23 Mayıs 2019 Perşembe

Posta Kutusundaki Mızıka (A. Ali Ural) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde, "Garibin yüzü soğuk olur." cümlesi hangi millete aittir?

A) Araplara
B) Türklere
C) Acemlere
D) Hintlilere
E) Çinlilere

2. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde, aşağıdaki hitaplardan hangisi kullanılmıştır?
A) Sevgili günlük
B) Merhaba günlük
C) Sevgili hatıralar
D) Sevgili dost
E) Merhaba dost

3. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde, yazar bir sabah hangi kuşun sesi ile uyanıyor?

A) Bülbül
B) Martı
C) Karga
D) Serçe
E) Leylek

4. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde, rejisör, genç kızdan hangi cümleyi söylemesini ister?

A) Git buradan!
B) Gel yanıma!
C) Hemen buraya gel!
D) Gitme, ne olur!
E) Gel buraya!

5. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde Van Gogh ve Mozart'ın yaratıcılıklarının sırrı nerede yazmaktadır?

A) Anılarında
B) Günlüklerinde
C) Mektuplarında
D) Biyografilerinde
E) Sohbetlerinde

6. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde yazara göre insanları mutlu kılan nedir?

A) Şartlar
B) Sahip olunan birikimler
C) Aşklarımız
D) Öğrendiklerimiz
E) Ruhumuz

7. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde, yazar insanlar arasındaki sevginin artması için ne öneriyor? 

A) Birbirimize iyilik yapmamızı
B) Birbirimizi hoşgörmemizi
C) Birbirimize hediye almamızı
D) Birbirimizi dinlememizi
E) Birbirimizi ziyaret etmemizi

8. “Posta kutusundaki Mızıka” adlı eserde, yazara göre kelimelere hayat veren nedir?

A) İnsanların sevgisi
B) İnsanların ses tonu
C) Sözcüklerin anlamı
D) Acılarımız
E) Aşklarımız

9. Posta kutusundaki Mızıka adlı eserde "yalan" neye benzetilmiştir?

A) Hırsıza
B) Dolandırıcıya
C) Fırtınaya
D) Depreme
E) Sele

10. Posta kutusundaki Mızıka adlı eserde yazar kendi yalnızlığını neye benzetmektedir?

A) Denize
B) Fanusa
C) Fırtınaya
D) Ellere
E) Elbiseye

Cevap Anahtarı :


1.B      2.D      3.C      4.E      5.C
6.E      7.C      8.B      9.D      10.E

Bu Ülke (Cemil Meriç) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı



1. “Bu Ülke” adlı eserde, Cemil Meriç "Tercüme" başlıklı denemesinde tercümeyi aşağıdakilerden hangisiyle tanımlar?

A) Soluk bir fotoğraf
B) Renkli ve canlı bir taklit
C) Bir yaratış, bir fetih
D) Lafza teslimiyet
E) Haber taşıyıcısı

2. “Bu Ülke” adlı eserde, "Divan Edebiyatında roman yok. Niçin olsun? Batı'nın ilk romanlarından biri 'Topal Şeytan' kahraman evlerin damını açar, bizi yatak odalarına sokar. Roman başlangıcından itibaren bir ifşadır. Osmanlının ne yaraları vardır ne yaralarını teşhir etme hastalığı. Hikayeleri ya bir cengaveri ebedileştirir ya 'hisse' alınacak bir kıssadır"
Bu sözlerle Cemil Meriç'in asıl anlatmak istediği aşağıdakilerden hangisidir?


A) Topal Şeytan Batı'nın ilk romanlarındandır
B) Divan Edebiyatında roman olmamasının sebebi kahramanlık hikayelerinin varlığıdır
C) Batı, romanı insanların özel hayatlarını ifşa etmek için kullanır
D) Divan edebiyatında roman olmamasının sebebi sağlıklı bir topluma sahip olmasıdır
E) Osmanlıda sadece epik ve didaktik özellikler taşıyan hikayeler vardır

3. “Bu Ülke” adlı eserde, Cemil Meriç Gandi ile Lenin'i aşağıdakilerden hangileri ile nitelendirir? 

A) Gandi: mor ötesi, komser -Lenin:kızıl ötesi, yogi
B) Gandi:kızıl ötesi, komser - Lenin:mor ötesi, yogi
C) Gandi:mor ötesi, yogi - Lenin: kızıl ötesi, komser
D) Gandi: kızıl ötesi, yogi - Lenin: mor ötesi komser
E) Lenin: kızıl ötesi, mistik - Gandi: mor ötesi, zehir

4. “Bu Ülke” adlı eserde, "Testideki Ay" denemesinde Cemil Meriç'in "En küçük sonsuz ile en büyük sonsuz arasındaki esrarlı ayniyeti ifşa eden büyük söz" diye tanımladığı aşağıdakilerden hangisidir? 

A) "Her şey Yaratan'ın elinden çıkarken güzel"
B) Kendini tanıyan Rabb'ini tanır."
C) "Samimi emelimiz gerek iç gerek dış boyunduruklardan kurtarılmış ırk ve din farklarının yok edildiği bir Türkiye görmek"
D) Gökten yücesin topraktan bayağı/Yokluk zulmetiyle bağlıysan toprak/İlahi nurun tecelligahı isen aşk
E) Hükmeden Allah'tır, bu hakimiyet devredilemez

5. “Bu Ülke” adlı eserde, Aşağıda demokrasiyi tanımlayan sözlerden hangisi parantez içinde gösterilen kişiye ait değildir?

A) "Katıksız demokrasi ayak takımının despotizmidir." (Voltair
B) "Demokrasinin temeli fazilettir." (Montesquieu)
C) "Ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir." (Proudhon)
D) "Demokrasi adaletin temelidir." (Maistr
E) "Demokratik cumhuriyetlerin sonu ahlaki bir alçalıştır." (Thierry)

6. “Bu Ülke” adlı eserde, Cemil Meriç aşağıdakilerden hangisini Le Bonperestler arasında saymaz?

A) Ziya Paşa
B) Abdullah Cevdet
C) Celal Nuri
D) Giritli Ahmet Saki
E) Ahmet Şuayb

7. “Bu Ülke” adlı eserde, "İki Balzac var: yaşayan Balzac, yaratan Balzac. Birinci Balzac öfkeleri, azgınlıkları, bayağılıkları, hulyaları ve iştihaları ile ikincisinin hammaddesi. Birinci Balzac hüddam, ikincisi büyücü…" Cemil Meriç Bu ifadelerle aşağıdakilerden hangisini anlatmak istemiştir? 

A) İki tane Balzac vardır
B) Balzac çift kişiliklidir
C) İyi bir yazar çift kişilikli olmalıdır
D) Balzac'ın yaratıcılığının kaynağı yaşamıdır
E) Balzac eserlerinde sadece yaşadıklarını anlatır

8. “Bu Ülke” adlı eserde, "Mehlika Sultan'a Aşık Yedi Genç" denemesinde Genç Osmanlıları anlatan Cemil Meriç'in bu başlığı seçmesindeki amaç aşağıdakilerden hangisidir?

A) Genç Osmanlıların akıbetinin onlara benzemesi
B) Yahya Kemal'i çok sevmesi
C) Genç Osmanlıların da yedi kişi olması
D) Genç Osmanlıların döneminde sultanın Mehlika olması
E) Genç Osmanlıların aşk şiirleri yazan bir sanatçı topluluğu olmaları

9. “Bu Ülke” adlı eserde, Cemil Meriç, "Gerici Kim " adlı yazısını yine bu yazıda kullandığı "Gerici bir toplumun gelişmesini sağlayacak hiçbir yeniliği istemeyen, her yönüyle eskiyi özleyen ve eski düzeni getirmeye çalışan kimse" şeklindeki tanımın hangi kısmı üzerine kurmuştur? 

A) Toplumun gelişmesini sağlayacak
B) Hiçbir yeniliği istemeyen
C) Gerici
D) Eskiyi özleyen
E) Eski düzeni getirmeye çalışan

10. “Bu Ülke” adlı eserde, Cemil Meriç "Kemal Tahir" başlıklı denemesinde Kemal Tahir'in hangi özelliği üzerinde durmaz?

A) Türk insanını hapishanelerde tanıması
B) Hapishanelere düşmeden önce çapkın ve şımarık bir İstanbul delikanlısı olması
C) Batılılaşma karşısındaki tepkisi
D) Romanlarındaki üslubu
E) Sosyalist yönü

Cevap Anahtarı :

1.C      2.D      3.C      4.B      5.D
6.A      7.D      8.A      9.D      10.D

Od / Bir Yunus Romanı (İskender Pala) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. “Od” adlı eserde, Yunus gözleri görmediği halde Abakay Dervişten öğrendiği bitki köklerinden merhem yapıp gözlerine neden sürmemiştir?

A) Gözlerine iyi geleceğine inanmadığı için
B) Gözleri görmeyerek huzuruna gelenlere daha iyi şifa dağıtacağı için
C) Sarıcaköy’de kalmaya devam edeceği için
D) “Adı güzel kendi güzel Muhammed’in mübarek gözleri bu dünyayı almış üç yıl gördü, bize de ziyadesi gerekmez” diye düşündüğü için.
E) İsmail’e kavuşacağı gün gözlerinin açılacağına inandığı için

2. “Od” adlı eserde, Temür Alp yoksullukla ilk tanışmalarını ve güçlerinin ilk kez zayıflamasını hangi olaya bağlıyor?

A) Haçlı ordularına
B) Çekikgöz’ün gelişine
C) Trabzon’da Gürcistan Prensi Tamara’nın Rum devletinin tahtına çıkmasına
D) Hülagü Han’ın yukarı illerde İlhanlı Devleti’ni ilan etmesine
E) Konstantinepolis’ te Latin Devleti’nin kurulmasına

3. “Od” adlı eserde, Temür Alp Ata’nın “bozkırın süsü” diye tabir ettiği mütebahhirlerden değildir?

A) Tırmizli Seyyid Burhaneddin
B) Konyalı Sadreddin
C) Yusuf Has Hacip
D) Belhli Bahaüddin Veled
E) Necmeddin Dâye

4. “Od” adlı eserde, Sitare’ye göre bozkırda süngülerin de, kâhinler ve sihirbazların da artmasının sebebi nedir?

A) Madde ile mana dengesinin bozulması
B) Bozkırdaki zor yaşam koşulları
C) Haçlı tapınakçılarının baskıları
D) Bizans’ın soğuk nefesleri
E) Haramilerin saldırıları

5. “Od” adlı eserde, Aslanlı Hünkâr anlattıklarını kimlerden öğrenip geliştirmiştir?

A) Sahip Perende-Ahmet Yesevi
B) Kutbettin Haydar-Ahmet Yesevi
C) Molla Kasım-Ahmet Yesevi
D) Molla Hüdavendigar-Temür Alp Ata
E) Temür Alp Ata-Satı Nine

6. “Od” adlı eserde, Tapduk dergâhında Aslanlı Hünkâr’ın huzurundan gelenlere ne ad verilirdi?

A) Derviş
B) Alp
C) Alperen
D) Cellât
E) Cengâver

7. “Od” adlı eserde, Tapduk Emre Çelebi Faruk’un bulduğu altınları neden Sultan Mesut’a göndermiştir?

A) Sultan Mesut’un daha iyi koruyacağını düşündüğü için
B) Asıl sahibinin Sultan Mesut olduğunu düşündüğü için
C) Yoksul halka dağıtılması için
D) Çelebi Faruk’un oğlu gönderilmesini istediği için
E) Altınların fakirlerin hakkı olduğunu düşündüğü için

8. “Od” adlı eserde, İsmail’i ( Samuel) ve Arn Usta’yı inançtan uzak tutan asıl sebeplerden biri nedir?

A) Zindanda acımasız olmak zorunda olmaları
B) Zindan’a getirilen Moğol subayının söyledikleri
C) İşkence tezgahına gelen insanların bir kısmının inançları yüzünden gelmiş olması
D) Bozkırın her yanındaki insanları Tanrı’dan uzaklaştıran kahinler,şeytana tapanlar ve büyücüler
E) Bozkırdaki insanların inançları yüzünden çatışmaları

9. “Od” adlı eserde, Yunus’un nefis atına vurduğu dört gemden ikincisi nedir? 

A) Taptuk’tan devşirdiği iyilik
B) Her hatayı kendinde araması
C) Hakiki aşkın oduna yönelmesi
D) Hakça bölüşmeyi ve başkasının hakkını almamayı düstur edinmesi
E) Yalandan ve riyadan uzak durması

10. “Od” adlı eserde, “Sufilik yolunda hangi makama erişmişsem, şu Türkmen kocası Yunus’un ayak izini orada gördüm” cümlesini Çelebi Faruk’a kim söylemiştir?

A) Tapduk Emre
B) Hacı Bektaş-ı Veli
C) Ahmet Yesevi
D) Taybuga
E) Mevlâna

Cevap Anahtarı :

1.D      2.B      3.C      4.A      5.B
6.E      7.B      8.C      9.C      10.E

Ayaklı Kütüphaneler (Dursun Gürlek) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, Mecelle’nin hazırlanmasında görev alan, ‘’Ahkamü’l Efkaf’’ adıyla eser yayınlayan asrımızın İmam-ı Azam’ı olarak bilinen şahsiyet kimdir?

A) Muallim Cevdet
B) Ömer Hilmi Efendi
C) Ömer Ferit Kam
D) Mükrimin Halil Yınanç
E) İsmail Saib Sencer

2. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, “Allah'ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapadığı gerçek ve sâhici münevver" diye övülen kişi kimdir?

A) Cemil Meriç
B) Fuzuli
C) İbn-i Haldun
D) Fahreddin-i Râzi
E) Câhız

3. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, altmış beygir kuvvetinde yazı makinası” diye anılan ve 225 eseri bulunan yazarımız kimdir?
A) Muallim Cevdet
B) Mükremin Halil Yınanç
C) Ahmet Mithat Efendi
D) Ömer Hilmi Efendi
E) Gelenbevi İsmail Efendi

4. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, padişahların akıl danıştığı Hoca kimdir?

A) Kethüdazade Arif Efendi
B) Hacı Muzaffer Ozak
C) Ali Emiri Efendi
D) Ömer Ferid Kam
E) İsmail Fenni Ertuğrul

5. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, zamanım boş geçmesin diye yemek yerken bile kitap okuyan bilgin kimdir?

A) İbni Sina
B) İbni Kemal
C) Fahreddin Razi
D) Cemil Meriç
E) Cahız

6. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, “Bu adam Avrupa’da olaydı ağırlığınca altın ederdi.” Bir Fransız mühendisin, hakkında bu sözü sarf ettiği kişi kimdir?

A) Gelanbevi İsmail Efendi
B) Kazabadlı Ahmed Muid Efendi
C) Mehmed Emin Efendi
D) Bursalı Mehmed Zahir Bey
E) Hamidizade Mustafa Efendi

7. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, Muallim Cevdet, dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye hangi konu ile ilgili tepkilerini dile getirmek için mektup yazmıştır?

A) Eğitimdeki yeniliklerin kesintiye uğraması
B) Askeri alanda eğitim programının Batılı metotların gerisinde kalması
C) Müze ve kütüphanelerin yetersizliği
D) Osmanlı arşivlerinin Yunanlılara satılması
E) Türk Dili ve Edebiyatı ile ilgili araştırmaların yetersizliği

8. “Ayaklı Kütüphaneler” adlı eserde, İbnü Sina'nın kendisinden istenildiğinde "kitap yanımda yok, ama isterseniz ezbere yazdırabilirim." dedikten sonra katiplere tamamını hatasız yazdırdığı eseri hangisidir?

A) Kanun
B) Kitabü'l Necat
C) Lisanü'l-Arab
D) Kitabü'ş-Şifa
E) İşarat ve'l-Tembihat

9. Kedilere olan merhameti , hatta sayıları üç yüz elliyi bulan kedileri Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin salonunda barındırması ile ilgili anekdotlar anlatılan alim aşağıdakilerden hangisidir?

A) İsmail Saib Sencer
B) Muallim Cevdet
C) Hoca Tahsin Efendi
D) Hacı Muzaffer Ozak
E) Mütercim Asım

10. Kitapta Mehmet Akif Ersoy’un aziz dostu olarak tanıtılan ve bir öğle namazında secdede vefat eden alim kimdir?

A) Gelenbevi İsmail Efendi
B) Babanzade Ahmet Naim
C) Mütercim Asım
D) Halil Yınanç
E) İsmail Saib Sencer

Cevap Anahtarı :

1.B      2.A      3.C      4.A      5.C
6.A      7.D      8.A      9.A      10.B

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Saatleri Ayarlama Enstitüsü (Ahmet Hamdi Tanpınar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Kitabın Yazarı : Ahmet Hamdi Tanpınar

Kitabın Özeti :


BİRİNCİ BÖLÜM: BÜYÜK ÜMİTLER

Hayri İrdal başından geçen olayları ve tüm hayatını anlatmak istemiştir. Bunun sebebi ise Halit Ayarcı ve müessese ile ilgili iddiaları reddetmek ve tüm gerçeği anlatmaktır. Hayatını ise tıpkı bir milad gibi Halit Ayracı’yla tanışmadan önce ve sonra olmak üzere ikiye ayırmaktadır.

Hayri İrdal hayatını anlatmaya çocukluğundan başlar. Fakir bir ailede doğum büyümesine rağmen mutlu bir çocukluk geçirir Hayri İrdal. Fatih Rüştiyesinde öğrenim görür. Bu sıralarda asıl doğum günü olarak bahsettiği bir hediye almıştır. Bu hediyeyi dayısı ona almıştır ve bu bir saattir. Hediye aldığı bu saatin dışında evlerinde de saatler vardır. Bunlardan biri Mübarek diğeri ise anne ve babasının yattığı odada bulunan radyolu masa saati ve sonuncusu ise babasının koyun saatidir.

Bu saatler içinde en mühim ve en tesirli olanı mübarektir. Mübarek ayalı bir duvar saatidir. Hayri İrdal’ın babasına, dedesinden miras kalmıştır. Babasının dedesi Tevkiî Ahmet Efendi başının sıkıştığı bir zaman kurtulursa cami yaptıracağını söyler. İşleri düzelince caminin arsasını alır, elinde parası azalınca da cami için halı, kilim, büyük saati ve duvarlara asılacak kandilleri tedarik eder. Fakat camiyi yaptıramaz, vasiyette bulunur. Bu saatte alınan eşyalar içerisinden miras kalmıştır.

Hayri İrdal dayısının hediye ettiği saati incelemeye, içini sökmeye ve kurcalamaya başlar. Böylelikle saatlere olan merakı da gittikçe artar. Vaktinin çoğunu Nuri Efendi’nin muvakkithanesinde geçirir. Ama Nuri Efendi ona pek fazla iş tutturmaz. Ayak işlerine bakar. Muvakkithaneye gelen ziyaretçiler vardır. Bunlar Abdüsselam Bey, Avcı Naşit Bey, Seyit Lütfullah, Eczacı Aristidi Efendi’dir.

1912 yılında Nuri Efendi’nin ölümü ile Hayri İrdal ortada kalır. Başka bir saatçinin, Asım Efendi, yanında işe girer. Fakat Seyit Lütfullah’ın bir saati aşırmasıyla Hayri’de işten çıkarılır. Bu olayın ertesi günü, Hayri’nin halası vefat eder. Ekonomik durumları kötü olduğu için babası halasının cenazesiyle ilgilenmek yerine evine gidip satılabilecek olan şeyleri toparlamaya başlar. Fakat tam gömülecekken dirilen halası babasını ve Hayri’yi evinde yakalar ve kovalar.

İKİNCİ BÖLÜM: KÜÇÜK HAKİKATLER

Hayri İrdal terhis olup da İstanbul’a dönünce her şeyi çok değişmiş halde bulur. Hayri İrdal’ın babası askerdeyken vefat etmiştir. İş aramaya başlar fakat İstanbul’da onlarca yeni terhis edilmiş asker olduğu için iş bulması oldukça zordur. Bu sebeple Abdüsselam Bey’in yanına gitmeyi düşünür fakat gidemez. Ama Abdüsselam Bey onun yanına gelir. Ferhat Bey ile birlikte Posta Telgraf Mektebi’ne girmeye teşvik ederler. Okula başladıktan sonra da Abdüsselam Bey’in kızı yerine koyduğu Emine ile evlenip onların evine yerleşir.

Hayri İrdal tünel idaresinde çalışmaya başlar. Evden çocukları ayrılan Abdüsselam Bey yalnızlık korkusu sebebiyle sürekli Hayri ve Emine ile birliktedir. Bu sırada iyice yaşlanmıştır. Emine ve Hayri’nin çocukları olmuştur. Abdüsselam Bey ismini Zahide koyacağına yanlışlıkla kendi annesinin ismi olan Zehra koyar. Bu yanlışlıktan sonra da sürekli Zehra’yı “valide” diye çağırmaya başlar. Zehra’yı kendine “oğlum” der. Bütün malvarlığını Zehra’ya bıraktığına dair vasiyetnameler hazırlar. İhtiyarın ölümü üzerine evden bir kucak dolusu vasiyetname çıkar. Abdüsselam Bey’in ölümü üzerine akrabalar eve doluşur. Bunun üzerine herkes evli çifti, ortada miras denecek bir şey olmamasına rağmen ihtiyar adamı kandırmakla suçlar ve onları mahkemeye verirler. Mahkeme sonuçlarına göre vasiyetname iptal edilir.

Bir gün iş arkadaşı Sabri Bey ile dalga geçmek için olmayan Seyit Lütfullah’ın bahsettiği Şerbetçibaşı Elması’ndan bahseder. Kısa zamanda bunu etrafındaki herkes duymuştur. Abdüsselam Bey’in alacaklılarının da kulağına gider. Onlar Hayri İrdal’ı tekrar mahkemeye verirler. Mahkemede Hayri İrdal böyle bir elmas olmadığını arkadaşını kandırmak için öyle söylediğini anlatmaya çalışır fakat mahkeme Hayri İrdal’ın anlattıklarını tutarsız ve saçma bulur. Akli dengesinin yerinde olmadığını düşünerek Adli Tıbba gönderir ve Hayri İrdal ile Doktor Ramiz burada tanışırlar.

Doktor Ramiz’in başka tedavi edecek hastası olmadığı için sürekli Hayri İrdal ile ilgilenir. Psikanaliz ile uğraştığı için rüyalarından bahsetmeye önem verir. Odasında yatabilmesi için müdürden özel izin alır. Doktor Ramiz’in Hayri İrdal’ın teşhisini koyması için beklenen süre zarfında Hayri İrdal oradaki saatleri tamir eder. Tedavi süreci başladıktan on gün sonra Doktor Ramiz teşhisini koymuştur. Buna göre Hayri İrdal “baba psikozu” hastalığına sahiptir. Yani babasını beğenmemekte herkesi baba yerine koymaya çalışmaktadır. Bu sırada Hayri İrdal’ın rüyalarını da beğenmiyor. Bu gece rüyanda görmen gerekenler diye liste ile rüya siparişi veriyordu. Bir süre sonra Doktor Ramiz acıyarak Hayri İrdal’ın raporunu verir.

Raporu alıp hastaneden çıktıktan sonra Doktor Ramiz ve Hayri İrdal yakın arkadaş olurlar. Doktor Ramiz, Hayri İrdal’ı Şehzadebaşında her çeşit ve meslekten insanların takıldığı bir kıraathaneye götürür. Bu kıraathanede Yangeldi Asaf Bey, Cemal Bey, Nevzat Hanım, Selma Hanım, Semih Bey, Sabriye Hanım, Zeynep Hanım ile tanışır ve ilerde onlarla birlikte İspritizma Cemiyeti’ni kurarlar.

Başta kahve sahibi olmak üzere burada herkesin takma adları ve kendileri görülür görülmez hatırlanan ve hatırlatılan bir iki hikâyesi vardır. Hayri İrdal bu kahveye geldikten sonra pek çok yeni insanla tanışır. Hayri İrdal’ın takma adını ise “Öksüz” koyarlar. Hayatında büyük bir değişikliğe Halit Ayarcı ile de bu kahvede tanışacaklardır. Bu sıralarda Hayri İrdal’ın Ahmet isminde bir oğlu olur. Daha sonra eşi Emine çok hastalanır ve vefat eder. Emine’nin vefatından sonra Hayri İrdal çocukları ile pek fazla ilgilenmez.

Bu sıralarda Doktor Ramiz, uzun zamandan beri planlamış olduğu ve kurmak istediği psikanaliz cemiyetini kurar ve Hayri İrdal bu cemiyette müdür sıfatıyla görev alır. Konferanslarından birinde Hayri İrdal’ı Türkiye’de tedavi ettiği ilk hasta olarak tanıtır ve bu sayede ikinci eşi olan Pakize’nin dikkatini çeker. Bu sırada İspritizma Cemiyeti’nde de çalışmaktadır. Bir gün Cemal Bey, Hayri İrdal’a kendi şirketinde çalışmasını teklif eder. Hayri İrdal kabul eder ve işe başlar. Bu sırada Cemal Bey’in refikası Selma Hanım’a âşıktır. Fakat Cemal Bey bir süre sonra Hayri İrdal’ı işten çıkarır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SABAHA DOĞRU

İşinden çıkarılan Hayri İrdal çok fazla yoksulluk ve sefalet çeker. Bu sırada kızı Zehra’yı isteyen Topal İsmail adında biri vardır. Hayri İrdal, Topal İsmail’den hiç hoşlanmaz ve kızını vermek istemez. Fakat karısı ve baldızları Zehra’yı çirkin ve sevimsiz olduğu konusunda o kadar iddialarda bulunurlar ki Zehra da Topal İsmail’i kabul edeceğini söyler. Hayri İrdal da kızına bakamayacak derecede yoksul ve muhtaç olduğu için o da kızına Topal İsmail’e vermeye razı olur. Hayri İrdal da son zamanlarda karısı Pakize’den oldukça şikâyetçiydi. Olmadık başka şeylere kızıp sinirini Hayri İrdal’dan çıkarırdı. Hatta odasından atardı. Ama Hayri İrdal odasından attığı için üzülmez aksine sevinirdi.

Bir gün kahvede Doktor Ramiz’i beklerken müstakbel damadı Topal İsmail’i izlemeye başlar. Bu sırada omzuna bir el dokunur. Bu el Doktor Ramiz’in elidir. Doktor Ramiz’in yanında Hayri Bey’in hayatını değiştirecek olan Halit Ayarcı vardır. Doktor Ramiz, Halit Ayarcı’yı Hayri İrdal ile tanıştırır. Sohbet ederlerken Doktor Ramiz, Hayri İrdal’ın iyi bir saatçi olduğundan bahseder. Bunun üzerine Halit Ayarcı cebindeki bozuk saati çıkararak Hayri Bey’den tamir etmesini istedi. Hayri Bey’de saatin mıknatıslandığını bununda ancak saatçilerde bulunan bir aletle yapılabileceğini söyler. Bu sırada Topal İsmail bir güzel dayak yer. Hayri İrdal bu duruma çok sevinir, keyfi yerine gelir. Sonra birlikte Agop Saatçiyan’a Halit Ayarcı’nın saatini tamir ettirmeye giderler.

Saatçiden çıkınca Halit Ayarcı, Hayri İrdal ve Doktor Ramiz’i boğaza davet eder ve birlikte Büyükdere’ye rakı içmeye giderler. Yemek yerlerken Devletli gelir ve Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ı aziz dostlarımdan diyerek tanıştırır. Hayri İrdal o gece Halit Ayarcı’ya bütün hayatını anlatır.

Büyük baldızının muganniye olmak istediğini de anlatması üzerine Halit Ayarcı onun kolay iş olduğunu söyleyerek ilerleyen zamanlarda onu gazinoya çıkarır. O günlerde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün temlini oluşturacak olan küçük daire açılır. Daire de Hayri İrdal müdür muavini, Halit Ayarcı’nın yeğeni Nermin Hanım kıdem şefi ve Halit Ayarcı ise teşkilatçı olarak görev alırlar.

İlk ay hiçbir şey yapmadan otururlar. Sadece kırtasiye eksikleri tamamlanır, ay sonuna doğru ise daktilolar ve perdeler gelir. İkinci ayın ortalarına doğru Halit Ayarcı daireye gelir, slogan seçerler. Bu sloganı seçerken rahmetli Nuri Efendi’nin sözlerinden de faydalanırlar. Seçilen sloganlardan birer tane bastırıp şehre dağıtılmasına karar verirler. Üçüncü aya doğru Halit Ayarcı enstitünün teşkilatının hazırlanmış olduğunun müjdesini verir. Bu sırada Hayri İrdal bir işi olduğu için rahattır fakat ne iş yaptıklarını anlayamaz, sık sık bu işin ne olduğunu sorgular. Üçüncü ayın sonlarına doğru işlerindeki durgunluk azalır. Bir sabah Halit Ayarcı, önde belediye reisi ve yanlarında belediye reisinin yardımcılarından biriyle daireye gelir. Daireyi gezdikten sonra hep beraber oturarak Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kadrosu ile ilgili olarak münakaşa etmeye başlarlar. Halit Ayarcı, enstitünün mutlak kadro ve ihtiyaçlarını anlatır.

Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ın kızı Zehra’yı kâtip olarak işe alma teklifinde bulunur. Üç gün sonra Zehra, Nermin Hanım’ın mahiyetinde işe başlar. Bu sıralarda Halit Ayarcı ve Hayri İrdal çalışan kadro seçmeye başlarlar. Evvela eş dost ve akrabaları işe alma kararı alırlar. Derken, Galatasaray ve Teşvikiye’de ek istasyonlar açılır. Salahiyetli bir zat müesseseyi ziyaret eder. Bu ziyaret sırasında Halit Ayarcı Ahmet Zamanî Efendi diye saat ustası eski zamanda yaşadığını söylediği birinin kitabını yazmakta olduğunu uydurur. Hayri İrdal da mecbur kaldığı için Ahmet Zamanî Efendi ile ilgili bir şeyler uydurmaya başlar.

Başından beri gazetelerde enstitü ile ilgili bir şeyler yazılıp çizilir. Çoğu Halit Ayarcı ile ilgilidir. Fakat kimilerine göre de tek favori Hayri İrdal’dır. Hayri İrdal’ın Muvakkit Nuri Efendi’nin mezarını tamir ettirmesi ve törende verdiği söylevde Ahmet Zamanî ile ilgili konuşması işin ateşini iyice körükler. Gazetelerdeki makalelere sık sık konu olur.

Yapılan bir röportajda karısı Pakize, Hayri İrdal ile ilgili alakasız, yalan yanlış şeyler anlatır ve röportajın sonunda Hayri İrdal’ın halasını affettiğini söyler. Bunun üzerine halası Zarife daireyi basar ve Hayri İrdal’a saldırır. Halit Ayarcı bunu da fırsata çevirmenin yolunu bularak Saat Sevenler Cemiyeti için Zarife Hanım’a reislik teklif eder ve diğer azaları seçerler.

Bir süre sonra Ahmet Zamanî Efendi’nin Hayatı ve Eserleri isimli kitap çıkar. Hayri İrdal endişelidir fakat Halit Ayarcı oldukça sakin ve kendinden emindir. Kitabın çıkmasından sonra Çengelköylü bir zat kendinin Ahmet Zamanî’nin torunu olduğunu söyler ve soyadını değiştirir. İspritizma Cemiyeti’ndekiler Ahmet Zamanî’nin ruhunu çağırıp, güya, onunla konuşma şerefine layık olurlar.

Bilindiği gibi Cemal Bey, Hayri İrdal’ın en büyük düşmanlarından biridir. Ahmet Zamanî diye birisinin olmadığını asıl gerçek olanın Fennî Efendi diye bir zat olduğunu ortaya atar ve neredeyse her gün bir gazetede bir makale ve röportaj görülür bununla ilgili. Cemal Bey’in tenkitinden sonra herkes Ahmet Zamanî’nin varlığından şüphe etmeye başlar ve kitabın şöhreti kökünden sarsılır fakat tam bu sırada Hayri İrdal ceza sistemini bulur, herkes Ahmet Zamanî Efendi’yi unutur. Cemal Bey ve Nevzat Hanım, Nevzat Hanıma âşık olan Tayfur Bey tarafından öldürülür. Müesseseyi tehdit eden unsur ortadan kalkmış olur.

Zarife Hala evinde bir kokteyl verir. Bu kokteyle her milletten ecnebi bulunmaktadır. Halası ve Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ı hepsi ile tek tek tanıştırırlar. Kokteyl’de halası sahte Mübarek’i herkese tanıtır. Sahte Mübarek’in kadranın üzerindeki kapı açılır, ihtiyar derviş kılıklı bir adam dışarıya çıkarak “Hoş geldiniz!”diye bağırır. Halası bunu diğer davetlilere Ahmet Zamanî Efendi olarak tanıtır. Hayri İrdal bir süre sonra kokteylden sıkılır ve bir odaya giderek uyumaya başlar. Bir süre sonra Halit Ayarcı gelip onu uyandırır, Van Humbert’in geldiğini söyler. Bunun üzerine Hayri İrdal gidip Van Humbert ile tanışır. Van Humbert İstanbul’da bir ay kalır ve çok memnun olarak ayrılır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: HER MEVSİMİN BİR SONU VARDIR

Hayri İrdal’ın halasının kokteylinden birkaç ay sonra bir telgraf gelir. Gelen ajans telgrafında altı Cenubî Amerika şehrinde birer tane Saat Sevenler Cemiyeti’nin kurulduğu haber verilir. Bir müddet sonra da bu cemiyetler İstanbul’daki Saat Sevenler Cemiyeti ile münasebete girerler. Bu sırada enstitü binasının yapımı için içten ve dıştan saat şeklinde bina tasarlanmasını isterler. Bunun için bir mimar arayışına girerler ve bulabilmek için bir yarışma düzenlerler. Fakat uzun bir süre böyle bir binayı tasarlayacak mimar bulamazlar. Bir gün Hayri İrdal’ın aklına eşi Pakize sayesinde bir bina gelir. Bunu tasarlamaya başlar. Hayri İrdal uzun süren çalışma sırasında oğlu Ahmet’ten yardım ister. Ahmet ile birlikte binanın tasarım işlemi sırasında oldukça yakınlaşırlar ve bu bina sayesinde aralarındaki buzlar erir.

Halit Ayarcı, Hayri İrdal’ın getirdiği projeyi çok beğenir. Bir süre sonra Hayri İrdal bütün kamuoyu tarafından yine konuşulmaya ve tartışılmaya başlanır. Birkaç farklı görüş olsa da çoğunluk olumlu gözle bakmaktadır. Bu proje ne kadar tutulduysa Hayri İrdal’ın bir sonraki projesi olan Saat Evleri kimse tarafından onay görmemiştir. İnsanlar Hayri İrdal’ın yaptığı evlerde oturmak istemezler. Herkes Hayri İrdal’a bu davadan vazgeçmesini söyler. Halit Ayarcı bu durumda ne yapacağını bilemez. Biz nerede aldandık diye düşünmeye başlar fakat bu sorusuna da cevap bulamaz. Bir gün artık ben de bu müessesenin sadece bir çalışanıyım diyerek işten elini eteğini çeker.

Halit Ayarcı yeni binanın açılışına gelir. Güzel bir konuşma yapar fakat ondan sonra ortadan aylarca yok olur. Bu sebeple Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne ecnebi heyet geldiği sırada da orada bulunmamaktadır. Heyet 0135’i arayarak saatin kaç olduğunu öğrenir. Bunun üzerine böyle bir kolaylığa rağmen niçin bu enstitüyü kurduklarına dair sorular sorarlar. Ecnebi heyetin Hayri İrdal’a sordukları sorular zaten onun uzun zamandır cevap veremediği sorulardır. Hayri İrdal, Halit Ayarcı’yı arar fakat ulaşamaz. Aradan üç gün geçtikten sonra müessesenin lağvedildiği emri gelir. Bunun üzerine Hayri İrdal Halit Ayarcı’yı tekrar arar. Halit Ayarcı ise bu duruma kayıtsız kalıp telefonu kapatır.

Hafta sonu Villa Saat’te toplantı ve küçük kızı Halide’nin doğum gününü kutlamak amacıyla toplanılır. Hayri İrdal önce itiraz eder fakat Pakize’nin ısrarlarına dayanamaz. Gelen konuklar çok hiddetlidirler. Hesap sormak isterler. Daha sonra Halit Ayarcı gelir ve kararı kaldırdığını söyler. Herkesin neşesi birden yerine gelir.

Hayri İrdal ve Halit Ayarcı tavla oynamaya başlarlar ama Hayri İrdal karşısında oturan Halit Ayarcı’yı bir yabancı gibi hisseder. Bir parti tavladan sonra Halit Ayarcı oradan ayrılır. O geceden sonra Hayri İrdal, Halit Ayarcı’yı kaza yaptığı gece kaldırıldığı evde, yatağında görebilir.

Şah Sultan (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Şah Sultan

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

Yazar biraz da korkuların üstüne gidendir. Tarih ileriye doğru çözüldükçe ağacın kökleri de görülecektir. Alevi de Sünni de bağlıdır o köke. Birdir o toprakta. Gölgeler büyümüşse ışığı değil korkuyu yenmek gerekir. Karanlık ve kör ışığın egemenliği boğmasın artık nesilleri.

Ve işte bir kez daha aşk! Şiir kadar iktidar atında rüzgâra ve ateşe doğru yol alan iki hükümdar.

Şah ve Sultan... Dünya incisi zarif ve asil kadınlar. Yeminlerine bağlı erkekler.
Masal kadar gerçek. Büyüleyici olduğu kadar umut verici. Şah&Sultan her cümlesi aşkla okunacak bir kitap.

İskender Pala bu eserinde Yavuz Sultan Selim ve Safevi Devleti şahı Şah İsmail’in arasındaki mücadeleyi ele almaktadır. Kitabın anlatıcısı iki farklı kişidir. Anlatıcıların biri Şah İsmail’in safında olan Kamber Can diğer ise Yavuz’un yanında olan Can Hasan’dır. 

Yazar, eserde biri Şah İsmail’e diğeri Yavuz’a candan bağlanan iki kardeş seçerek oldukça manidar bir mesaj vermektedir. İki rakip siyasi ve mezhep mücadelesine girmiş olan iki öz kardeştir.

Kitabın Özeti :

Yavuz Sultan Selim şehzadeliği zamanında önünde engel tanımayıp devletin durağanlığına son vermek ister. Bu sebeple babası II. Beyazıt'ı saf dışı bırakıp bedduasını alan Sultan olan Selim ile Şeyhlikten Şahlığa geçip Selime meydan okuyan Şah İsmail arasında hâkimiyet savaşı kitapta anlatılmaktadır. Aslında bir de aşk hikâyesi daha doğrusu bir aşığın maşukunu uzaktan sevmesinin hikâyesidir.

Bu ikili arasında ki savaşa sadece meydan savaşı demek yanlış olur. Çünkü Sultan ve Şah her konuda birbirlerine savaş açmışlardır. Özellikle şairlik konusunda birbirlerine ne kadar üstün olduklarını göstermenin de savaşı olmuştur. Kitapta birbirlerine gönderdikleri mektuplar yer almaktadır. Hatta bu ikili arasındaki mektuplar edep sınırından çıkıp hakaret boyutuna kadar ulaşmıştır. Mektubu götüren elçi bir daha dönmemek üzere gidip, Sultan Selim ile Şah İsmail tarafından feci bir şekilde öldürülmüştür. 

En sonunda mektuplaşmanın önüne geçip bir yüzleşme bir meydan savaşına karar verilir ve Çaldıran savaşı yapılır. Bu savaş sonrasında Sultan Selim Şah İsmail’i feci bir şekilde yener ve Şah meydandan yaralı olarak korumalarıyla kaçar. En başından beri Selimin Tebriz’i, Şahın İstanbul’u ele geçirme isteğinin sonucunda Sultan Tebriz’i alarak Şahı saf dışı bırakmıştır.

İşin acı kısmı bu savaşlar bir küffar savaşı değildir, Müslümanın Müslümanla, Türkün Türkle, kardeşin kardeşle savaştığı acımazsızca bir savaştır. Sultan Selim sırtını Sünnilere, Şah İsmail de Kızılbaşlara dayayıp her ikisi de kendi mezhebinden olmayanlara acımazsızca davranmıştır, iş katletme boyutuna kadar ulaşmıştır. Bundan etkilenen iki kişi vardır romanın başkahramanlarından Aka Hasan ile Hüseyin. 

Aka Hüseyin ile Hasan ikiz kardeşlerdir, birisinin canı acısa diğerinin de canının yandığı ikiz kardeş. Birisi Şah’ın (Aka hasan) diğeri Sultanın (Hüseyin) sağ kolları olup birbirlerinden habersiz birbirlerine rakip olmuşlardır.

Şah ve Sultan sadece tarihi romanın ötesinde bir aşk romanı da sayılabilir. Âşıkların (Ömer, Şah, Sultan, Cafer ve Kamber) maşukuna (Taçlı) gururun, koparılmanın, cesaretsizliğin baskın olması nedeniyle kavuşamadan bu dünyadan göç etmenin, arkada sadece Taçlıya yazılmış içli şiirlerin romanı. 4 erkek arasında gidip gelen ve Şah’ın yeğeni olduğunu bilmeden yaşayıp, onun soyu olmasın diye küçük yaşta Şah İsmail tarafından hadım edilen Kamberin Taçlı’ ya olan aşkın romanı.

Taçlı küçük yaştan itibaren Ömer adında Sünni bir çocukla birbirlerini sevmektedir. Ailesi koyu bir Kızılbaş olması nedeniyle kıble-i âlem dedikleri Kızılbaşları bir arada toplamayı kendine görevini edinen şeyhlikten şahlığa geçen Şah İsmail’e sunulmuştur. Her ne kadar Şah İsmail’i koca olarak sevmese de onu sadece kıble-i Âlem, bir şeyh olarak sevmektedir. Bunu bilen Şah onu kırmamak için gönlü ona razı olana kadar beklemiş. Taçlı Ömer’den yadigâr inciyi göğsünde taşıyıp onun hayaliyle yaşamaktadır. Günden güne Şah İsmail’deki Taçlıya olan hayranlığı, birde beklemenin sancısıyla Taçlıya içli şiirler yazmaya başlamıştır.

Bölük bölük olmuş huri kızları
Hiçbirisi Taçlı Han’a benzemez
Gönlümün sevdiği yektir dünyede
Hiçbirisi Taçlı Han’a benzemez

Çaldıran savaşından sırasında mağlup olan Şah İsmail ilk karısı olan Gülizar Begümü ve oğlunu oradan alarak kaçar. Taçlıyı savaş meydanında bırakır. Yavuz Sultan Selimin himayesi altına alınır. Herkes kendi haremine katar denilse de aşka inanmayan aşkın zarardan başka bir şey olmadığını söyleyen devlet yöneticisi Cafer Çelebiye verir. Cafer Çelebi görünüş olarak çok çirkin ve yaşının hayli büyük olması nedeniyle Taçlıyla yüzyüze gelmeyi pek istemez fakat o da Taçlının güzelliğinden nasibini alır ve Cafer Çelebi de ona en içli bir yakarışla ona şiirler yazar.

Sanmanız kim terk-i can etmek bana asan değil
Hiç anınçün gam yiyem mi can durur canan değil

Katı düşvar oldu halim bilmezem kim neyleyem
Görmemek müşkil seni görmek dahi asan değil

Sultan Selim, Cafer Çelebi’yi amansız yere öldürür. Ama bunu Taçlı için yaptığı bellidir. Daha sonraları kendisi de üzülür Cafer Çelebi gibi bir adamı öldürttüğü için. Taçlı ve kamber bir konakta yaşamaya başlar. Sultan aklı Taçlı’dadır. Fakat Taçlının Şah arttığı olması nedeniyle gururu buna mani olur. Sultan Selim de onu uzaktan sevmektedir.

Bu selimi kuluna cevri revan eylediğin
Bunca sıdkın reh-i aşkında yalan eylediğin
Yüzünü gösterüben yine nihan eylediğin
Neyiki ,şive mi, cevr mi, naz mı ki ?

***

Kitabın ilk bölümü Kamber denen bir küçük çocuğu anlatmış. Kamber Babaydar adlı birinin yanında kalmaktadır. Babaydar ona hem annelik, hem babalık yapmıştır. Kamber her zaman kendi öz anne ve babasını merak etmiş; fakat Babaydar'a soramamıştır. Babaydar bir gün onu karşısına oturtup ilk kez ona nasihatler vermiştir. Babaydar Kamber'e ''babacım '' diye hitap ediyordu. Babaydar Şah İsmail'in çok iyi biri olduğunu ve Kızılbaşlık'ı anlatır.

Bir gece Kamber Kızılbaşlar tarafından kaçırılır, saraya götürülür. Orda Hasan Aka denen biriyle arkadaş olur. Onu neden kaçırdıklarını anlayamaz. Aka Hasan babası gibi ona hep hikayeler anlatır, onunla ilgilenir. Kamber gittiği sarayda Şah'ın gerçekten adaletli ve iyi biri olmadığını görür. Şah Sunni olan Müslümanları kaynar kazanda yakıyor, evlerinden sürgün ediyordu. Tebriz'den Sünniliği çekip atmak istiyordu ve o yüzden acımasızca davranıyordu. Hatta Şah'ın kendi annesi de oğluna gelip kötü eleştirilerde bulunduğu için Şah onu da öldürtmüştür.

Şahın karısının adı Gülizar Begüm'dü. Bu kadın şahı çok sever ve sayardı. Gülizar Begüm ona Tahmasb adında bir erkek çocuğu doğurmuş ve şah yeni bir kadınla daha evlenmişti. Bu kadının adı da Taçlı idi. Bu kadının güzelliği tüm Tebriz'de duyulmuş herkes onun hakkında konuşurmuş. Şah da Taçlı'ya karşı çok büyük bir aşk besler ama Taçlı çocukluk aşkı olan Ömer'i sevmektedir. Şahın sevgisine karşılık vermez.

Diğer yanda ise Osmanlı sultanı Yavuz vardır. O da aynı şekil ülkedeki Kızılbaşları öldürtmüş ya Sünni olursunuz ya da ölürsünüz diye söylemiştir. Yavuz'un babası Bayezid tahta diğer oğlunun geçmesini isterken Yavuz kendi başarısını kanıtlamak ister ve babasının sözünü ezip geçer. Bir süre sonra babasının tahtını elinden alır ve babası ona ''sen beni bu tahtımdan ettin Allah da sana öyle bir dert versin ki genç yaşta ölürsün'' diye beddua etmiştir. Sultan kılık değiştirerek yanına yardımcısı Hüseyin'i alıp Tebriz'e gitmiş ve Şah İsmail'in sarayına kadar gitmiştir. Şaha kendini derviş diye tanıtmış ve şahı kandırmıştır. Sonra Şah ile satranç oynamış Şah’ı yenmiştir ve Şah onu kovmuştur. Böylece şahın sarayının işleyişini görmüş, bazı bilgiler elde etmiştir.

Ayrıca hikayede en farklı olan bir konu ise ikiz olan Hasan ve Hüseyin'in farklı gruplarda yer almasıydı. Hasan şahın yanında, Hüseyin ise sultanın yanındaydı. Sultan, Hüseyin'i de yanına alıp Tebriz yoluna çıkmıştır fakat Erzincan taraflarına geldiklerinde, kimse sultanın ordusuna yardım etmemiştir. Sultanın ordusu su bulamazken bölgedeki Kızılbaşlar onlara bir yudum su vermemiştir. Bu meşakkatli yolculuk ardından Osmanlı askerlerinin gücü tükendi. Şah ise onlar kendini yıpratırken yerinden kalkmıyordu, onun yerine sultanla mektuplaşıyorlar birbirlerine laf atıyorlardı. Bazen iğrenç hediyeleri birbirine yolluyorlardı.

Günler geçti ve Çaldıran'da karşılaştılar. Sultanın elinde çok güçlü top ve tüfekler vardı. Kızılbaşlarda ise kılıç ve tüfek vardı. İki ordu çarpıştı ve çarpışırken Hüseyin yanlışlıkla kardeşini öldürdü. Ona arkadan vurmuş yüzünü görmemişti. Hüseyin savaş sırasında çok üzüldü ve kardeşinin elbiselerini giyerek şahın tarafına geçti ve böyle yaparak vicdanını rahatlatacağını sandı. Savaşı Sultan Selim kazandı.

Şah savaştan Gülizar'ı da alıp kaçtı. Taçlı'yı alamadan kaçmak zorundaydı. Taçlı savaş ortasında Kamber ile kaldı. Sonra Taçlı'yı sultan yanına çağırdı ve onu Cafer Çelebi denen çirkin ve yaşlı bir adamla evlendirdi. Taçlı onun bunu neden yaptığını anlayamadı. Bir süre sonra Cafer Çelebi öldü. Taçlı ve Kamber buna çok üzüldü çünkü Çelebi çok iyi bir insandı onlara çok değer veriyordu. Şah ise Taçlı'nın aşkından derbeder olmuştu, yanında Hüseyin vardı ve onu teselli ediyordu. Şah ondan gidip Taçlı'yı öldürmesini istedi. Hüseyin bu görevi üstlendi ve Taçlı'nın evini takip etti ve öldürmek isterken birde duydu ki Yavuz Selim Han ölmüş. Şah onun sultana karşı bir şey hissedeceğini düşünüp Hüseyin 'i göndermişti ama artık sultan öldüğüne göre Taçlı'yı da öldürmesine gerek yoktu. Sultan ölmüştü, babasının ona bedduası tutmuş ve sırtında çıkan bir çıban yüzünden ölmüştü.

Taçlı bu haberi duyduğunda Kambercan'ın kollarında ağlamıştı çünkü sultana karşı bir şeyler hissediyordu. Günler geçerken Şah da ölmüştü. Daha 38 yaşındaydı. Taçlı ve Kamber kalmıştı. Kamber ona öyle bir aşkla bağlıydı ki onun hizmetini etmekten bile gurur duyuyordu. Taçlı gün gelince Kamber'e aslında onu herkesten çok sevdiğini ve artık öleceğini söylemiştir o an Kamber kendinden geçmiş şekilde Taçlı'nın elinden tuttuğunda, Taçlı ona öldüğümde kimseye yerimi söyleme beni kimse bilmesin'' dedi. Ve o an Kamber'in yanında can verdi Kamber onun sözünü tutup mezarının yerini kimseye demedi ve mezarlıkta bir adam gördü. Orada oturmuş Kuran okuyordu adama adını sorunca, adam benim adım ''Ömer'' dedi. Mezarın başındaki Taçlı'nın küçüklük aşkı Ömer'di.

Kambercan romanın en sonunda ise asıl babasının kim olduğunu öğrenir. Asıl babası Ali adında biri, şahın kardeşiydi. Kamber şahın yeğeni olduğunu ve bunun kendinden saklanma sebebinin ise şahın onun gelip tahta göz koyacağından dolayıymış.

Nar Ağacı (Nazan Bekiroğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Nar Ağacı

Kitabın Yazarı : Nazan Bekiroğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Nazan Bekiroğlu’ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman. Balkan Savaşı yıllarında başlayıp I. Dünya Savaşı’na uzanan bir öykü… Trabzon’da ve Tebriz’de doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce delice akan sonra durgunlaşan iki ırmak… Aslında çok ırmak… Tebriz’in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra.

İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, tehcir, mücadele, kader… Farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu’nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. “Nar Ağacı” bir Doğu masalı kadar zengin, hayal kadar güzel, hayat kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle yıllarca unutulmayacak bir kitap.

Kitabın Özeti :

Roman iki koldan ilerlemektedir. Bir tarafta Setterhan anlatılırken diğer tarafta Zehra anlatılır. Roman Trabzon, Batum, Tiflis, Bakü ve İstanbul’da geçer. 

Dedesinin otuz yıl kadar önce postaya verdiği mektup yazarın eline ulaşır. Yazar dedesini kaybettiğinde 12 yaşındadır ve onu araştırmak için 30 yıl bekler. Farsça yazılan mektup tercüme ettirilir. Mektupta sadece selam ve adres vardır. Torunu dedesini ve büyük annesini araştırmaya karar verir. Elindeki kısıtlı bilgilerle yola çıkar. Çıktığı yolda bir sempozyumda müzik tarihi doktorası yapan Azeri olan öğrencisi Yasemen’le tanışır. Yasemen yazarın aradığı coğrafyayla bağlantılıdır. Tebriz’e beraber giderler, zor da olsa adresi bulurlar. Setterhan’ın yeğeni doksana merdiven dayamış olan Behzat amcaya yazar sorular sorar, fotoğraflar gösterir. Behzat amca yaşına göre olayları çok iyi hatırlar.

Dedesi Setterhan Tebriz, Batum, Tiflis ve Bakü hattında halı ticareti yapan bir tacirdir. Tebriz’den Trabzon’a Setterhan’ın nasıl geldiğini torunu merak eder. Setterhan’ın kuzeni Azam’ın anne ve babası vefat edince Azam, Setterhan’ın babasının yanında büyüdü. Setterhan ve ailesi halı işiyle uğraştığı için o da evde haremde diğer kadınlarla beraber halı dokur. Azam’ın halıları çok orijinaldir, resmen aşkla dokur. Setterhan, Azam’a karşı bir şeyler hisseder. Halıları teslime kervanla sürekli götüren kişinin bebeği bir hafta erken doğunca onları Yezd’e götürmek Setterhan’a düşer. Setterhan’ın babası oğlunun Azam’a karşı hislerini fark eder ve onun Yezd’den dönmesini bekler. Setterhan Yezd’den dönünce Azam ile Setterhan sözlenecektir. Azam tüm bunlardan habersizdir. Halıları bir bir teslim eden Setterhan, Yezd’e gittiğinde halı isteyen müşterinin çok hasta olduğunu ve öldüğünü öğrenir.

Adamın oğlu Piruz, Setterhan’dan orada kalmasını defin işlemlerinin felan halledilmesini ister. Piruz ateşperesttir. Setterhan, Piruz’u kıramaz. Bu sürede fırsat buldukça sohber ederler. Piruz’da üniversiteyi Tebriz’de okuduğunu ve diplomasını almaya gideceğini söyler. Setterhan, Piruz’un Yezd’e gelince haber vermesini ister ve birkaç gün sonra tekrar yola çıkar. Eve dönen Setterhan, artık Azam ile sözlenebilir derken Piruz Tebriz’e geldiğini ve birkaç gün kalacağını haber eder. Setterhan’ın babası bu işten işkillenir, bu adamı evinde hiç istemez; ama oğlunu da kıramaz.

Piruz eve gelir. Setterhan ona evi gezdirirken halıların dokunduğu yeri de göstermek ister. Azam’ı görebilmek için de onun oraya da götürür. Pruz ve Azam ilk görüşte aşık olurlar. İkisinin gözlerini de birbirlerinden başkasını görmez. Azam, Piruz’la gider. Setterhan’a Azam’ı öldürmesi gerektiği söylenir. Karıncayı bile incitemeyen Setterhan oradan kaçıp gitmeyi seçer ve Batum’a gider. Batum’dayken Bolşevik ihtilali patlak verir, sınırlar kapatılır ve Setterhan da bir daha Tebriz’ dönemez. Trabzonlu bir motorcunun yardımıyla onun şehrine kaçar.

Beş parasız yaban ellerde kalan Setterhan bir çay ocağında çalışmaya başlar. Çay ocağını baştan tasarlar. İşyeri sahibi bundan çok mutlu olur. Çayhane artık daha temiz ve yoğundur. Trabzon da İran konsolosu Lütfullah Bey’i bulur Setterhan. Pasaport, kimlik işlerini halleder. Gel git derken Lütfullah Bey’in annesi Setterhan’ı Zehra adında bir kız ile tanıştırır.

Zehra da muhacirdir. Zehra’nın annesi doğum yaparken babası da annesinden bir ay sonra ölür. Durum böyle olunca Zehra’yı ananesi ve dedesi büyütür. Zehra’nın bir de İsmail adında kendisinden üç yaş büyük abisi vardır. İsmail gönüllü olarak savaşmaya gider. Dedesi karşı çıkmaya çalışsa da İsmail kararlıdır. İsmail gider ve dönemez. Ararlar; ama bulamazlar. Hamidiye Etfal Hastanesi’nde yattığını öğrenirler ve nice sonra başına ne geldiğini sormak için oraya giderler. İsmail’den geriye bir defter kalmıştır ve İsmail’in tifüsten dolayı öldüğünü öğrenirler.

Zehra, ananesi, yardımcıları ve Zehra’nın köpeği Masal ile Trabzon’dan ayrılırlar. Zehra’nın dedesi gelemez; çünkü 93 Harbi gazisidir. Kasığından kesik olan sağ bacağında takma bacak vardır. Yürünecek yolları gözü kesmez. Muhacirlik zorludur, birçok olumsuz olaya şahit olurlar; ama Trabzon kurtulunca sağ salim tekrardan Trabzon’a gelirler. Trabzon harap olmuştur. Gelecek nesillere aktaracak bir şey kalmamıştır; çünkü ahşap olan şehrin her yerini düşmanlar yağmalayıp parçalamış yakmış viran etmiştir. Neyse ki Zehra’nın dedesi sağdır. Adamcağız bir deri bir kemik kalsa da yaşadığına şükrederler.

Zehra ile Setterhan görüşür. Setterhan İstanbul’a gitmek istediğini söyler. Zehra büyükannesini ve dedesini bırakamayacağını söyler. Setterhan Trabzon’da kalmaya razı olur. Birbirlerini beğenip evlenirler.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...