10 Nisan 2019 Çarşamba

Kuyucaklı Yusuf (Sabahattin Ali) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Kuyucaklı Yusuf

Kitabın Yazarı :
Sabahattin Ali

Kitap Hakkında Bilgi : 

Tanzimattan 1950’lere kadarki Türk romanımızın ana sorununu batılılaşma oluşturuyordu. Yazarlarımız içinde bulunduğu toplumun aynası olmaya çalışmıyor, toplumu sorgulamıyorlardı. Buradan da anlaşılacağı üzere halk, ezilen köylü, işçi sınıfını konu alan eserlere 1950’li yıllardan sonra görebiliyoruz. İşte Kuyucaklı Yusuf bu konuları içine alan onları inceleyen ilk kitap olması dolayısıyla önemlidir. Kuyucaklı Yusuf’ta bir yanda eşraf bürokrasi, zengin kesim bir yanda da ezilen halk bulunmaktadır. 

Romanın iki tane toplumsal açıdan incelenecek yönü vardır. Birincisi Yusuf ile Muazzez’in aşkı, ikincisi ise bu aşkın geçtiği elverişsiz ortam.

Kitabın Özeti :

Yusuf, Kuyucak'ta doğmuştur. Bir gün, köylerini haydutlar basmış, bütün ailesini öldürmüştür. Daha çocuk yaşta olan Yusuf bu olaydan sonra kimsesiz kalakalmıştır. Kazanın iyi yürekli kaymakamı köyde tek başına sefil hâlde kalan Yu­suf'a acımış, onu evlat edinmiştir. Bundan sonra Yusuf'a herkes doğduğu yerden ötürü Kuyucaklı Yusuf demeye başlamıştır.

Kaymakam, Yusuf'a babalık yapmaktadır. Kaymakam'ın Kuyucaklı Yusuf'tan az küçük Muazzez adında bir kızı vardır. Muazzez ve Yusuf kardeş gibi büyümeye başlarlar. İkisi aynı okulda okumaya başlar. Yusuf oldukça zekidir. Fakat küçük yaşta yaşadığı olumsuz tecrübeler, dış etkiler onu dış dünyaya karşı sert, acımasız yapmıştır. Bu yüzden okuyamaz. Bir yandan da kaymakamın eşi Şahende Hanım, Yusuf'a üvey annelik yapmakta, onu hiç sevmemekte, fırsat buldukça onu hırpalamaktadır. Bu ruh hâli içinde Yusuf büyür, yetişkin bir insan olur.

Yusuf büyüdükçe Muazzez'e karşı derin hisler beslemeye başlar. Muazzez onun üzerine titrediği bir varlık olur. Muazzez'i bütün kötülüklerden korumaya çalışır. Şahende Hanım'a hiç güvenmemekte, onun kızına dahi kötülük yapabileceğini düşünmektedir.
Yusuf ve Muazzez bir gün bayram yerine giderler. Kasabanın külhanbeyi, hovardalığıyla ün salmış Şakir, Yusuf'un yanında Muazzez'e laf atar, ona sarkıntılık yapmaya kalkar. Bunun üzerine Yusuf onu oracıkta döver.

Şakir, bunu hiç unutmaz. Çok zengin olan Muazzez'i elde ermeyi kafasına koyar. Çünkü her dediği olmuştur şimdiye kadar. Bir düzen kurar. Muazzez'in babası kaymakamla kumara oturur, onu borca sokar. Borcuna karşılık Muazzez'i ister ondan. Kaymakam mecburen kabul etmek zorunda kalır.

Bunu öğrenen Yusuf, bakkala gider. Kaymakamın borçlandığı parayı bakkaldan alır ve Şakir'e öder. Muazzez, bu sefer de bakkalla evlenmek zorundadır. Düğün günü, Muazzez'i elde etmeyi kafasına koymuş olan Şakir, kaza süsü vererek bakkalı öldürür. Çok güçlü olduğu için ceza almaktan da kurtulur. Muazzez'in ailesine şantaj, baskı yoluyla Muazzez'i vermelerini söyler.

Bütün bu gelişmeler olurken Yusuf içten içe Muazzez'i çok sevmektedir. Fakat fakir olduğu ve Şahende Hanım onu sevmediği için duygularını hiç dile getiremez. Sadece Muazzez'i kötülüklerden korumaya çalışır. Bir gün, Muazzez, Yusuf'a açılır. Onu çok sevdiğini itiraf eder. Yusuf çok şaşırır. Asla ümit edemeyeceği hayali gerçek olmuştur.

Şahende Hanım, bu durumu öğrenir. O, Yusuf'la evlendirmektense kızını zengin Şakir'le evlendirmeyi tercih etmektedir. Kızını Şakir'le buluşmaya zorlar. Bunun üzerine Yusuf ve Muazzez komşu köylerden birine kaçar ve orada nikahlanırlar.

Şahende Hanım, bunu hiç affedemez. İçi intikam arzusuyla dolmuştur. Kaymakam ise çok memnundur. Kendi elinde büyüyen Yusuf'un kızına iyi bakacağından emindir. Kaymakam, onlara yardım da eder. Damadına iş verir, evlerinin kurulmasına yardım eder.

Bir gün, kaymakam kalp krizi geçirir ve ölür. Yusuf'la Muazzez'in çok mutlu giden evlilikleri bunun üzerine gölgelenir. Onlara kol kanat geren kaymakam ölünce, Şahende Hanım ve Şakır içlerinde büyüttükleri kini kusmaya başlarlar. Yusuf'u gezici köy tahsildarlığına verdirirler.

Yeni kaymakam da Şakir ve Şahende'nin elinde bir maşadır. Yusuf gidince, Şahende evini içki ve eğlence merkezi yapar. Kızını da intikam hırsından dolayı fuhuşa iter. Olay her yerde duyulur. Dedikodu Yusuf'un da kulağına gelince Yusuf köye döner.

Yusuf, köye gelince feci durumu gözleriyle görür. Karısı kötü emellere alet olmaktadır. Şahende'yi, Şakir'i ve Kaymakam'ı öldürür. Karısı da ağır yaralanır. Karısını alıp şehrin dışına gider fakat karısı da ölür. Karısını bir çukura gömdükten sonra ortadan kaybolur.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Yusuf: Kimsesiz, fakir bir halk çocuğudur. Küçük yaşlarda ailesini kaybetmiştir. Sert, haşin, insanlara çok güvenmeyen, cesur bir kişidir. Muazzez'i sevmektedir.

Muazzez: Kaymakamın kızı, Kuyucaklı Yusuf'un karısıdır. Kendi hâlinde, iyi niyetli, sade bir kişidir.

Kaymakam:
Muazzez'in babasıdır. Ailesine düşkün, samimi, sevecen, babayiğit, şefkatli, merhametli bir kişidir.

Şahende Hanım:
Romanda kötülüğü simgeler. Kaymakamın karışıdır. Kin, nefret dolu, kötü yürekli, ahlaksız bir kadındır.

Şakir: Kasabanın külhanbeyidir. Her dediğini yaptıran, kabadayı, ahlaksız, kötü bir karakteri vardır.



8 Nisan 2019 Pazartesi

Açlık (Knut Hamsun) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Açlık

Kitabın Yazarı : Knut Hamsun

Kitap Hakkında Bilgi

Norveçli romancı Knut Hamsun’un yazdığı en önemli eserdir. Roman ilk defa 1890 yılında yayımlanmıştır. Roman yirmiden fazla dile çevrilmiştir. Türkçeye de Behçet Necatigil tarafından çevrilmiştir.Roman bir bakıma Knut Hamsun’un hayatını anlatmaktadır. Bu açıdan otobiyografik bir anıdır. Knut Hamsun romanda yazar olma, ilk kitabını yayımlatma, açlık ve yoksulluk serüvenini anlatmıştır. Esere 1920’de Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. Dünya bestseller lisetesinde hep üst sıralarında yer almıştır. MEB’in tavsiye ettiği Yüz Temel Eser arasındadır.

KİTABIN KONUSU

Yazar olma hayaliyle Kristiania’ya gelen yazarın, açlık, yoksulluk ve sıkıntılarla nasıl mücadele ettiği anlatılır. Bu eser hayalinden şaşmayan, bir gün ulaşabileceği umudunu içinde sürekli yeşerten, en son ihtimale kadar uğraşan bir adamın otobiyografik anılarını konu edinmektedir.

KİTABIN ANA FİKRİ

İnsanın hayatta bir hayali olmalı, bu hayaline ulaşmak için her çareyi denemeli ancak değerlerinden ve ahlaktan uzak bir şekilde mücadele etmemelidir. Hayaline ulaşmak için çalışan kişinin karşısına mutlaka bir fırsat çıkacaktır.

KİTABIN ÖZETİ

Romanın kahramanı Andreas, Kristiania’da sokaklarda yaşamaktadır. Para bulduğunda pansiyonda kalır, bulamadığında sokaklarda, parklardaki banklarda sabahlar. Bazen gazetelere yazdığı yazılarla karnını doyurmaktadır. Tek hayali yazmış olduğu kitabı bastırmak ve yayımlatmaktır. Hiç yiyecek bulamayıp aç kaldığı zamanlarda da üzerindeki eski püskü elbiseleri satarak karnını doyurmaktadır.
İş bulmak için müracaat ettiği yerler de Andreas’a iş vermez. Bütün bunlara rağmen hayali ve ideali olan yazarlıktan asla vazgeçmez.

Andreas sokaklarda yaşadığı sürece bir sürü olaya şahit olur, bazen kendini olayların içinde bulur. Yine sokaklarda birçok kişiyle tanışır, hepsinin ayrı hikâyesi vardır. Tanıştığı insanlara dair kafasında hikâyeler kurgular, bu kurguları yazıya geçirir. Hayal edip yazmayı çok sevmektedir. Kafasında kimi zaman hayal ile hakikat birbirine karışmaktadır.

Andreas’ın parası iyice azalır, pek çok yere iş başvurusunda bulunur ama hepsinden de ret cevabı alır. Artık parası, kaldığı odanın ücretini ödemeye yetmez. Günlerini yarı aç yarı tok geçirmektedir. Bir gazeteye yazdığı yazıdan on kron alarak kiraladığı odanın parasını ancak ödeyebilmiştir. Bütün bunlara rağmen kimseden yardım istemeyecek kadar gururludur.

Bu zor günlerden sonra açlık dayanılamayacak hale getirmiştir Andreas’ı. Eskiden ahır olan bir teneke imalathanesinde günlerini geçirmektedir. Ama hala kimseden yardım dilenmez. Soğuk ve açlık bir araya gelince beyni halüsinasyon görmeye başlar. Açlıktan bir nebze kurtulabilmek için bir tüccara gözlüğünü rehin vermeyi teklif eder ama adam kabul etmez.

Açlık artık dayanılmaz hale gelir. Açlıktan sokaklardaki yaprak ve ağaç kabuklarını yemeye başlar. Bazen yerde bulduğu portakal kabuklarını kemirmek durumunda kalır. Bu açlıkla bazen Yaratıcıya isyan etme noktasına gelir. Bazen de açlığını bastırmak için dilinin altına taş koyar. Dilencilik etmeyi bile düşünür. Rehinecilere ceket düğmelerini bile vermek ister ama rehineci düğmeleri almaz. Daha sonra eski bir arkadaşıyla karşılaşır. Arkadaşı da fakirdir ama Andreas’ın haline acır ve ona bir miktar para verir. Andreas bu parayla bir hafta daha aç kalmaktan kurtulur.

Gazeteye yazı vermektedir ama verdiği yazılar basılmaz. Dolayısıyla Andreas yine aç kalır. Açlık öyle duruma getirir ki Andreas, parmağını kesip kanını içerek açlığını gidermeye ve yaşamını sürdürmeye çalışır. Bütün bu sefalete rağmen yazı yazmaya devam etmektedir. Gün gelir yazı yazmak için mumu da tükenir. Bakkala gidip ödünç mum isteyecektir. Fakat bakkalda başka bir kız da vardır. Bakkal, kadının uzattığı parayı Andreas’ın verdiğini düşünerek paranın üzerini Andreas’a vermiştir. Andreas bu parayla gidip lokantada karnını doyurmuştur. Ancak öyle uzun zamanlar aç kalmaktadır ki artık yediklerini midesi almaz. Yediklerini geri çıkarır.

Başka bir gün bakkalda karşılaştığı kızı görür ve onunla konuşup sohbet eder. Andreas kıza âşık olmuştur. Kız ona gerçeğe yakın bir hayal gibi görünmektedir. Kıza âşık olmanın sevinciyle sokakta yürürken bir kaza geçirir ve ayakları aracın altında ezilir.

Açlıktan türlü yollara başvuran Andreas kasaba giderek köpekleri için kemik ister ve bu kemikleri kendisi kemirerek yiyip açlığını gidermeye çalışır. Onu yollarda böyle gören bir subay ona bir miktar para verir ve Andreas bu parayla bir hafta daha karnını doyurur.

Artık açlığa dayanamayan Andreas, kaldığı pansiyonun kirasını da ödeyemediği için pansiyondan çıkarılır. İngiltere’ye giden bir gemiye tayfa olarak yazılıp hayallerini Kristiania’da bırakarak kaybolup gider.

ROMAN ŞAHISLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Andreas Tangen: Romanın ana kahramanının adıdır fakat romanda bu isim zikredilmez. Sokaklarda yaşayan eski püskü ve yırtık elbiselerle dolaşan, açlıkla mücadele eden sefil bir insandır. Bütün sefilliklerine rağmen gururundan, ahlakından ve değerlerinden ödün vermeyen bir karaktere sahiptir. Hayattaki tek hayali yazar olmaktır. Bu hayal uğruna bütün sıkıntılara göğüs geren hayal ve düşünce dünyası zengin bir adamdır.

Bakkaldaki Kız: Andreas’ın bakkalda görüp âşık olduğu bir üniversite öğrencisidir. Adreas’la konuşup görüşmüş fakat bir beraberlik olmamıştır.

Gebe: Andreas’ın kaldığı pansiyonun sahibidir. Andreas’ı çok idare etmiş fakat Andreas kaldığı odanın kirasını veremeyince onu pansiyondan çıkarmak zorunda kalmış iyi niyetli bir insandır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - Knut Hamsun (1859-1952) 

Norveç’te doğdu. Çocukluğu ve gençliği taşrada geçti. Düzgün bir eğitim görmeyen yazar, hayatının belli bir devresine kadar çeşitli işlerde çalıştı. Üniversite okuyacak maddi imkânı olmadığı için Amerika’ya gitti. Orada istediğini bulamayıp Norveç’e döndü. İki yıl sonra tekrar Amerika’ya gidip hem yazarlık yaptı, konferanslar verdi, hem de çeşitli ayak işlerinde çalıştı. Norveç’e 1889’da döndüğünde Amerikan hayatını tenkit eden bir makale yazdı. İlk romanı Açlık adlı eseri ülkede büyük yankı uyandırmıştır. Bundan sonra Hamsun geçimini yazarlıkla sağlamaya başlamıştır.

Açlık romanıyla 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü aldı. 1930’lu yıllarda faşist bir siyasi görüş benimsedi. İkinci Cihan Harbi’nde Norveç işgal edilirken Almanların yanında yer aldı. Savaştan sonra bu düşüncelerinden dolayı hapis cezasına çarptırıldı fakat yaşlı olduğu için cezası paraya çevrilerek serbest bırakıldı. Açlık romanında bireyin toplumda çektiği sıkıntılar sebebiyle doğallıktan uzaklaştığına vurgu yapmıştır.

Hamsun eserlerinde şiirsel ve bir o kadar da yalın bir üsluba sahiptir. Eserlerinin daha fazla okunması yazarın ölümünden sonra gerçekleşmiştir.

Eserleri
Açlık
Sonbahar
Yıldızlar Altında
Göçebe
Rosa
Benoni
Serserilik Günleri

Açlık (Kunt Hamsun) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız....

Anadolu Notları (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI: Anadolu Notları

KİTABIN YAZARI: Reşat Nuri GÜNTEKİN

KİTABIN KONUSU: 


Yazarın Anadolu coğrafyasında gezerken gördüğü güzellikler, zenginlikler, yaşanılan olaylara dair izlenim ve yorumlarından oluşmaktadır.
Anadolu Notları Sesli KitapSes oynatıcı


KİTABIN ÖZETİ :

Yazar Anadolu’yu gezerken köylüler, kamyoncular ve toplumun çeşitli kademelerindeki insanlarla tanışıp, onlarla yaşadığı bir takım olay ve diyaloglara yer vermiştir. Kitapta birçok hadise yer aldığı için yazar notlarını kısa kısa yazılardan oluşturmuştur.

Tren adlı yazısında yazar trenle ilgili duygu ve düşüncelerini, izlenimlerini anlatmaktadır. Trende yolculuk esnasında yanına gelenleri yanına oturtmamak için burada birisi vardı tuvalete gitti, şimdi gelir diyerek gönderiyor. Bazen de yolcu uğurlamaya gelenleri yanındaki koltuğa oturtup, tren hareket edince göndererek yolcuların binmemesini sağlıyor. Yazarın trende uyguladığı bir diğer taktik ise yılancık hastalığına yakalanmış numarası yapmasıdır. Başına bir tülbent bağlayıp yüzüne de biraz sigara külü bulaştırarak gelen yolculara: Bizim dayı yılancık hastalığına yakalanmış, bize de bulaşıverdi galiba diyerek yolcuları kaçırmaktır.

Şoför yazısında yazar birlikte yolculuk yaptığı kamyoncuyla yaşadıklarını ve gözlemlerini aktarmaktadır. Kamyon şoförünün yolda kalanlara yardım ettiğini özellikle tel lazım olanlara telini verdiğini anlatır. Bir müddet sonra kamyoncunun aracı bozulur ve tel lazım olur. Kamyoncu teli başkalarına verdiği için pişman olur. Anadolu insanının bu özelliği yazarın dikkatinden kaçmamıştır.

Yatak çarşafları adlı yazısında yazar kaldığı otelde görevlinin çarşaf değiştirme işine olan merakı anlatılmaktadır. Çarşafların ve yatağın temizliği konusunda bir hayli titiz olan yazar, görevlenin çarşafı değiştirmesine mahal bırakmayarak çarşafı kendisi değiştirir. Bu sefer de aklına başka bir vehim gelir. Görevli ya çarşafı başka bir yataktan çıkartıp getirmişse diye düşünerek bu titizliğinin ve şüpheciliğinin hat safhada olduğunu okuyucuya hissettirir.

Yazar gezileri esnasında yanında mutlaka tedbirden su bulundurur. Su, yazarın olmazsa olmazlarındandır. Bu sebeple su bulamadığı zaman maden suyu alarak su ihtiyacını bununla giderir.

Yolda hastalık adlı yazısında yazar, yolda yakalandığı soğuk algınlığına karşı kendince tedaviye başlıyor. Bu konuda bilgili olduğunu ve hastalığı iyileştirdiğini de okuyucuya fark ettiriyor. Kaldığı otelde kendisini terletmek suretiyle soğuk algınlığından kurtulmayı başarıyor.

Kitabın bir başka bölümünde yazar tuluat tiyatrolarına temas ediyor. Köylere gelen tiyatroculara değinirken tiyatrocuların giyimlerinden bahsediyor. Gözlemlerine göre köylere gelen tiyatrocuların giyimleri özellikle kadınların giyimleri köylüleri kışkırtıyor. O yüzden köye gelen tiyatrocuları köylülerin kovduğundan bahsediyor.

Yazarın Anadolu gezisi esnasında kalmış olduğu otellerdeki en büyük titizliklerinden ve hassasiyetlerinden birisi de odada yalnız kalmaktır. Yalnız kaldığı zaman büyük bir güven ve huzur buluyor. Ancak umulmadık bir anda odaya gelen davetsiz misafir yazarın bütün neşesini kaçırıyor.

Fare isimli yazısında paranın insanlar içindeki değerine değiniyor. Para için her şeyi yapabilen insanoğlunun para için şantaj yapacağını ifade ediyor.

Son notu ise Bir Dost Tenkidine Cevap adlı yazısı oluyor. Bu yazıda bir dostu bu Anadolu Notları’nın bir roman havası içine azıldığını belirtiyor. Yazar da bu dostunun eleştirilerine Anadolu Notları’nın son bölümünde cevap veriyor.

Kitabının Ana Fikri :

Yazar kitapta Anadolu’nun güzelliklerini, zenginliklerini kimi zaman da farklılıklarını anlatmış, Anadolu’ya dair kendisinde kalan izlenim ve düşünceleri edebi bir şekilde dille kaleme almıştır. Anadolu Reşat Nuri Güntekin’in bakış açısıyla tanıtılmıştır. Gezmek, görmek ve gezi yazılarını okumak insanın kültür birikimine olumlu katkılar sağlamaktadır.

Kitaptaki Olay ve Şahısların Değerlendirilmesi

Yazar gezdiği yerleri ve olayları kendi duygu ve düşünceleri etrafında şekillendirmiştir. Şahsını merkeze alarak değerlendirmelerde bulunmuş, sübjektif bir bakış açısıyla yazmıştır. Bir gözlemci ya da gezgin gibi tarafsız bir dil kullanmamıştır.

Diğer yandan hadiseleri naklederken olay hikâyeciliğini andıran ifadeler kitapta oldukça geniş yer tutmuştur. Bu yüzden eser gezi izlenimlerinden ziyade bir romana daha çok benzetilmiştir. Bir Dost Tenkidine Cevap adlı bölümde de zaten yazar bu tezi kabul etmiştir.

Anadolu köylüsünü yer yer tarif ederken uyanık ve akıllı olduklarına vurgu yapmış, para hırsına sahip olduklarını da es geçmemiştir. Para yüzünden birbirlerine şantaj yaptıklarına dair bir kısa hikâyeciği de nakletmiştir.

Kamyoncuları saf Anadolu insanının bir timsali gibi tanıtmış, kendi ihtiyacı olan bir şeyi hiç düşünmeden başkaları için harcamaktan çekinmeyen karakter yapısını gözler önüne sermiştir. Bunun yanı sıra kamyoncu karakterinin birlik ve beraberliğe düşkün olduğundan da bahsetmiştir.

Yazarın Anadolu insanında gözlemlediği ve yorumladığı huşulardan birisi de batıl inanışlardır. Anadolu köylüsünün bu devirde hala hurafelere inanmasına da vurgu yaparak bu köylülerin bu özelliğini adeta kınamaktadır.

Reşat Nuri’de karakterler genellikle tek boyutludur. Bir tarafıyla öne çıkmaktadır. Yazarın ruh tahlillerinde bu ayrıntı gözden kaçmamaktadır.
Kitap ve Yazar Hakkında Düşünceler

Anadolu Notları adlı Kitap Reşat Nuri Güntekin’in romanları ve hikâyeleri dışında yazmış olduğu ancak üslubu ve dili yönüyle romanlarından pek ayrılmayan gezi türündeki eseridir. Romanlarında olduğu gibi yazarın dili ve anlatımı Cumhuriyet dönemi ve Milli Edebiyat Akımı çerçevesinde değerlendirildiğinde dönemin idealleriyle uyuşmaktadır. Reşat Nuri, Milli Edebiyat Akımı içerisinde milli ve manevi değerleri göz önünde bulunduran bir yazar olarak bugün hala okunmaya devam etmektedir.

Yazar Hakkında Bilgi - Reşat Nuri Güntekin (1889-1956) 

Uzun yıllar devlet memurluğu yapmıştır. Memuriyetinden ve müfettişliğinden dolayı Anadolu’da birçok yeri de gezmiştir. Bu gezileri esnasında Anadolu’yu gözlemlemiş ve edinimlerini kendi duygu, düşünce ve hayat görüşleriyle yorumlayarak kaleme almıştır.

Şöhretine Çalıkuşu romanıyla adım atmıştır.

Milli Edebiyat Akımının en sadık ve en velüd (üretken) yazarlarından birisidir.

Realizm akımını benimsemiş eserlerini gerçekçi bir gözle yazmaya özen göstermiştir.

Eserlerinde devrin Anadolu köylüsünü ve insanını Anadolu’daki bilime ve eğitime olan ihtiyacı bir aydın gözüyle ortaya koymuştur. Türk insanının batıl inanç ve hurafelere inanmasını eleştirmiş bu inanıştan vazgeçilmesi gerektiğini birçok eserinde dile getirmiştir.

Anadolu’nun yerli insanını yakından gözlemlemiş ve eserlerinin tamamında onlara yer vermiştir. Bütün eserlerinde konuşma dili hâkimdir.

Öykülerinde mizah unsurlarına da yer vermiştir.

Romanları: Çalıkuşu, Gizli El, Dudaktan Kalbe, Acımak, Eski Hastalık, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Kan Davası, Yaprak Dökümü, Damga, Miskinler Tekkesi

Hikâyeleri: Eski Ahbap, Tanrı Misafiri, Sönmüş Yıldızlar, Boyunduruk, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler

Gezi Yazıları: Anadolu Notları

Oyunları: Hançer, Balıkesir Muhasebecisi, Eski Borç, Gözdağı, Taş Parçası, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti

Anayurt Oteli (Yusuf Atılgan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


Kitabın Adı : Anayurt Oteli

Kitabın Yazarı : Yusuf Atılgan

Kitap Hakkında Bilgi :

Yusuf Atılgan Anayurt Oteli’yle toplum içinde yalnızlaşan ve bu yalnızlıkla ruh hali bozulan insanın dramını işlemiştir. Romanın teması yalnızlaşma ve yabancılaşmadır.

Romanda insanın karşısına çıkan tesadüflerle hayatının değişmesi ve bundan sonraki hayatının o tesadüflere göre şekillenmesi anlatılmıştır.

Eser MEB’in tavsiye ettiği Yüz Temel Eser arasına girmiştir. Ayrıca Ömer Kavur tarafından filme aktarılmış ve tüm zamanların en iyi 3. Türk filmi seçilmiştir.

Romanın mekânı için kesin ifade edilmese de Ege’de bir yerler olduğu tahmin ediliyor. Çünkü Rumların yaşadığı bir yerden bahsediliyor. Ayrıca Yunan işgaline uğramış olduğu ve İzmir’e yakın olduğu ifade ediliyor.

Zaman olarak ise 1960’lı yıllara atıflar yapılıyor.

Kitabın Konusu :

Roman topluma açılamayan, kendi halinde yaşayan, bu yüzden de yalnızlık çeken bir insanın işlediği suçları konu edinmektedir. Zebercet adlı otel sahibi kahraman işlediği suçlardan dolayı kendisini vicdanında yargılar ve hayatına son verir. Sosyalleşemeyen insanın sürüklendiği bunalım ve ve bunalımın ağır sonuçları işlenmiştir.

Kitabın Özeti :

Zebercet ailesinin tek çocuğudur. Annesi onu yedi aylıkken doğurmuştur. Belki de bu yüzden hep acelecidir ve bu özelliği sebebiyle hayatında hep eleştirilere maruz kalmıştır. Aynı zamanda Anayurt otelinin sahibidir. Bu otel Zebercet’e babasından kalmıştır. Vakti zamanında köyde bir yangın çıkmış, bütün evler yanmış, bu otel ayakta kalmıştır.

Otele gecikmeli Ankara treniyle yirmi altı yaşında bir kadın gelmiştir. Kadın uzun boylu hafif balık etli, saçları ve kirpikleri uzun güzel ve alımlı bir kadındır. Kadın ertesi gün otelden ayrılıp bir hafta sonra tekrar döneceğini söyler. Kadından sonra otele emekli subay olduğunu söyleyen yaşlı bir adam daha gelir. Adam her gün otel lobisine, Zebercet’in yanına inip sohbet etmek ister ancak Zebercet adamla sohbet etmez. Çünkü Zebercet, insanlarla iletişimi zayıf içine kapanık bir adamdır.

Otelde bir de temizlik işleriyle uğraşan (romandaki tabiriyle ortalıkçı) Zeynep adında bir kadın vardır. Zeynep geçmişinde çok sıkıntı ve acılar çekmiş talihsiz bir kadındır. İlk kocası onu bakire olmadığı için bırakmış ikinci kocası da onu hayatından çıkarmıştır. Bir akrabası Zeynep’i alıp bu otele çalışması için yerleştirmiştir. Zeynep işini düzgün yapan tertipli düzenli bir kadındır.

Otel sahibi Zebercet otele bir hafta önce gelen kadına kafayı takmıştı. Ondan çok hoşlanmış, onun hayaliyle yatıp kalkıyordu. Kadın bir hafta sonra geleceğini söylediği halde gelmemiştir. Zebercet sürekli kadının yollarını gözlüyor, o gelecek diye her sabah tıraş oluyor süsleniyor, yeni elbiseler giyiyor, kendince heyecanlanıyordu. Hatta kadının odasında kalıp değişik düşüncelerle hayal edip kendisini cinsel olarak tatmin ediyordu. Kadın Zebercet’te bir saplantı haline gelmişti. Oteldekiler de onun bu telaşlı ve heyecanlı halini her gün fark ediyorlardı.

Birkaç gün sonra otelde kalan emekli subay da otelden ayrıldı. Zebercet bu adamın da ayrılmasıyla iyice yalnız kaldı. Yalnızlık onu bir nevi bunalıma sürükledi. Bunalımdan oteli kapattı ve kapısına “Kapalıyız” yazdı. Otele gelen müşterilere kapalıyız, yer yok gibi bahaneler uyduruyordu. Bunalımdan ne yapacağını şaşıran Zebercet otelden çıkıp aşevine giderek içki içip sarhoş oldu. Oradan çıkıp bir adamın peşine takıldı. Takıldığı adam onu horoz dövüşünün yapıldığı bir yere götürüp horoz dövüşü izlettirdi. Oradan da çıkan Zebercet, on yedi yaşında bir delikanlıyla tanıştı. Onunla sinemaya filan gitti. Kafası yerinde olmayan Zebercet kendini kaybederek cinsel bir sapıklığa sürüklenip on yedi yaşındaki çocuğa cinsel eğilim duymaya başladı.

Otele döndüğünde ortalıkçı kadını gördü. Onu zorla soyup adeta tecavüz ederek onunla birlikte oldu. Yaptığından hala pişman olamayan sapık adam, kadını öldürerek bir yere sakladı. Akrabaları Zeynep’in nerde olduğunu sormak için otele geldiklerinde onları bir bahaneyle geçiştirdi. Zeynep’i öldürdüğünü kimseye söylemedi. O günlerde otele polisler gelip “Burada yaşlı bir adam kaldı mı?” diye sordular. O da evet kaldı ve bir gün alelacele çıkıp gitti dedi. Polisler o adamın katil olduğunu söylediler. Adam kendi kızını boğarak öldürmüş, bir süre otelde kalmış ve sonra da izini kaybettirmişti. Zebercet daha sonra anladı adamın neden apar topar otelden ayrıldığını.

Zebercet o günlerde katıldığı bir mahkemede karısını gerdek gecesinde öldüren bir adamın yargılanmasına şahit oldu. Ama adam karısını neden öldürdüğünü mahkemeye heyetine söylemiyordu. Zebercet bu olaylara şahit olurken adeta kendisi yargılanıyormuş gibi hissederek, bunalıma girdi. Ruh hal iyice bozulmuştu. Onun bu çirkin işleri yaptığını kimse bilmiyordu ama o kendinden, kendi vicdanından kaçamıyordu.

Günlerden bir gün Zebercet dışarda gezerken yaşlı bir adamla tanıştı. Yaşlı adam ona kimlerden olduğunu sordu. O da Keçicilerden olduğunu söyleyince adam: “Sizin sülalenizde kendini asarak öldüren bir adam var mıydı?” diye sordu. Zebercet de o adamın dayısı olduğunu söyledi. Dayısı Faruk, Semra adındaki bir kıza âşık olmuş, ancak kıza kavuşamayacağını anlayınca kendisini asmıştı. Yaşlı adam Zebercet’e ailesindeki bütün bu olayları yaşla adam bir bir anlatır. Dayısı Faruk kendini astığında ise henüz on dokuz yaşındadır. Zebercet bu yaşananları dinleyip düşündükçe kendisini yargılamaktan bir türlü kurtulamıyor, kendisini dayısının yerine koyarak canına kıymayı bile düşünüyordu. Geçmişte yaşadığı olaylar onun vicdanını hep rahatsız ediyordu.

Eskiden yani çocukluğunda babasıyla geçirdiği manevi ramazan günlerin hatırladı. O günleri özlemişti. O kutsal yaşantıdan bu çirkin olaylara bürünmüştü hayatı. Kendisini otele kapatarak saçma sapan işler yapmaya başladı. O güne kadar otelde kalanların listesini çıkarmaya başladı ve bir süre sonra bundan da usandı.

Ney yapacağını bilemez bir bunalım halinde kendisini öldürmeye karar verdi. Artık yapacak bir şeyi ve hayatta ulvi bir gayesinin olmadığını düşünerek, Zeynep’i öldürdüğü odaya kendisini kapatıp orada kendini asarak öldürdü.

ROMAN ŞAHISLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Zebercet:
Babadan kalma otelinde iş sahibi olmuş ancak topluma açılamamış, ruhsal sorunları olan, yalnız ve sapık bir adamdır. Bekâr, otuzlu yaşlarda, pek konuşmayan ve insanlarla iletişim kuramayan bir tiplemedir. Fizik olarak biraz zayıfça kuru yüzlü, açık benizli, kahverengi gözlüdür. Cinsel olarak duyguları doyurulmamış, sapkın hisleri olan ve ayrıntıya önem veren birisidir. Daima gizli düşünceler içindedir ve bu düşünceleri kimseye açamayan kapalı bir karaktere sahiptir.

Ortalıkçı Kadın (Zeynep):
Geçirdiği kötü yaşantı sebebiyle akrabaları tarafından otele çalışmak için yerleştirilmiş, orta boylu, uzun yüzlü bir kadındır. Otelin temizlik işlerini yapar, tertipli ve düzenlidir. Otelin çatı katında kalmaktadır ve uykusu çok ağırdır. Uykusunun ağır olmasından dolayı Zebercet tarafından uykuda kullanılan, sonra da öldürülen talihsiz bir kadındır.

Ankara Treniyle Otele Gelen Kadın:
Zebercet’in aklından çıkmayan, otelde bir gece kalmış daha sonra uğramamış olan yirmi altı yaşında güzel bir kadındır.

Emekli Subay:
Emekli subay olduğunu kendisi söyler. Otelde uzunca bir süre kalır. Bol kitap okur ancak katil ruhlu birsidir. Kendi kızını boğarak öldürmüştür.

Diğer Kahramanlar: On yedi yaşındaki genç, Zebercet’le sohbet eden yaşlı, Zebercet’i horoz dövüşüne götüren adam…

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - Yusuf Atılgan

1921’de Manisa’da doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Manisa ve Balıkesir’de tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Üniversite yıllarında Türkiye Komünist partisi lehine faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanmış, bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra öğretmenlikten de ihraç edilmiştir. 1946’da Manisa – Hacıharmanlı köyüne yerleşip burada çiftçilikle uğraşmıştır. 1976’da ise İstanbul’a dönerek mütercim, redaktör ve danışman olarak çalışmıştır. 1989’da evinde kalp krizi geçirerek ölmüştür.

Yazdığı şiir ve öyküler edebiyat dergilerinde yayımlanmıştır.

Eserleri
Anayurt Oteli
Aylak Adam
Bodur
Minareden Öte

Bir Bilim Adamının Romanı / Mustafa İnan (Oğuz ATAY) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


Kitabın Adı : Bir Bilim Adamının Romanı

Kitabın Yazarı : Oğuz Atay

Kitap Hakkında Bilgi :

Oğuz Atay’ın kaleme aldığı Bir Bilim Adamının Romanı Türkiye’de yazılmış en başarılı biyografik eserlerden sayılır. Atay romanda hocası Mustafa İnan üzerinden bir devrin siyasi ve sosyal yaşamını da yansıtır. Bir bilim adamının biyografik hayatını roman tekniğine aktarmıştır. Romana ayrıca Mustafa İnan’ın resimlerini de koyarak olayları ve şahısları somutlaştırmıştır.

Romanda kırsal kesimden gelip, kentte zekâsı ve çalışmasıyla büyük başarılara imza atmış, dünyaca tanınmış bir dehanın dramatik öyküsü anlatılır.

Roman iki kısım halinde anlatılmıştır. Birinci kısım Mustafa İnan’ın eğitim hayatının sonuna kadarki süre, ikinci kısım ise bu devreden sonraki ölüme kadar olan süreçten oluşmaktadır.

Yazar romanında akademik eğitim veren çevrelere de eleştirel mesajlar vermiştir.

Kitabın Konusu :


Romanda Akademisyen Mustafa İnan’ın hayatından hareketle 1910 ve 1967 yılları arasındaki Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yönleri ele alınmıştır. Mustafa İnan’ın köyden çıkarak bilim adamı olma yolundaki serüveni tüm gerçekliğiyle aktarılmıştır. Mustafa İnan’ın mücadele azmi, idealistliği, dürüstlüğü ve ahlakı öne çıkarılmıştır. Yoksulluk içinde ülkesi ve insanları için çalışan bir adamın yaşadığı zorluklar ve başarılar konu edilmiştir.

Kitabın Ana Fikri :

Hayatta herkesin bir ideali olmalı ve bu ideale ulaşmak için çok çalışmalıdır. İnsan kendisinden çok topluma faydalı olmak için gayret etmeli, karşısına gelen her sıkıntıya ve mihnete göğüs germelidir. Bütün bunları yaparken kişiliğinden, değerlerinden ve ahlakından ödün vermemelidir. Doğru bildiği yoldan ölüme dek ayrılmamalıdır.

Kitabın Özeti :

Olaylar fen fakültesi giriş sınavı sonuçlarını öğrenmek isteyen öğrencilerin beklediği bir kuyrukla başlar. Kuyrukta konuşması ve duruşuyla Mustafa İnan’a benzeyen bir çocuk da vardır. Diğer çocuklar onun haline bakarak sınavı kazanamayacağını düşünmektedirler. Yan binada da Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun ödülleri verilmektedir. O sırada bilimle uğraştığı her halinden belli olan orta yaşlı bir adam çocuğun yanına gelerek Mustafa İnan’dan söz eder. Bu törende Bilim Hizmet Ödülü ölümünün dördüncü yılında Mustafa İnan’a verilmektedir. Bu tören ve orta yaşlı adam aracılığıyla çocuk Mustafa İnan hakkında birçok şey öğrenir.

Mustafa İnan’ın hayatı bu noktada devreye girer. 1911 yılında posta memurluğu yapan Hüseyin Avni Bey’in oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Anadolu’da o yıllarda tıbbı imkânsızlıklar ve salgın hastalıklardan dolayı ailenin ilk altı çocuğu ölmüştür. Bu yüzden Mustafa İnan’ın yaşaması ailesi için bir mucizedir. Mustafa küçük yaşında damdan düşmüş ve onun da ölmediğine ailesi şükretmiştir. Belki bu yüzden biraz çelimsiz ve bakımsız bir çocuk olarak yetişmiştir. Adana Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Mustafa’nın çocukluğu Birinci Dünya savaşı yıllarına denk gelir. Açlık ve sefaletin kol gezdiği ülkede Mustafa da zayıf kalmıştır. Küçük yaşta bu sıkıntıları yaşadığı için olgun ve ağırbaşlı bir çocuk olarak büyümüştür. Mustafa daha çocukken babası iş sebebiyle başka şehirlere gitmek zorundadır ve annesi düşman tarafından işgal edilmiş bu şehirde çocuklarıyla birlikte kalır. Bir süre sonra dayanamayıp çocuklarını da alıp bu şehirden kaçar. Konya’ya yerleşirler. Konya da maddi sıkıntı çeken anne Mustafa’yı bir kuyumcunun yanına verir. Kuyumcu’da çalışan Mustafa aynı zamanda okumaktadır. Mustafa, Mevlana’nın tesriyle Divan Edebiyatına ilgi duymaya başlar.

Mustafa okuduğu yıllar boyunca defter kullanmaz çünkü hafızası çok güçlüdür, deftere gerek duymaz. Ailesine masraf açmamak için kitap da almaz. Okula erkenden giderek yatılı öğrencilerin kitaplarını okuyup derslerine çalışırdı.

Bu zorlu ve sıkıntılı savaş yılları Mustafa’yı erkenden olgunlaştırmıştır. Öğrencilik yıllarındaki okuma hevesiyle sadece kendine değil arkadaşlarına da faydası dokunmaktadır. Konuları anlamayan arkadaşlarına dersleri anlatarak onlara adeta öğretmenlik yapar. Okumaya karşı olan iştiyakı çevresinde fark edilmeye başlamıştır. Arkadaşlarını okuma konusunda yüreklendirip onların ufuklarını da açmaktadır.

Mustafa 19 yaşına geldiğinde babasının ölümüyle sarsılır. Ailenin bütün yükü ve geçimi Mustafa’nın üzerine kalmıştır. Mustafa bilim adamı olmayı istemektedir. Bu bilgi ve alt yapı Mustafa’da varken ailesinin geçimi için en kolay yoldan para kazanabileceği fen fakültesini tercih etmeyi düşünür. Liseyi de birincilikle bitirmiştir. Onun çok zeki ve çalışkan olduğunu bilen arkadaşları, fen fakültesine gitmesine razı olmazlar, gizlice onu Mühendislik fakültesine kaydettirirler.

Mühendislik fakültesine başlayan Mustafa derslerde çok başarılıdır. Hocaları bile ona doçent diye hitap etmektedir. Üniversite öğrencisiyken bir ideali vardır. Bildiklerini öğretmek yani öğretmenlik yapmaktır. Kendi imkânlarıyla Almanca kursuna gider. Adım adım ideallerine doğru ilerlemektedir. Pozitif bilimlerde kendini geliştirmekte, lise öğrencilerine ders vererek masraflarını karşılamakta ve ailesine katkıda bulunmaktadır. Üniversitede ve akademisyenlerdeki aksayan yönleri çok iyi gözlemlemektedir.

Mustafa’nın ders verdiği lise öğrencilerinden biri de Jale’dir. Jale ile düzeyli bir hoca öğrenci ilişkisi içerisindedirler. Jale ile zamanla yakınlaşmaya başlarlar. Jale eğitimini tamamlamak için Almanya’ya gider. Mustafa ise Jale’nin ailesini sürekli ziyaret eder, ailesiyle de samimi olurlar. Jale ile Mustafa bu arada mektuplaşmaya başlarlar. Bir süre sonra Mustafa da yurtdışında doktora eğitim almak için İsviçre’ye gider. Oradayken Jale’yi ziyaret eder.

İlk önce Mustafa İnan daha sonra jale Hanım İstanbul’a dönerler ve evlenmeye karar verirler. Jale Hanım varlıklı bir aileden geldiği halde ailesine bakmak zorunda olan Mustafa ile evlenmeyi kabul eder. Maddi sıkıntılar ve Mustafa’nın ailesi sebebiyle düğünleri biraz zor olur. Evliliklerinin ilk yılları da oldukça zor geçer. Mustafa İnan’a zaman zaman zengin olma yolları açılsa da o bu yolları tercih etmez. İsviçre’de iken çok iyi şartlarda ve refah içinde çalışma şartları sağlansa da o bu teklifi kabul etmeyi devletine ihanet sayar. Tek amacı üniversite hocası olup devletine hizmet etmektir. Evleri çalıştığı okula uzak olduğu için işe yürüyerek gelir gider ama başka yollara tevessül etmez. Çalıştığı üniversiteye büyük katkılar yapmaya başlamıştır.

Üniversitede ilk doktorayı yaptırıp ilk kürsüyü kurar. Üniversite için fedakârca çalışmakta, eve yorgun ve geç dönmekte ve sağlığını çalışmaları için feda etmektedir. Bir yandan kendi alanıyla, diğer yandan edebiyat, felsefe, tarih, dil, matematikle ilgilenir, okumalar yapar. Yahya Kemal’in sohbetlerine katılır. Öğrencilerinin de çok yönlü olarak yetişmeleri için çaba harcar. Bir yandan da makaleler yazar, ilmi çalışmalar yapar. Türkiye’den diğer ülkelere yapılan beyin göçü Mustafa İnan’ı çok üzmektedir. Bu konu onun için milli bir meseledir.

Mustafa İnan Hoca’ya vekillik ve bakanlık teklifleri gelir ancak o kendisini bilime ve öğretmeye verdiği için bu tekliflerle ilgilenmez. Hayatını hep maddi zorluklar içinde geçirmiştir. Hayatının son döneminde bir ev sahibi olur. Evin borçlarını ödeyememekten dolayı üzülür. Çünkü parayı ve borçlanmayı hiç sevmez.

Bir kış günü Mustafa Hoca hastalanır. Tedavisi için Almanya’ya gitmesi gerekmektedir. O yurtdışında tedavi olmaktansa kendi memleketinde tedavi olmayı tercih etmektedir. Almanya’da hocaya lösemi teşhisi konulur. Ancak İnan’ın bu teşhisten haberi yoktur. O Türkiye’ye dönüp öğrencilerine kavuşacağı günü umutla beklemektedir. Hastalığı iyice ilerleyen, morfinle acıları dindirilen İnan 1967 yılının 5 Ağustos sabahı uykudan bir daha uyanamaz ve hayata veda eder.

Hayatı boyunca kendi ülkesinde yaşamak ve can vermek isteyen bu adam bir Frenk diyarında can vermiştir. Hoca öldükten sonra karısı Jale Hanım’a da yüklü fatura borçları gelir. Öldüğü hastaneden bile üç gün sonra ancak çıkarılır ve oğlu Hüseyin tarafından yıkanarak defnedilir. Kıymeti öldükten sonra anlaşılan Mustafa İnan için bütün ülke yas tutmuştur.

ROMANDAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Mustafa İnan: hayatını bilime, fenne, öğrenmeye ve öğretmeye adamış, idealist bir insandır. Tamamen ülkesi için çalışmaktan başka gayesi olmayan ve ülkesinin dünya milletleri nezdinde gelişmesi için çalışan bir bilim adamıdır. Maddiyata ve zenginliğe önem vermeyen, zengin olması için yapılan bütün teklifleri reddeden, hayatı ekonomik zorluklar içinde geçmiş mütevazı ve yüksek karakterli bir insandır.

Jale Hanım: Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen dürüstlüğü, idealistliği ve kişiliği sebebiyle Mustafa İnan’la evlenmeyi kabul eden fedakâr bir kadındır. Mustafa İnan’ın liseden öğrencisi olarak başlamış daha sonra eşi olmuştur. Kocasının bütün sıkıntılı hayatına sabırla tahammül etmiş bir eştir.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - 
Oğuz Atay (1934 – 1977) 

Babası çeşitli dönemlerde milletvekilliği yapmış Cemil Atay’dır. Liseyi Ankara Maarif Koleji, üniversiteyi İTÜ İnşaat Fakültesi’nde okudu. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayımlandı. Topografya adlı eserinde akademisyenlik mesleğini anlattı.

Tutunamayanlar romanıyla 1970’te TRT Roman Ödülü’nü kazandı. Berna Moran ise bu romana yönelik Türk romanını çağdaş düzeye getiren bir eser olarak niteledi. Tutunamayanlar, post modern romancılığın başlangıcı olarak kabul edilir. En başarılı eserleri arasında sayılan Tehlikeli Oyunlar 1973 yılında yayımlanmıştır. Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro eseri devlet tiyatrolarında sahnelenmiştir. Türkiye’nin Ruhu adlı eserini yazarken beynindeki bir ur nedeniyle 1977 yılında hayata veda etmiştir.

Eylembilim ve Günlük adlı kitapları kendisi öldükten sonra yayımlanmıştır. Yazar hayattayken kitapları ancak ir baskı yapabilmiş, öldükten sonra defalarca basılmıştır. Yine ölümünden sonra Yıldız Ecevit oğuz Atay’ın biyografisi olan Ben Buradayım eserini yazmıştır. Eserlerinde toplumsal eleştiri, ironi ve mizah bir aradadır. Kastamonu Valiliği 2007 yılından bu yana oğuz Atay adına edebiyat ödülleri vermektedir.

Eserleri

Tutunamayanlar
Tehlikeli Oyunlar
Bir Bilim Adamının Romanı
Korkuyu Beklerken
Oyunlarla Yaşayanlar
Günlük
Eylembilim
Türkiye’nin Ruhu

Yer Demir Gök Bakır (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


KİTABIN ADI : 
Yer Demir Gök Bakır

KİTABIN YAZARI : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :

Roman 1963 yılında yayınlanmıştır. Yaşar Kemal’in Dağın Öteki Yüzü adlı üçlemesinin ikinci kitabı olan Yer Demir Gök Bakır romanında; ümitlerini kaybetmiş olan köylülerin köyde bir ermiş ortaya çıkararak onun işaretleri ve sözleri ile hareket etmesini anlatır. Üçlemenin diğer romanları ise Orta Direk ve Ölmez Otu adlı kitaplardır. Toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla yazılan romanda Yaşar Kemal’in doğal anlatımına ve yerel diline rastlamaktayız. Roman aynı zamanda Yaşar Kemal ile Zülfü Livaneli tarafından senaryo haline getirilerek 1988 yılında sinema filmine uyarlanmıştır.

Romanın diğer bir özelliği ise Fransa’da Fransız Eleştirmenler Derneği tarafından yazıldığı yılda en güzel roman olarak seçilmiş olmasıdır. Yaşar Kemal sosyal gerçeklik bakış açısıyla zamane yöneticilerine ve feodal yapıya bir eleştiri getirmiştir. Paranın yönetiminde, kapitalizmin acımasızlığını Çukurova’nın Yalak köyü insanı ile anlatmaya çalışmıştır.

Kitabın Konusu :


Çukurova’nın Yalak köyünde köylülerin zengin bir feodal ağa tarafından sömürülmesi ve bu sömürgenin altında ezilen köylünün düştüğü durumlar romanın konusunu oluşturmaktadır.

Kitabın Ana Fikri :


İnsanların emeklerini sömüren ve onları kandıran kişiler bir gün gelir bunun bedelini itibarıyla, parasıyla ve hatta canıyla öderler. Herkese emeğinin karşılığını vermeli ve hiç kimseden onun kaldıramayacağı bir yükü istememelidir.

Kitabın Özeti :

Çukurova’daki Yalak köylüsü yıllardan beri pamuk iş ile uğraşmaktadır. Köyün ve köylünün emeğini ve parasını sömüren Adil Efendi o sene de köylüye borç vermiş ve ürün toplama zamanında borcunu alacağını söylemiştir. Lakin o yıl Koca Halil ve Muhtar Sefer yüzünden köylüler beklediği hasadı toplayamamış ve Adil Efendi’ye borçları iyice artmıştır. Herkes Adil Efendi’ye olan borcunu nasıl ödeyeceğini düşünmekte ve ondan çok korkmaktadır.

Koca Halil köylünün düştüğünü bu durumdan kendisini suçlayarak köylünün karşısına çıkacak yüzü yoktur. Bu suçluluk duygusunu o kadar abartmıştır ki artık onlarla bir daha karşılaşmamak için öldüğü haberini oğlu vasıtasıyla köye duyurmuştur. Adına mevlit bile okutmuştur ancak Hoca Halil’in öldüğüne inanmayan Meryem’ce Ana onun gibi bir dinsiz için mevlit okutan köylüye ve kızar ve kimseyle konuşmaz. Bu arada Koca Halil kendisini ambara kilitler ve günlerce karanlıkta kalır. Oğlu Koca Halil’i bu oyundan vazgeçirmek ister ancak o bir türlü ikna olmaz. Oğlu bütün kusurun muhtarda olduğunu söyler. Koca Halil ise her şeyi kendisinin yaptığını düşünerek kabul etmez. Köylünün bu zararına sebebiyet verdiği için onu öldüreceklerini inanmıştır ancak köylü Koca Halil’i aklına bile getirmez.

Koca Halil’in gelini Fatma onu bu ıstıraptan kurtarmaya karar verir ve bütün köylüleri evin önünde toplar. Koca Halil ortaya çıkar, köylüler ona dua ederler ve ona hiçbir suç yüklemezler ancak Koca Halil bundan bile memnun olmaz. Kendisiyle şimdilik alay ettiklerini daha sonra öldüreceklerini düşünerek kendisini dağlara ve yollara vurur, gözden kaybolur ve bir daha hiç kimse ondan haber alamaz.

Köylülerin tek düşündüğü şey Adil Efendi’nin bir gün köye gelip onların her şeylerini alacağı düşüncesidir. Köylüler bir yandan Adil Efendi’nin haksız yere bir sürü para alacağını düşünürler. Diğer yandan ona olan borçlarını nasıl ödeyeceklerini tasa ederler. Bir kimseye borçlu kalmanın verdiği rahatsızlık köylü için yeter de artar. Köylü bugüne kadar kimseye borçlu kalmamıştır. Bundan sonra borçlu kalmak, çevre köylere ve kasabaya rezil olmaktır.

Muhtar Sefer bir gün bütün köylü toplayarak Adil Efendi’ye karşı köylülerin nesi var nesi yoksa saklamasını söyler. Köylüler buğdaylarını, eşeğini, arpasını ve diğer mallarını saklayınca Adil Efendi gelip köyü perişan halde bulacak ve kimseden bir şey istemeden çekip gidecektir. Köylü buna inanır ve Muhtar Sefer’in dediğini yaparlar.

Evlerin arkasında çukurlar açılıp bazı eşyalar oraya saklanır. Köy ıssız ve sessiz bir şekilde Adil Efendi iyi beklemeye başlar. Herkesin üstü başı yırtık, ayaklar yalın ve perişan bir halde dolaşmaktadır. Ancak Taşbaşoğlu ile Muhtar Sefer kılıklarını hiç değiştirmezler.

Aradan günler geçer, Adil Efendi köye gelmez. Köylü bu şekilde beklemekten sıkılmaya ve kızmaya başlamıştır. Muhtar köylünün bu öfkesini Taşbaş’ın üzerine yöneltmek ister ancak köylü her şeyin farkındadır. Diğer yandan civar köyler ve kasaba Yaylak köyünün bütün eşyalarını sakladığını duymuş ve köy rezil olmuştur. Artık beklemeye dayanamayan köylüler muhtara çok sinirlenmeye başlamıştır. Muhtar bu sefer fikir değiştirerek köylüye her şeyi açığa çıkarmalarını, hatta Adil Efendi’nin kapısına götürmelerini söyler. Köylünün bu şekilde adının çıkmasını ancak böyle atlatabilirdi.

Taşbaşoğlu ise köylünün muhtarın sözünü dinlememesini ve ona inanmamalarını söyler ancak köylü muhtarın dediklerinden dışarı çıkmaz. Taşbaşoğlu, Muhtar Sefer’in bu hilelerini ve dolaplarını köylünün önüne getirir ama köylü yine ondan vazgeçmez ve Taşbaşoğlu bunu hazmedemez.

Bir gün Taşbaş’ın karısı bir kavgada yaralanır ve Taşbaş o günden sonra köylüye bela okumaya başlar. Köylü Taşbaş’a hak verir ancak bir yandan da onu öldürmek isterler; lakin bunu yapamazlar. Taşbaş’ın dualarının sanki gerçek olacağını düşünürler. Taşbaş’tan kendilerine bir zarar geleceğini düşünerek ondan sürekli kaçarlar. Artık köyde Taşbaş’ın dedikleri uygulanmaya başlanır.

Adil köye gelmeyecektir. Muhtarın yalanı ortaya çıktıkça köylü muhtardan uzaklaşmaya başlar ve Taşbaşoğlu’na yaklaşırlar. Taşbaşoğlu gün geçtikçe söylediği sözlerle ve davranışlarıyla köylü diye bir ermişlik intibaı uyandırır. Bu sefer Muhtar Sefer Taşbaşoğlu’nun kendi yerine geçeceğini düşünerek köylüyü ona karşı kışkırtmaya başlar ancak köylü onu dinlemez. Taşbaşoğlu hakkında ermişlik hikâyeleri yayılmaya başlar. Muhtar bu gidişe bir dur demezse kendi yerine Taşbaşoğlu’nun geçeceğini ve kendisinin de öldürüleceğini düşünür ve köy kurulunu toplayarak Adil Efendi’nin yanına gider. Adil Efendi hiç beklenmedik bir şekilde köylünün borçlarını sildiğini, hatta köylüye yeni borç vereceğini ve köye de gelmeyeceğini söyler. Çünkü köyde birilerinden korkmaktadır.

Taşbaşoğlu’nun ermişlik üzerine hikâyeleri köyden köye su gibi yayılmaya başlar. Sefer bu hikâyeleri Taşbaş’ı oğlunun kendi uydurarak yaydığını düşünür. Köylüyü Taşbaşoğlu’ndan uzaklaştırmak için üçüncü kadınla evlenir ve köye bir ziyafet verir. Lakin köylü bu ziyafette bile Taşbaşoğlu ve onun ermişliği hakkında sohbetler eder. Bunun üzerine Muhtar Sefer, Adil Efendi’yi köye getirip köylülerin düşüncelerini değiştirmeyi planlar. Köy kurulundan birkaç adamını Adil Efendi’ye yollar. Bir adamını da Taşbaşoğlu’nu öldürmesi için görevlendirir ancak Taşbaşoğlu ölmez. Lakin zaman geçtikçe Taşbaşoğlu bu ermişlik rivayetlerinden sıkılmaya başlar. Herkes onun kerametlerinden bahseder. O da kendisinin böyle birisi olmadığını bildiği için korkmaktadır. Herkes ona saygıyla ve tuhaf bir şekilde bakmaktadır. Karısı ve çocukları bile onun ermiş olduğuna kanaat getirmiştir.

Taşbaş bu girdiği durumdan bir çıkış aramaktadır ancak sözleri ve gösterdiği davranışlardan dolayı çoğu onun keramet gösterdiğine inanmıştır. Köylüye “Ben ermiş değilim” demesine rağmen köylü onu yüceltmeye devam etmektedir. Namı diğer köylere de yayılmaya başlayan Taşbaşoğlu’nun evine hastalar gelir ve ondan şifa dilerler. İşin enteresan tarafı onun evine gelen hastalar iyileşip giderler. Artık Taşbaş da kendisinin bir ermiş olduğuna kanaat getirmeye başlar.

Diğer yandan Sefer, adamlarıyla ve köyü kışkırtma yollarıyla Taşbaş’ı öldürmeye çalışmış ve bunu başaramamıştır. Son çare olarak jandarmaya gidip Taşbaş’ı şikâyet eder. Yüzbaşı Taşbaş’ı ilk önce uyarıp bir daha ermişlik ve keramet hareketleri göstermeyeceğine dair söz ister. Bir süre sonra Muhtar tekrar şikâyet eder. Bunun üzerine iki jandarma hasta kılığında köye gelerek Taşbaşoğlu’nun üfürükçülük yaptığına şahit olurlar. Jandarma erleri bu sefer Taşbaş’ı alır, götürürler.

Taşbaş köyden ayrılmadan önce son kez köylülerin muhtarla bir daha konuşmamasını, konuşanın ve görüşenin başına her türlü belanın geleceğini söyler ve köyden ayrılır. Taşbaşoğlu jandarma ile birlikte giderken orman içinde gökyüzünü kara bulutlar kaplar ve bir sağanak yağmaya başlar. Jandarma ile birlikte Taşbaş da bir mağaraya girer, korunurlar. Jandarma erleri uyuyunca Taşbaş karakolda dayak yiyip hapis yapmaktansa, oradan kaçıp kendisini karlı dağlara ve yollara teslim eder. Çok yorgun ve halsiz bir şekilde sürüne sürüne bir mağaraya sığınır. Köylü bir daha Taşbaş’tan haber alamaz. Bahar gelmiştir köylü de yine Adil’e olan borçların korkusu, un, bulgur ve arpa derdi başlamıştır. Halil’in ölmediği haberi de köyde duyulmuştur. Halil başka bir köye sığınmış ve hayatına orada devam etmiştir. Hatta gidip Adil Efendi’den köylüyü Halil kurtarmıştır.

ROMAN KAHRAMANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ


Koca Halil: Romanın ana kahramanlarından birisi olan Koca Halil son derece karakterli ve insanlara verdiği zararlar sebebiyle kendisini suçlu hisseden bir kişidir. Köylüye hasat zamanında muhtarla birlikte zarar verdiğini düşünerek kendisinin öldüğü haberini duyurmuş, bir süre ahırda karanlıkta kalmış, daha sonra başını alıp köyden uzaklaşmış ve başka bir köye sığınmıştır. Yaptığı hatalardan dolayı insanların yüzüne bakamayan ve kendisini affetmeyen bir adamdır.

Muhtar Sefer: Köylüye verdiği zararlardan dolayı onlardan hiç utanmayan ve onları korkutmak için çeşitli söylentiler uyduran, kendi çıkarlarını düşünen bir adamdır. Zengin olan Adil Efendi ile anlaşmaya çalışmış, köyde herkesin itibar ettiği Taşbaşoğlu’nu öldürmeye yeltenmiş ancak bunların hiçbirisini başaramamış; bencil ve karaktersiz bir adamdır. Söylediği yalanlardan ve attığı iftiralardan dolayı köyde itibarını kaybetmiştir.

Taşbaşoğlu: Köyde muhtarın yalanlarına ve uydurmalarına karşı köylüyü bilinçli tutmaya çalışmış ve bunu da başarmış olan bir kişidir. Ancak söylediklerinin doğru çıkması sebebiyle köylü ona bir ermişlik atfetmiş ve bu ermişlik onun üzerine yapışıp kalmıştır. Muhtar Sefer’in şikâyeti üzerine Taşbaşoğlu üfürükçülük yaptığı gerekçesiyle jandarma tarafından tutuklanmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. Taşbaşoğlu insanları kandırmayan, doğruları söyleyen ve her zaman haksızlığın karşısında yer alan karakterli ve düzgün bir adamdır.

Adil Efendi: Zengin olduğu için ekim dikim zamanında köylülere borç veren, hasat zamanında ise borçlarını fazlasıyla alan; bir bakıma köylüleri sömüren bir feodal ağadır. Ancak Koca Halil’in ona söylediği bir şeylerden dolayı köye gelememiş, köylünün bütün borçlarını silmiştir. Muhtarın bütün kışkırtmalar rağmen köylüyü sıkıştırmamıştır.

Romanın diğer kahramanları: Meryem’ce Ana, Koca Halil’in oğlu, jandarma yüzbaşısıdır.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ


Yalak köylüsünün Muhtar Sefer ve Koca Halil yüzünden beklediği hasadı toplayamaması ve Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyememesi

Koca Halil’in kendisini suçlayarak öldüğü haberini köyde yayması ve köyden kaçması

Muhtar Sefer’in Adil Efendiye karşı köylüyü bir plan içerisine sokması

Köylünün bu plan gereği eşyalarını saklayıp Adil Efendi’ye perişan olarak gözükmeye çalışması ancak Adil Efendi’nin köye hiç gelmemesi

Muhtarın söylediği yalanlardan dolayı köylünün öfkelenmesi ve artık mallarını saklamaması

Taşbaşoğlu tarafından muhtarın uydurduğu bu yalanların ve planlarım ortaya çıkarılması

Taşbaşoğlu’nun söylediği sözler ve davranışlarından dolayı derviş olarak köyde ve civar köylerde nam salması

Muhtarın Taşbaşoğlu’nu öldürmeye çalışması ancak başaramaması

En sonunda Taşbaşoğlu’nu üfürükçülük yaptığı gerekçesiyle jandarmaya şikâyet etmesi ve tutuklattırması

Taşbaşoğlu’nun jandarmanın elinden kaçarak izini kaybettirerek ve bir daha kendisinden haber alınamaması romanın olay örgüsünü oluşturan olaylar zinciridir.

Yazar Hakkında Bilgi - 
Yaşar Kemal (1923 – 2015) 

Romancı, senarist, öykü yazarı. Çukurova da doğan yazar çocukluk döneminde Diyarbakır, Urfa daha sonra da İslâhiye’de kalmıştır. Yaşar Kemal öğrencilik dönemlerinde ırgat kâtipliği, memurluk, kontrolörlük ve vekil öğretmenlik gibi birçok işte çalışmış; hayatın zorluklarıyla pişmiş bir yazardır. Küçük yaşlardan beri edebiyatla ilgilenmeye başlamış, ilkokulda ilk şiirini yazmıştır.

Türk edebiyatının en velut ve tanınan yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal, edebiyat hayatına Türk Sözü gazetesinde başlamıştır. Onu edebiyat hayatında tanıtan ilk eseri Sarı Sıcak’tır Daha sonra İnce Mehmet roman serisi ile bütün Türk ve dünya edebiyatına adını duyurmuştur. İnce Mehmed’i 8 yılda yazmıştır. Sömürülen halka, ezilen insanlara destek olmak için romanlarını yazdığını belirtir.

Romanlarında yüksek zümreden olan kişiler değil hep halk kahramanları yer almıştır. Türk ve dünya edebiyat çevreleri tarafından yüzlerce ödül almış, ancak Nobel Edebiyat ödülünü alamamıştır. 2011’de Fransa’da Lecon de Hannover ödülüne layık görülmüş, Türkiye’de de 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü almıştır.

Başlıca Eserleri


Sarı Sıcak
Bütün Hikâyeleri
Taş Çatlasa
Binbir Çiçekli Bahçe
Bugünlere Bahar İndi
İnce Mehmet 1-2-3-4
Akçasazın Ağaları 1-2
Deniz Küstü
Teneke
Yılanı Öldürseler
Yer Demir Gök Bakır
Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana
Yağmurcuk Kuşu
Tek Kanatlı Bir Kuş
Ağrı Dağı Efsanesi
Binboğalar Efsanesi
Üç Anadolu Efsanesi
Çakırcalı Efe

Anna Kareninna (Lev Nikolayeviç Tolstoy) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Anna Kareninna

Kitabın Adı :
Lev Nikolayeviç Tolstoy

Kitap Hakkında Bilgi :

Rus edebiyatının tanınmış romanlarından olan Anna Karenina, realist bir eserdir. Tolstoy, bu eserinde kişileri tek tek ruhsal açıdan incelemiş, romanına psikolojik boyut kazandırmıştır. Anna Karenina’da dürüst bir ev liliğin getirdiği mutlulukla evlilikteki yasak aşkın yol açtığı yıkım anlatılır. Bu romandan 19. yüzyıl Rus aile yapısı hakkında bilgiler edinilebilir.

Kitabın Özeti :

Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Kibarlığı ve saygıdeğer kişiliği ile çevresinde hayranlık uyandırmaktadır. Kocası, yüksek bir devlet memurudur. Anna Ka-renina’nın monoton bir evlilik hayatı vardır; bütün mutluluğu evinde ve çok sevdiği çocuğunda bulmaktadır.

Bir gün, Anna Karenina’ya, ağabeyi ile yengesinin aralarının açıldığı haberi gelir. Anna onları barıştırmak için Moskova’ya gider. Orada Vronski adında yakışıklı, genç bir kontla tanışır. Kontun, Anna’nın akrabası olan bir genç kızla seviştiği haberi ortalıkta dolaşmaktadır. Aslında Kont Vronski, ilk görüşte Anna’ya hayran olmuş ve genç kadına kur yapmaya başlamıştır. Önceleri ilgisiz davranmaya çalışan Anna, bir süre sonra dayanamaz, Vronski’nin aşkına karşılık verir. Bu durum birçok dedikoduya neden olur. Genç kadın bunları umursamaz. Hatta durumu, kocasına bile anlatır. Ağırbaşlı, dedikodudan korkan bir adam olan kocası, karısının itirafları karşısında sarsılır, ama belli etmez. Çevreye karşı itibarlarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder. Kocası, Anna’ya, çocuğunun geleceğini düşünerek bu ilişkiye son vermesini ister. Fakat Anna, Vronski’yle birlikte İtalya’ya kaçar.

Anna ile Vronski İtalya’da gözlerden ırak yaşarlar. Dönüşlerinde hiç kimse onlarla arkadaşlık yapmak istemez; dışlanırlar. Bu durum Anna’nın sinirlerini iyice bozar. Sevgilisiyle aralarında huzursuzluk başlar. Vronski de kayıtsız, içe dönük bir kişi olmuştur. Anna, Vronski’nin artık kendisini sevmediğini düşünmeye başlar. İyice bunalıma girer. Yaptıklarından büyük pişmanlık duyar ve sonunda intihar eder. Anna’nın ölümünden sonra Vronski de manevi bir çöküntü içine girer. Çareyi orduya yazılmakta bulur.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...