Sayfalar

9 Mart 2020 Pazartesi

Ulysses (James Joyce) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ulysses

Kitabın Yazarı : James Joyce

Kitap Hakkında Bilgi :

Joyce, 1904'te Nora Barnacle adında bir genç kadınla tanışmıştı. (Nora Barnacle ile 1931'de, evliliğe karşı olmasına rağmen, kızının ısrarları üzerine evlendi.) Ulysses, Joyce'un kendi anlatımıyla Nora Barnacle'ı sevdiğini anladığı gün olan 16 Haziran 1904 günü Dublin'de geçer. (Romanın asıl kahramanı bir bakıma Dublin kentidir. Her yıl 16 Haziran günü Dublin'de düzenlenen "Bloomsday" yani Bloomgünü'nde, kitaptaki bölümlerde geçen yerlerin dolaşıldığı turlar düzenlenmektedir.) Konu, özünde son derece yalındır: Öğrenci Stephen Dedalus ile serbest çalışan Yahudi asıllı bir reklam toplayıcısı olan Leopold Bloom'un karşılaş(tırıl)maları. Ancak asıl anlatılan, bu iki kişinin bireysel kimliklerini aşan daha büyük bir gerçeğin parçası olduklarıdır: Stephen "sanatsal" doğanın, Bloom ise "bilimsel" doğanın temsilcileridir. Öte yandan, bu iki dışlanmış kişilik, hem Joyce hem de birbirleri için de özel bir öneme sahiptirler: Stephen, Joyce'un gençliğinin, Bloom ise olgunluğunun yansımalarıdır; Bloom, Stephen'ın, deyim yerindeyse, "manevi babası"dır vb. Ama kitabın edebiyat açısından asıl önemi, çatısının Homeros'un destanı Odysseia ile simgesel koşutluğundan ve Joyce'un kullandığı değişik teknik ve biçemlerden, özellikle de 18. ve son bölümde Bloom'un karısı Molly'nin düşüncelerinin yansıtıldığı "bilinç akışı"ndan gelir.

Belki de okuması, anlaması ve özümsenmesi açısından bakıldığında Ulysess açık ara en zor romanlardan biridir.

Romanda İrlanda başkenti Dublin’de geçen 24 saat anlatılmaktadır. Bu anlatı süresince de herhangi bir yapıttaki düzen ve sıralamayı takip etmemesi ve de karakterlerin kafa yakan derecede ayrıntılı tasvirleri kitabın neden zor olmasını sağlamaktadır. Hatta kitap için “bitmeyen/bitirilemeyen roman” benzetmelerinin de yapılması romanın bu niteliklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak kitabın bitirilmesi durumunda, roman boyunca oluşan kaos havasının da dağıldığı ve aslında romanda her satırda parça parça işlenen bütünün gözler önüne serildiği görülmektedir.

Kitap iki karakter etrafında ve bir gerçeklik anlatısı üzerinden şekillenmektedir. Stephen Dedalus ve Leopold Bloom ikisi aslında büyük bir gerçekliğin ayrı görünen ama esasta bir bütün olan bir başka gerçekliğin yansımalarıdır. James Joyce söz konusu karakterler aracılığıyla da kendini ve şahsi hayatını da kişiselleştirmektedir. Söz konusu kitabın adı, Homeros’un Odessa adlı eserinden önemli bir karakterin adıdır ve kitap boyunca da söz konusu esere sürekli göndermeler yapılmaktadır. Yine aynı zamanda Joyce’un bu yapıtı kaleme alırken Goethe’nin Faust adlı eserinden de oldukça etkilendiği gözlemlenmektedir. Erken dönem 20.yy modern içeriğinde 18 bölümden meydana gelen roman, İrlanda ve Britanya arasındaki ilişkiyi de yoğun bir dil ile yorumlamaktadır.

Kitabın 18 farklı baskısının ve bunların değişik varyasyonlarının olduğu da yine romana dair bilinmesi gereken ilginç özellikler arasında gösterilebilir. Kaos ve gizemin kol gezdiği kitabın genelinde hakim olan metot ve teknikler ise; parodiler, ikilem ve çatışma halleri, antagonist ögeler, metaforlar, mitler, semboller, diyalektikler ve de yoğun bir şekilde hissedilen ince taşlarla örülü kinayelerdir. Her bölümde işlenen konu ve karakterler aynı bölüm içerisinde teknik ve metotlarla da inanılmaz derecede bir bütün oluşturmaktadır. Modern dönem edebi dünyasında hatırı sayılır bir üne sahiptir.

Kitabın Özeti :

1. Telemakhos: Stephen, Buck Mulligan ve Haines Dublin’in epey dışında bir savunma kulesinde uyanırlar (bu kule bugün “James Joyce Kulesi”dir). Mulligan başarılı, ağzı çok iyi laf yapan, herşeyle dalga geçen bir tıp öğrencisi, Haines ise “yabani İrlandalıların” adetlerini öğrenmek için taşra gezisine çıkmış bir Oxford öğrencisidir. Mulligan güne Katolik ayiniyle dalga geçtiği bir traş töreniyle başlar ve bölüm boyunca din ile alay eder. Stephen ile Mulligan arasındaki soğukluk yavaş yavaş tırmanır; Stephen, kulenin sahanlığında tek başınayken, güneşi bir bulut örter. Stephen annesinin kısa süre önceki ölümünü düşünür ve annesinin hayaletini görür gibi olarak sarsılır. Kahvaltı ederler, yaşlı sütçü kadından süt alırlar; yakındaki kayalıklara gidip yüzerler. Stephen öğleyin The Ship barında buluşmak üzere sözleşerek ayrılır. Yüzme sahnesinde anılan “fotoğrafçı çıtır”ın Bloom’un kızı olduğunu sonradan öğreneceğiz.


2. Nestor: Stephen, öğretmenlik yaptığı, varlıklı bir mahalledeki (Dalkey) okula gider, ders verir. İngiltere hayranı başöğretmen Deasy’den (Homeros’ta Telemakhos’un nasihat aldığı Nestor’un karşılığı) maaşını alırken bir takım nasihatlere maruz kalır. Deasy, basın dünyasıyla ilişkili olduğunu bildiği Stephen’dan, “sığırlardaki şap hastalığının tedavisi” konulu bir yazısını gazetelerde yayınlatmasını ister. Bölümün sonunda, Deasy’nin antisemitik sözleri üzerine Stephen’ın aklından geçenler, Joyce’un ikinci dünya savaşında olacakları 20 yıl önceden görmüş olduğu göstermektedir.

3. Proteus: Proteus, Homeros’ta denizlerin sürekli biçim değiştirerek yakalanmaktan kurtulan tanrısıdır. Tüm bölüm, kumsalda yürümekte olan Stephen’ın zihninin içinde geçiyor. Stephen’ın düşünceleri, aynı deniz gibi, durmadan biçim değiştiriyor, çağrışımdan çağrışıma atlıyorlar; zihni ilahiyat, tarih ve felsefe referansları ile dolu. Metnin zorluğu, romanın konusu açısında önemli bir görev görüyor: Joyce, kendi gençliğine baktığında nasıl kendi zihninin içinde kaybolmuş, tıkanıp kalmış bir genç gördüğünü anlatıyor böylelikle.

Stephen Aristoteles’i, renk, bilinç, insanın yaratılışı gibi konuları düşünürken, aklından dayısı Richie ve yengesi Sara’nın yakındaki evlerine uğramak geçer. Zihninden, kendi babasının bu aileyle alay etmesi ve eğer onlara uğrarsa konuşulacak olanlar geçer. Cizvit okulundaki günlerini, rahip olmayı düşünmüş olmasını, kitap okuma ve yazma hayallerini, kadınsızlığını, Paris’teki parasızlığını ve sohbetlerini, kös kös Dublin’e dönüşünü düşünür. Paris’e gidip İrlanda’yı kurtarmaya çalışan “Yaban Kazları”ndan Kevin Egan’ın oğlu Patrice ile konuşmalarını hatırlar. Önce ölü, sonra canlı bir köpek görür, köpekten korkar, köpeğin sahibi midye toplayıcı Çingene çifti görür. Rüyasında henüz tanımadığı Bloom’u ve genelev sokağında kendisine yardım edeceğini görmüş olduğunu anlarız. Zihninde vampirli, kötü bir şiir yazmaya çalışır.

4. Kalypso: Tekrar birinci bölümün saatine, sabah 8’e dönüyoruz; bu sefer Bloom’ların evindeyiz. Odysseia’da tanrıça Kalypso’nun Odysseus’u adasında esir tutması gibi, burada da Bloom, Molly’nin aşkının esiridir. Bloom’u Molly’ye kahvaltı hazırlarken, çıkıp yakındaki domuz kasabından bir böbrek satın alırken, Şark hayalleri kurarken, dönüşte komşunun hizmetçi kızını keserken görüyoruz. Stephen’a annesinin hayaletini gösteren bulut Bloom’a da görünüyor ve bir an yaşlılığı, yıkımı düşündürüp soğuk terler döktürüyor. Postadan gelen iki mektuptan biri, bir sayfiye yerinde bir fotoğrafçının yanına çırak gönderilmiş kızları Milly’den, diğeri Molly’nin emprezaryosu/aşığı Boylan’dan. Boylan, o gün saat 4’te konser programını getirecek; programda Don Giovanni’den Lá ci darem a mano (bu düette Don Giovanni, evlenmek üzere olan köylü kızı Zerlina’yı baştan çıkarır) ve zamanın popüler şarkılarından Love’s Old Sweet Song (“Aşk Nağmesi”) var. Bu iki şarkı, gün boyunca, Bloom’un zihninde Molly’nin kendisini aldatmasının teması olarak çınlayacak. İkisi de güzeldir, Youtube’dan arayıp bu iki parçayı dinlemenizi tavsiye ederim.

5. Lotosyiyenler: Bloom bu bölüme açık bir zihinle başlıyorsa da, Odysseus’un adamlarına sılaya dönme isteğini unutturan uyuşturucu Lotos çiçeğinin ülkesindeyiz. Joyce bölümü çiçekler, Şark bahçeleri, uyuşukluk, uyutulma temalarıyla kurmuş. Bloom’un Martha Clifford adında bir kızla “Henry Flower” imzasını attığı mektuplarla flört ettiğini öğreniyoruz. Bir kiliseye girip olanı biteni tam anlamadan merasimi izliyor; eczaneye uğrayıp Molly’nin istediği losyonu sipariş ediyor; oradan hamama gidip mayışıyor.
Hamamdan önceki sahnedeki yanlış anlama, sonradan Bloom’un başına iş açacak.

6. Hades: Sabahtan beri anılan cenaze töreni için Bloom, Stephen’ın babası Simon Dedalus ve Dublinliler’den tanıdığımız başka karakterlerle birlikte mezarlığa gidiyorlar. Martin Cunningham karakteri, kitabın Dublinliler ve Odysseia bağlantılarının güzel örneklerinden: Cunningham’ın Dublinliler’deki halden anlayan, iyilik yapmaya çalışan adam halleri devam ediyor ve alkolik karısının evde ne varsa tekrar tekrar rehine vermesi yüzünden sürekli silbaştan ev düzmek zorunda kalmasıyla, Odysseus’un ölüler âleminde karşılaştığı Sisyphos’un eşdeğeri oluyor. Cenaze töreninde, kitabın hâlâ tam çözülememiş bilmecelerinden biri, kim olduğu anlaşılamayan makintoşlu adam ortaya çıkıyor.

7. Aeolos: Rüzgârlar tanrısı Aeolos, Odysseus’a önce yardım eder, ama verdiği rüzgârları heba edip tekrar gelince onu kovalar. Rüzgârların tanrısı, gazetenin yazıişleri müdürü; o da bir reklamı ayarlamaya çalışan Bloom’a ilk seferinde yardımcı olup ikinci gelişinde kovalıyor. Bölümün ortasında Stephen, Deasy’nin yazısını getiriyor ve gazetecilerle birlikte içmeye çıkıyorlar. Bölümün sonunda, Stephen, gazetecilere Dublinliler’deki “epiphany” tekniğinin (gündelik hayat içinde, büyük bir gerçekçilikle tasvir edilmiş sıradan bir ânın çok daha geniş bir temayı işaret edivermesinin) bir örneği olan bir hikâye anlatıyor. Bu bölüm, metnin arasına girerek olan biten üzerine ironik yorumlar yapan gazete stilinde başlıklarıyla, Joyce’un romandaki biçimsel oyunların seviyesini arttırmaya başlamasının ilk işareti.

8. Laistrygonlar: Odysseia’nın yamyamları, öğle yemeğini yemeye niyet eden Bloom’un içini kaldıran lokanta müşterileri olarak ortaya çıkıyor. Bloom, bir zamanlar hoşlanmış olduğu bir kadınla karşılaşıyor ve bir tanıdıklarının günlerdir hastanede doğum yapmaya çalıştığını öğreniyor. Molly ve Bloom’un on yıl önce, ikinci çocukları Rudy’nin bebekken ölmesinden sonra cinsel hayatlarında birşeylerin değiştiğini, birbirlerinden uzaklaştıklarını okuyoruz. Bloom, Davy Byrne’ün barında gorgonzolalı sandviç ve burgonya şarabıyla karnını doyurur. Kitabın meşhur bilmecelerinden, üzerinde “U. P.” yazan kartpostal burada ortaya çıkıyor.

9. Skylla ve Kharybdis: Kitabın en sıkı bölümlerinden: Odysseus’un Messina boğazı kayalıklarındaki canavar ile girdabın arasından geçmesi. Kütüphanede, Stephen, İrlanda edebi çevresinden kendisini çok da ciddiye almayan tanıdıklarına Shakespeare üzerine teorisini anlatıyor. Mulligan ortaya çıkıp şakalarını patlatmaya başlayınca Stephen’ın sabah sözleştikleri gibi bara gelmeyip, kriptik bir alıntıdan ibaret bir telgraf çekmekle yetinmiş olduğunu anlıyoruz. Reklamı için örnek görsel bulmaya çalışan Bloom girip çıkıyor.

10. Gezgin Kayalar: Homeros’taki gezgin kayalar, bazı yorumlara göre İstanbul Boğazı’nın tehlikelerine denk düşüyor. Ulysses’in tam ortadaki, “göbek taşı/omphalos” bölümü bu: Dublin’e hükmeden iki otoritenin iki temsilcisi, katolik kilisesi adına Peder Conmee ve Britanya imparatorluğu adına Vali’nin korteji Dublin’i çaprazlama katederken, kitabın pek çok karakteri, 18 kısa metinde Peder ya da Vali ile karşılaşıyorlar. Bölüm gezgin kayaların, şaşırtmacaların bölümü olduğu için bazı parçalarda diğer zamanlar-mekânlar parazit yapıyor, araya karışıyorlar.

11. Seirenler: Bu noktadan sonra kitabın bölümleri uzamaya, metindeki deneysellik artmaya başlıyor. Seirenler kitabın “müzik” bölümü; ilk sayfada, sanki, bir orkestra, dinleyeceğimiz müzikten bölümleri bölük pörçük çalarak enstrümanlarını akort ediyor gibi. Metin müzik terimlerini metnin içine yedirerek ve müzik gibi, tekrarlarla, kelime sırası değişiklikleriyle yazılmış. Konu da müzik, bölümün merkezinde piyanonun başında söylenen iki şarkı var. Bloom, sohbeti ve şarkıları dinlerken, kara kara Molly ve Boylan’ın randevusuna çok az kaldığını düşünüyor. Bölüm boyunca “tap” sesleri yavaş yavaş çoğalıyor: bunlar, kör yeniyetme piyano akortçusunun yaklaşırken bastonunu vurmasının sesi.
 
12. Tepegöz: Anlatıcının kitabın karakterlerinden biri olduğu iki bölümden birinde, tüm aksiyonu küfürbaz, dedikoducu bir çek-senet tahsilatçısının gözünden dinliyoruz; ama anlatıcının sesi tekrar tekrar kesiliyor ve söylediği sözdeki bir unsuru bambaşka bir üslupta iyice abartarak işleyen bir parodi araya giriyor. Bu parodiler, “şişirme, abartma” tekniğiyle Joyce’un okurun sabrını zorladığı bölümler arasında; yine de, kitaptaki en komik pasajlar bu parodilerin içinde saklı. Odysseus’un Tepegöz’ü, burada, gerçek bir Dublin karakteri olan “yurttaş”; İrlanda ata sporlarının canlandırılması için uğraşan keskin bir İrlanda milliyetçisi. Yurttaş ve arkadaşları, Bloom’u bir yabancı olarak görerek aşağılıyorlar; Molly ile ilişkisi epey dedikodu konusu oluyor; Bloom’un barışseverliğiyle, “ama bir de olaya böyle bakın” sözleriyle alay ediyorlar, bunların üzerine bir de Bloom’un Zâti’ye oynayıp 1’e 20 kazandığı dedikodusu yayılınca iyice kızıyorlar. Bloom’un “sizin tanrınız da benim gibi bir Yahudiydi!” demesi de yardımcı olmuyor. Martin Cunningham Bloom’u arabaya bindirip kaçırıyor.

13. Nausikaa: Artık saat akşam 8; günbatımına yaklaşıyoruz. Odysseia’nın romantik bölümünün prensesi, burada kumsalda arkadaşlarıyla gezip top oynayan bir genç kız (Gerty MacDowell) olarak karşımıza çıkıyor. Joyce, bölümün ilk yarısını Gerty’nin gözünden aktarıyor: Hem Gerty’nin okuduğu genç kızlara yönelik dergilerin dilini, hem de onun zihninin içini görüyoruz. Bloom ortaya çıkıyor; Bloom ve Gerty bakışıyorlar. Bloom günün olaylarını düşünüyor, kumsala birşey yazmaya başlayıp vazgeçiyor, sonra hafifçe uyukluyor. Bölümün sonundaki guguklu saat, Bloom’a boynuzlandığını hatırlatıyor.
 
14. Güneş’in Sığırları: Homeros’ta Odysseus’un adamları Güneş tanrının sığırlarına karşı günah işliyorlar; Stephen ve arkadaşları ise doğurganlığa karşı günah işliyorlar. Joyce, belki şaşıracaksınız ama, aileye, çocuğa çok önem verirmiş; bu bölüm de doğuma, doğurganlığa övgü niteliğini taşıyor. Kitabın en zor bölümü bu. Joyce burada büyük bir deney yapmış: bir yandan İngiliz dilinin Latince ve Anglo-sakson dilinden doğup gelişmesini, çağlar boyu İngilizcenin parodilerini yaparak temsil etmiş; bunun yanında, bölüm boyunca bir embriyonun peydahlanmasından doğumuna kadar olan aşamaları sembolize etmiş. Bloom doğumevine gidip tanıdığını ziyaret ederken orada kafa çekmekte olan Stephen ve tıp öğrencisi arkadaşlarıyla karşılaşıyor; bebek doğuyor, öğrenciler giderek daha sarhoş oluyorlar, çıkıp Burke’s barına yöneliyorlar. Bloom Stephen’ın halini görüp endişelenerek Stephen’ın peşinden gitmeye başlıyor.

15. Kirke: Geceyarısı, genelevler sokağındayız (geceköy). Kitabın en uzun bölümü bu. Kitapta bu ana kadar sunulan tüm unsurlar içiçe geçip bir kriz noktasına ulaşıyor. Bölüm, tiyatro formunda; metne halüsinasyonlar damgasını vuruyor: gerçekle hayal içiçe geçiyor, anılan ama orada olmayan karakterler ortaya çıkıveriyor, cansız nesneler konuşmaya başlıyor. Ortalıkta gezinen bir köpek var ama durmadan cinsi değişiyor; köpek söylenenlere kafiyeli bir şekilde havlayarak cevap veriyor. Dikkatli okuyunca, neyin “gerçek”, neyin “halüsinasyon” evreninden geldiğini anlaşılıyor ama, burada halüsinasyonları kimin gördüğü belli değil; hem Bloom’a, hem Stephen’a görünüyor gibiler. Joyce’un bu bölümü yazarken en açıkça etkilendiği yapıt, Goethe’nin Faust’u. Stephen ile Lynch’in genelev sokağına girişini, sonra onları takip eden Bloom’u görüyoruz. Stephen’ın peşinden geneleve giren Bloom’un suçluluk duyguları ve kafa karışıklığının yarattığı halüsinasyon âleminde Bloom, Molly ile karşılaşıyor, belediye başkanı seçiliyor, kral oluyor, gözden düşüyor, dedesi Virag ile karşılaşıyor… Sonunda Stephen’i buluyor. Genelevin sahibesi Bella (Odysseia’daki büyücü Kirke’nin eşdeğeri) sahneye çıkıyor ve Bloom’u aşağılamaya başlıyor. Bloom ve Bella cinsiyet değiştiriyorlar. Bloom ölüyor, gömülüyor, peri kızı ortaya çıkıyor. Bloom zihninde tüm bunları yenip realiteye geri dönüyor. Kriz noktasında, Stephen tekrar annesinin hayaletini görüyor ve beti benzi atıyor. Bastonuyla gaz lambasını parçalayarak isyanını ifade ettikten sonra genelevden kaçıyor. Stephen, sokakta, iki İngiliz askeriyle laf dalaşına giriyor ve sonunda yumruğu yiyip yere seriliyor. Bloom başında durup kendine gelmesini bekliyor, polisleri de idare edip gönderdikten sonra o da kendi kriz noktasına ulaşıyor: bebekken ölen oğlu Rudy’nin hayaletini görüyor. Bu doruk noktasından sonra, son üç bölümde, karakterlerin geceyarısından sonra yorgun argın eve dönüşlerini görüyoruz.

16. Eumaios: Odysseus sonunda tek başına adasına, İthaka’ya dönmeyi başardığı zaman çoban Eumaios’un barakasında duraklıyor. Bloom ise Stephen’ı soluklanmak için bir arabacılar barakasına götürüyor. Bloom ve Stephen yorgun ve uykulular; bu yorgunluk, uzayan, bağlanmayan cümleler, lafların birbirine karışmasıyla bölümün stiline yansıyor. Bloom, Stephen’ı etkilemek için konuştukça konuşuyor; Stephen ise ters, kısa cevaplar veriyor. Barakada bir Odysseus/Parnell figürü daha var; yaşlı bir denizci (Murphy) gezi hikâyelerini anlatıyor. Gazetede o günkü cenazenin haberini ve Deasy’nin mektubunu görüyorlar. Bloom Stephen’ın yatacak yerinin olmadığını, saatlerdir yemek yemediğini anlıyor. Çıkıp yürürken Stephen’la biraz müzik muhabbeti yapıyorlar. Stephen çok eski, az bilinen bir Alman şarkısını söylemeye başlayınca, Bloom sesini çok beğeniyor, onu müzik dünyasına kazandırmak hayalleri kurmaya başlıyor.

17. İthaka: Bu bölüm, zamanın ders kitaplarının ve dinbilgisi metinlerinin soru-cevap formatında yazılmış; Bloom’un okuma ve popüler bilim merakının bir dökümünü içeriyor. Bloom, Stephen’ı eve davet ediyor; sabah evden çıkarken anahtarını unuttuğu için bahçe duvarından atlayarak kapıyı açıyor; mutfağa buyur edip kakao ikram ediyor. Ortak tanıdıklarından bahsediyorlar, Bloom Stephen’a sonradan İsrail milli marşı olacak bir Yahudi melodisini, Stephen Bloom’a eski antisemitik bir İrlanda baladını söylüyor. Bloom Stephen’a gecelemesini öneriyor ama Stephen reddediyor. Sonradan görüşmeye devam etmek için çeşitli planlar yapıyorlar. Yatağa girerek günün olaylarını düşünmeye başlıyor. Yeni bir ev ve imar hayalleri ve gelecekteki para endişeleriyle uyuklamaya başlıyor. Molly’nin sadakatsizliğini zihninde affediyor. Gün boyunca olanı Molly’ye anlatıyor ve kafasında bir kelime oyununu tekrarlarken uyuyakalıyor.

18. Penelopeia: Neredeyse tüm kitabı erkeklerin bakış açısıyla geçirdikten sonra, nihayet Molly’nin zihnindeyiz. Joyce saati belirsiz, sonsuz olarak vermiş. Sekiz cümleye ayrılmış 42 sayfa boyunca Molly’nin zihni, kadın zihninin akışkanlığı, kıvraklığı içinde noktalama olmadan akıp gidiyor. İlk cümlede Bloom’un yatarken son söylediği sözlerin sabah kahvaltısını iki yumurta yatakta istediğini söylemek olduğunu anlıyoruz – Bloom, terkettiği evlilik hayatına geri dönüyor olsa gerek. Molly, Bloom’un hallerini, Boylan’la ilk flörtlerini, Bloom’la ilk flört günlerini düşünüyor. İkinci cümlede düşünceleri Boylan’la ilk tanışmalarına, şarkıcılık kariyerine, Cebelitarık’a, Bloom’un trende çıkardığı ufak bir rezalete, Bloom’un okuması için verdiği Rabelais kitabına geçiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder