8 Ağustos 2019 Perşembe

15 Yaşında Bir Kaptan (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : 15 Yaşında Bir Kaptan

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

Fransız asıllı yazar Jules Verne’nin 1878 yılında yayımlanan bir romanıdır.

Asıl işi borsa uzmanlığı olan Jules Verne, romancılığa atıldıktan sonra macera, bilim ve bilim kurgu romanları ile dünya çapında önemli bir romancı olmuştur. Bu roman türlerinde Dünya edebiyatının en tanınmış isimlerinden birisi olmayı başarmıştır.

Kitabın Özeti :

Kitapta olaylar 1873 senesi, Yeni Zelanda açıklarında başlamaktadır. Dick Sand genç bir denizcidir. Kaptan Hull'un Pilgrim adlı balina avı yaptığı gemisine miço olarak girmiştir. Pilgrim adındaki balina avı ve ticaret yapan bu geminin sahibi de W. Weldon’dur.

Son av sezonu kötü geçmiş iyi bir av çıkmamıştır. Balina avı gemisi Pilgrim, Amerika'ya doğru dönüş yoluna başlamıştır. Gemide, geminin sahibi Bay Weldon’un eşi Bayan Weldon, oğlu Jack, ailenin dadısı ve Benedict de vardır. Bay Weldon’un gemisinde ayrıca 5 tayfa, bir aşçı ve bir de miço vardır. Aşçının adı Negora'dır. Geminin miçosu olan Dick, henüz 15 yaşında çok akıllı bir delikanlıdır.

Pilgrim adlı bu ticaret gemisi içindeki yolcularla denizde ilelerken bir gemi enkazına rast gelirler. Enkaz halindeki gemide hiç kimse yoktur. Gemide tasmasında WS işareti olan bir köpek bulurlar.

Gemidekiler dönüş yolunda hiç beklenmedikleri bir olay yaşamışlardır. Gemideki denizciler kocaman bir kambur balina ile karşı karşıya kalırlar. Avdan elleri boş dönen gemi ve mürettebatı için bu bulunmaz bir fırsattır. Kaptan Hull, deneyimli adamlarını toparlayıp ve acemi denizci Dick Sand'i gemide bırakarak balinayı avlamaya çıkarlar. Fakat bu kambur balinayı avlamak çok zor bir iştir. Nitekim kaptan ve deneyimli tayfaların hepsi bu kambur balinayı avlamak isterlerken ölürler.

Kaptanın ölmesi üzerine gemiyi idare edebilecek tek kişi olan Dick, henüz on beş yaşında iken bu geminin kaptanı olur. Genç kaptan Dick Sand’in görevi, yolcularını sağ salim evlerine ulaştırmak olmuştur. Fakat gemide, kötü niyetli biri vardır, aşçı Negoro. Negoro, haydutlar ve köle tüccarları için çalışan biridir. Negoro, genç kaptan Dick Sand’in acemiliğini fırsat bilir. Geminin rotasını değiştirerek gemiyi ve içindekileri Afrika'nın kıyılarına yönlendirir. Denizde fırtına çıkınca Negero’nun da marifetiyle gemi karaya oturur.

Geminin karaya vurduğu yerde Harris ile tanışırlar. Harris, köle tüccarları ile ilişkisi olan kötü bir adamdır. Gemidekileri kandırarak onları köle tüccarlarına satar.

Hercule adlı bir adam gelerek onları köle tüccarlarından kurtarır. Bu arada Negora ile Harris'in arkadaş olduğu da anlaşılır.

Buldukları bir kayıkla ilerlerken bir eve girerler. Bu evin içindeki bir mektup bulurlar. Denizde enkazını buldukları ve içinden köpek çıkan o gemi ile ilgili sır bu mektup ile ortaya çıkmıştır. Negora'nın Samuel Watson'un klavuzu olduğu ve onu soyduğu böylece ortaya çıkar.

Bunun üzerine Dick Sand, kendilerine her türlü oyun oynayan kötü Haris’i öldürmek zorunda kalır. Negora'yı ise köpek Dingo öldürür, bu sırada ağır yaralanan köpek Dingo’da çok geçmeden ölür.

Harris ve Negora’dan kurtulan maceracılar en sonunda başlarına gelen bu olaylardan kurtulurlar ve bunu bir parti vererek kutlarlar.

Sözde Kızlar (Peyami Safa) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Sözde Kızlar

Kitabın Yazarı : Peyami Safa

Kitap Hakkında Bilgi :

Kitap, Milli Mücadele döneminde İstanbul’un seçkin muhitlerinde şahit olunan kültürel yozlaşmayı anlatmaktadır. Kitabın arka planında Yunan işgalini ele alınmaktadır.

İşgal yıllarında kaybolan babasını bulmak için İstanbul’a gelen Mebrure her türlü ahlaki çöküntünün yaşadığı bir akraba köşkünde kalmak zorundadır. Bu genç kızın babasını ararken dejenere olmuş İstanbul sosyetesini gözlemlemesi ve bu ortamda şahit olduğu yozlaşmış hayatın içinde sürüklenmesi romanın ana konusunu oluşturmaktadır.

Sözde Kızlar, ailk kez 1922 yılında Serâzad imzasıyla Sabah gazetesinde tefrika edilmeye başlanmıştır. Bu gazete kapanınca tefrika yarım kalmıştır. Bunun üzerine roman Cumhuriyetin ilanı edildiği 1923 yılında yayınlanmıştır.

Kitabın Özeti :

Yunanlılar batı Anadolu’yu işgal etmiştir. Mebrure de babasını bu işgalde kaybetmiştir. Babasını aramaya başlayan Mebrure, Bursa’dan ayrılıp İstanbul’daki uzaktan akrabaları olan Nafi Bey'in köşküne gelir.

İstanbul’a geliş sebebi işgalcilerden kaçmak ve ailenin, himayesi altına sığınmak değildir. Amacı kaybettiği babasının izini sürmek hatta mümkünse babasını bulmaktır. Fakat Mebrure geldiği İstanbul’da hiç de beklemediği bir ortamla karşılaşmıştır.

Nazmiye Hanım’ın yönettiği köşk, içindeki kızlara "sözde kızlar" dendiği kötü şöhretli bir köşktür. Bu evin oğlu züppe bir genç olan Behiç’tir. Nevin ise bu köşkün kızıdır. Geldiği günlerde Nevin için yapılacak yaş günü eğlencesine hazırlık yapılmaktadır. Mebrure ilk günden beri bir şaşkınlık içindedir. Nevin’in Siyret adlı bir genç ile Behiç’in de evin hizmetçisi Belma ile sevgili olduklarını belli eden şeyler görür.

Nevin yirmi beş yaşında olmasına rağmen beş çocuk doğurmuş bir kadın gibidir. Mebrure, sağdan soldan bu köşke gelen insanların hepsinin İstanbul’un iğrenç aileleri olduğunu duymaktadır. Köşkte yaşananlar da dedikodusu yapılan her şeye çok uygundur.

Nafi Bey ölmüş, köşkün idaresi sosyete meraklısı Nazmiye Hanım’a geçmiştir. Bu köşk sosyetenin zevk ve eğlence yeridir. Bu köşkte sık sık danslı, içkili eğlenceler düzenlenmektedir. Mebrure de bu ortamdan uzakta kalmaya çalışmaktadır.

Üstelik konağın züppe oğlu Behiç onu tuzağına düşürmek için hamleler yapmaktadır. Behiç’in tatlı vaatlerine kanmak üzere iken durumu fark eden evin hizmetçisi Belma, Mebrure’yi uyarmıştır. Belma, Behiç’in nasıl biri olduğunu ve Behiç yüzünden başına gelenleri de anlatmıştır.

Belma, Behiç’e inanmış, hatta ondan gayr-i meşru bir çocuğu da olmuş ve Behiç o çocuğu diri diri gömmüştür. Bu yüzden Belma büyük bir bunalım içindedir.

Mebrure sık sık Muharicin idaresine uğrayarak babasını aramakta izini sürmektedir. Muharicin idaresine gelip giderken Nadir’in annesi Hayriye Hanım ve Fahri ile de tanışır. Mebrure ve Fahri birbirinden hoşlanmıştır.

Yakışıklı, iyi giyimli ve fırsatçı bir genç adam olan Behiç, köşke gelen diğer kızları da kandırmaya çalışmaktadır. Mebrure’yi elde edemeyeceğini anlayan Behiç kendini değişmiş gibi gösterir. Bu plana Nevin ve annesi Nazmiye Hanım da yardımcı olur. Bu sıralarda Nevin’in aşığı Siyret’in, henüz on altı yaşında olan Güzide adındaki bir kızı kirlettiği öğrenilir. Güzide’nin annesi namuslarının temizlenmesi için Siyret'le Güzide’nin evlenmelerini istemektedir. Akis takdirde olayı herkese duyurup Siyret’i itibarını lekelemekle tehdit eder. Siyret bunu kabul etmek zorunda kalmış Güzide ve Annesi de zengin koca avlamak hedefine ulaşmıştır.

Siyret evlendikten sonra hemen boşanacağını söyleyerek Nevini de rahatlatmıştır. Böylece olay da örtbas olmuştur.

Mebrure’yi de namuslu, erdemli, dürüst bir insan rolü oynayarak ve birçok vaadetler söyleyerek kandırmaya çalışmaktadır. Mebrure’nin kafası karışmıştır. Bir ara Behiç’in evlenme teklifine bile inanacak olur. Fakat Belma’nın olanları anlatan bir mektup yazıp intihar etmesi üzerine Behiç’in yalanlarına artık hiç itibar etmez. Zaten Behiç tevkif edilecektir.

Böylece Behiç’ten kopan Mebrure babasının izine de ulaşmıştır. Bir arkadaşı olan Fahri ile birlikte haber Amasya’ya gitmiştir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

MEBRURE : Yunan işgali sırasında kaybettiği babasını bulmak için İstanbul’a gelmiştir. Anadolu’daki kargaşa sebebiyle İstanbul’da bir köşkte yaşayan yakınlarının yanına yerleşir. İstanbul’daki ahlaki çöküntüden kendini kurtarmaya çalışan bir genç kızdır.

BEHİÇ : Yakışıklıdır. Mebrure’nin kaldığı konağın oğludur. Vaatlerle genç kızları kandıran ahlaki düşkünlüğü olan yozlaşmış bir gençtir. Hizmetçileri Belma’dan olan çocuğunu bile kendisi öldürmüştür.

BELMA : Köşkte çalışan ve Behiç’in tuzağına düşmüş hizmetçidir. Mebrure’ye Behiç karşısında yardım etmiş, ama Behiç’ten olan gayri meşru çocuğunu kaybedince bunalıma girmiştir.

NAZMİYE HANIM :
Nafi bey’in kızıdır. Köşkün sahibidir. Gününü gün etmek isteyen, yozlaşmaya meyilli, eğlenceye düşkün bir kadındır.

Yusuf ile Züleyha Kalbin üzerinde titreyen hüzün (Nazan Bekiroğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yusuf ile Züleyha

Kitabın Yazarı : Nazan Bekiroğlu

Kitaptan Bir Bölüm :

”Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf’u ben nasıl yerim? Ben Yusuf’u nasıl yerim?"

Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti:

"Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.
Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatmasın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın."

Söz Başı
Bismihû,
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla.
Önce söz vardı, hayat sonradan geldi.
Önce çile vardı ihsan arkadan geldi.
Önce iştiyak, arkadan sebat geldi.
Sözün yaradılışı Zuleyha’nın yaradılışından evveldi. Âdem ki ona bütün isimler öğretildi. Yûsuf’un kaderi Züleyha’ya tecelli. Zuleyha’nın kaderi Yûsuf’a tecelli. Kuyu. Zindan. Kuyu. Zindan. Önce çile arkadan ihsan. Züleyha vazgeçti mi maşukundan?

Mülk gibi söz de, ne senin ne benim. Cümle gibi aşk da ne senin ne benim, Sözde, aşk da,
ne benim neşenin.
Bir yaz sahalıma doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kırmızı sardunya,
ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,
mayıs gülü,
ışıklı nisan yağmuru
ne kadar Allah’dansa,
mülk gibi söz de ve aşk da
O'ndan.

“Sen” tahtına yazıcı kimi oturtsa da,
beşerî bir sevgili ya da cismanî bir aşk gibi görünen,
hiçbir yol O’ndan özgeye çıkmıyor aslında, “gönül tahtına O’ndan özge sultan” olmuyor.
Değil mi ki her şey O’ndan,
gidecek yer yok O’ndan başka. Gelinen yer yok O’ndan başka.
İnsan o ki, O’ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icabı, O’ndan başkasını bilemez bilginin mahiyeti icabı.
Işık ki tek kaynaktan dağılır, ışığa yakın olan aydınlık, uzakta kalan karanlıktır. Her şeyin O’ndan olması, ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması O’ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden yok eder.
Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz. Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir.
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı.
Söz gelimi Leyla Mecnun’u, Şirin Ferhâd’ı, Züleyha Yûsuf’u
sevdiğini zannedebilir.
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?
Her aşk O’na çıkar sonunda, O’ndan başkasını sevmek imkansız gibidir. Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir bilmese de bu böyledir
Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk, aslında kendini bilmek. İstese de insan 0'ndan özgeyi sevme şansı yok Şans sözcüğü yok lügatlarde bundan böyle. O’ndan özgeyi sevme ihtimali yok. Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.
Küçük bir biliş faikı.
Mülk gibi aşk da Allah’tan.
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O,
Tenin de O, canın da O, cismin de O,
Ve aradan perdeleri kaldırarak O’nu bilmek olarak tanımlanan şey, bu seyr ü sefer, sadece O’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret.
Sevginin yanılgısı yok. Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek. Hangi kaynaktan geldiğini suyun» hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek. Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.
Züleyha ki Yûsuf’u sevdi. Ibtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi. Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecellâ eden nuru sevdiğini fark etti. Yûsuf da, ki rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, Önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha suretinde tecelli ettiğini fark etti. Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun surette tecellâ ettiğini idrak etti.
İşte bütün hikâye: Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub oğlu, Züleyha mı? Zindan kimin kaderi, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu, yoksa Züleyha’nın mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında. Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.
Söylenmemiş Mesnevi kalmadı yer yüzünde. Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin hem aynı hem başkası Bu nasıl mazmun, diyor ya, kalbi dipsiz derinliklerde çoğalan Fuzuli, Farsça Divan’ının önsözünde, yani ki Mukaddimesinde. Hiç kullanılmamış, diye kaldırıp alıyor ya bir imgeyi uykusuz kaldığı gecelerin sabaha değdiği yerde. Sonra aynı gecelerin aynı sabahlara değdiği yerde, bu kez, bu nasıl mazmun, diye yırtıyor ya kullanılmış olan bir başka mazmunu. Hem bilinen hem bilinmeyen, hem kullanılmış bir imge hem kullanılmamış bir imge; böyle olmalı ki sö2ün hükmü tamam olsun. Eski zincire bağlanan bir halka, ama yeni, böyle olsun ki zincir kuvvetli olsun.
Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin hem aynı hem başkası. Bu da öyle. Ayna aynı, kitap farklı.
Bu kez birkaç kitap yine aynı ayna ve birkaç ruh hepsinin içinde mevcûd Züleyha’nın acısı acının Züleyha’sı
Bismihû.
Esirge ve bağışla.
Öptüm kitapların da üzerindeki Kitâb’ı, öptüm ve koydum alnıma.
Ben: Yazıcı Yazmaya başladığımda, yıl bin dokuz yüz doksan dokuz milâttan sonra, aylardan Nisandı. Bir mumun ışığında bir rüzgâr titriyorken. Ve bir hattat nefesinin, bir mumun alevini bile titretmemesi gerekiyorken. Sürgün düştüğüm zamanlarda ben kalbimi çatlatan nefesi salıverdim.

Kitap Özeti :

Yusuf bir gece rüyasında güneş, ay ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Babası Yakup, bunu öğrenir öğrenmez oğluna bu rüyadan kardeşlerine kesinlikle bahsetmemesini söyler. Çünkü bu rüyanın kardeşlerinin kıskançlığına sebep olacağını düşünür. Erkek kardeşleri bir şekilde bu rüyadan haberdar olurlar. Rüyanın Yusuf’un peygamber olacağına dair bir işaret olduğunu anlarlar ve içlerini bir kıskançlık duygusu kaplar.

Bir gün Yusuf’u da yanlarına alarak gezmeye gitmek için babalarından izin alırlar. Yakup’un içine bir korku düşse bile oğullarına bu durumu belli etmez ve gitmelerine izin verir. Çünkü oğullarının kalbindeki kıskançlığını daha da artmasından korkar.

Yusuf’un olacaklardan haberi yoktur ve gezmeye gittiklerinde çok mutludur. Fakat erkek kardeşleri Yusuf’tan kurtulmak isterler. Bu nedenle onu karanlık bir kuyuya atarlar. Babalarına Yusuf'u kurt öldürdü derler ve kan bulaştırdıkları gömleğini gösterirler. Yakup peygamber oğullarına inanmasa da acısını içine atar.

Ertesi gün kardeşlerini attıkları kuyuya geri dönerler. Yusuf’un öldüğünü düşünmektedirler ama aslında Yusuf ölmemiştir. Tesadüfen oradan geçen bir kervandakiler, kuyudan su çekmek için durduklarında Yusuf’u bulup kurtarmışlardır. Kardeşleri bu durumu öğrendiklerinde kervanı bulup, çocuğun kendilerinin kölesi olduğunu ve dilerlerse onlara satabileceklerini söylerler. Böylece kervan başıyla anlaşarak Yusuf’u köle olarak satarlar. Yusuf, kervanla beraber Mısır’a gitmek üzere yola koyulur.

Züleyha, Mısır’ın en güzel kızıdır. Bir çok kişi Züleyha için deli divane olmuş ama yüz bulamamıştır. Züleyha, bir gece rüyasında parlak, mavi ışıklar saçan bir yıldıza dönüştüğünü ve çöllerden gelen ay ışığının içinden geçtiğini görür. Daha sonra ise aynada bir erkek görüntüsü görür.

Bu rüyanın ardından bir gün babası Züleyha’ya Mısır azizi Potifar’ın kendisine talip olduğunu söyler. Züleyha, Potifar’ın rüyasındaki aynada gördüğü kişi olduğunu düşünerek kendisiyle evlenmeyi kabul eder. Fakat bir süre sonra, yanıldığını anlar.

Bu sırada kervan Mısır’a varır. Kervan başı, Yusuf’u köle pazarında satışa çıkarır. Potifar, Züleyha’ya bir köle almak için pazara gider ve Yusuf’u görür. Yusuf’u Züleyha’ya köle olarak alan Potifar, bu yaptığının tüm hayatlarını etkileyecek sonuçlar doğuracağından habersizdir.

Kuran-ı Kerim'de Yusuf Suresi Diyanet Meali :

Yusuf suresi, 111 (yüzonbir) ayet olup 1,2 ve 3. âyetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. Sûrenin başından sonuna kadar Yusuf Peygamber'den bahsedildiği için bu adı almıştır.

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

1. Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

2. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

3. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.

4. Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.

5. (Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.

6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

7. Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır.

8. (Kardeşleri) dediler ki: Yusufla kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.

9. (Aralarında dediler ki:) Yusufu öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!

10. Onlardan biri: Yusufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.

11. Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz.

12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz."

13. (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.

14. Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.

15. Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusufa: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.

16. Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.

17. Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusufu eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.

18. Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.

19. Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusufu görünce) "Müjde! İşte bir oğlan!" dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.

20. (Kafile Mısır'a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.

21. Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusufu o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

22. (Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.

23. Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.

24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.

25. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!

26. Yusuf: "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi" dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır."

27. "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir."

28. (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür."

29. "Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun"

30. Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusufun sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.

31. Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Herbirine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusufa): "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!

32. Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!

33. (Yusuf:) Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.

34. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.

35. Sonunda (aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü.

36. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.

37. (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir.

38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.

39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?

40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

41. Ey zindan arkadaşlarım ! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.

42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an, (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.

43. Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.

44. (Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.

45. (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusufu) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.

46. (Yusufun yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.

47. Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.

48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.

49. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.

50. (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir."

51. (Kral kadınlara) dedi ki: Yusufun nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."

52. (Yusuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.

53. (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

54. Kral dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi.

55. "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.

56. Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.

57. İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.

58. Yusufun kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı.

59. (Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim.

60. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!"

61. Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.

62. (Yusuf) emrindeki gençlere dedi ki: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.

63. Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin'i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.

64. Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.

65. Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir miktardır.

66. (Ya'kub) dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şahittir.

67. Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.

68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

69. Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi.

70. (Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.

71. (Yusuf'un kardeşleri) onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler.

72. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.

73. Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler.

74. (Yusuf'un adamları) dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?

75. "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.

76. Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusufa böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.

77. (Kardeşleri) dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir.

78. Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.

79. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!

80. Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.

81. Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.

82. (İstersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz."

83. (Babaları) dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."

84. Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.

85. (Oğulları:) "Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!" dediler.

86. (Ya'kub:) Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.

87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.

88. Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.

89. Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?

90. Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusufum, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez, dedi.

91. (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.

92. (Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir."

93. "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin."

94. Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum! dedi.

95. (Onlar da:) Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın, dediler.

96. Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.

97. (Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.

98. (Ya'kub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi.

99. (Hep beraber Mısır'a gidip) Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, "Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!" dedi.

100. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."

101. "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"

102. İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

103. Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.

104. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür.

105. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.

106. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.

107. Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?

108. (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim."

109. Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?

110. Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

111. Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Güliver'in Gezileri Seyehatleri (Jonathan Swift) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Güliver'in Gezileri Seyehatleri

Kitabın Yazarı : Jonathan Swift


Kitap Hakkında Bilgi :

Guliver'in Gezileri kitabı; o dönemin İngiltere'sinin alegorik bir anlatımıdır. Eserde insanların bayağı, çirkin, zalim, menfaatperest yönleri eleştirilmektedir. Eserde politika, saray entrikaları, zulüm, bencillik gibi konular ele alınmaktadır. Pek çok mekânı konu alan romanda dünyanın pek çok yerindeki insanların ortak özelliklerine dikkat çekilmektedir.

Gulliver’in Seyahatleri bireyler yerine zihniyetleri hedef alan bir hiciv yapıtından çocuk masalına, bilimkurgu türünün öncülü olmaktan modern romanın öncülü olmaya kadar farklı biçimlerde tanımlanıp algılanan bir yapıttır. Swift’in en başarılı romanı olarak kabul edilen ve hem insan doğası hakkında bir taşlama hem “seyahat romanları” parodisi olan yapıt, İngiliz edebiyatının klasiklerinden biridir. Kitabın bir klasik olmasındaki temel neden, farklı kişilere farklı yönlerden hitap edebilmesidir.Kitabın yazılış öyküsü de ilginçtir. Jonathan Swift, Alexander Pope, John Gay, John Arbuthnot, Henry St. John ve Thomas Parnell’in “Scriblerus Kulüp” adıyla oluşturduğu topluluğun amacı, popüler kitapların edebiyatı istismar ettiğini ortaya koymak, bunu da hiciv yoluyla gerçekleştirmekti. Yazarlar arasındaki işbölümünde Swift’e düzmece “seyahat hikâyeleri”ni taşlamak görevi düştü. Kitapta, Avrupa’da zamanın hükümetleriyle dinler arasındaki farklara yönelik taşlamanın yanı sıra, insanın yolsuzluğa, ahlaksızlığa eğiliminin irdelenmesi ve “eski ile modern”in karşıtlığı tartışması yer alır.
Kitabın Özeti :

Lemuael Güliver, Lonra'da yaşayan oldukça dürüst bir doktordur. Fakat zamanla aşırı dürüst oluşu onun mesleğinde başarısız olmasına neden olur. Bu yüzden Antelope adlı bir gemide doktor olarak görev yapmaya karar verir. Yıl 1688'dir. Gemi, güney denizlerine gitmek üzere yola çıkar. Yolda Van Diemen ülkesinin yakınlarında şiddetli bir fırtına çıkar ve gemi parçalanır. Güliver bu korkunç kazadan kurtulur ve yüzerek bir karaya sığınır. Bitkin düşmüştür, bayılır. Uyandığında kendisinin binlerce iple bağlandığını görür. Boyları on beş santimetre olan insanlar vardır etrafında. Adı Liliput olan bu halk, Güliver'i esir almıştır. Güliver de Liliputlar da şaşkındır. Liliputlar Güliver kadar büyük bir insan şimdiye dek görmemişlerdir. Ona dillerini öğretirler ve krallarının huzuruna çıkarırlar.

Güliver'e yeni bir lakap da takılmıştır: Büyük İnsan Dağı. Zamanla Liliputlar Güliver'i sevmeye başlarlar. Bu arada Liliputlar dışarıda Blefuscu adında bir ülke ile savaşırken içerde de iç çatışmalar cereyan etmektedir. Devlette yüksek topluluklar ve alçak topluluklar adında iki siyasi parti ile Büyük Endianlılar, Küçük Endianlılar adında iki dini grup arasında da mücadele vardır. Güliver, ister istemez saray entrikalarına karışır. Kendisine pek çok düşman edinir. Liliputları düşmandan korur. Fakat yine de sarayın gözüne giremez. Çünkü Liliputların istediği gibi Blefuscudialıları köle hâline getirmeye karşı çıkar. Neticede Blefusculara sığınır.

Adaya bir gün aniden bir gemi yaklaşır ve Guliver bu gemi ile İngiltere'ye gider. Yanında olanları ispat etmek için getirdiği Liliput inekleri de vardır. İngiltere'de ailesi ile bir süre yaşayan Güliver bir süre sonra yeniden seyahat etmeye karar verir ve Hindistan'a doğru yola çıkar. Gemi yolda aniden rotasını şaşırır, bilmedikleri bir ülkede bulurlar kendilerini. Kısa bir zaman sonra Güliver diğer arkadaşlarını kaybeder. Kendisini adada boylan on metreden fazla olan insanların arasında bulur. Burası çok büyük bir ülke olan Brobdingnag'tır. Halkı oldukça kaba devlerden meydana gelmektedir.

Bu ülkenin halkı Güliver'e evcil bir hayvan gibi davranır. Bir köylü onu kafeste sirk aracı olarak kullanmaya başlar. Güliver hastalanır. Bir süre sonra Güliver kraliçeye satılır. Saray halkı bu kadar küçük bir insanı görünce büyük bir şaşkınlık duyarlar. Güliver küçük olduğundan bu ülkede hep sıkıntı çeker. Büyük farelerden kaçmak zorunda kalır, fırtınalarda kocaman dolular başına yağar, pek çok kez boğulma tehlikesi yaşar. Bir süre sonra büyük bir kuş sayesinde bu ülkeden kaçmayı başarır.

Güliver, bir süre İngiltere'de dinlendikten sonra yeniden seyahate çıkar. Bu sefer de karşısına korsanlar çıkar. Güliver, kendini Japonya'nın doğusunda, Balnibardi adasında bulur. Burası garip bir yerdir.

Yüzen bir ada tarafından idare edilmektedir ve havadadır. Halkını ilgilendiren tek şey müzik ve matematiktir. Halk pratik değildir. Beceriksizdir. En çok yaptıkları şey düşünmektir. Projelerinin büyük bir kısmı da aptalcadır.

Güliver'in bundan sonraki durağı Glubbdubrib adaşıdır. Bu adada büyücüler yaşamaktadır. Adanın valisi Güliver'in karşısına pek çok tarihî kahramanın hayalleri getirir. Güliver bunlara sorduğu sorular karşılığında bunlardan aldığı cevaplar dolayısıyla hayal kırıklığı yaşar.

Güliver daha sonra İngiltere'ye döner. 1710 yılında yeniden seyahate çıkar. Geminin kaptanı da kendisidir. Yolda tayfaları gemiyi ele geçirirler. Güliver yeni bir maceraya sürüklenmektedir. Kendisini Yahoo ismindeki pis insanların yaşadığı bir adada bulur. Adayı ise Houyhnhnm adındaki atlar yönetmektedir. Adanın halkı bu atlardan çok korkmaktadır. Güliver atlarla çok iyi anlaşır. Onların daha kibar varlıklar olduğunu görür. Onlara İngiltere hayatını anlatır. Atlar, yalan kelimesini anlayamazlar. Atların İngiltere'de binek aracı olarak kullanıldığına çok şaşırırlar. Güliver bu macerası sırasında insanın kötü bir varlık olduğunu kabul eder ve bu varlıklarla mutlu bir hayat sürer. Fakat bir süre sonra Houyhnhnm Meclisi Güliver'in şekil olarak Yahoolara daha çok benzediğine ve zararlı olabileceğine karar verir. Ondan adayı terk etmesini isterler.

Güliver bir kayıkla adadan ayrılır. Bir Portekiz gemisi onu kurtarır.

Güliver artık insanlardan nefret eden bir kişi olmuştur. Karşısına Mendez gibi iyi insanlar çıktığı halde insanlardan kaçmayı tercih eder. Ailesinin yanında mutlu olamaz.

Güliver artık sadece atların yanında kendini mutlu hissetmektedir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Güliver : Dürüst, iyi niyetli, maceraperest bir doktordur.

Glumdalclitch : Brobdingnag halkına mensup bir çiftçinin kızıdır. Güliver'i bir evcil hayvan gibi benimser ve sever.

Petro de Mendez : Portekizli bir kaptan olan bu kişi Güliver'in insanları sevmesi için çalışan, kibar bir kişidir.

Liliputlar : On beş santimetre boyunda bir ırktır.

Yahoolar : Maymunlara benzeyen, pis varlıklardır.

Houyhnhnm : Yahooları yöneten temiz, iyiliksever, atlardan oluşan bir ırktır. 

Alice Harikalar Diyarında (Levis Carroll) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Alice Harikalar Ülkesinde Diyarın


Kitabın Yazarı : Lewis Carroll


Kitap Hakkında Bilgi :

Lewis Carrol 1832 yılında dünyaya gelmiştir. Hayatının büyük bir bölümü Oxford Üniversitesinde matematik hocalığı ile geçmiştir. Çekingen bir kişi olan Carrol, pek çok matematik kitabı yazmıştır. Alice Harikalar Ülkesinde onun kraliçeye takdim ettiği bir eseridir. Bu eser onun hayatında bir dönüm noktası olmuştur.
Kitabın Özeti :

Alice bir gün ablasıyla beraber gölün kenarında uzanıp konuşurlarken, Alice’in dikkatini konuşan, saati olan ve koşturan bir tavşan çeker. Tavşan, partiye gitmek için giyinmiş bir hâlde, sürekli saatine bakmaktadır. Alice tavşanı merak eder ve onu takip etmeye başlar. Bu tavşanın peşine takılan Alice ise uzun uğraşlar sonucu tam tavşanı yakaladım derken çok derin bir kuyuya düşer. Kuyu o kadar derindir ki bir ara Alice düşmekten sıkılmıştır. Alice, burada yine tavşanla karşılaşır. Tavşan, ona soru sorma fırsatı vermez. Alice'i pek çok kapıdan geçirir ve onu bir salonda yalnız başına bırakır. Alice, etrafına bakınır. Masa üzerinde bir anahtar görür. Fakat kapılar çok küçüktür. Alice kapılara sığamaz. Masanın üzerinde 'Beni iç!' yazan bir şişedeki tüm içeceği içer. Bu sefer de küçülür. Fakat anahtar masanın üzerinde kalmıştır. Alice'in anahtarı almaya boyu yetişmez. Masanın altında da 'beni ye!' yazan bir kurabiye vardır. Onu yiyince de kocaman bir dev haline gelir.

Alice, tekrar tavşanı görür. Tavşan onu hizmetçi zanneder. Ondan eldivenlerini getirmesini ister. Alice, B. Tavşan yazılı eve gider. Burada eldivenleri bulur. Fakat Alice orada bir içecek görür ve dayanamayıp içince boyu çok fazla uzar. Hatta bedeni evden dışarı çıkar.

Alice, bu hâlde iken hayvanlardan oluşan halkın evin önüne gelip kendisine pasta hâlinde çakıl taşlarını fırlatdığını fark eder. Onlardan yiyince tekrar küçülür. Bu olaylardan iyice sıkılan Alice, evden kaçar. Ormanda kendini dev bir mantarın yanında bulur. Mantarın üzerinde bir kırkayak nargile içmektedir. Alice, mantarın bir kısmından yiyince küçülür, bir başka kısmından yiyince de büyür. Sonunda normal boyuna ulaşır. Ormanda yürürken yolu Düşes'in evine çıkar. Balığa benzeyen bir hizmetçinin kurbağaya benzeyen başka bir hizmetçiye kraliçe ile kroket oynaması için düşese bir davetiye verdiğine şahit olur. Bu evde bir de kedi vardır.

Alice, dayanamaz ve içeri girer. Düşes elindeki ağlayan çocuğunu Alice'e verir ve kaybolur. Çocuk önce ağlarken sonra homurdanmaya başlar. Alice elindeki çocuğun bir domuz olduğunu görür ve elinden fırlatır. Domuz kaçar. Kedi gülmektedir. Ona çılgın şapkacının partisine gitmesini söyler ve yavaş yavaş kaybolur. Gülümsemesi iki kulağına yaklaşan bir kedi. Kedinin bedenini bir anda ortadan kaybetmek gibi bir özelliği vardı.

Alice partiye gider, oradaki herkes ona çok kaba davranır. O da oradan ayrılır. Bir bahçeye yolu düşer. Bahçıvanlar bahçeye kraliçeyi memnun etmek için konuşan çiçek ekmektedirler. Bu arada resmigeçit olur, askerlerin hepsi iskambil kağıdındandır.

Kraliçe sadece ‘Kafasını Uçurun!” sözünü tekrarlamaktadır, kocası Kral Bey biraz daha merhametlidir.

Resmi geçitten sonra kroket oyunu başlar. Sopa olarak canlı flamingo, top olarak da kirpi kullanılmaktadır. Kraliçe Alice'e de oynamasını emreder. Fakat oyunu oynamak mümkün değildir. Ayrıca kraliçe oyununu beğenmediği kişilerin de kafasını kestirmektedir. Alice çaresizlik içindedir. Düşes gelir ve onu deniz kenarına götürür. Burada Alice sahte kaplumbağa ve Grayphon adındaki yaratıklarla karşılaşır. Bunlar onun şerefine bir parti düzenlerler ve dans ederler.

Yaşanan bir olayın ardına kurulan mahkeme de şahitler ve suçlu kişiler bir bir boy gösterir. Mahkemede jüri üyeleri bir fare, bir dağ gelinciği, bir kurbağa, bir kirpi ve diğer hayvanlardan oluşur. Bir kupa bacağı kraliçenin tatlısını çaldığından dolayı idam edilecektir. Kraliçe jüri üyeleri hiç görüşmeden idamın gerçekleşmesini ister. Alice de şahit olarak dinlenir. Alice bu mahkemenin sahte olduğunu haykırır. Kraliçe Alice'in başının kesilmesini ister. Alice bu arada yeniden büyümeye başlar ve hiçbirinden korkmadığını haykırır. Hepsinin sadece bir iskambil kağıdı olduğunu söyler. Bunun üzerine iskambil kâğıtları üzerine gelmeye başlar ve Alice dehşet içinde uyanır.

Bu kâğıtlar sadece üzerine düşen ağaç yapraklarıdır. Meğerse Alice rüyasında harikalar diyarında gezmiştir. Uyandığında da rüyasına birebir gördüklerini ablasına anlattır ve evine doğru gider.

Alice Harikalar Diyarında (Levis Carroll) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Leyla ile Mecnun (Fuzuli) Kitap Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Leyla ile Mecnun

Kitabın Yazarı : Fuzuli

Kitap Hakkında Bilgi :

Leyla ile Mecnun; ilk kez Genceli Nizami tarafından mesnevi biçiminde Farsça olarak işlenmiştir. Arapların sözlü geleneğinde yaşayan bir halk hikâyesinden uyarlanmıştır. Nizami’nin ese­ri Fars ve Türk edebiyatında son derece etkili olmuştur.

XVI. yüzyılın bilinen ilk Leyla vü Mecnun mesnevisi Sinan Behişti tarafından 1506 yı­lında yazılmıştır. Aynı konuyu işleyen Kadimi, Celili, Sevdayi, Larendeli Hamdi, Celalza- de Salih ve Halife’nin mesnevileri de günümüze ulaşmıştır. Ahmed-i Rıdvan’ın Leyla vü Mecnun mesnevisi ise eksiktir.

Azeri Türklerinde bu konuyu Fuzuli ve Hakiri işlemiştir. Fakat Fuzuli, o kadar güzel işle­miştir ki Leyla ile Mecnun denildiğinde ilk akla gelen odur. Fuzuli, bu aşk hikâyesini tasavvu­fi bir niteliğe büründürmüştür. Fuzuli’nin “mef’ulü mefa’ilün fe’ulün” kalıbıyla yazdığı bu eser, 3098 beyitlidir. Başında bir dibace (önsöz) bulunmaktadır.

Kitabın Özeti :

Mecnun’un babası bir kabile reisidir. Kendisinden sonra yerine bırakacağı bir varisi yoktur. Allah, bir gün onun dualarını kabul eder ve bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğa “Kays” adını koyarlar. Kays on yaşına ulaşınca sünnet edilir ve okula gitmeye başlar.

Kays okulda kendisi gibi bir öğrenci olan Leyla’yı görür. Bir bakışta birbirlerine aşık olurlar. Kays’ın Leyla’ya karşı olan yakından ilgisi okulda dedikoduya yol açar. Leyla’nın annesi dedikoduları duyunca kızını azarlar ve bir daha okula göndermez. Kays, okula gelip Leyla’yı göremeyince büyük bir üzüntü yaşar ve günlerce ağlar. Adı Kays iken “Mecnun” olur.

Mecnun’un arkadaşları güzel bir bahar gününde kır gezintisi yapmak isterler. Gönlü üzüntüyle dolu Mecnun’u eğlendirmek, neşelendirmek için yola koyulurlar. Konak yerine geldiklerinde Leyla onlardan önce arkadaşlarıyla oraya gelmiş ve orada çadırını kurmuş bulunmaktadır. İki sevgili göz göze geldiklerinde bayılıp yere düşerler. Kız arkadaşları Leyla’yı ayıltıp hemen evine götürürler. Arkadaşları tarafından ayıltılan Mecnun eve dönmek istemez.

Mecnun çölde tek başına kalır. Arkadaşları olan biteni gidip Mecnun’un babasına anlatırlar. İhtiyar babası oğlu için çöllere düşer. Mecnun’u bulduğu zaman, “Leyla bizim evde seni bekliyor.” diye kandırıp eve getirir. Evde annesi, Mecnun’a öğütler verir. Öğütler etki etmeyince babası, Leyla’yı babasından istemek için yola koyulur.

Leyla’nın babası Mecnun’un deliliğini gerekçe göstererek kızını vermez. Şayet deliliği iyileşirse bu kararından döneceğini, o zaman kızını Mecnun’la evlendirebileceğini belirtir. İhtiyar, evine eli boş dönünce oğlunun iyileşmesi için her söyleneni yerine getirir. İhtiyara en son çare olarak oğlunu Kâbe’ye götürmesi söylenir. İhtiyar oğlunu bir tahtırevana yerleştirerek bir umutla Kâbe’nin yolunu tutar.

Mecnun, Kâbe’de aşk hastalığından kurtulmak yerine bunun daha da artırılması yönünde Allah’a duada bulunur. Bu duruma tanık olan ihtiyar, çaresiz bir biçimde ortada kalır. Mecnun babasından ayrılarak çölün yolunu tutar.

Mecnun yolda rast geldiği bir dağa gönül derdini açar. Bir gün avcının elinden bir ceylan yavrusunu bir başka gün de bir güvercini avcıya bedellerini ödeyerek kurtarır.

Leyla, babasının evinde çaresizdir. Gönül derdini sırasıyla muma, pervaneye, aya, melteme, buluta açar; ama bunlardan gönül derdine bir çare bulamaz.

Leyla bir gün yolda İbn-i Selam adlı zengin bir adamla karşılaşır. İbn-i Selam bir görüşte Leyla’ya âşık olur. Adam yollayıp Leyla’yı babasından istetir. Leyla İbn-i Selam’la nişanlanır.

Araplar arasında Nevfel adlı bir yiğit vardır. Bu kişi kahramanlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş bir komutandır. Bir mecliste Mecnun’un şiirlerini duyar, onun acıklı aşk öyküsünü de dinleyince Mecnun’a acır ve yardım etmeye karar verir. Mecnun’u çölde arayıp bulur, ona makamında bir yer verir.

Nevfel, Leyla’nın babasına bir ültimatom yollayarak, Mecnun ile Leyla’nın evlendirilmesi konusundaki emrini bildirir. Leyla’nın babasının mensup olduğu kabile, bu isteğe savaşla karşılık verir.

Mecnun, savaşta kendisi için çarpışan Nevfel’in tarafını tutması gerekirken Leyla’nın babasının mensup olduğu kabilenin askerlerinin galip gelmesini ister. Bu yüzden hiçbir savaşta yenilmemiş olan Nevfel bu savaşta bir türlü galip gelemez. Bu durum Nevfel'e bildirilir. Nevfel, Mecnun’a yardım etmekten vazgeçer. Onurunu kurtarmak için düşmanına bir kez daha saldırır. Bu sefer muzaffer olur. Ama yeminini yerine getirerek Leyla ile Mecnun’u evlendirmez.

Mecnun, sevgilisini görmek için dilenci kılığındaki bir ihtiyarla anlaşarak kendisini zincire vurup sevgilisinin bulunduğu yere gider. Bir başka kez de gözlerini bağlayıp “Ben körüm, dünyayı göremiyorum.” diyerek bu bahaneyle sevgilisinin bulunduğu yere gidip gizlice onu seyreder.

İbn-i Selam, Leyla ile evlenir. Ama Leyla gerdek gecesi uydurduğu bir öykü ile İbn-i Selam’ı kandırıp korkutur. Onunla ilişkiye girmez.

Mecnun’un Zeyd adlı vefalı bir arkadaşı vardır. Zeyd de Mecnun gibi bir güzele, Zeynep adlı birisine âşıktır. Zeyd, Mecnun’a İbn-i Selam’la Leyla’nın evlendiği haberini getirir. Mecnun sevgilisine sitem dolu bir mektup yazar. Zeyd, İbn-i Selam’a muskacı olduğunu, Leyla’nın derdine deva bulacağını söyleyerek ondan Leyla ile baş başa kalma iznini alır. Zeyd, Mecnun’un mektubunu Leyla’ya verir. Leyla da yazdığı yanıt mektubunda İbn-i Selam’la halvet etmediklerini ve gönlünün hâlâ Mecnun’da olduğunu söyleyerek sevgilisini rahatlatmaya çalışır.

Bir gün Mecnun’un babasına şöyle bir acı haberi iletirler: “Leyla’nın babası, kızını dillere doladığı için Mecnun’u kabile reisine şikâyete gitmiş ve Mecnun ’un öldürülmesini istemiştir. ” İhtiyar, bu acı haberi işitince Mecnun ’u bulmak için çöllere düşer.

Mecnun, babasının eve dönme isteğini reddeder. Babası Mecnun’daki bazı olağanüstü halleri görünce ona nasihat etmekten vazgeçerek onu kendi haline bırakır.

Evine yalnız başına dönen ihtiyar, kısa zamanda bu dünyaya gözlerini kapar. Mecnun, vefasız bir avcıdan babasının ölüm haberini duyar. Babasının mezarına giderek gözyaşlarını döker.

Bir gün Mecnun çölde gezerken kendisi ile Leyla’nın resimlerinin çizili olduğu bir levha görür. Hemen Leyla’nın resmini siler, kendi resmini bırakır. Bu duruma tanık olan birisi bunu yadırgar. Mecnun seven ile sevilen arasında bir ikiliğin bulunamayacağını, sevgilinin ruh, kendisinin ise ona vücut olduğunu söyleyerek kendisini savunur.

Mecnun, çölde yabani hayvanlarla arkadaşlığın ötesinde bir ilişki kurar. Adeta onları yöneten bir hükümdardır.

Mecnun, karanlık bir gecede sırasıyla Merkür’e, Merih’e ve Allah’a yalvararak onlardan gönül derdine bir çare bulmalarını ister. O gecenin sabahında en yakın arkadaşı Zeyd onu ziyarete gelir ve ona İbn-i Selam’ın ölüm haberini getirir. Mecnun, rakibi olan İbn-i Selam’ın ölüm haberini işitince ağlamaya başlar. Zeyd, bu duruma şaşırır; onun sevinmesi gerekirken üzülmesine bir anlam veremez. Mecnun, Zeyd’e her ikisinin de Leyla’ya âşık olduklarını ama İbn-i Selam’ın canını verip sevgiliye kavuşmasını kıskandığını belirterek ağlamasına bir gerekçe gösterir.

Leyla, eşi İbn-i Selam’ın ölümünden sonra baba evine döner. Orada İbn-i Selam'ı bahane ederek asıl aşkı, yani Mecnun için gözyaşı döker.

Leyla’nın kabilesinde bir gece göç çanı çalar. Herkes acele yola koyulur. Leyla da üzerinde mahmeli olan bir deveye biner. Gönül derdini deveye anlatmaya başladığı sırada deve kervandan ayrılır, çölün yolunu tutar. Gün ağarıp Leyla uyanınca kervandan ayrı düştüğünü anlar. Çölde yol iz bilen birisini aramaya başlar. Farkında olmadan Mecnun’la karşılaşır. Karşılaştığı kişinin Mecnun olduğunu öğrenince çok sevinir. Kavuşmanın sevinciyle kendisini Mecnun’a sunar. Ama Mecnun bu aşk teklifini reddeder. Çünkü tuttuğu aşk yolunda olgunlaşmış, mecazi aşktan ilahi aşka ulaşmıştır. Leyla sevgilisinin bu yeni halini önce yadırgadıysa da sonra anlayışla karşılar. Kendisini aramaya çıkmış kervan bekçisi ile kabilesine döner.

Leyla, evine döndüğünde onulmaz aşk yarası yüzünden hastalanır, yatağa düşer. Ölüm kapısını çalmak üzere iken gönül derdini annesine açar. Ona bu sevdada Mecnun’un hiçbir suçunun olmadığını söyler. Sevgilisini temize çıkardıktan sonra dünyaya gözlerini kapar.

Leyla’nın ölüm haberini Zeyd’den öğrenen Mecnun, onunla Leyla’nın mezarına gider. Mezarı kucaklar ve “Leyla” diyerek ruhunu orada teslim eder. Mecnun’u Leyla’nın mezarına defnederler. Zeyd, mezarlığı türbe haline getirerek türbenin bekçiliğini üstlenir.

Zeyd, bir gece mezarın toprağına dayanmış vaziyette uyuduğunda rüyasında Leyla ile Mecnun’u cennette görür. “Bunlar kimdir?” diye sorunca, derler ki: “Bunlar Mecnun ile onun vefalı sevgilisi Leyla'dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

4 Ağustos 2019 Pazar

Ramses Kadeş Savaşı (Christian JACQ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Ramses Kadeş Savaşı

Kitabın Yazarı : Christian JACQ

Kitap Hakkında Bilgi :

Christian JACQ, 21 yaşında Sorbonne Üniversitesi’nde Mısır bilimi (Egyptology) ve arkeoloji eğitimi gördü. Çalışmalarını sürdürüp Eski Mısır konusunda doktora yaptı. 50 yaşına geldiğinde 50’nin üstünde eser vermiştir.

Kitap, M.Ö. 13. yy.da Mısır firavunu I. Seti’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Ramses’in firavunluk döneminde ülkesinde ve çevresinde dönen entrikaları ve Mısır’ı tehdit eden Hititlilerle yapılan Kadeş savaşını anlatmaktadır.

Kitabın Özeti :

II. Ramses, babası I. Seti’nin ölümünden sonra M.Ö. 1279 yılında tahta çıkmıştır. Ancak genç yaşı ve deli dolu haraketleri ile tepkiler almıştır. Bu işi yapabilecek, yani Mısır’ı yönetecek bir firavun olarak görülmemiştir. Ayrıca kendisinin firavun olması gerektiğini düşünen ağabeyi Şenar’ın da büyük düşmanlığına maruz kalmıştır.

Bunlara rağmen Ramses, büyük başarılara imza atmıştır. Çeşitli yerlere tapınaklar yaptırmıştır. Memfis’te bulunan ülke merkezini Pi-Ramses’e taşımıştır. Böylece çevre ülkelerin oluşturdukları tehlikelere karşı yapılan savunma savaşlarını daha hakim bir yerden yönetmeyi amaçlamıştır.
Ağabeyi Şenar, vazo ticareti ile uğraşıyor gözüken bir Hitit casusu ile işbirliği yapar. Kardeşi Ramses’i Hititliler karşısında yenik duruma düşürüp onun yerine firavun olmayı ve ülkeyi yönetmeyi amaçlamıştır.

Kızkardeşi Dolant ve kocası, kendini Libyalı bir büyücü olarak tanıtan Ofir isimli, Hitit casus şebekesinin başı olan birinin yalanlarına uyarak Ramses’e ve karısı Nefartari’ye karşı çeşitli kötülükler yapmaya kalkışmışlardır.

Ofir, tek tanrılı bir dini yaymaya çalışan biri olarak kendini tanıtmıştır. Ramses’in ve yandaşlarının inandığı tanrıların sahte olduğuna ve ülkeyi felakete götüreceğine halkı inandırarak taraftar toplamaya başlamıştır. Böylece, çok tanrılı bir din anlayışı olan Mısır’da iç kargaşalık yaratmaya çalışmıştır. Aynı zamanda Ramses’e ve karısına karşı büyüler yapmış onları yok etmeye çalışmıştır. Fakat bütün bunların altında yatan asıl amaç yaptığı casusluğu örtbas etmek Hititlilere daha rahat bir biçimde mesajlarını iletmektir.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, talih Ramses’ten yanadır. Ayrıca yakın arkadaşlarından dışişleri bakanı Aşa, büyücü Seatu ve başkatibi Ameni ona her konuda yardım etmektedirler. Bütün kötülüklere karşı onun yanında yer alırlar. Ayrıca Ramses’in yakın korumalığını üstlenen aslanı ve köpeği de ona hiçbir düşmanı yaklaştırmamaktadır.

Ükeyi ve Ramses yönetimini yok etmeyi amaçlayan bu kadar faaliyetin yanında dış tehdit olan Hititliler de boş durmamakta Mısırlılara karşı bir saldırı planlamaktadırlar.

II. Ramses, bütün bunları izledikten sonra ülkesini ve askerlerini bu savaşa hazırlamaya başlamıştır. Emrindeki komutanlar ve askerler ise bu savaşın ülkeyi felakete sürükleyeceğini Hititlilerin Mısır’ı yenip ülkeyi paramparça edeceklerini savunuyorlardı. Fakat Ramses kendinden emin bir şekilde savaşın ülkesi ve firavunluğu için gerekli olduğunu ileri sürerek adamlarını ikna etmiştir.

Bir süre sonra hazırlıklarını tamamlayan Ramses ilk olarak Hititlilerin ele geçirdiği kaleleri kolaylıkla geri alır. Daha sonra gözde kalesi olan Kadeş’te çarpışmaya karar verir. Bu kararda en önemli etken, Hititlilerin içine casus olarak sızan Aşa’nın verdiği bilgiler olmuştur. Çünkü Aşa Hititlilerin içine sızıp onların saldırı planladığını öğrenmiştir.

Ramses de bunun üzerine Kadeş’e doğru harekete geçmiştir. Amacı Kadeş’i ele geçirmektir. Bu amaçla emrindeki dört tümen ve yardımcı kuvvetlerle bugünkü Suriye’de çeşitli kaleleri ele geçirir. Oradan da Kadeş’e yönelir. Buna karşılık da Hititlerin imparatoru Muvatallis Kendisine bağlı devletlerden büyük bir birlik oluşturur. Tabii bu arda Hititliler arasında da çeşitli iktidar savaşları olmaktadır.

 Hitit İmparatoru Muvatallis oğlu Urhi-Teşhup’a orduyu eğitme görevi vermiştir fakat ona güvenmemektedir. Bu nedenle asıl savaş planını oğluna açıklamamış, yerine onun kardeşi iyi bir diplomat olan Hattuşil ile ortaklaşa bir plan geliştirmiştir. Muvatallis, bu savaşın kendi imparatorluğunu sağlamlaştırmak ve Hititlilerin yayılmacı politikasına ters düşmediğini göstermek ister. Oğlu Urhi-Teşhup da savaşın başarısına sahip çıkarak iyi bir komutan olduğunu kanıtlayıp babasının tahtına geçmeyi planlamaktadır.

Muvatallis, kendi birliklerini ve bağlı devletlerden oluşturduğu birliği kentin arkasındaki tepeye saklar, fakat ordunun daha kuzeyde Halep’te olduğu yönündeki yanıltıcı haberleri yayar. Ramses’in Kadeş yakınlarına geldiğinde çıkardığı bir keşif kolu, köylü kılığında iki Hititli öncü askeri yakalayıp getirir. Bu askerlerin söylediklerine kanarak Asi ırmağı vadisi boyunca dar bir yürüyüş kolu halinde ilerlemeye başlayan Ramses ve ordusu tepenin ardından çıkan Hititlilerle karşılaşınca şaşkına döner. Hititliler ırmağı geçerek Mısırlıların bir tümenini bozguna uğratır ve Mısır kampına doğru hücuma başlarlar.

Ardından bir tümeni daha dağılan Ramses, Hititlilere arkadan saldıran yardımcı kuvveti ve kendisinde bulunduğu iddia edilen güneşin gücüyle Hititlileri ırmağın kıyısına kadar itmeyi başarır. Hatta Hititliler bir süre sonra Kadeş kalesine sığınmak zorunda kalırlar. Muvatallis, savaşın galibi olarak Ramses’i gösteren ve kendisini yenilmiş ilan eden resmi bir belgeyi Ramses’e vererek yenilgiyi kabul eder. Böylece Ramses, Aşa’yı kurtarır ve arkadaşlığa verdiği önemi kanıtlar.

Daha sonra ülkesine dönen Ramses başarılı bir komutan ve güçlü bir firavun olarak ülkesinde coşkuyla karşılanır. Burada ağabeyi Şenar, yaptığı kötülükler ve işlediği suçlardan dolayı tutuklanır. Fakat ellerinden kaçar. Casus Ofir de ülkeden kaçar. Musa, ülkeden kaçar ve Yahudileri biraraya getirmeye çalışır. Yavaş yavaş tek tanrıcı anlayış içinde Tanrı’ya yönelmiş peygamberliğini ilan ederek firavuna karşı çıkmaya hazırlanmaktadır. Bu arada casus Raya, bir kaza sonucu ölür.
Firavun II. Ramses’in ülkesi ve firavunluğu o anda tehlikeden arınmış görünmektedir. Fakat tehlikeler tamamen yok olmamıştır. Ramses’in bütün düşmanları ona ve Mısır topraklarına karşı tekrardan güçbirliği yapıp saldırmak için uygun zamanı beklemektedirler.

Kitabın Şahısları, Kişileri :

II. Ramses : Mısır kralıdır.

Nefertari : II. Ramses’in karısıdır.

Musa : II. Ramses’in yakın arkadaşlarından birisidir.

Aşa : Mısır’ın dışişleri bakanıdır.

Ameni : Sandalet taşıyıcısı ve başkatiptir.

Şenar : II. Ramses’in ağabeyidir.

Dolant : II. Ramses’in kızkardeşidir.

Ofir : Libya'lı büyücü ve casus şebekesinin başıdır.

Raya : Vazo ticaretiyle uğraşan Hitit casusudur.

Mutavallis : Hitit imparatorudur.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...