18 Ekim 2019 Cuma

Kaizen Japonya'nın Rekabetteki Başarısının Anahtarı (Masaaki İmai) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kaizen Japonya'nın Rekabetteki Başarısının Anahtarı

Kitabın Yazarı : Masaaki İmai

Kitap Hakkında Bilgi :

Kaizen, Japon işletme yönetimi konusunda okuduğum kitaplardan çok farklı bir kitap. Tamamamıyla uygulamaya yönelik. Olağanüstü bir kitap.
Thomas R. Horton - İcra Komitesi Başkanı

Kaizen, yapılan işi yeterli bulmamaktır. Bu kitabı öncülük ettikleri alanlarda kendini sürekli yenileme prosesini kurumlaştırmak isteyen kişiler için mükemmel bir kaynak olacaktır.

Kitabın Özeti :

Japon yönetiminin başlı başına en önemli kavramı ve Japonya'nın rekabetteki başarısının anahtarı olan Kaizen stratejisinin tanımı, kapsamı, uygulama aşamaları ve örneklerle başarılı uygulama alanlarından bahsedilmektedir.

Kaizen iyileştirme demektir. Kitapta Kaizen; üst yönetim, müdürler, ve çalışanlarında dahil olmak üzere herkesi kapsayan sürekli iyileştirme olarak tanımlanmıştır. Kaizen kavramı, Batılıların ve Japonların yönetim yaklaşımlarının farklılıklarını ortaya koyar. Değişimin Japonya'da nasıl anlaşıldığı ve Batı'da nasıl görüldüğü arasındaki temel fark Kaizen olarak tanımlanabilir. Japon yöneticileri kendileri için doğal ve anlaşılır bir kavram olan Kaizen'e hükmettiklerini çoğu zaman fark etmezler. Kaizen kavramı, Japonya'da şirketlerin neden uzun süre değişmeden kalamadıklarını açıklar.

Toplam Kalite Kontrol (TKK) ve Şirket Çapında kalite Kontrol (ŞÇKK) kavramları Japon şirketlerinin sürece öncelik veren bir düşünce tarzı oluşturmasına ve organizasyon hiyerarşisinin her düzeyindekilerin katılımıyla sürekli iyileştirmeyi sağlayan stratejiler geliştirmesine yardımcı olmuştur. Şirketin herhangi bir biriminde herhangi bir gelişmenin olmadığı tek bir gün bile geçirilmemelidir. Yazar, Kaizen stratejisinin verdiği mesajı bu şekilde özetliyor.

İyileştirme, Kaizen ve yenilik olarak ikiye ayrılabilir. Kaizen sürekli çabaların sonucunda mevcut durumda görülen küçük çapta iyileştirmeleri anlatır. Yenilik ise, yeni teknolojiye ve araçlara yapılan büyük yatırımlar sonucu mevcut durumun köklü bir şekilde değiştirilmesidir.

En kötü şirketler, mevcut durumu koruma faaliyetleri dışında hiçbir işlem yapmayan, yani hiçbir Kaizen veya yenilik girişiminde bulunmayan, değişiklerin ancak pazar koşulları ve rekabet ile yönetimin zorlandığı zaman ele alındığı, yönetimin nereye gittiğini bilmediği şirketler olarak tanımlanıyor. Kaizen, işletmede yer alan herkesin katılımını gerektiren sürekli bir süreç olduğu için, hiyerarşideki herkes faaliyeti sırasında Kaizen ile iç içedir.

Kitapta, iyileştirme için başlangıç noktasının, iyileştirmeye olan ihtiyacın fark edilmesi olarak belirtilmiştir. İhtiyaç bir problemin fark edilmesi ile ortaya çıkar. Fark edilen bir problem yoksa, iyileştirmeye de ihtiyaç yoktur. Mevcut durum ile yetinmek Kaizen'in düşmanıdır. Dolayısıyla Kaizen problemlerin bilincinde olmayı öngörür.

Kaizen, sürece öncelik tanıyan bir yönetim tarzını esas alır, çünkü sonuçların daha iyi olabilmesi için önce süreçlerin iyileştirilmesi gerekir. Kaizen insana öncelik verir ve kişilerin çabalarına yöneliktir. Bu anlayış Batılı yöneticilerin sonuca öncelik veren düşünce tarzıyla tamamen çelişmektedir.

Yöneticinin rolüne baktığımızda, destekleyici ve teşvik edici rolün süreçlerin iyileştirilmesine yöneldiğini, kontrol edici rolün ise sonuca yöneldiğini görürüz. Kaizen kavramı yönetimin, kişilerin süreçleri iyileştirme çabalarını destekleyici ve teşvik edici rolünü vurgular. Yönetim, bir yandan süreç öncelikli kriterler geliştirmek durumundadır; diğer yandan kontrole dayalı rolü ile de sadece performansa ya da sonuç öncelikli kritere bakar.

Kaizen'in güzel yanlarından biri de, karmaşık bir teknik gerektirmeyişidir. Kaizen'i uygulayabilmek için, sadece kalite kontrolünün yedi aracı gibi (Pareto diyagramları, sebep-sonuç diyagramları, histogramlar, kontrol noktaları, serpme diyagramları, grafikler ve kontrol tabloları) basit tekniklere ihtiyaç vardır. Çoğu kez gereken tek unsur sağduyudur. Yenilik ise genellikle karmaşık bir teknoloji ve büyük yatırım gerektirecektir.

Kaizen, küçük ve sürekli değişimleri besleyen verimli bir fidelik, yenilik ise; ara sıra ani patlamayla ortaya çıkan magma gibidir. Kaizen ile yenilik arasında büyük bir fark; Kaizen'in gerçekleştirilmesi için büyük yatırımlara ihtiyaç duyulmamasına karşılık, sürekli bir çabayı ve işe adanmayı gerektirmesidir. Bu iki zıt kavram arasındaki fark, merdiven ile yokuş arasındaki farka benzetilebilir. Yenilik sonucu oluşturulan bir sistem, onu öncelikle korumak ve sonra da geliştirmek için kesintisiz bir çaba gösterilmediğinde, sürekli olarak gerileyecektir.

Bütün sistemler, bir kez kurulduktan sonra gerileme eğilimindedir. Bir organizasyon, yapısını bir kez oluşturduktan sonra gerilemeye başlar. Bir başka deyişle, mevcut durumun korunması için sürekli bir iyileştirme çabası gereklidir.

Bu çaba gösterilmediği taktirde, gerileme kaçınılmazdır. Bu yüzden bir yenilik, devrim denecek bir performans standardına ulaştığında, eğer bu standart sürekli çabalarla geliştirilmezse, erişilen yeni performans düzeyi düşecektir. Bunun için, bir yeniliğin doruk noktasına ulaşıldığında, ulaşılan düzey bir dizi Kaizen çalışması ile korunmalı ve iyileştirilmelidir.

Yenilik bir kısa süreçli bir faaliyetidir. Etkileri yoğun rekabet ve standartların erozyonu sonucunda azalırken, Kaizen sürekli gayretlerin biriken etkisiyle yıllar geçtikçe gelişme eğilimi gösterecektir. Standartlar sadece mevcut durumun korunmasına yönelik olduğu ve ulaşılan performans düzeyi kabul edilebilir görüldüğü sürece daha iyiye yönelme çabaları da azalır.

Bu kitap aynı zamanda Japon şirketlerinin uluslararası rekabetinde Kaizen'in oynadığı önemli bir rolü de açıklamaktadır. Temel olarak, iki tür şirket vardır; Kaizen'i onaylayanlar ve onaylamayanlar. Pek çok Japon şirketi Kaizen'le başarıya ulaşırken, Batılı yöneticiler Kaizen'in sağladığı büyük rekabet fırsatlarını fark etmekte geç kaldılar. Bunun bir nedeni kimsenin onlara Kaizen stratejisini ve kazanımlarını açıklamamış olmasıdır. Bir diğer neden de, Kaizen stratejisinin halen gelişmekte olmasıdır. Günümüzde Japon şirketleri Kaizen'le otuz yıllık tecrübeye ulaşmıştır ve kaizen stratejisi, artık her şirketin anlayabileceği şekle gelmiştir.

Kültür Kuramı (Nermi Uygur) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kültür Kuramı

Kitabın Yazarı : Nermi UYGUR

Kitap Hakkında Bilgi :

Kültür Kuramı, eski ya da yeni kültür öğretileri üzerine genel bilgiler yansıtan bir başvuru kitabı olarak değil, yazarın düşünce felsefeleri ve düşünce kazısı olarak adlandırdığı felsefi bir kültür kuramı arayışı etrafında yoğunlaşan bir kitaptır.

Kitabın Özeti :

Yazar kültür kuramının belki de tam bir sınırı olamayacağını çarpıcı örnekler ve alt başlıklar altında okuyucuya sunmakta ve "sağduyudan uzak düşmeyen herkes tıkız bir kültür kuramının ne denli dallı budaklı birikimler getirdiğini bilir" diyerek eksiksiz bir kültür kuramının mevcut olamayacağını ifade etmektedir. Yazar, kendi deyimiyle felsefi açıdan eli ayağı düzgün bir kültür anlayışını aramaktadır bu kitabında. Kitap on alt bölümden oluşmaktadır. Örneğin aşağıda örneklenen bölümlerde, Kültür Kuramı'nın okuyucuya vermek istediği kuramsal ancak gerçek hayata yansıtılabilecek pratik konular görülebilmektedir.

"Dil, Kültür ve Eğitim" bölümünde, çağdaş Batı Avrupa'daki çok kültürlülükten bahsedilmekte ve dil, kültür ve eğitim arasındaki bağlar fenomenolojik olarak incelenmeye çalışılmaktadır. Bu yapılırken dilin, kültürün ve eğitimin tanımları yapılmaktadır. Bu kavramların ve fenomenlerin insan hayatına ve değişik toplumlara yapabileceği ve yaptığı katkılar anlatılmaktadır.

"Kültürler Arası Düşünceler" bölümünde, günlük yaşamın felsefesi irdelenmekte ve bunun kültür açısından önemi ve yeri değerlendirilmektedir. Bu bölümde Türk Dili'nin felsefesi üzerinde durularak dilbilimsel ve felsefi bazı bilgiler verilmektedir. Dilin toplum ve düşünceler üzerine etkileri ele alınarak dilin ve farklı dillerin yarattığı fiziksel ve anlamsal etkilerden bahsedilmektedir.

"Marcel'de Ben-Sen Bağı" bölümünde, felsefenin en alıcı ayrımı olan kişiler arası ayrımdan ve özellikle ben-sen ikileminden bahsedilmektedir. Marcel'in "varoluş" konsepti ve "yalnızlık" veya "tekbencilik" gibi kavramlar farklı bir açıdan ele alınarak okuyucuya düşünme ve kendini yargılama ortamı yaratılmaktadır. Bu bağlamda çok boyutlu dinamik bir yaşama evreninin ortasında bulunan bir "ben" kavramı incelenerek başka insanlarla arasındaki farklar felsefi olarak ortaya konmaktadır.

"Ahlakın Bilimce Temellendirilmesi" bölümünde, tanışma, görüşme, dövüşme, giyinme, yargılama ve değerlendirme gibi bir çok davranışın teorik ve pratik değerleri ile farklı toplumlar içindeki önemleri ve rolleri üzerinde durulmaktadır. Bilimsel açıdan ahlakın ne demek olduğu ve "bilimce" bir temellendirmenin mümkün olup olamayacağı ele alınmaktadır. Eğer bir temellendirme varsa ve mümkünse bu nasıl olacaktır? İşte bu bölümde bu ve bunun gibi sorulara cevap aramaktadır yazar.

Sonuç olarak Kültür Kuramı, en küçük ama en önemli varlık olan "ego" kavramında başlayarak daha komplekse doğru giden ve toplumdaki farklı değişkenler içinde kültür teriminin farklı anlamlarını ortaya çıkarmaya hedefleyen bir çalışmadır. Bunu yaparken çok çarpıcı örneklemeler yapmaktadır ve okuyucuya kendini de içinde hissettiği bir sanal toplum yaratmaktadır. Sadece metafizik konuları değil mantık kuramları vasıtasıyla da örnekler ve çıkarım ortamları zenginleştirilmektedir. Yazar, Bertrand Russel'in doğruluk anlayışından bahsederken şöyle der: "Russel'ı belli bir 'izm'in darlığına kapanmaktan; tüm bilgileri 'doğru' yada 'yanlış' olmak bakımından tek ve şaşmaz bir ölçeğe vurmaktan; kuram uğrunda güdükleşmekten kurtaran, hiç kuşku yok ki, ustalıkla uyguladığı çözümleyici yöntemdir." Yazar, Russel'ın yalınlığa verdiği önemden bahsederek, onun doğruluk anlayışını ifade etmeye çalışmaktadır. Bütün bu alt bölümler bir sonucu olarak denilebilir ki: "Bir kültür kuramı, biçimi ve içeriği saymakla tükenmeyecek öğeler kapsar. Evet tanımlanması zordur, ancak tanımlanmaya başladığımızda ise felsefenin ve bilimin ışığında bilmediğimiz bir çok ilginç ve aydınlatıcı yere gidebiliriz.

Üçüncü Dalga (Alvin Toffler) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Üçüncü Dalga

Kitabın Yazarı  : Alvin TOFFLER

Kitap Hakkında Bilgi :

Alvin Toffler, çağımızın önde gelen yönetim ve gelecek bilimcileri arasındadır. Yazdığı kitaplar tüm dünyada önemli bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmekte ve birçok yöneticiye geleceğe dönük planlar yaparken ışık tutmaktadır. Toffler, bu kitabı hazırlarken çeşitli ülkelerde yayımlanan 534 kitap, gazete, dergi, rapor gibi çok çeşitli kaynaklardan yararlandığını belirtmiştir. Aile uzmanları, fizikçiler, şirket yöneticileri, generaller, başbakanlar ve toplumun çeşitli kesimlerinden kimselerle yapılan görüşmeler neticesinde varılan tespitler olarak ortaya çıkan bu kitap, dünyayı şekillendiren yaratıcı insanların şimdiye, geçmişe ve geleceğe dair değerlendirmelerini ortaya koyup, kendi geleceğimize hazırlık yapabilme yeteneğimizi arttırmayı hedeflemektedir.

Yazara göre yeni uygarlık o denli farklıdır ki, doğru kabul edip benimsemiş olduğumuz bütün eski görüşlerimizi zorlar. Eski düşünce tarzları, öğretiler ve ideolojiler, geçmişte ne denli yararlı olmuş olurlarsa olsunlar, artık bugünün gerçeklerine uymamaktadır. Yeni değerlerin, teknolojilerin, yaşam biçimlerinin ve haberleşme yöntemlerinin etkisiyle ortaya çıkan bu dünya, yeni fikirleri, benzetmeleri, sınıflandırmaları ve kavramları da zorunlu kılmaktadır.

“Muhteşem… Büyüleyici bir bilgi birikimi.”
The Washington Post

“Güçlü bir kitap… Alvin Toffler’dan bir bomba daha!”
The Guardian

Kitabın Özeti :

Alvin Toffler, çağımızın önemli yönetim ve gelecek bilimcileri arasındadır. Yazdığı kitaplar tüm dünyada önemli bir okuyucu kitlesi tarafından takip edilmekte ve bir çok şirket ve yöneticiye geleceğe dönük planların yapılması aşamasında ışık tutmaktadır. Yazar bu yapıtının hazırlanmasında çok çeşitli kaynaklardan yararlandığını açıklamıştır. Bunlardan bir bölümü; çeşitli ülkelerde yayımlanan 534 kitap, gazete, dergi, rapor vb. Yazar dünyanın dört bir yanında değişikliğin yaratıcısı olan kişilerle yaptığı görüşmelerin kitabın hazırlanmasında önemli bir yer tuttuğunu belirtmektedir. Aile uzmanları, fizikçiler, şirket yöneticileri, generaller, meclis ve hükûmet temsilcileri, başbakanlar ve de toplumun çok geniş ve çeşitli kesitlerinden gelen kimselerle yapılan görüşmeler neticesinde varılan tespitler olarak ortaya çıkan bu kitap, dünyayı şekillendiren yaratıcı insanların mevcut, geçmiş ve geleceğe bakış açılarını, değerlendirmelerini ortaya koyarak, bir anlamda geleceğimizi şekillendirecek olan bu insanların görüşlerinden yararlanarak kendi geleceğimize hazırlık yapabilme yeteneğimizi arttırmayı hedeflemektedir.

Alvin Toffler, dünya tarihini bütüncül bir bakış açısıyla tarihin ilk sayfalarından başlayarak günümüze kadar getirmekte, böylece sistem anlayışının bireysel bazda önemli bir yararına dikkat çekmektedir. Şöyle ki; Alvin Toffler tarihin her safhasında, bireyin içinde bulunduğu global ve daha dar çevredeki değişkenlerin neler olduğunu bilmesinin, yaptığı faaliyetler üzerindeki verimlilik etkisini önemli bir şekilde arttıracağını, güzel ve anlaşılır bir ifadeyle ortaya koymaktadır. Alvin Toffler, bu yaklaşım çerçevesinde tarihi üç safhada ele almakta ve kendi deyimiyle bunları dalgalar olarak nitelendirmektedir. Bu dalgalar şunlardır;

1. dalga : Tarım Toplumu
2. dalga : Sanayi Toplumu
3. dalga : Bilgi Toplumu

Alvin Toffler, birinci dalga olarak tarım toplumunu almaktadır. Çünkü tarihin ilk sahnesinden bu yana tarım, insan ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli bir yer tutmuş ve tarımın temel dayanak noktası olan toprak için milletler arasında mücadeleler verilmiştir. Tarım toplumlarının temel özellikleri olarak, tüm yaşama biçimlerini toprağa dayandırmaları olmasıdır. Bu kendini yönetme şekillerinden gelenek ve göreneklere kadar çeşitli biçimlerde göstermekte olup, tarım toplumlarının başarısının içinde bulunulan ortamın değişkenlerinin iyi anlaşılması ve kullanılmasıyla mümkün olacağı belirtilmektedir. Tarih sahnesine bakıldığında, dünya 1. dalga içindeyken toprağını en verimli şekilde kullanabilen toplumların diğerleri üzerinde bir güç alanı oluşturdukları görülmektedir. Bu güç alanının oluşturulmasındaki temel prensip sadece tarım toplumları için değil, sanayi ve bilgi toplumları için de geçerli olup, bu prensip; içinde bulunulan dalganın değişkenlerinde sinerjik bir şekilde yararlanabilmektedir. Bu ise yönetim temel fonksiyonları olan planlama, teşkilatlandırma, emir-komuta, koordinasyon ve kontrolun ülke bazında içinde bulunulan dalganın değişkenleriyle bir sistem anlayışı içinde bütünleştirilmesiyle mümkün olabileceğidir. Ancak bu şekilde sinerji prensibi gerçekleştirilmiş olacaktır.

Alvin Toffler, 2. dalga olarak sanayi toplumlarını belirtmekte olup, bu toplumların dayanak noktasının ise makineleşme olduğunu söylemektedir. Sanayi toplumlarının başarısının da, gene aynı prensiple, sanayi toplumunun içinde bulunduğu değişkenlerin, makro yönetim felsefesinde dikkate alınmasıyla mümkün olabileceğini belirtmektedir. İkinci dalganın başlangıç zamanı olarak İngiltere'de 1830'lu yıllarda başlayan sanayi devrimini ve bu devrimle ortaya çıkan toplumsal değişmelerin içinde bulunulan ortamın yanıltıcı körlüğü dikkate alınmadan anlaşılabilmesi ön plana çıkarılmaktadır.

Alvin Toffler, son olarak üçüncü dalga yani bilgi toplumundan bahsetmekte ve halen içinde bulunduğumuz bilgi çağının değişkenlerinin, ilk iki dalga ve bunların özelliklerine bütünsel bir bakış açısıyla bakarak başarı kriterlerinin tespiti ve dolayısıyla da bireysel ve toplumsal analojiler yaparak ortamsal körlükten kurtulunmasını, kalite ve verimlilikte ulusal rekabet avantajının elde edilebilmesini sistemsel bir bakış açısıyla ortaya koymaktadır.

Üçüncü dalganın ortaya çıkışında 1. ve 2. dalganın dinamik bir evrimleşmesi söz konusudur. İşte bu yüzden "Üçüncü Dalga" ana çizgileriyle bir sentezi dile getiren bir kitaptır. Yazara göre çoğumuzun içinde büyüdüğü eski uygarlığı anlatır ve burnumuzun dibinde yeşermekte olan yeni uygarlığın geniş çaplı ve ihtiyatla çizilmiş bir tablosunu sunmaktadır.

Yeni uygarlık o denli farklı ki, doğrudur diye bellemiş, benimsemiş olduğumuz bütün eski görüşlerimizi zorlar. Eski düşünce tarzları, eski formüller, öğretiler, ideolojiler, geçmişte ne denli yararlı olmuş olurlarsa olsunlar, artık bugünün gerçeklerine uymamaktadır. Yeni değerler ve teknolojilerin yeni jeopolitik ilişkilerin, yeni yaşam biçimleri ve haberleşme yöntemlerinin etkisiyle ortaya çıkan bu dünya, yeni fikirleri, yeni benzetmeleri, yeni sınıflandırmaları ve kavramları da gerektiriyor. Yarının embriyon halindeki dünyasını dünün kalıpları içine sıkıştıramayız.

Yazara göre kitabın savı şudur: Bütün bu yıkıntıların, çöküntülerin ortasında yeni doğuşların, yeni yaşamların belirtilerini şimdiden görebiliriz. Açıkça tartışmaya yer bırakmayacak biçimde görülecektir ki, aklımızı kullanırsak ve biraz da talihimiz yaver giderse, yeni ortaya çıkacak uygarlık, şimdiye dek gördüklerimizden çok daha sağlıklı, çok daha mantıklı, çok daha dürüst, çok daha demokratik olabilir.

Alvin Toffler'ın belirttiğine göre kitabın bu temel savı doğruysa, önümüzdeki geçiş yılları fırtınalı ve bunalımlarla dolu olsa bile, uzun dönemde iyimser olmamız için bir çok neden vardır.

21. Yüzyılda Türkiye (Emre KONGAR) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : 21. Yüzyılda Türkiye

Kitabın Yazarı : Prof. Dr. Emre KONGAR

Kitap Hakkında Bilgi :

Siyasal İslam Türkiye'de nasıl gelişti?
Güneydoğu sorununun kökünde ne yatıyor?
Avrupalı Türkler nasıl ortaya çıktı?
Ekonomik kalkınmanın neresindeyiz?
Demirel'in, Özal'ın, Çiller'in siyasetteki rolleri nedir?
21. Yüzyılda Türkiye'yi hangi sorunlar bekliyor?
ABD'nin etkisi gelecekte ne olacak?
Ordu'nun siyasal yaşamdaki yeri güçleniyor mu?
Gecekondulaşma süreci ülkeyi nasıl pençesine alıyor?
Gelir dağılımı bozukluğu geleceğimizi nasıl etkileyecek?
Büyük sermaye, ülkenin geleceğini nasıl biçimlendirecek?
Demokratikleşme kaçınılmaz mı?
Prof. Kongar bu soruların yanıtlarını, Osmanlı'dan Atatürk'e, Atatürk'ten 21. Yüzyıl'a dek ele aldığı bir değişim süreci içinde arıyor.

Kitabın Özeti :

Yazar, sosyolojik yönden Türk devlet ve toplum yapısındaki değişiklik ve gelişmeleri tarihî akış içerisinde ele alarak değerlendirdiği eserin birinci bölümünde; Osmanlı sistemi ile toprak düzeninin merkezi iktidara dayandığını, bu özelliğin ekonominin serbest piyasa ekonomisi kuralları içinde olmasını ve sermaye birikimini engellediğini, batılılaşma çabalarının, devlet üzerindeki batı denetimini ve ekonomik baskıyı artırmaktan başka bir işe yaramadığını, buna karşılık Atatürk'ün; batılılaşmayı, ülkeyi batı baskısından kurtarmada bir araç olarak kullandığını anlatmaktadır.

Yazara göre, Osmanlının son dönemindeki siyasal birikimini, dine ve padişah otoritesine dayalı bir anayasal monarşi ile milliyetçilik akımları etkisinde parçalanmış yabancı denetimi altında bir devlet yapısı, ideolojik birikimin temelini ise imparatorluğun çöküş döneminde gecikmiş olarak ortaya çıkan, Türk Milliyetçiliği akımı oluşturmaktadır.

Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal'e dağılan, parçalanan ülkenin tüm siyasal ve kültürel yapısını değiştirmek için bir araç olmuştur. Atatürk siyasal inkılâpları ile eğitim, kültür ve hukuk alanındaki yenilikleri, batı dünyasının yüzyıl önce geçirmiş olduğu toplumsal ve ekonomik değişmeleri hızla gerçekleştirmenin aracı olarak kullanıyordu. Böylece çağdaş ve dışa dönük bir toplum modeli yaratmayı amaçlamıştır.

Yeni Cumhuriyetin amacı dış denetimden arınmış girişimci ruhlu millî bir sermaye sınıfı yaratmaktır. Bu siyasetin temeli olarak 1923 yılında Cumhuriyetin sahip olduğu toplumsal ve ekonomik yapıyla, Atatürk'ün kurmuş olduğu ilkeleri esas alınmış, ekonomi siyasetinin ana ilkeleri İzmir İktisat Kongresinde belirlenmiş ve geliştirilmek istenen sermaye sınıfına ise devletçilik ilkesi ile yön verilmiştir.

İkinci bölümden itibaren ise 20'nci yy'da Türkiye ve dünyada ortaya çıkan gelişmeler değerlendirilerek, 21.yüzyıl Türkiye'sinin durumunun belirlenmesinde dış dünyadaki gelişmelerin ve uluslar arası sermayenin etkili olacağı, en büyük adımı ise Avrupa Birliğine girme isteğinin oluşturacağı, dağılan Türk Cumhuriyetleriyle artan ilişkilerin, ekonomiyi olumlu yönde etkileyeceği yönünde görüş ileri sürülmektedir.

Küreselleşme çerçevesinde bir bölgesel güç olarak dünya arenasına çıkmasının ise bölgede komşularıyla iyi ilişkiler geliştirebilmesinin, dünya üzerinde Japonya'dan ABD'ye kadar çeşitli ekonomik ve siyasal ittifaklar oluşturabilmesine bağlı olduğu, ancak halen Türk ekonomisinin belli aşamaları geçirmiş olmakla beraber sağlam ve sağlıklı yapıya kavuşamadığı ve dış dünyaya bağlı hareket edemediği değerlendirmesi yapılmaktadır.

1950 yılında çok partili döneme geçişle birlikte, ulusal sermaye sınıfı da belirginleşmeye başlamıştır. 1950'den sonraki gelişmeler döneminden itibaren çoğu zaman siyasî mülahazalarla ve siyasal alanda demokratikleşmeye paralel olarak, Atatürkçülük'ten bazı sapmalar ortaya çıkmıştır.

1980 sonrası yaşanan ekonomik gelişmeler; 21'nci yüzyıl Türkiye'si açısından tarım kesiminin de artık sanayi ülkelerindeki yapıya yavaş yavaş yaklaştığını göstermektedir.

Yazar önümüzdeki dönemde Türkiye'nin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve coğrafi konum itibarıyla karşılaşabileceği durumlar hakkında şu değerlendirme ve tahminleri yapmaktadır;

Toplumsal yapının ve değişmenin göstergesi incelendiğinde teknolojik gelişme ile nüfus artışının ters orantılı geliştiği görülmüştür. Demografik dağılımın bozukluğu kaynakların etkin kullanımını zora sokmaktadır. İlk ve orta öğretimle birlikte yüksek öğretim durumu incelendiğinde, gerek nitelik, gerekse nicelik bakımından 21'nci yüzyılda Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak olduğu görülmektedir. Devlet, çalışan nüfusun sosyal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamada son derece yetersiz kalmakta, sosyal devlet statüsüne uygun hareket edememektedir. Türkiye'nin en önemli sorun alanları, fiziksel, hukuksal, siyasal ve toplumsal olarak kent hukuku dışında gelişmiş olan eski gecekondu bölgeleri olacaktır.

Yazar, önümüzdeki yüzyılda Türkiye'nin, Amerika Birleşik Devletleri, büyük sermaye ve askerî bürokrasi olmak üzere üç merkezli gücün yönlendirileceğini, dış dünyadan gelen siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda farklı etkileri olan küreselleşme, kaçak yapılaşma ile simgeleşen ve tüm siyasal ahlâkı da pençesine alan bir yağma kültürünü temsil eden kentleşme, hem Cumhuriyetin tarihinden gelen hem de evrensel oluşumların desteklediği, katılım ilkesinin yaygınlaşmasında ve etkinleşmesine dayalı olan demokratikleşmeden oluşan üç temel sürecin etkisinde kalacağını düşünmektedir.

Gelecek yüzyılda, Türkiye'deki toplumsal sınıflar ile siyaset arasındaki ilişkiler bire bir ekonomik kökenli olmayacağı, buna karşılık ideolojik oluşmaların da bu ilişkileri önemli ölçüde etkileyeceği gözlenmektedir.

Türkiye gelecekte üç temel sürecin etkisinde kalacaktır. Birincisi, dış dünyadan gelen siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda farklı etkileri olan küreselleşme, ikincisi, kaçak yapılaşma ile simgeleşen ve tüm siyasal ahlâkı da pençesine alan bir yağma kültürünü temsil eden çarpık kentleşme, sonuncusu ise, hem Cumhuriyetin tarihinden gelen hem de evrensel oluşumların desteklediği, katılım ilkesinin yaygınlaşmasında ve etkinleşmesine dayalı olan demokratikleşmedir.

Önümüzdeki yüzyılda, Türkiye'yi yönlendirecek belirleyici güçler de üç merkezli görünmektedir. Birinci güç, dış dünyanın belirleyiciliği açısından tarihsel olarak da Türkiye'nin biçimlenmesinde önemli roller oynamış ve küreselleşme süreci ile bu konumu iyice kurumlaşan Amerika Birleşik Devletleri, ikinci güç; gelişmesi için kendisine destek verilmiş olan ve sonunda kitle iletişim araçlarının mülkiyetine de sahip olarak bu gücünün doruğuna ulaşmış olan büyük sermaye, üçüncü güç ise, Türkiye'nin çağdaş bir millî devlete geçişinde rol oynayan, bölücü terör ve şeriat tehdidi karşısında yeniden ön plâna çıkan askerî bürokrasidir.

Küreselleşmenin birinci niteliği, siyasî ve askerî alanda Amerika Birleşik Devletlerinin egemenliği ve dünya jandarmalığı rolüne soyunmuş olması, ikinci niteliği, ekonomik alanda uluslar arası sermayenin egemenliği, üçüncü niteliği tüm dünyada bir örnek tüketim kültürü oluşturulması, dördüncü niteliği ise mikro milliyetçilik akımlarını güçlendirmesidir.

Yazar kitabında, 21. yüzyıla girerken Türkiye'nin toplumsal yapısını ve değişmesini dış dünyadaki gelişmelere paralel olarak ele almış, ülkede yaşanan sorunlara tarihsel perspektifte siyasal ve ekonomik oluşumlara objektif olarak çözümlemesini yapmıştır.

Kitapta 21. yüzyılda karşılaşacağımız muhtemel sosyo-ekonomik problemler ile bunların çözüm yollarını ülkenin gerek kendi iç dinamikleri, gerekse dış öğelerin dayatacağı oluşumları, bunların sosyal, siyasal ve ekonomik alandaki etkilerini bir anlamda tahmin olarak da bulmak mümkündür.

Yazar toplumsal yapı ve değişimi çözümlerken olaylara her bir konu için sistematik ve kronolojik olarak yaklaşmıştır. Bu da okurun her konu hakkında siyasal ve ekonomik dönemler arasında birbirini tamamlayan geçişler yapmasını kolaylaştırmıştır.

21'nci yüzyılda dış dünyadaki küreselleşme, uluslar arası sermaye, demokratikleşme gibi oluşumların ülkemizi nasıl etkileyeceği okurla paylaşılmış olup, özellikle karar alıcılar ve politika oluşturuculara yön verecek çarpıcı sonuçlar çıkartılmıştır.

Kitabın bir özelliği de dilinin anlaşılır olması ve ulaşılan sonuçların net ifadelerle anlatılmasıdır.

21.Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları (Peter F. DRUCKER) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : 21.Yüzyıl İçin Yönetim Tartışmaları

Kitabın Yazarı : Peter F. DRUCKER

Kitap Hakkında Bilgi :

Burada anlatılan sorunlar, yapılan tartışmalar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tümünde (örneğin Kore'de, Türkiye'de) yaşanmaya başladı bile.

Bu sorunları belirlemek, analiz etmek ve bunlara çözüm bulmak mümkün.

Birileri bir yerlerde bunlar üzerine çalışıyor. Ama bunu yapan organizasyon ve yöneticilerin sayısı henüz yeterli sayıya ulaşmadı.

Oysa bugünden bu sorunlarla mücadele etmeye başlayan, kendilerini yeni mücadelelere hazırlayan kişi ve kuruluşlar geleceğin liderleri olacaklar ve yarınlara hükmedecekler.

Durup bekleyenler ise, geride kalmaya mahkûm olacak, belki hayatta kalmayı bile başaramayacaklar. Bu yüzden bu kitap, sizi eyleme geçmeye çağırıyor.

-Peter F. Drucker-

Kitabın Özeti :

Bir fikir eseri olan kitap, 210 sayfadır. Kitapta; 1900'lü yıllardan bugüne kadar bilimsel olarak incelenmeye başlanan "Yönetim" olgusu ile ilgili kavram ve teorilerin değişikliğe uğrayıp uğramadığı tartışılmaktadır.

Günümüze kadar "Yönetim" kavramı birçok farklı açıdan incelenmiş ve formüle edilmiştir. Tarihi süreç içinde yirminci yüzyılın başlarında ilk önce klasik yönetim anlayışı geliştirilmiş, daha sonra bunu Neo-klasik anlayışın ortaya çıkışı takip etmiştir. Klasik anlayışa göre, insan sürecin bir parçasıdır ve makinelerden farksızdır. Bu anlayışa karşı toplumsal tepkiler oluşmaya başlayınca sadece insan ihtiyaçlarını tatmin etmeyi esas alan Neo-klasik anlayış, sosyolog ve psikologlar tarafından ortaya atılmıştır. Daha sonra önceki iki anlayışın sentezi ve biraz da geliştirilmiş şekli olan modern yaklaşım çerçevesinde "Sistem" ve "Durumsallık" Yaklaşımları gündeme gelmiştir. Kısaca organizasyonlar için genel değil, özel reçetelerin hazırlanması gerektiğini savunan modern yaklaşımı da, modern sonrası çağdaş kavram ve yaklaşımlar takip etmiştir. Yalnız bu çağdaş kavram ve yaklaşımlar önceki teoriler kadar genel kabul görmeyip bölgesel uygulamalar düzeyinde kaldığından henüz tam şekillenmemiştir denilebilir. İşte bu noktadan itibaren yönetim anlayışının gelecekte nasıl şekilleneceğini tahmin etmenin gereği gündeme gelmektedir.

Kitabın yazarı, bu kitapta yönetim olgusunun gelecekte takip edeceği yönü kestirmek üzere, geçmiş eğilimleri de dikkate alarak, konuyu altı ayrı başlık altında irdelemiştir.

Birinci bölümde yönetim konusunda şu ana kadar oluşmuş paradigmalar hakkındaki tespitlerini kaleme almıştır. Yazarın oluştuğunu düşündüğü paradigmalar arasında; yönetim olgusuna ilişkin varsayımların önemi, yönetimin sadece işletme yönetimi olarak algılanması, tek doğru organizasyon yapısını bulma çabaları, organizasyon içerisinde insanı yönetmenin tek doğru yolunu bulma gayretleri, teknoloji onun son kullanıcılarının sabitliğine ilişkin kabuller, yönetimin faaliyet alanının hukuki olarak ve politik açıdan belirlenmiş olması ile yönetimin ilgi alanına ilişkin kabuller yer almaktadır. Bu bölümde, önceki cümlede adı geçen paradigmalar yazar tarafından birer birer ele alınmış ve tartışılmıştır. Sonuç olarak, paradigmaların yanıtları verilmek yerine kasıtlı olarak sorular ortaya atılmıştır. Nedeni ise şu şekilde açıklanmıştır: "Modern toplumun ve ekonominin merkezi ne teknoloji, ne bilgi, ne de verimliliktir. Bu, sonuç üretmek amacıyla var olan ve toplumun bir organı olan yönetilen kurumdur. Yönetim, kurumların sonuca götürülmesinde kullanılabilecek çok önemli bir araçtır, işlevdir ve alettir. Bu nedenledir ki; nihai bir yönetim paradigmasına ihtiyaç vardır. Kurumun performansını ve sonuçlarını, kurum içinde ve dışında, kurumun kontrolünde ve kontrolü dışında etkileyen her şey yönetimin ilgi ve sorumluluğu dahilindedir.

İkinci bölümde; organizasyonları yeni stratejiler geliştirmeye iten nedenler ele alınmış ve incelenmiştir. Bunlar arasında; düşmeye başlayan doğum oranı, kullanılabilir gelir dağılımı, performansın tanımı ile ilgili yargı değişiklikleri, mevcut büyüme endüstrileri, küresel rekabet, ekonomik gerçekler ile politik gerçekler arasında artan uyuşmazlıklar sıralanmıştır. Sonuç olarak; bu sorulara cevap bulunduktan sonra stratejiler belirlenmelidir. Yapısal, ekonomik, sosyal, politik ve teknolojik dönüşümden kaynaklanan büyük değişimin yaşandığı günümüzde, mücadelede başarılı olamayan kurumlar piyasada tutunamayacaklardır.

Üçüncü bölümde; değişim liderliğinden bahsedilmektedir. Yazara göre değişimi kimse yönetemez, ancak değişimde uygulamaya konulacak politikalar üretilebilir. Bu politikaların amacı, sürekli iyileştirme olmalıdır. Başarıdan yararlanan kurumların değişimi yaratabileceği ifade edilmektedir. Bu arada, kurumların kaçınması gereken davranışlar da sıralanmıştır. Değişimin ancak, sürekli olursa kuruma yarar sağlayabileceği belirtilmiştir. Geleceğe yön vermek için değişime öncü olmak gerektiği vurgulanmıştır.

Dördüncü bölümde; enformasyon/bilgi tartışmalarının yapıldığını görmekteyiz. Yeni bilgi devriminden ve bilgi teknolojisinde teknolojiden bilgiye uzanan ilişki araştırılmaktadır. Ayrıca teknoloji uzmanları için tarihten alınması gereken bazı dersler dile getirilmiştir. Kurumların ve yöneticilerinin ne kadar bilgiye ihtiyaç duydukları tartışıldıktan sonra bilginin yönetilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bilgi çokluğundan doğacak karmaşanın önüne geçmek için bilginin düzenlenmesi gerektiğine işaret edilmiştir. Bilgi ile beraber artık dışarı açılmanın kaçınılmaz olduğu ifade edilerek bölüm tamamlanmıştır.

Beşinci bölümde, bilgi işçisinin verimliliği konusu tartışılmıştır. Artık emek yoğun işgücünden bilgi yoğun işgücü devrine geçilmiştir. Yönetim olgusuna ilişkin ilk teoriler ortaya atılırken amaç; el işçisinin verimliliğini artırmaktı. Bunun için ilkeler geliştirildi ve el işçisinin gelecek dönemlerde de verimliliğini sağlamak için alınacak tedbirler belirlenmiştir. Şimdi bilgi işçisinin verimliliğine ilişkin verilerin, ilkelerin belirlenmesi zamanı... İşte bu bölümde bilgi işçilerinin verimliliğini artırmak için alınabilecek tedbirler tartışılmıştır. 21nci yüzyılda kurumların en değerli varlığının bilgi işçileri ve onların verimlilikleri olacağı ifade edilerek bölüm tamamlanmıştır.

Altıncı ve son bölümde ise; 21nci yüzyılda kurumlar için başarının sırrı olacak insan faktörü derinlemesine ele alınmıştır. Yazar, bilgi işçisi ve onların, yöneticinin yerine kendilerini koyduktan sonra her bireyin neler yapması gerektiğini incelemiştir. Herkesin kendisini nasıl yöneteceğini irdelerken, öncelikle bireyin güçlü yanlarının neler olduğunu belirlemesi gerektiğini vurgulamıştır. Daha sonra bireysel performansımıza ilişkin gerçekçi tespitler yapmamız gerektiği ifade edilmiştir. Bireyin, kendisinin nereye ait olduğunu sorgulamasının arkasından ait olduğu kuruma ne kadar katkı sağladığını düşünmesini tavsiye etmektedir. Uzun süre hizmet eden birisinin çalışma hayatında genç ve fikren canlı kalmayı öğrenmesi gerektiğine işaret etmektedir. Yazar, gelecekte insanların yapmakta olduklarını nasıl ve ne zaman değiştireceklerini; bunu nasıl ve ne zaman yapacaklarını öğrenmek zorunda kalacaklarını ifade ederek altıncı bölümü tamamlamaktadır.

Sonuç olarak; kitap gelecekten söz etmektedir. Kitapta anlatılan sorunlar, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tümünde değişik dozlarda yaşanmaktadır. Yazara göre bu sorunları belirlemek, analiz etmek ve bunlara çözüm bulmak mümkündür. Bazı organizasyon ve yöneticilerin bu işi profesyonelce yaptığından bahsetmektedir. Bu kurumların/yöneticilerin kendilerini geleceğin mücadelesine hazırladıkları için gelecekte lider olacaklarını ve geleceğe hükmedeceklerini ifade etmektedir. Durup bekleyenlerin ise geride kalmaya mahkum olacağını, belki de hayatta kalmayı bile başaramayacağını iddia etmektedir.

Yetki Devri (Ronalds G.WELLS) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yetki Devri

Kitabın Yazarı : Ronalds G.WELLS

Kitap Hakkında Bilgi :

Yetki devretmeyi hiç düşünmediniz mi? Yetki devretme bir yöneticinin elindeki en güçlü araçlardan biridir. Yeterince yetki devrediyor muyum, hangi yetkileri kime devretmeliyim ve devrettikten sonra ne yapmalıyım, diye hiç düşündünüz mü? Bu kitapta bu gibi soruların yanıtları ile yönetici olarak yaşamınızı kolaylaştırmanın yollarını bulacaksınız. Nasıl, ne zaman ve kime yetki devretmek gerektiğini öğrenmek size yönetim faaliyetine daha çok zaman ayırma, elemanlarınıza ise daha iddialı hedefleri üstlenme olanağı verecektir.

Kitabın Özeti :

İş başındaki ve geleceğin yöneticileri için hazırlanmış olan bu kitap, sekiz bölümden oluşmaktadır. İlk bölümlerde genel bilgiler verildikten sonra, kitabın son bölümünde test, pratik ve sınav bölümleri yer almaktadır.

Görev devrinin, operasyonel ya da yönetsel karakterde bir ya da birkaç anlamlı görev ya da sorumluluğun, bir ya da birkaç asta verilmesi olduğu, bundan bütün sorumlulukların önceden belirlenmiş olduğu ve bütünsel olarak planlanmış görevlerin devrinin anlaşılmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Etkili karar almanın başarılı yönetimin özünü oluşturduğu, yetki ve görev devredip etmeme, ne zaman devretme, neyi devretme ve kime devretme gibi soruların yöneticilerin aldığı en kritik kararların arasında yer aldığı belirtilmektedir. Ayrıca, yetki devrinin denetim azalması anlamına gelmediği, yetkiyi devredenin yetkiden vazgeçmiş olmadığı vurgulanmaktadır.

Görev devrinin önündeki örgütsel engeller: devredecek kimsenin bulunmaması, politika ve prosedür yetersizlikleri ile rolün açık seçik olmaması; yönetsel engeller ise: yönetsel rahatlık alanlarını koruma, elemanların yetersizliği korkusu, herşeye kadir yönetici efsanesi, yöneticinin kendine güvensizliği, aktivite tuzağı, kontrolü kaybetme korkusu ve elemanlardan kaynaklanan engeller olarak sıralanmaktadır. Analitik yetenek, iyi gelişmiş insanlararası ilişkiler, iletişim becerisi, kendinden emin olmak, sonuçlar üzerinde yoğunlaşmak, etkili devredicinin özellikleri arasında sayılmaktadır.

Organizasyona yararlı olan ve elemanların görevlerini zenginleştirecek hususların, kendi performansınızı iyileştirecek görev ve sorumlulukların, yapmaya alışık olduğunuz şeylerin, rutin görev ve sorumlulukların, düzenli olarak çok zaman gerektiren işlerin, hoşlanmadığınız ayrıntıların ve zamanınız yokken hemen yapmanız gereken işlerin devredilmesi gerektiği; ancak iyi tanımlanmamış faaliyetlerin ve salt yönetime özgü sorumlulukların devredilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Bu kitapta, görev ve yetki devri ile ilgili olarak aşağıdaki ilkeler ortaya konmaktadır:

1. İlke : Beklenen performansı tanımlanmamış bir sorumluluk devredilmemelidir.

2. İlke : Performans yeteneği olmayan birisine bir sorumluluk devredilmemelidir.

3. İlke : Yöneticiler bilinçli olarak işin eşit dağılımını teşvik eden bir şekilde devretmeye çalışmalıdır.

4. İlke : Yöneticiler bilinçli olarak fırsatların eşit dağılımını teşvik eden bir şekilde devretmeye çalışmalıdır.

5. İlke : Etkili devir, bireysel farklılıkların ve durumun gereklerinin bilincinde olmayı gerektirir.

6. İlke : Etkili devir devredilebilecek ve devredilemeyecek sorumlulukları ayırt edebilmeyi gerektirir.

7. İlke : Devir kararı alınırken devredilen sorumluluğu normal koşullarda yerine getirmeye yetecek kadar yetki de verilmelidir.

8. İlke : Yönetici, seçilen elemana aktardığı yetkiyi ilgili herkese duyurmalıdır.

9. İlke : Bir sorumluluk bir elemana devredilmeden önce gerekli raporlar ve öteki kontrol süreçleri dikkate alınmalıdır.

10. İlke : Görev tamamlandığında yönetici bu olguyu derhal kabul etmeli ve mümkün olur olmaz geri besleme verilmelidir.

11. İlke : Bir eleman devraldığı sorumluluğu tamamlayıncaya ya da yönetici tarafından bu sorumluluk kendisinden alınıncaya kadar taşımalıdır.

12. İlke : Sorumluluğu devredebilirsiniz ama hesap vermekten kurtulamazsınız. Nihai sorumluluk yöneticidedir. Gerek kendi gerekse elemanlarının eylemlerinin hesabı ondan sorulacaktır.

Yenilikçi Yönetim, Yaratıcı Birey (Gönül Budak) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yenilikçi Yönetim, Yaratıcı Birey

Kitabın Yazarı : Gönül Budak

Kitap Hakkında Bilgi :

Çalışması esnasında yüzlerce kararlar veren, bunları uygulamaya koyduran ve kararlarının isabetini kontrol eden yöneticilerin stratejik nitelikli yenilikçi kararlarında isabet kaydetmeleri halinde yönetimsel etkinliklerinin artacağı söylenebilir. Yönetime yapılan bu yaklaşımı desteklemesi amacıyla kitapta yapılmaya çalışılan örgütsel ve yönetimsel analizler, bilinen yöntem ve tekniklerin kuramsal bir tekrarı niteliğinde değildir.

Kitabın Özeti :

Yenileşme için şu anki pozisyonunuzu ve gitmek istediğiniz yeri iyi bir şekilde belirlemeniz gerekmektedir. Bulunduğunuz durumu anlayıp, ölçmek de oldukça zordur. Endüstri psikologları bu konularla oldukça ilgilenmektedirler. Yöneticilerin karakterlerini ve etkin bir yönetimi temsil eden davranış modellerinin neler olduğu tam olarak belirlenememiştir. Örneğin yöneticileri başarı ya da başarısızlığa götüren faktörler nelerdir? Etkili bir yönetimin belirtileri ve çıktıları neler olabilir? Yöneticiler genel olarak dört nedenden dolayı yenileşmeye önem vermektedirler. Bunlar;

1.Pazarla ilgili nedenler: Öncü firma olmak, öncülüğü korumak, rakipleri karşısında teknik üstünlük sağlamak, pazarda bir ürünün tek satıcısı olmak gibi nedenler.

2.Örgütsel nedenler: Yenilikçi olarak tanınmak ve bunu sürekli kılmak, seçim yapabilecek geniş bir ürün kapasitesine sahip olmak, karı yükseltme umuduna ve isteğine sahip olmak, örgütte morali yüksek tutmak ve daha fazla yenilik yapabilecek yaratıcılığa elverişli örgütsel ortamlar oluşturabilmektir.

3.Sosyal nedenler: Değişikliği bekleyen tüketicilerin bu taleplerini tatmin etmek, kamuya karşı işletmeyi yararlı göstermek, işletmenin sosyal sorumluluğunun bilincinde olduğuna ilişkin bir imaj yaratarak, özellikle büyük işletmelere karşı kamunun ön yargıya dayalı olumsuzluklarını gidermeye çalışmaktır.

4.İş görenle ilgili nedenler: Yetenekli ve istekli iş görenleri işletmeye çekebilmek ve bunların işletmede kalmasını sağlamak, örgütteki tüm iş görenlere işlerinden zevk almaları ve işlerine anlam kazandırma olanakları vermek ve örgütsel sorunların çözümünde onlardan yardım isteyerek onları işe karşı güdülemektir.

Yönetici başarısı rekabet, teknoloji ve sosyal karakterler gibi çevresel faktörlerden etkilenmekte ve sonucunda yönetimsel etkinlik artabilmektedir. Bilindiği gibi oturmuş, yani büyük işletmeler zaman içerisinde yönetimsel olarak merkezileşmektedir. Kurumsallaşma burada belki büyük ölçüde işe yarayabilir. Yönetimsel olarak etkinliği arttırmak için firma örneğin ürün ve coğrafi etkenlere göre daha küçük bölümlere ayrılarak değişime ve dolayısıyla yenilikçi yönetime daha uygun bir hale gelecektir. Merkezi yönetim bu sayede bir çok uluslar arası şirkette olduğu gibi ar-ge, pazarlama, yatırım araştırmaları yapma ve bilgi toplama gibi görevlere kanalize olabilecektir.

Özellikle katılaşmış örgütlerde her zaman yenilikçi kişiler değişimin sebebi olmuşlardır. Yenilikçi ve yaratıcı kişiler fırsatları görüp, değerlendirip ve bundan avantaj sağlamaları ile katı işletmelere canlılık getirirler. Bu kişiler yönetimsel olarak desteklenmezlerse baskı ve kontrol altında yaratıcılıklarını kullanamayıp örgüt için verimli olamazlar. Müşterilerin, hissedarların ve diğer ilgili kişilerin beklentileri yaratıcı kişiler için her zaman avantaj doğuracaktır. Önemli olan değişimi zamanında yakalayabilmektir. Değişime çabuk tepki veremeyen işetmeler, rekabetçi avantajlarını kaybederler. Değişime kapalı işletmeler yalnız kendi rekabetçi avantajlarını kaybetmeyip aynı zamanda kendi çalışanının üzerinde kuracağı baskı nedeniyle iyice durağanlaşırlar.

Bilindiği üzere büyük örgütlerin en önemli özelliği bürokratik yapıya kaymalarıdır. Yani kimin ne yapacağı ve yaptığı işlerin tanımları en baştan bellidir. İşte bu yaratıcılığı yok edip, çalışanların kendi yaratıcılıklarını da baskı altında tutmaktadır. Bunu aşmak için yenilikçi yönetimler amaçlara göre yönetim ilkesinden yararlanarak, daha az yakından gözetim, karar verme işlemlerinden daha az kaçınma ve daha çok inisiyatif kullanma alışkanlığının örgütün tüm kademelerine yayılmasını hedeflemektedirler.

Amaçlara göre yönetimin, yöneticilere kişi olarak daha çok saygınlık kazandırdığı ve yönetimsel etkinliğe daha çok yaklaştırdığı savunulmaktadır. Otomasyon uygulaması da örgütlerde önemli bir yenilik sağlayan araçtır. Bu sayede daha sağlıklı örgüt tasarımları, istenmeyen işler ve rutin görevler azaltılabilir veya tamamen ortadan kaldırılabilir. Otomasyon, mekanik, gündelik ve belirli işlemleri sistemlere bırakarak insanların özel yeteneklerinden daha fazla yararlanabilme özeliği doğurmaktadır.

Kısaca yönetimsel etkinlik için kaynaklar optimum kullanılmalı ve örgüt çevresel değişimlere hazırlıklı olmalıdır. Bu yolla koşullara göre yeni hedefler saptayan, teçhizat ve donanımları yenileştirip, geliştiren daha ekonomik mal ve hizmet üretimini sağlayan,pazara hakim olan, potansiyel pazarlardan daha iyi yararlanabilen ve daha önemlisi çalışanların yaratıcılıklarını harekete geçirebilen yönetim etkilidir. Zaten bilindiği üzere büyük işletmeler yenilik harcamaları için çok büyük paralar yatırıyorlar ve böylece yenileşme hareketinin kurumlaşmış ve örgütlü bir görüntüye sahip olmasını sağlıyorlar.

Her ne kadar yenileşmek zor gibi görünse de aslında o kadar zor değildir. Önemli olan yönetim ve çalışan uzmanlar arasında bir uyum yakalayabilmektir. Uzmanların yaratıcılıkları üst yönetim tarafından da desteklenmelidir. Günümüz koşullarında değişim hızının ve bu değişime çabuk tepki vermenin önemini anlayan büyük işletmeler, zaten çalışanlarının önerilerinden ve yaratıcılıklarından maksimum düzeyde yararlanmaktadırlar. Tabi ki bu değişimler olurken önemli olan diğer bir nokta da bu önerileri ve yaratıcılıkları destekleyebilecek sistemi kurup, verimli bir şekilde çalışmasını sağlayabilmektir.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...