Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
21 Ekim 2019 Pazartesi
Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü - Binbin Gece Masalları
Masalın Adı : Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Ve 4. Gece Olunca
Şehrazâd, sözünü sürdürmüş: Bildiğime göre, ey bahtı güzel şahım, balıkçı ifrite "Sana asla inanmam. Ta ki, küpe girdiğini gözlerimle görmüş olayım!" deyince; ifrit sarsılmış, silkinmîş ve yeniden göğe yükselen bir duman olmuş. Sonra da sıkışmaya ve nihayet yavaş yavaş küpe yerleşmeye başlamış. Bunun üzerine balıkçı, hemen üstünde Süleyman'ın mührü olan kurşun tıpayı almış ve küpün ağzını tıkamış. Sonra da ifrite seslenmiş: "Hey oradaki! Ölmek için, ölüm tarzını seç! Yoksa seni denize fırlatacağım ve de kıyıda bir ev yaptırıp seni avlamak isteyenleri engelleyeceğim. Onlara, 'Burada, kim kendisini kurtarırsa, kurtulur kurtulmaz kendisini kurtarana ölüm çeşitleri sayarak hangi türden ölmek istediğini soran bir ifrit var' diyeceğim" demiş. İfrit, balıkçının sözlerini işitince küpten çıkmaya çalışmış, fakat başaramamış ve de Süleyman'ın mührüyle kurşun tıpa altında hapsedilmiş olduğunu anlamış.
O zaman, balıkçının kendisini, ifritlerin en zayıfından en kuvvetlisine kadar hiçbirinin kurtaramayacağı bir zindana atmış bulunduğunu fark etmiş. Sonra balıkçının kendisini deniz kıyısına doğru götürdüğünü anlayınca, ona "Hayır, hayır!" demiş. Balıkçıysa. "Böyle gerekli, böyle gerekli!" demiş. O zaman ecinnî, şartlarını gevşetmeye başlamış ve alçakgönüllülükle, ona: "Ey balıkçı, bana ne yapacaksın?" diye sormuş. O da, "Seni denize atacağım. Çünkü sen orada 5 yüzyıl kaldıysan ben kıyamet gününe kadar kalman için tertibat alacağım. 'Allah'ın seni korumasını istiyorsan, sen de beni koru! Beni Öldürme ki, Tanrı da seni öldürmesin!' diye sana yalvarmadım mı? Oysa sen, benim yalvarışlarıma kulak asmadın, alçakça davrandın!" demiş ve eklemiş: "İşte şimdi Allah seni benim ellerime terk etti, sana vicdan azabı duymadan istediğimi yapabilirim.’ İfrit, "Bana küpü aç! Seni iyiliklere boğayım!" deyince balıkçı, "Yalan söylüyorsun, sen! Hey lanet olasıca!" demiş ve de; "Zaten senin ile benim aramda Kral Yunan'ın veziri ile Tabip Ruyan arasındaki olay aynen geçiyor" diyerek eklemiş... İfrit, "Bu Kral Yunanın veziri ve Tabip Ruyan kimdi? Nedir Kral Yunan'ın bu öyküsü," deyince;
Kral Yunan'ın Veziri İle Hekim Ruyan'ın Öyküsü
Balıkçı anlatmaya başlamış:
Bilesin ki ey ifrit, akıp giden eski zaman içinde ve birbirini izleyen çağlarda, Rum ellerinde, Fars kentinde, Yunan adlı bir kral varmış. Zenginmiş, güçlüymüş; ordulara, hatırı sayılır güçlere hükmedermiş ve her ülkeden hükümdarlarla dostça geçinirmiş. Fakat bedeni, hekimleri ve bilim insanlarını umutsuzluğa düşürmüş olan bir cüzamla dertliymiş. Ne ilaçlar, ne haplar, ne merhemler onu şifaya kavuşturuyor, hiçbir hekim derdine çare bulamıyormuş. Günün birinde Ruyan adlı ihtiyar bir hekim, Kral Yunan'ın kentine gelmiş. Bu hekim Rumca, Farsça, Latince, Arapça ve Süryanice kitapları okuyup bilgi edinmiş. Tıp ve yıldız bilimi üstünde incelemelerde bulunmuş. Bunlarla ilgili kuramlar ve kaideleri ve yıldızların olumlu ve olumsuz etkilemelerini çok iyi bilirmiş. Bitkiler, yaş ve kuru otlar ve bunların iyi ve kötü etkileri üstünde de bilgi sahibiymiş. Ayrıca felsefe ve her türlü tıp bilimiyle başkaca fenler üstünde de incelemelerde bulunmuş imiş.
Bu hekim kente gelince, daha birkaç gün geçmeden, kralın öyküsünü ve Allah'ın takdiri gereği cüzamdan çektiklerini ve de tüm hekim bilim insanlarının tedavilerinden bir sonuç alınamamış olduğunu öğrenmiş. Bunu öğrenince, o geceyi düşünerek geçirmiş. Ama, ertesi gün, Tanrı'nın değerli mücevheri güneş dünyayı selamlayıp ortalığı aydınlatınca, uyanmış. En iyi giysilerine bürünerek Kral Yunan'ın huzuruna çıkmış. Yere kadar eğilerek kralın karşısında yeri öpmüş. Kralın kudretinin uzun ömürlü olmasını ve Allah'ın yardımıyla iyilikler dilemiş. Sonra sözünü sürdürerek kendisinin kim olduğunu anlatmış. Ve de "Efendim, bedeninde bulunan hastalığı öğrendim ve hekimlerin çoğunun derdine çare bulamadığını duydum. Bundan dolayı seni iyileştirmeye geldim. Sana ilaç içirecek ya da bedenine merhemler sürecek değilim!" demiş.
Bu sözleri duyan Kral Yunan çok şaşırmış ve "Bunu nasıl yapacaksın, bilmiyorum ama, beni iyileştirirsen, Tanrı şahidim olsun, sana ve seni izleyecek sülalene yeterince servet bağışlar, tüm dileklerini yerine getirmeleri için buyruklar veririm. Sen de benim musahibim ve dostum olursun" demiş. Sonra da ona hilat giydirmiş; armağanlar vermiş ve "Gerçekten sen, ilaçsız, merhemsiz benim hastalığımı iyi edebilir misin?" diye sormuş. Hekim de, "Evet, kesinlikle! Bedenine hiçbir ağrı ve zahmet vermeden, seni iyi ederim" demiş. Kral görülmedik bir şaşkınlıkla ona "Ey hekimbaşı, bunu hangi gün ve saatte gerçekleştireceksin? Bir an önce işe giriş çocuğum!" demiş. Hekim de "Duyduk ve itaat ettik!" diye yanıt vermiş.
Bunu izleyerek kralın huzurundan ayrılmış. Kitaplarını, ilaçlarını ve kokulu bitkilerini yerleştireceği bir ev kiralamış. Sonra ilaçlarından, bitkilerinden düzenler yaparak bunları sap kısmım oyduğu bir çomağın içine doldurmuş. Sonra da elinden geldiğince bir de top yapmış, işini bitirince, ertesi gün, kralın huzuruna çıkmış ve karşısında eğilerek yeri öpmüş. Sonra ona, ertesi gün meydana gitmesini ve kendisini orada beklemesini söylemiş.
Ertesi gün oyun meydanına giden krala, emirleri, mabeyinciler, vezirler ve krallığın diğer önemli kişileri eşlik etmiş. Meydana daha yeni ulaşmışlarken, Hekim Ruyan çıkagelmiş ve krala, orada silahşörlerindan seçeceği birkaçıyla at üstünde top oynamasını önererek, "Bu sopayı al ve sıkı sıkı tut ve bununla topa vur! Bu oyunu tüm avucun ve bedenin terleyesiye kadar sürdür. Böylece ilaç avucundan tüm vücuduna geçerek dağılacak. Terleyip ilacın bedenini etkilemesine değin zaman geçince sarayına dön, hemen hamama girip yıkan! Kendini iyileşmiş bulacaksın. Şimdi Tanrı'ya emanet ol!" demiş.
Kral Yunan, hekimin verdiği sopayı alıp seçtiği silahşörlerle top oynamaya başlamış. Silahşörler de atlarının üstünde topu atıp kralın vurmasını sağlayarak onunla birlikte bu oyunu sürdürmüşler. Kral, topun peşine düşerek, ulaşınca ona şiddetle vurmak üzere at koşturmuş, elindeki sopayı da sıkı sıkıya tutuyormuş. Bu biçimde sopa vurmayı, avucu ve tüm bedeni terden sırılsıklam oluncaya kadar sürdürmüş. Böylece, ilaç avucundan sızarak bütün bedenine yayılmış. Hekim Ruyan ilacın etki sağladığını anlayınca, kralın hemen saraya dönmesini ve hemen hamamda yıkanmasını önerdiği için; kral da hemen dönüp kendisine hamamı hazırlamalarını emretmiş. Halı sericiler ve köleler, acele koşuşup, halıları serip giysileri ve havluları yerine koyunca, kral hamama girmiş ve hamamın özel bölmesinde giyinip dışarı çıkınca, atına atlayıp sarayına dönmüş ve orada uyumuş.
Kral Yunan'ın durumu böyleyken, Hekim Ruyan da evine gidip yatmış. Ertesi sabah uyanınca saraya gitmiş. Kralın huzuruna çıkıp kabulünü dilemiş. Kral onun içeri alınmasını buyurmuş, hekim huzura gelince eğilerek yeri öpmüş ve ağır ağır şu kasideyi okumaya başlamış:
Hitabet, baba olarak seni seçse idi; çiçek açar ve bir daha başkasını seçmezdi. Ey ışık saçan yüzü meşalenin alevini körleten! O parlak yüzün sönmeden ışık saçıp dursun! Zamanın çehresinde çizgiler belirleyinceye kadar. Bulutun tepeleri sarıp yağmura dönüştüğü gibi; sen de cömertliğinle kapla benim her yanımı! Yaptıklarınla zaferin tepelerinde yer tut! Bahtın, hiçbir dileğine karşı çıkmadığı sevgilisi ol!
Bu kasideyi duyunca, kral ayağa kalkmış ve sevecenlikle hekimin boynuna sarılmış. Sonra onu yanına oturtmuş ve şahane miatlar armağan etmiş.
Gerçekten kral hamamdan çıkınca, bedenine bakmış ve cüzamdan hiçbir iz kalmadığını görmüş, vücudu sanki saf gümüşe dönmüş. O zaman en müşkun bir sevinçle mutluluk duymuş, göğsünün daralması geçmiş, ferahlamış. Sabahleyin yataktan kalkınca, divana girmiş, tahtına oturmuş. Mabeyinciler ve krallığının ileri gelenleri, sonra da Hekim Ruyan içeri girmişler. İşte bu sırada kral ayağa kalkıp ona yanında yer göstermiş. Bunun üzerine ikisine sofra serip bütün gün yiyecekler, içecekler sunmuşlar. Akşam olunca, kral hekime hilatlar ve diğer armağanlardan gayri 2000 dinar vermiş. Sonra da kendi özel bineğiyle evine dönmesine ruhsat tanımış.
Hekim ayrıldıktan sonra, onun hekimlik mesleğindeki marifetini hayranlıkla hatırlamaktan kendini alıkoyamamış ve de "Beni merhem falan sürmeden, bedenimin dışından iyileştirdi. Allah için bilimin yücesine ulaşmış bir hekim! Bu adamın iyiliğini armağanlarla karşılamam ve onu bir nedim ve sevecen bir dost olarak her zaman yanımda tutmam gerekir" demiş. Ve Kral Yunan, bedeninin sağlıklı ve tüm hastalıktan arınmış görerek, bütün sevinciyle mutlu, yatıp uyumuş.
Ertesi sabah kalkıp tahtına oturduğu zaman ulusun ileri gelenleri yöresini sarmış; emirler ve vezirler sağına soluna oturmuş. Hekim Ruyan'ı sormuş, o da gelip önünde yer öpmüş. Onu gören kral, ayağa kalkıp ona yanında yer göstermiş, onunla oturup yemek yemiş. Uzun bir ömür dileyerek hilatlar ve daha başka şeyler armağan etmiş. Sonra, gün batıncaya kadar konuşmalarını sürdürmüş ve ona ödül olarak 5 hilat ve bin dinar daha vermiş. İşte hekim, krala hayırlar dileyerek evine döndüğü zaman durumu böyleymiş.
Sabah olunca kral, saraydan çıkıp divana gelmiş. Yöresini yine emirler, vezirler, mabeyinciler sarmış. Vezirlerin içinde berbat görünüşlü, uğursuz yüzlü ve kem gözlü, korkunç, iğrenç biçimde hasis, yüreği hırs, kıskançlık ve kinle taşlaşmış biri varmış. Bu vezir, kralın Hekim Ruyan'ı yanına oturttuğunu ve ona her türlü yakınlık ve cömertlik gösterdiğini görünce kıskanmış ve gizlice onun yok edilmesini kararlaştırmış. Atasözünün de belirttiği gibi, "Hırslı önüne gelene saldırır; hırslının yüreğinde zulüm pusu kurar; kuvvetlenince bunu açığa vurur, zayıfken içinde uyutur".
Bu vezir, Kral Yunan’ın yanına yaklaşarak eğilip yeri öpmüş ve "Yüzyılın ve zamanın kralı! Sen ki kullarına cömertliğinle yaşam sağlarsın, yüreğimde korkunç ağırlığı olan bir duygu var, bunu sana açıklamazsam, kendimi gerçekten sadık bir kul değil, bir zina çocuğu gibi hissedeceğim. Bana izin verirsen bunu sana açıklarım" demiş. Vezirin sözlerinden içi kararan kral, ona, "Nedir söyleyeceğin?" diye sormuş; Vezir de, "Ey azametli kralım, eskiler 'Kim ki, bir işin sonunu ve bunun yaratacağı kötülükleri görmezse, talih denen şeyi kendine dost bilmesin!' demişler. Ben de kralım, senin saltanatını söndürmekten başka bir şey düşünmemekte olan düşmanına ödüller yağdırarak, lütuflarla donatarak, taşıyamayacağı kadar cömertlik göstererek yanılmakta olduğunu görüyorum ve bu yüzden, kralım için büyük endişeler duyuyorum" demiş.
Bu sözleri duyan kral, son derece bunalmış, rengi atmış ve "Lütuflarımla donattığım halde bana düşman olduğunu iddia ettiğin bu kişi kimdir?" diye sormuş. Vezir, "Hekim Ruyan'dan söz ediyorum" demiş. Kral ona, "Sözünü ettiğin kimse benim iyi bir dostumdur, benim için insanların en değerlisidir. Çünkü o bana elimde tutarak cüzamdan kurtulmamı sağlayan bir şey verdi. Başka hekimler benden umutlarını kesmişlerdi. Bu zamanda Batı'da olduğu gibi Doğu'da da onun gibisi yoktur. Böyleyken nasıl oluyor da sen, onun hakkında bu gibi şeyler söylemeye cüret ediyorsun? Bense, bugünden başlayarak ona güvenceler vermek ve aylık bin dinar tutarında maaş bağlamak istiyorum. Aslında krallığımın yansını ona bağışlasam, onun için pek fazla bir şey yapmış olmazdım. İnanıyorum ki, sen bunları kıskançlığından söylüyorsun, tıpkı vaktiyle işittiğim şâh Sindbad'ın öyküsünde olduğu gibi" demiş.
O anda, Şehrazâd, ansızın sabah olduğunu fark etmiş ve anlatısını kesmiş.
Bunu gören Dünyazâd, ona "Ablacığım, anlattıkların ne kadar tatlı, kibar, zarif ve saf!" demiş. Şehrazâd da, "Eğer şâh beni bağışlar da, hayatta kalırsam, yarın ikinize anlatacaklarım yanında bunlar nedir ki?" demiş. Şah, bunu duyunca, kendi kendine, "Vallahi! Gerçekten harika olan öyküsünün sonunu dinlemeden onu öldürmem!" demiş. Sonra geceyi, sabaha kadar birbirlerine sarılarak birlikte geçirmişler. Sabahleyin şah, divana gitmiş; divan halkla dolunca, gün batasıya kadar tayinler, aziller yaparak, yöneterek, askıda kalan işleri bitirerek adalet dağıtmaya başlamış. Sonra divan dağılmış, şâh da sarayına dönmüş. Gece yaklaşınca, vezirin kızı Şehrazâd ile her zamanki ilişkisini kurmuş.... devamı Şah Sinbad'ın Öyküsü
20 Ekim 2019 Pazar
Balıkçı ile Ecinni Öyküsü - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Balıkçı ile Ecinni Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
3. Gece
İşittim ki ey bahtı güzel Şâhım! Bir zamanlar, yaşı epeyce ilerlemiş, evli barklı, 3 çocuk babası, oldukça fakir bir balıkçı varmış. Ağını her gün suya sadece 4 kez atar; sonuç almasa da bir daha denemezmiş. Böylece, günlerden birgün öğle saatinde, deniz kıyısında sepetini yere koyup ağını fırlatmış ve ağın suyun dibini bulmasını beklemiş. Sonra ipleri toparlamış, ağ öyle ağırmış ki, kendine doğru çekmeyi başaramamış. O da, uçları toprağa kakılı sağlam bir kazığa bağlamış. Sonra soyunmuş; suya dalıp ağın çevresinde yüzmüş, ağı karaya çekinceye kadar çabalayıp durmuş. Başarısından mutlu giyinmiş, ağa yaklaşıp bakmış ki, içinde bir eşekleşi yatmakta... Bunu görünce üzülmüş; ve "Yüce ve güçlü Allah'tan daha yüce ve güçlüsü yoktur" demiş. Sonra da, "Fakat gerçekten, Allah'ın bana bu bağışı çok şaşırtıcı!" diyerek kendi kendine şu dizeleri okumuş:
Ey dalgıç! Gecenin karanlıklarında döner durursun! Ve körü körüne yitirirsin her şeyi. Bırak bu zahmetli çabayı, çek git! Çünkü baht devinmeyi sevmez!
Ağını leşten kurtarıp, suyunu sıkıp akıtınca, Allah'ın adını anarak, onu yeniden suya fırlatmış ve ağın suyun dibine ulaşmasını beklemiş. Sonra da çekmeyi denemiş; fakat ağın çok ağır olduğunu ve ilk seferinkinden de daha çok dibe çöktüğünü anlamış. Büyük bir balık yakaladığı düşüncesine kapılarak soyunup suya dalmış; ağı kurtarıncaya kadar çabalamış ve onu kıyıya çekince çamur ve kumla dolu bir küp yakaladığını anlamış. Bunu görüp umudu kırılınca, şu dizeleri okumuş:
"Ey kötü talih, artık yeter! Allah'ım kullarına acı! Ne hazin ki, yeryüzünde hiçbir Ödül yeteneğe eşit değildir. Çoğu kez, evinden çıkar bahtımı ararım. Epeyce oldu, öğrendim artık, baht ölmüştür. Bu ne yoksulluk! Ey talih, gölgene sığınırlar fakat sen, bilgeleri sürgün eder, dünyayı budalalara yönettirirsin!"
Sonra küpü uzaklara fırlatmış, ağını sıkmış, isyanından dolayı Allah'tan bağışlanma dilemiş ve 3. kez deniz kenarına gelmiş. Ağını fırlatmış ve dibi bulana kadar beklemiş sonra da çekerek kırık testiler ve cam parçalarıyla dolu olduğunu görmüş. Bunu görünce bir şairin şu dizelerini okumuş:
Ey şair! Bahtın rüzgârı hiç senden yana esmeyecek! Biliyor musun saf kişi! Ne kamış kalemin, ne yazının ahenkli kıvrımları seni asla zenginleştirmez!
Sonra başını göğe kaldırarak, haykırmış: "Allah'ım! Biliyorsun! Ağımı 4 kezden fazla fırlatmam! Oysa daha şimdiden 3 kez fırlatmış bulunuyorum." Bunu izleyerek Allah'ın adını bir kez daha anmış ve ağını denize fırlatmış ve beklemiş dibe ulaşsın diye,.. Bu kez, tüm çabalarına karşın dipteki kayalara daha da fazla takılmış olan ağını çekmeyi başaramamış; ve bağırmış: "Allah'tan yüce ve güçlü varlık yoktur!" diye. Sonra soyunup ağın çevresinde denize dalıp çıkmış. Ağı kayalıktan kurtarıp karaya çıkarıncaya kadar çabalayıp durmuş. Ağı açmış, bu kez içinde sarı bakırdan, içi dolu ve dokunulmamış büyük bir küp bulmuş. Küpün ağzı kurşunla kaplanmış ve Davut Peygamber'in oğlu Hz. Süleyman'ın mührüyle mühürlenmiş imiş. Bunu gören balıkçı pek sevinmiş. Kendi kendine, "İşte çarşıda kazancılara satabileceğim bir şey buldum. Herhalde en az on dinar eder" demiş; küpü sallamaya başlamış ancak ne denli ağır olduğunu anlayınca, kendi kendine, "Açıp içinde ne olduğunu görmem gerek! Onu torbama koyar, sonra götürür kazancılar çarşısına satarım." diye düşünmüş.
Bıçağını eline alıp küpün ağzından kurşunu sökünceye kadar uğraşmış. Sonra da küpü tersine çevirmiş, içindekiler yere dökülsün diye sallamaya başlamış. Fakat küpten yere hiçbir şey düşmemiş. Sadece yerden göğün mavisine yükselen ve toprağa yayılan bir duman oluşmuş. Balıkçı çok şaşırmış. Sonunda, dumanın yayılması bitince yoğunlaşma başlamış, bir titreşim sonunda, ayakları yerde sürünürken, başı bulutlara değen bir ifrite dönüşmüş. Bu ifritin başı bir kubbe, ayakları direk, ağzı mağara, elleri dirgen, dişleri çakıl, burnu testi, gözleri meşale gibiymiş, saçları dağınık ve tozluymuş. Bu ifriti görünce balıkçı korkmuş. Her yanı titreyerek dişleri birbirine kenetlenmiş; tükürüğü kurumuş ve gözleri ışıktan körleşmiş.
İfrit, balıkçıyı görünce, "Allah'tan başka Tanrı yoktur, Süleyman da Allah'ın peygamberidir!" diye bağırmış; ve balıkçıya seslenerek,"Ve sen, ey Süleyman, Allah'ın peygamberi! Beni öldürme, bir daha sana karşı gelmeyeceğim, emirlerine karşı çıkmayacağım!"demiş. Balıkçı, "Ey asi ve küstah dev! Ne cesaretle Süleyman'ın Allah'ın peygamberi olduğunu söylersin? Süleyman öleli bin 8 yıl oldu ve biz, kıyamete yakın bir zamandayız. Ya senin anlattığın öykü ne? Bu küpe nasıl girdin, sen?" demiş. Bu sözleri duyan ecinnî, balıkçıya, "Allah'tan başka tanrı yoktur. Sana iyi bir haber vereyim balıkçı" demiş. Balıkçı da, "Ne söyleyeceksin?" diye sormuş. İfrit,"Ölümünü! Hem de şu saatte... ve de en korkunç şekilde" diye yanıt vermiş. Balıkçı buna, "Bu haber için Allah layığını versin, ey ifritlerin sultanı" demiş; "Allah seni korumasın! Seni bizden ırak kılsın! Niye benim ölümümü istersin? Ölümü hak edecek ne yaptım ben? Seni küpten kurtardım, denizdeki zindanından azat ettim ve yeryüzüne çıkardım!" İfrit demiş ki, "Yeğ tuttuğun ölümü kendin beğen ve de ne biçimde öldürülmek istediğini söyle!" Balıkçı, "Böylesine bir cezayı hak edecek ne gibi bir suç işledim?" diye sormuş. İfrit. "Ey balıkçı. öykümü dinle bak!" demiş. Balıkçı da "Anlat öyleyse, fakat kısa kes! Çünkü ruhum sabırsızlıktan ayak ucumdan çıkmak üzere" demiş.
İfrit, anlatmaya başlamış: "Bil ki ben, asi ecinnîyim. Davut'un oğlu Süleyman'a karşı çıktım. Adım Sakı el-cinnî'dir. Süleyman, benim üzerime veziri Barkiya Asaf'ı gönderdi. Tüm çabalarıma karşın vezir, beni tuttu ve Süleyman'ın ellerine teslim etti. O anda burnum sürtüldü, kendimi aşağılanmış hissettim. Beni görünce Süleyman, Allah'a şükretti ve benden onun dinine girmemi ve emrine tabi olmamı istedi. Fakat ben, reddettim. Bunun üzerine bu küpü getirtti ve beni hapsetti. Sonra ağzını kurşunladı ve yücelerin yücesinin adıyla mühürledi; ve iman etmiş afârite (ifritlere) emir verdi. Beni omuzlarına alarak denizin orta yerine atıverdiler. Denizin dibinde yüzyıl kaldım, içimden; 'Beni kim kurtarırsa onu servete boğacağım' dedim. Fakat yüzyıl daha geçti beni kimse kurtarmadı. ikinci yüzyıl bitince, kendi kendime, 'Beni kurtaracak olana, toprağın definelerini bulup vereceğim' dedim. Fakat beni kimse kurtarmadı. Böylece dört yüzyıl geçti; kendi kendime, 'Beni kurtaracak olana istediği 3 şeyi vereceğim' dedim. Fakat beni kimse kurtarmadı. O zaman müthiş bir hiddete kapıldım kendi kendime, 'Şimdi artık beni kim kurtarırsa, onu öldüreceğim. Fakat ona ölümünü seçme fırsatım da tanıyacağım' dedim, işte tam bu sırada, ey balıkçı, sen gelip beni kurtardın. Hangi biçimde öldürülmeyi istiyorsun, söyle bakalım!" demiş.
İfritin bu sözleri üzerine, balıkçı, "Hey Yarabbi!" demiş; "Ne inanılmaz şey! Seni kurtarmak demek bana nasipmiş. Ey ifrit, gel beni affet, Allah da seni affetsin! Ama, beni öldürürsen, Allah da seni kahretmek için birilerini yoluna çıkarır." demiş. Bunu duyunca ifrit, "Fakat seni öldürmek istiyorsam, bu sırf beni kurtarmış olmandan dolayıdır." demiş. Balıkçı da, "Ey ifritlerin şeyhi, sana iyilik yapanı kötülükle karşılaman doğru mu? Oysa atasözleri hiç yalan söylemez." Ve balıkçı bu konuda şu dizeleri okumuş:
"Acının tadını tatmak istersen herkesin derdine ortak ol! Kederini yatıştır! Yaşantıma yemin olsun ki, çakallar minnet bilmezler. İstersen dene! Durumun Amr'ın anası Mâcir gibi olacaktır."
Ama, ifrit ona, "Çok konuştun. Kesinlikle, senin ölmen gerektiğini bil!" O zaman balıkçı, kendi kendine, "Ben bir insanoğlundan başka bir şey değilim. O ise, bir ecinnî fakat Allah, bana tutarlı bir akıl vermiş. Onu yok etmek için bir tertip bulmak, kurnaz bir hile hazırlamak isterim. Bakalım o da, sırası gelince kötülüğü ve kurnazlığıyla bir düzen kurabilecek mi?" demiş. Bunun üzerine ifrite, "Gerçekten benim ölümüme karar verdin mi?" diye sormuş. İfrit, "Hiç kuşkun olmasın!" yanıtını vermiş; o zaman balıkçı, "Süleyman'ın mührü üstünde adı bulunan Allah adına, soruma doğru olarak cevap vermeni senden rica ediyorum" demiş. İfrit, Allah'ın adını işitince, çok heyecanlanmış ve şaşakalmış ve "Sorabilirsin; ben de doğru olarak yanıt vereceğim" demiş. Bunun üzerine balıkçı, "Nasıl oluyor da, senin ancak elini ya da ayağını sokabileceğin küpe, tüm olarak sığabiliyorsun?" demiş, ifrit, "Acaba bundan kuşku mu duyuyorsun?" diye sormuş. Balıkçı "Doğrusu küpe girişini gözümle görmedikçe, buna asla inanmam!" demiş.
Fakat o anda Şehrazâd şafak söktüğünü görmüş, ruhsatlı konuşmasını kesmiş...
Üçüncü Şeyhin Öyküsü - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Üçüncü Şeyhin Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Ey Sultan, ey ecinniler başı! Bu katır benim karımdı. Bir zamanlar yolculuğa çıkmış, ondan tam bir yıl uzakta kalmıştım. İşlerimi bitirince bir gece, ansızın onun yanına döndüm ve onu yatağın halı örtüsü üzerinde bir zenci köle ile yatarken buldum. Oorada ikisi konuşuyor, kırıtıyor, gülüyor, öpüşüyor ve şakalaşarak birbirini azdırıyorlardı. Beni görür görmez, karım hemen ayağa kalkıp bir testi suyla üzerime saldırdı. Bu testiye bazı sözcükler mırıldandı ve suyu üzerime serpti. Bana da, "Kendine özgü kılıktan çık, köpek kılığına gir!" dedi. Ben hemencecik bir köpek oldum. Beni evden kovdu. Çıktım, uzun süre sokaklarda süründükten sonra bir kasap dükkânına ulaştım. Dükkâna yaklaşıp oradaki kemik parçalarını yemeye başladım.
Dükkân sahibi beni fark etti ve alıp evine götürdü. Kasabın kızı beni görünce, hemencecik yüzünü örttü ve babasına, "Böyle mi yapılır? Birlikte bir erkek getiriyor ve eve sokuyorsun!" dedi. Babası, "Hani nerede bu erkek?" diye sorunca; "Bu köpek bir insanoğludur. Onu bir kadın büyülemiş. Ben onu kurtarma gücüne sahibim" diye yanıt verdi. Bu sözleri duyunca, babası, "Öyleyse Allah aşkına onu kurtar kızım!" dedi. Kız eline bir testi su aldı; üzerine birkaç sözcük mırıldandıktan sonra birkaç damlasını üstüme serpti; ve "Bu kılıktan çık, ilk haline dön!" dedi. Hemen eski halime döndüm; ve genç kızın elini öptüm. Ona, "Şimdi senden, beni büyüleyen karımı büyülemeni diliyorum" dedim. Bunun üzerine bana bir miktar su verdi ve "Karını uyur vaziyette bulursan, onu bu suyla ıslat! İstediğin kılığa girecektir" dedi. Gerçekten, onu uyurken buldum ve üzerine su serperken, "Bu kılıktan çık, katır şekline gir!" dedim. Hemen o an katıra dönüştü.
Ecinni katıra dönerek, "Doğru mu bu anlattıkları?" diye sormuş. Katır, başını öne doğru sallayıp, hal diliyle, "Ah evet! Ah evet! Çok doğru!" demek istemiş, Bu öykü ecinniyi zevk ve heyecanla titretmiş ve ihtiyara kanın geri kalan üçte birini bağış olarak sunmuş. Tam o sırada, Şehrazat günün doğmakta olduğunu görerek, verilen izni aşmak istemediğinden yavaşça susmuş. Bunun üzerine kızkardeşi Dünyazat, "Ablacığım, sözlerin ne kadar tatlı, zarif ve güzel! Ve de kulağa ne kadar hoş geliyor!" demiş. Şehrazat, "Ama şah beni bağışlar yine hayatta kalırsam, gelecek gece anlatacaklarımın yanında hiç kalır" yanıtını vermiş. Şah, kendi kendine "Doğru, öykünün şaşırtıcı sonunu öğrenmeden onu öldürmeyeceğim" demiş.
Sonra Şah ile Şehrazat geceyi sabah oluncaya kadar beraber geçirmişler. Bundan sonra şah çıkıp divana gitmiş. Vezir de öteki saraylılar da gelmişler. Salon dolunca, şah yargılayıp atamalar yapmış; buyruklar verip işlerini tamamlamış. Bu böylece akşama kadar sürmuş.
Sonra divan dağılmış; Şah Şehriyar da sarayına dönmüş. Ve Üçüncü Gece Gelince Dünyazat, "Ablacığım"demiş; "Senden anlattığın öyküyü tamamlamanı rica ediyorum". Şehrazat da, "Tüm dost ve cömert yüreğimle!" diyerek yanıt vermiş. Sonra da sözünü sürdürmüş:
Ey bahtı güzel şahım! İşittim ki, üçüncü şeyh üçünün en şaşırtıcı olan öyküsünü anlatınca ecinni çok şaşırmış ve de zevkten ve heyecandan titreyerek, "Cinayetin bedelinin geri kalanını da bağışladım, taciri bırakıyorum" demiş.
Bunun üzerine tacir mutluluktan uçarcasına şeyhlerin önüne gelmiş; onlara teşekkürler etmiş. Onlar da kendilerince onun ölümden kurtulmasını kutlamışlar; ve sonra her biri ülkelerine gitmişler.
"Ancak" diye sözünü sürdürmüş Şehrazat, "Bu öykü balıkçının öyküsü kadar şaşırtıcı değildir". Şah, "Neymiş bu balıkçının öyküsü?" diye sormuş: Şehrazat da anlatmaya başlamış: ..... devamı Balıkçı ile Ecinni Öyküsü
İkinci Şeyhin Öyküsü - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : İkinci Şeyh'in Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
2. Gece
Bil ki ey ecinni, şahların efendisi, bu iki köpek benim kardeşlerimdi. Babamız ölünce, bize miras olarak üç bin dinar bıraktı. Ben, hisseme düşenle, alışverişe koyulduğum bir dükkân açtım. Kardeşlerimden biri ticaret yapmak üzere geziye çıktı, kervanlara katılarak bir sene kadar bizden uzakta kaldı. Döndüğü zaman elinde avcunda hiçbir şey kalmamıştı. Ona dedim ki, "Kardeşim, ben bu geziye çıkmamanı salık vermiştim sana." Ağlamaya başladı ve: "Kardeşim" dedi; "Kudretli ve yüce olan Tanrı, bunun böyle olmasını istedi."
Artık sözlerin bana hiçbir yararı yok, çünkü hiçbir varlığım kalmadı." Bunun üzerine onu dükkâna götürdüm. Sonra da hamama gittik, onu en iyi cinsten bir esvapla donattım. Sonra da oturup birlikte yemek yedik. Ona, "Kardeşim, sana kazancımın geçen yıldan bu yıla hesabını çıkarayım ve sermayeye dokunmaksızın, bu kazancı seninle paylaşalım!" dedim. Hesaplanınca o yıl bin dinar kâr sağladığımı gördüm. Kudretli ve Yüce Tanrı'ya hamdettim, en yoğun neşeyle keyiflendim. Sonra kazancı iki eşit parçaya bölerek kardeşimle paylaştım. Ama, kardeşlerim, yeniden ayrılmayı kararlaştırdılar. Benim de onlarla birlikte gitmemi istiyorlardı. Ancak ben bunu asla kabul etmedim ve onlara, "Geziye çıkmakla sanki ne kazandınız da, beni size öykünmeye zorluyorsunuz" deyince bana sitem ettiler. Ancak sonuç alamadılar çünkü onlara uymadım. Böylece, her birimiz kendi dükkânlarımızda bütün bir yıl alışverişle uğraştık. "Fakat onlar yeniden bana gezi önerisinde bulundular, ben yine onlara uymadım. Bu böyle tam altı yıl sürdü. Sonunda kentten ayrılmak bakımından onlara uymak durumunda kaldım ve onlara, "Kardeşlerim elimizde kalan parayı sayalım!" dedim. Saydık ve tüm paramızın altı bin dinar olduğunu gördük. Bunun üzerine kendilerine, "Bunun yarısını toprağa gömelim! Başımıza bir felaket gelirse, kullanabilmek için. Her birimiz ticaret yapmak üzere biner dinar alalım!" dedim; "Allah görüşünü bağışlasın!" dediler. Bunun üzerine parayı aldım; iki eşit parçaya böldüm. Üç bin dinarı gömdüm; geri kalan üç bin dinarı aramızda eşit olarak dağıttım: her birimize biner dinar düşecek şekilde...
Sonra her birimiz çeşitli mallar satın alarak bir gemi kiralayıp tüm mallarımızı içine taşıttık ve yola koyulduk. Yolculuk tam bir ay sürdü; bu sürenin sonunda bir kente ulaşıp burada mallarımızı sattık. Her bir dinara karşılık on dinar kâr sağladık. Sonra bu kentten ayrıldık. Denizin kıyısına ulaştığımızda, orada eski ve yıpranmış giysiler içinde bir kadın gördük. Kadın benim yanıma yaklaştı elimi öperek, "Efendim, yardım edip beni kurtarır mısınız? Ben size elbet bunun karşılığım öderim" dedi. "Kuşkusuz yardım edip seni kurtarırım. Ama karşılığını ödemek zorunda olduğunu düşünme!" dedim. Bana, "Öyleyse benimle evlenin! Beni kendi ülkenize götürün! Size tüm varlığımı adayayım! Bunu benden esirgemeyin! Ben minnettarlığın ve iyiliğin ne olduğunu bilenlerdenim. Benim fakir görünüşümden de utanmayın!" dedi. Bu sözleri duyunca, ona taa içimden bir acıma duydum; zira kudretli ve Yüce Tanrı'nın iradesine karşı durmak mümkün değildir. Onu yanıma aldım; zengin elbiseler giydirdim ve gemide altına şahane halılar serdim. Ona tam ve yürekten ve de incelikli bir karşılamada bulunmamdan sonra yola koyulduk.
Yüreğim onu büyük bir aşkla sevdi ve o andan itibaren gece ve gündüz hiç yanımdan ayırmadım. Kardeşlerimin arasında, sadece ben, onunla ilgileniyordum. Bu yüzden kardeşlerim beni kıskandılar; benim zenginliğime ve mallarımın üstün niteliğine de imreniyorlardı. Bende olan her şeye aç gözlülükle bakıyorlar; benim ölümümü ve paramı ele geçirmeyi düşünüyorlardı. Çünkü, Şeytan davranışlarını, onlara en güzel renkler içinde gösteriyordu.
Bir gün karımın yanında uyurken, bize yaklaşıp ikimizi de alarak denize attılar. Karım suda uyandı; bir çırpıda değişip ifriteye dönüştü. Beni omzuna aldı ve bir adaya götürüp bıraktı. Sonra bütün gece gözden kayboldu. Sabahleyin dönüp bana, "Beni tammadın mı? Senin karınım, ben. Yüce Tanrı'nın izniyle seni ölümden kurtarıp buraya getirdim. Çünkü, bil ki ben bir ecinniyeyim. Gördüğüm andan beri gönlüm sevdii sadece Allah böyle istediği için ve ben Allah'a ve koruyup kutsadığı Peygamberine inanırım. Fukara kılığında senin yanına geldiğim halde yine de benimle evlenmek istedin. O zaman, ben de karşılık olarak, seni sudan çıkarıp ölümden kurtardım. Kardeşlerine gelince, onlara çok kızdım, kuşkusuz onları öldürmem gerek!" dedi.
Bu sözleri duyunca, çok şaşırdım; yaptığına teşekkür ettim; ve ona "Kardeşlerimin yok edilmesine gelince, gerçekten buna gerek yok!" dedim. Sonra ona, başından sonuna kadar, kardeşlerimle aramızda olup bitenleri anlattım. Sözlerimi duyunca, bana 'Ben bu gece onların yanına uçacağım ve gemilerini batıracağım. Ölüp gitsinler!" dedi. Ona, "Allah aşkına, sakın bunu yapma! Zira atasözü, 'Ey layık olmayan kimseye yardım eden! Bil ki, suçlu, işlediği suçuyla zaten yeterince cezalandırılmıştır' der. Sonra, ne de olsa onlar benim kardeşlerimdir" dedim. Bana, "Mutlaka onları öldürmem gerek!" dedi. Boşuna hoşgörüsüne sığındım. Sonra beni omuzlarına aldı, uçtu ve evimin taraçasına bıraktı. Evimin kapılarını açtım; üç bin dinarı sakladıkları yerden çıkardım ve gerekli iş ve adet hükmündeki hatır ziyaretlerini yaptıktan sonra dükkânımı açtım; yeniden mal satın aldım.
Akşam olunca dükkânımı kapadım; eve dönünce bir köşeye bağlanmış bu iki köpeği gördüm. Beni görünce, ayağa kalkıp ağlamaya, giysilerime sürtünmeye başladılar, o anda karım koşarak geldi ve, "Bunlar senin kardeşlerin!" dedi. Ona, "Ama kim bunları bu hale sokmuş?" diye sordum, "Ben! Büyü alanında benden daha bilgili olan kızkardeşime rica ettim; o da bunları on sene geçmeden kurtulmamak üzere, bu hale soktu" dedi. "İşte ey kudretli ecinni, bundan dolayı buraya geldim; artık on sene dolduğu için baldızımı bulup onları kurtarmasını dileyeceğim. Buraya ulaştığımda şu iyi yürekli genci gördüm, serüvenini öğrendim, onunla aranızda olup biteceği görmeden de bir yere gitmek istemedim.
Benim öyküm de böyle!" deyip sözünü bitirmiş. Ecinni, "Bu gerçekten şaşırtıcı bir öykü; cinayeti karşılayacak cezanın üçte birini daha affediyorum" demiş. Bunu izleyerek katırın sahibi olan üçüncü şeyh öne çıkmış ve ecinniye, "Ben sana bu ikisininkinden de harika bir öykü anlatacağım" demiş; "Sen de bana, karşılığında, cinayetin geri kalan kan bedelini bağışlayacaksın!" Ecinni, peki, öyle olsun!" diye yanıt vermiş. Ve üçüncü şeyh anlatmaya başlamış:..... devamı Üçüncü Şeyhin Öyküsü
Birinci Şeyhin Öyküsü - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Birinci Şeyhin Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Birinci şeyh şunları anlatmış: Bil ki ey yüce ifrit, şu gördüğün ceylan, benim amcanım kızıydı ve benim etim, kanım gibiydi. Onunla daha pek gençken evlendim ve birlikte otuz yıl yaşadık. Allah ondan çocuk sahibi olmamı istemedi. Bunun üzerine bir cariye edindim. Allah'ın lütfuyla bana dolunay kadar güzel bir oğlan çocuğu doğurdu. Hoş gözleri, birleşik kaşları ve kusursuz bir yapısı vardı. Yavaş yavaş on beş yaşında bir delikanlı oluncaya kadar büyüdü. O sırada önemli bir iş için uzak bir kente gitmek zorunda kaldım.
Amcamın kızı, şurada gördüğünüz ceylan, çocukluğundan beri büyücülüğe ve sihir sanatına kendini kaptırmış imiş. Sihirbazlık bilgisiyle, oğlumu buzağıya, annesi olan cariyeyi de ineğe dönüştürmüş sonra da bunları çobanımızın bakımına terk etmiş. Ben, uzun bir süre geçtikten sonra geziden döndüm. Oğlumdan ve annesinden haber sordum; amcamın kızı bana, "Cariye öldü; oğlun kaçtı; nereye gittiğini bilmiyorum" dedi. Bütün bir yılı, yüreğimin acısıyla, gözüm yaşlı geçirdim. O yılın kurban bayramı gelince, çobandan, bana semiz bir inek ayırmasını söyledim. Bana iyice semiz bir inek getirdi -ama bu, şu ceylanın büyülediği cariyemdi- yenlerimi kıvırdım, giysimin eteklerini topladım ve bıçak elde, ineği kurban etmeye hazırlandım. Birden bire bu inek inlemeye ve alabildiğine gözyaşları dökmeye başladı. Bunu görünce duraksadım onu kurban etmesini çobandan istedim. İsteğimi yerine getirdi sonra da derisini yüzdü. Ama onda ne et ne de yağ bulduk; sadece deri ve kemikten oluşmuştu, O vakit, bunu kurban ettiğime pişman oldum ama pişmanlık neyime yarayacaktı?
Bunun üzerine onu çobana verdim ve dedim ki, "Bana iyice yağlanmış bir buzağı getir!" O da bana büyüyle buzağı haline getirilmiş oğlumu getirdi. Bu buzağı beni görünce ipini kopardı, bana doğru koştu. Ayaklarımın ucunda iniltilerle, gözyaşlarıyla yuvarlandı. Ona acıdım, çobana, "Bana bir inek getir, bunu bırak!" dedim.
Anlatının bu noktasında, Şehrazat sabahın belirdiğini görmüş; verilen izinden daha fazla yararlanmadan yavaşça susmuş. Bunun üzerine kızkardeşi Dünyazat, "Ablacığım, anlattıkların ne kadar tatlı ve zarif ve zevki nasıl okşuyor, bilsen!" demiş; Şehrazat, "Ama bunlar, eğer hükümdarımız beni bağışlar ve hâlâ hayatta olursam, yarın akşam ikinize anlatacaklarımın yanında hiç kalır" diye yanıt vermiş. Şah da kendi kendine, "Vallahi öyküsünün sonunu dinlemeden onu öldürmeyeceğim" demiş.
Sonra Şehriyar ve Şehrazat gecenin geri kalan bölümünü birbirlerinin kollarında geçirmişler. Sabah olunca Şah Şehriyar, adalet dağıtmak üzere divana başkanlık etmeye gitmiş. Orada vezirin, kolunun altında öldüğüne inandığı kızı için hazırladığı kefenle gelmiş bulunduğunu görmüş. Ancak şah ona bu konuda hiçbir şey söylememiş ve adalet dağıtmaya devam etmiş. Kimilerini yeni görevlere atarken, kimilerine de işten el çektirmiş ve bu gün sonuna kadar sürmüş. Vezirse, vesveseli imiş, şaşkınlığının sınırlarına ulaşmış. Divan dağılınca, Şah Şehriyar sarayına dönmüş.
İkinci gece gelince Dünyazat, ablası Şehrazat'a "Ablacığım, senden rica ediyorum, tacir ile ecinni öyküsünün sonunu anlat!" demiş. Şehrazat da, "Tüm kalbimle ve gereken saygıyla! Ancak şah yine bana izin verirse" diyerek yanıt vermiş. Şah ona "Konuşabilirsin!" deyince söze başlamış; Ey bahtı yüce şah! Ey adaletli hükümdar! Tacir buzağının ağladığını görünce, yüreği acımayla dolmuş ve çobana, "Bu buzağıyı sürüye kat!" demiş. Ecinni bu garip öyküye çok şaşırmış; sonra ceylanın sahibi şeyh, sözünü sürdürmüş: Ey ecinni şahların efendisi! Bütün bunlar olup biterken amcamın kızı, orada durup bakıyor ve "Bu buzağı kurban edilmeliydi; çünkü tam yağlanmış!" diyordu. Ama ben, acıdığımdan ötürü, karar veremiyordum çobana onu götürmesini söyledim; o da buzağıyı alıp gitti. İkinci gün, otururken, çoban yanıma geldi ve bana, "Efendim, size sevineceğiniz bir şey söyleyeceğim; ama ödülümü isterim" dedi. Ona, "Kuşkun olmasın!" diye yanıt verdim. Çoban, 'Ey ünlü tacir" diye sözünü sürdürdü; "Benim büyücü olan bir kızım var. Büyü yapmayı yanımızda yaşayan yaşlı bir kadından öğrendi. Dün bana verdiğiniz buzağıyla birlikte kızımın yanına gittim. Kızım, onu görür görmez, başını tül yazmayla örttü ve gülmeye ve sonra da ağlamaya başladı ve de bana, 'Baba, benim değerim senin gözünde bu denli düşük mü ki, benim yanıma yabancı erkeklerin girmesine izin veriyorsun?' dedi, Ona "Hani nerede bu yabancılar?' dedim; 'Sonra neden ilkin güldün, sonra da ağladın?' diye sordum. Bana, 'Yanındaki bu buzağı, efendimiz tacirin oğludur; ama büyülenmiş. Onu öz anası ile birlikte böyle büyüleyen de üvey anasıdır. Kendisini buzağı kılığın da görünce dayanamayıp güldüm ve de ağlıyorsam, nedeni buzağının annesinin, babası tarafından kurban edilmesindendir' dedi. Kızımın bu sözlerini duyunca çok şaşırdım. Sonra size haber getirmek için sabahın gelişini sabırsızlıkla bekledim."
Şeyh, sözünü Ey kudretli ecinni, diye sürdürmüş. Çobanın bu sözlerini duyunca, onun ile birlikte acele evden çıktım şarap içmeden sarhoş olmuş gibiydim. Çocuğumu görmek düşüncesi, mutluluğu ve neşesi o denli yoğundu! Çobanın evine ulaşınca, genç kız bana "Hoş geldin!" dedi ve elimi öptü sonra buzağı yanıma geldi ve ayaklarımın önünde yuvarlandı. Çobanın kızına, "Bu buzağı hakkında anlattıkların doğru mu?" diye sordum. Kız da: "Evet, kuşkusuz efendim, bu senin oğlun, yüreğinin alevidir" dedi. Ona, "Ey nazik ve yardımsever genç kız" dedim; "Oğlumu kurtarırsan, sana babanın elinin altındaki tüm mal ve hayvanları veririm!" Bu sözlerime güldü ve bana: "Efendim bu vereceklerini ancak iki koşulla kabul edebilirim" dedi: "İlki oğlunla evlenirsem ve ikincisi de istediğimi büyüleyip hapsetmeme izin verirsen. Yoksa karının hayınlıklarına karşı koymanın sonucunu alamam!"
Çobanın kızının sözlerini duyunca, ey kudretli ecinni, ona "Olur!" dedim; "Ve dediğim gibi babanın elinin altında bulunan zenginlikler de senin olacak! Amcamın kızına gelince, onun yaşamını istediğin gibi ele alabilirsin!" dedim.
Bu sözlerimi duyunca kız eline bir bakır leğen aldı onu suyla doldurdu ve su üstüne büyülü sözcükler okudu. Sonra bunu, "Eğer Allah seni buzağı yarattıysa eşkalini değiştirmeden buzağı olarak kal! Ama büyülenmişsen, Yüce Tanrı'nın izniyle ilk yaratıldığın hale dön!" diyerek buzağının yüzüne serpti. Bunu söyler söylemez, buzağı kıpırdamaya ve silkinmeye başladı ve yeniden insan kılığına döndü. Ona, "Allah'a şükürler olsun!" dedim; "Söyle bana amcamın kızı sana ve anana ne yaptı?" Oğlum da bana başlarına ne geldiyse hepsini anlattı. Bunun üzerine, "Oğlum" dedim; "Bahta hükmeden Allah, senin kurtulman ve haklarını elde etmen için birini görevlendirmiş."
Bundan sonra, ey iyi yürekli ecinni, oğlumu çobanın kızıyla evlendirdim; o da büyücülük bilgisiyle amcamın kızını büyüledi. Onu şurada gördüğünüz ceylan kılığına soktu ve ben buralardan geçerken şu taciri gördüm. Ne yaptığını sordum ondan başına geleni öğrendim. Başına daha neler gelebileceğini merak ederek birlikte bekledim benim öyküm bu kadar, demiş.
Bunu duyan ecinni, "Bu öykü yeterince şaşırtıcı, İstenen kanın üçte birini bağışladım" diyerek haykırmış, O anda iki tazının sahibi ikinci şeyh ilerlemiş ve demiş ki:.... devamı İkinci Şeyhin Öyküsü
Tacir ile İfrit Masalı - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Tacir ile İfrit Masalı
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
1. Gece
Ey bahtı güzel şahım, vaktiyle tacirler içinde, pek çok serveti ve tüm ülkelerde ticari ilişkileri olan bir tacir varmış.
Bir gün, atına atlayıp işinin gerektirdiği bir yere gitmek üzere yola çıkmış. Sıcak pek fazla olduğundan, bir ağacın altında oturmuş, elini azık torbasına sokarak oradan birkaç lokmalık yemek ve hurma çıkarmış. Hurmaları yiyip bitirince çekirdeklerini ileriye fırlatmış. Ama birdenbire önünde uzun boylu bir ifrit belirmiş, kılıcını sıyırarak tacire yaklaşmış ve haykırmış; “Ayağa kalk, çocuğumu öldürdüğün gibi ben de seni öldüreceğim!” demiş. Tacir, ona “Ben senin çocuğunu nasıl öldürebilirim?” diye sorunca ifrit, “Hurmaları yiyince çekirdeklerini fırlattın. Çekirdekler oğlumun göğsüne çarptı; onu yaraladı ve hemen oracıkta öldü” demiş. Bunun üzerine tacir ifrite, “Bil ki ey yüce ifrit! Ben inanç sahibi bîr insanım, yalan nedir bilmem ve de çok zenginimdir, çocuklarım ve bir de eşim var. Sonra, evimde bana emanet edilmiş mallar bulunuyor. Bana izin ver, evime gidip bende hakkı olanların hesaplarını göreyim, bunları tamamlayınca yıl sonunda sana geri dönerim. İşte sana işim bitince geri döneceğimi vaat ve yemin ediyorum. O zaman bana istediğini yapabilirsin. Allah bu söylediklerimin tanığıdır” demiş. Ecinni ona güvenmiş ve tacirin ayrılmasına izin vermiş.
Tacir ülkesine geri dönmüş; tüm bağlantılarından kurtulmuş, herkese hak ettiğini vermiş, sonra da karısına ve çocuklarına başına gelenleri anlatmış; ana babası, karısı ve çocukları hepsi birden ağlamaya başlamışlar. Sonra da tacir vasiyetnamesini hazırlamış. O yılın sonuna kadar yakınlarıyla birlikte yaşamış. Bu sürenin sonunda yola çıkmaya karar vermiş, kefenini koltuğunun altına sıkıştırarak yakınlarına, komşularına veda etmiş, burnunun dikine yola koyulmuş.
O zaman yakınları ona ağlayıp çırpınmış, matem haykırışları koparmışlar. Tacire gelince, yoluna devam etmiş ve söz konusu olan bahçeye girmiş. O gün yeni yılın ilk günüymüş, oturup kötü bahtına ağlarken, yanında boynu zincirli bir ceylan sürükleyerek bir şeyh çıkagelmiş. Taciri selamlamış ve ona mutlu bir yaşam diledikten sonra, “Ecinnilerin barındığı bu yerde tek başına oturmanın sebebi nedir?” diye sormuş. Bunun üzerine tacir ifritle olan serüvenini ve burada oturmasının nedenini ona anlatmış. Ceylanın sahibi şeyh, buna çok şaşırmış ve “Vallahi! Senin inancın büyük bir inançmış. Öykün de öylesine olağanüstü ki, iğneyle gözün iç köşesine yazılsa, düşünceye saygı duyanlar için üzerinde durulmaya değer bir konu olurdu!” demiş. Sonra onun yanına oturup “Vallahi, ey kardeşim, ifritle serüveninin sonunu görmedikçe yanından ayrılmayacağım” demiş; ve gerçekten oturup onunla konuşmaya başlamış; ve onu, derin bir üzüntüye ve fırtınalı düşüncelere kapılarak korku ve dehşetten bayılacak gibi görmüş.
Ceylanın sahibi onunla oturup dururken, birdenbire siyah renkli iki tazıyla ikinci bir şeyh çıkagelmiş. Yaklaşıp ikisini de selamlamış ve onlara, ecinni uğrağı olan bu yerde ne yaptıklarım sormuş. Bunun üzerine ona öyküyü baştan sona anlatmışlar. Ancak o da yanlarına henüz oturmuşken yedeğinde doru renkte bir katır bulunan üçüncü bir şeyh onlara doğru gelmiş. Selam verip bu yerde oturmalarının nedenini sormuş. Onlar da başından sonuna kadar öyküyü anlatmışlar. Ama anlatılanı burada tekrarlamanın hiç yararı yok.
Tam o sırada bir toz çevrintisi yükselmiş ve çayırın ortasına doğru şiddetli bir fırtına esmiş. Sonra, toz dağılmış ve elinde iyice bilenmiş bir kılıçla söz konusu olan ecinni ortaya çıkmış. Gözleri kıvılcım saçarak onlara yaklaşmış ve aralanndan taciri çekip alarak ona “Gel” demiş; “Gel ki, sen benim yaşantımın soluğu, yüreğimin ateşi çocuğumu nasıl öldürdüysen, ben de seni öylesine öldüreyim!’ Bunun üzerine tacir ağlayıp yakınmaya başlamış; üç şeyh de onunla birlikte ağlayıp inlemeye ve hıçkırmaya başlamışlar.
Ceylanın sahibi ilk şeyh, sonunda yüreklenerek ecinninin ellerine sarılmış; “Ey ecinni, ey ecinni padişahlarının başı ve başlarının tacı! Sana bu ceylanla olan serüvenimi anlatır ve sen bundan etkilenirsen, karşılığında, beni bu tacirin kanının üçte birini bağışlayarak ödüllendirir misin?” diye sormuş. Ecinni, “Evet, hiç kuşkun olmasın, sayın şeyh! Bana öyküyü anlatır, ben de onu olağanüstü bulursam, tacirin kanının üçte birini bağışlarım” demiş.....
Üçüncü şeyh üçünün en şaşırtıcı olan öyküsünü anlatınca ecinni çok şaşırmış ve de zevkden ve heyecandan titreyerek, "Cinayetin bedelinin geri kalanını da bağışladım, taciri bırakıyorum" demiş. Bunun üzerine tacir mutluluktan uçarcasına şeyhlerin önüne gelmiş; onlara teşekkürler etmiş; onlar da kendilerince onun ölümden kurtulmasını kutlamışlar; sonra her biri ülkelerine gitmişler. .....devamı Birinci Şeyhin Öyküsü
Eşek, Öküz ve Çiftçinin Öyküsü - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Eşek, Öküz ve Çiftçinin Öyküsü
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Bil ki kızım, bir zamanlar büyük zenginlikleri ve sürü hayvanları olan bir tacir varmış. Bu tacir evliymiş, çocuk sahibiymiş. Yüce Tanrı ona kuşların ve hayvanların dilinden anlama yeteneği de vermiş. Bu tacirin ev yeri, nehir kıyısında verimli bir toprakmış ve çiftliğinde bir eşek ile bir öküz varmış.
Bir gün öküz, eşeğin bulunduğu ahıra gelmiş; burasını süpürülmüş, sulanmış bulmuş. Yemlikte iyice harman edilmiş arpa ve elekten geçirilmiş saman varmış, eşek de yan gelip yatmaktaymış. Çünkü, çiftçi arada bir, gerektikçe küçük bîr gezinti için onu kullanır, bundan sonra eşek hemen ahıra dönüp rahatına bakarmış. İşte o gün çiftçi, öküzün eşeğe, "Keyfince yemini yemeye bak, sağlık olsun, yarasın ve de hazmın kolay olsun! Bense, sen dinlenirken, yorgunluktan ölüyorum. Sen harmanlanmış arpa yiyorsun, önüne getiriyorlar ve bazen efendi üzerine binse de, çabucak seni geri getiriyor. Bana gelince, sadece çift sürmeye ve dolap çevirmeye yarıyorum!" dediğini duymuş.
Eşek de ona diyormuş ki, "Seni tarlaya çıkarıp boyunduruğu boynuna takarlarken, kendini yere at, hiç ayağa kalkma! Alıp ahıra götürdüklerinde, yemek için verdikleri baklaya, sanki hastaymışsın gibi dokunma! Bir, iki, hatta üç gün yiyip içmekten kendini alıkoy! Böylece yorgunluktan ve de çalışmaktan kurtulursun!" Oysa sahipleri, oracıkta, onların konuşmalarını dinliyormuş. Ahırdan sorumlu yanaşma gelip de yem vermek için öküze yaklaşınca, onun çok az yediğini görmüş. Ertesi sabah çifte koşmak isteyince, onu keyifsiz bulmuş.
Bunun üzerine çiftçi yanaşmaya, "Eşeği al ve bütün gün öküz yerine onu çifte koş!" demiş. Yanaşma da öküz yerine eşeği işe koşup bütün gün çalıştırmış. Günün sonunda eşek ahıra dönünce, öküz ona, yaptığı iyilik ve bütün gün sayesinde dinlendiği için teşekkür etmiş. Eşek hiç yanıt vermemiş ve yaptığından büyük pişmanlık duymuş. Ertesi gün saban-sürücü gelmiş ve eşeği götürüp gün batıncaya kadar yeniden çalıştırmış. Eşek, boynu soyulmuş, yorgunluktan bitkin bir halde gelmiş. Öküz, onu bu durumda görünce, coşkuyla ona şükranlarını sunmaya ve övgüyle onurlandırmaya başlamış.
Eşek, o zaman, ona demiş ki: "Bundan önceki günler ne rahattım, rahatlıktan nasibimi alıp duruyordum." Sonra da eklemiş: "Bununla birlikte, sana iyi bir nasihatte bulunmakta yarar görmekteyim. Efendimizi yanaşmalara şöyle derken duydum: 'Öküz yarın da yerinden kalkmazsa, onu kasaba verin! Kesin, derisinden masaya örtü yapın!' Senin adına korktum, sağlığından endişe ettim." Öküz, eşeğin bu sözlerini işitince, ona teşekkür etmiş ve demiş ki, "Yarın onlarla gider, canla başla çalışırım"; ve hemen yeminin tümünü yemiş, hatta yem kabının dibini diliyle yalamış. Bütün bunlar olup bitmiş ve sahipleri de bu sözleri duymuş.
Ertesi gün, gün doğunca tacir, eşiyle birlikte öküz ve ineklerin bulunduğu ahıra gitmiş; oturup izlemişler. Biraz sonra yanaşma gelip öküzü dışarı çıkarmış. Öküz efendisini görünce kuyruğunu sallamaya, gürültüyle yellenmeye ve her yöne çılgınca koşmaya başlamış bunu gören çiftçi öylesine bir gülme nöbetine tutulmuş ki, sırtüstü düşmüş. Karısı sormuş "Ne gülüyorsun, sen?" diyerek... O da, "Görüp işittiğim bir şeyden ötürü. Bunu ölümü göze almadan sana açıklayamam!" demiş. Kadın, "Bunu bana kesinlikle açıklaman gerek! Gülüşünün nedeni nedir? Ölsen bile söylemelisin!" diyence, kocası, "Ölümden korktuğum için bunu sana açıklayamam!" demiş. Kadınsa, "Öyleyse sen bana gülüyorsun" diye tutturmuş; ve de onunla çekişmekten ve inatla sözünü sürdürerek canını sıkmaktan vazgeçmemiş. Sonunda adam büyük bir şaşkınlığa düşmüş. Çocuklarını yanına çağırtmış, kadıya ve tanıdıklara da haber salmış. Karısına sırrını açıp ölmeden önce, vasiyetnamesini hazırlatmak istemiş. Çünkü karısını, amcasının kızı ve çocuklarının anası olduğundan büyük bir aşkla severmiş, bir de onunla yirmi yıldır birlikte yaşamış imiş.
Dahası, karısının yakınlarını, mahalledeki komşuları da çağırtmış. Onlara tüm öyküyü ve sırrını açıklar açıklamaz öleceğini söylemiş. Orada bulunan herkes kadına, "Allah aşkına! Israrından vazgeç, yoksa kocan, çocuklarının babası ölecek!" demiş. Ama kadın onlara, "Bana sırrını açıklamadan yakasını bırakmam, ölürse ölsün!" demiş. Bunun üzerine konuşmaktan vazgeçmişler. Çiftçi de yanlarından ayrılmış, ahırdan yana yönelmiş; bahçede ilkin abdest alıp sonra dönerek iki rekât namaz kılıp sırrını söyleyecek ve ölecekmiş. Çiftçinin elli tavuğu doyuracak güçte yiğit bir horozu ve bir köpeği varmış. Çiftçi, köpeğin, tavuklara çullanan horoza seslenip onu azarlayarak, "Efendimiz ölüme giderken böylesine keyiflenmekten utanmıyor musun?" dediğini duymuş.
Bunun üzerine horoz köpeğe sormuş: "Nasıl oluyor bu?" diye... O zaman köpek, öyküyü tekrarlamış; horoz da ona, "Allah, Allah! Efendimizde hiç akıl yok mu? Benim elli karım var. Birini hoş tutar, öbürünü azarlar, idare eder giderim; onun bir tek karısı var, onu bile nasıl yöneteceğim bilmiyor. Oysa çözüm çok basit: Dut ağacından birkaç dal kessin, birden yatak odasına dalsın ve ölünceye ya da pişman olup özür dileyinceye kadar karısını dövsün! Bundan sonra hiç can sıkacak sorular sormaz!" demiş. Çiftçi, köpekle konuşan horozun söylediklerini işitince kafasında şimşek çakmış ve karısını dövmeye karar vermiş.
Vezir burada öyküsünü kesip kızı Şehrazat'a, "Ben de sana çiftçinin karısına yaptığını yapsam yeridir!" demiş. Kızı, "Ne yapmış?" diye sorunca, vezir sözünü şöyle sürdürmüş: Çiftçi karısının yatak odasına girmiş; kestiği birkaç dut dalını orada bir yerlere sakladıktan sonra, ona seslenerek, "Sırrımı söyleyebilmem için yatak odasına gel! Hiç kimse beni görmesin! Sonra da öleyim!" demiş
Karısı onunla odaya girmiş; çiftçi ikisine özgü odanın kapısını kapayıp karısına, gittikçe şiddetini artırarak bayıltıncaya kadar sopa çekmiş; sonunda kadın, "Pişman oldum! Pişman oldum!" demiş. Sonra da kocasının iki elini, iki ayağını öpmeye başlamış ve gerçekten pişman olmuş ve de onunla birlikte dışarı çıkmış. İki tarafın yakınları da dahil, tüm orada bulunanlar, aralannın düzeldiğini görerek sevinmişler ve herkes ölünceye kadar mutlu ve bahtlarından memnun yaşamışlar.
Babasının anlattıklarını dinledikten sonra Şehrazat demiş ki: "Babacığım, her şeye karşın, dilediğimi yerine getirmeni istiyorum!" O zaman vezir, daha fazla ısrar etmeden, kızı Şehrazat'ın çeyizini hazırlamış, sonra meseleyi Şah Şehriyar'a açmaya gitmiş. Bu sırada, Şehrazat, küçük kardeşine yapacaklarını öğretip ona "Şahın yanında olduğum sırada, seni çağırtacağım; geldiğin ve şahın benimle işinin bittiğini anladığın zaman, bana: 'Ablacığım, bana o harika öykülerinden birini anlat da geceyi hoşça geçirelim!' de! Bunun üzerine, sana anlatmaya başlayacağım öyküler, eğer Allah isterse, müslimin kızlarının kurtuluşunun nedeni olacaktır" demiş. Bunu izleyerek vezir kızını almaya gelmiş ve onunla birlikte şahın huzuruna çıkmış. Şah memnun olmuş ve vezire, "Gereken her şey hazır mı?" diye sormuş. Vezir saygıyla, "Evet" demiş. Fakat, şah, genç kıza sahip olmak isteyince kız ağlamaya başlamış. Şah ona, "Neyin var?" diye sorunca; kız da "Şahım! Bir kızkardeşim var. Ona veda etmek isterdim" demiş. Şahın arattığı kızkardeşi gelince, Şehrazat'ın boynuna sarılmış; ve yatağın ayak ucuna sokulup kalmış. Sonra konuşmalar başlamış.
Kardeşi Dünyazat, Şehrazat'a demiş ki: "Tanrı seninle olsun! Ablacığım, geceyi hoşça geçirmemiz için bize bir masal anlatsana!" Şehrazat, "Bütün kalbimle ve yerine getirilmesini görev bilerek! Ancak yüce ve soylu şahımız izin verirlerse" diye yanıt vermiş. Şah bu sözleri duyunca, zaten uykusu da kaçtığından, Şehrazat'ın masalını dinlemekten tedirginlik duymamış. Ve Şehrazat, bu ilk gecede, aşağıdaki masalı anlatmış: Tacir ile İfrit Masalı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı
Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...
-
Cep telefonu ve tablet şarj cihazlarında USB kablolarla sık sık karşılaşıyoruz ve kullanıyoruz. Aynı zamanda bu cihazlara ve bilgisayarl...
-
Kitabın Adı : Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe Kitabın Yazarı : Paola Peretti Kitap Hakkında Bilgi : Yazarın kendi yaşam hikâyesinden esinl...