24 Nisan 2019 Çarşamba

İçimizdeki Şeytan (Sabahattin Ali) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İçimizdeki Şeytan

Kitabın Yazarı : Sabahattin Ali

Kitabın Özeti :

Kitap, iki üniversite öğrencisi olan Ömer ve Nihat'ın vapurda konuşurlarken Ömer'in birkaç sıra öndeki kanepelerden birinde oturan güzel bir genç kızı fark etmesiyle başlar. Bu sırada da vapur iskeleye yanaşır. Ömer kızı gözden kaybetmemek için gözlerini ondan ayırmadan ilerlemeye başlar. Bu sırada Nihat da bir rezillik çıkacağı düşüncesiyle arkadan Ömer'i takip etmektedir. Ömer tam kıza sesleneceği sırada kızın yanındaki yaşlı bir kadının ona seslendiğini duyar. Bu kadın uzak akrabadan Emine Teyze'dir. Ömer kıza odaklandığından teyzesini fark etmemiştir bile. Emine Teyze, kızın adının Macide olduğunu ve Balıkesir'de akraba ziyareti sırasında musikiye olan ilgisini öğrenip İstanbul'a getirdiğini söyler.

Macide, Balıkesir'de ortaokula giderken musikiye olan yeteneği ve ilgisi musiki hocaları tarafından fark edilir ve okul sonraları özel ders almaya başlar. Bu sırada öğretmeni Bedri Bey ile aralarında bir şey olduğu konusunda bir dedikodu çıkar. Bu dedikodu, onları uzaklaştırmak yerine, aralarında duygusal bir bağ kurar. Lakin Bedri Bey o senenin sonunda Balıkesir'den İstanbul'a taşınır.
Emine Teyze, onlara misafirliğe geldiğinde musikiye olan yeteneğini öğrenir. Macide'nin anne ve babasını ikna ederek onu İstanbul'a konservatuar okumaya götürür. Emine Teyze'nin kocası Galip Bey buna pek memnun olmaz ama Macide'nin babasının aydan aya gönderdiği kırk lira onu susturmaya yeter. Macide de evi bir pansiyon gibi kullanmaktadır zaten.

Ömer, Emine Teyze si ve Macide'nin yanından ayrılınca, onu arkadan takip eden Nihat ona yetişir ve beraber Beyazıt'taki bir kahvehaneye giderler.

Ömer gece yarısı Emine Teyze'sinin evine gider. Herkes çok kötüdür. Çünkü Macide'ye babasının öldüğü haberini vermişlerdir. Macide ise odasına kapanmış, bir daha da çıkmamıştır. Ömer bu düşüncelerle yatağının serildiği odaya gider ve uykuya dalar.

Ertesi sabah Macide ve Ömer aynı zamanda kalkar ve henüz kimse uyanmamış olduğundan birlikte kahvaltı ederler. Evden çıktıklarında da Macide'yi konservatuara bırakmayı teklif eder. Macide de bunu kabul eder ve sonrasında da Ömer akşam onu okuldan almak için söz alır.

Macide'yi okuluna bırakan Ömer, postanedeki işine gider. Oradaki tek arkadaşı veznedar Hafız Efendi'nin yanına varır. Onunla sohbet edip öğle yemeği yedikten sonra da Beyoğlu'na Macide'yi almaya gider. Okulunda Macide'yi bulur ve eve doğru yürümeye başlarlar. O sırada Ömer Macide'ye olan hislerini açar. Macide ise aynı duygularla ona cevap verir. O akşamdan sonra her akşam beraber gezmeye başlarlar. Lakin babasından gelen kırk liranın da kesilmesi sebebiyle ev halkı bundan oldukça rahatsız olur ve işi bir gece Macide eve geldiğinde onu azarlamaya kadar vardırırlar. Gururu kırılan Macide, hemen o akşam bavulunu toplar ve dışarı çıkar. Lakin nereye gidebileceğini bilmemektedir. O akşam bir terslik olacağını hisseden Ömer'se kapıdan ayrılmamıştır. Hemen Macide'yi alarak kendi evine götürür. O günden sonra karı-koca olarak yaşamaya başlarlar. Fakat bir süre sonra da geçim sıkıntısı ve parasızlık baş gösterir.

Ertesi sabah postaneye gittiğinde işine dört elle sarılmaya başlar. Veznedar Hafız Efendi yine öğle yemeği sırasında ona derdini açar. Kayınbiraderi hapise girmiştir ve kefaret için gerekli olan iki yüz elli lirayı kasadan alıp kayınbiraderine vermiştir. Mahkeme görülüp tahliye edildiğinde ise bu parayı geri alacaktır fakat bir türlü mahkeme görülmez. Rahatlamak için de Ömer'e içini döker.

O akşam Ömer eve gittiğinde Nihat ve Profesör Hikmet adında bir tanıdığı onu beklerken bulur. Evlendiğini söylediğinde ise onu tebrik ederler. Fakat Macide bu arkadaşlardan hiç haz etmemiştir.

Geçim sıkıntısı Ömer'i iyice sıkıştırmaya başlamıştır. Siyaset ile ilgili sakıncalı ve tehlikeli yazılar yazıp yayınlar çıkarmaya başlayan arkadaşı Nihat, veznedar Hafız Efendi'yi ihbar edeceği konusunda tehdit ederek ondan para istemeyi önerir fakat Ömer bu fikri katiyen reddeder.

Profesör Hikmet bir akşam Ömer ve Macide'yi saza davet eder. Zaten parasızlıktan yiyeceği zor bulan Ömer bu teklifi derhal kabul eder. Eğlence sırasında Bedri ile karşılaşırlar. Bedri, ablası hastalandıktan sonra hocalığı bırakmış, orada burada piyano çalarak çalışmaya başlamıştır. Tuhaf olan ise, Bedri ve Ömer'in bir süredir görüşemeyen iki iyi arkadaş olmasıdır. O geceden sonra ise sık sık görüşmeye başlarlar.

Bedri, Macide'ye olan hislerini hala içinde barındırsa da bunu asla belli etmek istemez. Macide için Ömer oldukça maddi yardımda bulunmaktadır aynı zamanda.

Bir akşam Ömer işten eve geldiğinde Bedri ve Macide'yi karşılıklı iskemlelerde ışığı açmadan ve hiç konuşmadan otururlarken bulur. Bunun üzerine onları yanlış -aslında doğru- anlayarak Bedri'ye oldukça ağır hakaretlerde bulunur. Bu hakaretlere dayanamayan Bedri oradan hemen uzaklaşır. Ömer bir sandalyeye oturur ve ağlamaya başlar. Parasızlık iyice sıkıştırdığından, Hafız Efendi'den tehditle iki yüz elli lira almış, sonrasında ise pişman olarak bu parayı ancak onun hakkettiği düşüncesiyle parayı Nihat'a verir.

Olanların ve yaptıklarının ayrımına varan Ömer hemen özür dilemek üzere Bedri'nin evinin yolunu tutar. Bedri onu affetmesine affetmiştir ama bundan sonra Macide'yle araları eskisi gibi olmayacaktır.

Bir akşam, Nihat Ömer ve Macide'yi bir hayır derneğinin eğlence gecesine çağırır. Orada Profesör Hikmet ve Bedri ile karşılaşırlar. Macide oldukça sıkılmıştır fakat Ömer'in gitmeye hiç niyeti yoktur, zira eski arkadaşlarından Ümit adında bir kızla oldukça yakından ilgilenmektedir.

Müsamere bittiğinde, bir gazinoya gitmeye karar verirler. Macide ise kendisini unutan kocasının peşinden oraya sürüklenir. Oldukça sıkıldığından, bir ara tuvalete gider. Bir iki kadeh içtiğinden, tuvaletin pis ve keskin kokusu onu kendine getirir. O sırada kocasının arkadaşı olan İsmet Şerif içeri girer ve Macide'yi sıkıştırmaya başlar. Macide ise onu iterek dışarı çıkar.

Gazinoya geri döndüğünde, kocasının yanı başında Profesör Hikmet tarafından taciz edilir. Ömer olanları görmesine rağmen, Profesör'e borcu olduğundan mahcubiyetle hiçbir şey söyleyemez ve Ümit ile alakadar olamaya devam eder.

Macide tüm bu olanlardan sonra herkese -Ömer dahil- ve her şeye, yaşadığı hayata karşı tiksinti duymaya başlamıştır. O akşam Ömer işten gelmeden onu terk etmek üzere uzun bir mektup yazar. O sırada kapı hızla açılır ve Bedri içeri girer. Macide mektubu ve ağlamaktan kızarmış gözlerini saklamaya çalışır. Bedri ona Ömer'in tutuklandığı haberini verir. Bedri'nin tahminlerinin aksine, Macide bu haberi sakin karşılamıştır. O günden sonra Bedri ile beraber Ömer'i ziyaret etmeye başlar. Lakin Ömer ile konuşacakları bir şey kalmadığından, ikisi de susarak oturmaktadırlar.
Bir gün yine Ömer'i ziyarete gittiklerinde, Ömer Macide'nin gitmesini, Bedri ile yalnız konuşacağını söyler. Macide ise Bedri'yi beklemek üzere dışarı çıkar. Ömer Bedri'ye tahliye olduğunu onunla beraber dışarı çıkabileceğini söyler. Lakin hatalarının farkına varmıştır ve Macide’yi daha fazla üzmek istemediğinden kendi başına yeni bir hayata başlamak istemektedir. Bedri'ye Macide'yi ona emanet ettiğini isterse evlenip, isterse de onu kardeş belleyebileceğini söyleyerek çıkar ve gider.

Bedri olanları Macide'ye anlattığında, bunları garip bir sükunetle karşılar. Bedri evine taşınmasını söylediğinde ise kabul eder. İçinde garip bir çekilme hissiyle, Bedri ile yokuş aşağı yürümeye başlarlar.

Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali) Kitap Sınavı Test Klasik Soruları ve Cevap Anahtarı


Kürk Mantolu Madonna Klasik Soruları ve Cevapları

Aşağıdaki soruları Sebahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı kitabına göre cevaplayınız.

1- Kitapta anlatıcı bankadaki memuriyetinden neden çıkarıldı?

Tasarruf tedbirleri için işten çıkarıldı.

2-Anlatıcının yeni işini bulmasını sağlayan okul arkadaşı Hamdi kendisine neler hissettirdi?

Kendisini hakarete uğramış görmek arzusu vardı. Onun kendisine velinimet gibi davranmasına izin verdiği için kendine kızıyordu.

3-Anlatıcının yeni işi neydi?

Şirket ile bankalar arasında irtibatı sağlayacaktı. İrtibat memuru olacaktı, tercüme yapacaktı.

4-Anlatıcının çalışma arkadaşı Raif Efendi’yi tanımasına onların yakınlaşmasına neden olan olaylar nelerdir?

Raif Efendinin rahatsızlığı nedeniyle uzun süre işe gelememesi ve anlatıcının onun evine evrak götürüp getirmesi (tercüme etmesi amacıyla) sonucu yakınlaşırlar.

5-Raif Efendi evinde kaç boğaza bakıyordu? Bunlar kimlerdi?

Hanımı, büyük kızı, küçük kızı, iki kayınbiraderi, baldızı, baldızının kocası, baldızın iki çocuğu ve kendisiyle birlikte 10 kişiydiler.

6-Raif Efendi'yi babası nereye,hangi amaçla göndermişti?

Belrin Almanya’da sabunculuk yapsın diye göndermişti.

7-Raif Efendinin babasıyla ilişkileri nasıldı? Babasının ölümünde neler hissetti?

Babam benim için insan olarak hemen hemen hiç mevcut değildi, yalnız “Baba” dedikleri soyut bir kavramdı, diyor. Akşamları kaşlarını çatarak, eve giren, onları hitaba layık görmeyen, ciddi, sert bir adamdı. Onun boşluğunu değil, yokluğunu hissedeceğini söylüyordu.
8-Raif Efendi Kürk Mantolu Madonna’yı ilk nerede ve nasıl tanıdı? Hislerini saklamak için yanına gelen kadına hangi yalanı söyledi?

Berlin’de bir resim galerisinde, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde. Raif Efendi, portrenin annesine benzediğini söyledi.

9-Raif Efendi Kürk Mantolu Madonna’yı ilk gördüğünde hissettiği daha önceden de tanıyormuş hissini neye bağladı?


Daha önceden okuduğu romanlardaki kadın kahramanlarla özdeşleştirdiği, hayalini kurduğu kadınlara benzettiği için önceden de tanıyormuş hissine kapıldı.

10-Raif Efendi’ni Mariya Puder’i bulmasına Frau Tiederman’ın katkısı nasıl oldu?

Ankara’da, yolda karşılaştılar ve Frau Tiederman, Maria Puder’in başına gelenleri anlattı.

11-Raif Efendi ile Mariya Puder’in ilişkileri hangi şartlarda devam ediyor, şartları kim koyuyordu?

Birbirlerinden uzak duruyorlardı. Şartları Maria Puder koyuyordu.

12-Bir gün Raif, Alman şair Kleist ile sevgilisinin intihar ettiği o parka neden gelir. Orada neler düşünür?

Maria Puder ile ayrılmışlardır. Düşünceleriyle baş başa kalır ve o parka gelir. Ayrılıkları hakkında düşünür. Ölüme beraber giden şair ve sevgilisinin durumu ile Maria’ya cevap verdiğini düşünür. Yoksa sadece kendini inandırmak dünyada yarı yolda kalmayan sevgiler de bulunabileceğini hatırlamak mı istiyordu? Bilmiyordu.

13-“Tren hareket etti. Onlara elimi salladım. Frau Döppke’nin haince güldüğünü fark ettim.”Bu cümlelerde söylenen o haince gülüşün altında hangi gerçekler vardı?

Frau Döppke, kız çocuğunun Raif Efendi’nin kızı olduğunu bildiğini ona hissetirmek istiyordu. Kızı olduğunu tahmin etmişti.


Kürk Mantolu Madonna Test Soruları ve Cevap Anahtarı

1. Raif Efendi’nin Berlin’de hayatına yön veren en önemli mekan neresidir?


a) Resim Galerisi
b)Pansiyon
c)Maria Puder’in Evi
d) Pavyon
e) Potsdam Parkı

2.Romana neden “Kürk Mantolu Madonna” ismi verilmiştir?

a) Romanın baş kahramanı Raif Efendi’nin Maria Puder’in resmini Kürk Mantolu Madonna tablosuna benzetmesinden dolayı.
b) Maria Puder’in kendisi gibi şarkıcı olan Madonna’yı çok sevmesi ve hep kürk giymesinden dolayı
c) Raif Efendi’nin çizdiği Madonna tablosundan dolayı
d) Sabahattin Ali’nin zihninde tasarladığı karakterin Madonna’ya çok benzemesinden dolayı
e) Maria Puder’in pavyonda Madonna’yı taklit ederek şarkılar söylemesinden dolayı

3. İsimsiz anlatıcı Raif Efendi’nin evine ilk kez niçin gider?

a) Raif Efendi işe gelmediği için çok merak etmiş apar topar kapısını çalmıştır
b) Çeviri için evrak götürmüştür.
c) Masada bulduğu günlüğü okumuş ve artık işe gelmeyen Raif Efendi’nin evine götürmüştür.
d) Maaşını vermek için müdür tarafından görevlendirilmiştir.
e) İçine kapanık bir adam olan Raif Efendi’nin şifrelerini çözmek için bir sabah kendiliğinden uğramıştır.

4. Raif Efendi aslen nerelidir?

a) Havran
b) Nazilli
c) Milas
d) Ankara
e) Edremit

5. Raif Efendi’nin mektepteyken hocalarının takdirini kazandığı ve onda Sanayi Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) gitme hevesi uyandıran dersin adı nedir?
a) Resim
b) Müzik
c) İş Teknik
d) Edebiyat
e) Tarih

6. Raif Efendi Berlin’de nerede ikamet etmektedir?

a) Pansiyonda
b) Kiralık evde
c) Arkadaşının yanında
d) Maria Puder’in evinde
e) Otelde

7. Raif Efendi ile Maria Puder hangi şehirde tanışmışlardır?


a) Berlin
b) Postdam
c) Ankara
d) Dortmund
e) Münih

8. Maria Puder’in asıl mesleği nedir?

a)Şarkıcılık
b)Resim yapmak 
c)Hasta bakıcılığı
d)Sabun fabrikasında işçi
e)Tercüman

9. Maria Puder’in hobi olarak yaptığı meslek nedir?

a) Şarkıcılık
b) Ressamlık 
c) Huzurevinde gönüllü bakıcılık 
d) Dansçılık 
e) Tercüman

10. Raif Efendi Berlin’de nerede çalışmıştır?

a)Sabun fabrikasında
b)Kumaş fabrikasında
c)Sanat galerisinde
d)Pansiyonda 
e)Postdam parkında

11. “Karanlık merdivenli pansiyon bana pek şirin, koridorları dolduran bütün kokular hoş geldi” Raif Efendi’nin daha önceleri çok sıkıcı bulduğu pansiyonu sonradan bu şekilde tasvir etmesinin nedeni nedir?

a)Maria Puder’le geçirdiği güzel bir gün onu çok mutlu etmiştir, bu yüzden pansiyonu daha güzel bir şekilde tasvir etmiştir.
b)Almaya’ya geldiğinden beri ilk kez düzgün bir iş bulabilmiş, bu onu çok mutlu etmiştir.
c)Babasının artık daha sıhhatli olduğuna dair bir telgraf almış çok mutlu olmuştur.
d)Maria Puder evlilik teklifini kabul etmiştir.
e)Maria Puder kendisiyle memleketine gelmeyi ve ailesiyle tanışmayı kabul etmiştir.

12. Raif Efendi evlenmeye ne zaman karar vermiştir?


a)Maria Puder’in ölüm haberini alınca bir başkasıyla evlenmiştir.
b)Memleketi Havran’a döndükten bir süre sonra Maria Puder’den mektup almamaya başlamıştır. Bunun üzerine evlenmeye karar vermiştir.
c)Babası Raif Efendi’yi memlekete çağırmış ve bulduğu münasip bir kısmetle evlenmesini istemiştir. Babasına karşı gelemeyen Raif Efendi evlenmek zorunda kalmıştır.
d)Maria Puder’in kendisini artık sevmediğini düşünmüş ve İstanbul’a dönerek eski kız arkadaşı ile evlenmiştir.
e)Yaşadıklarını bir hatıra defterine yazan Raif Efendi evlenmeyi hiç düşünmemiştir.

13. Raif Efendi bir kızı olduğunu ne zaman ve nerede öğrenmiştir?

a) Maria Puder’in hastalığından hemen sonra, Berlin’de
b) Maria Puder’in ölümünden 3 yıl sonra Havran’da
c) Maria Puder’in ölümünden 10 yıl sonra, Ankara’da
d) Maria Puder’in ölümünden 10 ay sonra İstanbul’da
e) Maria Puder’in ölümünden 3 gün önce Ankara Tren garında

14. Raif Efendi yazdığı hatıratın sobada yakılmasını istemiştir, isimsiz anlatıcı hatıratı okuduktan sonra ne yapmıştır?

a) Hatıratı hemen yakmıştır
b) Hatıratı Raif Efendi’nin kızına vermiştir
c) Hatıratı tekrar çekmeceye koymuş ve bir daha dokunmamıştır.
d) Hatıratı kitap olarak yayınlamıştır.
e) Raif Efendi’nin evine gitmiştir, onun öldüğünü öğrendikten sonra iş yerine dönüp hatıratı tekrar okumaya başlamıştır.


Cevap Anahtarı :


1. a      2. a      3. b     4. a       5.a        6.a      7. a 
8. a      9. b     10.a    11. a    12. b    13. c    14. e

Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kürk Mantolu Madonna

Kitabın Yazarı : Sabahattin Ali

Kitabın Özeti :

Rasim 25 yaşlarındayken çalıştığı işinden kovulur. Birçok yerde iş bakar, ama bulamaz. Ona iş bulması için arkadaşı Hamdi’den rica eder. Çünkü tek çare o’dur. Hamdi de, onu kendi bürosunda işe alır. Maaşı azdır, ama Rasim buna mecbur olduğu için boyun eğer.

İşinin ilk gününde ona tahsis edilen odada Raif adlı bir beyin olduğunu öğrenir. Herkes Raif Bey için “sessiz, hiç konuşmaz, yıllardır buradayım ama onun hiç konuştuğunu görmedim, yaptığı Almanca çeviriler de son derece kötü” gibi yorumlar yapar. Bu Rasim’in kafasını karıştırır ama kulak asmaz. Raif Bey’le tanışırlar. Ama dendiği gibi kendisi iş dışında hiç konuşmaz. Ama Rasim’de, Raif Bey’e karşı bir sempati oluşmuştur. Çizgili suratında birçok yaşanmışlığın olduğunu düşünür.

Arkadaşı Hamdi, Raif Bey’e sürekli çeviriler vermekte, Raif Bey’de kısa sürede tamamlamaktadır. Genelde herkes, Raif Bey’i azarlar, bağırıp çağırırlar ama Raif Bey hep sessiz kalır. Yüzünde hiçbir durumda sevinç, üzüntü veya şaşkınlık oluşmaz. Bu durum karşısında zamanla Rasim’de onun çekilmez biri olduğunu düşünmeye başlar.

Rasim, Raif Bey’in sürekli çekmeceden çıkarıp gizlice okuduğu bir defter olduğunu görür ve bunu ona sorar. Raif Bey “önemsiz” diyerek onu geçiştirir. Bir gün Raif Bey’in bir çeviri yapması gerekir ama hastalığından dolayı iş yerinde olmadığı için işleri evine Rasim götürür. O zaman, ailesini de tanımış olur ve Raif Bey’in cidden zor bir hayatı olduğuna kanaat getirir.

Bayağı kalabalık bir ailesi vardır ve çok baskıcılardır. Rasim, bunu kapıdan girer girmez anlar. Raif Bey’in üzerinde bir hakimiyet kurmuş gibilerdir. Her işlerini ona yaptırırlar. Ama zavallı Raif Bey’in hiç sesi çıkmaz. O günden sonra Raif Bey ve Rasim, çok iyi anlaşırlar. Beraber alışveriş yaparlar, sohbet ederler, birbirlerine misafir olurlar. Son zamanlarda Raif Bey’in hastalıkları iyice sıklaşmış durumdadır. “Sürekli evden çıkıp gidiyor, hiç kendine dikkat etmiyor, çok ince giyiniyor” diye yakınır kızı. Son hastalığı çok ağırdır Raif Bey’in. Ölüm derecesine gelmiştir. Rasim’i çağırıp o defteri getirmesini ve yakmasını söyler. Ama Rasim merakına yenilip okumaya başlar…

O yıllarda Raif Bey gençliğinde de çok sessiz, arkadaşı olmayan, insanlarla konuşamayan, mülayim bir gençtir. Ama içinde fırtınalar kopmaktadır. “Avrupa’yı merak ediyorum” der defterin her sayfasında. Bir gün eline Avrupa’ya gitme fırsatı geçmiştir. Babası sabuncudur ve Raif’e “Almanya’da işçiler aranıyormuş, oraya git bir sabun fabrikasına gir” der. Raif Bey’de dediğini yapar. Bir pansiyon kiralar ve hayatına burada devam etmeye başlar. Babasının dediği gibi bir sabun fabrikasına girer. İşi rahattır. Sonra bir gün caddede gezerken, bir resim sergisi olduğunu görür. Gayri-ihtiyari içeri girer. Resimleri incelerken çok sıradan olduklarını düşünür. Ta ki, Maria Puder’in Kürk Mantolu Madonna resmine kadar…

Bu resim Raif Bey’de çok büyük etki uyandırır. Adeta aşık olur. Kitap okurken, yemek yerken, işteyken… Hep o resmi düşünür (Resim, Maria Puder tarafından çizilmiş bir otoportredir). Raif Bey, her gün o sergiye gitmekte, sergi kapanana kadar o resmi incelemektedir. O kadar sık gider ki, artık oradaki çalışanlar, Raif Bey’e aşina olmuşlardır. Bir gün Raif Bey, gene dikkatle o resmi izlerken, bir kadın ona sokulup fikrini sorar ama Raif Bey ilgilenmez. Halbuki o kadın, Kürk Mantolu Madonna’nın ta kendisidir. Maria Puder, feminist ve erkeksi bir kadındır. Çok uçarıdır ve canı ne isterse onu yapar.

Bir gece Raif Bey yolda yürürken, bir kadın görür. Kürk Mantolu Madonna’sına benzetir ve peşinden gider ama yakalayamaz. Sonraki gece, aynı yerden geçer hissiyle orada beklemeye başlar ve cidden geçer de. Bu sefer takip eder ve bir gece kulübü olan Atlantis’e girdiğini görür. Peşinden o da girer. Atlantis’te keman çalan, şarkı söyleyen bir kadın olduğunu görür Maria’nın. Gösteri bitince Maria, Raif’in masasına oturur. Ve arkadaşlıkları burada başlar. Beraber birçok şey yaparlar. Yemek yemeye, sinemaya, ormana, botanik bahçelere giderler. Birlikte olurlar. Çok güzel günler geçirirler birlikte. Maria her seferinde Raif’e umutlanmaması gerektiğini, kimseye güvenemediği için sevemediğini söyler. Ama Raif onu kendine aşık edeceğine hep inanmıştır. Ve Maria’da Raif’in bu naif kişiliği karşısında daha fazla dayanamaz ve kendini Raif’in kollarına bırakır. Birbirlerine sırılsıklam aşıktırlar.

Sonra bir gün Raif’e; “Baban öldü, çabuk gel” diye bir telgraf gelir. Bunun üzerine Raif, babasının yanına, Türkiye’ye döner. Maria’yla planlar yapmışlardır. Türkiye’deki işleri yoluna koyup, işleri devralıp gelecektir. Ancak işleri biraz uzar. Maria’yla mektuplaşmaları devam etmektedir. Ancak, Maria’nın mektupları birden kesilir. Aylarca cevap alamayan Raif, merak edip Almanya’ya gider. Komşusu Maria’nın amansız bir hastalığa yakalanıp öldüğünü söyler. Bunu duyan Raif’in hayatı kararmıştır. O günden sonra hayatı hiçbir zaman yoluna girmemiş, başkaları tarafından yönetilmiş bir hayatı olmuştur. Yıllar sonra, Ankara’da Maria’nın kuzeniyle karşılaşır. Yanında bir de kız çocuğu vardır. Maria’nın kuzeni, bu çocuğun Maria’nın olduğunu ve babasının bir Türk olduğunu ama kim olduğunu bilmediklerini söyler. Sonra trenin zili çalar ve küçük kız trene binip uzaklaşır.

Rasim, defteri geri vermek için Raif Bey’in evine gider, ancak Raif Bey çoktan ölmüştür. İşyerine, Raif Bey’in masasına gider, defteri açar ve tekrardan okumaya başlar…

Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali) Kitap Sınavı Test Klasik Soruları ve Cavap Anahtarı için tıklayınız...

Aya Yolculuk (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ay'a Yolculuk

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitabın Konusu :

Ay'a Yolculuk, uzayın gizemine ilgi duyan insanın, bu sonsuzluğa yönelişinin coşkusunu anlatan ilk roman özelliğini taşımaktadır.

İnsanoğlunun Ay'ın yüzeyine ayak basmasından 104 yıl önce yazılan bu roman, edebiyatta bilimkurgu türünün öncüsü Jules Verne'in (1828-1905) en ünlü eserleri arasında yer almaktadır.

1865 yılında kaleme alınan romanda, Amerikan İç Savaşı sonrasında emekli askerlerin toplandığı "Silah Kulübü" üyelerinin, yeniden gündeme gelme ve silah çalışmalarını canlı tutma çabaları sonucu ortaya atılan, yaşama geçirilmesi güç, "düş" denilebilecek "Ay'a mermi gönderme" projesi ile başlayan olaylar anlatılıyor.

Kitabın Özeti :


Ay'a Yolculuk, yirmi sekiz bölümden oluşuyor. Büyük bir insan topluluğunun Ay'a gönderilecek olan bir mermi için yaptıkları hazırlıkları ve yaşadıkları heyecanı konu alıyor.

I. BÖLÜM

ABD'de İç Savaş zamanında kurulan Topçu Kulübü'nün üyeleri savaş sona erince yapacak bir şeyler ararlar. Bunun sonucunda kulüp başkanı tüm üyeleri önemli bir toplantı yapmak için bir araya toplar.

II. BÖLÜM

Başkan, üyelere Ay'ı fethetme fikrini sununca tüm üyeler bu fikri coşkuyla karşılarlar.
III. BÖLÜM

Topçu Kulübü'nün Ay'a mermi yollama fikrine diğer insanlar da büyük ilgi gösterir.

IV. BÖLÜM

Topçu Kulübü üyeleri öncelikle Cambridge Gözlemevi'ne başvurarak gerekli bilgileri edinirler.

V. BÖLÜM

Ellerindeki bilgileri değerlendirirler.

VI. BÖLÜM

Ay artık bütün toplumun ilgi odağı olur. Her yerde Ay ile ilgili bilgiler yer almaya başlar.

VII. BÖLÜM

Başkan küçük bir kurul oluşturur, bu kurul bir toplantı yaparak merminin hangi özelliklere sahip olması gerektiğine karar verir.

VIII. BÖLÜM

Kurul yeniden bir toplantı yaparak topun hangi özelliklere sahip olması gerektiğine karar verir.

IX. BÖLÜM

Kurul son bir toplantı yaparak barutun cinsine ve miktarına karar verir. Böylece geriye sadece uygulama kısmı kalır.

X. BÖLÜM

Topçu Kulübü'nün girişimi tek bir kişi dışında herkes tarafından desteklenmektedir. Bu kişi de kulübün başkanı Barbicane'yle sürekli rekabet halinde olan Yüzbaşı Nicholl'den başkası değildir.

XI. BÖLÜM

Topçu Kulübü üyeleri deneyin gerçekleştirileceği alanı seçmek için bir araya gelirler ve deney için en uygun yerin Florida olduğuna karar verirler.

XII. BÖLÜM

Bir yandan da deney için gerekli paranın sağlanması amacıyla bağış toplarlar.

XIII. BÖLÜM

Başkan gerekli anlaşmaları yaptıktan sonra birkaç kişiyle birlikte Florida'ya gider. Orada keşif yaparak en uygun yerin Taş Tepesi olduğuna karar verirler.

XIV. BÖLÜM

Kısa süre içinde Taş Tepesi'nde çalışmalar başlar ve bazı aksilikler çıksa da planlanan zamandan önce kazma işlerini tamamlarlar.

XV. BÖLÜM

Çalışmalar hızla devam eder ve döküm işi de sona erer.

XVI. BÖLÜM

Tüm bunlar olurken insanlar merakla Florida'ya akın eder, böylece Topçu Kulübü gerekli parayı toplamaya devam eder.

XVII. BÖLÜM

Beklenen güne çok az bir zaman kala başkan Barbicane'nin eline bir telgraf ulaşır. Bu telgraf Michel Ardan isimli birinin merminin içinde Ay'a gideceğini, bunun için merminin konik yapılmasını istediğini belirtmektedir.

XVIII. BÖLÜM

Michel Ardan isimli Fransız, bu talebiyle tüm ilgiyi üzerinde toplar. Kısa süre sonra da Florida'ya ulaşarak Barbicane ile görüşür.

XIX. BÖLÜM

Michel Ardan oradaki kalabalığa heyecan verici bir konuşma yapar ve büyük bir destek görür.

XX. BÖLÜM

Ama ona karşı çıkan biri vardır, bu kişi sadece ona değil bu deneye yani aslında Barbicane'ye karşı çıkmaktadır. Sonunda bu kişi Barbicane ile konuşur. Barbicane onun Yüzbaşı Nicholl olduğunu anlayınca ona ertesi gün ormanda buluşup düello yapmayı teklif eder.

XXI. BÖLÜM

J. T. Maston, Barbicane ile Nicholl'ün yapacakları düello sonucunda deneyin yarım kalacağını bildiği için Michel Ardan ile birlikte onları bulmaya çıkar. Önce Nicholl'ü sonra ise Barbicane'yi bulurlar. Michel Ardan onların arasındaki rekabeti sonlandırmak için kendisiyle birlikte Ay'a gelmelerini teklif eder. İkisi de bu teklifi kabul eder.

XXII. BÖLÜM

Bu olayın ardından bir gün mermi atışı denemesi yaparlar.

XXIII. BÖLÜM

Ay'a gidecek olan mermi hazırlanınca Taş Tepesi'ne getirirler. Diğer hazırlıkları da tamamlarlar. J. T. Maston sekiz gün boyunca merminin içinde kalır, böylece kurulan hava sisteminin de sorunsuz olduğu kanısına varırlar.

XXIV. BÖLÜM

Bir yandan da hazırlanan dev teleskobu büyük zorluklarla Kayalık Dağları'na çıkarırlar.

XXV. BÖLÜM

Türlü zorluklarla barutları Taş Tepesi'ne çıkarırlar ve topa yerleştirirler. Merminin içindeki tüm hazırlıkları da tamamlayarak mermiyi de yerleştirirler.

XXVI. BÖLÜM

Nihayet herkesin heyecanla beklediği vakit gelir. Üç yolcu mermiye yerleşir. Son hazırlıkları tamamlarlar, herkes son saniyeleri sayar ve görevli Murchison düğmeye basar. Daha önce duyulmamış bir ses ve görülmemiş bir görüntü ortaya çıkar.
XXVII. BÖLÜM

Merminin fırlatılması büyük bir çevrede çeşitli ve şiddetli zararlara sebep olur. Hava değişir, mermiyi gözlemlemek imkansız olur.

XXVIII. BÖLÜM

Nihayet uzun bir bekleyişten sonra merminin hedefine ulaşamadığını, ayın çekimine kapılarak sürekli ayın etrafında döndüğünü görürler. Bu haber tüm dünyaya yayılır. Herkes merminin içindeki üç kişi için üzülür. J. T. Maston ise arkadaşlarına güvenerek onlardan haber alacağı günü bekler.

Günler geçtikçe yolculuklarının hedefine yaklaşıyorlardı. Ancak yönlerini bir gök taşının çarpmasıyla değiştirmek zorunda kaldılar. Dünyaya doğru dönüp bir denize zorunlu iniş yaptılar. Bir gemi tarafından bulunup denizden çıkartıldılar.

19 Nisan 2019 Cuma

Bir Çöküşün Öyküsü (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bir Çöküşün Öyküsü

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitabın Konusu : 

Kitapta, yalnızlık psikolojisi ve etkilerinin doğurduğu bir olay sonucu gelişen intihar ve öncesinde yaşadığı durumlardan dolayı depresif haller içinde olan karakterlerden birinin hayatı işlemiştir. 

Bir Çöküşün Öyküsü, son derece akıcı ve bir okuyuşta bitirilebilecek bir eser. Kitabı okurken çoğu zaman kendinizi öyküdeki karakterin yerine koyup, sanki kendi sonunuzu okuyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Kalabalıklar arasında yalnız kalmanın tasavvurunu çok derinden hissedecek ve anlayacaksınız. 

Kitabın Özeti : 

Madam Prie, bir zamanlar Paris prensesi olarak yaşamını geçirmiş, şatolarda eğlencelerin ve güzelliğin emsali olmuş bir bayandır. En iyi yerlerde gezer, en iyi alışverişleri yapar, en iyi giyinir ve şüphesiz en iyi baloları Paris gecelerinde veren kişide kendisidir. Hayatı boyunca birçok kez insanları küçümsemiş, kimseden emir almamış, kendini hayatta tutan şeyin insanlara hükmetmek ve önünde eğilişlerini görmek olduğunu öne süren Prenses Prie, bu bol huzurlu ve şatafatlı saltanatının biteceğini tahmin etmemektedir.

Her şey rüya gibi devam ederken bir köye gönderilmesi onun için ilk zamanlar bir ödül gibi görünse de, sonraları bir ceza olacak ve hayatının en kötü dönemine adım atacaktır. Öykü, Prenses Prie’nin Normandiya’ya sürgün edilmesi ile başlar. Uzun bir yolculuktan sonra kendini burada mutlu hissetmeye başlar. İlk iki gün tarlalarda bir çocuk gibi koşar. Bedenine ağır gelen kilolarca kıyafetlerden kurtularak hafifler. Buranın havası, toprağı, yemeği her şey lezzetli gelir ona. Ama bir hafta sonra Paris gecelerini, danslarını, eğlencelerini, erkeklerin ona hayranlıkla olan bakışlarını özlemeye başlar. Buradan çok sıkılır ve mektup yazıp Paris’ e yollar. Kraldan gelen mektup karşısında yıkılır. Kral devletin parasını çok fazla harcayıp, zaruri şeylere yatırım yaptığı için onu sürgün etmiştir. Akıbeti hakkında detaylı bilgiyi ve saraya ne zaman döneceğini iki yıl içinde düşünüp karar vereceğini söyler. Prie, için bu bir sürgün değil, ölümdür.

Bu sürede iktidarı yerle bir olacak. Leş kargaları koltuğuna oturup onun gidişini kutlayacaktır. Bunalımlı zamanlarına adım atan Prie, dua etmesi için köydeki papazı yanına çağırtır. Papazın yanında utangaç bir yeğeni vardır ve onu da papaz olarak yetiştirmek istiyordur. Prie bu utangaç çocuğu görür görmez içindeki vahşi emretme ve otorite kurma duygusu yeniden güçlenir. Ona hükmetmek ve kendisine itaat etmesini ister. Bu belki de şu sıralar onu kendine getirecek tek şeydir. Papaza çocuğun bütün eğitim masraflarını kendisinin karşılayacağını ve Paris’ e yazı yazıp orada tahsilini tamamlaması için yardım edeceğini söyler. Papaz ve yeğeni çok minnettar kalır. Bu süreden sonra bu utangaç köylü çocuk Prie’ nin adeta bir köpeği olur. Böyle bir süre köylü çocuk onun her dediğine uysa da zamanla ona itaat etmez ve söylediği şeylere karşı çıkar. Birgün yine Prie onun kendisine itaat etmesini buyurur ve buna itiraz eden köylü çocukla kavga etmeye başlar. Papazın yeğeni Prensesi yumruklar, döver ve oradan ayrılır. Prie kendini hiçbir zaman böyle çaresiz hissetmemiştir. Burada yavaş yavaş çürüyordur. Eski iktidarını hiçbir zaman kazanamayacağını anlar. Bir köylü çocuğuna bile sözü geçmiyordur. Bu hayata böyle devam edemeyeceğini ve kralın onu affetmeyeceğini anlar. Günlerce odasından çıkmaz ve düşünür. İntihar edecektir. Bu hayat ona ölümden daha kötü gelmeye başlar. Ancak bir prensesin ölümü aslında intiharı bu kadar kolay olamaz diye düşünür. Paris’ e haber yollar ve köydeki şatoda büyük görkemli bir balo düzenleyeceğini söyler. Herkesi davet eder ve büyük bir tiyatro gösterisi hazırlar. Başrolde kendisi oynar ve oyunun sonunda bu karakter kendini bıçakla öldürür. Uzun bir uğraştan sonra balo hazırlanır ve ülkenin her yerinden asiller gelmeye başlar. Üç gün boyunca mükemmel bir balo düzenlenir. Prie’ nin amacı bu baloda insanlara öleceği tarihi söyleyecek, insanlar onun bir kehanette bulunduğunu düşünecek ve onun ölümü yıllarca tüm Paris’ te yankılanacak ve ismi istediği itibara kavuşacak. Baloda sürekli ölümünden bahseder ve 7 Ekim ‘ de öleceğini söyler. İnsanlar pek aldırış etmez ve bir şaka olduğunu düşünür. Tiyatro oyunu bitince insanlar onu çok güzel bir intihar sahnesi oynadığı için tebrik eder. Günler sonra ölecek olan Prie bunlara umursamaz bir gülümseyişle karşılık verir.

7 Ekim’ i beklemek, öleceği günü beklemek ona çok zor gelir. Son gecesinde papazın yeğenini şatoya çağırtır. Onunla son gece birlikte olur. 7 Ekim sabahı ondan bir gün daha yanında kalmasını ister. Bunun karşılığında bütün servetini ona verip belki de ölümden vazgeçecektir. Gözünü para hırsı bürüyen köylü genç bir an önce Paris’ e gitmek ister. Prie bunun karşılığında ona değerli taşlarla ve takılarla dolu bir kutu servet verir ve onu Paris’ te bir manastıra bırakmasını ister. İçine de papaza ona bol bol dua etmesini isteyen bir kart koyar.

Prie en güzel kıyafetlerini giyer, en güzel kokularını sürünür. Zehir dolu kutuyu açıp hepsini yer. Anında etkisini gösteren zehir ona korkunç bir ölüm yaşatır. Can çekişirken tutunduğu perdenin iplik parçaları tırnaklarının arasına dolar. Ağzı ve çenesi yamulur. Uşaklar gelip ölüm haberini Paris’ e ilettiğinde ise her şey çok farklı olur. O gün kentte bir hokkabaz’ ın gösterisi vardır ve bu haber onlara ulaştığında biraz şaşırıp tekrar gösterilerini izlemeye devam ederler. Prie’ nin tahmin ettiği gibi yıllarca konuşulup, onun ölüm tarihini bilen bir kahin olduğunu kimse düşünmez. İktidar aşkı onun hem ölümü hem de bir çöküşü olur.

Amok Koşucusu (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Amok Koşucusu

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitabın Konusu : 

Stefan Zweig’in Amok Koşucusu adlı kitabı altı kısa hikayelerden oluşuyor. Bütün hikayelerinde çökmüş hayatları, bunalımlı insanların ruh halini anlatıyor. Yok etme arzusundan yol olma arzusuna savrulan hayatları konu alıyor. Amok Koşucusu ile kişilik çözümlerine, umulmadık sonlara, trajik olaylara alışacaksınız. 

Kitabın Özeti : 

İlk hikaye olan Bir Çöküşün Öyküsü'nde Paris prensesinin saplantılı iktidarının saraydan uzağa sürgün edilmesiyle birlikte çöküşünü anlatıyor. Prenses Prie devletin parasını çarçur edip halkı telaşlandırdığı için kral tarafından sürgün edilir. Prie saray şatafatına, iltifatlara alışan bir prenses olduğu için bu sürgün ona çok ağır gelir. Soyluluğunun günden güne azalması, erkeklerin onu artık arzulamaması onun gücünü yitirir. Aynı güce tekrar sahip olmak için köylüleri, insanları, aşağılamaya devam eder. Kendini yükseltmek için tekrar sarayın parasını saçmaya insanlara vaatlerde bulunmaya başlar. Ancak bütün çabaları boşa gider, kimse artık ona eski saygı ve hürmeti göstermez. Gün geçtikçe gücü azalan ve silikleşen prenses intihar etmeye karar verir. Bulunduğu yere soyluları çağırarak balolar düzenler ve herkese 7 Ekim tarihinde öleceğini söyler. İnsanların onu ölüm tarihini bildiği için efsane olarak hatırlamasını ve ölümü ile damga vurmasını ister. Ancak o gün geldiğinde prenses Prie intihar eder ve herkes onun zavallı ölümünden konuşur. Efsane olmayı beklerken iki günde unutulup gider.

İkinci öykü ise Madalya’dır. Bu hikayede Fransız bir komutanın çaresiz kalmış halleri anlatılır. Askerleri Alman ordusuna esir düşer ve Almanlar, askerleri işkence ederek öldürüp çıplak bir şekilde ağaca asarlar. Türlü işkenceler çeken askerlerini gören komutan ölmekten beter olur adeta yıkılır. Kendisi zor kaçmıştır alman askerlerinin elinden. Ormanda geçirdiği ilk gün şokunu atlatamaz ve bilinci bozuk bir şekilde ilk geceyi ormanda geçirir. Günler geçer ve ormanda nereye gideceğine dair hiçbir şey bilmez. Ertesi gün atlı bir alman askerinin orman yakınından geçtiğini görür. Onu öldürerek kıyafetlerini giyer. Atına atlayıp yiyecek bir yer aramak üzere yola çıkar. Zar zor bir köy bulur ve orada birkaç parça yiyecekle karnını doyurur. Ancak Alman köyünde duramayacağını anlar ve şerefli bir şekilde askerlerini yanına gidip ölüme terk eder kendini. Bu arada imkansız bir olay gerçekleşir. Atlı küçük bir Fransız birliği görür. Çılgına döner. Sevinçten şaşırır ve deli gibi Fransız birliğine doğru koşmaya başlar. Gözü hiçbir şey görmez. Bağırarak, çılgına dönmüş bir şekilde koşar. Fransız askerleri kendine yapılan bir saldırı olarak görür ve komutanı yaklaşmadan vururlar. Çünkü komutan Alman askeri kıyafeti üzerinde iken Fransız birliğine doğru koşmuştur. Şerefli bir Fransız komutan iken Alman zannedilip öldürülmesi de acı vericidir.

Kitap ile aynı adlı Amok Koşucusu öyküsünde ise yine kişisel ve psikolojik çözümlemelere yer verilir. İyilik yapmanın görev olup olmadığı sorgulanır ve bu konu üzerinden insanın sorumluluklarına değinilir. Napoli Liman'ından Oceania’ya yolculuk eden bir gemide gerçekleşen olaylar gündeme ağır bir şekilde oturmuştur. Kitap bu olaydan önce gemide yolculuk yapan birinin yaşadıklarını anlatmasıyla aktarılır. Gemideki yolcu kabininde durmaktan sıkılıp geminin gizli ve insanların göz önünde bulunmayan bir kısmını keşfeder bu yolcu. Yıldızları izlemeye başlar ve tam gecenin büyüleyici güzelliğine kapıldığı esnada orada tek olmadığını fark eder. Başka bir adam daha önceden keşfetmiştir orayı. İkisinin arasında o gece koyu bir sohbet ve arkadaşlık başlar. Güvertedeki adam korkunç bir yüze sahiptir ve kekeleyerek konuşur. Buna rağmen bu adam yaşadıklarını ve içinde kalan sırları bu gemide tanıdığı yabancıya anlatmak ister. Bu korkunç yüzlü adam aslında doktordur. Avrupalılara insanlık ve uygarlık misyoneri olma hayali varken hayat onu bu fikirlerinden uzaklaştırır. Küçük bir kasabada doktorluk yaptığı esnada bir kadın onunla konuşmaya gelir. Zengin ve asil bir kadındır ve tüm çevre tarafından tanınır. Kadın doktora, kocasından olmayan bir bebeği karnında taşıdığını ve bu bebeği kimse duymadan almasını ister. Doktor yasal olmadığını söyleyerek kabul etmez. Kadın çok dil döker ama nafile. Bunun üzerine odadan çıkarak doktora sert bir şekilde bağırır ve ona ihtiyacı olmadığını gururlu ve kendinden emin bir biçimde söyler. Doktor onun bu tavrına çok kızsa da bir kadının boyun eğmeyişini görür ve içinde ilk defa bir kadına karşı böyle belirsiz duygular hisseder. O diğer kadınlardan gerçekten çok farklıdır. Kadın kapıyı çarpıp çıktıktan sonra peşinden koşup onu yakalamaya çalışır. Ancak onu elinden kaçırır. Ona yardım etmediği için kendini çok suçlu hisseder. Günlerce her yerde arar ve inanılmaz derecede kimseye benzemeyen ve tüm kadınlardan farklı olan bu asil bayana gitgide aşık olur. En sonunda şehir dışında olduğunu öğrenir ve yanına gider. Doktor ona yardım etmek istediğini ve o bebekten kurtulması için elinden geleni yapacağını söylese de kadın kabul etmez. Doktora güvenmez ve bu sırrı açığa çıkaracağını düşünerek itibarının zedelenmesini istemez. Doktor ise çılgınlar gibi yardım etme arzusundan vazgeçmez. Şehirde kalmaya ve oraya tayin istemeye karar verir. Böylece onun her daim yanında olacak ve koruyacaktır. Amacı ona yakın olmak, sırrını kimseye söylemeyeceğine inandırmaktır.

Kadın ona güvenmediği için ucuz ve kötü şartlarda olan bir yere bebeğini aldırmak üzere gider. Ancak burada enfeksiyon kapar ve çok kan kaybeder. Bunu duyan doktor koşarak yanına gittiğinde o hayata gözlerini yummak üzeredir. Doktordan sırrını saklamasını ve kimsenin öğrenmemesi için elinden geleni yapmasını ister ve vefat eder.

Kocası bu muamma ölümden şüphelenir ve cesedi otopsi incelemesi için gemiyle Avrupa’ya göndermeye karar verir. Doktor ise o sırrı korumak adına mesleğini, parasını, her şeyini geride bırakır. O gemiye binip tabuttaki kadının cesedini otopsiye gitmeden kaçıracaktır. Kendini bu yaptıklarından dolayı Amok Koşucusuna benzetir. Zamanında bir adam çılgın bir biçimde koşmaya başlar ve önüne gelen her şeyi herkesi hançerden geçirir. Ağzı köpüklü, çılgınca ve amaçsızca koşar, koşar, koşar ve önüne geçen herkesi öldürür. O yüzden o şehrin insanları ona deli anlamına gelen 'Amok’ adını verirler. Amok Koşucusu adını buradan bu olay ile alır. Doktorda tıpkı Amok gibi çılgınca bu kadının peşinden koşar. Ertesi gece gemide bu olay duyulur. Bir tabutun kaçırılmaya çalışılırken denizin dibine çakıldığını, tabutla beraber çalanın da denize düştüğü söylenir. Şüphesiz bu tabutla beraber denizin dibine düşen adam Amok koşucusundan başkası değildir.

Olağanüstü Bir Gece (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Olağanüstü Bir Gece

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitabın Özeti : 

1914 yılında Rava-Ruska'da bir Avusturya hafif süvari alayıyla katıldığı çarpışmalarda şehit düşen Baron Fredrich M. von R.nin yazı masasında bulunan notlar daha sonra ailesi tarafından gözden geçirilmesi istenerek yazara verilmiş. Stefan Zweig de sadece altı saatlik bir zaman dilimini kapsayan bu olağanüstü geceyi sadece ismini değiştirerek Olağanüstü Bir Gece kitabı ile yazıya dökmüş. 

Baron Fredrich'in hikayesi ise şöyle;

Tarihler 7 Haziran 1913 ü gösterdiğinde otuz altı yaşındaki barona erken ölen ailesinden bir miras kalmıştı. Kendisi bu fırsatı iyi değerlendirerek subaylık mesleğinden vazgeçmiş ve kendince emekliye ayrılmıştı. Ailesi soylu bir sınıftan geliyordu, normalde de durumu oldukça iyiydi. Üstüne bir de bu miras gelince tamamen zengin ve soylu bir aristokrat olmuştu. Tüm ilgi alanını lüks ve çok nadir uğraşlara ayırıyordu. Mesela antikacılardan nadir parçalar bularak bunları uygun bir sistemle dizmek ona çok keyif verirken, o günlerin en çok okunan kitaplarına ilk sahip olmak da bir diğer uğraşıydı. Tabii birde kadınlar vardı. Kadınlar kesinlikle ilgi alanına giriyordu. Fakat tüm bu zengin yaşayış bir süre sonra onu derin bir durgunluğa soktu. Tam altı ay sürecek bu uzun durgunluk döneminde tüm heveslerinden uzaklaştı. Artık ne kitaplar ne pahalı antikalar ne de kadınlar ona heyecan veriyordu. Sıradan bir hayatın tam içindeydi. Ta ki o olağanüstü geceye kadar.

O gün evden bir anlığına çıktı ve etrafın oldukça kalabalık olduğunu faytonların soyluları ve sosyeteden tanıdığı simaları sırayla götürdüklerini gördü. O da hemen bir faytona atladı. Arabacının sorusu ise bütün olayı açıklıyordu. Arabacı " At yarışlarına değil mi efendim? "demişti. Baron da bu soruya başını sallayarak cevap vermiş ve kendisini bir anda yarışlarda bulmuştu. Aslında altı ay öncesine kadar böyle olayları hiç kaçırmazdı. İçeri girdiğinde herkesin sıralarına oturduğunu, çok özenle giyindiklerini görmüştü. Yarışın başlamasıyla tüm soylular sanki bambaşka insan oluvermişlerdi. Bağırıyor, kazanmasını istedikleri atın ismini haykırıyorlardı. Bu heyecan bir anda baronu etkiledi. Çünkü onun uzun zamandır hissedemediği bir duyguyu tüm bu insanlar yaşıyorlardı. Ardından yarışlara biraz ara verildi. Bu ara esnasında baronun gözü bir hanımefendiye takılmıştı. Çok güzel ve alımlı olan bu kadın adeta gözleriyle barona cilve yapıyordu. Bu durum yine hoşuna gitti baronun. Çünkü gizli bir oyun ona heyecan vermişti. Fakat kadının yanında birden şişman ve kel bir adam belirdi. Elini kadının omzuna atmasıyla baron onun kadının kocası olduğunu anladı. Artık oyun bitmiş ve heyecanını yitirmişti. Yarışlar tekrar başlarken bir anda kargaşa oldu. Şişman ve kel adam o karmaşayla elindeki tüm kuponları düşürdü. Bir tane kuponda baronun ayağına denk geldi. Eline aldığı sırada yarış başladı. Maçı takip etmeye ve heyecanlanmaya başladı. Çünkü kuponundaki at yeniyordu. Yarış bitti ve tüm ikramiyeyi baron aldı.

Bu suç işleme duygusu ve yaşadığı heyecan ona tekrar bilet aldırttı. Yine maçı o kazandı ve çok fazla parası oldu. Fakat baron bu durumdan hiç memnun değildi. Soylu birisine hiç yakışmıyordu bu durum. Üzgün bir şekilde panayır gibi bir yere girdi. Burada insanların arasına karışmak ve durgunluğunun nedenini anlamaya çalışıyordu. Gece yarısına kadar yanına kimse gelmedi. Hatta insanlar ondan uzaklaşıyor gibiydi. Çünkü kıyafeti ve duruşuyla soylu biri olduğunu belli ediyordu. Dükkanlar ve lunapark kapanınca baronun yanında biri geldi. Bu bir fahişeydi. İlk kez birinin dikkatini çektiği için heyecan duydu ve onun peşinden gitti. Fakat biraz uzaklaşınca arkasında iki kişinin olduğunu gördü. Kadına çok yüklü bir para verdi ve arkasındaki iki kişiye de acıyarak onlara da para verdi. Para alan bu aciz insanların yüzündeki mutluluk ona çok büyük bir his yaşattı.

O akşam gördüğü herkese yardım etmek istedi. Baloncunun tüm balonlarını satın aldı, kek satan yaşlı kadının önünden kek alarak yüklü bahşiş bıraktı. Evlerin camlarından içeri paralar attı. En sonunda hayatının amacını ve kendi benliğini buldu. O akşamdan sonra çok mutlu ve bilinçli bir insan olarak yaşamaya devam etti. Hiç yalnızlık çekmedi aksine artık sokakta gördüğü her insanla muhabbet ediyor, yardımlaşıyor ve artık yalnızlık duygusunu zerre kadar hissetmiyordu.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...