22 Ağustos 2019 Perşembe

Morgue Sokağı Cinayeti (Edgar Allan Poe) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Morgue Sokağı Cinayeti

Kitabın Yazarı : Edgar Allan Poe

Kitap Hakkında Bilgi :

Kitabın yazarı Edgar Allan Poe ABD’li şair, kısa hikâyeci, editör ve edebiyat eleştirmenidir. Amerikanın ilk kısa hikâye yazarlarından olan Poe, modern anlamda korku, gerilim ve polisiye türlerinin de öncüsüdür. Sıklıkla ilk polisiye hikâye olarak anılan Morgue Sokağı Cinayetleri’nin kahramanı Dupin, Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes’ü ve Agatha Christie’nin Hercule Poirot’su gibi polisiye kahramanı için ilham kaynağı olmuştur.

Edgar Allan Poe bu uzun polisiye hikayeyi 1841 yılında ve otuziki yaşındayken yazmıştır. 1809'da Boston'da doğan yazar, ailesi tarafından başka bir aileye evlatlık olarak verilmiştir. Bu yüzden soy adını kendisini evlatlık alan tüccar John Allan'dan almıştır. Virginia'da ve İngiltere'de çeşitli okullarda okuyan yazar West Point Askeri Akademisinden atılmış ve gazetecilik hayatına başlamıştır. Sivri dili, parlak zekâsı ve gözü pek haberciliği yüzünden çok sayıda düşman kazanmıştır. 1836'da Clemm adlı bir hanım ile evlenmiştir.1847'de eşi Clemm'i verem yüzünden kaybettikten sonra kendisi de iki sene sonra Baltimore'daki bir hastanede çok genç yaşta can vermiştir.

Kitabın Özeti :

Anlatıcı: “18. yılının ilkyazı ile yaz başlarını geçirdiğim Paris’te, Monsieur C. Auguste Dupin adında biriyle tanışmıştım.” diyerek öyküye başlar. Çok dikkatli ve ciddi biri olarak tanıttığı Dupin ile birlikte bir cinayet haberini okurlar.

St. Roch Mahallesi halkı, korkunç çığlıklarla uyanırlar çünkü Madame L'Espanaye ve kızı Paris'te Rue Morgue'da karışık bir cinayete kurban giderek çok korkunç çığlıklar atarak ölmüşlerdir. Bu cinayet haberi gazetelere yansımış öykünün anlatıcısı ile arkadaşı Dupin şaşkınlıkla bu haberi okumuştur.

Tribunaux Gazetesi'nde yazıldığına göre çığlıkları duyan mahalle halkı eve doğru koşturmuştur. Komşular bir demir çubukla kilidi kırarak içeri girmişlerdir. Merdivene geldiklerinde yukarılarda kavga eden insanların seslerini duymuşlar ama eve çıktıklarında tüm sesler kesilmiş ve ölen anne ile kızından başka kimseyi görememişlerdir.

Madame L’Espanaye’nin boynu tamamen kesilmiş ve kadıncağızın kafası ufacık bir deri parçasıyla gövdesine tutunur halde kalmıştır. Katiller Madame L'Espanaye’nin kızını ise önce boğarak öldürmüşler sonra da cesedini bacaya sıkıştırmışlardır.

Üstelik bu cinayet, binanın dördüncü katında işlenmiştir ve bu daireye dışarıdan başka bir giriş bulunmamaktadır. Cinayetin işlendiği evin dış kapıları kilitlidir ve cinayeti işleyenlerin dışarıya çıkması mümkün değildir. Cinayeti duyarak olay yerine gelenlerin anlattıkları birbiriyle çelişmektedir. Çünkü her bir tanık katil veya katillerin farklı bir dille konuştuklarını söylemektedirler. Olay yerine gelenlerin her biri de farklı bir ana dile sahip insanlardır. Katillerin konuştukları dil, ne İngilizce, ne Fransızca, ne İspanyolca ne de Hollanda dilidir. Her bir tanık bu sesin kendi diline ait olmadığına emindir. Bu durumda tanıkların duyduğu seslerin son derece tuhaf, alışılmamış bir ses olması gerekmektedir. Tanıklar bu sesin “keskin değil de kaba, çabuk çabuk, kesik kesik” olduğunu söylemektedir. Tanıklardan hiçbiri kelime –ya da kelimeye benzer sesler– duymamış, seçememiştir.

“Şimdi kendimizi o odaya gitmiş sayalım. Önce ne arayacağız? Cinayetleri işleyenlerin hangi yoldan kaçtıklarını. İkimizin de doğaüstü şeylere inanmadığımızı söylemekle aşırılık etmiş olmayacağımı sanıyorum. Madame ve Mademoiselle L’Espanaye’i ruhlar öldürmedi. Bu işi yapanlar elle tutulur varlıkları olan kimselerdi; bir yolunu bulup kaçtılar. Öyleyse, nasıl?”

C. Auguste Dupin ile arkadaşı haberleri iyice takip ederler. Bu iki arkadaş toplumdan uzak yaşamaktadır ve eski tanıdıkları ve dostlarıyla da ilişkiyi kesmişler, sadece geceleri sokaklarda dolaşmaya başlamışlardır. Cinayeti çözmek isteyen bu iki arkadaş Emniyet Müdürlüğü'nden izin alıp cinayetin işlendiği Morgue Sokağı'na ve eve gidip odayı incelemeye başlarlar.

“Ama pencereler sürgülüydü. Önü açık olan pencereye gittim, epeyce zorlukla çiviyi çıkardım, tahminim boşa çıkmamıştı. Gizli bir yay vardı;…….“Bu pencereden çıkmış olan bir kimse, onu dışardan kapatabilir, yay da kilitlenmesini sağlardı –ama çivi deliğe sokulamazdı………. Yaya basarak pencereyi birkaç parmak araladım; çivinin başı onunla birlikte yükseldi, deliğin içinde öylece duruyordu. Pencereyi kapadım, çivi gene eski durumunu aldı, bütünmüş gibi görünüyordu. Cinayeti işleyen, yatağın başucundaki pencereden kaçmıştı. . O dışarı çıktıktan sonra pencere kendiliğinden kapanmış (ya da çıkan bile bile kapamış), yay da kilitlenmesini sağlamıştı; ”

Hakkında delil olmamasına rağmen Adolphe Le Bon isimli bir adam da tutuklanmıştı. Dupin, polise de yardım etmeye başlamıştı. Dupin’e göre tanıkların duyduğu ses insan sesi değildi. Pencerenin yakınından kalın bir paratoner teli geçiyordu ancak kimse bu telden pencereye kadar uzanamaz ve içeri de giremezdi.

Suç mahallinde bulunan kıllar da insanlara ait değildi. Dupin, küçük bir kurdele parçası da bulmuş ve bu kurdelenin bir denizciye ait olduğunu anlamıştı. Bunun üzerine Duphin Gazeteye ilan vererek "Ourang-Outang" kaybeden olup olmadığını sordu. Dupin'in evine gelen bir denizci kendisine ait bir orangutanı kaybettiğini ve onu bulana ödül vereceğini söyledi.

Denizci, Borneo'da bir orangutan edindiğini, ancak hayvanın denizcinin usturasını çalarak ortadan kaybolduğunu, takip ettiği hayvanın bir paratonere tırmanarak Rue Morgue'daki dairenin penceresinden içeri girdiğini anlattı.

Cinayet çözülmüştü. Odaya giren orangutan Madame L'Espanay’i traş etmeye kalkmıştı.

Hay Bin Yakzan (İbn Tufeyl - İbn Sina) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Hay Bin Yakzan

Kitabın Yazarı : İbn Tufeyl - İbn Sina

Kitap Hakkında Bilgi :

Kitabın arka kapağı;

“9.yüzyılda Yunancadan Arapçaya çevrilen 'Salaman ve Absal' öyküsü, başta İbn Sina'nın 'Hay bin Yakzan'ı olmak üzere, birçok İslam düşünürünün yapıtlarına kaynaklık etti. Genellikle alegorik öyküler ya da öykümsü anlatılar olan bu yapıtlardan sadece biri, roman boyutlarına ulaştı ve bütün benzerlerini gölgede bıraktı: 12. yüzyılda Endülüslü İşraki düşünür İbn Tufeyl'in yazdığı 'Hay bin Yakzan' ya da 'Esrarü'l-Hikmeti'l-Meşrikiye'.

Bu ilk 'felsefi roman' ve ilk 'robinsonad', Tanpınar'ın deyişiyle 'Müslüman âleminin tek romanı',14. yüzyıldan başlayarak bellibaşlı Avrupa dillerine çevrildi; Defoe, Bacon, Spinoza ve More gibi pek çok düşünür ve sanatçı üzerinde etkili oldu. Doğu, özellikle Osmanlı ise İbn Tufeyl'e ve yapıtına ilgisiz kaldı: Üzerindeki 'Hay bin Yakzan' etkileri özel çalışmalara konu olan 'Robinson Crusoe' defalarca Türkçe'ye çevrildiği halde, 'Hay bin Yakzan, dilimize kazandırılmak için 1923 yılını, kitaplaşabilmek için de 1985 yılını bekleyecekti.

Bu kitapta; Hayadında bir ormanda dünyaya gözlerini açan, hiçbirşey bilmeyen ve annesini ceylan sanan bir çocuğun; aklıyla, kalbiyle, düşünerek, eleştirerek ve inceleyerek keşfederek düşünmesi, kendini yaratan bir yaratıcı olması gerektiği sonucuna varıp Allah’ı bulma serüveni anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti :

1. Bölüm : Hay'ın Dünyaya Gelişi

Birinci Görüş : Hayy, Ekvator'un altında Hint Adaları’nın birinde anasız, babasız bir takım tabii şartların oldukça duyarlı yöntemler ve yollarla bir araya gelişiyle  topraktan mayalanarak sıcak, soğuk, ıslaklık ve kuruluğun birbirine karışmasıyla varolmuştur.

İkinci Görüş : Hayy'ın bir anne ve babadan dünyaya geliş hikayesine dayanır.

Hay Bin Yakzan ismi "Uyanığın Oğlu Diri” anlamına gelir.
2. Bölüm : Doğanın Kucağında / Anne Ceylan

Hay, annesini ceylan olarak görmektedir. Herşey yolunda gitmektedir. Ceylan da bu duruma alışmış onu yavrusu gibi koruyup kollamakta ve beslemektedir. Hay annesini ve diğer hayvanların taklidini yapar.

Hay zamanla büyür, diğer hayvanlardan, ceylanlardan farklı olduğunu görür. Onlarda var olan ama kendisinde var olmayan güçlü uzuvları vardır. Hay, bunu fark ettiğinde 7 yaşındadır. Hayvanların belli uzuvları tüy ve kıllar ile örtülü olduğu halde Hay’ın vücudu örtülü değildir. Hay bu durumdan utanç duymaktadır.

Hay, aklıyla keşfeder. (Burada aslında Hz.ibrahim’e benzetme vardır. O da etrafı putlarla ve sapkınlarla çevrili olduğu halde, aklıyla Allah’ın varlığını keşfetmiştir.) Kendine yapraklardan kıyafet ve kuyruk, sopadan savunma aracı üretir. Daha sonra fikir yürüterek ölmüş bir kartalın tüy ve kanatları ile kendini örter ve kuyruk yapar.

Ve birgün ceylan ölür. Hay onu yaşatmak için zihnini epey zorlar ve kalbi çalıştırabilse annesini yaşatabileceğini keşfeder ve onu tekrar hayata bağlayacak vücuttaki hangi organ olabileceğine dair keşfe çıkar. Ceylanın organlarını incelemeye başlar.

Hay bu sırada iki kargayı kavga ederken görür. Biri ölür, diğeri o öleni, çukar açarak içine gömer. Hay’da buna bakarak anne ceylanı da aynı şekilde gömer.(Biz burada Habil ile Kabil’i hatırlıyoruz. Kabil, Habilin ölümüne sebep olmuş ve ardından iki karga görmüş ve bunlara bakarak kardeşi Habili gömmüştür.)

Hay, adanın dört bir yanı su ile kaplı olduğu için dünyada başka bir yer olabileceğini düşünmüyordu.

Hay ormanda çıkan bir yangın sonucu ateşi keşfeder. Onun; yakıcı, aydınlatıcı, ısıtıcı ve yiyecekleri pişirici gücünü görür.

Ölü ve diri hayvan anotomilerini incelemektedir.Bu konu da ustalaşmıştır. Kendini geliştirmiş ve kendini vahşi doğaya karşı donanımlı hale getirmiştir.

3.Bölüm : Varlığın Özüne Doğru

Hay, hayvanları ve ruhlarını incelemeye başlar. Araştırmaları sonucunda bütün hayvanlarda bulunan ruhun gerçekte bir ve aynı olduğu görüşüne ulaşır. Türlerin ruh bakımından farklı görünmeleri aldatıcıydı.

Daha sonra bitkileri araştırır. Bitkilerle hayvanları karşılaştırır, benzerlik ve farklılıklar arar. Bu araştırma ve gözlemlerden sonra bitki ve hayvanların aralarında barındırdıkları ortak nitelikten kaynaklanan bir birlik bulunduğu sonucuna vardı. Söz konusu nitelik hayvanlarda yetkin bir dereceye ulaştığı halde , bitkilederde taşıdıkları kimi engeller nedeniyle eremiyordu. Gözünde bütün hayvan ve bitkiler tek bir varlık durumundaydı. Daha sonra nesneleri de inceledi. Cansız neseneleri de bitki ve hayvanları koyduğu kategoriye koydu.

Cisimlerin biçimleri, Hay’ın anlaşılır evrende ulaştığı ilk bilgidir. Akıl yürütme yoluyla kavradığı ilk şeylerden biri de yürekte bulunan hayvansal ruh’tur. Artık cisimlerin gerçekliğini kavrayabilmek için düşünmeye başlar. Cisimlik gözünde değerini yitirir.

Hay, her yaratılmış için bir yaratıcı bulunması gerektiği fikrine ulaşır. Düşündüğü bütün biçimlerde ulaştığı sonuçlar aynı oldu. Bu nedenle, daha önce biçimden kaynaklandığını sandığı eylem ve etkilerin gerçekte biçimden değil, biçimi bir araç gibi kullanan bir öznenin eseri olduğunu kavradı. Henüz duyulur dünyadan kopamadığı için, bağımsız özneyi de duyumlar yönünde aramaya koyuldu. Hay, bilgisinin bu aşamasına ulaştığında yaşı 28‘i bulmuştu.

4.Bölüm : Sıfırdan Sonsuza

Hay, gözlemleri sonucunda nesnenin ancak son derece yetkin, mükemmel, bağımsız öznene’nin eseri olduğu inancı daha bir pekişti. Bütün bu nitelikler o bağımsız özne’nin eseri olarak varoluyordu.

5.Bölüm : Yolun Sonu

Hay, bu bilgilere vardığında yaşı 35 olmuştu. Zamanla öyle bir aşamaya vardı ki, baktığı her nesneyi, bir sanat yapıtı gibi görüyor ve hemen yapıtı bırakıp yaratıcısına yöneliyordu. Bu nedenlede yaratıcıya olan özlemi artıyordu.

Bu bilgiye erişmesine neden olan aracı gücü öğrenme isteği duydu. Hay, özünün, duyularıyla algıladığı gövdesinden başka birşey olduğunu kavrayınca, cisim önemini birkez daha yitirdi. Acaba özü yok olacak, çözülecek ve bozulacak birşey miydi, yoksa kalıcı mıydı ? Ne ki, cisim olmayan varlığından cisimlere bağımlı olmayan ve bütün cisimsel niteliklerden az olan şey için bozuluş düşünülemezdi.

Müşahede etmeye başladı, düşünmeye devam etti. İnsanın diğer şeylere (hayvanlara, bitkilere, nesnelere) olan üstünlüğünü keşfetti. Allah’a itaat (zorunlu varlık) fikri uyandı ve kendine 3 amacı yönünde zorunlu eylemler yükümlü kıldı. Bu alanda çaba gösterdi, kurallar koydu. Daha az yiyecekti. Nesli tükenecek olan hayvanları tüketmeyecekti. Türünün devamını sağlayan, çekirdeği olan meyveleri yemeliydi. Bitki yemek zorunda kalınırsa kökleri koparmamalıydı. Az yemeli, kendi bedenini dış varlıklara karşı korumalı. Bitkilere de, hayvanlara da merhametliydi. Temizliğine önem veriyor, vücut ve elbise temizliğine dikkat ediyor, güzel kokular sürünüyordu. Gözlerini duyulur dünyaya yumup zorunlu varlığı düşünüyordu.

Hay, bir aşama daha atlar. Kendini artık dış dünyadan soyutlayabiliyordu ve manevi hazzı tadabiliyordu.

6.Bölüm : Gerçeğin İki Yüzü

Artık Hay 49 yaşındadır.

Hay’ın yaşadığı ada dışında bir ada daha vardır. Bu adada çok eskiden, inançsız bir toplum vardı. Sonunda en son din olan İslam dini gelir ve adanın Sultanı ile beraber herkes iman eder. Allah’a bağlıdırlar, ibedetlerini yaparlar.

Absal ile Salaman adanın en seçkin ve soylu gençleridir. Düşünür ve ibadet ederler. Salaman çok fazla Kur’an’ın derinlerine inmek ve konuşmak istemez, tartışma çıkmasından endişelenir. Absal ise Kur’an’ın iç sırlarına ve anlamlarına vakıf olmak ister ve sürekli bunun için çabalar. Absal artık halktan ayrı ve yalnız bunu yaparsa o zaman gerçekleri göreceğine inanır. Salaman ise halk ile mutludur. Bu konuda anlaşamaz ve ayrılırlar.

Absal, Hay’ın adasına gider ancak ondan habersizdir. Bir süre birbirlerinden habersiz yaşarlar. Sonra karşılaşırlar. İlk karşılaştıklarında Hay huşu içinde namaz kılmaktadır onun varlığını dahi hissetmez ancak ibadeti bitince farkına varır. İkisi birbirine şaşırsa ve güvenmesede zamanla alışır ve anlaşırlar. Absal, Hay’a konuşmayı öğretir. Geldiği halktan bahsedince beraber diğer adaya giderler. Ama halk gerçeği bilmek istemez, sıkılır ve kızar. En sonunda Absal ile Hay adalarına geri dönüp, beraber Allah’ı tefekkür ve müşahede ederek yaşarlar.

Hay : Aklı ile Allah’ı keşfeder ve iman eder.

Absal : Ona önceden sunulmuş olan İslam dinine iman eder.

Bu yönüyşe bu iki karekter eksik kısımlarını birbirlerini tanıdıktan sonra tamamlarlar.

21 Ağustos 2019 Çarşamba

Dijital (Sayısal) ve Analog Elektronik Nedir? Farkları Nelerdir? Karşılaştırılması Nasıldır?


Elektronik sistemler analog ve dijital (sayısal) olmak üzere iki çeşittir.

Türkçe karşılığı "Sayısal" olan "Dijital" kelimesi, Latince digitus = parmak sözcüğünden türetilmiştir. Parmakla sayılabilir anlamında kullanılan digital teriminin okunuşudur.

Analog terimi ise Yunanca “benzer” sözcüğünden gelen, örneksel benzetim anlamında kullanılan ifadedir.

Analog sistemlerde elektrik sinyalleri sürekli olarak değişir ve belli sınırlar içinde her değeri alabilirler. Gerçek dünya analog değişkenlere sahiptir. Sıcaklık, ışık şiddeti, basınç, koku, tad, yumuşak, sert gibi kavramlar nerdeyse sonsuz sayıda ara değerler gösterebilirler. Örneğin hava sıcaklığı 20 dereceden 21 dereceye birden yükselmez ara değerler alarak bir zaman aralığında yükselir. Dijital sistemlerde ise işlenen veri belli sayısal değerler alır.

Var - Yok, Açık - Kapalı, 0 - 1, 0 volt - 5 volt gibi ikili değerlendirmelerin hepsi dijital olarak değerlendirilir. Ara değerler alındığında analog olarak değerlendirilir. Bir ses siteminin sesisini potansiyometreyi istediğiniz kadar çevirerek ayarlamanız analog bir işlemdir. Bir ses siteminin sesisini tuşlara basarak ayarlamanız dijital bir işlemdir. Dijital sistemde bastığınız tuşlar size sesi açıp kapamak için belli sayıda kademe sunar, analog sistemde potansiyometreyi istediğiniz aralıkta çevirerek sesi istediğiniz değere ayarlayabilirsiniz.

Yukarıdaki şekilde analog ve dijital sinyaller görülmektedir.

Elektronikte daha önce analog teknik olarak yapılan uygulamalar günümüzde dijital teknikler kullanılarak yapılmaktadır.

Dijital ve Analog Elektroniğin Karşılaştırılması :

Sayısal tekniğin, Analog tekniğe göre tercih edilme nedenleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1) Dijital sistemlerin tasarımı daha kolaydır.

2) Dijial sistemlerde bilgi saklamak kolaydır. Dijial sistemlerde bilgilerin hafızaya alınması ve gerektiği kadar tutulması, değiştirilmesi mümkündür.

3) Dijital elektronikte birbirine bağlanabilecek devrelerin sayısı daha fazladır. Analog devreler üç-dört basamaklı olabilirken, dijial devrelerde daha çok sayıda devrenin birbiriyle irtibatı mümkündür.

4) Dijial devrelerde yapılacak işlemler kolayca programlanabilir. Analog devrelerde programlanabilecek işlemlerin esnekliği ve kompleksliği oldukça sınırlıdır.

5) Analog veri iletiminde, aktarılacak olan verileri üretmek için, sürekli değişken bir gerilim ya da akım kullanılır. Bu değişken akımlardan dolayı oluşabilecek gürültü ve sinyal bozulmalarını engellemek çok zordur. Bu durum yüksek kaliteli veri aktarımının önüne geçer. Ancak dijital sistemler ikili aktarım kullanarak bunu mümkün kılar.

6) Dijial devrelerde bir entegre içerisine daha fazla sayıda sayısal devre elemanı yerleştirilebilir. Analog devre elemanları da entegre içerisine yerleştirilse de, yüksek değerli kondansatörler, bobinler, transformatörler vb. elemanların entegre içerisine yerleştirilmesi ekonomik değildir. Bu da dijial elemanların entegre içerisine yerleştirilmesini avantajlı duruma getirmektedir.

Analog Elektronik   
            
Devrenin tasarımı zordur
Bilgilerin saklanması zordur
Devrelerin boyutu büyüktür
Programlanması zordur
Gürültü ve parazitten etkilenir
Entegre içine yerleştirilmeleri zordur
İşlem sayısı azdır
Hatanın bulunması zordur

Dijtal Elektronik
 
Devre tasarımı daha kolaydır
Bilgilerin saklanması kolaydır
Daha küçük boyutta karmaşık devreler oluşturulabilir
Daha esnek ve kolay programlanabilir
Gürültü ve parazitten az etkilenir
Entegre içine yerleştirilmeleri kolaydır
İşlem sayısı fazladır
Hatanın bulunması daha kolaydır

Avantajlarının yanında dijial sistemlerin dezavantajı; günlük hayatımızda kullandığımız büyüklüklerin büyük bir kısmının analog olmasıdır.

Dijial elektronik sistemler 1950 yıllarında ilk tüplü bilgisayarın icadı ile uygulanmaya başladı. İlk elektronik kol saatleri ile küçük, ucuz hesap makinelerinin piyasaya çıkması ise ancak 1970’ li yıllarda mümkün oldu. Bu tarihten sonra sayısal elektronik devreler ve sistemler yavaş yavaş bütün alanlarda analog devrelerin yerini almaya başladı.

Dijial elektronik devreler;
• Daha güvenilirdir.
• Devreler ve sistemler aynen tekrarlanabilir. (Her benzer sistem tıpatıp aynı çalışır)
• Çok geniş çapta tümleştirilebilir.
• Gürültü ve dış etkilerden çok az etkilenir.
• Daha ucuzdur.
• Kopyalama ve iletim sırasında bozulmaz. İlk kopya ile yüzüncü kopyanın kalitesi aynıdır.

Cep Telefonlarında GPRS, EDGE, LTE, 1G, 2G, 3G, 4G, 5G Ne Demektir? Anlamları Nedir?




Cep telefonlarında G'nin anlamı İngilizce "Generation" kelimesinin baş harfidir. Türkçeye "nesil" olarak çevirilebilir. Yani önce 1. nesil 1G telefonlar teknolojik gelişmeler devreye girdikçe 2G, 3G, 4G, 5G olarak devam ettiler. Sayı büyüdükçe, teknolojik altyapısı ve hızı gelişti.

1G Nedir?

İlk üretilen, birinci nesil cep telefonlarıdır. 1G birinci nesil telefonlarda analog alıcı ve vericiler kullanıyordu. Özellikle 90'ların başlarında araç telefonu olarak kullanılan telefonlardır. Bu sistemlerin taşınabilir telefonları ağır ve kocaman bir çanta şeklindeydi. Vericiden uzaklaştıkça parazit ve konuşma zorluğu sorunları yaşanırdı. Sadece ses aktarmak için kullanılırlardı. SMS ve internet gibi ek hizmetler yoktu.

2G Nedir?

2G, kullandığımız cep telefonu teknolojisinin ilk sürümüdür. Analog sistemden farklı olarak konuşmalar sayısal (dijital) hale getirilir. Bu sayede parazit sorunu yaşanmaz. 2G ses aktarımı haricinde SMS hizmetini de sağlamıştır.

GPRS Nedir?

2G'den 3G'ye geçmeden önce veri iletişimi için GPRS (General Pocket Radio Service) kullanıldı ve bu geçiş döneminde o teknolojiye de 2,5G ismi verilmiştir.

EDGE Nedir?

EDGE (Enhanced Data rates for GSM Evolution) teknolojisi 2.75G olarak anılmaktaydı. EDGE kelime anlamı olarak Enhanced Data Rates for GSM Evolution (GSM Gelişimi için Artırılmış Veri Hızları) baş harfleri bir araya getirilerek oluşturulmuş bir kelimedir. Bu teknik sayesinde GSM şebekelerinde veriler daha hızlı bir şekilde iletilebiliyor. Bu teknolojinin GPRS’i kayda değer biçimde geliştirmesi üzerine 2.5G denilen GPRS ağlarına EDGE eklendiğinde üçüncü nesile son derece yaklaşıldığı için 2.75G adı verildi.

3G Nedir?

3G ile hepimizi taşınabilir cihazlar üzerinden internete girme, görüntülü arama, video izleme gibi hizmetler sağlanmıştır. Türkiye’de 2009 yılında 3G kullanılmaya başlanmıştır. GSM EDGE, UMTS, CDMA2000, DECT ve WiMAX gibi hücresel ağ alt yapıları ile çalışan 3G sayesinde telefondan film izlemek, müzik dinlemek, sosyal ağlarda rahatça gezmek oldukça kolay hale gelmiştir.

3G ile iletişim hızı 2 MBPS'e kadar çıkabilir. Bu hızlar sayesinde cep telefonları ile anlamlı bir internet deneyimi yaşamaya başlanmıştır. Bu nesil de oldukça geliştirildi ve başta 2 MBPS'e kadar çıkabilen sistemler 14-15 MBPS'e kadar hızlandırıldı.

4G Nedir?

4G yani 4. nesil 3G'nin çok üzerinde hızlar sunmaktadır. 100 MBPS ile 1 GBPS arası hızlar 4G ile mümkün olmaktadır. Bu tür hızlarda yapılabilecekler hayal gücü ile sınırlı.

LTE Nedir?

(Long Term Evolution) LTE ifadesi 4G ile aynı şeydir. LTE, önceki 2G ve 3G teknolojilerine göre daha hızlı veri aktarma platformudur.

LTE-A Nedir?

(Long Term Evolution - Andvanced) 4G’nin çağ atlamış hali yani 4.5G demektir. 4.5G bağlantısını yüksek hızda mobil cep internet olarak adlandırabiliriz. 4G ile maksimum 100 Mbps hızlarına erişilirken, 4.5G ile kullanımda olan bazı mevcut cihazlarla 600 Mbs hızlarına kadar erişilebilmektedir. 4G'nin ilk zamanlarında ortaya çıkan LTE teknolojisi sayesinde 100 MBPS kadar hızlara çıkılabiliyordu. Daha sonra LTE geliştirilerek LTE Advanced adı ile hız arttırıldı. Bizdeki 4.5G denilen sistemler de LTE Advanced kullanacak. LTE Advanced teknolojisi ile teorik olarak 1GBPS hıza çıkılabiliyorsa da, bizdeki sistemler 100-375 MBPS aralığında bir hıza sahip olacaklar.

5G Nedir?

5G, 2020'li yıllarda kullanılacağı tahmin edilen bir sistemdir. 4G'ye kadar tüm nesiller sürekli veri hızını artırarak 1GBPS'a kadar ulaştırdı. 5G'de hız artışı dışında, 4G'den önemli farkları da olacak. Örneğin, aynı baz istasyonuna çok daha fazla sayıda cihaz bağlanabilecek, veri iletişimi daha verimli yapılacak, kapsama alanları genişleyecek, pil verimleri ve dayanma süreleri artacak, iletişim güvenliği artacak gibi.

5G'de planlanan hız 10 GBPS.

Çevrimiçi oyun deneyimi önem kazanacak. Google Stadia platformu ve türevi örnekleri daha çok artacak. Yani biz oyun oynarken artık konsola oyun indirmekle uğraşmayacağız, ya da minör ya da majör güncellemeler dert olmaktan çıkacak. Çünkü biz doğrudan karşımızdaki sunucuya bağlanarak oyunları deneyimleme şansına sahip olacağız.

Canlı yayınların da kalitesi ve niceliği artış gösterecek. Artık görüntü kalitesi kötü yayınları takip etmek durumunda kalmayacağız; 5G bu hızı sağladığından çözünürlüğü yüksek göreceğiz.

Artırılmış gerçeklik birçok farklı şekilde karşımıza çıkacak.

Gelecekte otomobilinizin ön camına yansıtılan kişisel reklamlarla veya akıllı bir ön camdan bakıldığında yola yansıyan yol tariflerini görebiliriz.

5G'nin hızı, araçlar arasındaki iletişimi kolaylaştıracağından otonom araçların daha hızlı yaygınlaştığını görebiliriz.

8 Ağustos 2019 Perşembe

15 Yaşında Bir Kaptan (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : 15 Yaşında Bir Kaptan

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

Fransız asıllı yazar Jules Verne’nin 1878 yılında yayımlanan bir romanıdır.

Asıl işi borsa uzmanlığı olan Jules Verne, romancılığa atıldıktan sonra macera, bilim ve bilim kurgu romanları ile dünya çapında önemli bir romancı olmuştur. Bu roman türlerinde Dünya edebiyatının en tanınmış isimlerinden birisi olmayı başarmıştır.

Kitabın Özeti :

Kitapta olaylar 1873 senesi, Yeni Zelanda açıklarında başlamaktadır. Dick Sand genç bir denizcidir. Kaptan Hull'un Pilgrim adlı balina avı yaptığı gemisine miço olarak girmiştir. Pilgrim adındaki balina avı ve ticaret yapan bu geminin sahibi de W. Weldon’dur.

Son av sezonu kötü geçmiş iyi bir av çıkmamıştır. Balina avı gemisi Pilgrim, Amerika'ya doğru dönüş yoluna başlamıştır. Gemide, geminin sahibi Bay Weldon’un eşi Bayan Weldon, oğlu Jack, ailenin dadısı ve Benedict de vardır. Bay Weldon’un gemisinde ayrıca 5 tayfa, bir aşçı ve bir de miço vardır. Aşçının adı Negora'dır. Geminin miçosu olan Dick, henüz 15 yaşında çok akıllı bir delikanlıdır.

Pilgrim adlı bu ticaret gemisi içindeki yolcularla denizde ilelerken bir gemi enkazına rast gelirler. Enkaz halindeki gemide hiç kimse yoktur. Gemide tasmasında WS işareti olan bir köpek bulurlar.

Gemidekiler dönüş yolunda hiç beklenmedikleri bir olay yaşamışlardır. Gemideki denizciler kocaman bir kambur balina ile karşı karşıya kalırlar. Avdan elleri boş dönen gemi ve mürettebatı için bu bulunmaz bir fırsattır. Kaptan Hull, deneyimli adamlarını toparlayıp ve acemi denizci Dick Sand'i gemide bırakarak balinayı avlamaya çıkarlar. Fakat bu kambur balinayı avlamak çok zor bir iştir. Nitekim kaptan ve deneyimli tayfaların hepsi bu kambur balinayı avlamak isterlerken ölürler.

Kaptanın ölmesi üzerine gemiyi idare edebilecek tek kişi olan Dick, henüz on beş yaşında iken bu geminin kaptanı olur. Genç kaptan Dick Sand’in görevi, yolcularını sağ salim evlerine ulaştırmak olmuştur. Fakat gemide, kötü niyetli biri vardır, aşçı Negoro. Negoro, haydutlar ve köle tüccarları için çalışan biridir. Negoro, genç kaptan Dick Sand’in acemiliğini fırsat bilir. Geminin rotasını değiştirerek gemiyi ve içindekileri Afrika'nın kıyılarına yönlendirir. Denizde fırtına çıkınca Negero’nun da marifetiyle gemi karaya oturur.

Geminin karaya vurduğu yerde Harris ile tanışırlar. Harris, köle tüccarları ile ilişkisi olan kötü bir adamdır. Gemidekileri kandırarak onları köle tüccarlarına satar.

Hercule adlı bir adam gelerek onları köle tüccarlarından kurtarır. Bu arada Negora ile Harris'in arkadaş olduğu da anlaşılır.

Buldukları bir kayıkla ilerlerken bir eve girerler. Bu evin içindeki bir mektup bulurlar. Denizde enkazını buldukları ve içinden köpek çıkan o gemi ile ilgili sır bu mektup ile ortaya çıkmıştır. Negora'nın Samuel Watson'un klavuzu olduğu ve onu soyduğu böylece ortaya çıkar.

Bunun üzerine Dick Sand, kendilerine her türlü oyun oynayan kötü Haris’i öldürmek zorunda kalır. Negora'yı ise köpek Dingo öldürür, bu sırada ağır yaralanan köpek Dingo’da çok geçmeden ölür.

Harris ve Negora’dan kurtulan maceracılar en sonunda başlarına gelen bu olaylardan kurtulurlar ve bunu bir parti vererek kutlarlar.

Sözde Kızlar (Peyami Safa) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Sözde Kızlar

Kitabın Yazarı : Peyami Safa

Kitap Hakkında Bilgi :

Kitap, Milli Mücadele döneminde İstanbul’un seçkin muhitlerinde şahit olunan kültürel yozlaşmayı anlatmaktadır. Kitabın arka planında Yunan işgalini ele alınmaktadır.

İşgal yıllarında kaybolan babasını bulmak için İstanbul’a gelen Mebrure her türlü ahlaki çöküntünün yaşadığı bir akraba köşkünde kalmak zorundadır. Bu genç kızın babasını ararken dejenere olmuş İstanbul sosyetesini gözlemlemesi ve bu ortamda şahit olduğu yozlaşmış hayatın içinde sürüklenmesi romanın ana konusunu oluşturmaktadır.

Sözde Kızlar, ailk kez 1922 yılında Serâzad imzasıyla Sabah gazetesinde tefrika edilmeye başlanmıştır. Bu gazete kapanınca tefrika yarım kalmıştır. Bunun üzerine roman Cumhuriyetin ilanı edildiği 1923 yılında yayınlanmıştır.

Kitabın Özeti :

Yunanlılar batı Anadolu’yu işgal etmiştir. Mebrure de babasını bu işgalde kaybetmiştir. Babasını aramaya başlayan Mebrure, Bursa’dan ayrılıp İstanbul’daki uzaktan akrabaları olan Nafi Bey'in köşküne gelir.

İstanbul’a geliş sebebi işgalcilerden kaçmak ve ailenin, himayesi altına sığınmak değildir. Amacı kaybettiği babasının izini sürmek hatta mümkünse babasını bulmaktır. Fakat Mebrure geldiği İstanbul’da hiç de beklemediği bir ortamla karşılaşmıştır.

Nazmiye Hanım’ın yönettiği köşk, içindeki kızlara "sözde kızlar" dendiği kötü şöhretli bir köşktür. Bu evin oğlu züppe bir genç olan Behiç’tir. Nevin ise bu köşkün kızıdır. Geldiği günlerde Nevin için yapılacak yaş günü eğlencesine hazırlık yapılmaktadır. Mebrure ilk günden beri bir şaşkınlık içindedir. Nevin’in Siyret adlı bir genç ile Behiç’in de evin hizmetçisi Belma ile sevgili olduklarını belli eden şeyler görür.

Nevin yirmi beş yaşında olmasına rağmen beş çocuk doğurmuş bir kadın gibidir. Mebrure, sağdan soldan bu köşke gelen insanların hepsinin İstanbul’un iğrenç aileleri olduğunu duymaktadır. Köşkte yaşananlar da dedikodusu yapılan her şeye çok uygundur.

Nafi Bey ölmüş, köşkün idaresi sosyete meraklısı Nazmiye Hanım’a geçmiştir. Bu köşk sosyetenin zevk ve eğlence yeridir. Bu köşkte sık sık danslı, içkili eğlenceler düzenlenmektedir. Mebrure de bu ortamdan uzakta kalmaya çalışmaktadır.

Üstelik konağın züppe oğlu Behiç onu tuzağına düşürmek için hamleler yapmaktadır. Behiç’in tatlı vaatlerine kanmak üzere iken durumu fark eden evin hizmetçisi Belma, Mebrure’yi uyarmıştır. Belma, Behiç’in nasıl biri olduğunu ve Behiç yüzünden başına gelenleri de anlatmıştır.

Belma, Behiç’e inanmış, hatta ondan gayr-i meşru bir çocuğu da olmuş ve Behiç o çocuğu diri diri gömmüştür. Bu yüzden Belma büyük bir bunalım içindedir.

Mebrure sık sık Muharicin idaresine uğrayarak babasını aramakta izini sürmektedir. Muharicin idaresine gelip giderken Nadir’in annesi Hayriye Hanım ve Fahri ile de tanışır. Mebrure ve Fahri birbirinden hoşlanmıştır.

Yakışıklı, iyi giyimli ve fırsatçı bir genç adam olan Behiç, köşke gelen diğer kızları da kandırmaya çalışmaktadır. Mebrure’yi elde edemeyeceğini anlayan Behiç kendini değişmiş gibi gösterir. Bu plana Nevin ve annesi Nazmiye Hanım da yardımcı olur. Bu sıralarda Nevin’in aşığı Siyret’in, henüz on altı yaşında olan Güzide adındaki bir kızı kirlettiği öğrenilir. Güzide’nin annesi namuslarının temizlenmesi için Siyret'le Güzide’nin evlenmelerini istemektedir. Akis takdirde olayı herkese duyurup Siyret’i itibarını lekelemekle tehdit eder. Siyret bunu kabul etmek zorunda kalmış Güzide ve Annesi de zengin koca avlamak hedefine ulaşmıştır.

Siyret evlendikten sonra hemen boşanacağını söyleyerek Nevini de rahatlatmıştır. Böylece olay da örtbas olmuştur.

Mebrure’yi de namuslu, erdemli, dürüst bir insan rolü oynayarak ve birçok vaadetler söyleyerek kandırmaya çalışmaktadır. Mebrure’nin kafası karışmıştır. Bir ara Behiç’in evlenme teklifine bile inanacak olur. Fakat Belma’nın olanları anlatan bir mektup yazıp intihar etmesi üzerine Behiç’in yalanlarına artık hiç itibar etmez. Zaten Behiç tevkif edilecektir.

Böylece Behiç’ten kopan Mebrure babasının izine de ulaşmıştır. Bir arkadaşı olan Fahri ile birlikte haber Amasya’ya gitmiştir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

MEBRURE : Yunan işgali sırasında kaybettiği babasını bulmak için İstanbul’a gelmiştir. Anadolu’daki kargaşa sebebiyle İstanbul’da bir köşkte yaşayan yakınlarının yanına yerleşir. İstanbul’daki ahlaki çöküntüden kendini kurtarmaya çalışan bir genç kızdır.

BEHİÇ : Yakışıklıdır. Mebrure’nin kaldığı konağın oğludur. Vaatlerle genç kızları kandıran ahlaki düşkünlüğü olan yozlaşmış bir gençtir. Hizmetçileri Belma’dan olan çocuğunu bile kendisi öldürmüştür.

BELMA : Köşkte çalışan ve Behiç’in tuzağına düşmüş hizmetçidir. Mebrure’ye Behiç karşısında yardım etmiş, ama Behiç’ten olan gayri meşru çocuğunu kaybedince bunalıma girmiştir.

NAZMİYE HANIM :
Nafi bey’in kızıdır. Köşkün sahibidir. Gününü gün etmek isteyen, yozlaşmaya meyilli, eğlenceye düşkün bir kadındır.

Yusuf ile Züleyha Kalbin üzerinde titreyen hüzün (Nazan Bekiroğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yusuf ile Züleyha

Kitabın Yazarı : Nazan Bekiroğlu

Kitaptan Bir Bölüm :

”Nasıl herkese duyuruyum da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf’u ben nasıl yerim? Ben Yusuf’u nasıl yerim?"

Sözünün bu kısmına gelince kurt, nemli gözlerinden boncuk gibi yaşlar dökülmeye başladı. Gri tüylerle kaplı göğsü, ön ayakları ıslandı. Bir ah çekti derinden derine. Islak burnu daha ıslandı. Ve devam etti:

"Ben şimdi adımı nasıl temize çıkarayım, alnıma sürülen bu kapkara lekeyi neyle, nasıl yıkayayım? Öyle bir leke ki değil bana, yeter kıyametin kopacağı güne değin gelip geçecek tüm torunlarıma.
Tek muradım, bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım, bu ayıpla yaşatmasın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı, kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin, ya da adım temize çıksın."

Söz Başı
Bismihû,
Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla.
Önce söz vardı, hayat sonradan geldi.
Önce çile vardı ihsan arkadan geldi.
Önce iştiyak, arkadan sebat geldi.
Sözün yaradılışı Zuleyha’nın yaradılışından evveldi. Âdem ki ona bütün isimler öğretildi. Yûsuf’un kaderi Züleyha’ya tecelli. Zuleyha’nın kaderi Yûsuf’a tecelli. Kuyu. Zindan. Kuyu. Zindan. Önce çile arkadan ihsan. Züleyha vazgeçti mi maşukundan?

Mülk gibi söz de, ne senin ne benim. Cümle gibi aşk da ne senin ne benim, Sözde, aşk da,
ne benim neşenin.
Bir yaz sahalıma doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kırmızı sardunya,
ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,
mayıs gülü,
ışıklı nisan yağmuru
ne kadar Allah’dansa,
mülk gibi söz de ve aşk da
O'ndan.

“Sen” tahtına yazıcı kimi oturtsa da,
beşerî bir sevgili ya da cismanî bir aşk gibi görünen,
hiçbir yol O’ndan özgeye çıkmıyor aslında, “gönül tahtına O’ndan özge sultan” olmuyor.
Değil mi ki her şey O’ndan,
gidecek yer yok O’ndan başka. Gelinen yer yok O’ndan başka.
İnsan o ki, O’ndan başkasını sevemez sevginin mahiyeti icabı, O’ndan başkasını bilemez bilginin mahiyeti icabı.
Işık ki tek kaynaktan dağılır, ışığa yakın olan aydınlık, uzakta kalan karanlıktır. Her şeyin O’ndan olması, ve ışığın tek kaynaktan dağılıyor olması O’ndan başkasının bilinme ve sevilme ihtimalini tümden yok eder.
Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz. Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir.
Bir çiçeği, bir kuşu,
denizi, yağmuru,
gökyüzünü, yazıyı,
yazıyı yazanı, kalemi tutanı,
bir yaratılmışı hasılı.
Söz gelimi Leyla Mecnun’u, Şirin Ferhâd’ı, Züleyha Yûsuf’u
sevdiğini zannedebilir.
Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir.
Çünkü ışığın kaynağı tektir ve kim aydınlığının kendinden menkul olduğunu iddia edebilir?
Her aşk O’na çıkar sonunda, O’ndan başkasını sevmek imkansız gibidir. Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir bilmese de bu böyledir
Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk, aslında kendini bilmek. İstese de insan 0'ndan özgeyi sevme şansı yok Şans sözcüğü yok lügatlarde bundan böyle. O’ndan özgeyi sevme ihtimali yok. Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.
Küçük bir biliş faikı.
Mülk gibi aşk da Allah’tan.
Ruhun da O, kalbin de O, aklın da O,
Tenin de O, canın da O, cismin de O,
Ve aradan perdeleri kaldırarak O’nu bilmek olarak tanımlanan şey, bu seyr ü sefer, sadece O’nu bilmeyi bilmenin sancısından ibaret.
Sevginin yanılgısı yok. Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek. Hangi kaynaktan geldiğini suyun» hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek. Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.
Züleyha ki Yûsuf’u sevdi. Ibtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi. Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecellâ eden nuru sevdiğini fark etti. Yûsuf da, ki rüyasında güneş, ay ve on bir yıldız ona secde etmişti, bir kuyuya atılmış ve kendisine zindanda rüya yorumu verilmişti, Önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha suretinde tecelli ettiğini fark etti. Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun surette tecellâ ettiğini idrak etti.
İşte bütün hikâye: Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub oğlu, Züleyha mı? Zindan kimin kaderi, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu, yoksa Züleyha’nın mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında. Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.
Söylenmemiş Mesnevi kalmadı yer yüzünde. Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin hem aynı hem başkası Bu nasıl mazmun, diyor ya, kalbi dipsiz derinliklerde çoğalan Fuzuli, Farsça Divan’ının önsözünde, yani ki Mukaddimesinde. Hiç kullanılmamış, diye kaldırıp alıyor ya bir imgeyi uykusuz kaldığı gecelerin sabaha değdiği yerde. Sonra aynı gecelerin aynı sabahlara değdiği yerde, bu kez, bu nasıl mazmun, diye yırtıyor ya kullanılmış olan bir başka mazmunu. Hem bilinen hem bilinmeyen, hem kullanılmış bir imge hem kullanılmamış bir imge; böyle olmalı ki sö2ün hükmü tamam olsun. Eski zincire bağlanan bir halka, ama yeni, böyle olsun ki zincir kuvvetli olsun.
Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin hem aynı hem başkası. Bu da öyle. Ayna aynı, kitap farklı.
Bu kez birkaç kitap yine aynı ayna ve birkaç ruh hepsinin içinde mevcûd Züleyha’nın acısı acının Züleyha’sı
Bismihû.
Esirge ve bağışla.
Öptüm kitapların da üzerindeki Kitâb’ı, öptüm ve koydum alnıma.
Ben: Yazıcı Yazmaya başladığımda, yıl bin dokuz yüz doksan dokuz milâttan sonra, aylardan Nisandı. Bir mumun ışığında bir rüzgâr titriyorken. Ve bir hattat nefesinin, bir mumun alevini bile titretmemesi gerekiyorken. Sürgün düştüğüm zamanlarda ben kalbimi çatlatan nefesi salıverdim.

Kitap Özeti :

Yusuf bir gece rüyasında güneş, ay ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Babası Yakup, bunu öğrenir öğrenmez oğluna bu rüyadan kardeşlerine kesinlikle bahsetmemesini söyler. Çünkü bu rüyanın kardeşlerinin kıskançlığına sebep olacağını düşünür. Erkek kardeşleri bir şekilde bu rüyadan haberdar olurlar. Rüyanın Yusuf’un peygamber olacağına dair bir işaret olduğunu anlarlar ve içlerini bir kıskançlık duygusu kaplar.

Bir gün Yusuf’u da yanlarına alarak gezmeye gitmek için babalarından izin alırlar. Yakup’un içine bir korku düşse bile oğullarına bu durumu belli etmez ve gitmelerine izin verir. Çünkü oğullarının kalbindeki kıskançlığını daha da artmasından korkar.

Yusuf’un olacaklardan haberi yoktur ve gezmeye gittiklerinde çok mutludur. Fakat erkek kardeşleri Yusuf’tan kurtulmak isterler. Bu nedenle onu karanlık bir kuyuya atarlar. Babalarına Yusuf'u kurt öldürdü derler ve kan bulaştırdıkları gömleğini gösterirler. Yakup peygamber oğullarına inanmasa da acısını içine atar.

Ertesi gün kardeşlerini attıkları kuyuya geri dönerler. Yusuf’un öldüğünü düşünmektedirler ama aslında Yusuf ölmemiştir. Tesadüfen oradan geçen bir kervandakiler, kuyudan su çekmek için durduklarında Yusuf’u bulup kurtarmışlardır. Kardeşleri bu durumu öğrendiklerinde kervanı bulup, çocuğun kendilerinin kölesi olduğunu ve dilerlerse onlara satabileceklerini söylerler. Böylece kervan başıyla anlaşarak Yusuf’u köle olarak satarlar. Yusuf, kervanla beraber Mısır’a gitmek üzere yola koyulur.

Züleyha, Mısır’ın en güzel kızıdır. Bir çok kişi Züleyha için deli divane olmuş ama yüz bulamamıştır. Züleyha, bir gece rüyasında parlak, mavi ışıklar saçan bir yıldıza dönüştüğünü ve çöllerden gelen ay ışığının içinden geçtiğini görür. Daha sonra ise aynada bir erkek görüntüsü görür.

Bu rüyanın ardından bir gün babası Züleyha’ya Mısır azizi Potifar’ın kendisine talip olduğunu söyler. Züleyha, Potifar’ın rüyasındaki aynada gördüğü kişi olduğunu düşünerek kendisiyle evlenmeyi kabul eder. Fakat bir süre sonra, yanıldığını anlar.

Bu sırada kervan Mısır’a varır. Kervan başı, Yusuf’u köle pazarında satışa çıkarır. Potifar, Züleyha’ya bir köle almak için pazara gider ve Yusuf’u görür. Yusuf’u Züleyha’ya köle olarak alan Potifar, bu yaptığının tüm hayatlarını etkileyecek sonuçlar doğuracağından habersizdir.

Kuran-ı Kerim'de Yusuf Suresi Diyanet Meali :

Yusuf suresi, 111 (yüzonbir) ayet olup 1,2 ve 3. âyetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. Sûrenin başından sonuna kadar Yusuf Peygamber'den bahsedildiği için bu adı almıştır.

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

1. Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

2. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

3. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.

4. Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya'kub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.

5. (Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.

6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

7. Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır.

8. (Kardeşleri) dediler ki: Yusufla kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.

9. (Aralarında dediler ki:) Yusufu öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!

10. Onlardan biri: Yusufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.

11. Dediler ki: "Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz.

12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz."

13. (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.

14. Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.

15. Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusufa: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.

16. Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.

17. Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusufu eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.

18. Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah'tır.

19. Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusufu görünce) "Müjde! İşte bir oğlan!" dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.

20. (Kafile Mısır'a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.

21. Mısır'da onu satın alan adam, karısına dedi ki: "Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz." İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusufu o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.

22. (Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.

23. Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.

24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.

25. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!

26. Yusuf: "Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi" dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: "Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır."

27. "Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir."

28. (Kocası, Yusuf'un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): "Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür."

29. "Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun"

30. Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusufun sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.

31. Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Herbirine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusufa): "Çık karşılarına!" dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!

32. Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!

33. (Yusuf:) Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.

34. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.

35. Sonunda (aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü.

36. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.

37. (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah'a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir.

38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah'ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.

39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?

40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

41. Ey zindan arkadaşlarım ! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.

42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an, (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.

43. Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.

44. (Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.

45. (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusufu) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.

46. (Yusufun yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.

47. Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.

48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.

49. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.

50. (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: "Onu bana getirin!" Elçi, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: "Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir."

51. (Kral kadınlara) dedi ki: Yusufun nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: "Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."

52. (Yusuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.

53. (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

54. Kral dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi.

55. "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi.

56. Ve böylece Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.

57. İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.

58. Yusufun kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı.

59. (Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim.

60. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!"

61. Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.

62. (Yusuf) emrindeki gençlere dedi ki: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.

63. Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin'i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.

64. Ya'kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah'a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.

65. Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir miktardır.

66. (Ya'kub) dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!" Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şahittir.

67. Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O'na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.

68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah'tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya'kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.

69. Yusuf'un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve "Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme" dedi.

70. (Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.

71. (Yusuf'un kardeşleri) onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler.

72. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.

73. Allah'a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler.

74. (Yusuf'un adamları) dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?

75. "Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.

76. Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusufa böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah'ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.

77. (Kardeşleri) dediler ki: "Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir.

78. Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.

79. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!

80. Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.

81. Babanıza dönün ve deyin ki: "Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.

82. (İstersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz."

83. (Babaları) dedi ki: "Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."

84. Onlardan yüz çevirdi, "Ah Yusuf'um ah!" diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.

85. (Oğulları:) "Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!" dediler.

86. (Ya'kub:) Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.

87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.

88. Yusuf'un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.

89. Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?

90. Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusufum, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez, dedi.

91. (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.

92. (Yusuf) dedi ki: "Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir."

93. "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin."

94. Kafile (Mısır'dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum! dedi.

95. (Onlar da:) Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın, dediler.

96. Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.

97. (Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.

98. (Ya'kub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi.

99. (Hep beraber Mısır'a gidip) Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, "Güven içinde Allah'ın iradesiyle Mısır'a girin!" dedi.

100. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: "Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir."

101. "Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!"

102. İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

103. Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.

104. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür.

105. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.

106. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.

107. Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?

108. (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim."

109. Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?

110. Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

111. Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...