31 Ağustos 2019 Cumartesi

10. Sınıf Ahlak Felsefesi Ders Notları Özeti


AHLÂK FELSEFESİ (ETHİK)

Ahlâk: İnsanın eylemlerini, başka insanlarla ve doğayla ilişkilerini düzenlemek amacıyla geliştirilen, toplum tarafından oluşturulan ilke ve kurallar bütünüdür.
Geçmişten günümüze kadar, ahlâkî sistemi olmayan bir toplumdan söz edilemez.

Ethik (Ahlâk Felsefesi): Ahlâkla ilgilenen, ahlâkî ilkeler üzerine düşünceler üreten felsefe dalıdır.

AHLÂK FELSEFESİNİN ELE ALDIĞI TEMEL KONULAR

- İyinin ve kötünün ölçütü
- Özgürlük ve sorumluluk ilişkisi
- İnsanın ahlâkî eylemlerinin amacının ne olduğu
- Evrensel bir ahlâk yasasının olup olmadığı

İYİ VE KÖTÜ

İyi: Ahlâkî olarak yapılması istenen, toplumca onaylanan eylemin özelliği.

Kötü: Ahlâkî olarak yapılması istenmeyen, toplumca onaylanmayan eylemlerin özelliği.

Ahlâkî Eylem: Kişinin kendi iradesiyle seçip gerçekleştirdiği eylem. ÖR: Aklî yeterliliği olmayan bir kişinin davranışı ahlâkî açıdan değerlendirilemez.

Bir eylemin iyi olup olmadığını neyin belirlediği konusunda filozoflar birbirlerinden farklı görüşler ileri sürerler. Bazı filozoflara göre bir eylemin iyi olup olmadığını belirleyen şey “niyet”tir. Bu filozoflara göre bir eylemin sonucu kötü bile olsa iyi niyetle yapılmışsa o eylem iyidir.

Bazı filozoflar ise bir eylemin iyi olup olmadığını o eylemin “sonucu”nun belirlediğini söylerler. Yani hangi niyetle yapılırsa yapılsın eylemin sonucu iyiyse o eylem iyidir; eylemin sonucu kötüyse o eylem kötüdür.

Ahlâki eylemi temellendirme konusunda niyet ve sonucun yanı sıra “haz”, “yarar”, “mutluluk”, “ödevi yerine getirme”, “doğruluk”, “sevgi” ve “Tanrı’nın koyduğu kurallara uyma” gibi ölçütleri ileri süren filozoflar da vardır.

ÖZGÜRLÜK VE SORUMLULUK

“ İnsan eylem ve davranışlarında ne kadar özgürdür?” sorusu, ahlâk felsefesinin temel sorularından biridir.

Özgürlük: Kişinin her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi davranışlarını seçip yapabilmesi.

İrade: Kişinin, davranışlarının seçebilmesini sağlayan yeti.

Sorumluluk: Kişinin kendi iradesiyle seçtiği davranışların sonucunu kabullenmesi, üstlenmesi.

NOT: Özgür iradenin olmadığı durumlarda sorumluluktan bahsedilemez. Örneğin bir çocuk ya da bir akıl hastası, davranışlarından sağlıklı bir yetişkin gibi sorumlu tutulamaz.

AHLÂKÎ İRADE ÖZERKLİĞİ (İNSAN EYLEMLERİNDE ÖZGÜR MÜDÜR?)

DETERMİNİZM (Belirlenimcilik): Kişilerin ahlâkî seçimleri ve eylemleri daha önce yaşadıkları olaylar, ruhsal ve fiziksel faktörler gibi pek çok etmenin etkisiyle oluşur. Dolayısıyla insan eylemlerinde özgür değildir.

FATALİZM (Kadercilik): Kişi, kaderinde olan şeyleri yapar ve yaşar. Kişinin geleceği önceden belirlenmiş olduğu için eylemlerimizde özgür değiliz.

İNDETERMİNİZM (Belirlenmezcilik): İnsanın aklı ve iradesi sayesinde eylemlerini kendisi seçer. Kişiyi etkileyen koşullara ve kurallara rağmen bir davranışı yapıp yapmamayı veya kurala uyup uymamayı kendi seçer. Davranışlarından kendi sorumludur. Yani insan eylemlerinde özgürdür.

OTODETERMİNİZM (Ahlâkî Özerklik):
Kişinin eylemlerini seçme özgürlüğünü belirleyen şey onun kişiliğidir. Kişi, aklını kullanabildiği ve kişiliğini geliştirebildiği ölçüde özgürdür.

EVRENSEL AHLÂK YASASI

Ahlâk kuralları, toplum tarafından oluşturulduğu için toplumdan topluma ve aynı toplumda zamanla değişebilir. Peki, bütün insanlar için ortak olarak benimsenen ahlâk yasaları var mıdır? Herkes için iyi ya da kötüyü belirleyen eylem ölçütleri, değerleri var mıdır?

Evrensel ahlâk yasasının olmadığını ileri sürenlere göre iyi ve kötü davranışlar, kişiye, topluma, kültüre, çağa göre değişmektedir.

Evrensel ahlâk yasasının olmadığını savunan yaklaşımlar şunlardır:

HEDONİZM (Hazcılık): Haz veren şey iyidir, acı veren şey kötüdür. Haz ve acının kaynağı kişiden kişiye değiştiği için iyi ve kötü de kişiden kişiye değişir. Temsilcisi: Aristippos

EGOİZM (Bencillik): “İnsan, insanın kurdudur.” İnsan doğuştan bencildir ve kendi çıkarı için başkalarına zarar verebilir. . Kişinin çıkarına uygun olan şey iyidir, uygun olmayan ise kötüdür. Bu da ortak bir iyinin olmadığını gösterir. Temsilcisi: Hobbes

ANARŞİZM: Bireyin üzerinde hiçbir güç, uyması gereken hiçbir kural olmamalıdır. Bu nedenle evrensel bir ahlâk yasası da yoktur. Temsilcisi: Proudhon

NİHİLİZM (Hiççilik): Hiçbir değeri kabul etmeyen bu görüşe göre evrensel ahlâk yasası da yoktur. Temsilcisi: Nietzsche

EGZİSTANSİYALİZM (Varoluşçuluk): İnsanın doğuştan bir özü yoktur. Kişi, kendi özünü kendi özgür seçimleriyle belirler. Bu nedenle evrensel ahlâk yasası yoktur. Temsilcisi: Sartre

Evrensel ahlâk yasasının olduğunu savunan görüşler şunlardır:

UTİLİTARİZM (FAYDACILIK): “Bir eylem olabildiğince çok sayıda insana olabildiğince çok fayda sağlamalıdır.” Bu, evrensel ahlâk yasasıdır. Temsilcileri: Bentham, Mill.

ENTUİSYONİZM (İNTUİSYONİZM- Sezgicilik): Evrensel ahlâk yasası şudur: “Sezgine uy ki iyi ve kötüyü ayırt edebilesin, iyi eylemde bulunabilesin.” Temsilcisi: Bergson

ERDEM ETİĞİ: İnsanları mutlu edebilecek iyi davranışlara ancak bilgi ile ulaşılabilir. Temsilcileri: Sokrates, Platon, Fârâbi.

AHLÂKSAL DETERMİNİZM: Panteist (Tanrı ile doğayı özdeş gören yaklaşım) olan Spinoza’ya göre, doğaya ve dolayısıyla Tanrıya uygun eylemler iyidir. Tanrı’nın buyruklarının farkında olmak ise tutkuları yenmekle olur. Temsilcisi: Spinoza.

ÖDEV AHLÂKI: Bu yaklaşıma göre evrensel kural şudur: “Bir eylem, ahlâki ödev olduğu için, çıkar gözetmeksizin yapılıyorsa iyidir.” Ödevimiz daima, iyiyi isteme’ dir. Temsilcisi: Kant. Kant’a göre: “Öyle hareket etmeliyiz ki, hareketimizin dayandığı ilke herkes için ilke olabilsin.”

EVRENSEL AHLÂK YASASI MÜMKÜN MÜDÜR?
 

Mümkün değildir.                                   
Hedonizm (Hazcılık). Tems: Aristippos     
Egoizm (Bencillik). Tems: Hobbes
Anarşizm Tems: Proudhon
Nihilizm (Hiççilik) Tems: Nietzsche
Egzistansiyalizm (Varoluşçuluk) Tems: Sartre

Mümkündür.
Utilitarizm (Faydacılık) Tems: Bentham, Mill
Entuisyonizm (Sezgicilik) Tems: Bergson
Erdem Etiği Tems: Sokrates, Platon, Farabi
Ahlâksal Determinizm Tems: Spinoza
Ödev Ahlâkı Tems: Kant

10. Sınıf Bilim Felsefesi Ders Notları Özeti


BİLİM FELSEFESİ

Bilim Felsefesinin Konusu

Yakın Çağ’dan itibaren bilim ve teknolojideki gelişmeler filozofların da ilgisini çekmiştir.

Filozoflar, bilimi sistemli bir şekilde sorgulama yoluna gitmiştir. Böylece, felsefenin disiplinlerinden (dallarından) biri olan bilim felsefesi ortaya çıkmıştır.

Bilim felsefesi, bilimin değerini, bilimsel kuramlar arası ilişkilerin niteliği gibi konuları ele alır.

Bilim:

Bilim, gözlem ve deney gibi yöntemlerle fiziksel dünyanın yapısını ve işleyişini sistemli olarak inceleyen etkinliktir.

Bilim, yaptığı araştırmalarla olay ve olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisini ortaya koymaya çalışır.

Bilim İnsanının Öne Çıkan Özellikleri:

- Merak etme
- Şüphe duyma
- Gözlem ve ölçme yapabilme
- Denemekten vazgeçmeme
- Mantıklı olma

Bilimsel Bilginin Özellikleri:

- Objektiftir.
- Genel geçerdir. Yani bir bilimsel yargı ye herkes için geçerlidir(doğrudur) ya da herkes için geçersizdir (yanlıştır).
- Kesindir. Yani doğruluğu ispatlanabilir.
- Bilimsel bilgi mutlak değildir. Yani zamanla değişebilir, düzeltilebilir hatta çürütülüp reddedilebilir.

Bilimlerin Sınıflandırılması

İnsan Bilimleri        Doğa ve Yaşam Bilimleri         Formel Bilimler
(Sosyal Bilimler)           (Fen Bilimleri)
. Psikoloji                       . Fizik                                . Matematik
. Sosyoloji                      . Kimya                              . Mantık
. Tarih                            . Astronomi
. Antropoloji                   . Biyoloji
. Beşeri Coğrafya           . Fiziki Coğrafya
. Ekonomi                       . Jeoloji
. Siyaset Bilimi

BİLİMSEL YÖNTEM

Bilimsel Yöntemin Basamakları:


. Problemin hissedilmesi
. Mevcut teori ve araştırmalara bakılması
. Ön gözlemler yapılması
. Problemin sınırlanması, soruların ve hipotezin oluşturulması
. Araştırma evreni ve örneklem tespiti
. Veri toplanması
. Verilerin incelenmesi ve hipotezi doğrulayıp doğrulamadığının kontrol edilmesi
. Bulguların mevcut teorilerle bağlarının kurulması veya yeni teori geliştirilmesi
. Çürüyen hipotezlerin değiştirilmesi yeni hipotezlerle araştırmaya devam edilmesi

Bilimin Değeri

Bilimin değeri hakkındaki görüşler genel olarak ikiye ayrılır:
- Bilimin insanlık için faydalı olduğunu düşünenler
- Bilimin insanlık açısından zararlı olduğunu düşünenler.

Ayrıca bilim, kullanım alanına göre de farklı değerler alabilir:
- Bilimin teorik değeri
- Bilimin pratik değeri

Bilimin değeri, kullanıldığı döneme göre de farklılık gösterebilir. Bir dönem değerli görülen bir bilimsel bilgi farklı bir dönemde değersiz görülebilir. Bunun tersi de mümkün olabilir.

Bilimsel bilgi kullanım şekline göre hem faydalı hem zararlı olabilir. Örneğin atomun kullanıldığı tomografi cihazı, bir hastalığın tedavisinde kullanıldığında faydalı olduğu gibi yanlış ve gereksiz kullanımı sonucu alınan radyasyon ciddi hastalıklara yol açabilir.

NOT: Bilimin teorik ve pratik değerinin yanı sıra entelektüel değeri de vardır. Bilimin entelektüel değeri, insanın bilme merakını karşılaması demektir.

Bilim - Felsefe İlişkisi

Tarihe bakıldığı zaman önceden bilim ile felsefenin iç içe olduğu görülmektedir. Eski filozoflar aynı zamanda bilim insanı idi. Örneğin ilk filozof olan Thales, aynı zamanda gökbilimle ve matematikle ilgilenmiştir; Aristoteles, hemen hemen bütün bilimlerle ilgilenmiş; İbn-i Sina tıp ile, Descartes ise fizik ve matematik alanında önemli çalışmalar yapmıştır.

Bilimler zamanla felsefeden kopup bağımsız hale gelmişler ve kendi alanlarındaki bilgilerin birikmesiyle ilerlemişlerdir. Eskiye göre bilimler ile felsefe birbirinden kopmuş gibi görünse de iki farklı alan olarak aralarında etkileşim devam etmektedir. Felsefe, kendi sorularına cevap verirken bilimin verilerinden faydalanmaktadır. Çünkü, bilimsel doğrulara aykırı bir felsefî görüş kabul edilemez. Bilim de teorilerini oluştururken felsefeye başvurmak zorundadır.

Bilim ve felsefe arasında önemli farklar da vardır:

1- Bilim, konularını objektif (tarafsız) bir şekilde ele alır. Oysa felsefe konulara sübjektif (taraflı) yaklaşır.

2- Bilim sadece somut olgu ve olayları konu alır. Felsefe ise olguların yanı sıra varlığın özü, değerler gibi somut olmayan konuları da ele alır.

NOT: Konusu somut olmayan sadece 2 bilim vardır: Matematik ve mantık

3- Bilim insanları konuları olan varlık alanını inceleyip bu alanlarla ilgili bilgiler elde ederler. Fakat bilgilerin insan hayatı üzerindeki etkisi ile ilgilenmez. Bilimin insan ve toplum hayatı üzerindeki etkisini, bilimin değerini ele almak felsefenin bir dalı olan bilim felsefesinin görevidir.

Domaniç Dağları’nın Yolcusu (Şükufe Nihal ) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı


1. ”Domaniç Dağlarının Yolcusu” isimli kitapta Domaniç dağlarından inen köylü kadın niçin oğlunu öldürür?


A) Düşmana yol gösterdiği için.
B) Babasını vurduğu için.
C) Hırsızlık yaptığı için.
D) Kumar oynayıp borçlandığı kişileri öldürdüğü için.

2. Yazar, Bursa Valisi Fazlı GÜLEÇ’ e niçin mektup yazar?

A) İncelemesi gereken bir konu için İnegöl Kaymakamlığının kendisine yardım etmesini rica etmek için.
B) İnegöl’e ulaşamayıp birçok zorluk çektiği için.
C) İnegöl’deki kızların okula gönderilmesine yardımcı olunması için.
D) Domaniç Dağlarındaki efsaneleşen kadına aylık bağlanması için.

3. İnegöl Kaymakamı’nın adı nedir?

A) Ramiz Bey
B) Remzi Bey
C) Rıza Bey
D) Ragıp Bey

4. Yazara otel odasında yalnızlığını ve can sıkıntısını unutturan ne olmuştur?

A) Odaya sessizce giren kedi.
B) Karşıki otelin damında bulunan iki leylek.
C) Pencerelerin önündeki kırıntılara gelen kuşlar.
D) Sokakta oynayan çocuklar.

5. Yazar, niçin yemek seçmek zorunda kalıyor?

A) Ayrı tabakta koymadıkları için.
B) Yemekler çok yağlı olduğu için.
C) Hasta olduğu için.
D) Yemekleri temiz ve sağlıklı bulmadığı için.

6. Yazar, Ferhat Ağa’nın davetini niçin kabul eder?

A) Otelde rahatsız edildiği için.
B) Ferhat Ağa’da kasabayı anlatan bir kitap olduğu için.
C) Kasabanın evlerini, kadınlarını ve onların yaşam şartlarını tanımak için.
D) Domaniç Dağlarının kadını onun evinde olduğu için.

7. Yazar, Ferhat Ağa’nın hazırlattığı arabayla gittiği köyde nasıl karşılandı? Köylüler yazardan ne istedi?

A) Misafir ettiler, camilerine hoca gönderilmesi için yardım istediler.
B) İyi karşıladılar, gençler iş sahibi olması için yardım istediler.
C) İlgili karşıladılar, toprak sahibi olmak için yardım istediler.
D) Yazarın ziyaretine mutlu oldular, okullarına öğretmen gönderilmesi için yardım istediler.

Cevap Anahtarı :

1-A,   2-A,   3-B,   4-B,
5-C,   6-C,   7-D

Fıkhi Terimler Kitap Özeti


Fıkhın, şer’i delillerden elde edilen fıkhi hukumleri sistematik tarzdaele alan dalına furu-i fıkıh, delillerden hukum elde etme metodunu inceleyen dalına da usul-i fıkıh denir.

Ahvâl-i Şahsiyye: Şahsın hukuku.

Hidâyet-i Mürşîde: Yol gösterici hidayet.

Deliller: Araştırılan hususta şer’i-ameli nitelikteki hükme ulaştıran vasıtaya delil denir. Fıkhi bir hükmün dini-hukuki dayanağı (edille-i şer’iyye, edilletu’l-ahkam) anlamında kullanılır. Fıkıh literatüründe yaygın genel kabule göre şer’i delillerden kitap, sünnet, icma ve kıyas aslî deliller; istihsan, istıslah (mesalih-i mursele), istishab, sedd-i zerayi’ gibi deliller de fer’î veya tâli deliller grubunda yer alır. Bu asli delillerin bir diğer adı da “dört delil”dir (edille-i erbaa).

Kitâp: Ayetler, iman, ahlak, adab-ı muaşeret, geçmiş toplumlardan kıssa ve öğütler, genel insani ve akli değerler, beşeri ilişkiler gibi konularda okuyucuya doğrudan ana fikir vermektedir.

İcmâ: İcma; müctehidlerin şer’i bir meselenin hükmüne dair görüşlerini aynı yönde olmak üzere tek tek açıklamaları yoluyla meydana gelebileceği gibi (sarîh icmâ), şer’i bir mesele hakkında bir veya birkac müctehid görüş belirttikten sonra, bu gçrüşten haberdar olan o devirdeki diğer müctehidlerin açıkca aynı yönde kanaat belirtmemekle birlikte itiraz beyanında da bulunmayıp sukut etmeleri suretiyle de (sükûtî icmâ) oluşabilir.

Kıyâs: Naslarda (Kitap ve Sunnet’te) hukmu bulunmayan fıkhi meseleye, aralarındaki illet (gerekce) birliği sebebiyle, naslarda duzenlenmiş meselenin hukmunu vermek” şeklinde tanımlanır. Musiyi (vasiyet edeni) olduren musa-leh (vasiyet alacaklısının) vasiyetten mahrum olur. Boylece, naslarda musiyi öldüren musa-leh hakkında özel bir hüküm bulunmadığı halde, kıyas yoluyla böyle bir kimsenin vasiyetten mahrum olacağına hükmedilmiş olur.

İstihsân: Müctehidin bir meselede, özel bir delil sebebiyle, o meselenin benzerlerinde verdiği hükümden vazgecip başka bir çözümü benimsemesi, ya da iki farklı kıyas imkanı bulunduğunda, ilk bakışta dikkat çekmeyen kıyası (kapalı kıyası) gerekçe birliği açısından daha güçlü bulduğu icin açık kıyasa tercih etmesidir. Buna göre, istihsan çeşitlerini iki gruba ayırmak mümkündür:
1. Genel hükümden istisna yoluyla yapılan istihsan.
2. Kapalı kıyas istihsanı.

Istıslâh (Mesâlih-i Mürsele): İslam hukuk terminolojisinde maslaha terimi geniş anlamda kullanıldığında, hem “yarar sağlama”yı hem “zararı savma”yı ifade eder. Maslahanın bu iki yonu ayrı ayrı anlatılmak istendiğinde birincisi için “celbu’l-menfaa” (celbu’l-maslaha), ikincisi için “def’ul-mefsede” (def’ul-mefsede) tabiri kullanılır. Yorum yoluyla da olsa nasların kapsamına girmeyen ya da “illet” bağı kurularak (kıyas yoluyla) nasta duzenlenmiş bir olaya bağlanamayan fıkhi bir meselenin hukmunu İslam fıkhının genel ilkelerine gore belirleme yontemine “ıstıslâh“, bu metodu uygulayarak hukme ulaşırken esas alınan maslahatlara da “mesalih-i mürsele” denir.

Örf ve Âdet: Fakihlere göre bir toplumdaki orf ve adetin geçerliliği için onun yaygın ve sürekli olması, nasların lafzına ve ruhuna yani İslam hukukunun temel ilkelerine aykırı düşmemesi gerekir. Bu şartları taşıyan örfe sahih örf, taşımayana da fasid örf adı verilir.

Istıshâb: Daha önce varlığı bilinen bir durumun -aksine delil bulunmadıkça- varlığını koruduğuna hükmetme yöntemidir. Şekk ile yakin zail olmaz.

İbâha-i Asliyye Istıshâbı: Buna göre bir şeyden yararlanma veya bir davranışta bulunma hakkında naslarda özel bir hüküm yoksa veya kıyas yahut ıstıslah yoluyla naslardan bu hususta özel bir sonuç çıkmıyorsa, “Eşyada aslolan mübahlıktır”.

Berâet-i Zimme Istıshâbı: Bir kimsenin borclu veya suçlu olduğuna dair delil bulunmadıkca borçsuz ve suçsuz kabul edilmesi esastır. Buna göre, alacaklı olduğunu iddia eden kimse bunu isbat edemediği takdirde davalının borçlu olmadığına; yine, suç işlediği iddia edilen kişinin bu fiili isbat edilmedikce aynı prensibe göre suçlu olmadığına hükmedilir.

Vasıf Istıshâbı: Şer’an varlığı kabul edilen bir hükmün, sebebinin ortadan kalktığı isbat edilmediği sürece sabit sayılması esastır. Mesela, satım ve mirascılık gibi bir mülkiyet sebebine binaen sabit olan mülkiyetin, geçerli bir nikah akdinden sonra kurulan evlilik bağının, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ortadan kalktığını gösteren bir delil olmadığı sürece devam ettiğine hükmedilir.

İslâm Öncesi Şerîatler: Hz. Muhammed’den önceki ilahi dinlerin hükümlerinden (şer’ü men kablenâ) Kur’an-ı Kerim’de veya Hz. Peygamber’in sünnetinde yer almayanların müslümanlar için bağlayıcı olmadığında alimler fikir birliği içindedir. Hanefiler dahil bir grup İslam alimi bu tür hükümlerin de müslümanlar hakkında da bağlayıcı delil olacağı görüşündedir.

Sedd-i Zerâî’: Harama, kötu ve zararlı bir sonuca vasıta olan davranışların yasaklanması, kötülüğe giden yolların kapatılması demektir. Kötülüklerin önlenmesi, menfaatlarin elde edilmesinden daha önceliklidir.

Re’y ve İctihâd: Re’y kelimesi fıkıh literaturunde “hakkında acık bir nas yani ayet veya hadis metni bulunmayan fıkhi bir konuda müctehidin belli metotlar uygulayarak ulaştığı şahsi görüş” anlamında kullanılan bir terimdir.
İctihad sözlükte “zor ve meşakkatli bir işi gerçekleştirme uğrunda kişinin olanca gayreti göstermesi”, fıkıh ilminde ise “fakihin şer’i-ameli bir meselenin hükmünü, ilgili delillerden çıkarabilmek için olanca gayreti sarfetmesi” anlamına gelir. Bu melekeye sahip olan kimseye müctehid denir.

Ehliyet: Kişinin dini ve hukuki hükme konu (muhatap) olmaya elverişli oluşu demektir.

Vücûb Ehliyeti: Kişinin haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme ehliyetidir. Vücub ehliyetinin temelini zimmet ve hukuki kişilik teşkil eder; bu ehliyetin yaş, akıl, temyiz ve rüşd ile alakası yoktur.

Edâ Ehliyeti: Kişinin dinen ve hukuken muteber olacak tarzda davranmaya ve hukuki işlem yapmaya elverişli oluşu demektir.

Hükmen Bulûğ Yaşı: Ebu Hanife’ye göre erkeklerde 18, kızlarda 17 yaş, çoğunluğa göre her ikisi için de 15 yaştır.

Hüküm: İslam dininin, insanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak üzere getirdiği kuralların bütününe şer’i hükümler (ahkam-ı şer’iyye) veya ilahi hükümler (ahkam-ı ilahiyye) olarak tabir edilir.

Amelî Hükümler: İtikadi hükümlere nisbetle ikinci derecede oldukları için bunlara ahkam-ı fer’iyye de denilir.

Taabbudi Hükümler: İbadetlerle ilgili dini hükümlere denilir.

Vaz’î Hüküm: İki durum arasında şariin kurduğu bağı ifade eden vaz’i hüküm, kendi icinde sebep, şart ve mâni şeklinde üçe ayrılır.

Sebep: Şariin varlığını hükmün varlığı, yokluğunu da hükmün yokluğu için alamet kıldığı durumdur. Mesela vakit namazın, ramazan ayının girmesi orucun, malın nisab miktarına ulaşması zekatın sebebidir.

Rükun: Bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun yapısından bir parça teşkil eden bir unsuru ifade eder. İbadetlerde rukunler ve bunların yanında sıhhat şartları o ibadetin farzlarını oluşturur. Bunlardan birinin eksik olması o ibadeti gecersiz (batıl, fasid) kılar. Namazda Kur’an okumanın (kıraat), ruku veya secdenin terkedilmesi böyledir.

Şart: Bir hukuki sonucun varlığı kendi varlığına bağlı olan, ancak kendisinin varlığı onun varlığını zaruri kılmayan ve onun yapısından bir parca teşkil etmeyen fiil veya vasıftır. Mesela namaz icin abdest, nikah akdinde şahit şarttır.

Sıhhat; Bir fiilin gerekli rukun ve şartları taşıması, butlân; ruknunun veya kurucu unsurlarından birinin eksik olması, fâsid; ruknu ve unsurları tamam olduğu halde şartlarının eksik olmasıdır.

Bâtıl: Bir hukuki işlemin batıl olması, onun kurulmamış ve yok hükmünde olması ve bu işleme hiç bir hukuki sonucun bağlanmamasıdır.

Müfsîd: Bir ibadeti bozan veya bir hukuki işlemi sakatlayan fiil ve eksikliğe denir.

Teklîfî Hükümler: Mukellefin fiilleri.

Vâcip: Dini literatürde vacip, Hanefiler haric fakihlerin çoğunluğuna göre, kesin bir delille ve kesin bir surette yapılması istenen dini yükümlülüğü ifade ederse de Hanefiler bunu farz ve vacip şeklinde iki kademede ele almayı uygun görürler.

Farz: Fıkıh ilminde, Allah ve Rasulu’nun mükelleften yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği fiil demektir. Hanefiler delilin kat’i veya zanni oluşuna göre bir ayırım yaparak, bir fiilin yapılmasını kesin ve bağlayıcı tarzda
istendiğini gösteren delil kat’i ise bunu farz, zanni ise bunu vacip terimiyle ifade ederler. Farzı terkeden kimse fasık durumuna düşer. Vacibin inkarı küfrü gerektirmez. Farz-ı ayn: Şariin her bir mukellefin ayrı ayrı ifa etmesini istediği mukellefiyettir. Farz-ı kifâye: Muslumanların ferden değil de toplum olarak sorumlu oldukları mukellefiyetlerdir.

Vâcip: Hanefiler vacibi çoğu yerde “ameli farz” olarak da adlandırırlar.

Sünnet: Müekked ve ğayr-i müekked ceşidine “huda sünneti” de denir. Hz. Peygamber’in, insan olması itibariyle yaptığı normal ve beşeri davranışlara ise zevaid sünnet veya adet sünneti denilir. Farz namazlardan once ve sonra kılınması sünnet olan namazlar için, Şafii mezhebinde ayrıca vitir namazı ve şevvalde tutulan altı gün oruc için revatib sünnet tabiri kullanılır.

Haram li-aynihî: Şariin, bizzat kendisindeki kötuluk sebebiyle, baştan itibaren ve temelden haramlığına hükmettiği fiildir.

Haram li-ğayrihî: Aslında meşru ve serbest olduğu halde, haram kılınmasını gerekli kılan gecici durumla ilgili olan fiildir.

Azîmet: Farz, vacip, sünnet, müstehap niteliğindeki bir davranışın yapılmasını; haram, mekruh gibi davranışların da yapılmamasını ifade eden bütün teklifi hükümleri icine alır. Hanefilere göre, yolculuk esnasında dört rek’atlı farz namazların kısaltılarak ikişer rek’at kılınması esasen bir azimet hükmüdür.

Ruhsat: Fıkıh ilminde “meşakkat, zaruret, ihtiyac gibi arızi bir sebebe bağlı olarak azimet hükmünü terketme imkanı veren ve yalnız söz konusu arızi durumla sınırlı bulunan hafifletilmiş ve gecici hükmü” ifade eden bir terimdir.

İmâmeyn: İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed icin kullanılır.

Tarafeyn: İmam-ı A’zam ile İmam Muhammed icin kullanılır.

Şeyhayn: İki şeyh, iki reis, iki buyuk imam demektir. İmam-ı A’zam ile İmam Ebu Yusuf icin kullanılır. En büyük iki halife anlamında Hazret-i Ebu Bekr ile Hazret-i Ömer icin de kullanılır.

Sekaleyn: İnsanlar ve cinler icin kullanılır. Bu iki topluluğa da peygamber olarak gönderildiği icin Peygamberimiz Hz. Muhammede Rasulu’s-Sekaleyn denir. Cin ve insanlara fetva verene de, Muftiyus-sekaleyn denir.

40 Hadis İmam Hatip Lise Ortaokul Arapça Metinli

1. Hadis
اَلدِّينُ النَّصِيحَةُ  قُلْنَا: لِمَنْ )يَا رَسُولَ اللَّهِ ؟( قَالَ: لِلَّهِ وَلِكِتَابِهِ وَلِرَسُولِهِوَلأئِمَّةِ الْمُسْلِمِينَ وَعَامَّتِهِمْ        
(Allah Rasûlü) “Din nasihattır/samimiyettir” buyurdu. “Kime Yâ Rasûlallah?” diye sorduk. O da; “Allah’a, Kitabına, Peygamberine, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara” diye cevap verdi.
Müslim, İmân, 95.

2. Hadis
اَلإِسْلاَمُ حُسْنُ الْخُلُقِ
İslâm, güzel ahlâktır. 
Kenzü’l-Ummâl, 3/17, HadisNo: 5225.

3. Hadis
مَنْ لاَ يَرْحَمِ النَّاسَ لاَ يَرْحَمْهُ اللَّهُ
İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16.

4. Hadis
يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا
Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.
Buhârî, İlm, 12; Müslim, Cihâd, 6.

5. Hadis

إنَّ مِمَّا أدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلاَمِ النُّبُوَّةِ:
إذَا لَمْ تَسْتَحِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür.
Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.

6. Hadis
اَلدَّالُّ عَلىَ الْخَيْرِ كَفَاعِلِهِ
Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.
Tirmizî, İlm, 14.

7. Hadis
لاَ يُلْدَغُ  اْلمُؤْمِنُ مِنْ جُحْرٍ مَرَّتَيْنِ
Mümin, bir  delikten iki defa sokulmaz.(Mümin, iki defa aynı yanılgıya düşmez)
Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 63.
 8. Hadis
اِتَّقِ اللَّهَ حَـيْثُمَا كُنْتَ وَأتْبِـعِ السَّـيِّـئَةَ الْحَسَنَةَ تَمْحُهَا
وَخَالِقِ النَّاسَ بِخُلُقٍ حَسَنٍ
Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlakın gereğine göre davran.
Tirmizî, Birr, 55.

9. Hadis
إنَّ اللَّهَ تَعَالى يُحِبُّ إذَا عَمِلَ أحَدُكُمْ عَمَلاً أنْ يُتْقِنَهُ
Allah, sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi  sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.
Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî, fiu’abü’l-Îmân, 4/334.
 10. Hadis
اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ
İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır.
Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58.
 11. Hadis
مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ
Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.
 Müslim, Îmân, 78; Ebû Dâvûd, Salât, 248.
 12. Hadis
عَيْنَانِ لاَ تَمَسُّهُمَا النَّارُ: عَيْنٌ بَـكَتْ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ وَعَيْنٌ
بَاتَتْ تَحْرُسُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz, bir de gecesini Allah yolunda, nöbet tutarak geçiren göz.
Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 12.
 13. Hadis
وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللَّهُ عَنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
Kim müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır.  Kim bir müslümanı(n kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onu(n  kusurunu) örter.
Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
 14. Hadis
لاَ يُؤْمِنُ أحَدُكُمْ حَتَّى يُحِبَّ لأخِيهِ مَا يُحِبُّ لِنَفْسِهِ
Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mü’min) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.
Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71.
15. Hadis
اَلْمُسْلِمُ أخُو الْمُسْلِمِ لاَ يَظْلِمُهُ وَلاَ يُسْلِمُهُ مَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حَاجَتِهِ
Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim, (mümin) kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.
 16. Hadis
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا
İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız.
Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56.
 17. Hadis
اَلْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ النَّاسُ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ
Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.
Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.
 18. Hadis
لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا
وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ
Birbirinize buğuz etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.
Buhârî, Edeb, 57, 58.
 19. Hadis
إنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إلَى الْبِرِّ وَ إنَّ الْبِرَّ يَهْدِي إلَى الْجَنَّةِ وَإنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ صِدِّيقًا
Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğru sözlü) diye yazılır             
Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103, 104.
 20. Hadis
لاَ تُمَارِ أخَاكَ وَلاَ تُمَازِحْهُ وَلاَ تَعِدْهُ مَوْعِدَةً فَتُخْلِفَهُ
(Mümin) kardeşinle münakaşa etme, onun hoşuna gitmeyecek şakalar yapma ve ona yerine getirmeyeceğin bir söz verme.
Tirmizî, Birr, 58.
 21. Hadis
تَبَسُّمُكَ فِي وَجْهِ أخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ وَأمْرُكَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهْيُكَ عَنِ الْمُنْكَرِ صَدَقَةٌ وَإِرْشَادُكَ الرَّجُلَ فِي أرْضِ الضَّلاَلِ لَكَ صَدَقَةٌ
(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır.
Tirmizî, Birr, 36.
 22. Hadis
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأمْوَالِكُمْ وَلـكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأعْمَالِكُمْ
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar.
Müslim, Birr, 33; ‹bn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539.
 23. Hadis
رِضَى الرَّبِّ في رِضَى الْـوَالِدِ وَسَخَطُ الرَّبِّ في سَخَطِ الْـوَالِدِ
Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasındadır.
Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.
Tirmizî, Birr, 3.
 24. Hadis
ثَلاَثُ دَعَوَاتٍ يُسْتَجَابُ لَهُنَّ لاَ شَكَّ فِيهِنَّ:
دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ، وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِ ، وَدَعْوَةُ الْوَالِدِ لِوَلَدِهِ
Üç dua vardır ki, bunlar şüphesiz kabul edilir:
Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evladına duası.
İbn Mâce, Dua, 11.
  25. Hadis
مَا نَحَلَ وَالِدٌ وَلَدًا مِنْ نَحْلٍ أَفْضَلَ مِنْ أدَبٍ حَسَنٍ
Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye veremez.
Tirmizî, Birr, 33.
 26. Hadis
  خِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ
Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.
Tirmizî, Radâ’, 11; ‹bn Mâce, Nikâh, 50.
 27. Hadis
لَيْس مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرَنَا وَيُوَقِّرْ كَبِيرَنَا
Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı
göstermeyen bizden değildir.
Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.
 28. Hadis
اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِىُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ.
Kuvvetli mü’min, Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevgilidir.” Müslim, Kader 34.
 29. Hadis
طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِم
“Her müslümanın üzerine ilim öğrenmek farzdır.”
İbni Mâce, Mukaddime 224.
 30. Hadis
مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلاَ يُؤْذِ جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أوْ لِيَصْمُتْ
Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.
Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75.
 31. Hadis
مَا زَالَ جِبْرِيلُ يُوصِينِي بِالْجَارِ حَتَّى ظَنَنْتُ أنَّهُ سَيُوَرِّثُهُ
Cebrâil bana komşu hakkında o kadar çok tavsiyede bulundu ki; ben (AllahTeâlâ) komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140, 141

32Hadis

اَلسَّاعِي عَلَى الأرْمَلَةِ وَالْمِسْكِينِ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ
أوِ الْقَائِمِ اللَّيْلَ الصَّائِمِ النَّهَارَ
Dul ve fakirlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihad eden
veya gündüzleri (nafile) oruç tutup, gecelerini (nafile) ibadetle
geçiren kimse gibidir.
Buhârî, Nafakât, 1; Müslim, Zühd, 41;
Tirmizî, Birr, 44; Nesâî, Zekât, 78.
 33. Hadis
كُلُّ ابْنِ آدَمَ خَطَّاءٌ وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.
 34. Hadis
عَجَبًا لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْس ذَاكَ لأحَدٍ  إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ: إِنْ أصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَـكَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَـكَانَ خَيْرًا لَهُ
Mü’minin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hali vardır; O’nun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir  darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.
Müslim, Zühd, 64; Dârim”, Rikâk, 61.
 35. Hadis
سِبَابُ الْمُسْلِمِ فُسُوقٌ وَقِتَالُهُ كُفْ
Müslümana sövülmesi fâsıklıktır ve onun öldürülmesi küfürdür.”
Buhârî, İman 36.
 36. Hadis
لاَ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ نَمَّامٌ
Söz taşıyanlar (cezalarını çekmeden ya da affedilmedikçe) 
cennete giremezler.
Müslim, Îmân, 168; Tirmizî, Birr, 79.
 37. Hadis
مَنْ يُرِدِ اللهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِى الدِّين
“Allah bir kişiye hayır murat ederse onu dinde âlim kılar.”
 38. Hadis
 
مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا أوْ يَزْرَعُ زَرْعًا فَيَـأكُلُ مِنْهُ
طَيْرٌ أوْ إِنْسَانٌ أوْ بَهِيمَةٌ إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ
Bir müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insan, hayvan ve kuşların yedikleri şeyler, o müslüman için birer sadakadır.
Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Müsâkât, 7, 10.
 39. Hadis
إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ
 وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ
İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.
Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107.
 40. Hadis
اِتَّقُوا اللَّهَ رَبَّـكُمْ وَصَلُّوا خَمْسَـكُمْ وَصُومُوا شَهْرَكُمْ وَأدُّوا زَكَاةَ أمْوَالِكُمْ وَأطِيعُوا ذَاأمْرِكُمْ تَدْخُلُوا جَنَّةَ رَبِّـكُمْ
Rabbinize karşı gelmekten sakının, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekatını verin, yöneticilerinize itaat edin. (Böylelikle) Rabbinizin cennetine girersiniz.
Tirmizî, Cum’a, 80

Alemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah (c.c.)'a hamd olsun. Salatü selam alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve tüm inananlarin üzerine olsun.

Okulsuz Toplum (Ivan Illich) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Okulsuz Toplum

Kitabın Yazarı : Ivan Illich

Kitabın dış kapağından :

“Okullaştırma, eğitimle aynı anlama mı gelmektedir? Kesinlikle hayır. Herkes gün be gün bir şeyler öğrenmektedir. Dürüst olmak gerekirse, çoğumuz, yaşamımızda okullaşmanın direk ve derin bir etkiden son derece yoksun olduğunu görürüz. Bu durumda iki soru ortaya çıkmaktadır: Her toplumda okullaşmaya bu derece büyük bir önem ve prestij kazandıran nedir? Eğitimin işlevi bir şüphe içeriyorsa, okullaşma gerçekte ne anlama gelmektedir?

Ivan Illich, bu eserinde okulun, statükonun korunmasına vesile olan araçlardan biri olduğundan dolayı bu prestije sahip olduğu yolundaki tezini kanıtlamaya çalışmaktadır. Ona göre günümüzdeki okullar eğitimi açısından etkisiz olduğu kadar, bölücü bir nitelik de taşımaktadır. “

Kitabın Özeti :

Ivan Illich, Okulsuz Toplum eserinde hemen hemen bütün dünyanın her şeyini onun uğrunda harcadığı, her sorunun temelinde çözülmesi gereken konunu olarak gördüğü, “okul” konusunu ele almıştır. Konuyu ele alış biçiminde ise yazarın ilahiyat ve felsefe eğitimlerinin etkili olduğu görülmüştür. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, Ivan Illich, eğitime oldukça önem atfetmekte ancak bu temelin edinilmesinde okul gibi devlete ait bir kurumun varlığını eleştirmektedir. Özellikle, buzdağının görünen kısmında yüceleştirilen eğitimin, okul gibi bir araçla, adaletsiz gelir dağılımıyla oluşan toplumlarda oluşan sınıf farklılıklarına sebep olduğuna vurgu yapmaktadır. Yazar, ontolojik düzlemde, eğer okulun; öğrenilen, öğreten ve aynı zamanda da deneyimlerin oluştuğu ve birtakım derslerin alındığı bir mekân olgusu olarak alınması halinde, bunların zaten, hali hazırda, insanların okullaşmadan da gündelik hayattan elde edebileceklerine şiddetle inanmaktadır. Eserinde usta çırak ilişkisinde mesleklerin kazanılabildiği gibi ya da İspanyolca bilen birinin bir İspanyolca öğretmeninden daha iyi bu mesleği icra edebileceğini anlatır.

Zorunlu eşit okullaşmanın, hem iktisadi hem de sosyolojik manada uygulanamaz olduğunu haklı olarak iddia etmektedir. Ayrıca, zorunlu eğitimin, kaçınılmaz bir biçimde toplumu kutuplaştırdığını, eğitim türlerine ve yıllarına göre belli sınıflara ayırdığını da kabul etmemiz gerekmektedir. Okula gelen öğrencilerin belge veya diploma almak amacıyla geldiklerini ve okullarında diploma veren bir aracı kurum olduğunu söyler. Okullar öğrenciler için sadece öğrenme yeri değil, hedeflerine ulaşmak için diploma veren bir kurumdur. Okula gelen öğrencileri kurum, kurallar, idareciler ve öğretmenler ezerler ve onları istedikleri kalıba sokarlar. Bu özgürlüğü, hayalleri, bireysel girişimi, yetenekleri öldürür.

Eşitlik diye her yerde savunduğumuz bir ilkenin nasıl bir eşitsizliğe yol açtığına dair nüveleri de anlatmaktadır kitap. Okulların neden olduğu ve bizatihi oluşturduğu bu paradoks ise kitabın çekirdeğini oluşturmaktadır. Hatta yazar, bir adım daha öteye giderek, kitabın bir kısmında, okulları, modern proletaryanın dünya dini olarak anlatmaktadır. Hatta okulları Ortaçağ Katolik kilisesine benzediğini belirtir. Bu nedenle reform şarttır.

Devletlerin okullara muazzam yatırım yaptıklarını belirtir. Okullara yapılan yardımlar genelde öğrenciye yansımaz. Kurumun ihtiyaçlarına ayrılır ya da çok az bir kısmı öğrenciye döner. ABD ve Güney Amerika ülkeleri arasında eğitim ve farkları üzerinde kafa yorar . Güney Amerika ülkelerinde zorunlu eğitimin uygulanamadığını, öğrencilerin kısa sürede okulları bıraktıklarını belirtir.

Okulların hepsi tüketim toplumlarına yeni uyumlu birey yetiştirir. Ve onları tüketim toplumuna hazır hale getirir. Kısaca İvan İllich’e göre, Okullar toplumsal miti destekler, siyasilerin istediği tipte birey yetiştirir, öğrencilerin özgüven gelişimini önler, müfredatla öğrencileri hayal güçlerini kısıtlar, sosyaş hayattan koparır, hapishane gibidir, öğrenciler kariyer için ezberci eğitime tabi tutulur, öğrenmenin çoğu okul dışında gerçekleşir, okulları farklı gruplar kendi çıkarları için kullanabilir, yeteneklere uygun eğitim veremez, okullar diploma veren kurum haline gelir. Eşit ve özgürlükçü eğitim kesinlikle okullarda verilemez.

Konuya dair çözüm analizinde ise bir bağımsızlıktan bahseder yazar. Eğitimin devletten bağımsız hale gelmesi ile aynı zamanda eğitimcinin de sınırlı olan niteliğini genişletecektir. Yazar, esasen zaten temelde de eğitimin, öğrenmeyi kolaylaştıran koşulların seçimi olması gerektiğini savunmaktadır. Okul sisteminin dayandığı bu tip yanılsamaların ise ancak bir çeşit bağımsızlık ile aşılabileceğini söylemektedir. Diğer bir deyişle, bu anlamda oluşturulacak özerk bir eğitim piyasasının bu sorunu aşabileceğine inanmaktadır. Yalnız dikkat edilmesi gereken nokta, burada bahsedilen piyasanın, bizim şu an anladığımız anlamda bir piyasa olgusu olmadığıdır. Onun piyasadan kastı aslında özerklik halidir.

Yazar, tam anlamıyla özgür olabilen bir toplumu okul gibi bir kurumla özdeşleştirmez. Ona göre okul, çocukların çocuklukları üzerinde, zaman ve enerji hakkı iddia eden yapay ve görece ehemmiyetsiz birer bina olduğunu ileri sürer. Okula devam etme, dersleri başarı ile geçebilme, çevresindekilerle iyi anlaşabilme ve geçinebilme kaygısının ise çocukları hem batı kültürünün, toplumsallaşmasının gündelik hayatından koparmakta hem de onları yabanıl, büyüsel ve ciddi bir ortama tabiri caizse itmektedir. Böylece, kurumsallaşmış, standardize edilmiş, homojenleştirilmiş, tek düzeleştirilmiş ve aynılaştırılmış bilgi yığınları çocuklara empoze edilmektedir. Bu durum aynı zamanda da bir tüketim çağının da habercisi sayılmaktadır.

Öğrenme ise oluşan maliyetler yumağında yavaş yavaş eritilmekte ve buzdağının görünmeyen parçasına eklemlenmektedir. Bununla birlikte ise yeni bir tür yabancılaşma hali başlamaktadır. Bütün bu dönüşümlerin ve sorunların çözümü ve daha da önemlisi daha iyi bir toplum oluşumunun temelleri için yazar kendi görüş önerilerini de sunmaktadır. Söz konusu idelerin gerçekleşmesi için gerekli olan yolları ve katlanılması gereken süreci detaylı bir şekilde anlatmaktadır.

Okulsuz Toplum, gerçekçi, analitik bir kitaptır. Özellikle, yazarın eğitime ve dolayısıyla da buna bağlı olan birçok olguya ontolojik çok boyutlu bir bakışla yaklaşmıştır.

Yazar, özellikle ABD ve Güney Amerika ülkelerinde eğitim politikalarını kıyaslayarak eğitim konusunda çarpıcı değerlendirmeler yapar. Eğitim kurumlarında, öğretmenlerde, idarecilerde, sistemde var olan bütün olumsuzlukları ortaya koyar. Yukarıda yazara göre sayılan zararlarına rağmen etkili bir çözüm ortaya koyamadığı görülür. Okullar diploma veren kurum olmaktan çıkarılmalı, öğretmenlerin eğitimden geçirilmesi, seçmeli derslerin öğrencilerin ilgilerine göre verilmesi ve artması, klasik müfredat olmaması, zorunlu eğitim olmaması, eğitim kurumlarının hepsinde reformlar yapılması, devletin eğitimle ilgili kanun yapmaması, internet üzerinden bilgi paylaşımına dayalı akran grupları ve partner anlayışı gibi çözümler sunar. Ayrıca usta- çırak ilişkisinde yapılan eğitimin daha kalıcı olduğunu belirtir. Bugün öğrenci koçu benzeri öğrencileri yönlendirecek rehberlik edecek pedagoglar önerir.

Yazarın okulların olumsuzlukları hakkında söylemiş olduğu şeylerde gerçekli payı büyüktür. Her şeyin başında disiplini esas alan, öğrenciyi tam gün okula bağlayan sistem sanki öğrenciyi bir nevi hapishane ortamına sokmaktadır. Öğretmenlerde ki ben işimi yaparım, maaşımı alır yatarım anlayışını da haklı olarak dile getirir. Kurumun olduğu yerde eşitlikçi ve özgürlükçü bir yapının olamayacağında da haklıdır. Modern toplumlarda eğitimin ve diplomanın gerekli olduğu da bir gerçektir. Öğretmenlik, doktorluk, adalet, finans vs. pek çok mesleği yaparken ilk olarak aranan şey diploma ya da sertifikadır. Hiç şüphesiz diploması olmayan bir öğrenci ,diplomalı birisinden bir işi daha mükemmelde bilebilir. Bu inkar edilemez. Türkiye gibi büyük ülkelerde okullar eşitlikçi ve halkçı modelle tüm yurt sathına yayılmaya çalışılır. Kültürel birliğin sağlanmasında, Türkçenin yaygınlaştırılmasında, farklı bölgelerde ki öğrencilere eğitim hakkı verilmesinde okullar önemli rol oynar. Bu sayede devlet eliyle resmi ideoloji, kültür her bölgeye empoze edilebilir. Okullar farklı etnik ve dini grupları bir potada eritme işlevi görürler. Eğer devletin eğitime müdahale engellenirse Türkiye başta olmak üzere pek çok ülkede eğitim kurumları farklı amaçlar besleyen grupların, cemaatlerin eline geçer ve daha yıkıcı olabilir. Yazar bu duruma da değinmesine rağmen etkili bir çözüm üretmekten uzaktır.

Yazar, her şeyden evvel ütopikte olsa okulsuz bir toplum hayat etmiş, bir şeyi merak eden ve öğrenmek isteyen öğrencilerin gereken bilgiye pek çok yolla ulaşılabileceğine inanmıştır. Elbette bilgi sonsuzdur ve her yerde bir şeyler öğrenilebilir. İlk çağ sofistlerde gezen filozofların isteyenlere bilgiler anlatması örneğini andırır. İsteyen öğrenmenin yolunu bulabilir ve bunun için pek çok kaynak vardır. Her şeye rağmen Ivan İlich’in eseri farklı bakışlar getirmesi açısından önemlidir. Yıkmakta kararlı olan Ivan İlich, yerini nasıl dolduracağım kısmında zayıf kaldığı söylenebilir. Son dönemlerde yaygınlaşan okulsuz toplum düşününü savunan bir eser olarak karşımıza çıkar. Kendi hayatından beslendiği tabanla birebir inşa ettiği bu eser, bir meslek ve iş ediminde izlenen yolların ne denli eksiklerle dolu olduğunu gözler önüne sermektedir. Yapıtın her satırı kendine has bir orijinalliği de barındırmaktadır.

Guygusal Zeka EQ Neden IQ'dan Daha Önemlidir (Daniel Goleman) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Duygusal Zeka

Kitabın Yazarı : Daniel Goleman

Kitabın Özeti :

1.BÖLÜMÜN ÖZETİ : DUYGUSAL BEYİN

Duygular insanların amaç ve gücünü anlatan, insana kendisini feda ettiren sevginin özlemlerimizin, tutkularımızın ana rehberidir. Türümüz var oluşunu büyük ölçüde duyguların insan ilişkilerindeki gücüne borçludur ve bu güç olağan üstüdür. Sosyologlar evrimin insan ruhunda duyguya neden merkezi bir yer verdiğini tartışırken kritik anlarda kalbin akla üstünlüğüne işaret etmektedirler. Onlara göre duygularımız tehlike acı bir kayıp, zorluklara karşı bir hedefe doğru ilerleme, eşine bağlanma ve bir aile kurma gibi yalnızca akla bırakılmayacak durum ve görevlerde yol göstericidir. Her duygu bizi bir şekilde hareket etmeye hazırlar; her biri insan hayatında tekrarlanan güçlüklerle baş edebilecek şekilde bizi yönlendirir. Bu durumlar evrimsel tarihimiz boyunca defalarca tekrarlandıkça duygusal repertuarımızın yaşamını sürdürebilmesi açısından değeri, kalbimizin doğuştan, otomatik eğilimleri olarak sinir sistemimize işlenmesi ile kanıtlanmıştır.

Beden ve beynin yeni yöntemlerle incelenmesiyle birlikte araştırmacılar her duygunun bedeni birbirinden farklı tepkilere nasıl hazırladığına ilişkin sayısı gitgide artan fizyolojik ayrıntılar keşfetmektedirler.

Öfke hissedildiğinde kan akışı bir silah tutmayı yada düşmanı vurmayı kolaylaştırıcı şekilde ellere yönelir; kalp atışı hızlanır, adrenalin gibi hormonların hızla salgılanmasıyla birlikte çevikçe hareket etmeye yetecek güçte enerji meydana gelir.

Korku hissedildiğinde ise kan kaçmayı kolaylaştırmak için bacaklardaki gibi büyük iskelet kaslarına yönelir ve sanki yüzdeki kan çekilir, bu da kanın donduğu hissi verir bu arada saklanmanın daha iyi bir alternatif olup olmadığının anlaşılması için beden bir anlık donar. Beynin duygusal merkezlerindeki devreler onu alarma geçirip harekete hazırlamak üzere hormon salgılanmasını başlatır. Dikkat, nasıl tepki verilmesi gerektiğini değerlendirmek için yaklaşan tehlikeye odaklanır.

Bizi eyleme geçiren bu biyolojik eğilimler, deneyimler ve kültür tarafından şekillendirilir. Örneğin sevilen birinin kaybı evrensel olarak üzüntüye ve yas tutmaya neden olur. Ancak bu yaşama tarzımız yani duyguların nasıl gösterildiği veya özel anlara saklanıldığı, tıpkı kimlerin yas tutulacak kadar sevilen kişiler olduğu kültür tarafından belirlenir.

2. BÖLÜMÜN ÖZETİ : DUYGUSAL ZEKANIN DOĞASI

Psikolojinin açık sırlarından biride yaygın efsaneye karşın notların, IQ'nun yada üniversite giriş sınavı puanlarının hayatta kimin başarılı olacağına dair kusursuz bir tahmin sağlayamamasıdır. Bir bütün olarak büyük gruplar açısından IQ ve yaşam koşulları arasında bir bağ bulunduğuna emin olabiliriz. Çok düşük IQ’lu bir çok kişi işçilik ve benzeri işler yaparken yüksek IQ’lularda iyi para kazandıkları işlere giriyorlar. Ancak IQ’nun kişin gelecekteki başarısını belirlediğine ilişkin kuralların çok sayıda istisnası var. Hatta istisna insanların sayısı kurala uyanlardan fazla olabilir. IQ’nun hayattaki başarıya katkısı %20’dir geri kalan %80’i başka etkenler vardır. Bir gözlemcinin de dediği gibi, bir kişinin toplumda edindiği yeri, sonuçta IQ’sunun dışında kalan ve sosyal sınıftan şansa kadar uzanan etkenler belirler.

Tabii hayatta başarıya ulaşmanın pek çok yolu ve değişik yetenekler gerektiren pek çok alan bulunmaktadır. Bilgiye gitgide daha fazla dayanan toplumumuzda teknik beceri bunlardan birisidir. Bir çok bulgu gösteriyor ki duygusal yetenek sahibi kendi duygularını tanıyan ve idare edebilen başkalarının duygularını okuyup onlarla etkili bir şekilde başa çıkabilen kişiler hayatın her alanında gerek romantik yakın ilişkilerde gerekse kuruluş iç politik ilişkilerde başarıyı belirleyen sözsüz kuralları kavrama becerisinde avantajlıdırlar. İyi, gelişmiş duygusal becerilere sahip kişiler yaşamlarını daha doyumlu ve etkili bir şekilde sürdürerek kendi verimliliklerini besleyecek zihinsel alışkanlıkları edinebilir. Duygusal hayatını bir şekilde kontrol altına alamayan kişiler ise, kendi içlerinde, işe odaklanıp açıkça düşünmelerini sağlayacak yetenekleri baltalayan savaşlar verir.

Sosyal beceriyi sınayan başkalarının rahatsız edici duygularını yatıştırma yeteneği ise öfkenin tepe noktasına ulaşmış bir kişi ile baş edebilmek açısından ustalığın son kertesine varıldığını gösterebilir. Öfkenin denetim altına alınması ve duygusal bulaşıcılık hakkındaki veriler, öfkeli kişinin dikkatini başka bir yere çekmenin, onun hislerine ve bakış açısına empati göstermenin ve sonrada onu daha olumlu duygulara ahenk kurabileceği alternatif bir odak noktasına çekmenin bir tür duygusal judonun etkili bir strateji olabileceğini işaret ediyor.

3. BÖLÜMÜN ÖZETİ : DUYGUSAL ZEKÂ

İnsanların çabalarını doğru yönde sürdürebilmeleri için gerekli bilgiyi almasını sağlayan bir geri bildirim sorunudur. Sistem teorisindeki özgün anlamıyla geri bildirim, bir parçanın sistemdeki diğer tüm parçaları etkilediği ve rotadan çıkmış bir parçanın daha iyi sonuç verecek şekilde değiştirebileceği anlayışı çerçevesinde sistemin bir parçasının nasıl çalıştığına dair bilgi alışverişi demektir. Bir şirkette herkes sistemin parçasıdır ve geri bildirim de kurumun can damarıdır. Bu bilgi alışverişi sayesinde insanlara yapmakta oldukları işin iyi gittiği yada daha hassas ayar istediği, kalitesinin yükseltilmesi veya tamamen yeniden yönlendirilmesi gerektiği bildirilir. Geri bildirim olmadan insanlar karanlıkta kalır, patronları, iş arkadaşları yada kendilerinden beklenenler açısından ne durumda oldukları hakkında bir fikirleri yoktur ve her türlü sorun zamanla çetrefilleşir.

Bu anlamda eleştiri bir yöneticinin en önemli görevleri arasındadır. Aynı zamanda en çok korkulan ve sürüncemede bırakılan iştir. Bir çiftin duygusal sağlığı anlaşmazlıkları ne kadar iyi dile getirdiklerine bağlı oldukları gibi, iş hayatında kişilerin etkinliği, hoşnutluğu ve üretkenliği de rahatsızlık veren sorunların ne kadar iyi anlatıldığına bağlıdır. Gerçekten de eleştirilerin nasıl yapıldığı ve algılandığı kişilerin işlerinden birlikte çalıştıkları ve hesap verdikleri kişilerden ne kadar memnun olduklarını belirlemekte büyük rol oynar.

Öfke, kaygı ve depresyonun olumsuz tıbbi etkileriyle ilgili deliller, göz ardı edilmeyecek bir birikim oluşturmuştur. Kronikleştiğinde öfke ve kaygı insanların bir dizi hastalığa karşı direncini kırabilir. Depresyon ise kişilerin daha kolay rahatsızlanmasına neden olmasa bile, özellikle durumu ağır olan daha zayıf hastaların tıbbi açıdan iyileşmesini engelleyebilir ve ölüm riskini artırabilir. Ancak kronik duygusal sıkıntı değişik biçimleriyle zehir gibi bir etki yapıyorsa, bunun karşıtı bir dizi duyguda, bir ölçüde panzehir etkisi yapabilir. Bu olumlu duyguların hastalıkları tedavi edeceği yada gülmenin veya mutluluğun tek başına ciddi bir hastalığın gidişatını değiştireceği anlamına gelmez. Olumlu duyguların sağladığı ek üstünlük açık değildir. Ama çok sayıda insanla yapılmış incelemelerden yararlanarak hastalığın gidişatını etkileyen bir yığın karmaşık değişkenin arasından ayırt edilebilir.

4. BÖLÜMÜN ÖZETİ: FIRSATLARA AÇILAN PENCERELER

Aile yaşamı bize ilk duygusal dersleri veren okuldur; yakın ilişkilerin bu potasında, kendimizi nasıl göreceğimizi ve başkalarının bizim hislerimize ne şekilde tepki vereceğini; bu hisler hakkında nasıl düşünmemiz gerektiğini ve tepki verirken ne gibi seçeneklerimiz olduğunu; umutları ve korkuları nasıl okuyup ifade edeceğimizi öğreniriz. Bu duygusal dersler sadece anne babanın çocuklarına doğrudan söyledikleri ve yaptıklarıyla değil kendi hislerini idare edişleriyle ve aralarındaki etkileşim modeliyle de verilir. Bazı anne-babalar üstün yetenekli duygusal öğretmenlerdir, bazıları ise gaddardır. Anne-babaların çocuklarına davranış tarzının katı disipline mi yoksa empatik anlayışa mı, umursamadan mı yoksa sıcak davranarak mı çocuğun duygusal yaşamı açısından derin ve kalıcı sonuçları olduğunu gösteren yüzlerce araştırma vardır. Yine de duygusal zekaya sahip anne ve babaların varlığı başlı başına büyük yararları olduğunu gösteren somut bulgular ancak son zamanlarda elde edilmiştir. Çocuklarıyla doğrudan ilişkilerinin yanı sıra, bir karı kocanın kendi aralarında hisleri ile nasıl baş ettikleri de, ailedeki en ince duygusal alışverişleri bile gözden kaçırmayacak kadar akıllı öğrenciler olan çocuklara çok etkili dersler verir.

Duygusal açıdan yetersiz ebeveynlik tarzları arasında en sık rastlanan şu üçüdür.

Hisleri tamamen göz ardı etmek. Bu tür anne babalar çocukların duygusal sıkıntılarını ıvır-zıvır yada dert kaynağı olarak değerlendirerek, kendiliğinden geçmesini beklemeleri gerektiğine inanırlar. Duygusal anları, çocuğa yakınlaşma yada onun duygusal yeterlilik konusunda bir şeyler öğrenmesine yardımcı olmak için bir fırsat olarak kullanmayı beceremezler.

Fazlasıyla serbest bırakmak. Bu tür anne-babalar çocuğun ne hissettiğinin farkındadırlar, ancak çocuk içindeki duygusal fırtınayla nasıl baş ederse etsin hatta, isterse başka birine vursun yaptığı hiçbir şeye karışmazlar. Çocuğun hislerini göz ardı eden tiplerde olduğu gibi, bu anne babalar da çocuklarına alternatif bir duygusal tepki öğretmeye ender olarak kalkışırlar. Tüm rahatsızlıklarını yatıştırmaya çalışırlar ve örneğin üzüntüsünü yada öfkesini geçirmek için pazarlığa yada rüşvete baş vururlar.

Çocuğu aşağılayıp hislerine saygı göstermemek. Bu tür anne-babalar genellikle çocuğun hiçbir yaptığını onaylamaz, sert bir şekilde eleştirir ve cezalandırırlar. Örneğin çocuğun öfkesini belli etmesine hiçbir şekilde izin vermeyip en ufak bir huysuzluk belirtisinde bile cezalandırmaya yönelirler. Bunlar çocuk bir şeyi kendi açısından anlatmaya başladığı zaman sakın bana karşılık verme diye öfkeyle bağıran anne ve babalardır.

5. BÖLÜMÜN ÖZETİ : DUYGUSAL OKUR YAZARLIK

Giderek artan sayıda aile artık çocukların hayata sağlam bir şekilde hazırlanmasını sağlayamadığından, çocukların duygusal ve sosyal yeterlilik eksikliğinin telafisi için toplumların baş vurabileceği tek yer okuldur. Bu çöküş içinde ya da çökmeye yakın olan tüm sosyal kurumların yerini tek başına okulun alabileceği anlamına gelmez. Ancak hemen her çocuk okula gittiğinden okul onlara belki başka hiç bir yerden elde edemeyecekleri temel hayat derslerini sunan bir yerdir. Duygusal okur yazarlık okullara, çocukların sosyalleşmesinde etkisiz olan ailelerin bıraktığı boşluğu doldurmak gibi ek bir görev yükler. Bu çetin görev iki temel değişikliği gerektirir. Öğretmenlerin geleneksel misyonlarını aşması ve yerel toplumun okullarla daha çok ilgilenmeleri.

Bu derslerin nasıl öğretildiği, sadece duygusal okuryazarlığa adanmış bir sınıfın olup olmamasından daha büyük bir önem taşıyabilir. Öğretmenin niteliği bu açıdan çok önemlidir. Çünkü onun sınıfını idare ediş tarzı, duygusal yeterlilik ya da yetersizlik konusunda başlı başına bir model ve fiili bir derstir. Öğretmen bir öğrenciye cevap verdiğinde diğer yirmi ya da otuz çocuk bir şey öğrenir. Bu tür dersleri çekici bulan öğretmenler, bir yerde kendi kendilerini bu iş için seçmişlerdir. Çünkü herkes mizaç olarak buna uygun değildir. İlk önce, hislerden söz etmekten çekinmemesi gerekir. Her öğretmen bunu kolaylıkla yapamaz ya da yapmak istemeye bilir. Standart öğretmen eğitiminde, bu tür bir öğretme tarzına onları hazırlayan pek bir şey yoktur. Bu nedenle duygusal okur yazarlık programları öğretmen adaylarını bu yaklaşıma alıştırmak için birkaç haftalık özel eğitim verir.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...