yapın.

NORMAL İNSAN:

Normal insan, genellikle memnun olan, her şey istediği gibi gitmese bile neşesini kaybetmeyen insandır. O kafasının içinde kurduğu dünyada değil, etiyle kemiğiyle içinde yaşadığı dünyada dolaşmasını bilir. Hoşgörülüdür. Kendisini olduğundan yüksek görmez. Kendisinden çok, çevresindekilerle meşgul olur. Olayları ve kişileri anlamaya çalışır. Dış görünüşüne bakarak insanlar hakkında karar vermez. Normal olmak için ne kadar çaba sarf edersek edelim. Yine de hepimizde bir parça anormallik vardır.

FAYDALI BİR İŞ GÖRMEK ZEVKİ:

Bir iş görme, bir eser meydana getirme zevki, sadece aydın­lara, sanatkârlara ait değildir. Bu zevk herkeste vardır. Bütün güzel eserlerde, sadece yapanların değil, hemen her­kesin payı vardır. Toplum bir bütündür. Bir Türk Genci, uluslar arası alanda, başarı kazandığında, hepimiz bundan bir pay çıkarmıyor muyuz? Yine, milli bir güreşçimiz dünya şampiyonu olduğunda, hep birlikte sevinmiyor muyuz? O zaman başarısız­lıklardan da kendimize pay çıkarmalıyız. Ancak, o zaman daha faydalı İşler görme yolunda ilerleyebiliriz.

İHTİYARLIK ÜZERİNE:

Ömrün her çağı güzeldir. İhtiyarlığın da. Yeter ki, ömür iyi yaşanmış olsun. Yeter ki, ihtiyarlayıncaya kadar geçen dönem, iyi geçirilmiş olsun. İnsan ihtiyarlayınca, belki gençlerin yapabileceği bazı şeyleri yapamaz hale gelebilirler. Ama, unutulmasın ki, bü­yük işler kuvvetle veya çeviklikle değil, düşünce ile sözünü ge­çirme ile, ortaya doğru fikirler atmakla başarılır.

HERKES KENDİ YERİNDE:

Bugün, ne olursa olsun başkasının yerinde olmak İsteyen biri ile karşılaştım. Ne kadar yanlış bir yol. Oysa ki herkes kendi ye­rinde olmalıdır. Tamam, insan kendi yerini yeterli görmeyip, ileriyi hedef almalıdır. Ancak, bulunduğun yeri hak edip sağlam­laştırmadan, başka bir yere atlamaya kalkmak bazen İnsanı boş­luğa da düşürebilir.

HERKES KENDİ HAYATINI YAPAR:

Hayatta bir işi yapmak için, hiçbir yaş geç değildir. Hayatı uzatan böyle bir yaşama ve hayattan zevk alma isteğinin canlı almasıdır. 83 yaşındaki bir heykeltıraşa: “En beğendiğiniz eseriniz hangisidir?” diye sormuşlar. “Şimdi yapmakla meşgul olduğum eser” diye cevaplamış. Herkes kendi hayatını yapacak, fethedecektir. Bu da yüksel­meye çalışmakla, daha üstün bir hayat seviyesine ulaşmakla olur.

İYİMSERLİK, KÖTÜMSERLİK:

Bir yazar, “İnsanları, beraber yaşadıkları kimselere hayatı hoş bir hâle getirenler, bir de beraber yaşadıkları insanlara hayatı zehir edenler diye ikiye ayırmak kabildir” diyor.

İyimser insanlar yalnız kendi hayatlarını tatlılaştırmakla kalmazlar, beraber yaşadıkları insanlara da hayatı pembe bir göz­lük arkasından seyrettirirler. Kolay kolay ümitsizliğe kapılmazlar.

Kötümserler ise, her şeyi kara, her şeyi korkunç, her şeyi noksan görür.
Siz hangisi olmayız tercih edersiniz?

TALİH:

İnsanlardan bazılarının talihli, bazılarının da talihsiz oldu­ğuna inanmayan pek az insan vardır. Nedir bu talih?

Talihli olmanın ilk şartı, insanın bir yeteneğinin olmasıdır. Her insanın da mutlaka bir şeye yeteneği vardır. Talihli olmak için işe, o yeteneği geliştirmeye çalışmakla başlamalıdır.

Talihli olmanın ikinci şartı, İnsanın kendisine inanması, gü-venmesidir. Ama bu hiçbir zaman kibir derecesine vardırmamalıdır.

KENDİ KENDİMİZİ ALDATMAK:

Bir işi yapamadığımız, beceremediğimiz vakit hatayı kendi­mizde arar ve çözümlerini bulmaya çalışırsak, doğru olanı yapmış oluruz. Yok, tersini yapar, her beceriksizliğimizi ve yanlışımızı kendimizde değil de, başkalarında aramaya kalkar, başkasına yüklemeye çalışırsak ne olur? Ne olacak, tabii ki kendi kendimizi kandırmış oluruz.

ÖĞÜT VERMEK:

Öğüt vermenin tatlı bir zevki vardır. O zaman verelim: Mutlu bir hayat için bir tek temel vardı, o da her zaman iyiyi ve doğruyu araştırmaktır. Hayattan memnun olmanız onu iyi kullanmanızla ve kendi kendinizden memnun olmanızla müm­kündür.

Sonra çalışınız, durmadan çalışınız. Fakat aynı zamanda eğ­leniniz de. Mesele yorulmadan çalışmanın sırrını bulmaktır. Her şeyi bilmek, her şeyi öğrenmek isteyiniz. Dürüst olun. Aşka asla ihanet etmeyin.

Eşref Saat (Şevket Rado) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları 1-32 ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Heidi (Johanna Spyri) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Heidi

Kitabın Yazarı : Johanna Spyri

Kitap Hakkında Bilgi :

Heidi, çocuklara tabiat sevgisini, dostluğun, arkadaşlığın önemini anlatan dünyaca ünlü bir eserdir. Eser doğayla iç içe bir köyde yaşayan çocuğun şehre götürülmesiyle karşılaştığı uyum sorunlarını, köyüne, dedesine olan sevgisi nedeniyle yaşadığı özlemi anlatmıştır.

Küçük yaşta anne ve babasını kaybettikten sonra teyzesi tarafından bakılan ve çevresinde aksiliğiyle ün salmış Alp Dede'nin İsviçre Alplerindeki dağ kulübesine götürülen Heidi, artık dedesiyle yaşamak zorundadır. Heidi'nin sevgisi öylesine temiz ve duygu yüklüdür ki Alp Dede'nin aksiliği bile bu sevgi karşısında yumuşar. Heidi, çoban arkadaşı Peter ile dağda keçilerin peşinde koşmakta, neşeli günler geçirmektedir. Heidi'nin okula gitme zamanı geldiğinde işler bir parça karışsa da bu küçük kızın yüreğini dolduran o muazzam sevgi her şeyin yoluna girmesini sağlayacaktır.

İsviçreli yazar Johanna Spyri'yi (1827-1901) dünyaca ünlü bir yazar yapan Heidi'nin ilk yayımlanmasının üzerinden uzun yıllar geçmiş olsa da Heidi her yaştan insanın sevgiyle andığı bir karakter olmaya devam ediyor.

Kitabın Özeti :


Heidi, annesi ve babası olmayan küçük bir kızdır. Bir yaşında annesini ve babasını kaybetmesi üzerine teyzesinin yanında kalmıştır. Teyzesi Dete, Almanya'da bir iş bulduğu için Heidi'yi Alp Dağlarında yaşayan ve Heidi'nin tek yakını olan dedesine bırakmaya karar verir.

Heidi'yi çevrede huysuz bir ihtiyar olarak bilinen dedesine götürür ve onu orada bırakıp döner. Dedesi insanlardan ayrı köyden uzakta bir kulübede yaşamaktadır. İhtiyar dede bu durumdan hiç hoşnut olmaz. Dedenin kalbi bir süre sonra torunu Heidi'ye ısınır. Birlikte yaşamaya başlarlar.

Heidi, dedesini ve evi çok sevmiştir. Ev, dağda ormanın içinde, yemyeşil bir yerdedir. İstediği gibi koşmakta, oynamakta ve çiçek toplamaktadır. Ayrıca Peter isimli bir arkadaş da edinmiştir. Dedesi, Peter'le gündüzleri keçileri otlatmaya gitmesine izin vermektedir. Dede de hâlinden çok memnundur. Gittikçe değişmektedir. Bir gün Peter'in yaşlı ninesi ve annesinin yaşadığı evin eskimiş panjurlarını dahi tamir eder. Bu olay, dedenin ne kadar değiştiğinin bir göstergesi olur. Herkes çok sevinir bu değişime.

Aradan iki kış geçer. Bir gün Heidi'nin teyzesi gelir. Heidi'yi Frankfurt'ta zengin bir ailenin yanına götürmekten bahseder. Dede asla buna izin vermez. Fakat teyze ısrar eder. Bu zengin ailenin sakat olan kızı ile ilgilenecek, ona arkadaşlık edecek ve okula da gidecektir. Dede müsaade etmediği hâlde teyzesi Heidi'yi yine de götürür. Heidi çok üzülür. Dedesini ve bu dağları çok sevmektedir.

Teyzesi Heidi'yi Sesemanların konağına götürür. Heidi burayı hiç sevmez. Çok lükstür ama her yeri kapalıdır ve hiç ağaç yoktur. Evin Rottenmayer isimli dadısı da ona çok kötü davranmaktadır. Fakat Heidi, yürüyemeyen Clara ile dost olur. Adeta Clara, Heidi ile birlikte hayata döner. Daha neşeli olur.

Zaman geçtikçe Heidi, dedesini daha çok özlemektedir. Geceleri artık uyurgezer olmuştur ve dedesinin yanına gittiğini zannetmektedir. Okumayı da öğrenen, iyi bir eğitim almaya başlayan Heidi'nin bu uyurgezerliğinin ona zarar verebileceğini düşünürler. Doktor çağrılır. Doktor, problemin Heidi'nin dedesine duyduğu aşırı özlemden ileri geldiğini söyler. Clara çok üzülse de Heidi dedesinin yanına gönderilir. Clara’dan köyüne geleceğinin sözünü alan Heidi büyük bir sevinçle dedesinin yanına döner. Gün geçdikçe sağlığına kavuşur.

Heidi, dedesine kavuşunca çok sevinir. Dedesi de onun için kışları kasabaya taşınır. Böylelikle Heidi okuluna devam edebilecektir.

Bir süre sonra Clara ve babaannesi Heidi'yi ziyarete gelirler. Clara burada âdeta yeniden hayata döner. Yemyeşil çayırlarda, ormanlarda iştahı yerine gelir. Heidi’nin Clara’ya fazla vakit ayırması Peter’i kıskandırır. Peter evine gitmek zorunda kalacağı düşüncesiyle Clara’nın tekerlekli sandalyesini tepeden aşağıya yuvarlar. Fakat Clara sandalyesiz geçirdiği sürede yürümeyi başarır. Heidi'nin dedesinin sayesinde yavaş yavaş ayakta durmaya başlar.

Bir süre sonra yürümeye başlar. Herkes çok mutludur. Kızına sürpriz yapmak için aniden gelen Bay Seseman kızının ayakta olduğunu görünce gözlerine inanamaz. Herkese çok teşekkür eder ve Heidi ile dedesini ödüllendirir. Artık her yaz Clara tatilde Heidi'nin yanına gelecektir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Heidi : Anne ve babasını kaybetmiş, sevecen, sıcakkanlı, tabiatı çok seven, sekiz yaşında küçük bir kız.

Clara : Oldukça zengin bir ailenin kötürüm kızı. Annesini küçük yaşta kaybetmiş, Frankfurt’taki evde yalnız bir kız.

Peter : Heidi'nin çoban arkadaşı. Oldukça haşarı, kıskanç, tembel bir çocuk.

Dete : Heidi’nin teyzesi.

Bay Seseman : Frankfurt’taki evin beyi

Rotenmaier : Evin yardımcı hanımı

Sebastian : Evin uşağı

Diğer kişiler: Büyükanne, büyük hanım, dedesi ve doktordur.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi : 

Johanna Spyri, 1827 yılında Zürih yakınlarında bir köy doktorunun kızı olarak dünyaya geldi. Tüm çocukluğu doğa ile iç içe geçti. Zürih'te yabancı diller ve piyano eğitimi aldı. Kitaplarının gelirini savaş yaralılarına bağışladı. Yaşamı boyunca 50 öykü ve pek çok roman yazdı. 1901 yılında öldü.

Heidi (Johanna Spyri) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Peter Pan (James Matthew Barrie ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Peter Pan

Kitabın Yazarı : James Matthew Barrie

Kitap Hakkında Bilgi :

“Bütün çocuklar büyür, biri hariç.”

“Niye ağlıyorsun çocuk?”

Bu soruyla başlıyor ünlü masalımız. Wendy, Peter Pan’i yerde ağlarken bulmuştu. Kendisiyle yaşıt gibi duran bu çocuk, çaresiz bir şekilde kaybettiği gölgesini tekrar ayaklarına bağlamaya çalışıyordu. Wendy’nin ona yardım etmesi üzerine Peter, onu ve iki erkek kardeşini, Kayıp Çocuklar’la yaşadığı Varolmayan Ülke’ye, bütün çocukların çocuk kaldığı diyara davet eder. Böylece Wendy ve kardeşleri George ile John, Peter’ın perisi Tinker Bell’in tozuyla çıktıkları, denizkızları ve korsanlarla dolu bu macerayı unutamayacaklardı... en azından büyüyene kadar.

James Matthew Barrie

İskoç yazar, 1860 yılında doğdu. Bir dokumacının dokuzuncu çocuğuydu. Edinburgh Üniversitesi rektörlüğü yaptı. Eserlerinde üzerlerine aşırı derecede düşülen çocukların düşlediği büyülü maceraları işledi. Peter Pan'la adını duyurdu. Londra’da 1937'de öldü.
Kitabın Özeti :

Henüz yedi günlük bir bebek olan Peter Pan’ın bir an önce büyümesini annesi ve babası çok arzu ediyorlardı. Onun için yapacakları yaş günü kut­lamalarını iple çekiyorlardı. Peter Pan, bildiğimiz çocuklardan değildi. Büyük bir insanın bilgisi, tecrübesi ve olgunluğuna sahipti. En büyük dileği, rüya­sında gördüğü “Rüya Bahçeleri”ne gidebilmekti. Bu arzusu ona öyle bir güç verdi ki, kanadı olmamasına rağ­men, açık pencereden gök yüzüne doğru uçarak ve göz açıp kapayıncaya kadar, Rüya Bahçelerinin yumuşak çimlerinin üze­rine yavaşça düşüverdi.

Artık Peter Pan’a ulaşmak isteyenler mektuplarını, “Rüya Bahçeieri-Peter Pan Adası” adresine göndermeliydiler. Peter Pan’ı gören periler ve kuşlar “aramızda bir insanoğlu var, dikkat” diyerek ondan uzaklaşıyorlardı. Sadece, Salomon isimli karga ondan kaçınmamış ve dost olmuştu. Diğer kuşlar, Salomon’un emriyle, Peter Pan’a yiyecek getiriyorlar, o da onlara yuva yapmaları için, elbisesinden parçalar koparıp veriyordu. Gün geldi çırılçıplak kaldı. Ama üşümüyordu. Artık kuşlarla dosttu. Onlara kaval çalıyor, seslerini taklit ediyor, güzel yuvalar yapıyordu. Kuşlar da ona, elbirliği ile kayık şeklinde, bir yuva yaptılar.

Peter Pan, kayığı ile perilerin yaşadığı yere gitti. İlk önce ona karşı hiddetle yaklaşan periler, sonra bebe­ğe benzediği için, onu çok sevmeye başladılar. Peter’in çaldığı kavalın ezgileri ile dans bile ediyor­lardı. Bir akşam, Peter kavalını o kadar güzel çaldı ki, Periler Kraliçesi onun istediği iki dileği yerine getirmek zorunda kaldı. Birinci dileği, “annesini görmek” olduğu için, uçtu ve evlerinin açık penceresinden içeri girerek, uyuyan annesini gördü. Kadın­cağız, rüyasında yedi günlük iken kaybolan bebeğini gördüğü için ağlıyordu. Bir süre annesini okşadı. Sonra “tekrar geleceğim” diyerek, uçup gitti. Aylarca hep annesini ve evini düşündü.

İkinci dileği, yine annesini görmekti. Bu defa uçup geldiği zaman evlerinin penceresinin kapalı ve demirli olduğunu görün­ce, cama yanaşıp “anneciğim ben geldim” diyerek ağlamaya başladı. Annesinin kucağında, küçücük bir bebek vardı. Ancak, ne yaptıy­sa, annesine sesini duyuramadı ve yeniden “Periler Ülkesi”ne dön­mek zorunda kaldı. Artık annesini göremeyecekti ama çok güzel günler geçirecekti. Toni ve Jeni isimli, dört ve altı yaşlarındaki iki kardeş, çoğu günlerini Peri Bahçeleri’nde geçiriyordular. Ancak, hep gündüzleri oynadıkları için, gece yaşayanları göremiyorlardı. Toni “bir gün kalacağım ve hep Peter Pan’ı hem de diğer perileri göreceğim” diyordu. Kardeşi de kendisini teşvik ediyordu.

Soğuk bir kış günü, bahçede, dadıları ile birlikte geziyorlardı. Toni, “kararım kesin” diyordu. Ancak, bahçenin kapanış saati geldiğinde, cesur gözüken Toni koşarak bahçeden çıktı. Jeni bu işe çok bozuldu ve “ben kalırım” diyerek, bahçede bir yere saklandı. Dadısı ise, Toni ile beraber oldukları düşüncesinde olduğundan hiç etrafa bakmayı akıl edemedi. Jeni, bahçede bulunan ağaçların konuştuklarını ve yürüdüklerini gördü. Ağaçlar da, onu gördüklerinde, “Bu kış günü, bu çocuğun burada ne işi var?” diye hayret ettiler. Jeno onlarla konuşa­rak, yürümelerine yardımcı oldu. Birlikte Bebek Yolu Yokuşunu çıkarak, Periler Bahçesine vardılar. Bahçede, bir dük şerefine balo vardı. Yüzlerce genç peri dans ediyordu. Aralarında, kendilerini düke beğendirmek için bir yarış vardı. Jeni, yolda dük tarafından beğenilmedikleri için baloyu terk edenlere rastlamıştı.
Kenardaki, su birikintisinin içine düşmüş bulunan bir periyi görünce, yardım edip, onu kurtardı. Peri, bahçeye giderken suya düşmüştü. Gönlünde dük ile evlenmek vardı. Nitekim, dük onu görünce, kalbine ateş düştü ve Maviş isimli bu peri ile birlikte dans etmeye başladı. Bu durum, Jeni’nin çok hoşuna gittiği için, “Maviş harikasın!” diyerek perilerin içinden geçip onu kucaklama­ya kalkıştı. Yaptığı delilikti. Birden bire ışıklar söndü, müzik sustu, dans edenler durdular. Jeni insan olduğunu hatırlamış, ancak geç kalmıştı. Çok korktu ve haykırarak koşturmaya başladı. Yorulup, düşünceye kadar koştu. Yüzüne değen kar tanelerini, annesinin öpücükleri; üzerini örten kar tabakasını ise yorganı sanıyordu. Bereket versin ki, perilere bir şey yapmamış, üstelik Maviş’i de ölümden kurtarmıştı. Maviş, Kraliçe’nin ayaklarına kapanarak, ona yardımcı olmalarını istedi. Periler de hep birlikte seferber olarak, yerinden kaldıramadıkları için, Jeni’nin yattığı yerde, onu korusun diye bir ev yaptılar. Jeni, sabah uyandığında önce kendisini evinde sandı. Sonra, her şeyi hatırlayarak evinden dışarı çıktı. Konuştukça ev kaybolu­yordu. Tamamen kaybolunca, ağlamaya başlamıştı ki, “Ağlama küçük kız, ağlama!” diyen Peter Pan’ın sesini duydu. İkisi konuşmaya başladılar. Peter’in anlattığı maceralar, Jeni’nin çok hoşuna gitmişti. Öyle ki, bahçede birlikte yaşamak konusunda anlaştılar. Ancak, biraz sonra bahçe kapıları açılınca, ayrılmaları gerektiğini anladılar. Peter, bu hüzünlü sahne nede­niyle gözlerini kapadı. Artık, her akşam Jeni’nin yolunu gözlüyordu. Ancak, dadısı ona göz açtırmadığı için, böyle bir şey mümkün olmadı.

Jeni’nin yaşadığı maceraları ve Peter’i anlatması, Toni’yi kıs­kandırıyordu. Ancak, kibarlığı nedeniyle bunu belli etmiyordu. Jeni ise, Peter’e hediye etmek için bir mayo örüyordu. Akıllı bir kadın olan annesi, Peter’e bir keçi hediye etmesini söylüyordu. Sonra Jeni, Toni ve anneleri, Rüya Bahçelerinin bulunduğu yere gittiler ve bağırdılar. Jeni, “Bir keçi getirdim Peter’e, Sırtına binsin diye” bağırdıktan sonra, gözleri kapalı, kollarını açarak üç defa döndü.
Böylece hayali keçi gerçekleşmiş, Peter de onun sırtında, bahçede dolaşmaya başlamıştı.

Filip Ailesinin Jan, Misel ve Vendi isminde üç çocukları vardı. Bu üç kardeşin odaları resimli kitaplar ve çeşitli oyuncaklarla dolu idi. Vendi, annesine Peter Pan’ın odasında kaval çaldığını anlatıyordu. Annesi, kızının yanıldığını söylüyordu ancak, çocukların odasında bulduğu yapraklar neyin nesi oluyordu? Vendi, o yaprakların Peter’in üstünden düştüğünü iddia ediyordu. O gece, Bayan Filip, çocukların odasında fazla kalınca uyuklamaya başladı. Bu esnada açılan pencereden üze­rinde renkli yapraklar bulunan güzel bir çocuk görünmüştü. Bayan Filip, sıçrayarak hemen uyanınca Peter Pan’ı tanımıştı. Şaşkın­lıktan bağırınca, köpekleri Nana içeri girip Peter’e saldırdı. Ancak, Peter çoktan kaçmıştı. Çocukların anne ve babaları, karşı komşuya gezmeye gittik­leri için, evde yalnız kalan çocuklar bir süre sonra uyumuşlardı ki, Peter odalarına girdi ve daha önce dökülen yapraklarını aramaya başladı. Vendi uyandı ve Peter’le konuştu. Yapraklan döküldüğü için ağlayan Peter’in yapraklarını iğne ve iplik getirerek, üstüne dikti. Peter buna çok sevindi ve ona bütün maceralarını anlatma­ya başladı. Vendi bu maceraları dinlemek değil, yaşamak istiyordu. Peter’in yardımıyla kardeşlerini de uyandırdı ve hep birlikte uçarak evden çıktılar.

Bay ve Bayan Filip, köpekleri Nana’nın havlaması üzerine he­men eve koştular. Çocukların penceresine baktıklarında, uçuşan dört tane gölge gördüler. Kapıyı açınca da, boş odayla karşılaştılar. “Hayal Ülkesi” çocukların tahminlerinden çok daha uzakta idi. Günlerce uçtukları halde bir türlü varamamışlardı. Açlık, yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle çok zor durumda oldukları halde, Peter’e de bir şey soyleyemiyorlardı. Nihayet, “Hayal Ülke­si “ne varabildiler. “Hayal Ülkesi”nde periler, deniz perileri, vahşi hayvanlar, kı­zılderililer, korsanlar ve kaybolmuş çocuklar yaşıyordu. Bunların içerisinde en tehlikelileri reislerinin ismi “Çengel” olan korsanlar­dı. Çengel çocukların evini ele geçirmek için, onlara zehirli pasta yedirmeyi planlıyordu.

Peter ve çocuklar “Hayal Ülkesi”nde yaşarlarken, bir gün Ka­yıp Çocuklardan birisi, ok atarak Vendi’yi yaraladı. Ancak, öldügünü zannederek çok korktu ve üzüldüler. Çünkü, Peter hepsinin reisi idi. Ölmediğini anlayınca, sevinip ona bir ev yapmaya başla­dılar. Vendi iyileşip ayağa kalkınca, evini çok beğendi. O günden sonra da çocukların isteklerini kırmayarak, onların annesi oldu.
Akşam oldu mu, hepsi Vendi’nin anlattığı hikâyeleri dinleye­rek ağaçların altındaki evlerinde uyuyorlardı. Peter de geceleri, kılıcını çekip, Vendi’nin evinin önünde nöbet tutuyordu.

Peter, küçük Filiplerin, diğer çocuklarla birlikte yer altındaki evde kalmalarını istemişti. Bir oda olan ev, çok genişti. Böyle ka­labalık bir evle uğraşmak Vendi’yi bayağı meşgul ediyordu. Ama o hayatından memnundu. Bazen evini ve anne, babasını özlediği oluyordu. Ancak, ne zaman isterse döneceğinden emin olduğu için fazla önemsemiyordu.

Peter, sık sık Kızılderililerle ve korsanlarla savaşıyordu. Bu nedenle bazen eve geldiğinde, bir yerinden yaralı olduğu görülüyordu. Zaman zaman, tüm çocukların birlikte yaşadıkları maceralar da oluyordu. Vendi sıkı sıkıya tembihlediği için, korsan­ların şuraya buraya serpmiş bulundukları pasta parçalarına, hiç­bir çocuk elini sürmüyordu.

Bir yaz günü çocuklar Zenciler Kayasının üzerinde oturur­larken, korsanların geldiğini görüp, hemen saklandılar. Korsanlar, esir aldıkları bir Kızılderili prensesi, getirip kayaların üzerine bıraktılar. Peter ve çocuklar, Prenses’i kurtarmak için harekete geçtiler. Sonra, korsanlarla çocuklar arasında büyük bir savaş oldu. Sonunda, timsahı gören korsanların reisi, kaçmaya karar verdi. Vendi bayıldığı için, tüm bu olanları görememişti. Kendine geldiğinde bulunduğu kayanın etrafındaki sular yükselmeye başlamıştı. Peter hemen onun yardımına koştu. Ancak, sular öyle yükselmişti ki bir şey yapmaları zordu. Uçurtmanın kuyruğuna Vendi’yi bağlayarak onun kurtulmasını sağladı. Peter ise korku­suzca ölümü bekliyordu ki, Hayali Kuş’un yardımıyla kayalardan kurtulmayı başardı. Böylece, bütün çocuklar yeniden yuvalarında buluştular. O günden sonra, Kızılderililer çocuklarla dost olmuşlardı. Korsanlar, çocuklara kötülük yapmasınlar diye, her gece evlerinin önünde nöbet tutuyorlardı.

Bir akşam Vendi, çocuklara masal olarak Filip Ailesini anlatın­ca, Peter onun ve kardeşlerinin evlerinin çok özlemiş olduklarını anladı. Kızılderililere, onları evlerine götürmeleri için emir verdi. Diğer çocuklar, Vendi’den ayrılmak istemiyorlardı. Vendi onların da gelebileceğini söyledi. Peter’in gelmesini ise hepsinden çok istiyordu. Ancak, Peter çocukların isterlerse gidebileceğini, kendisinin ise burada kalmak istediğini belirtti. Tüm çocuklar hazırlanmışlardı ki, korsanların saldırısına uğ­radılar. Kalleşlikle Kızılderilililere saldıran korsanlar onların ço­ğunu etkisiz hale getirmişlerdi. Sonra da hile ile, evlerinden çıkan çocukları birer birer yakalayıp, bağladılar. Peter, aşağıda kalmıştı. Çengel, aşağı indi ve onun uyuduğunu gördü. Ne yaptıysa kapıyı açamadı. Ama, ilacına zehir katıp yukarı çıktı. Artık “iş tamam” diyordu. Peter, ertesi gün saat ona kadar uyudu. Uyandığında, Peri Çan’ın kapısını çaldığını gördü. Peri Çan olan her şeyi Peter’e anlatınca, Peter hemen hazırlığını yaptı. İlacını içmek üzere iken, Peri Çan, “içme!” diye haykırıp, Çengel’in konuşmasını aktardıysa da, inanmayıp içmek için elini uzattı. Peri Çan ondan önce davra­narak ilacı içti ve anında öldü. Peter hemen “Perilere inanan dünya çocukları, seslenin” diye bağırdı. Dört bir yandan sesler duyulmaya başlayınca, Peri Çan yeniden dirilip, ayağa kalktı. Sonra, Peter çocukları kurtarmak için yola düştü. Kar, bütün izleri kapatmıştı. Bu nedenle timsahı buldu ve onu takip etmeye başladı. Çünkü, biliyordu ki, timsah da Çengel’in düşmanı idi.

Korsanların karargâhı Şenkaya’da bir nöbetçi bile yoktu. On­lara saldıracak kimse kalmadığı için, gayet rahat ve korkusuzdu­lar. Çengel, çocukları karşısına dizdirmiş, durmadan nasıl hakla­rından geleceği konusunda nutuklar atıyordu. Vendi’yi de çağırttı ve bir anne olarak çocuklara son sözünü söylemesini istedi. Vendi, “Sevgili evlatlarım, size son sözlerim gerçek annelerinizin sözleri olacaktır. Eğer onlar burada olsalardı, çocuklarımız mertçe ölmesini bilirler, derlerdi” diye konuşunca, kaptan deliye döndü ve Vendi’nin gemi­nin büyük direğine bağlanmasını emretti. İşte bu anda, timsahın ayak sesleri duyuldu. Kaptan Çengel, korkudan hemen adamları­nın arkasına saklandı. Peter, çocukları ve Vendi’yi kurtardı. Sonra, şiddetli bir savaş oldu. Kaptan Çengel tek başına kalmıştı. Sonunda o da Peter’in kılıç darbesini yedi ve kurtuluşu denize atlamakta buldu. Ancak yanılıyordu. Çünkü, aşağıda timsah onu bekliyordu. Hemen, Çengel’i yuttu.

Artık korsanların kalesinde çocuklar vardı. Hepsi, korsanlar gibi giyinmişlerdi. Tabii ki, kaptanları Peter’di. Bu arada, Bayan Filip çocuklarından ayrı olduğu için çok üz­gündü. Fakat, bir gün geleceklerinden emin olduğu için, hep pen­cereyi açık bırakıyordu. Peter’de, bunu bildiği için, Vendi ve kar­deşlerine hazır olmalarını söyledi. Sonra da, “Çan, uçuyoruz” diye bağırdı ve uçtular. Eve geldiklerinde, anneleri piyano çalıyordu. Vendi, annesi heyecanlanmasın diye, ilk önce kardeşlerini yataklarına yatırdı. Biraz sonra, Bayan Filip odaya girince, üç çocuğu sıçrayıp boynuna sarılıncaya kadar rüya gördüğünü sanıyordu. Çocuklar için de, Hayal Ülkesine kadar güzel olursa olsun, evin yerini tutmazdı. Peter pencereden bu manzarayı seyrediyordu. Bay ve Bayan Filip, diğer çocukları da evlat edinmeyi kabul ediyorlardı. Peter’i de istiyorlardı, ancak o yanaşmıyordu. Her yıl birbirlerini göreceklerine dair sözleştiler. Tabii ki, Peter’in gelmesi gerekiyordu. Peter, iki sene sonra bir uğradı bir daha gözükmedi.

Aradan on beş yıl geçmiş, çocuklar büyümüşler, Vendi ev­lenmiş, üstelik bir de kızı olmuştu. Kızı, Peter Pan’ın hikâyelerini çok seviyor, hepsini ezbere biliyordu. Bir akşam, Peter geldi ve Vendi’yi bahar temizliği için götürmek istedi. Fakat isteği müm­kün değildi. Çünkü, Vendi hem uçamıyor, hem de çocuğunu bırakamıyordu. Peter, bunun üzerine çok ağladı. Vendi onu avut­maya çalışıyordu. Bu arada kızı uyandı ve Vendi, bir haftalığına kızına izin verdi.

Zaman çabuk geçiyordu. Vendi yaşlanmış, kızı büyümüş, üs­telik çocuğu da olmuştu. Peter geldiği zaman, artık torununu Hayal Ülkesine götürüyordu. Onlar, Peter Pan’ın unutulmaz dostlarıydılar…

Peter Pan (James M. Barrie) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı içintıklayınız...

19 Ocak 2020 Pazar

Zübük (Aziz Nesin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Zübük

Kitabın Yazarı : Aziz Nesin

Kitap Hakkında Bilgi :

Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz.

Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. (...)

Benim için şimdilik tek amaç, burdan kurtulmak. Ama gerçekten zübüklerden, kendi zübüklüğümüzden kurtulabilecek miyiz? İşte bu soruya cevap veremediğim için nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilemiyorum. Yeni gideceğim yerden sana mektup yazar, önce kendi zübüklüğümden kurtulup kurtulamadığımı anlatırım.

Aziz Nesin’in Zübük adlı kitabı, bir toplum eleştirisidir. Bu eleştiri kara mizah şeklinde yapılmıştır. Zübükzade İbraam Efendi, adeta köyün belalısıdır. Köylüleri çeşitli vaatler verir, ama bu vaatleri bir türlü yerine getirmez. Zübükzade tarafından oyuna getirilen saf ve cahil köylüler yine de her defasında ona inanırlar.

Kitabın Özeti :

Zübükzade İbraam kasabada kurnazlığıyla ün salmıştır. Son günlerde Ankara’dan bir mektup almıştır. Söylediğine bakılırsa, hükümetten birkaç kişi kendisini ziyarete gelecektir. Evinde büyük hazırlık yapılmaktadır. Kasabalılar konukları merakla beklemektedir…

Alucalı muhtar Sabri Ağa, kalaycı Nuri Efendi’ye dert yanar. Komşu köy halkıyla yayla yüzünden birbirlerine düşmüşlerdir. Köylüler çaresiz kalınca, "bu düğümü ancak Zübük çözer" diyerek ona baş vurmuşlardır. Zübükzade açıkgöz, pişkin ve girgin bir adamdır. Ankara’ya, tanıdık milletvekillerine yazarak işlerini göreceğine söz vermiştir. Sabri Ağa her gelişinde ona para ve hediye getirmiştir. Aradan aylar geçmiş, işler düzelmemiştir. Köylülerin Zübükzade’ye kaptırdığı para binlerce lirayı bulmuştur…

Nuri ile Sabri dertleşirlerken, terzi Cemal çıkagelir. Onun da dertlidir. Kardeşi ortaokulu bitirince, liseye girmek istemiştir. Cemal onu bir parasız yatılı okula sokmayı düşünmüştür. Sonunda o da Zübük’ün tuzağına düşmüştür. Kumaşı kendisinden olmak üzere Zübük’e elbise dikmiş, cebine de para koymuştur. Gelgelelim, okullar açılmış, hala kardeşinin işi sonuçlanmamıştır…

Öte yandan, Nuri de Zübük’ten kazık yemiştir. Bu yüzden üç arkadaş üzgün ve öfkelidirler. Birlikte Zübükzade’nin kapısına dayanırlar. Amaçları paralarını kurtarmak, olmazsa zora baş vurmaktır. Fakat Zübük zeki ve hilekardır. Hemen durumu kavrar. Onları güleryüzle karşılar. Biraz beklemelerini, yandaki odada jandarma komutanıyla görüşmekte olduğunu söyler. Öteki odaya geçer. Konuşulanları dinleyen köylüler utanç ve pişmanlık duyarlar. Çünkü Zübük komutana kasaba halkına iyi davranmasını öğütlemektedir!

Ancak birkaç gün sonra işin içyüzü anlaşılır. Meğer komutan bir aydır izindeymiş, Zübük onun sesini taklit ederek köylüleri aldatmıştır. Böylece, aradan aylar geçer. Zübük gitgide ünlenir. Sık sık Vilayete giderek oradan kendi adresine şekerleme, çikolata kutuları postalar, bakanların, hatta başbakanın ağzından mektuplar yazar. Bunları bir punduna getirerek partili arkadaşlarına okur. Buna kanan köylüler başları sıkışınca Zübük’e gelirler. Durmadan ona para, yiyecek taşırlar, yardım dilerler.

O sırada vilayete yeni bir vali atanır. Vali sert ve disiplinli bir adamdır. Herkes ondan korkar. Köyü teftişe geldiği bir gün Zübük boynuna atılır. "Vay efendim!" diyerek yanaklarından öper. Senli benli konuşmaya başlar. Köylüler şaşırırlar, ama seslerini de çıkaramazlar. İşin tuhafı Vali de gitgide Zübük’e inanmaya, hatta ona iltifat etmeye başlar.

Buna benzer ilginç ve gülünç olaylarla zaman geçer. Zübük’ün gitgide ünü ve gücü artar. Bir ara Zübük’ün büyük konuklarından söz edilir. Ankara’dan bir milletvekili ile arkadaşları Zübük’ün evine gelirler. Kasabalı partililer elektrik direğine çıkarak evi gözetlerler. İçerde kadınlı erkekli bir topluluk içip eğlenmektedir. Hatta, birbirine el şakası yapmaktadır! Köylüler "Zübük bize boynuz taktırıyor!" diyerek şakalaşırlar.

Konuklar gittikten sonra kasabada hayat durgunlaşır. Artık seçim hazırlıkları başlamıştır. Kasabanın ileri gelenleri Zübük’ün belediye başkanı olmasını isterler. Yalvar yakar onu da buna razı ederler.

Zübük belediye başkanı seçilir. Bunun için dostlarına ziyafet çeker. Yemekte soyundan "dedem Abdülnazif Paşa" yahut "babam Zübükzade Kara Yusuf Paşa" diye söz eder. Herkes bunun asılsız olduğunu bilir, ama kimse sesini çıkarmaz. Sonrasında Zübük milletvekili seçilir. Kasabalılara baraj, cami ve köprü vaad eder. Ankara’ya gider. Fakat vaadlerinden hiç biri gerçekleşmez. Ayrıca, orada birtakım potlar kırdığı için başbakanı kızdırır. Üstelik, sonraki seçimlerde de kazanamaz.

Memleketine döner. İlkin sessiz, içine kapanık bir hayat sürer. Ardından yine ortaya çıkar. İlgileri üzerine çeker, iktidar partililer kadar muhaliflerin de aradığı bir adam olur. Yeni gelen valiyle ilişki kurar, kasabayı vilayet yapmaya çalışacağına söz verir! Kasabalılar için bu, sevindirici bir vaaddir. Yine çoğu kişi ona inanmaktadır!

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1- Miskinler Tekkesi kitabı kimin hayatını konu edinmektedir?

A- Reşat Nuri Güntekin’in hayatını
B- İsmail adlı kimsesiz çocuğun hayatı
C- Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torununun hayatı
D- Selanik Hukuku mezunlarından Şefkati Bey’in hayatı

2- Kitapta anlatım kim tarafından yapılmaktadır?

A- Kahramanımız tarafından
B- Talat Bey
C- İsmail
D- Şemseddin Molla

3- Kahramanımızın âşık olduğu komşu kızının adı nedir?

A- Mebrule
B- Makbule 
C- Mesrure
D- Menşure

4- Kahramanımız neden Sinop’a sürgün edilir?

A- 31 Mart ile İttihatçılara karşı gözüktüğü için
B- Hırsızlık yaptığı için
C- Dilencilik yasak olduğu için
D- Asker kaçağı olduğu için

5- Aşağıdakilerden hangisi kahramanımızın özelliklerindendir?

A- Uzun boylu ve şişmandır.
B- Çok çalışkandır.
C- Koca kafalı ve canının kıymetini bilen biridir.
D- Zengin, lüks içinde yaşayan biridir.

6- Miskinler Tekkesi adlı roman hangi zaman dilimini kapsamaktadır?

Meşrutiyet dönemini anlatır.
Cumhuriyetin ilanından sonraki dönemi anlatır.
Tanzimat dönemi ile Meşrutiyet dönemini kapsamaktadır.
Meşrutiyet dönemi ile Cumhuriyet dönemini kapsamaktadır.

7- Aşağıdakilerden hangisi kahramanımızın bakmak zorunda kaldığı çocuğun ismidir?

A- Talat 
B- İsmail
C- Hayrettin
D- Seyfettin 

8- İsmail daha sonra hangi mesleği yapıyor?

A- Mimar
B- Mühendis 
C- Muallim
D- Avukat

9- Kitabın ana fikri nedir?

A- İnsan ne olursa olsun hayata dört elle sarılmalı
B- İnsan kendi canının kıymetini bilmeli.
C- Kolay yoldan kazanılan para tez biter.
D- İnsanın çabalamasına gerek yoktur, nasıl olsa aç kalmaz.

10- Bu çocuğu kahramanımıza kim teslim etmiştir?

A- Bir Kadın
B- Talat Bey
C- Mesrure
D- Mesule

Cevap Anahtarı :

1-C      2-A      3-C      4-A      5-C
6-D      7-B      8-A      9-A     10-A

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Miskinler Tekkesi

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

'Miskinler Tekkesi'; Türkiye'deki dilencilerin dünyasını ve cahil hocaları başarıyla tasvir eder. Güntekin'in en dikkate değer eserlerinden biridir. Padişah II. Mahmut dönemi ileri gelenlerinden olup padişaha yakınlığıyla tanınan Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla'nın torununun hayatı üzerine kurulmuş bir kitaptır. Padişahın ekmek kırıntılarının kat kat işlemeli bohça ve sedef kutularda saklandığı bir ortamda, padişah dilencisi bir dedenin torunu olan ve hem Meşrutiyet hem Cumhuriyet dönemlerinde yaşayan roman kahramanı, bir çeşit soyaçekimle, dilenciliği meslek edinir.

Kitabın ilk baskısı 1946 yılında yapılmıştır.

Kitabın Özeti :

Kocabaş Kazasker Şemsettin Molla’nın torunu olan Kocabaş genç bir çocuktur. Konaklarda büyümüş ve eğitim almıştır. Fakat dedesinden ve ailesinden aldığı tembellik ve miskinlik onun genlerine ve ruhuna işlemiştir.

Çocuğun, küçük yaşlarda ev halkının kızmasına rağmen dilenci taklidi yapmasıyla başlayan dilencilik özentisi hayatının sonuna kadar devam edecektir. Çocukluğunda oyunlar oynamayı sevmeyen oturduğu yerden kalkmak istemeyen gevşek, uyuşuk bir yapıya sahiptir. “Dedem başta Allah’a, Peygamber’e ve teşrifat sırasıyla ashaba yalvarır… Arkasından padişahlar gelir (…) demek ki, sadaka benim mayamdadır. Kocabaşlar ailesinin hamuru onunla yoğrulmuştur ve şanlı dedelerimdeki Tanrı vergisinin ilerleye ilerleye bende tam kemal mertebesini bulmuş olmasına şaşmamak lazımdır”.

Korkak pısırık bir kişidir. Fakat yaşı on yedi on sekize gelince gençliğin verdiği cesaretle biraz havalanır hale gelmiştir. Kolalı gömlekler ütülü pantolonlar giymekte ama kendini Donkişot gibi görmekten alamamaktadır. Rüyalarında bir gün evlerine bir hırsız girer. Evine giren hırsızı yakalayıp polise verir. Bir defa da ona piyangodan para çıkar. Piyangodan çıkan parayla babaannesinin borçlarını kapatır. Bu olaylar ve böylesine rüyalar onu daha çok cesaretlendirmektedir.
Mahallede bir yangın çıkmıştır. Çıkan yangında evdekileri kurtarmak için gitmek ister ama bacısı onun gitmesine izin vermez. Sonra umursamaz ve sakin bir tavırla kız kardeşi ile birlikte evde oyun oynamaya devam ederler. Bu arada da yangının sönüp sönmediğine arada sırada bakmaktadırlar. Fakat yangın ilerlemiş evlerine kadar gelmiştir. Sabaha karşı evlerinin de yanmasına engel olamazlar.

Evleri yangında kül olunca başka bir mahalleye taşınmak zorunda kalmışlardır. Bu ev eski evleri kadar güzel değildir. Eskisinden kötü ve köhne olan bu evde hayata alışmaya başlarlar. Tek tesellisi ilk görüşte aşık olduğu komşusunun kızı Mesrure olmuştur. Mesrure'yi evin bir köşesinde izlemekte sürekli onu takip etmekte fakat hislerini ona anlatamaya bir türlü cesaret edememektedir. Sadece cesaretini toplayamadığı için değil korktuğu bir şey daha vardır. Çünkü ona göre kafası çok büyüktür. Bu yüzden de Mesrure’nin onun beğenmeyeceği ve ona hayır diyeceği korkusu içindedir.

Ama Mesrure’nin babası ile aile dostu olmaya başarmıştır. Akşamları evlerine gidip babası ile sohbet edebilmek imkânını bulmakta bu sayede de Mesrure’yi sürekli görüp izleyebilmektedir. Mesrure’nin babası şiiri ve edebiyatı seven çok seven biridir. Onunla yaptığı sohbetlerde ara sıra dörtlükler okumaktadır. Bunu fırsat bilerek o da edebiyat ve şiirle ilgilenmeye başlar.

Mesrure’nin babasını etkilemek için kendini şiire adamıştır. Mesrure’nin babası her şiir okumaya başladığında oda sonunu getirmeye devamını okumaya başlamıştır. Mesrure’ye duyduğu ilgi onu edebiyata ve şiire meraklı bir insan haline getirmiştir. Bu durum Mesrure’nin babasının da çok hoşuna gitmektedir. Ortak bir zevke sahip olmaları onları birbirlerine daha çok yaklaştırmaktadır. Bu iletişimler sonunda artık Mesrure’yi istemeye cesaret bulabilecektir.
En sonunda dadılarında aracılığıyla Mesrure’ye teklif götürürler.  Mesrure de teklifi kabul eder. Bu arada meşrutiyet inkılâbı meydana gelmiş ve dayısının yüzünden evleri dağılmıştır. Büyükannesi ve babasıyla başka bir eve taşınmak zorunda kalırlar. Artık Mesrure ve babasından uzak bir yerde yaşamak zorunda kalmışlardır.

Kocabaş’ın komşuları ahlâki çöküntü ve zaaf içindedir. “Muallim’in karısı, boğuluyorum bu evde diyerek kızı ile kocasını terk edip pavyonlarda şarkı söylemeyi hayat edinmiştir. Anası ile oturan kız, on beş yıldan yani babası öldükten beridir evlenme vaadi ile gelen kimi adamlarla nişanlanıp gitmekte, adamların hevesi geçince evine geri dönmektedir. Posta memurunun ailesi fakirlikten ızdıraplıdır ve posta memurunun şedid öfkesi altında ezilmektedir; Mavi konaktaki Paşa ailesi eski makamlarını kullanarak borç taktıkları insanları mağdur ederek yaşamaktadır. Mavi konağın üst katında insanlara küsmüş yaşayan adam büyük muharebede sahip olduğu zenginliği kibar bir hanımefendiye bağışlamış ve iflas etmiştir. Tombul İmam içki yasağı günlerinde gizlice meyhane açıp rakı kaçakçılığı yapmaktadır, hafız oğlu da Beyoğlu’nda büyücek bir çalgılı gazinonun sahibi olmuştur. Köşebaşındaki mavi ışıklı evde fabrikada ustabaşı delikanlı ile karısı yaşamaktadır. Adam gençliğinde sarhoş olup sık sık kavga çıkaran bir delifişek iken karısı olacak kızı görür görmez aşık olup eski hayatına son vermiştir. Lakin karısı okuduğu aşk romanları ile kozasından çıkmış kelebek gibi değişmiştir. Kocasını beğenmemeye başlamıştır. Dilenci Kocabaş’ın tek arkadaşı Talat da devlet memuru olduğu halde geçinememekte ve Kocabaş’a borçlanarak yaşamaktadır. Çocukları evlenince üzerindeki yük hafifler gibi olmuş ama sonra onlar yeniden üstüne çullanmaya başlamıştır. Dairede işe güce bakamaz hale gelmiş, kendi kendine konuşur olmuştur. Kıyafeti süfli, pistir, pantolonunun düğmeleri kopmuş çengelli iğne ile iliklenmiştir. Burnunu gazete parçalarına silmektedir“. Kocabaş bu çöküntü içinde her şeye rağmen temiz ve pırıl pırıl kalmaktadır.

Bir süre sonra babaannesi de vefat eder. Artık evden ayrılması gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Sakallı Talat diye biriyle tanışıp, arkadaşlık kurar. Talat memurdur. Talat’ın sayesinde ve tavsiyesiyle Zeynep Hanım Konağında eğitim almaya başlar. Çevresi yüzünden Sinop’a gitmek zorunda kalmıştır. Sinop’tan gelir gelmez kendine kalacak yer bulmuş orada arzuhal ve köylü mektupları yazmaya başlamıştır.

Askerlik yaşı gelmiş. Ama askerde bütün yoklamalarda kafası büyük olduğu için sorun çıkmaktadır. Bugün git yarın gel diye oyalarlarsa da sonunda askere alınır. Mısır’a gitmek için yolculuk başlar. Yolculukta kargaşa çıkar ve yürüyerek memlekete geri dönmek zorunda kalır. Yürüye yürüye Konya’ya gelir. Sonra kendini biraz toparlayarak İzmir’e hastaneye gitmek zorunda kalır. Hiç parası olmadığı için hastaneden taburcu olamaz. Hastane müdürü ölmüş birinin elbiselerini vererek onu taburcu eder.

İzmir işgal altında olduğu için tütün deposunda yaşamak zorundadır. Artık günleri çok daha kötü geçmektedir. Cami önünde Mevlevi Dervişleri gibi beklemeye başlar. Çocukken duyduğu dilencilik arzusu gerçek olmaya başlamıştır. Böyle bir halde beklerken kadının birinden ilk sadakasını alır. Bu parayla akşam için yiyecek temin eder. Kaldığı yere götürerek getirdiği yiyecekleri onlarla paylaşır. Oradakileri sevindirip mutlu eder. “Mesleğin acemileri ve kabiliyetsizleri dilenciliği yalvarıp yakarmaktan ibaret sanırlar. Sokakta kaçmak ve utanmak suretiyle erkeği peşlerine takan kızlar gibi ben de adeta bu çekingen sükûtumla müşterilerimi peşime takıyordum. Aşk gibi dilencilikte de kaçanı kovalıyorlar. Bizim eskilerin fukara-yı sabirin dedikleri bir dilenci nevî vardı. İsim bile ne kadar sofu ve kalenderdir. Fukara-yı sabirin. Yoksulluğunu saklamaya uğraşıyor gibi görünen ve hiç bir zaman ağızlarından bir şikayet ve rica sözü çıkmayan bu insanları babalarımız çok severdi. Aramızda dolaşan bir nevî yarım evliyalar gibi görünürlerdi. Kuvvetli cerir dilencilerin yapamadıklarını bu fukara-yı sabirin geçinenler sükûtlarıyla yaparlardı. Gelelim şimdiye; fukara-yı sabirinin boşta kalan tahtına şimdi yeni bir namzet vardır: Çıplak, eski elbiseli, ağarmış pabuçlu, yorgun kasketli eski memur. Yeni dilenci için en büyük tılsım, kılık kıyafetiyle; sükûtu, çekingenliği ve dalgın hüznü ile kendini o zannettirmektedir”

Kocabaş dilenirken para istememektedir. Dilenciliğe başlamasıyla günlük kazancı artmış, kazancı doktorlara büyük belediye memurlarının maaşına yaklaşmıştır. Üstelik kazancını “tekke kültürü” ve Mevlevilik zihniyeti içinde diğer insanlarla paylaşmaktadır. Evlatlığı olan İsmail’in bakımı ve eğitimini karşılıksız temin etmekte Mesule Bacı’nın iaşesini de Kocabaş temin etmektedir.
Kendine güzel bir ev bile almıştır. Arap komşuları onun sabah erkenden evden çıkıp akşam geç dönmesini çok merak etmektedirler. Evden iş arıyorum diye çıkmakta ve geç saatlere kadar eve gelmemektedir. Yaşadığı iç üzüntüler ve yalanlar onu çok üzmekte olduğundan gerçekten de iş aramaya başlamıştır. İş istediği yerlerden gelen cevaplar onu üzmekte ama hiç pes etmemektedir. Sonunda dilediği olur ve bir iş bulur. Artık mutlu bir insandır. Çünkü artık o da diğer insanlar gibi çalışarak ekmeğini kazanmaya utanç duymadan ve onuru kırılmadan yaşamaya başlamıştır.

Miskinler Tekkesi (Reşat Nuri Güntekin) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Veba Geceleri Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk Kitap Hakkında Bilgi: Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 190...