30 Nisan 2019 Salı

Yurdumu Özledim (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yurdumu Özledim

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitabın Konusu : 

Atıl ve ailesinin köyden Almanya’ya para kazanmak için gidişi ve sonrasında duyulan özlem anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti :

Atıl 9 yaşında bir çocuktur. Annesi ve babası köyde yeterince para kazanamadığı için Almanya’ya çalışmaya giderler. Atıl köyde ninesi ve kardeşi Ayşen ile yaşıyordu. Atıl köy okulunda 3. sınıfta okumaktadır.

Atıl sınıfa geç geldiği bir gün arkadaşlarına anne ve babasıyla Almanya’ya gideceğini söylüyor. Atıl Almanya’ya gideceği için çok mutludur. Arkadaşlarına bu durumu ballandıra ballandıra anlatıyor ama arkadaşları artık dinlemekten bunalıyor.
Almanya yolculuğu babasının kiraladığı kaptı kaçtı araçla başlıyor. Ancak köyden şehre yolculukları, tipi, eşkiyalar ve kurtlar nedeniyle çok zor geçiyor. Trene binip şehre ulaşmaları da günlerini alıyor. Köyde gezmeye, oynamaya rahat hareket etmeye alışan Atıl'ın canı çok sıkılıyor. İlk defa uçağa bindiği için çok heyecanlanıyor ve Almanya’ya ulaşıyorlar.

Almanya’da Atıl’ı sıkıcı, bunaltıcı bir hayat bekliyor. Anne ve babası işe gidince evde kalıyor ve yemekleri pişiriyor. Bir gün ocakta yemeği unutup başka bir çocukla oyuna dalıyor ve evde yangın çıkıyor. Yangın çıktığı için ev sahibi Atıl ve ailesini evden atıyor. Ancak Atıl o çocukla iyi bir dostluk kuruyor.

Anne ve babasıyla bir hafta sonu yeni kıyafetler ve oyuncaklar almaya gidiyorlar. Orada gördüğü silahı ailesi almayınca daha sonra tek başına silahı almaya gidiyor ve kayboluyor. Çok korkan Atıl’ı polisler bulup ailesine teslim ediyor. Oysa babasının ona habersiz aldığı silahı görünce çok şaşırıyor. 

Atıl parkta kedisini kaçıran bir kıza yardım ediyor ama kızın abisi ve arkadaşları, Atıl’ı çok fena dövüyorlar. Atıl bu arada eline geçen gazeteleri bile okuyamıyor. Okumayı unuttuğunu fark ediyor. Babası her gün gazete alıp okumasını sağlıyor.

Atıl okula başlıyor ve çok fazla arkadaşı olmuyor çünkü okulda Türkleri hiç sevmiyorlardı. Okulda da başarısı köydeki kadar iyi olmadığı için Atıl içten içe her şeyin özlemini duymaya başlıyor.

Babasının sürekli; tembel, haylaz, bir iş beceremedin, olmadık işler açtın başımıza diye azarlamalarına en sonunda dayanamayan Atıl şu cevabı veriyor:

“Bu güne dek başıma gelen abuk subuk işler ilgisizlik ve görgüsüzlükten oldu. Köyde doğup büyüdüm yoksa tembelliğimden değil. Burada boynu bükük para için yaşamaktansa köyüme dönüp gönlümce yaşamak istiyorum… diye haykırıyor.
İçten içe aynı duyguları paylaşıp da söyleyemeyen anne babası da hıçkırıklarla Atıl’a sarılıyorlar. Türkiye’ye köylerine gönüllerince yaşamaya dönmek için karar veriyorlar.

Suna’nın Serçeleri (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Suna'nın Serçeleri

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitabın Özeti :


Suna çok yaramaz bir kızdır. Mahallenin erkek çocuklarının oynadıkları toplarını çalmayı çok severdi. Çünkü onlar Suna'yı maç yaparken oyuna almazlardı.

Gene bir gün erkeklerin topunu aldı ve onlardan kaçtı. En sonunda yoruldu. Onlara top karşılığı bir söz vermelerini istedi, kendisini de oyuna alacaklardı artık. Çocuklar zar zor kabul etti. Bir gün top oynarlarken topları bahçeye kaçtı. Bahçe sahibi sinirli bir kadındı ama evde yoktu. Suna gitti topu aldı fakat top elinden kaçtı. Suna’nın önünde işçiler kireç kuyusunda kireç söndürüyorlardı. Suna dengesini kaybedip kuyuya düştü. Her yeri yandı. 

Bir yıl okula gidemeyecekti. Suna hiç konuşmuyordu. Aylarca evdeki koltuğunda oturmaktan sıkılıyordu. Bir gün her yeri kar kaplamıştı. Pencereye bir serçe kondu. Annesi onu içeri aldı ve karnını doyurdular. Sonra dışarıya saldılar. Suna salmak istememişti. Çünkü onu çok sevmişti. Serçe onu mutlu etmişti. Annesi gene gelir bu karda kışta başka nereye gidecek dedi. Ertesi gün serçe birkaç arkadaşı ile geri geldi. Daha sonra sayıları 17 oldu. Suna çok mutluydu.

Her gün annesine babasına onları anlatıyordu. Serçeleri ayırt etmek için ayaklarına rengarenk halkalar bağladı. Sonunda bahar geldi. Serçelerin biri Suna biz artık gidiyoruz buraya gelmeyeceğiz kırlarda daha çok yiyecek var ama her hafta birimiz gelip sana hikaye anlatacağız dedi. 

Her hafta bir serçe gelip sabırsızlıkla bekleyen Suna'ya hikaye anlatıp gidiyordu. Bu süre içinde pembe serçe yavrulamıştı. Suna yavaş yavaş iyileşiyordu, artık yürümeye başlamıştı bile. Bir gün pembe serçe geldi. Yanında yavruları vardı. Öyküsünü anlattı gitti. Annesi Suna’ya bir şey söylemek istiyordu.

Suna buna izin vermiyordu. Ertesi hafta yavrular geldi. Suna’ya kendi öyküsünü anlattı ama sonu değişikti. Sonunda Suna kendi uydurduğu öykülerini kendi anlatıyor annesine babasına bunları serçeler anlattı diyordu. Suna serçelerin sözünü kesti ben bunun sonunu biliyorum dedi. Serçeler gitti. Annesi Suna’ya kızım ben bu hikayeleri kendinin uydurduğunu biliyorum. Ama yürüyünce bunların sona ereceğini de biliyorum dedi. Suna evet anne bugün sondu dedi. Annesine ilk serçenin pencerede belirdiğini gösterdi. Annesi ile onu izlediler. Serçe gitti. Arkasında el salladılar. Suna ve annesi birbirini öptü ve sarıldılar.

29 Nisan 2019 Pazartesi

Mavi Zamanlar (Mavisel Yener) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Mavi Zamanlar

Kitabın Yazarı : Mavisel Yener

Kitabın Özeti :

Mavi Zamanlar kitabı eski çağlara ait antik bir keşif macerasını anlatıyor. 

Sekizinci sınıfa geçen Birce, yedinci sınıf kitaplarını verip onların yerine tatilde okuyabileceği kitaplar alır. Bu kitaplardan birinin adı çok ilgisini çeker: Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları. Birce, bu kitapla birlikte kendini büyük bir maceranın içinde bulur. Katıldığı yarışmada da dereceye giren Birce, Allianoi Arkeolojik Kazı Alanı’nda bir haftalık tatil kazanır.

Birce, Aktan, Sevilay ve Işıl kazı alanına doğru yola çıkarlar. Birce yolculuk sırasında kitabını okumaya iyice dalmıştı. Mavi zamanların dolunay masalcısı, dut ağacından yaptığı kağıt parçasına ‘Gizli geçitleri bulmanın ilk kuralı; gök evrenin mavisini görebileceğin, dağların kekik kokan havasını soluyabileceğin, yelin fısıltısını, suyun şırıltısını duyabileceğin bir yerde olmaktır.’ yazmıştı. Yarı şeffaf mor kâğıdın üzerindeki yazı şöyle devam ediyordu:

Herşey yaşamın gizli geçitlerine yol alabilir, yeterki ki gör.

Minibüs sert bir dönüşle toprak yola saptı. Şöför dikiz aynasından bakarak konuştu:
“Geldik sayılır.”

Yolun kıyısındaki tabelayı okudular: “Allianoi Kurtarma Kazısı Alanı”

Burası mitolojide hasta insanlara şifa dağıtan, hekimliğin ve tıp biliminin sağlık tanrısı Asklepios’a adanmış bir Asklepion. Söylenceye göre tanrı Apollon, oğlu Asklepios’u yarı at yarı insan olan Kheiron’a emanet etmiş. Kherion ona okuma yazma ile birlikte öncemli hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların formüllerini de öğretmiş. Asklepios’un ünü kısa sürede yayılmış. Onun ölüleri bile dirilttiği söylenmiş. Zeus buna kızdığı için Asklepios’u öldürtmüş. Halk da Asklepios’un adını yaşatmak için aynı isimle sağlık merkezleri kurmuş. Buralara ‘Asklepion’ adını vermişler. Allianoi de onlardan biri. Yani burası Batı Anadolu’nun en büyük şifa merkeziymiş.

Bu masal İlya’da geçen okuruna yazılmış bir mektuptur.

Kazı alanında herkes işinde gücündeydi. Birce kitabını okurken sağ eliyle taşa dokunuyordu. “… uçsuz bucaksız düzlüklerde rastlayınca yüz çevirdiğimiz tekerlek izi gibi. Gördüğün şey yüzyıllar boyu başkaları tarafından da görüldü; ama iz süremedi onların gözleri.”

Birce gözlerini kapayarak içini çekti ve hızla yerinden kalktı. Dün gece bahsedilen su perisinin nerede olduğunu merak etti. Onun Bergama Müzesinde sergilendiğini öğrendi.
‘Neden su perisi demişler peki?’
‘Herhalde kucağında kocaman bir istridye tuttuğu için…’
Gilman, gel masalın su perisi ile ilgili kısmını bir daha okuyalım.

Diğer bir taraftan ise Seine Nehri’ne bakan Montebello Caddesi’ndeki karanlık, rutubetli çatı katında İbrahim, Mısırlı Necip ve Mısırlı Reşat, Paris’teki sahaftan buldukları el yazması haritayı dikkatle inceliyorlardı.

Bu haritaya göre dünyanın elektromanyetik alanını düzenleyen dört büyük kristal, dört ayrı bölgede yer alıyor. Bunların biri Türkiye’de, diğer üçü okyanuslarda görünüyor.
Şu an ulaşabileceğimiz tek kristal Türkiye’de.

Yerküre dev bir mıknatıs, mıknatıslanmanın değiştirilmesi gezegendeki su dengesini Mısır adına olumlu etkileyecek, Mısır’a su getirmeyi biz başaracağız. Reşat’ın ve Necip’in gözleri parladı, yolculuk Türkiye’ye…

Birce bu arada kitaptaki şifrelerle yavaş yavaş karşılaşmaya başladı.
“Sakın ola demeyesin, hamamın kubbesi yok, tası yok, kurnası yok, suyu yok! İşte ilk ipucu sana. Dünya güzeli su perisi hâlâ yıkanıyor orada…”

İşte şifrelerin ikincisi: Ay yeryüzüne iyice yaklaşıp İlya’da ıslanınca çıkabilirsiniz yola.

Her kim üç köşeli tası bulur, tası kumla parlatırsa tılsıma yaklaşacak. Havuzun kenarında bekler tas yüzyıllardır, içinde, beklenen şifre.

Masal der ki: tılsım su perisinin elindeki kristalde. Ey Dolunay Masalcısı, yol kesenler yanıbaşında su perisinin. Görmeyi bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler.

Git ve kurtar Allionoi’nin yerlatı kentini. Su için doğdu, su için de yok olmasın…

Yaz başında Allianoi’de düzenlenen gençlik şenliği için toplananlara kazı başkanı, arkeolog Gilman: eğer barajın projesi değiştirilmeseydi, bugün bütün bu güzellikler su altında kalmış olacaktı. Allianoi dünyaya örnek olmuş, sular altında kalmaktan kurtarılmış ilk kenttir.

Mutlu Prens (Oscar Wilde) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

 

Kitabın Adı : Mutlu Prens

Kitabın Yazarı : Oscar Wilde

Kitabın Özeti : 

İngiliz Edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Oscar Wilde’ın masal tadında bir öykü kitabı olan Mutlu Prens dört hikayeden oluşuyor. Ana fikirleri ortak bir çatıda buluşturan Wilde fedakarlık iyilik gibi konuları üzerinde durmuş. Okuyunca insanın içini ısıtacak bir hikaye olan kitabın konusu ise şöyle;

Bir zamanlar çok mutlu bir prens varmış. Hiçbir şeye ağlamayan ve üzülmeyen bu prens şatosunun duvarlarını çok yüksek yaptırmış. Nedeni ise kötü şeylere veya onu üzecek şeyler ile karşılaşmamakmış. Hep gülmek ister ağlamaya hiç dayanamazmış. Halkı ona çok imrenir, onun gibi olmak istermiş. Bir gün prens ölmüş. Hemen bu çok sayılan prensin heykeli yapılmış. Şehrin en yüksek yerine altından bir heykel yaptırılmış. Prensin gözleri yakuttan, kılıcının tokası ise safirdenmiş. Mutlu prens çok yüksekte bulunan bu yeni yere geldiğinde çok şaşırmış. Eskiden yüksek duvarlarla çevrili şatosu çevresindeki kötülükleri görmeyi engellediğinden şimdi gördüklerine çok şaşırıyormuş. Halkı hiç onun gibi mutlu değilmiş. Aksine herkes sefalet içinde ve dertliymiş. Tüm bunlara ağlarken ayaklarına bir kırlangıç konmuş. Göç zamanı olduğundan şehri terk etmeye hazırlanan kuşbaşına akan damlalar sonucu heykelin ağladığını fark etmiş.

Prens ona açıklamaya başlamış. Kuşa gördüğü ailelerin durumunu anlatmaya başlamış. Uzaklarda bir evde bir anne ve çocuğu sefalet içindeymiş. Çocuk hem aç hem de ateşler içinde yanıyormuş. Prens kuşa gözlerindeki yakutlardan birini alıp bu eve götürmesini söylemiş. Kuş bu nedenle o gece göç edememiş. Yarın olduğunda prens yine başka bir ev görmüş. Bir öğrenci parası olmadığı için yakacak bulamıyormuş. Bu nedenle ödevlerini yapamaz olmuş. Bunu gören prens kırlangıçtan diğer gözünü çıkarıp bu öğrenciye götürmesini söylemiş. Kuş tekrar söyleneni yapmış. Kırlangıç hep gitmek istiyor fakat prense çok üzülüyor onu bırakmak istemiyormuş. Artık prensin üstünde değerli hiçbir şey kalmamaya başlamış. Aynı zamanda kırlangıç için de zor zamanlar baş göstermiş. En kısa zamanda bu soğuk şehri terk etmesi gerekiyormuş. Prense tekrar yardım etmiş. Sabah ise heykelin ayaklarının ucunda donarak ölmüş. Heykel ise artık değerini yitirmiş bir taş yığınına dönmüş. Bunu gören belediye meclis üyeleri heykeli söküp altını eritmeye karar vermişler. Buradan elde edecekleri parayla da belediye başkanının heykelini dikeceklermiş.

Ocakta eritilmeye çalışılan heykelden geriye hiç erimeyen kurşun bir kalp kalmış. Bu kalp kırlangıcın ölüsünün atıldığı çöplüğe bırakılmış. Tanrı ise meleklerine yeryüzünden çok değerli iki şey getirmelerini söylemiş. Melekler ise kuşun cansız bedenini ve ne yapılırsa yapılsın yok edilemeyen prensin kalbini getirmişler.

Güneşi Uyandıralım (Jose Mauro De Vosconcelos) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Güneşi Uyandıralım

Kitabın Yazarı : Jose Mauro De Vosconcelos

Kitap Hakkında Bilgi :

Güneşi Uyandıralım kitabında Zeze biraz daha büyümüş ve romanda artık 11 yaşındadır. Ailesi, onun daha iyi bir yaşam sürmesi ve eğitim görmesi için zengin bir aileye evlatlık olarak verir. Tek dostu ve sırdaşı şeker portakalını kaybetmesinin acısı üzerine bir de ailesinden kopması eklenir.

Zeze yeni ailesinde de umduğu aile sıcaklığını bulamaz. Bunun üzerine kendisine dost olarak evin aşçısını seçer. Zamanının büyük bir kısmını Dadada ile geçirir. Şeker portakalı ağacının yerini ise Adam adını verdiği kurbağa alır. Zeze tüm dertlerini ve sırlarını artık kurbağası ile paylaşır.

Güneşi Uyandıralım romanı ile bu kez çocukluk sorunlarının yerine ergenlik sorunları alıyor ve Jose Mauro De Vasconcelos yine kendine has üslubu ile okurlara ergenliğin acı hikayelerini sunuyor. Zeze yeni kitapta aşkı ve aşık acısını da tadıyor. Tabi ki yine en zor yoldan bunu yapıyor.

Kitabın Özeti :


Şeker Portakalı ile aklımıza kazınan Zezé Güneşi Uyandıralım ile tekrar karşımıza çıkıyor. Zezé artık 11 yaşındadır ve zengin bir aileye evlatlık verilmiştir. Bir gün yatarken bir ses duyar. Bu bir cururu kurbağasıdır. Ona yardım edeceğini söyler ve Zezé'nin kalbinin olduğu yere yerleşir.

Zezé okula gidemeyecek kadar hastadır. Zatüre olmuştur. Bir hafta sonra iyileşir ve okula geri döner. Artık kalbinin yerini dolduran kurbağası Adam'a her yeri gösterebilecektir. Okula dönüşünü Peder Fayolle büyük bir sevinçle karşılamıştır. Zezé Peder fayolle'ye kalbindeki kurbağası hakkındakileri anlatır. Eve geldiğinde piyona çalması gerekmektedir. Piyanosunun ismi Joãnzinho'dur.

Hafta sonu geldiğinde Zezé sinemaya gitmek için evden ayrılır. Gitmesi gereken film yerine A Bedtime Story adlı diğer filme girer. Bu filmdeki başrol Maurice Chevalier'in babası olmasına karar verir. Artık Zezé'nin düşsel bir babası olmuştur. Maurice film çalışmalarından dolayı onu sık sık ziyaret edememektedir. Zezé onun da Portekizli Manuek Valadares gibi ölmesinden korkmaktadır. Ama Maurice artık Zezé'nin ona ihtiyacı olmayacağı güne kadar onunla kalacaktır.

Zezé'nin okulunda öğrenciler sıcak günlerde bile üniformayı çenelerine kadar iliklenmiş olarak giymek zorundadırlar. Ama Zezé bu şekilde giymek istememektedir. Artık gömleğinin yakasını açarak giymektedir ki okul müdürü onu yakalar. Zezé yine de fırsat buldukça o şekilde giymektedir. Bu yüzden başı belaya girer. Ama öğretmenler yaptıkları toplantıda Zezé'yi haklı bulurlar. Üniformaların da değiştirilmesine karar verilir.

Zezé'nin babası ameliyat olmak zorundadır. Bu sırada Zezé okul yurdunda kalmak zorundadır. Ama bu onun için bir tatil gibi olmuştur çünkü bu sürede istediğini yapabilmiştir.

Zezé babasının söylediği bir laftan dolayı alınmıştır. Ağlama krizlerine girmektedir. Onun yaşındaki bir çocuk için bu çok büyük bir acıdır. Eve gitmek istememektedir. Ama okuldaki bir Peder'in ona kızmasıyla eve dönmüştür. Ama babasıyla arasına bir soğukluk girmiştir.

Zezé ve ailesi yeni bir eve taşınır. Şeytan yine Zezé'nin kulağına fısıldamaktadır. Zezé komşularının bahçesinden gizlice meyve toplamaktadır ve gözünü yeni yetişmekte olan bir papayaya dikmiştir. Komşu kadın her gün papayayı kontrol etmektedir. Ama Zezé onu gizlice koparmayı başarır ve yer.

Eski Zezé geri dönmüştür. Sürekli yeni bir yaramazlık peşindedir. Yeni merakı akşamları Manuel Machado'nın ormanlarına girmektir. Eğlence için acılı bir ruh gibi davranmaya karar verir. Ormanda çıkardığı sesler büyük yankı toplar. Herkes bu olayı konuşuyordur. Bir gün aşçıları Dadada onu yakalar bu oyuna son vermek zorunda kalır.

Zezé eskisi gibi değildir. Artık Maurice de onun ziyaretine pek gelmemektedir. Ve kurbağası Adam da gitme çalışmaları yapmaktadır. Çünkü Zezé'nin artık onsuz yapabileceğini ve yüreğindeki umut güneşini tek başına uyandırabileceğini anlamıştır. Sonuçta Zezé büyümüştür. Ve aşk gibi yeni duygular da keşfetmişti.

Uçan Sınıf (Erich KASTNER) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Uçan Sınıf

Kitabın Yazarı : Erich Kastner

Kitabın Özeti :

Yer yatılı bir lisedir. Kahramanlarımız edebiyat meraklısı Johnny Trotz, sınıf birincisi Martin Thaler ve karnı her zaman aç olan Matthias Selbmann, Fridolin, Uli ve daha birçokları… 

Kah­ramanlarımızdan Matthias ne kadar iri ise, Uli de o kadar ufak tefekti… Her an bir şamata, her an bir gırgır yapmak için fırsat kollayanlar çoğunlukta olduğundan, gülmek ve kendine güldürtmemek için sürekli dikkat göstermek gerektiğinin bilincinde (!) olan öğrencilerin çokluğundan; kavgasız, şamatasız, gürültüsüz nerede ise bir dakika bile geçtiği görülmemiştir. Hemen her okulda olduğu gibi, üst sınıflar İle alt sınıflar arasındaki çekişmelerden doğan kavgalar ve hır gürler de İşin cabası…

Kavgalar, sadece alt ve üst sınıflar arasında olarak sınırlı değildi. Ayrıca, diğer okulların öğrencileri ile de sık sık yapılırdı.

Kısacası diyebiliriz ki, “Uçan Sınıf, Almanya’da bir okulun “Hababam Sınıfı”dır.

Kahramanlarımız, Noel kutlamaları için spor salonunda sergilenecek olan, Johnny’nin yazdığı “Uçan Sınıf İsimli oyun için hazırlanıyorlardı. Oyun, beş perdeden oluşuyor ve deyim yerindeyse ileriye yönelik bir kehanete dayanıyordu. Belki de ileride uygulanacak bir Öğretim yöntemini vurguluyordu. İlk perdede, bir lise öğretmeni coğrafya dersini yerinde işlemek için bütün sınıfla birlikte uçakla yola çıkıyordu… İkinci perdede uçak Vezüv Yanardağları’ndaki kraterlerin kenarına iniyordu… Üçüncü perdede sınıf, Gize’deki piramitlerin yakınına iniyordu… Dördüncü perdede “Uçan Sınıf Kuzey Kutbu’na iniyordu. Öğretmenlerinin yaptığı bir yanlışlık sonucu uçağın irtifa dümeni bozulduğu için, beşinci ve son perdede göğe çıkıyorlardı. Gökte Petrus onları bekliyordu… Petrus büyülü formülü söylüyor ve yere iniyorlardı…

Tabii her perdede, yapılan gösteriler bununla sınırlı değildi. Örneğin, üçüncü perdede, kahramanlarımız gazetelere uydudan fotoğraflar gönderiyorlardı.

Kahramanlarımızın sık sık ziyaret ettikleri “Sigara İçmez” ismini taktıkları bir adam vardı. Sigarayı da fosur fosur içerdi. Alman Demiryolları’ndan satın aldığı bir vagonda yaşıyordu. Vagonun kapısında “Sigara İçilmez” levhası olduğu gibi durduğu için, bu ismi takmışlardı. Çocuklar bu adamı en az öğretmenleri kadar seviyorlardı.

Bir gün rakip okulun öğrencileri, bir öğretmenin oğlunu rehin almışlar, ayrıca birçok öğrencinin defterlerine de el koymuşlardı. Yine bir savaş zamanı gelmişti. Savaş sloganları “Çelik Birlik” idi. Önce bir elçi göndermeyi kararlaştırdılar. Elçi Sebastian, rakip okulun elebaşının evine gitti. Arkadaşlarının serbest bırakılması ve defterlerinin geri verilmesi taleplerini iletti. Kabul e-dilmedi. Gruplar savaş düzeni aldılar. Tam kavga başlayacaktı ki “Sigara İçmez” ortaya çıktı ve böyle kavga ederlerse polisin ve okul idarelerinin her şeyden haberdar olacağını ve başlarının belaya gireceğini söyledi. Önerisi, her okuldan birer kişinin yumruklu düello etmesi, yenilenin yenenin şartlarına uyması İdi. İki taraf da bunu kabul etti.

Karşı tarafın kavgacısı Wawerka, bu tarafınki ise Matthias i-di. Kısa bir kavgadan sonra, Matthias rakibini yenmişti. Ancak, karşı tarafın öğrencileri sözlerinde durmadılar. Yeniden savaş düzeni alındı. Kar topu stoklan arttırıldı. Herkes “Hücum!” emrini bekliyordu. Nitekim birdenbire kartopu yağmuru başladı. Bu arada Martin, Johnny ve Sebastian rehineyi kurtarmanın peşindeydiler. Nitekim rakip okulun elebaşısının apartmanlarının kömürlüğünde, başında iki nöbetçi olan arkadaşlarını kurtardılar. Ancak defterler yanıp, kül olmuştu. İki nöbetçiyi bağlayıp, hızla savaş alanına döndüler.

Günlerdir yağan kar durmuş, Noel’e ise sadece bir iki gün kalmıştı. Okul müdürünün odasında, hesap veriyorlardı. Bay Bökh, öğrencilerini çok seviyordu. Onlara geçmişte yaşanmış bir hikâye anlattı:

“Bundan yirmi yıl önceydi, Dokuzuncu sınıfta cesur ve çalışkan bir öğrenci vardı. Haksızlıklar karşısında tıpkı Martin Thaler gibi öfkelenirdi. Gerekirse Matthias gibi dövüşürdü. Uli gibi evini özlerdi. Sebastian gibi aklı başında kitaplar okur, Janathan gibi bahçede saklanırdı. Bir gün bu çocuğun annesi çok hastalandı. Okuldan kaçarak annesini görmeye gitti. Dönüşte yakalandı. Dışarı çıkmama cezası aldı. Yine kaçtı, yine annesini görmeye gitti. Yine yakalandı. Bu sefer sınıf öğretmeni dört hafta dışarı çıkmama cezası verdi. Yine kaçtı, annesini görmek için. Yakalandı, bu sefer müdür tarafından oda hapsi ile cezalandırıldı. Yine kaçtı, nasıl mı, bir arkadaşı onun yerine hapis yatmayı kabul ettiği için. Arkadaşıyla arası çok iyiydi. Okul bittikten sonra da görüşmeye devam ettiler; ama arkadaşının bir kaza sonucu ailesini kaybetmesiyle ortadan kaybolması bir oldu. O gün bugündür de onu görmedi.”

Hikâyeye dönersek; “müdür, çok öfkelenmişti. Diğer çocuk her şeyi anlatınca, olayı anladı ve iş tatlıya bağlandı. Bu öğrencinin kim olduğunu biliyor musunuz!” diye sorunca, hepsi birden “Sizsiniz. ” diye cevap verdiler. “Sizi gidi haylazlar, toz olun gözümün önünden1. ” diyerek hepsini gönderdi.

Çocukların hepsinin sınıf öğretmenlerine olan saygı ve sevgileri bir kat daha artmıştı. Aralarında, arkadaşı için oda hapsini kabul eden kişinin kim olduğunu konuştular ve buldular: “Sigara İçmez. ”

Profesör Kreuzkam’a defterlerin yakıldığını anlatmak zorunda kaldılar. Bu arada, bazı yaramazlar, küçük Uli’yi, sınıfın çöp sepetinin içine koyup, duvara asmışlardı. Profesör, hepsine cezayı verdi: “İşlenen her suçta, suç sadece o suçu işleyende değildir, suçun işlenmesini engellemeyen de suçludur. ” cümlesini beşer kez yazacaklardı.

Uli, kendisine korkak ve çelimsiz denmesine sürekli kızıyordu. Son olay, iyice kafasını bozmuştu. Sepet olayından bir gün sonra, elinde şemsiye ile ikinci kattan, bahçenin karlı zeminine atladı. Herkes şok olmuştu. UH, ne kadar cesur olduğunun mesajını böyle vermişti. Neyse ki, sadece sol ayağı kırılmış, biraz da kaburga kemikleri ezilmişti o kadar. Ama, Noel’de ailesinin yanına gidemeyecekti.

Bu arada çocuklar yaptıkları bir planla Justus lakabını taktıkları öğretmenleriyle Sigara İçmez’i buluşturdular. Tahminleri doğruydu. Öğretmenin bahsettiği kayıp arkadaş, Sigara Içmez’in ta kendisiydi.

Martin, annesinden gelen mektubu okul postasından aldı. Annesi, mektupta yol parası olan sekiz lirayı gönderemediğini, babasının işsiz olduğunu, ne olursa olsun cesur ve dayanıklı olmasını, asla ağlamaması gerektiğini yazıyordu. Beş liralık da posta pulu göndermişti.

Oysa ki Martin mektubu okuduktan sonra “Benim Güzel Anneciğim” diyerek ağlıyordu.

Uli’nin bu atlayışı, Noel’de oynayacakları piyesi tehlikeye sokmuştu. Sekizinci sınıftan bir öğrenci buldular.

Akşam, Justus bütün öğrencileri toplayarak, onlara Uli’nin yaptığı şekilde cesaretin ispati olmayacağını söyledi. Ayrıca, öğrencilerden, bir akşam için kendisine izin vermelerini, bu süre zarfında da uslu olmalarını rica etti. Sigara İçmez’in piyano çaldığı barda bir bira içecekti.

Kent uzaktaydı. Yine de yürüdü. Tabelasında “Son Damlasına Kadar” yazan lokantadan İçeri girdi. “Sigara İçilmez” bil masada oturmuş kendisini bekliyordu. Kucaklaştılar. Konuşmalarının büyük bölümünü kahramanlarımız oluşturuyordu. İkisi de bu çocuklar okuldan mezun olmadan, yerlerinden ayrılmamakta kararlı olduklarını birbirlerine söylediler.

Gece yarısından sonra, kenti bir baştan geçerek döndüler. Yanlarında, yirmi yıllık hatıraları da beraber yürüyordu.

Okulun son günü idi. Çoğu öğrenci, noel İzni için bavullarını bile toplamıştı. Martin, Noel’de gidemeyeceğini hiç kimseye

söylememişti. Okulda kalmak (sadece Johnny’e serbestti, o da ailesi olmadığı için) yasaktı. Bakalım ne olacaktı?

Yine, bu akşam piyes de oynanacaktı, önceden iki prova daha yapıp iyice hazırlandılar. Sonra, hep birlikte Uli’yi ziyaret edip, ona moral verdiler.

Nihayet piyes vakti geldi. Çok güzel oynadılar. “Sigara içmez” de seyirciler arasındaydı. Sonra Justus, asıl mesleği doktorluk olan “Sigara İçmez” in, bundan böyle okul doktoru olarak görev yapacağını söyleyince, çocuklar “Hurra” diye havaya fırladılar. Çok güzel bir akşam geçirmişlerdi.
Gece, Justus ve Sigara İçmez, beraber yatakhaneleri gezerken, Martin’in bir şeyler mırıldandığını fark edip, biraz eğildiler. Uykusunda, “Ağlamak kesinlikle yasaktır. ” diye sayıklıyordu.

24 Aralık günü, (bilgi yelpazesi. com) ortalık tam bir ana baba günü İdi. İnenler, çıkanlar, koşturanlar… Matthias, Uli’ye veda etti. Johnny, UU ile beraber kalacak diye seviniyordu. Martin ise hiç gözükmemişti.

Bütün el ayak çekilmiş, Justus son kontrol gezintisini yapıyordu. Martin’i gördü. Sıkıştırınca, Martin hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Olup biteni öğrenince, zorla ona para verip evine gitmesini söyledi. Martin’in eski keyfi yerine gelmişti. Uli’nin yanına çıkınca, anne ve babasının ziyarete gelmiş olduklarını gördü. Hepsi ile vedalaştı.

Noel akşamı, her tarafta koyu bir kış hüküm sürüyordu. Martin’in anne ve babası, camın önünden hem dışarıya bakıyor, hem de sohbet ediyorlardı. “Martın ne yapıyor acaba?” dedi, annesi. Babası da “Umarım ağlamıyor dur. ” deyince, “Bana söz vermişti, ağlamayacaktı, gerçi ben de hep ağladım ya…”

Kapı çalar gibi oldu. Bir daha… Kim olabilirdi acaba? Kadın kapıyı açtı, Martin karşısındaydı. Sevinçleri görülmeye değerdi.

Martin’in kendi eliyle, öğretmenine yaptığı kartpostalın arkasına babası şunları yazdı: “Sayın Bökh, bize verdiğiniz bu canlı Noel armağanı için size sonsuz teşekkürler…”

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (Peyami Safa) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı 2


1. “9. Hariciye Koğuşu” adlı roman hangi mekanda başlıyor?

A) Çocuğun evindeki eşyaların tasviriyle
B) Sokaktaki ahşap evler arasında
C) Hastane koridorunda
D) Konağın bahçesinde
E) Çocuğun annesinin odasında

CEVAP: C

2- “9. Hariciye Koğuşu” romanında hasta çocuğa “Hamlet” piyesinin mezarlık sahnesini hatırlatan olay aşağıdakilerden hangisidir?


A) Yoldan geçerken bir cenaze görmesi
B) Gidilen bir piyesten bahsedilmesi
C) Gece, yatağında yapayalnız kalması
D) Bir kadavra odasına girmesi
E) Yattığı odanın penceresinin mezarlığa bakması

CEVAP: D

3- “9.Hariciye Koğuşu” romanında köşkten ayrılıp evine dönmek istemesinin nedeni nedir?

A) Annesini özlemesi
B) Hastalığının iyileşmesi
C) Vücudun tedaviye cevap vermemesi ve iyileşme ümidinin kalmaması
D) Nüzhet ile annesinin kendi hakkında konuştuklarını duyması
E) Evini özlemesi

CEVAP: D

4- “9. Hariciye Koğuşu” romanında Paşa İstanbul’un hangi semtinde oturuyor?

A) Üsküdar
B) Erenköy
C) Fatih
D) Kadıköy
E) Maltepe

CEVAP: B

5- “9. Hariciye Koğuşu” romanında Nüzhet’in gitmek istediği ve Dr.Ragıp’ın onu götürmeye söz verdiği şehir neresidir?

A) Londra
B) Paris
C) Berlin
D) Roma
E) Atina

CEVAP: C

6- “9. Hariciye Koğuşu” romanında, Paşa, emekli olduktan sonra evde ne beslemeye başlıyor?

A) Bülbül
B) Kedi
C) Balık
D) Saka kuşu
E) Güvercin

CEVAP: D

7- “9. Hariciye Koğuşu” romanında, Kahramana suçların en ağırı gibi gelen şey nedir?

A) Yalan söylemek
B) Aşık olmak
C) Sakat olmak
D) Yetim olmak
E) Yatalak olmak

CEVAP: A

8- “9. Hariciye Koğuşu” romanında Kahraman, hastalığını kaç sene çekiyor?

A) 3 
B) 4 
C) 5
D) 6
E) 7

CEVAP: E


9- “9. Hariciye Koğuşu” romanı hangi tür romana örnek kabul edilir?

A) Psikolojik
B) Sosyolojik
C) Tarihi
D) Biyografik
E) Egzotik

CEVAP: A

10- “9. Hariciye Koğuşu” romanında Roman kahramanının hastalığı nedir?

A) Akciğer kanseri
B) Verem
C) Bağırsak kanseri
D) Dizde iltihaplanma
E) Ülser

CEVAP: D

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...