4 Mayıs 2019 Cumartesi

Falaka (Ömer Seyfettin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri

Kitabın Adı : Falaka

Kitabın Yazarı : Ömer Seyfettin

Kitabın Özeti :

Kahramanımız kırk arkadaşı ile birlikte bir kuran kursuna gitmektedir. Burada huysuz bir hoca bulunmaktadır. Bu hoca çocuklara iyi bir eğitim veremediği gibi onları da falakaya çekiyordur. Bir de bu hocanın her gün camiye gidip geldiği eşeği bulunmaktadır, çocuklar ona Abdurrahman Çelebi ismini takmışlardır.

Kahraman anlatıcı hikâyesine gittiği mektebi, mektepteki hoca ile yardımcısını, hocanın eşeğini ve falakayı tanıtarak başlar. Mektepte verimsiz bir eğitim verilmektedir. 40 çocuk ne öğrendiklerini bilmeden dersleri hep bir ağızdan bağırarak tekrar ederler.
Hocanın rahlesinin önünde ise onları korkutup caydıran falaka asılı durmaktadır. Bir gün okulu teftiş için Hakim Bey’le beraber Kaymakam gelir. Çocukları teker teker okutmak isterse de koro halinde tekrara alışık öğrenciler başarısız olur. Kaymakam bu durumdan hoşlanmaz ve gözü asılı duran falakaya ilişir. Hocayı dışarı çağırarak konuşur ve gider. 

Bu olaydan sonra falaka kaldırılır. Kaymakam Bey falakayı yasaklamıştır. Bunu fırsat bilen çocuklar dövülmeyeceklerini anlayınca zıvanadan çıkarlar. Onlarla dayaksız baş edemeyeceğini anlayan Hoca kaymakamı dinlemez ve falakayı tekrar çıkarıp minderinin arkasına saklar. Artık eskisinden daha fena dövmektedir. 

Bunun üzerine kırk çocuk hocaya karşı birlikte hareket etme kararı alırlar. Bahçede anlaşıp derste hep birlikte esnemeye başlarlar. Onları gören Hoca da esner ve uyuya kalır. Bunu fırsat bilen öğrenciler rahlenin üzerindeki enfiye (keyif verici olarak kullanılan toz halinde tütün mamulü) kutusunu alır ve burunlarına çekerler. Hepsi hapşırmaya başlar. Sesleri duyan hoca uyanır ve bunu kimin yaptığını sorar. Hepsi “bilmiyoruz” deyince kalfasını çağırır ve tüm sınıfı falakaya yatırarak döver. O kadar sinirlenir ki bu olaydan sonra her esneyen ve hapşıranı falakaya yatırıp döveceğine “şart olsun” diyerek yemin eder. 

Anlatıcı eve gidince “Şart olsun” yeminini annesine sorar ve bunun çok büyük bir yemin olduğunu, yerine getirilmezse eşinden boşanmış sayılmak manasına geldiğini öğrenir. Öğrendiklerini arkadaşlarına da anlatır ve çocuklar da evli adamlar gibi bu yemini etmeye başlarlar. 

Anlatıcı bir gün öğle paydosundan sonra sınıfa gelir. Sınıftaki uğultular içinde hoca rahlesinde uyuya kalmıştır. Sus işareti yaptırarak arkadaşlarını susturur. Sessizce yürüyerek hocanın rahlesi üzerinde açık duran enfiye kutusunu cüzünün içine boşaltır. Enfiye çekeceklerini zanneden arkadaşları etrafına toplanırsa da o başka bir planı olduğunu söyleyerek rahlesine geri döner. Çocuklar gülüşmeye başlayınca hoca uyanır ve kutunun boş olduğunu görür. Kimin aldığını sorsa da hep bir ağızdan “Bilmiyoruz” diyerek yemi ederler. Hoca alanın nasılsa hapşırarak meydana çıkacağını söyler ve onu falakaya yatıracağına “şart olsun” diye yemin eder. 

Hoca biri hapşırsın diye öfkeyle beklemektedir. Anlatıcı rahlesinin altında cüzünden iki yaprak koparıp boru gibi büker ve enfiyeleri içine doldurur. Akşam yaklaşınca da eşeği hazırlamak bahanesiyle arkadaşıyla beraber izin isteyerek sınıftan çıkar. Yatan eşeği tekmeleyerek ayağa kaldırırlar. Yularını semerini vurular ve sınıfın çıkmak üzere olduğunu anlayınca enfiyeleri eşeğin burnuna doğru üflerler. Hoca merdivenlerden inerken eşek şaha kalkmakta ve hapşırmaktadır. Bunu fırsat bilen anlatıcı eşeğin hocayla dalga geçtiğini ve falakaya yatırılması gerektiğini söyler. Bütün çocuklar “falaka” diye bağırmaya başlar. Onlardan cesaret alan anlatıcı hocaya ettiği yemini hatırlatır ve tutmazsa karısının boş düşeceğini söyler. Çocuklar bağırarak “boş düşer” diye tekrarlarlar ve elden ele falakayı hocaya getirirler. 


Ettiği yemin nedeniyle zor durumda kalan hoca eşeğin yıkılmasını emreder ve ayaklarını falakaya takıp dövmeye başlar. Eşeğin debelenmesiyle tüm çocuklar bağrışıp eğlenirken içlerinden biri “Kaymakam Bey!” diye bağırır. Teftişe gelen Kaymakam hocaya ne yaptığını sorar. Hoca şaşkın bir vaziyette durumu izah etmeye çalışsa da bunu başaramaz. Kaymakam hiddetli bir şekilde önce hapşıran ve gülüşen çocukları kovar sonra da hocayı arkasına alarak çıkar. 

O günden sonra çocuklar mektepte ne Hoca Efendi’yi ne de falakayı görürler. Anlatıcı bundan sonra kimi hapşırırken görse yaptığı muzipliği ve onun yüzünden işinden olan hocasını hatırlayıp vicdan azabı duyar. Son olarak da şunu sorar: “Bunun gibi hayattaki her gülünç şeyin altında görünmez bir facia yok mudur? ”

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Kahraman,  Anlatıcı: Hikayenin ana kahramanıdır. Mektebe gitmektedir. Sınıfın zeki kurnaz ve haşarı öğrencilerinden biridir. Hocayı gülünç durumlara düşürmeye uğraşır. Bunun için planlar kurar ve sınıf arkadaşlarını yönlendirir. En son yaptığı muziplik ise hocanın işten atılmasına sebep olur.


Hoca Efendi: Hikayenin ikinci kahramanıdır. Mektebin ihtiyar ak sakallı uzun boylu bağırtkan hocasıdır. Yaz kış kolları paçaları sıvalı vaziyette sınıfta oturur. Verdiği eğitim verimsizdir. Sınıfta disiplini sağlamak için falaka kullanır. Sınıfta öğrencileri önünde gülünç duruma düşürülünce büyük bir yemin eder ve ettiği bu yemin onu daha da gülünç hale getirerek işinden eder.

Abdurrahman Çelebi: Hocanın ihtiyar siyah huysuz inatçı eşeğidir. Çocuklar hocanın gelip gelmediğini ona bakarak anlarlar. Öğrencilerce getirilen yemlerle beslenir. Onu besleyip bakımını yapmak hocanın gözüne girmek için bir araç olarak kullanılır.

Kâhya: Hocanın ondan daha genç olan yardımcısıdır. Öğleden sonraları Çarşı Camii’ni süpürmeye ve müezzinlik yapmaya gider. Çocuklara öteberi satar.

Kaymakam: Siyah setre pantolonlu, kırmızı fesli, sakalsız, esmer, uzun boylu, gülmez ve ekşi suratlı, aksi bir adamdır. Hocayı iki kere teftişe gelir. İlk teftişte falakayı kaldırtır. İkinci teftişinde verdiği talimatın yerine getirilmediğini görünce hocayı işten atar.

Falaka (Ahmet Rasim) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri için tıklayınız...

Pinokyo (Carlo Collodi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri

Kitabın Adı : Pinokyo

Kitabın Yazarı : Carlo Collodi

Kitabın Konusu :

Carlo Collodi'nin ilk kez 1883 yılında yayımlanan unutulmaz eseri Pinokyo, dünyanın en önemli çocuk klasiklerinden biridir. 

Geppetto Usta'nın bir odun parçasından oyarak hayat verdiği kuklası Pinokyo, tamamlandığında önce gülmeye, sonra da koşmaya başlar. Pinokyo artık Geppetto Usta'nın oğlu olmuştur. Babasına uslu olacağına dair söz verse de haylazlıktan, yaramazlıktan, her şeye karışmaktan vazgeçmez. En büyük hayali ise gerçek bir insan olmaktır.

Kitabın Özeti :

Bir ağaç parçası Geppetto Usta’nın ellerinde bir kuklaya dönüşür. Geppetto fakir bir ustadır. Ama Pinokyo için ekmekten bir şapka, kâğıttan bir elbise ve ceketi satıp bir alfabe alır. Pinokyo’nun okula gidip iyi bir çocuk olması tek isteğidir. Pinokyo ise keşfetmek arzusuyla insanların açgözlülüğü ve hırslarından fazlasıyla nasibini alacaktır. Gerçek bir çocuk olmak için ise iyi kalmak zorunda kalacaktır.

Pinokyo, Usta ona ayaklarını verdikten sonra koşmaya başlar. Okula gitmesi gerekirken yaramazlıklarının açtığı bir maceranın içerisinde kendisini bulur. Bu macera Pinokyo’yu aramaya çıkan Geppetto içinde durdurulmaz bir şekilde kendisini çeker.

Pinokyo Gepettoyu babası zannetmektedir. Bir gün Pinokyo bu sevgi dolu yuvasından ayrılıp, bir yolcuğa çıkar. Akşam oluca bir yer bulup içeri girer. Orada cırcır böceğine rastlar. Cırcır böceği “başı boş gezme yoksa mahvolursun” der ama Pinokyo onu dinlemez. “Buradalarda durmazsam beni okula gönderirler en sediğim şey başı boş gezmek , yemek içmek , eğlenmek der. Böcek “ Böylelerinin sonu ya pis sokaklar ya da hapishane.” der

Pinokyo sinirlenip cırcır böceğini öldürür. Aç kalıp eve gitmiş ateşin başında uyuya kalmış ayaklarını yakmıştır. Babası Gepetto ayaklarını tekrar yapması için Pinokyo’dan birdaha evden kaçmayacağına dair söz alır.. Pinokya okula giderken bir kukla gösterisi görür. Okul yerine son parasını da oraya vererek gösteriye gider. Kuklacı başı ona acır ve altın verir. Pinokya altını babsına götürüken kurnaz tilki ve kör kedi ile karşılaşır. Onlar da Pinokyo’ya beş altını beş bin altın yapacak bir yol bildiklerini söylerler.

Tilki ve kedi üzerine atlarlar ama pinokyo onlardan kurtulmayı başarır. Ormanda bir peri onu görür VE ona yardım eder. Ellerini çözüp yemek verir . Peri ona parası olup olmadığını sorar. Pinokyo’da yalan söyuleyerek parası olmadığın söyler. Ancak tilki ve kedi yine onu yakalar ve altınlarını çalarlar.

Pinokya , ağlaya ağlaya köye varıp, savcıya şikayet eder. Fakat “Enayiler Diyari’nm kanunları gereğince onu hapse atarlar. Üç ay sonra çıkar. Pinokya geceyi geçirmek için bir kümese gerer kümesin sahibi onu tavuk hırsızı zannederek bağlar. Birkaç fare gelip İplerini kemİrir ve ve Pinokyo kurtulur ve ormana gider.

Orman Perısi’nin evine geldiğinde kocaman beyaz bir kaya görüp ağlamaya başladı.Orman Perisi hiç söz dinlemediği için başına hep belalar geldiğini, hiç olmazsa bundan sonra söz dinlemesi gerektiğini söyler. Orman Perisi Pinokyo’nun annesi olur ve onu okula yazdırır.

Pinokyo, akıllı bir öğrenci olunca peri Pinokyo’ya artık insan olacağı müjdeler. Pinokyo arkadaşlarını davet edecekken bir arkadaşının kandırması ile oyuncaklar ülkesine gider. “Oyuncaklar Ülkesi”nde tembel tembel gezen Pinokyo, bir gün kulaklarının uzadığım gördü. Utancından, kimseye görünmeden ortadan kaybolup ormana geri gelir.

Ormanda karşılaştığı bir sincap, Pinokyo’nun “Eşek hastalığı”na yakalandığını anlatır. Bu hastalığın “Oyuna dalıp, haylazlık eden ve verdiği sözü tutmayan çocukların başına gelir.” der. Pinokyo, çok pişman olur. Onu ormanda onu gören bir çoban onu eşek sıpaların arasına koyar. Oradan bir sirke girer ancak sirkte ayağını kırmıştır. Onu sirkten atarlar. Bir davulcu onun derisini yüzüp davul yapar. Pinokyo’yu da denize atar. Pinokyo denizden yüzerek kurtulur. Ormanda tilkiyi ve kediyi görür ama bu defa onlara inanmaz. Sonra cırcır böceğinin evine gider. Cırcır böceği onu eve kabul eder ve nasihatlar verir. Pinokya artık akıllanmış, çalışkan ve uslu bir çocuk olmuştur.

Birgün orman perisinin çok hasta olduğunu öğrenir ve çalışarak kazndığı tüm parayı o periye yollar. Rüyasında orman perisinin ona “aferin” dediğini duyar. Sabahleyin kalktığında artık insan olmuştur ve ceplerinde altınlar vardır. Sevinçle babasının yanına gider Babası da ona:

“Yaramaz çocukların yerini uslu çocuklar aldıkça her şey güzelleşir, bütün olumsuzluklar da ortadan kalkar.” der.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Pinokyo : Yaramaz , haylaz , çalışmayan , tembel bir kukladır.

Geppetto : Pinokyonun babası, Pinokyo sürekli onu üzer ve kaçar sürekli ona yalan söyler.

Orman perisi : İyi kalpli peri Pinokya'ya yardım eder.

Cırcır böceği : Pinokyo'ya çok yardım eder aslında ancak Pinokyo dikkafalılık eder bunu anlamaz..

Tilki ve kör kedi : Yalancı , düzenbaz , hile yapıp Pinokyo'yu sürekli kandırırlar.


Halime Kaptan (Rıfat Ilgaz) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Halime Kaptan

Kitabın Yazarı : Rıfat Ilgaz

Kitabın Konusu :

Kurtuluş Savaşı sırasında Cide'li bir kadın kaptanın azgın fırtınalar ve korsanlarla boğuşarak İnebolu'ya cephane taşıması anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti :

Yer Cide sahilinde bir köy evidir.Romatizma ağrılarından muzdarip Temel Reis yatakta durmadan dönmeye çalışmakta, torunu Memiş yanındaki yatakta, gelini Halime ise diğer odada yatmaktadır. Halime'nin kocası Sabri ise Samsun Askerlik Şubesinde askerdir.

Temel Reis'in takası ise biraz ilerde denizin kenarında yaşlı gövdesi ile azgın karayele direnmeye çalışmaktadır. Kış yaman geçeceği için mutlaka yiyecek gaz yağı, tuz ve şeker temini gerekiyordu. Bunun için de İnebolu'ya gitmekten başka bir çareleri yoktu. Bu nedenle Temel Reis sabah erken kalktı. Sağlamca giyindikten sonra kendisine yardımcı olması için çağırdığı Halime'nin yeğeni on üç yaşındaki Bekir'i diğer iki çocuğu çağırması için gönderdi. Sonra da evden çıkıp köyün ortasına doğru yürüdü. Halime ile Memiş de arkasından geliyorlardı. Köy kahvesine gelince oturanlar Temel Reis'in el etmesiyle kalktılar ve sahildeki kayığın suya indirilmesine yardım etmek için onlara katıldılar. Kayık suya indirildi. Bekir ve diğer iki çocuk Zeynel ile Halil de kayığa binerek hareket hazırlığına başladılar.

Temel Reis gelini Halime ve torunu Memiş ile vedalaştı. Kıyıdakilerle helâlleşerek kayığa bindi. Sonra yelken açmalarını emretti. Açılan yelkenle birlikte küreklere  asılarak Cide'ye doğru yol aldılar.

Cide'de yoksul halkın hemen hemen tek gelir kaynağı olan yumurtaları yükleyerek İnebolu'ya doğru açıldılar.

Temel Reis'in gidişinin üçüncü günü gecesi bir asker kaçağı “Ben kocan Sabri” diyerek Halime'nin kapışma dayanınca Halime, “Benim kocam askerden kaçmaz; böyle hırsız gibi kapıları da tıklatmaz. Git köyün muhtarı ile birlikte gel” dedi. Adam diretince yüklükte asılı tüfeği kaparak pencereyi açıp ateş ederek: “Ali Efendi! Asker kaçakları sardı evimi! Yetiş!” diyerek bağırdı.

Temel Reis'in sandalı ise gecenin karanlığı içinde yol almaya çalışıyordu Halime Kaptan kitabının özeti Gökte bir tane dahi yıldız yoktu. Bu sırada bir takanın üstlerine doğru hızla geldiğini fark ettiler. Belli ki niyetleri haydutluktu. Temel Reis hemen tabancasını çıkarıp çocuklara da siper almalarını söyledi ve ateş etmeye başladı. Üstlerine gelenler papucun pahalı olduğunu anlayınca kaçmaya başladılar.

Köy korucusu Çipil Reşit Halime'nin feryadını ve tüfeğin sesini duyunca hemen tarafa doğru koştu. Yürüyen birisini görünce seslendi. Fakat öteki bir ne dönüp baktı ne de cevap verdi. Demek ki tanınmak istemiyordu. O halde bu köyden birisiydi. Arkasından bir el ateş etti. Öteki yine devam edince mecburen bu sefer vurmak için ateş etti. Kaçak da aynı anda kendisini yere atıp ateşe ateşle cevap verdi. Çipil Reşit bir müddet sonra sessizce ilerleyip kaçağın olduğu yere kadar geldi. Uzamış sakallarına rağmen Temel Reis'in oğlu Sabri'yi tanıdı. Sabri şube başkanı ile bir sebepten takışmış bu yüzden askerden kaçmıştı. Köye gelişindeki asıl sebep ise kadınların namusuna musallat olan bir iki kişinin hakkından gelmekti. Bir punduna getirip Çipil Reşit'i teslim aldı. Sonra önüne katarak asker kaçağı namussuzun barındığı yere doğru yürüdüler. Ancak yolda konuşarak anlaştılar. Çipil Reşit Sabri'yi görmediğini söyleyecekti. Böyle yürürlerken bir ateş sesi ile kendilerini yere attılar. Sabri bir yana Çipil Reşit bir yana atladı. Çatışma bittiğinde Çipil Reşit sakin sakin olay yerinden ayrıldı. Sabri yürüyerek kaçak Halit'İn bulunduğu yere gittiğinde cansız yattığını gördü.

Gece vakti Halime'nin kapısı çalındı Halime Kaptan kitabının özeti Gelen Temel Reis ile birlikte giden Zeynel'di. Halime neler olduğunu sorunca yolda Rum Niko'nun saldırısına uğradıklarını, Temel Reis'in silahlı çatışmasını ve sonra da yağan yağmurdan hastalanıp İnebolu'da hastaneye yatırdıklarını; bir daha da kalkamadığını anlattı. 

Temel Reis ölmüştü. Bu konuşma esnasında Sabri pencereden içeri girdi. “Babamın öldüğünü duyunca geldim. Yarından tezi yok takayı satıp parasını bana ver” dedi. Bu esnada korucu Çipil Reşit eve gelip Sabri'yi muhtarın çağırdığını söyledi. Sabri tereddüt içinde idi. Sonra muhtarın yanına gitmeye karar verdi. Muhtar Ali Emmi iyi niyetli ve vatansever bir adamdı. Sabri'de yeni bir ordu kurulduğunu şayet kabul ederse kendisini bu ordu ya asker olarak göndereceğini, ‘asker kaçağı' damgasını da ortadan kaldıracağını” söyleyince Sabri razı oldu ve Muhtar ile yeni orduya katılmak üzere yola çıktılar.

Temel Reis ölmüş, Sabri “asker kaçağı” lekesini silerek yeniden vazifesine dönmüştü. Halime ise evin geçimi döndürmek için tekneyi yürütmeye ve böylece nafakayı kazanmaya kararlıydı. Yanına oğlu Memiş'i de alarak sahile doğru yürüdü. Halil ve Zeynel çoktan teknedeki yerlerini almışlardı. Artık Reis Halime Kaptandı. Denizde geçirdikleri birkaç gün içinde Halime Kaptan bilgi si ve becerisi sayesinde Zeynel ve Halil'in de takdirini kazanmış çocuklar yeni kaptanlarına gönülden bağlanmışlardı.
Denizdeki fırtına yüzünden yanaşmak istedikleri bir kıyıda korsanların eline esir düştüler. Erkek kıyafetindeki Halime Kaptan kendisini "Halim Kaptan" olarak tanıtmış çocukları da öyle tembihlemişti. Tek korkusu Memiş'in “Anne” diye seslenmesiydi. Korktuğu olmadı. Bu adamların korsan mı, kaçakçı mı, çete mi oldukları da belli değildi.
Gece olunca Halime Kaptan kaçmak için çareler aramaya başladı. Fakat kaçma imkânını bir türlü bulamadı. Sabah olunca da mecburen Harun Reis'in emirlerini uygulamak zorunda kalarak teknesinin yanında kendi teknesiyle ile birlikte yola çıktılar.
Halime Kaptan'ın beklediği fırsat Sivastopol'da eline geçti. Rus milisler Halime Kaptan'ın kayığında silahlı adamı görünce onlara hemen limandan çıkıp gitmelerini
söylemişlerdi. O dönemde Rusya'da ihtilalle yönetimi ele geçirenler Türkiye'de yükselen Kurtuluş Savaşı'na destek verdikleri için kendi kıyıla rında haydutlara ve çetelere izin vermiyorlardı.

Böylece Harun Reis ve arkadaşları gittikten sonra oralarda bir hafta kalan Halime Kaptan kendi hesabına tuz taşımaya başlamıştı. Tabii bu iş sadece tuz taşımakla kalmamış Kuvay-ı Milliyecilere sandık sandık cephane ve mühimmat da yanına eklenmişti. Artık İnebolu ile Cide arasındaki köyler ve kasabalar başta olmak üzere bütün kıyı şeridinde ve Ankara'da Halime Kaptan'ın adı saygı ile anılıyor bilen bilmeyen herkes “helâl olsun” diyordu.

Halime Kaptan ve ekibi yine zorlu bir görev için Kefken açıklarında ilerliyorlardı. İki kayık silahı yükleyip inebolu'ya götüreceklerdi. Ancak kıyıya yaklaştıklarında bir
İngiliz motorunun kendilerine doğru geldiğini gördüler. Halime Kaptan hemen hizmetçilik yapan bir köylü kadını kılığına bürünerek saf saf oturmaya başladı. Yanı başındaki sepette ise el bombaları doluydu. İngilizler tekneden kendi motorlarına geçmelerini emrettiler. Halime Kaptan uysal uysal ayağa kalktı ve aniden bombayı fırlattı. Arkasından Zeynel ve Bekir de silahlarını ateşlediler. Neticede düşman motoru batırılmış, İngilizler tarafından esir alınmış bulunan Türk askerleri de kurtarılmıştı.
Dönüş yolunda kendilerine saldırmak isteyen bir korsan teknesi ile bir silahlı çatışmaya daha giriştiler. Yeni almış oldukları mitralyozü kullanan Kuva-yı Milliye subayı
Teğmen İhsan'ın ateşi sayesinde korsanları hemen etkisiz hale getirdiler. Korsanların reisi de Harun Reis idi. Diğer adamları ölünce o da teslim oldu.

Hemen yola koyuldular. Çünkü cephede savaşanlara daha çok mermi ve silah lazımdı. Durma zamanı değildi…

Kitabın Kahramanları, Kişileri :


Halime Kaptan: Genç bir gelindir. Kocasının savaş kaçkını olarak köye dönmesi üzerine onun eve almayacak kadar kahramanlık duygusuna sahiptir. Köydeki bütün erkeklerin savaşa gitmesi üzerine kendisi, kayınpederinden kalan bir tekneyle Millî Mücadeleye destek olur.

Temel Reis: Halime Kaptan'ın kayınpederidir. Tecrübeli bir denizcidir. Sevecen bir insandır. Romanın başlarında oldukça hastadır.

Memiş: Halime’nin oğlu. Küçük, dürüst, sarı saçlı. Oyunu çok sever.

Sabri: Halime'nin kocası.

Muhtar Ali Emmi: Köyün muhtarı. Anlayışlı, vatansever, sıkıntılara çözüm arayan bir adam.

Çipil Reşit: Köy korucusu.
Harun Reis: Fırsat düşkünü bir denizci. Memleket işgal altındayken korsanlık yaparak kendi halkını soyan bir eşkıya.
Halil: Vatansever bir genç.

Zeynel: Vatansever bir genç.

Haşim Bey: Cide Askerlik Şubesi Başkanı. Binbaşı. Olduğundan daha sert görünmeye çabalayan bir subay.

Teğmen İhsan: Genç bir Kuvayı Milliye subayı.

Yonca Kız (Kemal Bilbaşar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri

Kitabın Adı : Yonca Kız

Kitabın Yazarı : Kemal Bilbaşar

Kitabın Konusu : 

Yonca Kız ve ailesi yaşadıkları yerden heyelan nedeniyle İzmir’e göçerler. İzmir'de Yonca Kız ve ailesinin başlarına gelenler anlatılmaktadır..

Kitabın Özeti :

Yonca Kız’ın yaşadığı kasabada çocuklar oyun oynamasını bilmezler fakat o bölgeye has işleri iyi yaparlardı. Evin erkekleri başka kentlere para kazanmak için giderlerken ev hanımları tezgahlarının başına geçip büyük gayretle çalışırlardı.

Yonca Kız’ın annesinin adı Gonca, babasının ise Mehmet idi.

Kasaba, bir peri bacası azmanının üzerine kurulmuş Orta Çağ kalesinin yanı başında yer alan küçük bir yerleşim yeridir. Buranın erkekleri kasabanın dışında çalışırken kadınları da tezgâh başında hah dokumaktadır. Bu kasabanın çocukları da âdeta halı dokumayı bilerek gelirler dünyaya. Sabahtan akşama kadar oyun oynamak yerine halılarla meşgul olmaktadırlar.

Yonca Kız, bir kış günü, bu kasabada küçük bir evde dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Torlak dört yapraklı yonca gibi bize uğur getirsin diye kızın adını Yonca koymuştur. Yonca Kız kırk günlük iken kasabaya hükümet adamları gelmiş ve kasabanın killi toprak üzerinde olduğu için zeminin kaydığını söylemişlerdir. O yüzden kasabada yaşayan herkese yakın bir yerde güzel binalar yapılacak ve halk orada yaşayacaktır. Bu habere tüm kasabalı gibi Mehmet Torlak ailesi de sevinir.

İnşaatlar başlar. Kasaba cıvıl cıvıl olmuştur. İlk kez o dönemde kasabanın erkeklerinin kasaba dışında çalışmasına gerek kalmamıştır. Fakat inşaat bittikten sonra kötü bir haber yayılır. Ancak 20 yılda 20 bin lira ödeyebilenler bu güzel evlere taşınabilecektir. Bu fakir kasabalı için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Bir de müteahhit gidince kasaba eski fakir günlerine dönüvermiştir. Mehmet Torlak da çalışmak için şehre gider. Aradan uzun zaman geçer. Mehmet Torlak'tan haber yoktur. Yonca Kız babasını çok özlemekte ve ondan haber beklemektedir. Hiç ummadıkları bir gün Mehmet Torlak kasabaya çıkagelir. Hasretlerini giderdikten sonra Mehmet Torlak ailesine onları yabana götüreceği haberini verir. Teyzesinin oğlunu bulmuştur şehirde ve çok zengin olan bu yalçının yanma gideceklerdir. Hemen toparlanırlar ve büyük hayallerle İzmir'e doğru yola çıkarlar.

Yonca Kız, hayatında ilk kez gördüğü otobüs, elektrik gibi şeyler karşısında büyük bir korku yaşar. Onları ilk kez gördüğü için şaşkınlığa uğramıştır. Babası ona bu yeni şeyleri hevesli bir şekilde anlatmaktadır.

İzmir ise onları büyülemiştir. Dükkânlar, evler, arabalar, insanlar, kısacası koca şehir onları şaşkına çevirmiştir. Bu şehir köylerine hiç benzememektedir. Her şey başkadır burada.

Mehmet Torlak eşi ve kızı ile birlikte teyze oğlunun fabrikasına varır. Çalışanlar onlara çok aşağılayıcı tarzda bakmaktadır. Teyze oğlunun odası çok güzeldir. Fakat teyzesinin oğlu İbrahim Bey onlara bir 'hoş geldin' dahi demez. Çalışanları gibi o da bu aileye köylü oldukları için küçümseyen gözlerle bakmaktadır. Bu insanlara yeni giysiler almalarını ve temizlenmelerini emreder.

Mağazada Gonca, Mehmet Torlak ve Yonca Kıza yeni yeni elbiseler giydirirler. Sonra da büyük bir arabayla köşke doğru yola çıkarlar. Köşk beklediklerinden de güzel ve büyüktür. Sultan Bacı isimli şişman, zenci bir kadın onları karşılar. Onları mermerden, ayna gibi pırıl pırıl parlayan büyük bir salona alır. İbrahim Beyin annesi Ayşe onları çok iyi bir şekilde karşılar. Mehmet Torlak ve ailesi kendileri gibi konuşan bu kadını görünce çok sevinirler. Ayşe Hanım da yeğeni Mehmet Torlak ve ailesine hemen ısınır. Havalı, onlara yüksekten bakan genç bir kadının içeri girmesi ile neşeleri kaybolur. Kadın onlara çok küçümseyerek bakar ve neden geldiklerini sorar. Şehvar adındaki küçük kızı da kadın gibi onları istemediğini söyleyerek ağlamaya başlar. Kadın hışımla odayı terk eder. Onları istemediği her hâlinden bellidir. Daha sonra bu kadının İbrahim Beyin karısı olduğunu öğrenirler. Ayşe Hanım onları hizmetçilerin kaldığı bir odaya götürür. Sohbet etmeye başlarlar. Ayşe Hanım, kız kardeşi, Mehmet Torlak'ın annesi Melekten bahseder. Mehmet'in babasına kaçtığı için evlatlıktan reddetmiştir babası Melek'i. Bir süre sonra da kadıncağız ölür zaten.

Sabah yeni elbiselerini giyip çıkarlar. Yonca Kız İbrahim Beyin, Ayşe Hanım'ın elini öper; fakat hanımefendinin elini hiç öpmek istemez. Kadın zaten padişah ailesinden geldiği için eteğini öptürmeye alışkındır. Ayşe Hanım gelinin bu tavırlarından dolayı çok üzülür. Yonca Kız'ı onun şerrinden korumaya çalışır.

Mehmet Torlak ve ailesi en yakınlarının evinde böyle hizmetçi gibi muamele görmeye başlarlar. Mehmet Torlak yakındaki bir apartmanın kapıcılığını yaparken karısı Gonca da köşkün temizlik işleri ile uğraşmaktadır. Bu durum Mehmet Torlak'ın çok gücüne gitmektedir. Teyze oğlunun kapısında hizmetçi muamelesi görmüştür. Gonca ise kocasına belli etmemeye çalışmakla birlikte çok mutsuzdur. Yonca Kız'ın payına da evin huysuz çocuğu Şehvar'a arkadaşlık etmek düşmüştür. Oysa Şehvar tıpkı annesi gibi Yonca Kız'ı küçümsemekte, ona her türlü kötülüğü yapmaktadır. Yonca Kız, bu ortamda hiç büyüyüp serpilememektedir.

Bütün bu problemler bir gün bir kavgayı beraberinde getirir ve Mehmet Torlak ve ailesi köşkten ayrılır. Olaya en çok üzülen kişi Ayşe Hanım'dır. Ayşe Hanım onlara, gitmeden maddi destek olabileceğini, her sıkıntıda yardımını isteyebileceklerini ifade eder.
Mehmet Torlak'a aile evinde boş bir oda bulur hemşehrileri. Gonca Kıza da fabrikada iş bulurlar. Fakat Mehmet Torlak hâlâ iş bulamamıştır. Sonunda kötü bir şekilde ayrıldığı teyze oğlunun fabrikalarından birinde kapıcılık yapmaya mecbur kalır. Yonca Kız bu yeni hayatından daha memnundur. Annesi ve babası işe gittikten sonra komşuların çocuklarıyla ilgilenmektedir. Gonca Kız mahallenin en sevilen kişilerinden biri olmuştur. Her başı sıkışan ona koşmaktadır.

Aradan bir yaz, bir de güz geçer. Boğaziçi'nin üst yanında birtakım tarlalar keşfedilmiştir, herkes oraya gecekondu yapmaktadır. Mehmet Torlak ve ailesini bu haber çok sevindirir. Gerekli miktarı bulabilirlerse kendilerine ait bir evleri olacaktır.

Mehmet Torlak parayı ancak teyzesinin oğlundan temin edebileceğini düşünür ve İbrahim Beyin yanma gider, İbrahim Bey her zamankinin aksine borç parayı verir. O arada bir vesile ile İbrahim Bey teyze oğlunun kendisine de kalan mirasın üzerine konduğuna dair birtakım söylentiler duyar. Fakat böyle bir canilik yapacağına da inanmaz. Kafasında bu haber bir kuşku olarak kalır.

Fakat sevinçleri çok kısa sürer. Mehmet Torlak kendi gecekondusu için çevirdiği kısma başkalarının musallat olması üzerine öfkelenir. Bir kavga çıkar ve Mehmet Torlak böğründen yediği bir bıçakla ölür. Yonca Kız ve annesi Gonca yıkılır. Başlarına gelen felaketi atlatabilmeleri için en büyük yardımı Ayşe Hanım yapar. Onları kızkardeşi Hatice Hanıma gönderir.

Hatice Hanım zengin ve müşfik bir kadındır. Mehmet Torlak'ın da öz teyzesidir. Onlara çok yakın davranır. Kendi ailesi olarak görür. Yonca Kız'ın da bu teyzeye kanı çok kaynamıştır. Onun Bursa'daki büyük köşkünde çok mutlu yaşamaktadırlar. Hatice Kadın onu torunu yerine koymuştur. Onun yaşayamadığı, sahip olamadığı her şeyi temin etmeye, bu küçük kızı mutlu yaşatmaya çalışmaktadır. Ona çok tatlı bir köpek ve maymun hediye etmiştir.

Gonca Kız da hayatından çok memnundur. Hatice Hanım onu gelini olarak görmekte, ona kesinlikle hizmetçilik yaptırmamaktadır. Yonca Kız bu arada okula da gitmeye başlamıştır. Nüfus kâğıdının olmaması önce sıkıntı olmuştur. Ama Hatice Hanım hemen ona da kimlik çıkarmış, üstelik kendi nüfusuna geçirmiştir. Artık Yonca Kız, büyük bir mirasın tek varisidir. Hatice Hanım böylelikle yıllar önce Mehmet Torlak'a yapılan adaletsizliği yok etmek istemektedir. Bu arada Yonca'nın nüfusa geçirilme meselesi İbrahim Beyin evinde duyulmuş ve kıyamet kopmuştur. Ayşe Nine de kız kardeşinin yanma gelir.

Bu mutlu hayat sürüp giderken tatilde Hatice Nine dağda yer ayırtır. Farklı hava iklimi hepsine iyi gelecektir. Fakat dağdaki bu dinlenmeleri esnasında korkunç bir hadise olur. Yonca Kız'ı bir çingene kaçırır. Bütün aramalara rağmen bulunmayınca Hatice Nine ve diğerleri kızın öldüğünü düşünürler. Büyük bir hüzün yaşanır.
Artık çingenelerin yanında yaşayan Yonca Kız bir çingene gibi yaşaması ve konuşması konusunda baskı görmekte ve sürekli eziyet edilmektedir. Yeni adı da Asiye olmuştur.

Kırbaç korkusuyla kendisini kaçıran çingenenin her dediğini yapmaktadır. Nihayet bir gün kaçmayı başarır. Çocukları olmayan bir ailenin yanında kalır bir müddet. Daha sonra kendisini kaçıran Çingene Hasanla karşılaşınca bütün başından geçenleri polise anlatır. Polis onu Hatice Nine'sine ulaştırmaya söz verir.

Polis araştırmaların sonunda Çingene Hasanın İbrahim Beyin adamı olduğunu öğrenir ve Mehmet Torlak'ın da İbrahim Beyin emriyle öldürüldüğü sonucuna varır. Onlar tutuklanır. Yonca ve ailesi ise bundan sonra mutlu şekilde yaşarlar.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Yonca Kız: Romanın başkahramanıdır. Dürüst, samimi, içten, çalışkan, iyiliksever bir kızdır.

Mehmet Torlak: Yoncanın babasıdır. Masum bir köylüdür.

Gonca: Yoncanın annesidir. Çok çalışkan ve sabırlı bir köylü kadındır.

Ayşe Nine: Mehmet Torlak'ın teyzesidir. Varlıklı olmasına rağmen kültürünü muhafaza eden, iyi niyetli bir kadındır.

Hatice Nine: Ayşe Ninenin kız kardeşidir. Çok şefkatli, sevgi dolu, iyi yürekli bir kadındır.

İbrahim Bey: Paraya ve zenginliğe her şeyden çok değer veren, temelde kötü bir insandır.

Kum Saati (Fatih Tuncay) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Kum Saati

Kitabın Yazarı : Fatih Tuncay

Kitabın Konusu :


Babasından hediye olarak kumsaati alan Emre'nin başından geçenler anlatılmaktadır. Kitapta çocuklar arasında yardımlaşma, paylaşma, dayanışma gibi toplumsal değerlerin öğrenilmesi sağlanmaktır. Kitap bununla beraber baba oğul ilişkisi, aile ilişkileri, toplum içinde yaşamak, çocuk olmak gibi değerleri de öğretici ve eğitici bir dille çocuklara aktarmayı sağlamaktadır.

Kitabın Özeti :

Kitabın kahramanı Emre, babası kaybolan diğer çocuklarla birlikte günlerini geçirmektedir.

Emre, babasından çeşitli hediyeler almaktadır. Bunlardan biri de kum saatidir. Kum saati Emre için çok değerli olmuştur. Kum saati, Emre ve arkadaşlarının bilmediği çeşitli özellikler taşımaktadır.


Emre, kum saatinin özelliklerini arkadaşlarıyla çözmeye başlar. Emre kum saatinin özelliklerini çözdükçe daha çok gizemli olaylar yaşamaktadır. Bu olayları bir bir yaşarken çeşitli zorluklar da arkadaşlarıyla yaşamaktadır. Babalarına kavuşmak için birçok olayın üstesinden gelerek dostlar ve düşmanlar kazanırlar.

Her olay Emre ve arkadaşlarını birbirine daha çok yaklaştırıyor ve dayanışma ve yardımlaşmanın önemini vurguluyor. Emre ve arkadaşları olayları yaşayarak tecrübe kazanıyorlar. Babalarını bulmaya daha çok yaklaşıyorlar. Kum saatinin gizemi çocukların hayatını tamamen değiştirmiştir. Adeta temsil ettiği zaman onları ümitlendirmiştir. Zamana karşı yarışarak babaları için mücadele etmektedirler.


Yaşanan olayların sonucunda Emre ve arkadaşları babalarına kavuşurlar. Bir ve beraber olmanın önemini de anlarlar. Daima yardımlaşma ve dayanışma halinde olmanın bütün özlemleri aştığını ortaya koyarlar.

Fadiş (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Fadiş

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitabın Konusu :

Yıkılmış bir yuvadan arta kalan Fadiş, Analı babalı bir yuvası olmadığından , çeşitli köy, kasaba, ve kentlerde akrabalardan oluşan değişik ailelerin yanında yaşamak zorundadır. Tek dayanağı annesi Cemile’dir Ama, baba onu ikide bir kaçırıp annesinden uzaklaştırır. Anne, kızının izine düşer onu bulur. Ancak geçim için çalışmak zorunda olduğundan, Fadiş’i aylık yollamak koşuluyla yakınlarına bırakır. Ana kızın yaşamı özlemle sürer. Bir türlü bir araya gelemezler.

Fadiş’in yaşamın zorlukları karşısında gösterdiği direnç, insanlara örnek olmaktadır. Köy ,kasaba, kent yaşamı içinde süren Fadiş ’in serüvenleri, özgündür sevinç coşku, kaygı, korku, acı, yanında örf adetler, gelenek görenekler, insan ilişkileri, sevgi dolu bir yaklaşımla işlenmektedir.

Kitabın Özeti :


Kurtuluş Savaş'ı sırasında Yunanlılar, önlerine gelen her yeri yakıp yıkarak geçmektedir. Toroslu kasabası da bunlardan biridir. Köylüler evlerini tekrar yapar ve bir gün de Naciye Kadın'ın evini yaparlar. Çünkü oğlu savaşta şehit düşmüş, varlıklı olmasına rağmen her şey yanınca küçük kızı ile sokakta kalmıştır. Her şey eski haline döndüğünde Naciye Kadın iş yapamadığı için tarlalarını tek tek satar. Yıllar sonra Naciye Kadın yaşlanıp, hastalandığında geçimlerini kızı Cemile ekin biçerek, erişte keserek yapar. Bir gün kasabaya genç bir terzi gelir. Kasabalılar, onu Cemile ile evlendirmek ister. İki tarafın rızası ile evlenip Cemile, annesi ile onun yanına taşınır. Kamil Bey'in her şeyden sıkılan bir yaratılışı vardır. Sürekli gezilere çıkan Kamil Bey bir gün eve geldiğinde kızı olduğunu görür. Fakat kızına olan sevgisi kötü alışkanlıklarını bırakmasına yardımcı olmaz. Tekrar geziden döndükten sonra şehre yerleşmek istediğini, Cemile'nin de annesi öldükten sonra gelebileceğini söyleyerek gider. Cemile evin kirasını ödeyemeyeceği için eski evine geri döner ve annesi orada hayata gözlerini yumar.

Annesi öldükten sonra yakınları Cemile'ye kocasının yanına gitmesi için baskı yapmaya başlar. Artık baskılar kızmaya dönünce o da mecbur kocasının yanına gider. Kamil Bey burada kendine yeni bir bayanla hayat kurduğu için Cemile'yi istemez. Geldiğine de kızar. Kızı ile tehdit ederek kendinden uzaklaştırır. Hemşerileri Cemile'ye kızı Fadiş'i de kabul edecek bir iş bulur. İstanbul’a gelen anne-kız için hayat istedikleri gibi gitmez. Burada ki evin hanımı Fadiş'i sürekli hor görür. Hanım, Cemile'nin gidecek yeri yok diye yüklendikçe yüklenir. Bir yıl sonra hemşerisi Cemile'nin halini görünce ona başka iş aramaya başlar. İş aradığı sırada Cemile için de işler hiç iyi gitmez. Hanım, Fadiş Cemile'yi ayak bağı oluyor diye onu hizmetli odasına kitler. Bir süre ağlayan kız susunca Cemile çok korkar. Hanımdan anahtarı kapıp hemen kapıyı açar. Bu olay da Cemile'nin işten kovulmasına sebep olur. Ertesi gün kapı dışarı edildiği sırada hemşerisi gelir ve ona yeni iş bulduğunu söyler.

Cemile ve Fadiş yeni yerlerinde memnunken, Kamil Bey çıkagelir. Cemile'den ayrılmak ister. Fakat Cemile ayıp karşılanır diye yanaşmaz. Kamil Bey bunun üstüne oyununu oynamaya başlar. Kendisinin de ayrılmak istemediğini, Akkale de ev tutacağını, sonra onları da yanına alacağını söyler. Cemile'nin yumuşamasından sonra Fadiş'i gezdirmek için alır; bir daha da dönmez. Kamil Bey'in Fadiş'i kaçırdığını anlayan Cemile peşinden gider ama dükkanın el değiştirdiğini görür. İki ay boyunca aradıktan sonra Kamil Bey'in kardeşi ile karşılaşınca nerede olduklarını öğrenir. Fadiş'i teyzesinin oğluna evlatlık vermiştir. Cemile direk Gülsüm Kadın'ın evine gider ama Fadiş evde değildir. Fadiş gelene kadar onu başka eve götürüp orada ikna etmeye çalışırlar. Akşam kızını görmeye giden Cemile, Fadiş'in halini görünce kararını vermiştir. Fadiş başta soğuk davransa da sonra annesinin yanına gider. 

Gözünün morluğunu Gülsüm Kadın'ın yaptığını öğrenince kızıyla bir dakika bile orada durmak istemez. Başta engel olmaya çalışsalar da Cemile'nin kızı olduğunu herkes bildiği için başka çareleri kalmaz; gitmelerine izin verirler. Oradan çıkan Cemile ne yapacağını bilemediği bir anda hızır gibi bir amca yetişir. Karısı ile yaşadığı evinde misafir eder. Ertesi gün de İstanbul’a döner. Kızı ile iş bulamayınca kızını kasaba da yaşlı, bir başına geçinen birine her ay harçlık yollamak şartıyla emanet eder. Hem bir işte çalışıp her ay para yollayan Cemile hem de Hafize Nine ile yaşayan Fadiş çok mutludur. Fadiş annesinden bir şeyler geldikçe mutluluktan havalara uçar.

Karın yağdığı bir gün Cemile'den para gelir. Hafize Nine parayı aldıktan sonra Kamil Bey ile karşılaşır. Başta Fadiş'i ondan uzak tutan Hafize Nine, Cemile'nin mektubu ile ne yapacağını bilemez. Kasaba başta onu tutsa da, Cemile'nin mektubu ile Kamil Bey'i tutmaya başlar. Git gel bir şeyler alarak aralarını iyi tutan Kamil Bey Fadiş'i gezdirmek için alır ve bu kez de amcasına götürür. Orada Fadiş'i bırakarak gider. Bir kaç ay sonra Amcası Cemile'ye haber yollar. Cemile zaten onları arıyordur. Fakat bu zamana kadar bulamamıştır. Fadiş'i yanına alamayacağı için kalmasını ister ve para yollamaya başlar. Para ile sevinen amca kalmasına izin verir. Fadiş burada aslında çok iyi değildir. Her sabah soğuk demeden bebek bezi yıkar. Cemile ise bir yol aramaktadır. Çünkü komşularından kızının durumunu hiçte iyi duymaz. Yengesi, Fadiş'in bebeği kucağına aldığını görünce onu evden kovar.

Böylece Fadiş bir kez daha yollardadır. Zehra Kadın’ın yanında kalmaya başlayan Fadiş, evin oğlu Hasan ile de yakın arkadaş olur. Bazen kavga etse de çoğu zaman güzel anlaşmaktadırlar. Köy çocukları da Fadiş'i çok sever. Artık onsuz oyuna bile başlamazlar. Fadiş'i yaşı gelmesine rağmen o sene okula gidemez. Yaşıtlarının gitmesine üzülür. Özellikle Hasan'ın kitap okumasını gördükçe kendi de okumak ister. Zehra Kadın seneye gidebileceğini söyleyince sevinir. Okullar kapanınca Hasan ve arkadaşları ile günler mutlulukla geçer. Cemile'nin yolladığı para ile de evin hali vakti yerindedir. Fadiş ev işlerine de yardım ederek onları memnun etmektedir. Ramazan Bayramı geldiğinde de Cemile hediyeler yollar. Köyün en güzel bayramlığı Fadiş'tedir. Bayram da iki çocuk kavga eder. Zehra Kadın Fadiş'i suçlu bulur. Bu durumda Fadiş üzülerek evden uzaklaşır. Kaybolmasından sonra korkan Hasan da onun değerini anlar ve bir daha hiç küsmezler.

Bu sıra da Cemile ise İstanbul’da Hanım'ın onu oyalamasından dolayı oradan ayrılır. Ankara'da iş bularak oraya gider. Kamil Bey ise onu bularak sonunda istediği boşanmayı elde eder. Ankara'da Hanım'ı; Fadiş'i yatılı okula aldırmak ister. Bu sene okula başlayan Fadiş çok geçmeden sevdiği bu yerden ve arkadaşlarından ayrılmak zorunda kalır.

Fadiş (Gülten Dayıoğlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Robinson Cruseo (Daniel Defoe) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Robinson Cruseo

Kitabın Yazarı : Daniel Defoe

Kitap Hakkında Bilgi :

İngiltere'de yaşayan orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Kreutzner'in dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olaylar kitapta anlatılmaktadır. Bu yolculuklar sırasında, seyahat ettiği gemi batınca ıssız bir adada 28 yıl tek başına yaşamak zorunda kalır. Sonradan eklenen ve Robinson Crusoe'nun Yeni Serüvenleri adı verilen ikinci kitapta, Robinson döner. Burada bir süre kaldıktan sonra yine denize açılır. Madagaskar'dan, Çin'e Rusya'ya geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda ticaret yapar ve kendi kültürünü bu ülkelerinkiyle karşılaştırır. Kitapta dürüstlük, cesaret, özveri, yaratıcılık, dayanışma ve serüven duygusu gibi kavramlar işlenmektedir.

Kitabın Konusu :

Roman, doğa ile insan mücadelesini ele alan, en ilkel insanların dahi eğitilebileceğini ortaya koyan, eğitimli, medeni ve kendine güvenen bir insanın ıssız bir adada tek başına yaşayabileceğini yalnız başına dahi ayakta kalabileceği konusunu işlemiştir. Adada tek başına yıllarca yaşamak zorunda kalan bir kişiyi anlatan roman aynı zamanda sömürge tarihi ile ilgili ilgi çekici bilgilerle de doludur.

Kitabın Özeti:

Robinson Crusoe oldukça varlıklı bir ailenin üçüncü ve en küçük oğludur. En küçük olması sebebiyle şımarık yetiştirilmiştir. Ailesi hukukçu olması istese de o denizci olmak istemektedir. Babasının tüm ikazlarına ve itirazlarına rağmen, denize açılıp dünyayı gezmek hayaliyle, Londra’ya gitmekte olan bir gemiye biner.

Bir gece ailesinden gizli, bir ticaret gemisiyle denizlere açılır. Gemi şiddetli bir fırtınaya yakalanır. Robinson yola çıktığına pişman olur. Gemi karaya ulaşmadan Afrika sularında Faslı korsanlarca ele geçirilir. Robinson bir süre esir yaşamı sürer. Bir ara fırsatını bulup bir sandalla deniz yoluyla kaçmaya çalışır. Onu bir Portekiz gemisi bulur, Brezilya’ya götürür. Artık denizciliğe tövbe etmiştir.

Ne var ki bir İngiliz çiftçi ona Afrika’dan köle getirme işini teklif edince ettiği tövbeyi unutur, tekrar denizlere açılır. Gemi Güney Amerika sahillerinin biraz uzağındaki bir adaya yaklaşırken kayalıklara çarpıp batar. Sadece Robinson adaya sağ olarak çıkabilir.

Adada ne yerli ne beyaz kimse yaşamamaktadır. İhtiyaçlarını batan geminin enkazından getirdiği yiyecek ve araç gereçle giderir. Barınak yapar, tahıl yetiştirir, yabani keçileri ehlileştirir.

Adadaki yirmi üç yılı böyle geçmiştir. Yirmi dördüncü yılın ortalarında bir gün Robinson adanın öbür tarafında başka bir adadan gelmiş olan yerlilerin savaştığını görür. Robinson onların bir daha gelmesinden korkup yıllardır sakladığı barut ve silahını hazırlar. Sonraki gün yerliler yine gelince Robinson silahıyla onlara ateş eder. Yerliler ellerindeki bir esiri bırakıp kaçar. Robinson bu esir yerliye “Cuma” adını verir, biraz İngilizce öğretir. Cuma’dan diğer adada 17 tane beyaz esir olduğunu öğrenir. Onları kurtarmak üzere tekne yaparlar. Tam gidecekleri gün adaya başka yerliler bir beyaz birkaç da yerli esirle gelirler. Beyaz olan, İspanyol, yerli esirlerden biri de Cuma’nın babasıdır. Robinson ve Cuma İspanyol’la Cuma’nın babasını kurtarırlar.

Cuma’nın babasıyla İspanyol geldikleri adada kalan yerli ve beyaz esirleri kurtarmak için geri döner.

O günlerde Robinson’un adasına bir İngiliz gemisi demirler. Gemide isyan çıkar. Kaptan ve iki adamı denize atılır. Robinson, Cuma ve bu üç gemici, gemiyi tekrar ete geçirir. Cuma’nın babasıyla İspanyol’u beklerler. Onlar gelmeyince İngiltere’ye dönüp cezalandırılmak istemeyen isyancıları adada bırakan Robinson, Cuma ve diğer üç denizci İngiltere’ye gider. (1687)

Aradan geçen otuz beş yılda Robinson’un anne-babası ölmüş, iki oğlu, iki kız kardeşi bir de erkek kardeşi hayattadır.

Robinson tekrar evlenir, üç çocuğu olur. 1695’te karısı ölür.

Robinson yeğeninin kaptanlığını yaptığı gemiyle Çin’e gitmeye karar verir ve üzere olan gemiye atlar, Çin’e doğru yola çıkarlar.Yolda Robinson’un adasına uğrarlar. Adada kalan esir beyazlar ve isyancı İspanyollar yerlilerle evlenmiş hep beraber mutlu bir yaşam sürmektedir.

Buna sevinen Robinson ve Cuma Çin’e doğru yola devam eder. Brezilya yakınlarında yerliler gemiye saldırır. Cuma ölür. Yolculuk devam eder. Mürettebat, kendilerine öğüt veren Robinson’un öğütlerinden sıkıldığı için Çin’de onu bıraktırır. Robinson kervanlarla kara yoluyla İngiltere’ye ulaşmayı başarır. Robinson’un geride bıraktığı ömrü serüvenlerle geçmiştir, o artık kalan ömrünü dönüşü olmayan büyük yolculuğa hazırlanmakla geçirir.

Kitabın Karakterleri, Kişileri :

Robinson Crusoe: Deniz kazası sonucu batan gemiden kurtulan tek kişi olarak çıktığı kimsesiz bir adada, kendine duyduğu güvenle yaşayan becerikli, zeki, maceraperest bir kişidir.

Friday (Cuma): Robinson’un eğiterek kendisine arkadaş yaptığı, vahşi yerli ve sadık dostudur. Yamyam bir köle iken Robinson Crusoe, onu ehlileştirmiş ve medeni bir insan haline getirmiştir.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...