29 Mart 2019 Cuma

Mai ve Siyah (Halid Ziya Uşaklıgil) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : MAİ ve SİYAH

KİTABIN YAZARI : HALİD ZİYA UŞAKLIGİL

KİTAP HAKKINDA BİLGİ :

Mai ve Siyah, Batı roman tekniklerine uygun ilk modern Türk romanıdır. Yapıtta roman kahramanı Ahmet Cemil’in kişiliğinde Servet-i Fünun dönemi sanat edebiyat ve basın hayatında yok olup giden sanatçılar anlatılmaktadır. Roman, Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiştir. Mai ve Siyah, roman tekniği bakımdan Tanzimat dönemi romanlarına göre ileri bir düzeydedir. Başarılı çevre betimlemeleri, psikolojik çözümlemeleri ile dikkat çekicidir. Romanın dili dönemin okurlarına ağır gelmiştir; bu yüzden sonraki baskılarında yazarı tarafından sadeleştirilmiştir.

KİTABIN KONUSU :

Hayalleri olan bir gencin lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesi.

KİTABIN ÖZETİ: 

Ahmet Cemil, babasının ölümünden sonra, binbir güçlükle okulu bitirir. Kız kardeşine ve annesine bakmak için çalışmak zorunda kalır. Bunun için elinden fazla birşey de gelmemektedir. Çünkü yabancı dil bilmekten başka bildiği birşey yoktur. Ona kalsa, bütün çalışmalarını şiir üzerinde toplamayı; edebiyatımıza bir başka yön vermeyi ister. Ancak hayat mücadelesi onu çok genç yaşta karşılar. 

Ali Şekip, Hüseyin Nazmi gibi arkadaşlarıyla başlıca tartışma konusu edebiyattır. Raci gibi kendisini kıskanan, arkasından dedikodular yapan birine rağmen şiirde birşeyler yapacağına inanır. Ahmet Cemil, sarı, uzun saçlı, mavi gözlü, kalem parmaklı bir gençtir. Bir yandan, Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi’nin kızkardeşi Lamia’yı sever. Tek kaygısı onunla evlenmek, ona layık bir yuva kurabilmektir. 

Okulu bitirdikten sonra, zavallı genç çok sıkıntılı günler geçirir. Evlerine ders vermeye gittiği öğrencilerin şımarıklıklarına katlanmak zorunda kalır. Böylelerinden para kabul etmeğe mecbur kalmak ona pek ağır gelir. Başka çare de yoktur. Pek dayanamaz hale gelince, bu sefer kitapçılara polis romanları tercüme etmeye kalkar. O çağlarda pek sayılı olan bu kitapçılar da onun derisini yüzerler. Geceler boyu göz nuru dökerek yaptığı anlamsız tercümelere hiç denecek kadar az para verirler. Ne öyle eserleri tercüme etmek ister, ne de parasını üzüle üzüle almaya razı olur.

Ahmet Cemil, günün birinde “Mirat-ı Şuun” adlı gazetede çalışmaya başlar. Hayatı az çok düzene girer. Hatta, gazete sahibinin oğlu Vehbi Efendi, Ahmet Cemil’in kız kardeşi İkbal’le evlenir. O zaman Süleymaniye’de eski bir evde oturan Ahmet Cemil, kız kardeşini mutlu görmek hevesiyle güzel bir düğün yapar. Ama bu evlilik başarılı olmaz.

 Vehbi Efendi çok kaba, durmadan içen , küstah bir kimsedir.  Ahmet Cemil bu adiliklere dayanamaz . Dokunmaya kıyamadığı biricik kız kardeşinin hırpalanmasına, hatta dövülmesine razı olmaz. Bir gece Vehbi, İkbal’i çok hırpalar, durumunu düşünmeden öyle bir tekme atar ki zavallı kadın çocuğunu düşürür. Ahmet Cemil, çıldırmış bir halde, arkadaşı Ali Şekip’in dükkanına kendini atar. Ali Şekip’e anasınden aldığı küpeleri, yüzükleri emniyet sandığına rehin etmekte kendisine yardım için gitmiştir. Kız kardeşini ölümden kurtarmak için çabalar. Hiçbir önlem zavallı İkbal’i ölümün pençesinden kurtaramaz.

Hüseyin Nazmi, uzakça bir görevle dış işlerine tayin edilmiştir. Ahmet Cemil, bir gün onu ziyarete gider. Bir aya kadar memleketten ayrılacak olan Hüseyin Nazmi, sevineceğini sanarak Ahmet Cemil’e başka bir haber daha verir. Lamia’yı evlendiriyorlardır. O zaman Ahmet Cemil Lamia’ya ait tek tük hatıra kırıntılarını bir daha yaşar. Bunlar, Lamia’nın çocukluğu ile ilgilidir. Zihninde, kızı, ailesinin ısrarıyla evlenmeyi kabul etmiştir diye tasarlar.Bir an sevgisini itiraf etmeyi düşünür. Ama yoksulluğu, işşizliği aklına gelince bir yuva kuramayacağını kabullenir. Bundan da vazgeçer. 

Önce kardeşi, sonra Lamia… Geriye ne kalmıştır? Eseri mi? Genç adam, bütün ömrürünü koyduğu şiirlerini bir an bile duraklamadan ocağa atıp yakar. O eserin bir anlamı kalmamıştır artık.

Madem ki Hüseyin Nazmi gidiyor, o da gidecektir. Bir gün Taksim bahçesinde oturuken ileriye ait tasarladıklarını hatırlar. Şimdi o da Anadolu’da bir görev alıp gidecektir işte. Kendisine kırgınlıktan başka birşey sağlamayan bu İstanbul’dan kaçacaktır. Kararını yerine getirir. Dertli anasını alarak bir vapura biner. Gece karanlığında, son defa İstanbulu, Cihangiri seyreder. Deniz karanlık, gece karanlıktır. Vaktiyle Tepe başında, gece, gözlerine bir elmas yağmuru gibi görünen ışıklar sanki sönmüştü. Şimdi her taraf simsiyahtır.

KİTABIN ANAFİKRİ:

İnsan hayatta karşısına çıkan zorluklara karşı mücadele etmeli, hayallerle gerçekleri birbirine karıştırmamalıdır.

Mai ve Siyah (Halid Ziya Uşaklıgil) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Silahlara Veda (Ernest HEMINGWAY) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


KİTABIN ADI : SİLAHLARA VEDA

KİTABIN YAZARI : ERNEST HEMINGWAY

KİTABIN KONUSU : 

Birinci Dünya Savaşında bulunan bir askerin başından geçen olaylar.

KİTABIN ÖZETİ :

Teğmen Frederic Henry , İtalyan sınırında, bir İtalyan ambulans birliğinde çalışan genç bir Amerikalıdır. Yeni bir saldırı başlamak üzeredir. Henry izinden karargaha döndüğünde arkadaşı teğmen Rinaldi, İngilizlerin orada yeni bir hastahane kurmak için birkaç İngiliz hemşire gönderdiklerini söyler. Sonra da Henry’ i Catherina Barkley adındaki hemşireyle tanıştırır.

Henry , işten vakit bulabildikçe, Catherine’i görmeye gitmektedir. Bu içtenlikli tavırlı İngiliz kızından hoşlanmakta ise de ona aşık değildir. Henry, cepheye gitmeden önce genç hemşire, kendisine bir madalyon verir.

Milano’da doktorun Henry’yi muayene etmesine fırsat kalmadan hemşireler, genç adamın içki içmesini yasak etmişlerdir ama genç adam bir kapıcıyı kandırarak gizlice içki aldırtıp yatağının altına saklar. Catherine Barkley de Milano’daki hastaneye gelmiştir.Henry ona aşık olduğunu hatırlar. Doktorlar, Henry’yi dizinden ameliyat etmeden önce, altı ay sırtüstü yatakta yatması gerektiğini söylerler. Henry, ameliyatı ertesi günü yapabileceğini söyleyen bir başka doktora muayene olmak ister, bu arada Catherine de işlerini bol bol Henry’nin yanında kalabilecek şekilde ayarlamaktadır.
Ameliyat’tan sonra Henry, Milano’da bir zaman daha kalır. Catherine de onun yanındadır. Lokantalara gidip yemek yerler, araba gezintileri yaparlar. Henry geceleri yalnızlıktan sıkılmakta, huzuru kaçmaktadır. Catherine sık sık odasına gelip geceyi onunla birlikte geçirmeye başlamıştır.

Yaz yerini sonbahara bırakmış, Henry’ nin yaraları iyileşmiştir. Ekim’de Henry hastahaneden çıkıp iyileşme devrini izinli olarak dışarıda geçirecektir. Catherine’le Henry , izni birlikte geçirmeyi tasarlamaktadırlar. Ama genç adam, hastahaneden çıkmadan yeniden yaraları açılır. Başhemşire Henry’ nin hastahaneden taburcu edilmemek için bile bile içki içip yaraların azmasına neden olduğunu ileri sürer. Henry cepheye gitmeden önce Catherine’ le birlikte geceyi bir otel odasında geçirirler.Genç kız ona hamile olduğunu söyler .

Henry cepheye döner, üç ambulansı hastahane malzemesiyle doldurup güneye, Po vadisine gitme emrini almıştır. Askerlerin morali çok bozuktur. Rinaldi , Henry ‘ nin dizinde yapılan ameliyatın başarılı olduğunu sürer. Henry’nin daha nikahlanmadan evli bir erkek gibi davranmaya başladığını söyler. Cephede , İtalyanlar Alman birliklerinin Avusturya birliklerini takviye ettiğini öğrenince Caporetto’ dan geri çekilmeye başlarlar. Bu, tarihin en korkunç geri çekilmelerinden biridir. Henry hastahane malzemesiyle yüklü ambulanslardan birini kullanmaktadır. Güneye doğru geri çekilirlerken ambulans yoldaki tıkanıklık yüzünden uzun zaman beklemek zorunda kalır. Henry, yolda iki İtalyan çavuşunu arabaya alır. Gece şiddetli yağan yağmur altında geri çekilme harekatı saatlerce devam eder.

Şafak sökerken Henry Udine’e daha çabuk varabilmek amacıyla kestirme yollardn birine sapar. Ambulans yolun çamurlarına saplanır. Çavuşlar arbadan inip yalnızca yollarına devam etmek isteseler de Henry onlara arabanın çamurdan çıkarılmasına yardım etmelerini söyler. Çavuşlar buna yanaşmazlar ve kaçarlar. Henry ateş edip bir tanesini yaralar. Öbürü tarlalara doğru kaçarak kurtulur. Henry’nin yanında yürüyen bir İtalyan ambulans şoförü, yaralı bir İtalyanı başının arkasından vurarak öldürür. Henry ve üç arkadaşı yürüyerek Udine’nin yolunu tutarlar. Udine karşıdan göründüğü sırada Henry’nin grubundaki askerlerden biri bir, İtalyan , kurşunuyla ölür. Öbürleri bir ahırda saklanıp ortalıktan el ayak çekildikten sonra tekrar yola koyulurlar. Udine’ nin içinden geçip Taglimento nehrine doğru uzanmakta olan askerlere yetişeceklerdir.
Artık İtayan ordusu tam bir keşmekeş içinde bulunmaktadırlar, Askerler silahlarını yere fırlatmakta, subaylar hırsla apoletlerini söküp atmaktadırlar. Taglimento nehrinin üzerinden geçen tahta köprünün öbür yanında bir askeri mahkeme kurulmuştur. Orduya ve rütbeye hakaret eden subaylar hemen muhakeme edilip kurşuna dizilmektedirler. Henry’ de bunların arasındadır, ama bir kolayını bulup nehre atlayarak kurtulur. Venedik ovasına yürüyerek geçer, sonra bir yük trenine atlayıp Milano’ya gelir. Yattığı hastahaneye uğrar, İngiliz hemşirelerin Stresa’ya gönderildiklerini öğrenir.

Caporetto‘dan geri çekildikleri sırada Henry, silahlara veda etmiştir. Milano’ da bir Amerikan arkadaşından sivil elbiseler satın alır. Trenle Stresa’ ya gider, orada izine çıkmış olan Catherine’ i bulur. Henry’ i kaldığı otelin barmeni , resmi makamların onu orduyu terk suçundan ertesi sabah tevkife hazırladıklarını haber verir. Onlara sandalını kiralamayı önerir. Bununla Catherine ve Henry İsviçre’ ye geçebilirdi. Henry , bütün gece kürek çeker. Sabahlayin elleri yara bere içindedir , öyleki ,kürek çekmek şöyle dursun , küreklere dokunmasına bile imkan yoktur. Henry’ nin karşı koymasına aldırmadan Catherine küreğe geçer. Sağsalim İsviçre’ varırlar, hemen tutuklanırlar. Henry , kürek çekmesini seven bir sporcu olduğunu ve kış sporları yapmak için İsviçre’ ye geldiklerini söyler. Henry’ le Catherina’ nin tamam oluşu, başlarının derde girmesini önler.

Sonbaharın geri kalan günlerinde ve kışın Montreux dolaylarında bir otelde kalırlar. Evlenme işini de konuşurlar, ama Catherine çocuğunu dünyaya getirmedikçe nikah memurunun karşısına çıkmak istemez.Kayak yaparlar , gezerler, gelecek için güzel şeyler düşlerler.
Catherine’ nin doğum yapacağı zaman yaklaşınca bir hastahaneye yakın yerde bulunmak amacıyla Lusanne’ ye giderler. İlkbaharda Montreux’ ye dönmeyi düşünürler. Hastahanede Catherine’ in sancıları çok fazla olduğu için doktor, onu bayıltmak zorunda kalmıştır. Saatlerce süren sancılardan sonra Catherine ölü bir çocuk dünyaya getirir. Hemşire, Henry’ i karnını doyurması için dışarıya göndermiştir. Tekrar hastahaneye döndüğü zaman Catherine’ in bir kanama geçirdiğini öğrenir. Odasına gidip Catherine’ ölünceye kadar onun yanında kalır.Henry’ nin yapacağı bir şey yoktur, konuşacak bir kimsesi, gidecek bir yeri de yoktur. Catherine ölmüştür artık. Hastahaneden çıkar ağır ağır oteline doğru yürür. Yağmur yağmaktadır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :

Teğmen Frederic HENRY : Birinci Dünya Savaşın da cesurca savaşan bir Amerikan askeri.

Teğmen Rinaldi :
Henry’ e her zaman destek çıkan kahraman bir asker ve iyi bir dost.

Catherine BARKLEY : Sevdiği kişi için her şeyi yapabilecek bir kız.

CAPORETTO : İtalyan birliklerinin Alman birlikleri saldırısı sonucu terk ettikleri yer.

UDINE : Savaş sırasında Henry’ nin ulaşmaya çalıştığı yer.

STRESA : Catherine’ nin işi gereği gönderildiği yer.

MONTREUX : Henry ile Catherine’ nin tatil yapmak için gittikleri yer .

LUSANNE : Catherine’ nin doğum yaptığı yer.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ :

1899’ da doğdu. Babası sporla da uğraşan bir doktordu. Ernest’ in de kendisi gibi doktor olmasını istiyordu. Orta öğrenimini tamamladıktan sonra ‘ City Kansas Star ‘ gazetesinde iş buldu; iki ay sonra da bu işi bırakarak İtalya’ ya gitti. Birinci Dünya Savaşı na katıldı. Bu günlerin ürünü olarak da ‘ Silahlara Veda ‘ adlı romanını yazdı. 1919’ da ağır yaralandı. Amerika’ ya giderek Toronto Star gazetesinde yazmaya başladı; gazetesi tarafından muhabir olarak Ortadoğu’ ya gönderldi. Bir süre Paris’ te yaşadı.İspanya iç savaşının başladığı 1936 yılında da İspanya’ya gitti. Eserlerinde gezip gördüğü yerleri iyi bir gözlemin sonucu olarak vermesini bildi. Rmanlarının yanı sıra hikayeleriyle ün saldı.Amerikan hikayeciliğinde gerçekciliğin öncüsü oldu. İhtiyar Balıkçı adlı eseriyle Nobel Ödülü’ nü kazandı.

ESERLERİ : Çanlar Kimin İçin Çalıyor, Afrikan’ nın Yeşil Tepeleri, İhtiyar Adam ve Deniz, Ya Hep Ya Hiç, Güneş de Doğar, Paris Bir Şenliktir, Irmağın Ötesi.

Adı Aylin (Ayşe KULİN) Kitabının Özeti ve Konusu


KİTABIN YAZARI : Ayşe KULİN

KİTABIN ADI : ADI AYLİN

KİTABIN KONUSU :


Aylin adlı bir kadının yaşamöyküsü.

KİTABIN ÖZETİ :

Aylin, Amerikan kız kolejini bitirdikten sonra, eğitimini tamamlamak üzere Paris’e gider. Bundan sonraki yaşamını bir uçtan diğer uca, baş döndürücü bir hızla akarak geçer, Libyalı bir prensle evlenir. Prenses olur. Tıp okur, ünlü bir psikiyatrist olur. Tekrar tekrar evlenir, ama evliliklerinden sıkılır. Amerikan ordusuna Albay rütbesiyle Subay olur...
İşte bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.

Lise yıllarında uzun boylu ve sıska bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiştir. Bir gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar. Otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir, prenses olur. Ancak herşey düşündüğü gibi gitmez. Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için bazı davranışları, batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmektedir. 

Zamanla Aylin’in özgürlüğünü kısıtlar. Evliliği büyük bir kaçışla son bulur. Yaz sonunda Aylin, ablası Nilüfer’le Cenevre’ye gider. Yaşamının ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesi’ne kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yapar, ihtişamlı hayatından sıyrılır, sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalışır. 

Fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlenir. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünü olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini, o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak, peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecektir. 

Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif alır. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif alır; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık biter, müşterek hayatları bir yol ayrımına girer. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kalır sadece.

Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başlar. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep Tarzı çıkar. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştur. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirir. Bütün vakitlerini beraber geçirirler. Paswak’ın bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştır.

Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başlar; ya sevdiği adamın peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktır. Tam meslek uğruna değmez derken hastanede psikiyatri bölümü şefliğine terfi eder. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip gelir. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynar, sonra toparlanır ve işinin başına döner. 

Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel Radomisli ile tanışır. Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde atarlar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başlar. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyler fakat Aylin bunu bile sorun etmez, dinini değiştirmeyi göze alır. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçmadır. Ona göre insan, insan olduğu için çok değerlidir. Onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemez. Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecektir.

Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdir. İşyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçer. Belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkar. Gün geçtikçe birbirlerinden koparlar ve birgün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini, bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini, bunun sonucunda da diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp, birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanabileceklerini açıklar. Fakat düşünülen olmaz. 

Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanışır ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirir. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindedir. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmez.Her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerler fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmez. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez Savaşı’nda ruh sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşünür. Bu nedenle Oklahoma’ya Körfez Savaşı’nda zarar görmüş askerleri tedaviye gider.

Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giyer. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası alır. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam eder, hastalarına çare bulmaya çalışır. Birgün kendisine yeni bir hasta verilir. Bu kez hasta Körfez Savaşı’ndan sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordur. Bunun sonucunda da hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmiştir.

Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptar ve bu sonucu bir tez halinde askeri yetkililere bildirir. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini isterler ve onu uyarırlar. Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrılır.

Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulunur. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapatırlar. Teşhis ise “Freak Accident” yani garip bir kazadır.

“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut durmakta, uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini almaktadırlar. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlamaktadır ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırmaktadır. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıdır.

Kaşağı (Ömer Seyfettin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


KİTABIN ADI : KAŞAĞI

KİTABIN YAZARI : ÖMER SEYFETTİN

KİTABIN KONUSU:

Kardeşine iftira atıp, onun ölümünden sonra vicdan azabıyla yanıp tutuşan bir çocuğun dramı anlatılmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ: 

Annesi, İstanbul'a gittiği için kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Hasan'la artık Dadaruh'un yanından hiç ayrılmaz. Bu, babasının seyisi, yaşlı bir adamdır. En sevdikleri şey atlardır. Dadaruh'la birlikte onları suya götürmek, çıplak sırtlarına binmek, onlar için çok zevklidir.Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gübreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha çok hoşlarına gider. Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı... tık... tıkı... tık... tıpkı bir saat gibi... yerinde duramaz, bunu gören küçük çocuk ben de yapacağım! diye tutturur.

O vakit Dadaruh, onu Tosun'un sırtına koyar, eline kaşağıyı verir,

- Hadi yap! Der.

Bu demir gereci hayvanın üstüne sürter, ama o uyumlu tıkırtıyı çıkaramazdı.

Her sabah ahıra gelir gelmez,

- Dadaruh, tımarı ben yapacağım, der.Ama adam izin vermez ancak boyu at kadar olunca yapabileceğini söyler.Boyu atın karnına bile varmıyordu. Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu. Sanki kaşağının düzenli tıkırtısı Tosun'un hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir püskül gibi sallıyordu. Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, "Höyt.." diye sağrısına bir tokat indirir, sonra öteki atları tımara başlardı.Bir gün yalnız başına kalır. Hasan'la Dadaruh dere kenarına inmişlerdi. İçimde bir tımar etmek hırsı uyanır. Kaşağıyı arar, bulamaz. Annesinin bir hafta önce İstanbul'dan gönderdiği armağanlar içinden çıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu. Hemen alıp, Tosun'un yanına koşar, karnına sürtmek ister fakat rahat durmaz.

- Sanırım acıtıyor? Diye düşünür.

Gümüş gibi parlayan bu güzel kaşağının dişlerine bakar. Çok keskin, çok sivridir. Biraz köreltmek için duvarın taşlarına sürtmeye başlar. Dişleri bozulunca yeniden dener. Gene atların hiçbiri durmaz ve kızar. Öfkesini sanki kaşağıdan çıkarmak ister. On adım ilerdeki çeşmeye koşar. Kaşağıyı yalağın taşına koyup yerden kaldırabildiği en ağır bir taş bularak üstüne hızlı hızlı indirmeye başlar. İstanbul'dan gelen, üstelik Dadaruh'un kullanmaya kıyamadığı bu güzel kaşağıyı ezip, parçalar. Sonra yalağın içine atar. Babası çeşmeye bakarken, yalağın içinde kırılmış kaşağıyı görür; Dadaruh'a yanına çağırınca çok korkar. Dadaruh şaşırır, kırılmış kaşağı ortaya çıkınca, babası bunu kimin yaptığını sorar. Dadaruh,

- Bilmiyorum, der.

Babasının gözleri ona döner, daha bir şey sormadan, çocuk kaşağıyı kardeşi Hasan’ın kırdığını söyler. “Dadaruh uyurken odaya girdi. Sandıktan aldı. Sonra yalağın taşında ezdi” der.

Babası Hasan’ı çağırır.

-Bu kaşağıyı niye kırdın?diye sorar.

Hasan, Dadaruh'un elinde duran alete şaşkın şaşkın baktıp, sarı saçlı başını sarsarak,

- Ben kırmadım, der.

- Doğru söyle, darılmayacağım. Yalan çok kötüdür, der babası. Hasan inkârda direnir. Baba öfkelenir. Üzerine yürür "Utanmaz yalancı" diye yüzüne bir tokat indirir.

- Götür bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma. Hep Pervin'le otursun! diye haykırır.

Artık ahırda hep yalnız oynar. Hasan eve hapsedilir. Annesi geldikten sonra da bağışlanmaz. Annesi onun iftira atabileceğine hiç ihtimal vermez.

Ertesi yıl anne, yazın gene İstanbul'a gider. Hasan'a ahır hâlâ yasaktır. Bir gün birdenbire hastalandı. Doktor "Kuşpalazı" der. Babası yatağın başucundan hiç ayrılmaz. Hizmetçi kardeşinin öleceğini söyler ve çocuk ağlamaya başlar. Gece uyuyamaz, uykuya dalar dalmaz Hasan'ın hayali gözünün önüne gelir "İftiracı! İftiracı!" diye karşısında ağlar. Pervin'i uyandırır. Hasan'ın yanına gitmek istediğini ve babasına bir şey söylemek istediğini söyler. Yarın söylersin, der. Sabaha kadar gene gözlerini kapayamaz. Hava henüz ağarırken Pervin'i uyandırır. Ama zavallı suçsuz kardeşi, o gece ölmüştür.

KİTABIN ANA FİKRİ: 

Yalan söylemek kötü bir alışkanlıktır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARI DEĞERLENDİRİLMESİ:

Büyük çocuk: Hasan’ın abisidir. Babasından çok korkar. Atları çok sever.

Hasan :
Küçük kardeştir. O da babasından çok korkar ve atları çok sever. Geçirdiği hastalık ölümüne sebep olur.

Dadaruh:
Evin seyisidir. Bütün zamanını atlarla geçirmekten çok zevk alır.İki çocuğu da çok sever.

Pervin: Evin hizmetçisidir. Çok yumuşak kalplidir ve herşeyi açıkça söyler. Bir o kadar da sulu gözdür.

Baba: Çocuklarının üzerinde büyük bir otorite sahibidir. Çocukları onu çok sever ama ondan çok korkarlar.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: 

Ömer Seyfettin, yazı ve öyküleriyle dilde sadeleşme hareketinin öncülüğünü yaparak yeni bir edebiyat akımının oluşumunu sağlayıp, Türk öykücülüğünde kısa öykü türünün dil, anlatım tekniği ile tematik yönden ilk özgün örneklerini vermiştir. Aynı zamanda ulusal edebiyat akımını başlatan yazarlardan olan Ömer Seyfettin 28 Şubat 1884'te Gönen'de doğdu. Öğrenimine, dört yaşında iken, Gönen Mahalle Mektebi'nde başladı. Ailesiyle birlikte İstanbul'a gelince (1892), ilköğrenimini özel bir okul olan Aksaray'daki Mekteb-i Osmani'da sürdürdü. Babasının isteği üzerine, Eyüp baytar Rüştiyesi'nin subay çocuklarına özgü bölümüne yatılı olarak yazıldı (1893). Buradaki eğitiminden sonra (1896), Edirne Askeri İdadisi'ni (1900) ve İstanbul Mekteb-i Harbiye'yi bitirdi. 22 Ağustos 1903'te piyade teğmeni rütbesiyle mezun oldu. Ziya Gökalp ve arkadaşlarının çıkardıkları "Genç Kalemler" dergisinin kadrosuna katıldı. Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, yeniden orduya çağrıldı (14 Eylül 1914). Kısa bir süre "Türk Sözü" dergisinin başyazarlığını yaptı. lan Calibe Hanım'la evlendi (1915). Eylül 1918'de eşinden ayrıldı. 6 mart 1920'de kaldırıldığı Haydarpaşa Hastanesi'nde şeker hastalığından öldü. Kadıköy Kuşdili'ndeki Mahmut Baba Türbesi mezarlığına gömüldü. 1939'da, kemikleri Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki Asri Mezarlık'a taşındı.

Çatıdaki Nefes (V. C. ANDREWS) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


KİTABIN ADI : ÇATIDAKİ NEFES

KİTABIN YAZARI :
 W.C. ADREWS

KİTABIN KONUSU: 

Şanssızlıklarla dolu, genç bir kızın başından geçen talihsiz olayları anlatmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ:

Dawn, üvey annesi,babası ve ağabeyi ile yaşamaktadır, fakat bunu bilmemektedir. Ağabeyi Jimmy ona yakın ilgi göstermektedir. Fakir bir aile olan Longchamp’lar, babasının işi yüzünden birçok yer değiştirmişlerdir.

Son olarak şirin bir yer olan Richmond’a taşınırlar. Burada özel bir okulda çalışacak olan Ormand, Dawn ve Jimmy’i bedava okutturacaktır. Okul zengin çocuklarla doludur ve hemen uyum sağlayamazlar. Buna rağmen Dawn okulun en yakışıklı öğrencisi Philip ile tanışır ve çıkarlar. Aynı okulda okuyan Philip’in küçük kız kardeşi Clara ağabeyinin Dawn’la olan ilişkisini çekemez ve kötü oyunların peşindedir. Bu arada Dawn’ın annesi yeni doğum yapmıştır ve verem olmuştur. Bir müddet sonra annesi Sally veremden ölür. Bu olaydan sonra Dawn ve Jimmy okuldan ayrılırlar.

Bir gün polisler Ormand’ı tutuklarlar ve karakola götürürler. Karakolda Ormand kendisinin gerçek babası olmadığını ve gerçek ailesine dönmesi gerektiğini söyler. Şok olan Dawn olanlara anlam veremez. Polisler Jimmy’i ve yeni doğan bebeği çocuk esirgeme bürosuna, Dawn’I ise yeni ailesine yollarlar.

Yeni ailesi olan Cutter’lar büyük bir otele sahiptirler ve oteli aile işletir. Burada yeni annesi,babası ve büyük annesi ile tanışır.kardeşleri ise ağabeyi, okulda çıktığı çocuk Philip, kız kardeşi Clara’dır. Otelde hizmetçi olarak çalışmaya başlatılan Dawn, burada kötü şartlar altında yaşamaktadır. Bir gün Jimmy yurttan kaçıp gizlice Dawn’ın yanına gelir.Dawn’ın üvey kardeşi olduğunu bilir ve ona karşı hissettiklerini açıklar. Dawn ise bir gün onu bulacağına söz verir. Clara. Jimmy’nin geldiğini öğrenir ve onu kovdurur.

Oradaki hizmetçilerle arkadaş olan Dawn, eski dadısının yerini öğrenir ve onu ziyarete gider. Dadısı, annesinin, evliyken yasak bir ilişkiden doğduğunu ve babasının ünlü bir ressam olduğunu söyler. Büyükannesi ise bu olayı örtbas etmek için Dawn’ı otelde çalışan Longchamp çiftine yüklü bir para ile verir ve kaçmalarını sağlar. Bu olayı büyükannesine anlatır ve olayın büyümesini engellemek için Dawn’ı uzak bir yere üniversiteye yollar. Böylece Dawn esaretlik hayatından kurtulur.

KİTABIN ANA FİKRİ:
 

Hiçbir zaman hayattan kopmamanız ve yaptığınız çalışmaların en sonunda başarıya ulaşacağını anlatıyor.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:


DAWN; seven sevilen, mutlu bir genç kız ve başarılı bir öğrencidir.esesrde baş kahramandır.

JİMMY; çok yakışıklı olmayan, fakat saygılı ve oturaklı bir gençtir. Dawn’ın üvey kardeşidir.

PHİLİP; okulun en yakışıklısıdır ve çok çalışkan değildir. Dawn’ın gerçek kardeşidir.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ

1958 yılında Belçika’da doğdu. Varlıklı bir ailenin tek çoçuğuydu ilk ve orta öğrenimini Belçika’da tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için Paris’e gitti. Okulu bitirdikten sonra çeşitli gazete ve dergilerde makale, deneme ve fıkra türünde yazılar yazdı. Halen Ameraika’nın New York eyaletinde yaşamaktadır.

ESERLERİ; Çatı, Çatıdaki Rüzgar, Çatıdaki Nefes

Akşam Güneşi (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


KİTABIN ADI : AKŞAM GÜNEŞİ

KİTABIN YAZARI : REŞAT NURİ GÜNTEKİN

KİTABIN KONUSU:

Eser, hareketli bir hayattan sonra hasta olan bir adamın başından geçen olayları ve aşklarını anlatıyor.

KİTABIN ÖZETİ:

Necati küçük yaşta annesini ve babasını kaybedene kadar ailesiyle birlikte Büyükada’da yaşar. Amcası onu İstanbul’a yanına alır ve büyütür. Amcasının iki kızı vardır. Necati orta okulu bitirdikten sonra askeri okula girer. Buradan mezun olduktan sonra amcasının yardımıyla Fransa’ya askeri akademiye girer. Fransa’da gönlünü epeyce eğlendirir. Buradan mezun olduktan sonra İstanbul’a döner. İstanbul’dan Şam’a tayini çıkar. Şam’da sıkıcı iki yıl geçirdikten sonra Bulgaristan’a tayini çıkar. Bu göreve gitmeden önce bir aylığına izin alır. Amcasının yanına gider. Burada amcasının büyük kızı, kocası ile sorunları yüzünden kendisini vurur ve felç olur. Kızıyla birlikte babasının yanına taşınırlar. Bu tatil sırasında Necati gönlünü komşu kızı Zehra’ya kaptırır ve kendisini beklemesini söyler.

Necati Bulgaristan’a giderken bir Türk çetesi treni durdurur. Necati’nin subay olduğunu anlarlar ve çeteye dahil ederler. Bu Türk çetesi Rum çeteleri ile çatışmalara girerler. Bir çatışmada Necati ağır yaralanır ve yolunu kaybeder. Dört gün gibi bir süre terk edimiş değirmende kalır. Birisi onu bu yerde bulur ve bir hastahaneye götürür. Değirmende kalırken çok kan kaybeder ve yarası mikrop kapar. Doktorlar, Necati’ye bundan sonraki yaşamında heyecan yaşamamasını, eğer çok heyecanlanırsa öleceğini söyler. İyileştikten sonra hastahaneden ayrılır ve İstanbul’a amcasının yanına döner. İstanbul’a gidince durumu Zehra’ya açıklar ve ondan ayrılır. Necati’nin amcası görev sırasında ölmüştür ve yeni haberi olur. Nilgün, Necati ile ilgilenir ve ona bakar. Bir süre sonra Nilgün, Necati ile evlenir. Hastalığından dolayı düzenli bir hayat sürmek için babasından miras kalan Büyükada’daki çiftliğe yerleşir. Bir süre sonra Leyla çifliğe ziyarete gelir. Leyla büyümüş ve genç bir kız olmuştur. Necati ve Leyla çiftlikte gezerler, ata binerler, beraber dolaşırlar. Bu sırada birbirlerine bağlanırlar. Ve bir gün baloda Leyla ile dans ederken aşırı heyecanlanır ve ölür.

KİTABIN ANA FİKRİ:

Hayat herzaman umduğumuz gibi gitmeyebilir, fakat değişikliklere kendimizi hazırlamalıyız.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:


NECATİ; gençliğini dolu dolu yaşamış, istegiği herşeyi yapmıştır. Geçirdiği hastalıktan dolayı eski hareketliliği kalmamıştır.

LEYLA;
sevecen, çok güzel bir kızdır. Gönlünü genç yaşta Necati’ye kaptırır.

NİLGÜN; yardımsever ve iyi kalpli bir kızdır. Necati’ye çoçukluğundan beri aşıktır, fakat bunu söyliyemez.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:


İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.

ROMANLARI;

Gizli El(1922), Çalıkuşu(1922), Damga(1924), DudaktanKalbe(1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), AteşGecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), HarabelerinÇiçeği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961), KanDavası (1955).

HİKAYE KİTAPLARI;

Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930).

Çölde Bir İstanbul Kızı (Esat Mahmut KARAKURT) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


ESERİN ADI: ÇÖLDE BİR İSTANBUL KIZI

KİTABIN YAZARI: ESAT MAHMUT KARAKURT

KİTABIN KONUSU : 

Arabistan çöllerinde yaşanan ilginç bir aşk hikayesidir.

KİTABIN ANA FİKRİ :

Aşkın ferman dinlememesidir.

KİTABIN ÖZETİ:

Hasan Bey Arabistan çöllerinde ortaya çıkmış olan eşkiyaları ortadan kaldırmak için bu bölgeye askerleriyle birlikte görevlendirilir. Kızı Melike küçük yaşta annesini kaybetmiştir ve her alanda kendini en iyi şekilde geliştirmiştir. Nişanlısıda babasıyla gideceği için onlarla birlikte Arabistan çöllerine gitmek ister. Babasıda onu kıramaz.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra çöle varırlar ama ortada ne bir çete ne de insan bulamazlar. Çevrede arama yaparlar ancak bir türlü başarılı olamamışlardır. Melike’nin canı çölde fazlasıyla sıkılır, babasından kendisini sıradışı, farklı bir yerlere götürmesini ister. Ancak babası buna şiddetle karşı çıkar. O sırada bir asker yakın bir yerlerde bir han bulunduğunu ve buranın güvenli bir yer olduğunu söyler. Babası istemeyerek de olsa kızı ve damadına izin verir. Yanlarına da bir çavuş gönderir. Gerçekten de Melike tüm güzelliğini ortaya koymuş hana girdiği andan itibaren herkesin ilgisini üstüne çekmiştir. Bu sırada büyük bir ses kopmuş herkes birden gelen adamın önünde diz çökmüştür. İçeri giren kişi çok yakışıklı ve herkesin korktuğu birisidir. Melike bu sırada ona tüm adamlarının önünde saygısızlık eder. Aziz buna dayanamaz ve kızı adamlarıyla birlikte kaçırır. Bu arada nişanlısı da kabile tarafından öldürülür.

Kızın cezası ise kabile kurallarına göre onu ele geçirenler arasından kura çekip onunla birlikte olmaktır. Melike çok gerizekalı ve yakışıklı olmayan birisiyle olmak zorunda bırakılmıştır. Ancak Melike onu öldürür ve kabile kurallarına göre onun cezası da ölümdür. Bu cezayı da infaz edecek kişide Aziz’den başkası değildir. Önce bunu kabul edemez ancak kurallar kesindir. Sabah şafağa kadar onu öldürmek zorundadır. Fakat bu kendisi için çok zordur. Çünkü Melike’den hoşlanmıştır ve kız suçsuzdur. Kızla odaya girdiklerinde aynı şeyleri hissetmişlerdir. Tüm gece sevgiyle birbirlerini kucaklamışlardır. Ancak sabah olmuştur onu artık öldürmek zorundadır. Tam o sırada babası kızını kurtarır ve Aziz’i de esir alır. Aziz yaptıklarından pişman olur, ancak çok geçtir. İstanbul’da hapise atılır. Fakat Melike’nin yardımıyla ordan kaçar ve mutlu bir yaşarlar.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: 

Melike bir subay kızıdır, hayatta her alanda başarılı olmuş, kendini beğenmiş birsidir. 

Hüseyin ise subay olup onun nişanlısıdır. 

Aziz ise çölde eşkiyaların başıdır.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: 

İstanbul’da 1902’de Şürayı Devlet üyesi Mahmut Nedim Paşanın oğlu olarak dünyaya gelen romancımız, 1977’de hakkın rahmetine kavuşmuştur. Diş hekimliği okulunu (1924), İstanbul Üniversitesi hukuk fakültesini bitirdi (1930). Gazetecilik ve Galatasaray lisesinde öğretmenlik yaptı. Politikaya atılarak Urfa’dan önce millet vekili (1957-60), sonra da senatör seçildi. (1961-66).

Aşk ve serüven romanlarıyla ün kazandı canlandırdığı gözü pek güçlü erkek kahramanlar aracılığı ile balkan savaşı ( Vahşi Bir Kız Sevdim ,1926 ) , I. Dünya Savaşı (Son Gece,1938) ,Kurtuluş savaşı (Allahaısmarladık,1936 ) dekorları içinde aşk ve kahramanlık konuları işledi.

Serüven, hareket niteliklerini duygusallıkla birleştiren romanları, Çölde Bir İstanbul Kızı (1926), İlk ve Son (1940), Erikler Çiçek Açtı (1952) devrik cümlelere, hareketli betimlemelere yer veren anlatımıyla dikkat çekti. Birçok yapıtı filme alındı.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...