Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
30 Nisan 2019 Salı
Ütopyaya Yolculuk (Şöhret Doğruyol Sağbaş) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Ütopyaya Yolculuk
Kitabın Yazarı : Şöhret Doğruyol Sağbaş
Kitabın Özeti :
On sekiz saat süren bir eve dönüş macerası...
Mavi, babasının uzay araştırmaları merkezine yaptığı ziyaret sırasında daha önce hiç görmediği bir makine ile karşılaşır.Merakına yenik düşer ve dikkatsizliğinden dolayı bu makineyi çalıştırarak yanlışlıkla paralel evrene gider. Ne olup bittiğini anlayamadan kendisini bambaşka bir dünyada bulan Mavi bu farklı ortama adapte olmakta ilk saatlerde zorluk çeker. Çünkü onun geldiği dünyada doğa onlara çoktan küsmüş, doğada uzun süreli hiçbir canlı barınamaz hale gelmiştir. Onun geldiği evrende insanların temiz hava ihtiyaçlarına cevap vermek için oksijen parkı adı verilen içerisinde botanik bahçe ve alışveriş merkezleri bulunan yapılar türemiştir. Bunun nedeni insanların doğaya karşı acımasız ve bencilce tutumudur.
Mavi yanlışlıkla geldiği bu evrende Kitap isimli bir kızla tanışır. Mavi'ye tekrar evine dönmesi için yardımcı olur. Kitap isimli kız Mavi'ye geldiği dünyayı anlattıkça Mavi kendi dünyasındaki olumsuzlukların farkına varır. Bu dünyada insanlar doğaya, hayvanlara ve başkalarına karşı son derece duyarlı ve saygılıdır.
Mavi'nin kendi dünyasında çok rahat bir yaşamı vardır. Sorumluluk duygusu nedir bilmeyen Mavi'nin varlıklı bir ailesi vardır. Yaşadığı dünyada Mavi'nin babasının dokuz tane oksijen parkı ve Derin Uzay Araştırma Merkezi vardır.
Kitap, Mavi'yi okulum dediği ağaç evine götürür. Burada çocuklar eğitimlerini kendi ağaç evlerinde kendi kendilerine tamamlarlar. Kitap kendi yaptığı bu ağaç evine düzenli olarak her gün gelmektedir. Burada araştırmalar yapıp, projeler üretmektedir. Burada çocukların bir ay boyunca yaptığı çalışmalar daha sonra Bilgeler Şehri'nden gelen bilgeler tarafından ziyaret edilerek değerlendirilir. Yapılan çalışmalara göre kollarındaki çips adındaki bilekliklere puan yüklenir. Çipsler telefon, bilgisayar, para kartı gibi pek çok teknolojik donanıma sahip bir bilekliktir. Fakat burada zorunlu haller dışında teknolojinin kullanımı pek yaygın değildir. Mavi bu durumun farkına varmaz ve mütevazi bir yaşam süren bu insanları ilkel bir topluluk olarak görür.
Mavi'nin durumunu çözmek için Kitap ile beraber bilgelerden yardım alma kararı alırlar. Kitap'ın bilge ziyareti Mavi gelmeden bir gün önce geçmiştir. Bu durumda bir ay beklemeleri gerekmektedir. Mavi bilgelere danışmak için bir ay beklemek istemez. Bunun üzerine Bilgeler Şehri'ne gitmeye karar verirler.
Bulundukları Botanik Şehir'i (Değerler Ormanı) yürüyerek geçecekler ve bisiklet istasyonuna ulaşacaklardır. Bisikletle Tasarım Şehri'ne gidecek, oradan Eğlence Şehri'ne ulaşmak için zepline binerek sarp dağları aşacaklardır. Sonrasında deniz yolculuğu ile Bilgeler Şehri'ne varacaklardır.
Yolculuk sırasında Mavi, içinde bulunduğu dünyanın kendi dünyasından farklı ve birbirine zıt olduğunu fark eder. Bu dünyada kötülük yoktur. İnsanlar bencil olmalarını engellemek için ayna kullanmamaktadır fakat oldukça göz alıcıdırlar. Fabrikalar geçmişte yapılan bir devrimle kapatıldığı için insanlar kendi giysilerini tasarlayıp üretmektedir. Devrimin sebebi çok olan şeylerin değer kaybına uğramasıdır. Kitap'ın kendisi için tasarladığı elbiseler oldukça sade ve az miktardadır. Elbiselerine gözü gibi bakar ve zarar gelmesini istemez. Mavi'nin ise kendi dünyasında daha giymeden küçülen pek çok kıyafeti vardır, hem de en pahalı markalardan.
Eğlence Şehri'ne ulaştıklarında Mavi farkında olmadan bir çevre suçu işler. O esnada çekilmiş fotoğrafını kendisine göstermeye çalışan görevlileri yanlış anlar ve kaçmaya başlar. Bu sırada Kitap'ı da kaybeder. Kendi başına giderken birkaç çocuğun oyununa gelir ve kendisini Hayvan Şehri'nde bulur. Burada küçümsediği hayvanlardan insanlık dersi alır. Kitap Mavi'yi bulur ve Bilgeler Şehri'ne doğru yola çıkarlar.
Bilgeler Şehri gizli geçitlerle gidilen bir su altı şehridir. Mavi bu gizliliğin sebebini anlayamaz. Kitap, bilgelerin, sanatçıların, yazarların toplumun can direği olduğunu, düzenin bu şehir sayesinde sağlandığını anlatır. Onlara bir zarar gelmemesi gerektiğini cehaletin en büyük tehlike olduğunu söyler.
Sonunda Mavi'yi paralel dünyaya getiren cihaz bilgeler tarafından çözülür. Mavi tekrar kendi dünyasına döner. Mavi'nin artık bir amacı vardır. Kendi dünyasına bilgeliği getirebilmek ve dünyasını tekrar eski haline döndürebilmek...
Ütopyaya Yolculuk (Şöhret Doğruyol Sağbaş) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...
Yer Altında Bir Şehir (Kemalettin Tuğcu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Yazarı : Kemalettin Tuğcu
Kitabın Konusu :
Kitabın Konusu :
Lozan Barış Antlaşmasından sonra, Türkiye sınırları dışında kalan Türkler uğradıkları eziyetler neticesinde, kaçarak ana vatana sığınmak istemektedirler. Kaçarken yolları üzerinde rastladıkları bir yer altı şehri, oranın insanları ve Türkiye'ye ulaşma çabaları anlatılmaktadır.
Kitabın Özeti :
Sadık, Cemal ve Osman Baba vatanlarını işgal eden ve kendilerine zarar veren düşmanlarından kaçmaktadırlar. Arkalarında düşman kuvvetleri olduğundan çok zor bir yolculuk yapmaktadırlar. Saklanmak için türlü tehlikelere maruz kalmaktadırlar.
Açlıktan ve yorgunluktan bitkin düşerler. Yolda öldürdükleri hayvanları yiyerek yaşamaya çalışırlar. Kendilerine saldıran kurt sürüsünden bir kurtu öldürürler ve etini yerler.
Sadık, Cemal ve Osman Baba vatanlarını işgal eden ve kendilerine zarar veren düşmanlarından kaçmaktadırlar. Arkalarında düşman kuvvetleri olduğundan çok zor bir yolculuk yapmaktadırlar. Saklanmak için türlü tehlikelere maruz kalmaktadırlar.
Açlıktan ve yorgunluktan bitkin düşerler. Yolda öldürdükleri hayvanları yiyerek yaşamaya çalışırlar. Kendilerine saldıran kurt sürüsünden bir kurtu öldürürler ve etini yerler.
Osman Baba en yaşlıları olarak daha çok tecrübeye sahiptir. Osman Baba, ovayı aşmaları hâlinde düşmanın kendilerini yakalayamayacağını söyler. Uzakta bir tepe vardır. O tepeye vardıklarında düşman artık peşlerini bırakacaktır. Çünkü tepe, çıkılması çok zor bir yerdir.
Osman Baba, ülkesinden ayrılmadan önce, düşmanlardan korumak için Ali adlı oğluyla Nazlı adlı kızını da bu tepeyi aşıp başka bir yere gitmeleri için yolcu etmiştir. Bu sebeple geçtiği yollarda bir yandan da Ali ile Nazlının izlerini aramaktadır. Yırtıcı hayvanların onları yeme ihtimali Osman Baba'yı çok korkutur. Onlara bir şey olmaması için devamlı Allah'a dua eder, Kur'an-ı Kerim okur.
Osman Baba ve arkadaşları tepeye varınca tepenin aşağısında bulunan bir mağaraya girmek isterler. Havalanan bir kartalın pençesinde bir nesne vardır. Kartala doğru bir şeyler atarlar ve pençesindeki şey yere düşer. Gidip baktıklarında bunu bir insan kolu olduğunu görürler. Tepeden aşağıya doğru inmeye başlarlar. Aşağıya indiklerinde pek çok ceset ile karşılaşırlar. Büyük korkuya kapılırlar. Bu hâlde beklerken mağaranın içinden büyük bir taş kenara çekilir ve birkaç adam gelerek yeni bir ceset bırakır. Osman Baba, adamların ceseti bırakırken ettikleri dualardan onların Müslüman olduklarını anlar. Adamlar, cesedi bıraktıktan sonra giderler ve tekrar taşı yerine koyarlar.
Osman Baba ve arkadaşları ne olup bittiğini anlamak için bu adamların kim olduklarını ve taşın arkasında nasıl bir hayat olduğunu anlamak isterler. İçeriye nasıl gireceklerini araştırırlar. Çevrede gördükleri hayvanları takip ederler ve hayvanların da oraya doğru gittiğini görürler. Hayvanları takip ederek yer altında yaşayan bu insanların yanlarına ulaşabilecekleri kapıyı bulurlar.
Yer altına girdiklerinde yakalanırlar. Kendilerini tanıtarak ceza almaktan kurtulurlar. Yer altı şehrinin yöneticisi Selim dede dedikleri birisidir. Oğlu Kaya'da yardımcısıdır. Osman baba ve yanındakileri bir süre sorgulayıp karantinada beklettikten sonra yer altı şehrine alırlar.
Osman Baba ve arkadaşları yer altında gördükleri manzara karşısında daha da büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Çünkü yer altında kocaman bir şehir vardır. Bu şehrin ileri gelenlerinden niçin burada yaşadıklarını öğrenirler. Anlatılanlara göre, bu şehirde yaşayan insanlar Müslüman Türk'türler. Düşman yurtlarını işgal edip birçok insanı öldürünce düşmanın kötülüğünden kurtulmak için böyle bir yola başvurmuşlardır. Kendilerine yer altında kocaman bir şehir kurmuşlardır. Üstten gelen küçük bir ışıkla idare etmeye çalışmaktadırlar. Ancak doğru dürüst güneş görmediklerinden ve beslenemediklerinden birçok hastalığa yakalanmışlardır. Yer altında yaşayan bu insanlar, kendilerinin yanına gelen insanları bir daha yeryüzüne göndermemektedirler. Çünkü yeryüzüne çıktıklarında düşman onların burada olduklarını haber alır ve onları öldürür.
Osman Baba yer altındaki şehirde öğretmenlik yapmaya başlar. Buradaki insanlar Osman Babayı çok severler. Yer altındaki hayat zordur. Çocukların ve insanların pek çoğu güneş görmediği ve havasızlıktan dolayı hastadır. Bir gün Osman Babaya gelerek şehirlerinde bir gencin dermansız bir hastalığa tutulduğunu ve bir türlü iyileşmediğini söylerler. Osman Babaya bu gence bakması ve dua etmesi için ricada bulunurlar.
Osman Baba gencin yanma gittiğinde onun kendi oğlu Ali olduğunu görür. Büyük bir mutluluk yaşar. Oğluna sarılır. Ali, babasını görünce iyileşir ve kız kardeşi Nazlının da burada olduğunu söyler. Osman Baba Nazlıyı da bulur. Ancak Nazlı'nın ve Ali'nin kendi çocuğu olduklarını söylemez.
Osman Baba ve arkadaşları da bu yer altındaki şehrin havasından dolayı hastalanmaya başlarlar. Bu sebeple bir an önce bu şehirden kurtulmanın yolunu ararlar. Sonunda Osman Baba ve arkadaşları Ali ile Nazlıyı da yanlarına alarak yer altındaki şehirden kaçarlar. Türkiye'ye varınca mutluluktan toprağı öperler.
Osman Baba ve arkadaşları yer altında gördükleri manzara karşısında daha da büyük bir şaşkınlık yaşarlar. Çünkü yer altında kocaman bir şehir vardır. Bu şehrin ileri gelenlerinden niçin burada yaşadıklarını öğrenirler. Anlatılanlara göre, bu şehirde yaşayan insanlar Müslüman Türk'türler. Düşman yurtlarını işgal edip birçok insanı öldürünce düşmanın kötülüğünden kurtulmak için böyle bir yola başvurmuşlardır. Kendilerine yer altında kocaman bir şehir kurmuşlardır. Üstten gelen küçük bir ışıkla idare etmeye çalışmaktadırlar. Ancak doğru dürüst güneş görmediklerinden ve beslenemediklerinden birçok hastalığa yakalanmışlardır. Yer altında yaşayan bu insanlar, kendilerinin yanına gelen insanları bir daha yeryüzüne göndermemektedirler. Çünkü yeryüzüne çıktıklarında düşman onların burada olduklarını haber alır ve onları öldürür.
Osman Baba yer altındaki şehirde öğretmenlik yapmaya başlar. Buradaki insanlar Osman Babayı çok severler. Yer altındaki hayat zordur. Çocukların ve insanların pek çoğu güneş görmediği ve havasızlıktan dolayı hastadır. Bir gün Osman Babaya gelerek şehirlerinde bir gencin dermansız bir hastalığa tutulduğunu ve bir türlü iyileşmediğini söylerler. Osman Babaya bu gence bakması ve dua etmesi için ricada bulunurlar.
Osman Baba gencin yanma gittiğinde onun kendi oğlu Ali olduğunu görür. Büyük bir mutluluk yaşar. Oğluna sarılır. Ali, babasını görünce iyileşir ve kız kardeşi Nazlının da burada olduğunu söyler. Osman Baba Nazlıyı da bulur. Ancak Nazlı'nın ve Ali'nin kendi çocuğu olduklarını söylemez.
Osman Baba ve arkadaşları da bu yer altındaki şehrin havasından dolayı hastalanmaya başlarlar. Bu sebeple bir an önce bu şehirden kurtulmanın yolunu ararlar. Sonunda Osman Baba ve arkadaşları Ali ile Nazlıyı da yanlarına alarak yer altındaki şehirden kaçarlar. Türkiye'ye varınca mutluluktan toprağı öperler.
Kitabın Kahramanları, Kişiler :
Osman Baba: Yaşlı ve tecrübeli biridir. Vatanını seven, kahraman, bilgili ve dindar bir insandır. Ahlaklı olması ve bilgisiyle herkesin üzerinde saygı uyandırmaktadır.
Osman Baba: Yaşlı ve tecrübeli biridir. Vatanını seven, kahraman, bilgili ve dindar bir insandır. Ahlaklı olması ve bilgisiyle herkesin üzerinde saygı uyandırmaktadır.
Sadık: Osman Babanın yol arkadaşıdır.
Celal: Osman Babanın yol arkadaşıdır.
Ali ve Nazlı: Osman Babanın çocuklarıdır.
Selim dede: Yer altı şehrinin yöneticisi. Beyaz sakallı.
Demir: Mühendis. Selim Dede’nin oğlu ve yardımcısı.
Kaya: Selim Dede’nin oğlu ve yardımcısı.
Selim dede: Yer altı şehrinin yöneticisi. Beyaz sakallı.
Demir: Mühendis. Selim Dede’nin oğlu ve yardımcısı.
Kaya: Selim Dede’nin oğlu ve yardımcısı.
Yurdumu Özledim (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Yurdumu Özledim
Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu
Kitabın Konusu :
Atıl ve ailesinin köyden Almanya’ya para kazanmak için gidişi ve sonrasında duyulan özlem anlatılmaktadır.
Kitabın Özeti :
Atıl 9 yaşında bir çocuktur. Annesi ve babası köyde yeterince para kazanamadığı için Almanya’ya çalışmaya giderler. Atıl köyde ninesi ve kardeşi Ayşen ile yaşıyordu. Atıl köy okulunda 3. sınıfta okumaktadır.
Atıl sınıfa geç geldiği bir gün arkadaşlarına anne ve babasıyla Almanya’ya gideceğini söylüyor. Atıl Almanya’ya gideceği için çok mutludur. Arkadaşlarına bu durumu ballandıra ballandıra anlatıyor ama arkadaşları artık dinlemekten bunalıyor.
Almanya yolculuğu babasının kiraladığı kaptı kaçtı araçla başlıyor. Ancak köyden şehre yolculukları, tipi, eşkiyalar ve kurtlar nedeniyle çok zor geçiyor. Trene binip şehre ulaşmaları da günlerini alıyor. Köyde gezmeye, oynamaya rahat hareket etmeye alışan Atıl'ın canı çok sıkılıyor. İlk defa uçağa bindiği için çok heyecanlanıyor ve Almanya’ya ulaşıyorlar.
Almanya’da Atıl’ı sıkıcı, bunaltıcı bir hayat bekliyor. Anne ve babası işe gidince evde kalıyor ve yemekleri pişiriyor. Bir gün ocakta yemeği unutup başka bir çocukla oyuna dalıyor ve evde yangın çıkıyor. Yangın çıktığı için ev sahibi Atıl ve ailesini evden atıyor. Ancak Atıl o çocukla iyi bir dostluk kuruyor.
Anne ve babasıyla bir hafta sonu yeni kıyafetler ve oyuncaklar almaya gidiyorlar. Orada gördüğü silahı ailesi almayınca daha sonra tek başına silahı almaya gidiyor ve kayboluyor. Çok korkan Atıl’ı polisler bulup ailesine teslim ediyor. Oysa babasının ona habersiz aldığı silahı görünce çok şaşırıyor.
Kitabın Özeti :
Atıl 9 yaşında bir çocuktur. Annesi ve babası köyde yeterince para kazanamadığı için Almanya’ya çalışmaya giderler. Atıl köyde ninesi ve kardeşi Ayşen ile yaşıyordu. Atıl köy okulunda 3. sınıfta okumaktadır.
Atıl sınıfa geç geldiği bir gün arkadaşlarına anne ve babasıyla Almanya’ya gideceğini söylüyor. Atıl Almanya’ya gideceği için çok mutludur. Arkadaşlarına bu durumu ballandıra ballandıra anlatıyor ama arkadaşları artık dinlemekten bunalıyor.
Almanya yolculuğu babasının kiraladığı kaptı kaçtı araçla başlıyor. Ancak köyden şehre yolculukları, tipi, eşkiyalar ve kurtlar nedeniyle çok zor geçiyor. Trene binip şehre ulaşmaları da günlerini alıyor. Köyde gezmeye, oynamaya rahat hareket etmeye alışan Atıl'ın canı çok sıkılıyor. İlk defa uçağa bindiği için çok heyecanlanıyor ve Almanya’ya ulaşıyorlar.
Almanya’da Atıl’ı sıkıcı, bunaltıcı bir hayat bekliyor. Anne ve babası işe gidince evde kalıyor ve yemekleri pişiriyor. Bir gün ocakta yemeği unutup başka bir çocukla oyuna dalıyor ve evde yangın çıkıyor. Yangın çıktığı için ev sahibi Atıl ve ailesini evden atıyor. Ancak Atıl o çocukla iyi bir dostluk kuruyor.
Anne ve babasıyla bir hafta sonu yeni kıyafetler ve oyuncaklar almaya gidiyorlar. Orada gördüğü silahı ailesi almayınca daha sonra tek başına silahı almaya gidiyor ve kayboluyor. Çok korkan Atıl’ı polisler bulup ailesine teslim ediyor. Oysa babasının ona habersiz aldığı silahı görünce çok şaşırıyor.
Atıl parkta kedisini kaçıran bir kıza yardım ediyor ama kızın abisi ve arkadaşları, Atıl’ı çok fena dövüyorlar. Atıl bu arada eline geçen gazeteleri bile okuyamıyor. Okumayı unuttuğunu fark ediyor. Babası her gün gazete alıp okumasını sağlıyor.
Atıl okula başlıyor ve çok fazla arkadaşı olmuyor çünkü okulda Türkleri hiç sevmiyorlardı. Okulda da başarısı köydeki kadar iyi olmadığı için Atıl içten içe her şeyin özlemini duymaya başlıyor.
Babasının sürekli; tembel, haylaz, bir iş beceremedin, olmadık işler açtın başımıza diye azarlamalarına en sonunda dayanamayan Atıl şu cevabı veriyor:
“Bu güne dek başıma gelen abuk subuk işler ilgisizlik ve görgüsüzlükten oldu. Köyde doğup büyüdüm yoksa tembelliğimden değil. Burada boynu bükük para için yaşamaktansa köyüme dönüp gönlümce yaşamak istiyorum… diye haykırıyor.
İçten içe aynı duyguları paylaşıp da söyleyemeyen anne babası da hıçkırıklarla Atıl’a sarılıyorlar. Türkiye’ye köylerine gönüllerince yaşamaya dönmek için karar veriyorlar.
Atıl okula başlıyor ve çok fazla arkadaşı olmuyor çünkü okulda Türkleri hiç sevmiyorlardı. Okulda da başarısı köydeki kadar iyi olmadığı için Atıl içten içe her şeyin özlemini duymaya başlıyor.
Babasının sürekli; tembel, haylaz, bir iş beceremedin, olmadık işler açtın başımıza diye azarlamalarına en sonunda dayanamayan Atıl şu cevabı veriyor:
“Bu güne dek başıma gelen abuk subuk işler ilgisizlik ve görgüsüzlükten oldu. Köyde doğup büyüdüm yoksa tembelliğimden değil. Burada boynu bükük para için yaşamaktansa köyüme dönüp gönlümce yaşamak istiyorum… diye haykırıyor.
İçten içe aynı duyguları paylaşıp da söyleyemeyen anne babası da hıçkırıklarla Atıl’a sarılıyorlar. Türkiye’ye köylerine gönüllerince yaşamaya dönmek için karar veriyorlar.
Suna’nın Serçeleri (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Suna'nın Serçeleri
Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu
Kitabın Özeti :
Suna çok yaramaz bir kızdır. Mahallenin erkek çocuklarının oynadıkları toplarını çalmayı çok severdi. Çünkü onlar Suna'yı maç yaparken oyuna almazlardı.
Suna buna izin vermiyordu. Ertesi hafta yavrular geldi. Suna’ya kendi öyküsünü anlattı ama sonu değişikti. Sonunda Suna kendi uydurduğu öykülerini kendi anlatıyor annesine babasına bunları serçeler anlattı diyordu. Suna serçelerin sözünü kesti ben bunun sonunu biliyorum dedi. Serçeler gitti. Annesi Suna’ya kızım ben bu hikayeleri kendinin uydurduğunu biliyorum. Ama yürüyünce bunların sona ereceğini de biliyorum dedi. Suna evet anne bugün sondu dedi. Annesine ilk serçenin pencerede belirdiğini gösterdi. Annesi ile onu izlediler. Serçe gitti. Arkasında el salladılar. Suna ve annesi birbirini öptü ve sarıldılar.
Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu
Kitabın Özeti :
Suna çok yaramaz bir kızdır. Mahallenin erkek çocuklarının oynadıkları toplarını çalmayı çok severdi. Çünkü onlar Suna'yı maç yaparken oyuna almazlardı.
Gene bir gün erkeklerin topunu aldı ve onlardan kaçtı. En sonunda yoruldu. Onlara top karşılığı bir söz vermelerini istedi, kendisini de oyuna alacaklardı artık. Çocuklar zar zor kabul etti. Bir gün top oynarlarken topları bahçeye kaçtı. Bahçe sahibi sinirli bir kadındı ama evde yoktu. Suna gitti topu aldı fakat top elinden kaçtı. Suna’nın önünde işçiler kireç kuyusunda kireç söndürüyorlardı. Suna dengesini kaybedip kuyuya düştü. Her yeri yandı.
Bir yıl okula gidemeyecekti. Suna hiç konuşmuyordu. Aylarca evdeki koltuğunda oturmaktan sıkılıyordu. Bir gün her yeri kar kaplamıştı. Pencereye bir serçe kondu. Annesi onu içeri aldı ve karnını doyurdular. Sonra dışarıya saldılar. Suna salmak istememişti. Çünkü onu çok sevmişti. Serçe onu mutlu etmişti. Annesi gene gelir bu karda kışta başka nereye gidecek dedi. Ertesi gün serçe birkaç arkadaşı ile geri geldi. Daha sonra sayıları 17 oldu. Suna çok mutluydu.
Her gün annesine babasına onları anlatıyordu. Serçeleri ayırt etmek için ayaklarına rengarenk halkalar bağladı. Sonunda bahar geldi. Serçelerin biri Suna biz artık gidiyoruz buraya gelmeyeceğiz kırlarda daha çok yiyecek var ama her hafta birimiz gelip sana hikaye anlatacağız dedi.
Her gün annesine babasına onları anlatıyordu. Serçeleri ayırt etmek için ayaklarına rengarenk halkalar bağladı. Sonunda bahar geldi. Serçelerin biri Suna biz artık gidiyoruz buraya gelmeyeceğiz kırlarda daha çok yiyecek var ama her hafta birimiz gelip sana hikaye anlatacağız dedi.
Her hafta bir serçe gelip sabırsızlıkla bekleyen Suna'ya hikaye anlatıp gidiyordu. Bu süre içinde pembe serçe yavrulamıştı. Suna yavaş yavaş iyileşiyordu, artık yürümeye başlamıştı bile. Bir gün pembe serçe geldi. Yanında yavruları vardı. Öyküsünü anlattı gitti. Annesi Suna’ya bir şey söylemek istiyordu.
Suna buna izin vermiyordu. Ertesi hafta yavrular geldi. Suna’ya kendi öyküsünü anlattı ama sonu değişikti. Sonunda Suna kendi uydurduğu öykülerini kendi anlatıyor annesine babasına bunları serçeler anlattı diyordu. Suna serçelerin sözünü kesti ben bunun sonunu biliyorum dedi. Serçeler gitti. Annesi Suna’ya kızım ben bu hikayeleri kendinin uydurduğunu biliyorum. Ama yürüyünce bunların sona ereceğini de biliyorum dedi. Suna evet anne bugün sondu dedi. Annesine ilk serçenin pencerede belirdiğini gösterdi. Annesi ile onu izlediler. Serçe gitti. Arkasında el salladılar. Suna ve annesi birbirini öptü ve sarıldılar.
29 Nisan 2019 Pazartesi
Mavi Zamanlar (Mavisel Yener) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Yazarı : Mavisel Yener
Mavi Zamanlar kitabı eski çağlara ait antik bir keşif macerasını anlatıyor.
Sekizinci sınıfa geçen Birce, yedinci sınıf kitaplarını verip onların yerine tatilde okuyabileceği kitaplar alır. Bu kitaplardan birinin adı çok ilgisini çeker: Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları. Birce, bu kitapla birlikte kendini büyük bir maceranın içinde bulur. Katıldığı yarışmada da dereceye giren Birce, Allianoi Arkeolojik Kazı Alanı’nda bir haftalık tatil kazanır.
Birce, Aktan, Sevilay ve Işıl kazı alanına doğru yola çıkarlar. Birce yolculuk sırasında kitabını okumaya iyice dalmıştı. Mavi zamanların dolunay masalcısı, dut ağacından yaptığı kağıt parçasına ‘Gizli geçitleri bulmanın ilk kuralı; gök evrenin mavisini görebileceğin, dağların kekik kokan havasını soluyabileceğin, yelin fısıltısını, suyun şırıltısını duyabileceğin bir yerde olmaktır.’ yazmıştı. Yarı şeffaf mor kâğıdın üzerindeki yazı şöyle devam ediyordu:
Herşey yaşamın gizli geçitlerine yol alabilir, yeterki ki gör.
Minibüs sert bir dönüşle toprak yola saptı. Şöför dikiz aynasından bakarak konuştu:
“Geldik sayılır.”
Yolun kıyısındaki tabelayı okudular: “Allianoi Kurtarma Kazısı Alanı”
Burası mitolojide hasta insanlara şifa dağıtan, hekimliğin ve tıp biliminin sağlık tanrısı Asklepios’a adanmış bir Asklepion. Söylenceye göre tanrı Apollon, oğlu Asklepios’u yarı at yarı insan olan Kheiron’a emanet etmiş. Kherion ona okuma yazma ile birlikte öncemli hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların formüllerini de öğretmiş. Asklepios’un ünü kısa sürede yayılmış. Onun ölüleri bile dirilttiği söylenmiş. Zeus buna kızdığı için Asklepios’u öldürtmüş. Halk da Asklepios’un adını yaşatmak için aynı isimle sağlık merkezleri kurmuş. Buralara ‘Asklepion’ adını vermişler. Allianoi de onlardan biri. Yani burası Batı Anadolu’nun en büyük şifa merkeziymiş.
Bu masal İlya’da geçen okuruna yazılmış bir mektuptur.
Kazı alanında herkes işinde gücündeydi. Birce kitabını okurken sağ eliyle taşa dokunuyordu. “… uçsuz bucaksız düzlüklerde rastlayınca yüz çevirdiğimiz tekerlek izi gibi. Gördüğün şey yüzyıllar boyu başkaları tarafından da görüldü; ama iz süremedi onların gözleri.”
Birce gözlerini kapayarak içini çekti ve hızla yerinden kalktı. Dün gece bahsedilen su perisinin nerede olduğunu merak etti. Onun Bergama Müzesinde sergilendiğini öğrendi.
‘Neden su perisi demişler peki?’
‘Herhalde kucağında kocaman bir istridye tuttuğu için…’
Gilman, gel masalın su perisi ile ilgili kısmını bir daha okuyalım.
Diğer bir taraftan ise Seine Nehri’ne bakan Montebello Caddesi’ndeki karanlık, rutubetli çatı katında İbrahim, Mısırlı Necip ve Mısırlı Reşat, Paris’teki sahaftan buldukları el yazması haritayı dikkatle inceliyorlardı.
Bu haritaya göre dünyanın elektromanyetik alanını düzenleyen dört büyük kristal, dört ayrı bölgede yer alıyor. Bunların biri Türkiye’de, diğer üçü okyanuslarda görünüyor.
Şu an ulaşabileceğimiz tek kristal Türkiye’de.
Yerküre dev bir mıknatıs, mıknatıslanmanın değiştirilmesi gezegendeki su dengesini Mısır adına olumlu etkileyecek, Mısır’a su getirmeyi biz başaracağız. Reşat’ın ve Necip’in gözleri parladı, yolculuk Türkiye’ye…
Birce bu arada kitaptaki şifrelerle yavaş yavaş karşılaşmaya başladı.
“Sakın ola demeyesin, hamamın kubbesi yok, tası yok, kurnası yok, suyu yok! İşte ilk ipucu sana. Dünya güzeli su perisi hâlâ yıkanıyor orada…”
İşte şifrelerin ikincisi: Ay yeryüzüne iyice yaklaşıp İlya’da ıslanınca çıkabilirsiniz yola.
Her kim üç köşeli tası bulur, tası kumla parlatırsa tılsıma yaklaşacak. Havuzun kenarında bekler tas yüzyıllardır, içinde, beklenen şifre.
Masal der ki: tılsım su perisinin elindeki kristalde. Ey Dolunay Masalcısı, yol kesenler yanıbaşında su perisinin. Görmeyi bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler.
Git ve kurtar Allionoi’nin yerlatı kentini. Su için doğdu, su için de yok olmasın…
Yaz başında Allianoi’de düzenlenen gençlik şenliği için toplananlara kazı başkanı, arkeolog Gilman: eğer barajın projesi değiştirilmeseydi, bugün bütün bu güzellikler su altında kalmış olacaktı. Allianoi dünyaya örnek olmuş, sular altında kalmaktan kurtarılmış ilk kenttir.
Kitabın Özeti :
Mavi Zamanlar kitabı eski çağlara ait antik bir keşif macerasını anlatıyor.
Sekizinci sınıfa geçen Birce, yedinci sınıf kitaplarını verip onların yerine tatilde okuyabileceği kitaplar alır. Bu kitaplardan birinin adı çok ilgisini çeker: Gizli Geçitleri Bulmanın Yolları. Birce, bu kitapla birlikte kendini büyük bir maceranın içinde bulur. Katıldığı yarışmada da dereceye giren Birce, Allianoi Arkeolojik Kazı Alanı’nda bir haftalık tatil kazanır.
Birce, Aktan, Sevilay ve Işıl kazı alanına doğru yola çıkarlar. Birce yolculuk sırasında kitabını okumaya iyice dalmıştı. Mavi zamanların dolunay masalcısı, dut ağacından yaptığı kağıt parçasına ‘Gizli geçitleri bulmanın ilk kuralı; gök evrenin mavisini görebileceğin, dağların kekik kokan havasını soluyabileceğin, yelin fısıltısını, suyun şırıltısını duyabileceğin bir yerde olmaktır.’ yazmıştı. Yarı şeffaf mor kâğıdın üzerindeki yazı şöyle devam ediyordu:
Herşey yaşamın gizli geçitlerine yol alabilir, yeterki ki gör.
Minibüs sert bir dönüşle toprak yola saptı. Şöför dikiz aynasından bakarak konuştu:
“Geldik sayılır.”
Yolun kıyısındaki tabelayı okudular: “Allianoi Kurtarma Kazısı Alanı”
Burası mitolojide hasta insanlara şifa dağıtan, hekimliğin ve tıp biliminin sağlık tanrısı Asklepios’a adanmış bir Asklepion. Söylenceye göre tanrı Apollon, oğlu Asklepios’u yarı at yarı insan olan Kheiron’a emanet etmiş. Kherion ona okuma yazma ile birlikte öncemli hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçların formüllerini de öğretmiş. Asklepios’un ünü kısa sürede yayılmış. Onun ölüleri bile dirilttiği söylenmiş. Zeus buna kızdığı için Asklepios’u öldürtmüş. Halk da Asklepios’un adını yaşatmak için aynı isimle sağlık merkezleri kurmuş. Buralara ‘Asklepion’ adını vermişler. Allianoi de onlardan biri. Yani burası Batı Anadolu’nun en büyük şifa merkeziymiş.
Bu masal İlya’da geçen okuruna yazılmış bir mektuptur.
Kazı alanında herkes işinde gücündeydi. Birce kitabını okurken sağ eliyle taşa dokunuyordu. “… uçsuz bucaksız düzlüklerde rastlayınca yüz çevirdiğimiz tekerlek izi gibi. Gördüğün şey yüzyıllar boyu başkaları tarafından da görüldü; ama iz süremedi onların gözleri.”
Birce gözlerini kapayarak içini çekti ve hızla yerinden kalktı. Dün gece bahsedilen su perisinin nerede olduğunu merak etti. Onun Bergama Müzesinde sergilendiğini öğrendi.
‘Neden su perisi demişler peki?’
‘Herhalde kucağında kocaman bir istridye tuttuğu için…’
Gilman, gel masalın su perisi ile ilgili kısmını bir daha okuyalım.
Diğer bir taraftan ise Seine Nehri’ne bakan Montebello Caddesi’ndeki karanlık, rutubetli çatı katında İbrahim, Mısırlı Necip ve Mısırlı Reşat, Paris’teki sahaftan buldukları el yazması haritayı dikkatle inceliyorlardı.
Bu haritaya göre dünyanın elektromanyetik alanını düzenleyen dört büyük kristal, dört ayrı bölgede yer alıyor. Bunların biri Türkiye’de, diğer üçü okyanuslarda görünüyor.
Şu an ulaşabileceğimiz tek kristal Türkiye’de.
Yerküre dev bir mıknatıs, mıknatıslanmanın değiştirilmesi gezegendeki su dengesini Mısır adına olumlu etkileyecek, Mısır’a su getirmeyi biz başaracağız. Reşat’ın ve Necip’in gözleri parladı, yolculuk Türkiye’ye…
Birce bu arada kitaptaki şifrelerle yavaş yavaş karşılaşmaya başladı.
“Sakın ola demeyesin, hamamın kubbesi yok, tası yok, kurnası yok, suyu yok! İşte ilk ipucu sana. Dünya güzeli su perisi hâlâ yıkanıyor orada…”
İşte şifrelerin ikincisi: Ay yeryüzüne iyice yaklaşıp İlya’da ıslanınca çıkabilirsiniz yola.
Her kim üç köşeli tası bulur, tası kumla parlatırsa tılsıma yaklaşacak. Havuzun kenarında bekler tas yüzyıllardır, içinde, beklenen şifre.
Masal der ki: tılsım su perisinin elindeki kristalde. Ey Dolunay Masalcısı, yol kesenler yanıbaşında su perisinin. Görmeyi bilmeyen insanların elinde yanlış anlaşıldı bütün bilgiler.
Git ve kurtar Allionoi’nin yerlatı kentini. Su için doğdu, su için de yok olmasın…
Yaz başında Allianoi’de düzenlenen gençlik şenliği için toplananlara kazı başkanı, arkeolog Gilman: eğer barajın projesi değiştirilmeseydi, bugün bütün bu güzellikler su altında kalmış olacaktı. Allianoi dünyaya örnek olmuş, sular altında kalmaktan kurtarılmış ilk kenttir.
Mutlu Prens (Oscar Wilde) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Mutlu Prens
Kitabın Yazarı : Oscar Wilde
Kitabın Özeti :
İngiliz Edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Oscar Wilde’ın masal tadında bir öykü kitabı olan Mutlu Prens dört hikayeden oluşuyor. Ana fikirleri ortak bir çatıda buluşturan Wilde fedakarlık iyilik gibi konuları üzerinde durmuş. Okuyunca insanın içini ısıtacak bir hikaye olan kitabın konusu ise şöyle;
Bir zamanlar çok mutlu bir prens varmış. Hiçbir şeye ağlamayan ve üzülmeyen bu prens şatosunun duvarlarını çok yüksek yaptırmış. Nedeni ise kötü şeylere veya onu üzecek şeyler ile karşılaşmamakmış. Hep gülmek ister ağlamaya hiç dayanamazmış. Halkı ona çok imrenir, onun gibi olmak istermiş. Bir gün prens ölmüş. Hemen bu çok sayılan prensin heykeli yapılmış. Şehrin en yüksek yerine altından bir heykel yaptırılmış. Prensin gözleri yakuttan, kılıcının tokası ise safirdenmiş. Mutlu prens çok yüksekte bulunan bu yeni yere geldiğinde çok şaşırmış. Eskiden yüksek duvarlarla çevrili şatosu çevresindeki kötülükleri görmeyi engellediğinden şimdi gördüklerine çok şaşırıyormuş. Halkı hiç onun gibi mutlu değilmiş. Aksine herkes sefalet içinde ve dertliymiş. Tüm bunlara ağlarken ayaklarına bir kırlangıç konmuş. Göç zamanı olduğundan şehri terk etmeye hazırlanan kuşbaşına akan damlalar sonucu heykelin ağladığını fark etmiş.
Prens ona açıklamaya başlamış. Kuşa gördüğü ailelerin durumunu anlatmaya başlamış. Uzaklarda bir evde bir anne ve çocuğu sefalet içindeymiş. Çocuk hem aç hem de ateşler içinde yanıyormuş. Prens kuşa gözlerindeki yakutlardan birini alıp bu eve götürmesini söylemiş. Kuş bu nedenle o gece göç edememiş. Yarın olduğunda prens yine başka bir ev görmüş. Bir öğrenci parası olmadığı için yakacak bulamıyormuş. Bu nedenle ödevlerini yapamaz olmuş. Bunu gören prens kırlangıçtan diğer gözünü çıkarıp bu öğrenciye götürmesini söylemiş. Kuş tekrar söyleneni yapmış. Kırlangıç hep gitmek istiyor fakat prense çok üzülüyor onu bırakmak istemiyormuş. Artık prensin üstünde değerli hiçbir şey kalmamaya başlamış. Aynı zamanda kırlangıç için de zor zamanlar baş göstermiş. En kısa zamanda bu soğuk şehri terk etmesi gerekiyormuş. Prense tekrar yardım etmiş. Sabah ise heykelin ayaklarının ucunda donarak ölmüş. Heykel ise artık değerini yitirmiş bir taş yığınına dönmüş. Bunu gören belediye meclis üyeleri heykeli söküp altını eritmeye karar vermişler. Buradan elde edecekleri parayla da belediye başkanının heykelini dikeceklermiş.
Ocakta eritilmeye çalışılan heykelden geriye hiç erimeyen kurşun bir kalp kalmış. Bu kalp kırlangıcın ölüsünün atıldığı çöplüğe bırakılmış. Tanrı ise meleklerine yeryüzünden çok değerli iki şey getirmelerini söylemiş. Melekler ise kuşun cansız bedenini ve ne yapılırsa yapılsın yok edilemeyen prensin kalbini getirmişler.
İngiliz Edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Oscar Wilde’ın masal tadında bir öykü kitabı olan Mutlu Prens dört hikayeden oluşuyor. Ana fikirleri ortak bir çatıda buluşturan Wilde fedakarlık iyilik gibi konuları üzerinde durmuş. Okuyunca insanın içini ısıtacak bir hikaye olan kitabın konusu ise şöyle;
Bir zamanlar çok mutlu bir prens varmış. Hiçbir şeye ağlamayan ve üzülmeyen bu prens şatosunun duvarlarını çok yüksek yaptırmış. Nedeni ise kötü şeylere veya onu üzecek şeyler ile karşılaşmamakmış. Hep gülmek ister ağlamaya hiç dayanamazmış. Halkı ona çok imrenir, onun gibi olmak istermiş. Bir gün prens ölmüş. Hemen bu çok sayılan prensin heykeli yapılmış. Şehrin en yüksek yerine altından bir heykel yaptırılmış. Prensin gözleri yakuttan, kılıcının tokası ise safirdenmiş. Mutlu prens çok yüksekte bulunan bu yeni yere geldiğinde çok şaşırmış. Eskiden yüksek duvarlarla çevrili şatosu çevresindeki kötülükleri görmeyi engellediğinden şimdi gördüklerine çok şaşırıyormuş. Halkı hiç onun gibi mutlu değilmiş. Aksine herkes sefalet içinde ve dertliymiş. Tüm bunlara ağlarken ayaklarına bir kırlangıç konmuş. Göç zamanı olduğundan şehri terk etmeye hazırlanan kuşbaşına akan damlalar sonucu heykelin ağladığını fark etmiş.
Prens ona açıklamaya başlamış. Kuşa gördüğü ailelerin durumunu anlatmaya başlamış. Uzaklarda bir evde bir anne ve çocuğu sefalet içindeymiş. Çocuk hem aç hem de ateşler içinde yanıyormuş. Prens kuşa gözlerindeki yakutlardan birini alıp bu eve götürmesini söylemiş. Kuş bu nedenle o gece göç edememiş. Yarın olduğunda prens yine başka bir ev görmüş. Bir öğrenci parası olmadığı için yakacak bulamıyormuş. Bu nedenle ödevlerini yapamaz olmuş. Bunu gören prens kırlangıçtan diğer gözünü çıkarıp bu öğrenciye götürmesini söylemiş. Kuş tekrar söyleneni yapmış. Kırlangıç hep gitmek istiyor fakat prense çok üzülüyor onu bırakmak istemiyormuş. Artık prensin üstünde değerli hiçbir şey kalmamaya başlamış. Aynı zamanda kırlangıç için de zor zamanlar baş göstermiş. En kısa zamanda bu soğuk şehri terk etmesi gerekiyormuş. Prense tekrar yardım etmiş. Sabah ise heykelin ayaklarının ucunda donarak ölmüş. Heykel ise artık değerini yitirmiş bir taş yığınına dönmüş. Bunu gören belediye meclis üyeleri heykeli söküp altını eritmeye karar vermişler. Buradan elde edecekleri parayla da belediye başkanının heykelini dikeceklermiş.
Ocakta eritilmeye çalışılan heykelden geriye hiç erimeyen kurşun bir kalp kalmış. Bu kalp kırlangıcın ölüsünün atıldığı çöplüğe bırakılmış. Tanrı ise meleklerine yeryüzünden çok değerli iki şey getirmelerini söylemiş. Melekler ise kuşun cansız bedenini ve ne yapılırsa yapılsın yok edilemeyen prensin kalbini getirmişler.
Güneşi Uyandıralım (Jose Mauro De Vosconcelos) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Yazarı : Jose Mauro De Vosconcelos
Kitap Hakkında Bilgi :
Güneşi Uyandıralım kitabında Zeze biraz daha büyümüş ve romanda artık 11 yaşındadır. Ailesi, onun daha iyi bir yaşam sürmesi ve eğitim görmesi için zengin bir aileye evlatlık olarak verir. Tek dostu ve sırdaşı şeker portakalını kaybetmesinin acısı üzerine bir de ailesinden kopması eklenir.
Zeze yeni ailesinde de umduğu aile sıcaklığını bulamaz. Bunun üzerine kendisine dost olarak evin aşçısını seçer. Zamanının büyük bir kısmını Dadada ile geçirir. Şeker portakalı ağacının yerini ise Adam adını verdiği kurbağa alır. Zeze tüm dertlerini ve sırlarını artık kurbağası ile paylaşır.
Güneşi Uyandıralım romanı ile bu kez çocukluk sorunlarının yerine ergenlik sorunları alıyor ve Jose Mauro De Vasconcelos yine kendine has üslubu ile okurlara ergenliğin acı hikayelerini sunuyor. Zeze yeni kitapta aşkı ve aşık acısını da tadıyor. Tabi ki yine en zor yoldan bunu yapıyor.
Kitabın Özeti :
Şeker Portakalı ile aklımıza kazınan Zezé Güneşi Uyandıralım ile tekrar karşımıza çıkıyor. Zezé artık 11 yaşındadır ve zengin bir aileye evlatlık verilmiştir. Bir gün yatarken bir ses duyar. Bu bir cururu kurbağasıdır. Ona yardım edeceğini söyler ve Zezé'nin kalbinin olduğu yere yerleşir.
Zezé okula gidemeyecek kadar hastadır. Zatüre olmuştur. Bir hafta sonra iyileşir ve okula geri döner. Artık kalbinin yerini dolduran kurbağası Adam'a her yeri gösterebilecektir. Okula dönüşünü Peder Fayolle büyük bir sevinçle karşılamıştır. Zezé Peder fayolle'ye kalbindeki kurbağası hakkındakileri anlatır. Eve geldiğinde piyona çalması gerekmektedir. Piyanosunun ismi Joãnzinho'dur.
Hafta sonu geldiğinde Zezé sinemaya gitmek için evden ayrılır. Gitmesi gereken film yerine A Bedtime Story adlı diğer filme girer. Bu filmdeki başrol Maurice Chevalier'in babası olmasına karar verir. Artık Zezé'nin düşsel bir babası olmuştur. Maurice film çalışmalarından dolayı onu sık sık ziyaret edememektedir. Zezé onun da Portekizli Manuek Valadares gibi ölmesinden korkmaktadır. Ama Maurice artık Zezé'nin ona ihtiyacı olmayacağı güne kadar onunla kalacaktır.
Zezé'nin okulunda öğrenciler sıcak günlerde bile üniformayı çenelerine kadar iliklenmiş olarak giymek zorundadırlar. Ama Zezé bu şekilde giymek istememektedir. Artık gömleğinin yakasını açarak giymektedir ki okul müdürü onu yakalar. Zezé yine de fırsat buldukça o şekilde giymektedir. Bu yüzden başı belaya girer. Ama öğretmenler yaptıkları toplantıda Zezé'yi haklı bulurlar. Üniformaların da değiştirilmesine karar verilir.
Zezé'nin babası ameliyat olmak zorundadır. Bu sırada Zezé okul yurdunda kalmak zorundadır. Ama bu onun için bir tatil gibi olmuştur çünkü bu sürede istediğini yapabilmiştir.
Zezé babasının söylediği bir laftan dolayı alınmıştır. Ağlama krizlerine girmektedir. Onun yaşındaki bir çocuk için bu çok büyük bir acıdır. Eve gitmek istememektedir. Ama okuldaki bir Peder'in ona kızmasıyla eve dönmüştür. Ama babasıyla arasına bir soğukluk girmiştir.
Zezé ve ailesi yeni bir eve taşınır. Şeytan yine Zezé'nin kulağına fısıldamaktadır. Zezé komşularının bahçesinden gizlice meyve toplamaktadır ve gözünü yeni yetişmekte olan bir papayaya dikmiştir. Komşu kadın her gün papayayı kontrol etmektedir. Ama Zezé onu gizlice koparmayı başarır ve yer.
Eski Zezé geri dönmüştür. Sürekli yeni bir yaramazlık peşindedir. Yeni merakı akşamları Manuel Machado'nın ormanlarına girmektir. Eğlence için acılı bir ruh gibi davranmaya karar verir. Ormanda çıkardığı sesler büyük yankı toplar. Herkes bu olayı konuşuyordur. Bir gün aşçıları Dadada onu yakalar bu oyuna son vermek zorunda kalır.
Zezé eskisi gibi değildir. Artık Maurice de onun ziyaretine pek gelmemektedir. Ve kurbağası Adam da gitme çalışmaları yapmaktadır. Çünkü Zezé'nin artık onsuz yapabileceğini ve yüreğindeki umut güneşini tek başına uyandırabileceğini anlamıştır. Sonuçta Zezé büyümüştür. Ve aşk gibi yeni duygular da keşfetmişti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı
Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...
-
Cep telefonu ve tablet şarj cihazlarında USB kablolarla sık sık karşılaşıyoruz ve kullanıyoruz. Aynı zamanda bu cihazlara ve bilgisayarl...
-
Kitabın Adı : Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe Kitabın Yazarı : Paola Peretti Kitap Hakkında Bilgi : Yazarın kendi yaşam hikâyesinden esinl...