11 Nisan 2019 Perşembe

Yılkı Atı (Abbas SAYAR) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Yılkı Atı

Kitabın Yazarı : Abbas Sayar

Kitap Hakkında Bilgi :

Bu roman Abbas Sayar'ın ilk romanıdır ve 1970'te yayınlanmıştır, TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında Yılkı Atı adlı romanıyla başarı ödülü almıştır. İçeriği ve kahramanları ile farklı bir romandır. Çünkü eserde ana kahramanlar atlardır, insanla tabiatın, atların ilişkisi ele alınmıştır. Eserde üzerinde durulan ana konular tevekkül, yoksulluk, tabiat, geleneklere bağlılıktır.

Kitabın Özeti :


İbrahim, tarlada çift sürmektedir. Bulunduğu köy, Anadolu'nun yoksul köylerinden biridir. Köyde kış, acı yüzünü göstermeye başlamıştır. Rüzgârlar sertleşmiş, kavak ağaçları yapraklarını dökmeye başlamıştır. İbrahim, bu yılki mahsulünü düşünür. Saman da, ürünler de kıt kanaat ancak yetecektir. Samanları düşünen İbrahim, Dorukısrak'ını hatırlar. Öküzleri köye doğru sürerken hayaller kurar. Bir harman dolusu buğdayının, arabalarının, konağının, bir sürü atlarının olduğunu hayal eder. İbrahim, bu kadar zenginliği olsa çalışanlarına hep hakkını vereceğini düşünür. Köyde öküzlerini suladıktan sonra İbrahim eve döner. Büyük oğlu Mustafa'ya Dorukısrak'ı dağlara sürmesini söyler. Dorukısrak'in artık yılkı atına salınma vakti gelmiştir.

Mustafa ve küçük kardeşi Hasan, Dorukısrak'a atlayıp dağlara sürerler. Bir de taş atarak onun incinmesine neden olurlar. Dorukısrak'ı kovalarlar. Onlar köye dönünce Dorukısrak, yuvasından ve tayından uzak yerlerde tek başına kalakalır. Karanlık çökünce köye gider. Ahırının kapısını zorlar, kapı açılmaz. İmam, yalnız kıldığı namazdan evine döndükten sonra gece dışarda, Dorukısrak ve köpeklerden başka hiç kimse kalmaz.

Dorukısrak sonraki gün de aynı şeyi yapar. Artık gündüzleri kimse görmeden sürüye kanşıp tayını sevmekte, akşam da Mustafa ve Hasan'in taşlamaları yüzünden dağa kaçmaktadır. Üçüncü gün, İbrahim Dorukısrak'ı acaip şekilde döver. İbrahim, ona yarışlar kazandıran, tay veren, yıllarca yanından ayrılmayan bu atı, artık işe yaramadığı gerekçesiyle istememektedir.

Bir gün sonra, Tombak Emmi, İbrahim'in emri üzerine Dorukısrak'ı bir köylüye verir. Köylünün adı Kaşifinoğlu'dur.

Kaşifinoğlu, Dorukısrak'ı çok uzaklara götürür ve bırakır. Dorukısrak'ı tayını çok özlediği için yine ahırını bulur, komşular onun İbrahim'in atı olduğunu anlayınca ona acır. Doru-kısrak artık çok yıpranmıştır, köye son defa bakar ve köyü terk eder.

Doru, yapayalnızdır artık. Çok acıkmakta fakat ot bulamamaktadır. Dolaşırken kendisi gibi yılkıya salınmış bir atla -Çilkır'la- karşılaşır. Birlikte güneye doğru inerler. Ovada onlar gibi 7-8 at daha vardır. Bütün atların koruyucusu olan atın adı Demirkır'dır. Doru da onlara katılır, bir hayat sürmeye başlar. Sadece tayını çok özlemektedir.

Bir gün, Dorukısrak'ı kıskanan Çilkır'la Aygır kavga ederler. Çilkır yenilince gururu kırılır, herkese küser. Kış gelmiştir, her yeri kar kaplamıştır. Kurtların hücumuna uğrarlar, Aygır hepsini kurtarır.

İbrahim, Doru gittikten sonra çok asabileşir. Dorukısrak'ı düşünmekte fakat arasa da bulamamaktadır. Köylüler de ettiğini bulduğunu düşünmektedir.

Havanın çok soğuk olduğu bir gün, Dorukısrak hastalanır, bir köye doğru gider. Hıdır Emmi adında biri ona acır, bakar ve onu iyileştirir. Dorukısrak, bir köyde emniyette iken arkadaşlarına yine kurt saldırır ve Çilkır' ı öldürürler. Dorukısrak'a çok iyi bakılmakta, arpalar yedirilmekte, üstü kilimlerle örtülmektedir. Bir insana bakılır gibi bakılmaktadır. Bu iyi insanlar, iyileşince onu törenle köyden gönderirler.
Arkadaşlarını bulunca Çilkır'in öldürüldüğünü duyar ve çok üzülür. Artık mart ayı gelmiş, kış yerini bahara bırakmıştır. İki atı yılkı tüccarları zorla götürürler.

İbrahim ise bahar gelince tek başına da olsa Dorukısrak'ı bulmaya karar verir. Ovaya iner. Dorukısrak'ını bulur. Tayı annesinin yanına gönderir, böylelikle Doru'nun geleceğini zanneder. Tay ve Dorukısrak tam aksine koşmaya başlarlar, bir süre sonra gözden kaybolurlar. İbrahim yaz kış onları arar; fakat bulamaz.

Yılkı Atı (Abbas SAYAR) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Drina'da Son Gün (Faik Baysal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Drina'da Son Gün

Kitabın Yazarı : Faik Baysal

Kitap Hakkında Bilgi :

Eser, Faik Baysal'ın belgesel niteliğinde bir savaş romanıdır.

Romanın en önemli özelliği, ilk kez bir Türk yazarının yurt dışında geçen yaşanmış olayları, evrensel bir düzeyde anlatmasıdır.

1972'de yayınlanan Drinada Son Gün, Yugoslavya'da geçmekte ve eski bir Türk ailesinin iç savaş sırasında Türkiye'ye göçmesini anlatmaktadır.

II. Dünya Savaşında zulüm çeken Türklerin hayatını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Kitabın Özeti :

Yaz akşamları daima kırmızı akan Çeotina Suyu boyunca bir otobüs Taşlıca, Priboy, Vişigrad yolcularını aldıktan sonra batıya doğru yol almaktadır. Çok eski ve sürekli bozulan Fiat marka otobüste yolcular iç içedir. Birden korkunç bir şey olur. Hitler'in askerleri otobüse doğru yaklaşmaktadır.

Yolcular tedirgin olur. Korkudan ne yapacaklarını bilemezler. Çünkü Alman askerleri o günlerde Yogoslavya'da suçsuz pek çok kişinin hayatına son vermiştir. Askerler gelir ve sakallı bir adama doğru silahlarını doğrulturlar. Adamın hâli onları şüphelendirmiştir. Adamın her yerini kontrol ederler, zorla eskimiş botlarını dahi çıkarttırırlar. Hiçbir şey bulamayınca öfkelenirler ve işkence yapmak için adamı yanlarına alırlar. Birkısım Alman askerleri de otobüsün üstündeki tavukların tamamının kafasını koparıp onları ezer. Bu manzara yolcuların midesini bulandırır. Tavukların yerinde kendilerinin olabileceğini düşünürler. Götürülen adamın adı Popoviç'tir. Sırp, Hırvat, Türk, her milletten insanın olduğu otobüste Alman askerlerine, yaptıkları zulümden dolayı lanetler yağdırılır. Fakat kısa süre sonra Hırvat, Türk ve Sırplar arasındaki düşmanlık, kavgalarla ortaya çıkar. Bir Türk olan Mehdi Azamoviç Balkanlara çıktığı söylenilen ve kahraman sanılan Neniç ve Mihailoviç'e lanet eder. Onların Türkleri oradan kovmaktan başka bir şey istemediklerini söyler. Çocuğu hasta olan bir Sırp kadın, Neniç'in kahraman olduğunu haykırınca Türkler neredeyse onu öldürecek hâle gelir. Sonra anne olduğu İçin affederler.

Otobüsteki pipolu adam daha sonra Mehdi ile görüşmek istediğini söyler. Mehdi, Selmonoviçlerin evinde kaldığını söyleyince birden bütün otobüs susar. Bu eski, köklü bir aile olan Selmonoviçlerin herkes üzerinde etkin bir rolü vardır. Türklerin sonsuz cesaret ve ümit kaynağıdırlar. Neniç ve Mihailoviç, Almanlardan çok bu aileden korkmaktadır.

Otobüs sakin bir şekilde yoluna devam ederken Çentikler arabayı pusuya düşürür. Sırp kadın bağırmaya başlar: "Kahrolsun Türkler, Kahrolsun Almanlar!" Kadın âdeta Türklerden öç almaktadır. Kapıları kırarak giren Çetnik haydutları herkese bağırarak paralarını almaya başlar. Haydutlar çocuğu ağladığı için en çok Sırp kadına işkence yaparlar. Herkesin bütün değerli eşyalarını aldıktan sonra çekip giderler.

Otobüsün ilk durağında Mehdi Azamoviç iner. Evine gider. Savaştan nefret etmektedir. Yol boyunca yaşadığı tehlikeler onun moralini iyice bozmuştur.

Azamoviç, evinde dinlenmek üzere yattığında birinin kendisine doğru yaklaştığını duyar. Çok korkar. Ölümü yanı başında hisseder. Gelen on iki yıllık arkadaşı Sırp Mordaç'tır. Mordaç, beş ay önce aniden kaybolmuştur. Bir Türk çiftliğinde çalıştığı için öldürüldüğüne İnanılmaya başlanmıştır. Fakat şimdi çökmüş bir hâlde de olsa sapasağlam karşısındadır. Arkadaşı yanlarından ölümle tehdit edildiği için ayrılmıştır. Şimdi herkesin kahraman sandığı katil, hırsız Neniç'in yanında Almanlara karşı savaşmaktadır. Azamoviç, arkadaşına ne kadar Neniç'in bir kahraman olmadığını anlatsa da Mordaç ona inanmaz. Neniç'in Alamanların işini bitirdikten sonra Türkleri de bu topraklardan atacağını söyler. Bir süre sonra çiftliği de basacaklardır. Tek şartları çiftliğin sahibi Rıza Selmanoviç'in kızı Elmasa'y1 vermeleridir. Çetenin önde gelenlerinden Gorli, kıza göz koymuştur. Ayrıca Almanlar atılına kadar çeteyi beslemelerini istemektedirler. Azamoviç, Mordaç'in bu kadar nankör olabildiğine inanamaz. Selmanoviç yıllarca Mordaç'ı her kötülükten korumuştur. O yüzden, Azamoviç çok sinirlenir onun tekliflerine. Böyle ahlaksız bir örgütün Yugoslavya'nın bağımsızlığı için çalıştığına inanmaz. Mordaç gider gitmez Alman askerleri kapıya dayanır. Azamoviç, hayatının tehlikeye girmesine rağmen Mordaç'ı ele vermez. Almanlar adamı bulamayınca çeker giderler. Fakat giderken arabaları ile yüzlerce insanı besleyen tarlaları çiğnerler. Azamoviç bunu yapmamaları için yalvarsa de bir işe yaramaz. Toprağı ölmüştür. Aç kalacak çocukları düşünerek ağlamaya başlar.

Rıza Selmanoviç gece rahat bir uyku uyuyamamıştır. Türklerin hâlini düşünmektedir. Bir de Almanların sürekli bombaladığı Londra'da olan oğlundan uzun zamandır mektup alamamaktadır. Sabah bir gazeteyi okurken yakından tanıdıkları Mirza adındaki bir kadının Almanlar tarafından kurşuna dizildiği haberini okurlar. Herkes şok olur. Namuslu bir kadın olarak bildikleri Mirza, Neniç'in metresi olduğu için öldürülmüştür. Rıza Selmanoviç artık doğru ile yanlışı ayırt edememektedir. Aynı gün kötü haberlerin devamı gelir. Aile dostları Osmaniç, Neniç'in adamları tarafından dövüle dövüle kemik torbasına dönmüş bir hâlde evinde can çekişmektedir. Kısa süre sonra da ölür. Rıza Selmanoviç'in içindeki nefret iyice büyümektedir.

Birkaç hadiseden sonra Selmanoviç, eli silah tutan Türkleri toplayarak Balkanlarda savaşmaya karar verir. Yardımcısı Nezir'le çiftliğe giderler ve Mehdi Azamoviç'i bulamazlar. Tekerlek izlerinden Almanların Mehdi'yi götürdüklerini anlarlar.

Mehdi Azamoviç, Alman askerlerinin elindedir. Askerlerin elindeki tek esir Mehdi değildir. Mirza da ellerindedir. Alman komutan, kadına karşı kötü niyetlidir. Mirza kötü emellere alet olmamak için direnmektedir. Alfons Karr adındaki komutan, Mirza'ya emellerini açıkça söyler. Kabul edilmeyince onun Neniç'in metresi olduğunu itiraf etmesini söyler. Mirza suçsuz olduğu hâlde mecbur kalır ve kurşuna dizilmek üzere hücreye gönderilir. Alfons Karr, bununla da yetinmeyerek öldürüldükten sonra çocuklarının getirilip annelerinin cesetini görmelerini emreder. Mehdi, bu olanlar karşısında buz kesilmiştir. İnsanlığa, zavallı kadına yardım edemediği için lanetler yağdırır. Mirza az sonra kurşuna dizilir ve çocuklarının anneleri öldürülürken seyretmeleri sağlanır. Tam bir vahşettir. Azamoviç de aynı akıbete uğrar.

Türkler,Türk Divisia adlı bir örgüt kurmaya karar verirler. Örgütün başı Rıza Selmanoviç'tir. Selmanoviç Belgrad'a gider. Belgrad yıkılmış, herkes işsiz kalmıştır. Savaş, her yeri mahvetmiştir. Burada şehrin en zenginlerinden Türk iş adamı İstanbuloviç'ten yardım istemeye gider. İstanbuloviç ve diğer iş adamları her türlü yardımı yapacaklarını vaat ederler. İşler iyi gitmesine rağmen Selmanoviç havaya uçan insan parçalarını ve Belgrad'ın bombalarını unutamaz. Selmonovİç'İ daha sonra uğradığı Nevesni'de daha kötü sahneler beklemektedir. Yüzlerce insan ölmüştür. Cesetlerden başka bir şey görülmemektedir.

Bu arada Dündar Selmanoviç, ailesinin yanına dönmeye karar verdiği gün öldürülür. Türk Divisia örgütü de Balkanlarda Türklere yapılan kıyıma boyun eğmeyerek, halkı korumaya çalışmaktadır. Başta Selmanoviç olmak üzere örgütün baştaki üyeleri her zorluğa göğüs germektedir.

Selmanoviç ve arkadaşlarını etkileyecek bir olay meydana gelir. Mordaç örgütün önde gelenlerinden Çavuş'u öldürürken, daha sonra da Selmanoviç'in kızı Elmasa'yı kaçırırken yakalanmıştır. Mordaç, Neniç'in Alman uşağı olduğunu anlamış, artık Gorli için çalışmaktadır. Selmanoviç ve arkadaşlarının elinden kurtulur; fakat bu sırada onun çok sevdiği katil Gorli de layık olduğu şekilde öldürülmüştür.

Bahar geldiğinde Drina'da havalar çok serttir. Türkler gittikçe zor duruma düşmektedir. Her gün onlarca Türk öldürülmektedir. Savaş, pek çok ülkeye sıçramış, Hitler'in galip çıkamayacağı belli olmaya başlamıştır. Mihailoviç ve grubu önlerine gelen her Türk'e olmadık işkenceleri yapmaktadır. Osmaniç'in karısı, kızı, Şevvale Ana, Elmasa yurtlarından, evlerinden ağlayarak kaçmaya başlamışlardır. Peder Yuvan, kadın ve çocuklardan oluşan bu Türklere yardım eder. Onların kaçması için her şeyi yapar. Fakat yolda Mihailoviç'in adamları arabaya baskın yaparak pederi öldürürler. Bir Hristiyan papazı kendi dininden olmayanları kurtarmak için ölmüştür. Bu arada Türk askerlerinin yardımı ile kurtulurlar ve papazı ağlayarak gömerler. Başta Şevvale Ana olmak üzere hepsi ağlayarak Fiat marka otobüse binerler Türkiye'ye gitmek üzere; fakat vatanlarına tekrar dönmek üzere.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Rıza Selmanoviç: Drina'da yaşayan köklü bir Türk ailesine mensuptur. Çocukları ve ailesi ile mutlu bir hayat yaşayan Selmanoviç, çevresi tarafından itibar gören, saygılı, olgun ve vatansever bir kişidir.

Mehdi Azamoviç: Hukuk mezunu olduğu hâlde toprağı çok sevdiği için Selmanoviç ailesinin çiftliğinde çalışan biridir. Olgun, milletini çok seven, vefalı ve cesur bir insandır.

Mordaç: Eşinin Almanlar tarafından öldürülmesinden sonra koyu bir Alman düşmanı olmuştur. Aynı zamanda Türklerden de nefret eder ve ahlaksız bir örgüt içinde ahlaksız eylemlerde bulunur.

Neniç ve Mihailoviç: Halk tarafından kahraman sanılan iki eşkıyadır. Savaştan yararlanarak her türlü zulmü ve ahlaksızlığı yapan iki Sırp lideridir.

Alfons Karr: Zalim Alman komutanıdır. Ahlaksız, vicdansız biridir.

Mirza: Belgrad Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirmiş, saygıdeğer, kültürlü, çocukları için yaşayan bir kadındır. Almanların kötü emellerine karşılık vermediği için öldürülür.

Kaplumbağalar (Fakir Baykurt) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Kaplumbağalar

Kitabın Yazarı :
Fakir Baykurt

Kitabın Özeti:

Tozak köyü, Ankara’ya yüz km mesafededir. Köyün suyu yok denecek kadar azdır. Kızılırmak köyün uzağından geçtiği için bir yararı dokunmaz. Köylüler alevidirler. Geleneklerine ve göreneklerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Çoğunlukla okuma yazma bilmezler ama sağduyuları kuvvetlidir.

O yıl Tozak’a yine yaz gelmiştir, kuru sıcak yine çevreyi kavurmaktadır. Köylüler neşeli insanlardır. Ne kadar sıkıntılı olursa olsunlar, şarap içerek eğlenirler. Şarap ihtiyacını çevre köylerden karşılarlar. Kendi toprakları hem susuz, hem de kıraçtır. Bundan ötürü köyde tek bir yeşillik yoktur. Şaraba olan düşkünlükleri, yöredeki içkiyi günah sayan Sünni köylerce alay konusu olur. 

Her üzüm alım satımında Tozaklılar bin bir güçlükle karşılaşırlar. Bu durum çok ağırlarına gider. Köyün eğitmeni Rıza’nın öncülüğü ile toprak kazılıp, bellenir, taşları ayıklanarak üzüm bağı haline getirilir. Çocuk çocuk, tüm köylü büyük bir hevesle çalışır. Bağlarına bir zarar gelmesin diye, köyün en yaşlısı Kır Abbas bile, karşılığında hiç bir şey almadan gece gündüz bekçilik yapar.

Altı yıl sonra bozkır yeşerir, asmalar üzüm vermeye başlar. İlk ürün o kadar çok olur ki bol şarap yapıldıktan başka pekmez de kaynatılır. Artanı yol üstün çıkarılarak satılır.

Şimdi Tozak köylüleri için yeni bir dönem başlamıştır. Herkes eski uyuşukluğunu atmış, canlı, çalışkan, hayat dolu birer insan olmuştur. Yazık ki mutlulukları uzun sürmez.

Bir gün şehirden kadastro komisyonu çıka gelir. Memurlar bu yeşeren toprakların kimin olduğunu sorarlar. Gerçi topraklar öteden beri köyün ortak malıdır ama köylüler bunu ispat edemezler. Bu yüzden hazine topraklarına el koyar, yeniden köylüye satmayı teklif eder. İstenen para yüksek olduğundan kimse ödeyemez. Günü gelince bağlara haciz konur. Köylülerin borçlarına karşı çıkacak olan ürün alınacaktır.

Tozak, günlerce bu duruma bir çözüm yolu arar, bulamaz. Üzümlere çocuğu gibi bakan Kır Abbas, emeklerinin ürününü başkasına vermektense kendi hayvanlarına yedirmeyi yeğ görür. Köyün bütün hayvanlarını bağlara sürer. Bağlar bir anda eski kıraçlığına bürünür. Durumu acıyla seyreden köylüler ağlarlar. Artık umutları suya düşmüştür. Yapacak bir şey kalmamıştır. Eski uyuşuk hallerine dönerler. Her biri küsüp kabuğuna çekilir.

Yedinci (7.) Gün (Orhan Hançerlioğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Yedinci (7.) Gün

Kitabın Yazarı : Orhan Hançerlioğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Orhan Hançerlioğlu'nun 1957 yılında yayınlanan romanıdır. Eser, değişik bir biçim kullanılarak yazılmıştır. Hikâye hacmindedir. Orhan Hançerlioğlu, eserinde Tevrat'tan Allah'ın dünyayı yarattığı 7 günle ilgili bölümleri alıntı yapmıştır. Bu alıntıların altına bölümler hâlinde bir insanın 7 günlük hayatını anlatmıştır.

Kitabın Özeti :


Ömer, çalıştığı bankanın genel müdürüdür. Bir gün, üstü olan müsteşar onu odasına çağırır ve bakana verilmesi gereken evraklarla ilgili sorular sorar. Çok asabi bir hâlde ve onu aşağılayarak gururunu rencide eder. Ömer, buna dayanamaz ve müsteşarın suratına üst üste yumruklar indirir. Müsteşarın yüzü gözü kan içinde kalır. Ömer, sinirlenerek odasına gider. Müsteşarın onun işine son vereceğini düşünmektedir. Odasından silahını ve banka cüzdanını alır. Aniden İstanbul'a kaçmaya karar verir. Uçakta bir saat sonrasına yer ayırtır. O, çıkarken binadaki tüm çalışanlar saygılarından ayağa kalkar. Ömer, yalnızca odacı Hasan'a yüklü bir bahşiş verip veda eder.

Uçağa bindiğinde geçmiş günlerini düşünür. Çok iyi bir mevkisi, bir karısı, iki çocuğu vardır. Fakat o artık bu şekilde yaşamaktan bıkmıştır. Her gün 7:30'da işe gitmekten, aynı işleri yapmaktan usanmıştır. Hayatının anlamı olmadığını düşünmektedir. Bu yüzden kendini öldürmeye karar vermiştir. Yanında çok az bir para vardır. Bankada ise onu idare edebilecek bir miktar parası bulunmaktadır. Çocukluğunun, gençliğinin, üniversite hayatının geçtiği İstanbul'a gittiği için mutludur. Onu kimse orada bulamayacaktır. Çünkü on yıldan beri ilk kez İstanbul'a gitmektedir.

Sirkeci'de küçük bir otele gider. Bir oda kiralar. Pis bir yerdir burası. Silahı alnına dayar, kendini tam öldürecekken uyumaya karar verir. Ertesi gün, garson Necmettin'in sesi ile uyanır. Onun getirdiği yemeklerden yer ve sadece o an için hayatın yaşanmaya değer olduğunu düşünür. Ölümünün ailesi ve iş yerindekiler tarafından nasıl karşılanacağını düşünür. İyi bir işi, ailesi olan birinin kendini öldürmesinin delilik olduğunu düşünecek ve onun deli olduğuna karar vereceklerdir büyük bir ihtimalle.

Ertesi gün, Ömer birkaç günlük sakalla ve gözleri iyice çökmüş hâlde dışarı çıkar. Son günlerini istediği gibi rastgele yaşamak istemektedir. Bir kahveye gider. Bir gazete alır. Gazetede kendi resmini ve kayıp ilanını görür. Gençlik resmi olduğu için kimse tanıyamaz onu. Bankadaki parasını çekip aklına geldiği gibi harcadıktan sonra kendini öldürmeye karar verir. Bankaya gider. Çalışan bir bayana cüzdanını verir ve parayı çekmek istediğini söyler. Bayan, onun yıllar önceki sevdiği kız GönüPdür. Gönül, ona hiç yüz vermez. Çünkü Ömer, askere gitmeden ona söz vermiş; fakat tekrar dönmeyip orada bir başkasıyla evlenmiştir. Ömer, oradan ayrılırken Gönül'ü tekrar kazanmak isteğiyle yanıp tutuşur.

Oteline gider. Otelden Tarlabaşı'ndaki bir pansiyona yerleşir. Odasında kendini öldürecekken pansiyonun sahibi olan yaşlı kadın, hiçbir şeyin ölmeye değmeyeceğini anlatır ona. O da kadından Gönül'ü getirmesini rica eder. Kadın, Gönül'e Ömer'den bir mektup götürür. Mektupta, "Ölmeden önce seni görmek istiyorum." yazmaktadır.

Ertesi gün Gönül, Ömer'in yanına gelir. Onun burada kalamayacağını, Fatih'te evlerinin orada bir oda kiralamalarının daha iyi olacağını söyler. Ömer eşyalarını toplayarak Gönül'ün evine gider. Gönül yemek hazırlarken onun odasında yıllarca önce Gönül'e yazdığı aşk mektuplarını görür ve okur. Eski anıları canlanır. Geçmişte Gönül'ü o kadar sevdiği hâlde nasıl olup da bu kadar yıl onu unuttuğuna şaşırır. Geceyi Gönül'ün evinde geçirir. Artık çok mutludur.

Ankara'dan ayrıldığı 7. gün Ömer kendini öldürmek istediği silahını satar ve Gönül'ün mahallesinde bir iş yeri kiralar. Artık yepyeni bir hayata başlamıştır ve hayatın yaşanmaya değer olduğunu düşünmektedir. Ankara'daki tekdüze hayatından ve ailesinden uzakta Gönül'le dünyaya başka gözlerle bakmaya başlamıştır.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Ömer: Orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ömer, üniversiteyi bitirdikten sonra zengin bir albayın kızı ile evlenmesi sayesinde genel müdürlüğe kadar yükselmiş bir kişidir. Fakat hayatının tekdüzeliğinden sıkıldığı için intihara karar verir.

Rezzan: Ömer'in karışıdır. Varlıklı bir ailenin kızı olduğundan biraz sorumsuz ve maddi yaşama düşkün biridir.

Sevgi: Ömer'in 16 yaşındaki kızıdır.

Işık: Ömer'in 13 yaşındaki oğludur. Yemeğe düşkün, çok şişman bir çocuktur.

Gönül: Ömer'in gençlik aşkıdır. Esmer, kısa boyludur. 40'lı yaşlarında olmasına rağmen hiç evlenmez, Ömer'e sadık kalır. Bankada çalışmaktadır.

Necmettin: Ömer'in kaldığı Sirkeci otelindeki garson. Onun işlerini görür.

Karartma Geceleri (Rıfat Ilgaz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı :
Karartma Geceleri

Kitabın Yazarı : Rıfat Ilgaz

Kitap Hakkında Bilgi :

Eser, İstanbul'un İkinci Dünya Savaşı zamanını ele almaktadır. Kentte baskın tehlikesine karşı geceler karartılmaktadır. Şehirde sağcı solcu davaları ve sıkıyönetim de baş göstermektedir. Karartma Geceleri romanının ana kahramanı olan Mustafa Ural, böyle bir dönemde yazdığı kitaplardan dolayı tutuklanan bir aydın olarak ele alınır. Biyografik özellikler taşıyan Rıfat Ilgaz'ın bu romanında bir aydın kişinin fikirlerinden dolayı düştüğü sıkıntılı durumlar ve savaş dönemi İstanbul'unun siyasi, ekonomik ortamı çarpıcı bir şekilde sunulmaktadır.

Kitabın Özeti :

Mustafa Ural bir süredir hapishanededir. Çok zor şartlar altında yaşamaktadır. Kaldığı oda nem ve pire içindedir. Verilen yemek ise sadece kuru bir ekmektir. Mustafa Ural, insan yüzü göremediği bu yerde, suçunun ne olduğunu bilmeden günlerini geçirmektedir. Tarihin 6 mı, 7 mi yoksa 8 Haziran mı olduğunu bilmemektedir. Bir süre sonra ani bir değişiklik olur. Koğuşların hepsi boşaltılmaktadır. Bütün hapishane boşalır. Mustafa Ural, günlerden sonra ilk defa gökyüzünü ve İstanbul'u gördüğü için mutludur. Fakat bu değişikliğin sebebini anlayamaz. Mahpuslardan biri savaş dolayısıyla sığınaklara götürüldüklerini söyler. Komutan, konuşanı vuracaktır. Mustafa Urapın Halil adındaki başka bir mahkûmla konuştuğunu görür komutan ve onları taş odaya gönderir. Taş oda, en korkunç cezaların verildiği kısımdır. Taş odada Halil'le sohbet etmeye başlayan Mustafa ona hapse giriş sürecini anlatmaya başlar.

Mustafa Türkçe öğretmenidir. Sıkıyönetim bölgesindedir. Mustafa, rahatsız olduğu için bir süre sanatoryumda kalmıştır. Bu yüzden raporludur. Bir öğretmen arkadaşı yanına gelir ve eserlerinin tehlikeli görüldüğünü ve dikkatli davranması gerektiğini söyler. Kitapları toplatılmaktadır.

Mustafa, arkadaşından sonra evine gittiğinde apartmanın kapısında polisleri görür. Ayten, gelmemesi için uyarır. Mustafa, hakkında tutuklanma kararının çıktığını anlar ve ne yapacağını şaşırır. Karısının yanına gider ve şifreli bir şekilde durumunu anlatır. Eşi, ona bir miktar para verir. Mustafa, hep yakalanacağı korkusuyla İstanbul sokaklarını dolaşır. Arkadaşı asteğmen İlhan'ın yanına gider. Ondan kimsenin şüphelenmeyeceğini düşünür. Fakat arkadaşı ona çok soğuk davranarak başını derde sokmamasını anlatır ve teslim olmasını söyler. Mustafa, çok büyük hayal kırıklığına uğrar ve dostluklarının bittiğini söyleyerek oradan ayrılır. Gece, evine gider. Karısı polislerin her yerde onu aradığını ve kitaplarının tamamen toplandığını söyler.

Sabaha doğru evden bir yabancı gibi çıkar. Gazetelerden iki yüz kişinin tutuklandığını, kendisinin de arandığını okur. Suçu, propaganda mahiyetinde kitap yayınlamaktır. Sokaklarda yakalanma korkusuyla geçirdiği bir günden sonra dostu Cengiz'in yanına sığınır. Cengiz, istediği kadar yanında kalabileceğini söyler. Mustafa çok sevinir. Tek göz bir odada kalan Cengiz'in evindeki en büyük sorun odun ve kömürdür. Tüm şehirde odun, kömür çok pahalıdır. Cengiz ve Mustafa paralarını birleştirerek aldıkları odunlarla ısınmaya çalışırlar. Cengiz, Mustafa'ya her konuda saygı duymakla birlikte politikadan uzak durmaktadır. Fakat hocasını bu zor günlerinde, saklamakta kararlıdır.

Mustafa, Cengiz'in evinde sessiz, sakin bir süre geçirir. Fakat bir gün Cengiz'in kız arkadaşı Çiğdem eve gelir. Çiğdem Mustafa'nın bir kanun kaçağı olduğunu anlar ve polise şikâyet edeceğini söyler. Mustafa bu yüzden buradan ayılmak zorunda kalır. Yine sokaklardadır. Ne yapacağını bilemez Gördüğü her kişiden şüphelenir. Yakalanma korkusu ile geçen bir süreden sonra babaannesi ile yaşayan Nihat'ın yanına gitmeye karar verir. Nihat, okulunu uzattığı için bitirme sınavlarına hazırlanmaktadır. Nihat, babaannesine Mustafa'yı gündüzleri eve gelip ona ders anlatan bir hoca olarak tanıtır. Birkaç gün Mustafa burada dinlenir. Hatta sağlığı de düzelir. Fakat bir gün Nihat'ın babaannesi Mustafa'nın orade kaldığını anlar ve çok sinirlenir. Mustafa oradan da ayrılmal zorunda kalır.

Bir gece Mustafa yolda bir polise yakalanır. Sıkı yönetim günleri olduğu için kimliğini sorar polis. Mustafa kendisini bir kadın arkadaşının yanından gelen bir öğretmen olarak tanıtır Acele ile çıktığı için ceketini güya onun evinde unutmuş ve kimliği de içinde kalmıştır. Böylelikle kurtulur. Mustafa, Cengiz kız arkadaşından ayrıldığı için onun yanında yeniden kal maya başlar. Karısını ve çocuğunu çok özlediği bir gün he şeyi göze alarak gece yarısı evine gider. Karısı ona çok soğuk davranır. Neredeyse onun teslim olmasını istemektedir. Muşta fa Ural, karısının davranışlarına bir türlü anlam veremez. Bu arada kapı çalınır. Gelen komşularının kızı Ayten'dir. Ayten babasının Mustafa'yı polise şikâyet etmeye gittiğini söyler Mustafa'nın hemen kaçması gerekmektedir. Mustafa kaçarken onu en çok üzen Şükran'in onu uğurlamamasıdır.

Mustafa polisten kaçmaya başladığından beri bir ay geçmiştir. Maaşını karısının yardımı ile alır. Bir gün Ayten'le buluşur. Ayten, hocasına yazdığı hikâyeleri okutur. Bir de Şük-ran'ın İlhan'la gezmeye gittiğini söyler. Mustafa'nın kalbine bir şüphe düşer. Karısının ve çocuğunun başında olmamasının sonunun böyle olmasına şaşırmaz.

24 Mayıs'tır. Mustafa'nın sağlığı hücrede kalmaya müsait hâle gelmiştir. Artık yakalansa dahi hapishane koşullarında yaşayabileceğini düşünmektedir. Ve beklenen gün gelir. Mustafa yolda önceden karşılaştığı polisle karşılaşır. Polis onun önceki sefer yalan söylediğini öğrenmiştir. Apar topar onu emniyete götürür.

Mustafa Ural ve Halil taş odada gözaltında iken bir gelişme olur. Mustafa, savcıya sevk olunmuştur. Mahkemede Mustafa'yı kötü bir sürpriz beklemektedir. Karısı Şükran da oradadır. Fakat karısının onun savcıya sevk olunduğunu bilmesine imkân yoktur. Bir başka mesele için orada olmalıdır. Birden bir duruşmada İlhan'ı görür. İlhan işlediği suçtan dolayı askerler tarafından sorguya çekilmektedir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Mustafa Ural: Yıllarca öğretmenlik yapmış, mesleğine derinden bağlı bir toplumcudur. Dönemin solcu kesimiyle benzer düşünceler paylaşır. Kitapları yüzünden tutuklanan aydınları temsil eder.

Şükran Hanım: Mustafa Ural'in karışıdır. Derleme müdürlüğünde çalışan bir memurdur aynı zamanda. Eşi ile duygusal ve düşünsel anlamda tam irtibat kuramamış, rahat bir hayatı tercih eden biridir.

Aliş: Mustafa Ural'in tek çocuğudur. Eserde hakkında çok bilgi verilmez.

Ayten: Mustafa Ural'in komşularının kızıdır. Mustafa Ural, bir süre ona ders vermiştir. Liseden sonra eğitimine devam etmediği hâlde sürekli kitap okuyan, akıllı bir genç kızdır. Mustafa Ural'a her konuda yardımcı olur.

İlhan Paytak: Mustafa'nın bir arkadaşıdır. Asteğmendir. Çıkarcı, bencil ve iyi gün dostu biridir. Romanın arka planında Mustafa'nın yokluğunda karısı ile ilişki kurduğu sezdirilir.

Cengiz: İktisat fakültesini okuyabilmek için ortaokulda öğretmenlik yapan bir gençtir. Mustafa Ural'in zor günlerinde en büyük yardımcısı olur.

Nihat: Mustafa'nın okulunu uzattığı için mezun olamamış dostlarından biridir. Zor günlerinde ona yardımcı olur.

Tütün Zamanı - Zeliş (Necati Cumalı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Tütün Zamanı - Zeliş

Kitabın Yazarı : Necati Cumalı

Kitap Hakkında Bilgi :


"Tütün Zamanı", Necati Cumalı'nın 1959'da yayımlanan romanı. Roman, İzmir'in bir köyünde geçen bir hadiseyi konu alır. Tütün zamanına denk gelen bir aşk öyküsü çerçevesinde bir Ege köyünün tarıma dayalı yaşamı, gelenek ve görenekleri, inançları, değerleri gözler önüne serilir.

1950'li yılları konu alan roman aynı zamanda yazarın çocukluğunun geçtiği yerde geçmesi nedeniyle otobiyografik özellikler taşır. Necati Cumalı'nın bu romanın bir başka özelliği de henüz yayınlanmadan filme çekilmiş olmasıdır.

Tütün ekicilerinin yaşamını gözlemci bir gerçekçilikle yansıtan ve temiz bir aşkı canlı, sürükleyici bir dille sergileyen romanın ikinci baskısı Zeliş (1971) adıyla yapıldı.

"Zeliş, Yağmurlar ve Topraklar, Acı Tütün" birbirini bütünleyerek "Tütün Zamanı" genel başlığıyla bir üçleme oluştururlar.

Kitabın Konusu :

Romandaki olaylar Urla'da tütün zamanı geçer. Babası Recep'in borçtan kurtulmak için Bekir'le evlendirmek istediği Zeliş, bahçe komşuları Ali Onbaşı'nın oğlu Cemal'e aşıktır. Bekir'e yüz vermeyen Zeliş, onun kendisini kaçıracağını öğrenince sevgilisiyle birlikte kaçar. Ama iki sevgili çok geçmeden yakalanırlar. Zeliş'in yaşı küçük olduğu için Cemal altı aya hüküm giyerse de sevgilisinden ayrılmak istemeyen kızın durumu, olup biteni izleyen halkın araya girmesine ve Recep'e çıkışmasına yol açar. Böylece Recep davadan vaz geçecek, iki sevgili evlenecektir.

Kitabın Özeti :


İzmir'in Urla yakınlarında bir tarlada temmuz sıcağı her yanı sarmıştır. Zeliha, bağlı keçinin kaçmış olduğunu görür ve annesine söyler. Annesi bağırmaya başlar. Kocası kahveden gelip de sağlam bir ip almadığı için keçi kaçmıştır. Keçi, çardaktan öbür tarafa gitmiş ve yan komşunun bahçesine girmiştir. Bahçeye bakan Kadıovacıklı Ali Onbaşı ve ailesi keçiyi yakalar. Fakat Zeliha'ya hiç kızmazlar. Ali Onbaşı'nın oğlu Cemal, Zellha'dan çok etkilenir. Zellha da bu görüşmeden sonra Cemal'i hiç aklından çıkaramaz. Bu arada Zeliha'nın yaşı evlenme çağına gelmiştir. Babası Recep, kızını Bekir'le evlendirmek istemektedir. Bekir; evi, tarlası, hayvanları olan zengin biridir. Kızı almak için Recep'e her türlü yardımı yapmaktadır. Anne ve babasının niyetini anlayan Zeliha, Bekir gibi biriyle evlenmeyi asla istemez.

Günler geçmekte, Zeliha ve ailesi tütünleri toplamakta, sürekli tarlada çalışmaktadır. Zeliha ve Cemal birbirlerinden çok etkilenmişlerdir. Bir gün, Zeliha çeşmeden su doldururken Cemal'le karşılaşır. Cemal, ona onu sevdiğini söylemek ister. Fakat çok kızarır, utanır, sadece mâni söyleyebilir. Zeliha da ne yapacağını bilemediğinden ikisi de birbirlerine duygularını açamaz. Onları Zeliha'ya tutkun olan Yaşar görür. Yaşar, dışardan onların birbirlerine karşı bir şeyler hissettiğini anlar. Gözlemecinin oğlu olan Yaşar, Zeliha ona yüz vermediği için karar verir. Zeliha'yı hiç sevmediği Bekir'le birleştirmek ve Cemal'den ayırmak için her yolu deneyecektir.

Birkaç gün geçer. Temmuz sıcağı tütünlerin erken olgunlaşmasına neden olmuştur. Recep'in ailesi sürekli çalıştıkları hâlde tütünlere yetişememektedir. Recep, bir yardımcıya ihtiyaçları olduğunu düşünür. Bu arada, Ali Onbaşı ile sohbet ederken onunla anlaşırlar. Önce Ali Onbaşı'nın çocukları onlara yardıma gelecektir. Daha sonra onun çocukları Ali Onbaşı'ya yardıma gidecektir. Cemal'in kardeşleri Zelihaların tarlasına yardıma gelmeye başlarlar. İki aile arasında özellikle Zeliha ve Cemal'in kız kardeşleri arasında büyük bir dostluk oluşur.

Bir akşam, Ali Onbaşı çardağına komşularını davet eder. Zeliha, annesi ve Rabia da giderler. Çardakta koyu bir sohbetin ardından şarkılar söylenmeye başlar. Herkes oynamaktadır. Bu kalabalığı fırsat bilen Cemal ve Zeliha oradan uzaklaşır ve ıssız bir yerde birbirlerini sevdiklerini söylerler. Fakat kısa süre sonra yoklukları fark edilir ve dönmek zorunda kalırlar. Zeliha'nın annesi şüphelenmiştir. Babası, annesinin de etkisiyle, tütün kalkınca Zeliha ile Bekir'i evlendirmeye karar verir. Bütün bunlar olup biterken Zeliha ile Cemal arasındaki aşk büyümektedir. Mektuplaşmaları başlar. Eğer bir aksilik çıkarsa kaçacaklardır. Bu arada Yaşar, her yerde Cemal'in Zeliha'yı kaçıracağı dedikodusunu yayar. Bekir, bunu duyunca çok öfkelenir. Zeliha'nın babası ile anlaşarak kızı boş bir anda kaçırmaya karar verir.

Tütünlerin kalkma zamanı gelmiştir. Dedikodu her yeri sarmıştır. Zeliha ve Cemal, Bekir'in kaçırma planını duyarlar ve çok dikkatli davranırlar. Bekir'in kaçırma işlemi başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine Zeliha ve Cemal kaçar. Hiç paraları yoktur. Boş bir eve sığınırlar. Burada öldürdükleri kuşların eti ile beslenirler. Recep, Bekir karakola şikâyette bulunurlar. Cemal yakalanırsa Zeliha'nın yaşı 18'in altında olduğu için Cemal tutuklanacaktır. Bir ay geçtikten sonra Zeliha ve Cemal tütünde çalışmaya karar verip bulundukları yerden çıkarlar. Bir süre sonra yakalanırlar. Cemal tutuklanır. Mahkemeyi dinleyen halk, Cemal ile Zeliha'nın aşkına hayran olur ve her şeyin iç yüzü meydana çıkar. Halk, Recep'e şikâyetini geri alması için baskı yapar. Recep, kızının mutluluğu için şikâyeti geri alır ve Cemal ile Zeliha evlenirler. İzmir'e yerleşmek üzere yola çıkarlar.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Zeliha:
17-18 yaşlarında bir genç kızdır. Eli çabuk, titiz, iyi kalpli bir köylü kızıdır.

Recep: Zeliha'nın babasıdır. Kızını zengin biri ile evlendirip rahat etmeyi ister. Karısı ve kızı tarlada çalışırken o hep kahvede vakit geçirir. Temelde iyi bir insandır.

Rabia: Zeliha'nın küçük kardeşidir. Sevimli, ablasını koruyan, neşeli bir çocuktur.

Cemal: Zeliha'nın âşık olduğu gençtir. Aynı zamanda komşularıdır. Göçmen oldukları için kendilerine ait ev ve malları yoktur. Fakat ailesi nazik ve çalışkandır.

Sıdıka: Zeliha'nın en büyük ablasıdır. İzmir'de kocasıyla yaşar.

Ayşe: Sıdıka'nın küçüğüdür. Kocası ve onun kalabalık ailesiyle birlikte Urla yakınında yaşar. Sürekli onlarla kavga eder.

Bekir: Zeliha ile evlenmek isteyen, malı mülkü olan, sevimsiz bir adamdır. Maddeci, sevgiyi maddi olarak algılayan bir köylüdür.

Kalpaklılar (Samim Kocagöz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : 
Kalpaklılar

Kitabın Yazarı : Samim Kocagöz

Kitap Hakkında Bilgi :

Samim Kocagöz'ün gerek Kalpaklılar (1962), gerekse onun devamı olan Doludizgin (1963), Kurtuluş Şavaşımızı konu alan romanlardandır. Kalpaklılar, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgaliyle başlar ve "Cumhuriyet ihtilalinin heyecanlı hikayesini" anlatır. Doludizgin de hikayenin devamıdır. Önsöz'de Kalpaklılar'ı "Eşsiz kahraman, ölümsüz Atatürk'e ve istiklal ordusunun aziz şehitlerinin anısına, gazilerine armağan ediyorum"der. Olay ve kişilerin durumunu şöyle dile getirir:

"Kitabımda belli olacak, okunurken seçilebilecek benim kahramanlarım bir yana, romanımın öteki bütün kişileri, gerçekten yaşamış, o olaylan yapmış, yaratmış kişilerdir. Bu kişiler, zaten tarihin malı olmuşlardır. Meraklı okurların bu kahramanları, başka kitaplarda da kolayca bulabilirler. Anılarını yazmamış, yazamıyacak kişiler de var romanımda, hem de çok ... Ya kendilerini dinledim, ya da dinleyenlerden, inandıklarımdan, serüvenlerini öğrendim. "

Kalpaklılar'da Samim Kocagöz'ün Önsöz'ü, "Başlarken" başlığıyla "Nutuk"tan yapılan bir alıntıyla ve "Gazi Mustafa Kemal'in '1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Vaziyet ve manzarai umumiye:' sözleriyle başlar. Ardından Birinci Bölüm 'Ya istiklal, ya ölüm!' altbaşlığıyla verilir. Ayrıca yedi bölümden oluşan romanın her bölümünde Nutuk'tan alıntılar yer alır.

Kitabın Konusu :

İzmir ve çevresindeki direniş hareketleri, İstanbul'daki yurtseverlerin Kurtuluş Savaşı'na destek veren gizli çalışmaları, eylemi baltalamaya yönelik Padişah yanlısı hareketler, aydınların ve halkın işbirliğiyle güçlüklerin yenilmesi, zaferin kazanılması romanın konusunu oluşturur. 

Kitabın Özeti :

Çanakkale Savaşı'nda sağ ayağından sakatlanmış Avukat Yusuf, amcasının kızı Nemide ile nişanlıdır. Arkadaşı Hukuk-u Beşer gazetesi başyazarı Hasan Tahsin'in işgalcilere bomba savurduktan sonra şehit edilmesine tanıklık eder. Kentte yetersiz direnişler sürerken daha etkin bir harekette yerini almak üzere kentten ayrılır. Başka direnişçilerle bir araya gelir; eski bir eşkıya olan Salih Efe'nin de katılmasıyla beş kişi olurlar. Yusuf, ailesinin yaşadığı Manisa'da, saldırıya uğramış kız kardeşinin kendini asmış olduğunu görür.

Arkadaşlarıyla Ankara'ya giden Yusuf, Kastamonu'da Padişahı tutan hükümet kuvvetleri üzerine gönderilen görevlilere katılır. Hapisteki Albay Osman Bey'i kurtaracaklar, halkın Kuvayı Milliye'ye katılmasnı sağlayacaklardır. Ancak Düzce'de tutuklanırlar. Padişah yanlıları kimi yerlerde güçlenmiştir. Gerede'de Bolu milletvekilleri şiddet gösterisiyle karşılanıp tutuklanarak Düzce'ye gönderilirler. Kurtuluş Savaşçılarını idamdan son anda Çerkez Ethem'in kuvvetleri kurtarır; "Düzce ve havalisi Hilafet Ordusu kumandanı Sefer Bey" idam edilir.

1. cildin son satırları bir halk adamı olarak canlandırılan Salih Efe'nin sağduyulu davranışına ve vatanseverliğine tanıklık eder:

"Ve....Salih Efe, Düzce çarşısının ortalık yerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin çıkardığı Hiyanet-i Vataniye Kanununa uyularak istiklal Mahkemesi'nin asılmasına karar verdiği Sefer Bey'in parlak çizmelerine her ne kadar önceden göz koyduysa da, sonradan vazgeçti:

'Aman!.. Kızanlar, bu çizmelerle yere basamam. Vatan topraklan kirlenir...' dedi."

Söke yöresinde Onbaşı Kocagözoğlu Rahmi (romancının amcası olan gerçek bir Kurtuluş Savaşı kahramanıdır) ile Sökeli Mehmet, Kuşadası'ndaki İtalyanlardan aldıkları telefon, tel, pil gibi araç gereci, silah ve cephaneyi orduya ulaştırırlar. Ele geçirdikleri Yunan uçağını parçalar halinde gönderenler de onlardır.

Yunanlıların ilerlemesi karşısında Sökeli savaşçıların oluşturdukları Söke Gönüllü Süvari Müfrezesi, Ankara'ya giderek mücadeleyi oradan sürdürür. İstanbul'da siyasi kısım polislerinden Talip, Kuvayı Milliye'nin gizli örgütünde görevlidir. Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın Baltalimanı'ndaki yalısında olup bitenleri öğrenmek amacıyla Paşa'nın Bebek'te oturan baş kâtibini izlemektedir. Bu üst düzeyli görevlinin Arnavutköy Kız Koleji'nde okuyan kızı Müjgân'la arkadaş olur, onun aracılığıyla Paşa'nın Anadolu'ya gönderdiği casuslar bu bilgilerle ele geçirilir. Aralarında duygusal ilişki de gelişen genç kızın Talip'e belge ulaştırması, gizliden gizliye Anadolu'yu destekleyen babası Süleyman Sırrı Bey'in yardımlarıyla mümkün olmaktadır!

Talip'in sürdürdüğü çalışmalar arasında Karaağaç cephaneliğinin boşaltılması, Selimiye Kışlası Cephaneliğinin basılması, Harbiye'de okuyan genç subayların İnebolu yoluyla Ankara'ya kaçırılması gibi eylemler de yer alır.


İnebolu Kuvayı Milliye'si emrinde görevlendirilen Talip, Anadolu'ya geçerken Müjgân da ona eşlik etmektedir. Ne var ki denizde uğradıkları İngiliz saldırısında genç kız şehit olur.

Müjgân'ın ve babasının Anadolu'yu desteklediği İstanbul'da anlaşılmıştır. Bebek'teki köşke tutuklamaya geldiklerinde Süleyman Sırrı Bey çalışma masasının başında bir kâğıda "Yaşasın vatan... Yaşa Mustafa Kemal Paşa!.." yazarak tabancasıyla kendini öldürür.

Salih Efe'yi yanından ayırmayan Yusuf, bölük olarak cephelerde türlü eylemlere katılır.

Sakarya'a Zaferi'nin öncesinde, "İzmir'den kaç arkadaş çıktık. İki kişi kaldık..." diyen Yusuf'u Salih Efe, "Yanlışın var Yusuf, İzmir'den biz, beş kişi çıktık; şimdi ordu olduk" diye yanıtlar.

Sakarya Savaşı'nda Yusuf omuzbaşından, sırtından yaralanır, sol kolu kesilir. Sekiz ay sonra taburcu olmuş, Kastamonu'da yeni erlerin eğitimini üstlenmiştir. Binbaşı rütbesi verildikten sonra terhis edilir. Görevini artık gönüllü olarak sürdürecektir. Büyük Zafer'de İzmir'e giren orduda Yusuf bir Akıncı Müfrezesi'nin başındadır. Salih Efe ve Sökeli Mehmet üç yıl sonra geriye dönebilmişlerdir. Yusuf artık nişanlısı Nemide'nin yanındadır. Salih Efe'nin en büyük isteği Mustafa Kemal Paşa'yı bir kez görebilmektir. İkinci cilt sona ererken Kordonboyu'nda binlerce insanın arasında bu istek gerçekleşiverir: "Salih Efe, kendisinin Mustafa Kemal'in önünde buldu. Birdenbire ne yapacağını ne edeceğini şaşırmıştı. Sakalının tellerine varıncaya dek her yanım bir titremedir aldı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Paşa ona, gülümseyerek bakıyordu. Salih, sağ elini titreyen parmaklarını O'nun omzuna koydu, arkasını okşadı:

'Mustafa Kemal sen misin?' diyebildi. Paşa genç yüzünü büsbütün aydınlatan bir gülümsemeyle bir karşılık verdi:

'Benim.'

Salih Efe, kendisini biraz toparlamıştı:

'İyi döğüştün oğul.'

Mustafa Kemal, karşılık verdi:


'İyi döğüştük baba!..'

Mustafa Kemal'in gözleri bu sözleri söyledikten sonra, Salih'in yüzünden karşısındaki halka dönmüştü. Salih Efe'ye, milletine bir zaman ışıl ışıl baktı. Milleti de onu sevgiyle, saygıyla seyrediyordu."

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Yusuf:
 Kuvayı Milliyeci, Hasan Tahsin'in arkadaşı.

Müjgan: Sadrazam Ferit Paşa'nın serkatibi Süleyman Sırrı Bey'in kolejde okuyan kızı.

Hasan Tahsin: Hukuk-u Beşer gazetesinin sermuharriri (başyazarı).
(Osman Nevres olarak tanınan, Hasan Tahsin Recep (1888-1919). Selanik'te doğdu. Paris'te Siyasal Bilgiler Okulu'nu bitirdi. İttihat ve Terakki'ye girdi (1908). Bükreş'te Ingiliz diplomatı Baxiston kardeşlere suikast düzenlediği için, on yıla mahkum edildi. Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine, Bükreş'i ziyaret eden Hilmi Paşa'nın yardımıyla bir mügddet sonra özgürlüğüne kavuştu. Mütareke yıllarını İzmir'de geçirdi. Ulusal Kurtuluş Savaşımızı başlatan 'İlk kurşun'u İzmir Konak Meydanında vilayete doğru ilerleyen Yunanlılar'ın üzerine sıktı; aynı yerde düşman askerlerince şehit edildi (15 Mayıs 1919).

Salih Efe: 
Halk kahramam.

Nemide: 
Yusuf un amcasının kızı ve nişanlısı.

Mehmet: Sökeli bir genç. (Mehmet Fişekçi olarak gerçekte yaşamış bir kişi.)

Giritli Cafer Efe: 
Germencik İstasyonu baskınında şehit edilen kahraman.

Talip: Kuvayı Milliye'nin İstanbul gizli teşkilatının memuru.(Gerçekte Kabataş Lisesi'nde uzun yıllar öğretmenlik yaptı.)

Mustafa Reis: Talip'i Anadolu'ya kaçıran motorun kaptanı.

Sefer Bey: 
TBMM'nin çıkardığı Hiyanet-i Vataniye Kanunu'na uyularak İstiklal Mahkemesi'nin asılmasına karar verdiği, vatan haini.

Onbaşı Kocagözoğlu Rahmi: 
Kurtuluş Savaşı kahramanı. (Gerçekte Romancının amcası)

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...