17 Kasım 2019 Pazar

Asansör Nedir? Neden Kullanılır? Tarihçesi, Çalışma Prensibi ve Çeşitleri Nelerdir?


Asansör Nedir?

Asansör; dikey veya yatay olarak kabini içine aldığı yük ve insanları belirli durak veya katlara taşımada kullanılan bir araçtır.

Asansörler bir kabin içinde yük ve insan taşıyan bir makine düzeneğidir.

İnsanları, yükleri bir yapının bir katından ötekine veya yüksek yerlere çıkarıp indiren, elektrikle işleyen araca Asansör denir.

Asansör yükleri veya insanları, alçak veya yüksek yerlere dikine indirip çıkarmaya yarayan ve bir platform kabinden meydana gelen makine düzeneğidir.

Asansörlere, İngilizcesi olan elevatör de denmektedir.

Daha yüksek ve derin yapıların yapılmasıyla, insanların ve yüklerin üst ve alt katlara ulaşabilmesi ihtiyacı asansörleri zorunlu kılmıştır. Yüksek katlı binalar ve gökdelenlerin varlığı asansörlerin kullanılması kaçınılmaz yapmaktadır.

Asansörlerin Tarihçesi :

Çok eski çağlarda bile insanlar ağır yükleri kaldırmak için makinelerden yararlanma yoluna gitmişlerdir. Romalı Mimar Vitarius’un M.Ö. 26’da yazdığı eserden anlaşıldığına göre, milattan 236 yıl önce Roma’da yük kaldırmak için bir takım makinalardan yararlanılmaktaydı. Bunun gibi Roma İmparatorlarının saraylarında da iner çıkar dolaba benzer yapılar vardı.

On sekizinci yüzyılda, Velayer adında bir Fransız mimarı, “Uçan Mobilya ” adını verdiği bir aracı insanların istifadesine sundu. Bu araç bir karşı ağırlık vasıtasıyle dengede tutulmaktaydı. Hareket etmesi için de bir kölenin veya uşağın kolu çekmesi gerekiyordu. Edoux adında bir Fransız mühendisi de 1867’de yeni tür bir kaldırma makinası yaptı ve buna “ asansör ” adını verdi.

19. yüzyılda bazı maden ocakları ve fabrikalarda, kömür ve gerekli maddelerin taşınmasında yük asansörleri kullanılıyordu. İnsanların can güvenliğini tehlikeye atmayan ilk asansörler 19. yüzyıl ortalarında yapıldı. Bu döneme kadar kentlerdeki yapılar insanların merdivenle yukarı çıkabileceği yükseklikte, en çok beş altı katlı binalar yapılıyordu.

Bu güvenli asansörler buhar gücü ile çalışıyordu. Bu asansörlerde buhar makinesi bir tamburu döndürüyor, asansör kabinini çeken halat da tıpkı makaralı balık oltalarında olduğu gibi bu tamburun üzerine sarılıyordu. Asansörü ilk olarak Elisha Graves Otis icat etmiştir.

Hidrolik Asansörler :


Hidrolik asansörler, sıvı basıncı ile çalışmaktadır. Odacık, kalın bir piston üzerine oturtulmuştur. Piston kolu, binanın yüksekliği kadar yerin altına sokulmuş bir silindirin içine girer. Silindire güçlü pompalarla sıvı gönderilir ve piston yukarı doğru yükselmeye başlar. Asansör aşağıya indirilmek istendiğinde piston üzerindeki sıvı basıncı azaltılır. Hidrolik asansörler, pek yüksek binalarda kullanılmamaktadır. Elektrik gücü ile işleyen asansörlerin gelişmesiyle bunlar önemini kaybetmiştir.

Modern asansörlerden bazıları da pistonlu-elektrikli tiptedir. Bunlar tıpkı eski hidrolik asansörler gibi çalışır, yalnız paslanmayı ve donmayı önlemek için su yerine yağ kullanılır. Silindirin içine elektrikli bir pompayla basılan yağ elektrikli vanalara boşaltılır. Bu asansörler çok yüksek olmayan yapılarda, özellikle de ağır yüklerin kaldırılması için fabrikalarda ve uçak gemileri ile otomobil yıkama-yağlama istasyonlarının yükseltici platformlarında kullanılır.

Elektrikli Asansörler :

Eski asansörlerde kullanılan halat sarmalı tambur sistemi, buhar makinesi yerine bir elektrik motoruyla döndürülerek bugün de bazı asansörler de uygulanır. Ama elektrikli asansörlerin çoğu artık çekmeli tiptedir. Bu asansörlerde, askı halatlarının bir ucuna asansör kabini, öbür ucuna da kabinin ağırlığını dengeleyen bir karşı ağırlık bağlanmıştır. Askı halatlardan her biri, asansör boşluğunun tepesine yerleştirilmiş bir kasnağın ya da makaranın üzerindeki ayrı bir yive oturur. Bir elektrik motoruyla çalışan bu makara döndükçe halatları hareket ettirir. Böylece asansör bir yöne doğru yol alırken karşı ağırlık ters yönde hareket eder.

Bugünün asansörleri, kabinin çok hızlı inip çıkmasını ve en üst ya da en alt kat hizasını çıkmasını ve en üst ya da en alt kat hizasını geçmesini önleyen birçok güvenlik düzeneğiyle donatılmıştır. Bu düzenekler çalışmasa bile, asansörün en üst katı geçerek tepedeki aygıtlara değecek kadar yükselmesi olanaksızdır. Çünkü kabin en üst kata ulaştığında karşı ağırlık, kuyu dibinde bulunan tamponların üzerine oturur böylece halatlar gevşediği için kabini daha yukarı çekemez.

Elektrik gücüyle işleyen çeşitli büyüklük ve güçlerde olan çok geniş kullanım alanı bulan makinalardır. Bunların sayesinde 90-95 katlı, hatta daha yüksek binaların en üst katlarına kadar kısa bir süre içinde çıkılabilmektedir. Bu elektrikli asansörlerin mekanizması oldukça basittir. Hesaplar ve uygulamalar sonucu çapı ve mukavemeti tesbit edilmiş bir çelik halatın ucunun biri asansör odasının tavanına, bir ucu da karşı ağırlık adı verilen bir demirden ağırlığa bağlanmaktadır. Çelik halat, boşluğun tepesinde bir takım makaralardan meydana gelen bir palanga sistemi içinden dolaşır. Bunun ağırlığı aşağı-yukarı asansör odacığının ağırlığı kadardır. Karşı ağırlık sayesinde, motora binen yük hafifler. Karşı ağırlık ile asansör hemen hemen dengede durur.

Asansör odacığına girilip kapılar kapandıktan sonra, çıkılmak istenen katın düğmesine basıldığında elektrik motoru harekete geçer. Halatların üzerine dolandığı planga sistemindeki makaralar döner. Halat dönmesiyle, asansör boşluktan yukarıya doğru çekilmiş olur.

Elektrikli asansörlerde her türlü kaza ihtimaline karşı çeşitli tedbirler alınmıştır. Asansörün halatlarının kopması durumunda, kılavuz raylara yakın olan çelik pençeler, otomatik olarak yerlerinden fırlayarak içinde, odanın gidip geldiği boşluğun çevresindeki dikey rayları tutar. Ayrıca bundan başka odacığın alt kısmına düşüşteki sertliği gidermek maksadıyla içinde yağ bulunan çelik pistonlu silindirler de yerleştirilmiştir.

Elektronik Denetimli Asansörler :

Elektrikli asansörlerin yaygınlaşmasından sonra bile, asansörün iniş çıkışını denetlemek ve kabin kapılarını açıp kapatmak için uzun süre asansör görevlilerine gerek duyuldu. Yolcuların kabindeki düğmelere basarak asansörü kendi kendilerine çalıştırabilmeleri 1890’lara rastlar. Başlangıçtaki küçük kabinli ve çok yavaş olan bu asansörler ancak konutlarda ya da az sayıda insanın girip çıktığı birkaç katlı iş hanlarında kullanılabiliyordu.

Elektronik bilimi ilerledikçe, işlek yapılarda kullanılan hızlı asansörler için otomatik denetim sistemleri geliştirildi. Bu otomatik elektronik aygıtlar, birkaç asansörü olan yapılarda aynı zamanda görev dağıtımı yapan bir “komuta tablosu” işlevini görür. Bu aygıtlar verilen programa uygun olarak asansörlerin iniş çıkış yönünü yolcu trafiğine göre düzenler. Yaklaşık 30 yıldır yüksek yapılardaki asansörlerin çoğu tam otomatiktir. Bu asansörler insan eliyle denetlenen asansörlerden çok daha verimli, hızlı ve güvenilirdir.

Otomatik Asansörler :

Otomatik asansörlerin kabininde, kapının bir ya da iki yanında yerleştirilmiş bir panelde yapının her katı için numaralı bir düğme bulunur. Asansöre binen kişinin yapacağı tek şey çıkmak ya da inmek istediği katın düğmesine basmaktır. Sonradan binen yolculara asansörün hangi katta duracağını haber vermek için, basılan düğmenin içinde bir ışık yanar. Düğmeye basıldıktan sonra çok kısa bir süre sonra kapılar otomatik olarak kapanır ve asansör kendiliğinden harekete geçer. Duracağı kata yaklaşırken de gene otomatik olarak yavaşlar ve kat kapısıyla aynı düzeye geldiğinde durur. Asansör yukarı çıkarken, yapının koridorlarındaki asansör kapılarının yanında bulunan panelin çıkış düğmelerine basan başka yolcuların bulunduğu katlarda da durur. Aşağı inerken de iniş çağrılarına yanıt verir. Otomatik denetim düzeneği bütün çağrıları sırayla yanıtlamak üzere belleğinde sakladığı için, aynı iniş ya da çıkış sırasında asansörden çok sayıda yolcu yararlanabilir.

Asansör kat düzeyine gelip durduğunda kapılar otomatik olarak açılır; yolcuların bütün iniş çıkışları bitince de yavaş yavaş kapanır. Tüm kapılar kapanırken iki kanadın arasında bir yolcu kalmışsa, elektronik bir aygıt bu durumu saptayarak kapıların yolcuya çarpmadan durmasını sağlar. Ama bu yalnızca bir anlık bir duraklamadır. Eğer herhangi birisi kapıları zorlayarak açık tutmaya çalışırsa, kapı kanatları aradaki yolcuyu hafifçe iterek uzaklaştırır ve asansörün yoluna devam etmesini sağlar.

Asansörlerin Programlanması :


Çok sayıda asansörü olan yüksek yapılarda bütün asansörlerin çalışması bilgisayarlara bağlı otomatik aygıtlarla yönlendirilir. Bu aygıtlar, asansörlerin iniş çıkışlarını yolcu trafiğine göre düzenleyecek biçimde programlanmıştır. Çok işlek bir yapıda sabah ve akşam saatleri arasındaki yolcu trafiğinin akışına uygun olarak genellikle altı ayrı program uygulanır. Günün erken saatlerinde insanlar işyerlerine yetişmek için acele ettiklerinden asansörlerin çoğu çıkış yönüne çalıştırılır. Sabahın geri kala bölümünde çıkış ve inişler dengelidir. İnsanların öğle yemeğine gittiği saatlerde inişler, öğle yemeğinden dönüşte çıkışlar daha yoğundur. Sonra yine uzun bir süre inişler ve çıkışlar dengelenir. İş günün bitiminde asansörlerin çoğu bu kez iniş yönünde çalışacak şekilde programlanır. En sonunda, gece hizmetine ayrılan bir ya da iki asansör dışında elektronik sistem bütün asansörleri otomatik olarak durdurur.

16 Kasım 2019 Cumartesi

Çelik Mağaralar (Isaac Asimov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Çelik Mağaralar

Kitabın Yazarı : Isaac Asimov

Kitap Hakkında Bilgi :

Isaac Asimov, romanda insanlığın 3000 yıl sonrasını anlatıyor. Hiperuzay yolculuk keşfedilmiş, Dünya yaklaşık 50 gezegeni kolonileştirmiş, buraya yerleşen insanlar da robotların yardımı ile teknolojik olarak daha gelişmiş gezegenler kurmuşlar. Hatta artık bir Dünya (kitapta genellikle Arz ismi ile anılıyor) kolonisi olmaktan çıkmış, Arz’a istediklerini dikte edebilecek hale gelmişlerdi. Her ne kadar farklı gezegenlere yayılan insanlar da Dünya kökenli olsalar da artık Uzaycılar adıyla anılıyor ve farklı görülüyorlar.

Arzlılar ile Uzaycılar arasındaki en büyük fark ise robotları kullanmaları. Arzlılar robotları pek sevmiyor, uzaylılar ise robot ve insanın iç içe olduğu bir toplum kurmuşlar. Bu başlıca farktan dolayı Dünya’da olaylar çıktığını bile öğreniyoruz.

“Uzaycıları hiç sevmiyorsun. Ben de öyle. Bu dünyada onları seven var mı? Birinin bu hoşnutsuzluğu sonunda nefret halini almış, işte o kadar."
"Evet ama..."
"Los Angeles'teki fabrikalarda çıkan yangınları unutma. Berlin'de R.'lerin parçalanmasını, Shanghai'deki ayaklanmalar!..."
"Tamam..."

Kitabın Özeti :

Uzaycıların kentinde bir cinayet işlenir. Bir uzaycı öldürülür. Bunun araştırma görevi New Yorklu dedektif Elijah Baley’e verilir. Ancak uzaycıların bir şartı vardır. Baley’in yanına soruşturma için insana çok benzeyen bir robot vereceklerdir. Bu robotun ismi de R. Daneel Olivaw. İsmin önündeki “R” harfi, robot anlamına geliyor. Her ne kadar insana benzese ve bir insan ismi taşısa da robot olduğunu belirtmek için R harfi kullanılır.

R. Daneel Olivaw çok özel bir robottur. İlk bakışta robot olduğu bile anlaşılmaz. Kendisi şöyle söylüyor:

“Güdü bankalarıma özellikle güçlü bir istek kattılar. Adaletin yerini bulması isteği." Bundan dolayı olan detektif robot da diyebiliriz. Ancak Asimov’un Vakıf Serisi’nden “Vakıf ve Dünya” kitabını okuyanlar, kitabın sonunda “Robot Daneel Olivaw” isminin geçtiğini hatırlayacaklar. Hatta kitabın ana karakterlerinde biri “efsanelerde de böyle bir robot ismi var” derken, Daneel Olivaw da o robot olduğunu ve 30 bin yaşında olduğunu söylemişti.

Detektif Elijah Baley ve ortağı R. Daneel Olivaw, söz konusu cinayeti aydınlatmak için çalışmalar başlarlar. Baley her ne kadar robotları sevmese de sonunda Daneel Olivaw’a alışır. Hatta gerçek ve güvenebileceği bir arkadaşı olarak görmeye başlar.

İnsanlar ile robotların ilişkisi

Baley ve genelde de insanlar robotları sevmiyorlar. Mesela, Baley’in babası bir hatasından dolayı işten atılmış ve yerine robot koymuşlar. Çünkü robot hata yapmıyor. Bundan dolayı insanlar genel olarak robotları sevmiyor ve onlara karşı. Ancak romanda da bahsedildiği gibi yeni şeylere karşı çıkmak insan doğasının bir parçası.

“Böyle sızlanıp yakınmak insan karakterinin bir parçasıydı. Kömür Çağında da insanlar buhar makinesinin icat edilmesinden şikâyet etmişlerdi. Shakespeare'in oyunlarından birinde bir adam barutun icat edilmesinden yakınıyordu. Bin yıl sonra da pozitronik beynin yapılmasından şikâyete kalkışacaklardı.”
Tabii insanlar en baştan robotlara karşıydı. Robot Serisi’nin ilk kitabı “Ben Robot”taki hikâyeler bunun sebeplerine açıklık getiriyor. Hikâyelerden oluşan ama ana teması itibariyle bir roman gibi de kabul edilebilecek bu kitap, insanlar ile robotlar arasındaki ilişkilerin temeline iniyor.

Bu arada bir yandan hiperuzay ve robot teknolojileri gelişirken, diğer yandan insanlar ortaçağ meraklısı ve hayranı olmaya başlıyor. Hatta böyle bir akım ve örgütler de kurulmuş. Tabii bunlar başta robotlara ve Uzaycılara karşı. Bunun da yine birkaç sebebi var.

“Arzlıların çoğu şu ya da bu bakımdan ortaçağ meraklısıydı. O zamanları düşünmek kolaydı. Çünkü insan geçmişe, Arzın elli gezegenden biri değil, tek dünya olduğu zamana bakıyordu. Üstelik Arz o elli dünyadan en geri olanı ve zamana ayak uyduramayanı da değildi o sırada.”

Aslında Uzaycılar da Arzlıları istemiyor. En başlıca sorun Arz’ın kocaman nüfusu. Çünkü Uzaycı gezegenleri göç almaya başlarsa hem iki farklı kültüre ayrışmış bu insan grupları uzlaşamaz hem de Uzaycılar sahip oldukları konfordan mahrum kalabilirler. Bundan dolayı da insanların dünyada kalmamalarını ve diğer gezegenlere göç etmelerini istiyorlar. Tabii Uzaycı gezegenleri dışındaki yeni gezegenlere.

“Arzdaki devamlı başarısızlık Dış Dünyalardaki milliyetçi partilerin güçlenmelerine neden oldu. Şimdi onlar Arzlıların Uzaycılardan farklı olduğunu, aynı törelere uyamayacaklarını söylüyorlar. 'Üstün gücümüzden yararlanarak Arzın robotları kabul etmesini sağlarsak, Galaksinin mahvolmasına yol açarız,' diyorlar. Anlayacağın hiç unutamadıkları bir şey var. Arzın nüfusunun sekiz milyar olduğu. Buna karşılık elli Dış Dünyanın nüfuslarının toplamı ancak beş buçuk milyar kadar.”

"Yeni Dünyalara göç etmeye ne dersiniz? Galakside yüz milyarlarca yıldız var. Yüz milyon gezegenin insanların yaşamasına uygun olduğu ya da bu duruma getirilebileceği saptandı."

"Saçma!"

Dr. Fastolfe heyecanla, "Neden saçma?" diye sordu. "Neden bu öneriyi saçma buluyorsunuz? Arzlılar geçmişte gezegenleri sömürgeleştirdiler. Elli Dış Dünyadan otuzuna Arzlılar doğrudan doğruya yerleştiler. Buna kendi Dünyam Aurora da dahil. Artık gezegenleri kolonileştirmek imkansız mı?"

"Şey..."

"Cevap veremiyorsunuz değil mi? Belki bu artık mümkün değil. Bunun nedeni de Arzda kent kültürünün gelişmiş olması. Kentlerden önce Arzda insan yaşamı özel bir amaçla geliştirilmemişti. Bu yüzden atalarınız buradan ayrılarak başka, vahşi bir gezegende her şeye yeniden başlayabiliyorlardı. Ve bunu otuz kez yaptılar. Ama artık Arzlılar çelik mağaralarında hapisler. Her türlü özen görüyorlar. Artık hapishanelerinden kurtulmaları da olanaksız.”

Neden insan biçiminde robotlar?

Asimov romanda neden insan biçim robotlar yapıldığını da tartışıyor. Bu soruya verilen cevaba geçmeden önce şunu belirtmek gerekiyor. Asimov bununla insanın sahip olduğu şeklin aslında en iyi biçim olduğunu kabul ediyor. Mükemmel bir biçim de bunu yapan kusursuz bir yaratıcıya işaret eder. Asimov bir anlamda savunduğu ateist görüşü ile çelişiyor burada.

"Ama neden insan biçimi?"

"Çünkü bu, bütün doğada en başarılı genelleştirilmiş biçimdir. Sinir sistemimiz ve birkaç ayrıntı dışında, biz özel bir görevle yaratılmış hayvanlar değiliz. Bay Baley. Birbirine zıt birçok işi oldukça başarılı bir biçimde yapabilecek bir makine istiyorsanız, insan biçimini kopya etmekten daha iyi bir yol bulamazsınız. Zaten bütün teknolojimiz de insan biçimine göre geliştirilmiştir. Örneğin, bir otomobili alalım. Bunun kontrolleri belirli boyda insan elleri ve ayakları tarafından kolayca tutulacak ya da kullanılacak biçimde yapılmıştır. Bu eller ve ayaklar belirli boyda olan ve belirli biçimde eklemleri bulunan kollar ve bacaklarla gövdeye bağlanmıştır. Sandalyeler ve masalar ya da çatallar ve bıçaklar gibi en basit cisimler bile insan vücudunun çalışma biçimine ve ölçeklerine göre yapılır. Robotların yapımında insan biçimini kopya etmek, aletlerimizin temelindeki felsefeyi tümüyle değiştirmekten çok daha kolaydır."

"Önemli bakımlardan bir insan kadar iyi bir robot yapamayız. Hele insandan daha iyi bir makine hiç yaratamayız. Güzellik, ahlak ya da din kavramı olan bir robot düşünemeyiz. Bir pozitronik beyini kusursuz maddeciliğin bir parmak yukarısına bile çıkaramayız.”

Baley ile Robot Olivaw ikisi de olaya farklı yaklaşıyor. Peki, bu ikiliden hangisi cinayeti çözecek? Tabii bir pozitronik beyne sahip robot detektif her şeyi daha iyi analiz etme gücüne sahip. Ancak bu her şeyi iyi ve kusursuz bilme özgüveni de cinayeti çözecek ayrıntılı görememesine yol açıyor. Diğer yandan ise Baley ise kaç defa yanlış yola saptı ve hatalı sonuca vardı. Yine de sonunda doğruyu görebildi. Bu açıdan Asimov, bütün üstünlüklerine rağmen robotların insanlardan üstün olmadıklarını gösteriyor.

“Merkez katına yaklaşıyorlardı. Baley, "Saat kaç?" dedi. Sonra da huysuzca, saçma, diye düşündü. Saatime bakabilirim. Bu daha az zaman alır. Ama saati R. Daneel'e neden sorduğunu da biliyordu aslında. Bu, Clousarr'ın R. Daneel'i tokatlama nedeninden pek de farklı sayılmazdı. R. Daneel'e yerine getireceği basit bir emir vermek onun robotluğunu iyice vurguluyordu. Tabii Baley'nin insanlığını da.”

Neden kitabın ismi “Çelik Mağaralar”. Çünkü insanlar artık açık havada, geniş alanlara yayılmış ve toprakla iç içe yaşamıyorlar. Bunun yerine kocaman ve tamamı kapalı alan olan dev şehirler var. Tabii bir de Arz’ın nüfusu o kadar artmış ki gezegen artık kendine yetmiyor. En başta nükleer enerji için gerekli uranyum tamamen birmiş ve dış dünyalardan getirmek zorunda kalıyorlar. Peki, bu dev şehirler nasıl? Bunlardan birine, romanın ana karakterlerinin yaşadığı ve olayın geçtiği şehre bakalım. Şöyle anlatılıyor:

“New York şimdi üç bin kilometrekarelik bir alana yayılıyordu. Son sayıma göre nüfusu yirmi milyondan fazlaydı. Dünyada ortalama onar milyon insanın yaşadığı sekiz yüz kadar kent vardı.

Her kent ekonomi bakımından hemen hemen kendi kendisine yeten, yarı özerk bir birim halini almıştı. Bu birimlerin her biri başının üzerine bir dam çekecek, etrafını duvarlarla saracak, toprağın derinliklerine dalacak durumdaydı. Sonunda kentler birer çelik mağaraya dönüşmüşlerdi. Çelik ve betondan yapılmış, kendi kendisine yeten, dev bir mağara.”

Ancak artan nüfus ve dev mağara gibi şehirler artık sorun olmaya başlıyordu. Uzaycılar ise Dünya’dan göç almayı kabul etmiyordu. Yine de dünyaya müdahale etmekten de çekinmiyorlardı. Mesela New York yakınında bir Uzaycı kenti var. Arzlılar buraya giremez. Uzaycılar da insanların arasına karışmıyorlardı. Genel olarak onlara duyulan nefretten dolayı.

“Arzın nüfusu hâlâ artıyordu. Günün birinde, kentlerin gereken her şeyi yapmalarına karşın, insan başına düşen kalori temel yaşama düzeyinin altına inecekti.”

“Durum Uzaycıların varlığı yüzünden daha da kötü bir hal alıyordu. Arzdan giden ilk göçmenlerin torunları olan uzaydaki bu yaratıklar robotlarla dolu insanı az gezegenlerde lüks içinde yaşıyorlardı. Dünyalarındaki tenhalığın sağladığı rahatı ellerinden kaçırmamaya kararlıydılar. Bu yüzden doğum oranını düşük tutuyor, kalabalık Arzdan göçmenlerin gelmelerini engelliyorlardı.”

Vakıf ve Dünya 5. Kitap (Isaac Asimov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vakıf ve Dünya

Kitabın Yazarı : Isaac Asimov

Kitap Hakkında Bilgi :

Isaac Asimov’un “Vakıf ve Dünya” romanı, Vakıf Serisinin beşinci kitabıdır. Aynı zamanda serinin ikinci devam kitabıdır.

Isaac Asimov, seriye Vakıf Üçlemesi olarak başlamış ve üçlemeden yaklaşık 30 yıl geçtikten sonra, en başta yoğun istek üzerine iki ardıl ve iki de öncül roman eklemişti. “Vakıf ve Dünya” yayımlanma sırasına göre serinin beşinci kitabıdır. Romanda anlatılan olayların kronolojisine göre ise yedinci ve son kitaptır.

Bu roman ve önceki ile birlikte devam kitaplarının Vakıf Üçlemesi’nden en büyük farkı, tek ve bölünmeden devam eden bir zaman dilimini anlatmasıdır. Vakıf Üçlemesi’nde 500 yıllık bir zaman dilimi aralıklarla anlatılıyor. Her birinde farklı ana karakterler vardır. Zaman 50 ya da 100 yıl gibi büyük aralıklarla ilerler. Her seferinde de farklı kahramanların yaşadıkları anlatılır. Üçlemeden sonra yazılan iki devam kitabının ana karakterleri ise aynıdır: Trevize, Pelorat ve Bliss.

Kitabın Özeti :

Bu romanın ana karakteri Trevize’dir. Vakıf encümen üyesidir ve önceki kitapta da gördüğümüz gibi galaksinin geleceği için önemli bir karar vermek zorunda kalmıştır. Birinci ve İkinci Vakıflar arasında muhtemel bir çatışmayı önlemiş ve Gaia isimli yeni bir gezegen keşfetmiştir. Şimdi de burada bulunuyor. Ancak ne galaksinin geleceği ile ilgili verdiği karardan emindir ne de bulunduğu şartlara uyum sağlayabiliyordur.

“Gaia’nın küçük düzenliliğine nasıl uyum sağlayamıyorsa Vakıf’ın devasa karmaşasına da sağlayamayacaktı. Hiçbir yerde kendini evinde hissetmeyecek, her yerde yetim olacaktı.”

Trevize sürekli bir arayış içindedir. İlk önce İkinci Vakıf’ı arayayım derken Gaia’yı bulmuş, buranın insanların galaksiye yayılma noktası olan Arz (Dünya) tarafından kurulduğunu öğrenmişti. Aynı zamanda işin içinde robotlar da var. Yani bir anlamda Asimov başka bir serisine gönderme yapıyor. Trevize şimdi İkinci Vakıf ve Gaia’yı biliyor. Tek bilinmeyen ise Arz’dır. İşte, şimdi de bunun arayışına çıkacaktır.

Gaia - Ortak bir bilinci paylaşan gezegen

Trevize, arkadaşı yaşlı tarih profesörü Pelorat ve Gaialı kadın Bliss’in galaksiyi keşfe çıkma yolculuklarına geçmeden önce Gaia hakkında konuşalım. Zaten, Asimov da kitabın başlarında ayrıntılı olarak Gaia’yı anlatıyor. Önceki kitapta ise kısaca anlatılmıştı. Peki, bu Gaia nasıl bir gezegendir? Gaialı Bliss’in anlatımından dinleyelim:

“Tarihin başlangıcından önce insanların olayları hatırlayabildikleri halde konuşamadıkları bir çağ yaşanmış olmalı. Sonra konuşma icat edildi ve hatıraların ifade edilmesini ve insandan insana aktarılmasını sağladı. Sonraları hatıraları kaydedip zaman içinde nesilden nesile aktarmak için yazı icat edildi. O zamandan bu yana bütün bilimsel ilerlemeler bu hatıraların aktarılması ve depolanması için daha fazla yer açılmasını ve istenen konuların daha kolay hatırlanmasını sağladı. Fakat bireyler birleşip Gaia’yı oluşturduktan sonra bütün bunlar geçerliliğini yitirdi. Sonraki her şeyin temeli olan ilk kayıt sistemine, yani hafızaya tekrar dönebiliyoruz.”

Gaia’da insanlar, hayvanlar ve hatta cansız dağlar ve taşlar bile ortak bir bilice sahiptir. Herkes herkesin zihnindekini bilir, belleğindekini öğrenebilir. Bizim için hayal etmesi zor bir şey tabii ki. Bu ortak bellek konusunu ise Bliss şöyle anlatıyor:

“Bak Trevize, sen zihninde olmayan bir şeyi öğrenmek istiyorsan uygun bir kitap-filme bakar ya da bilgisayarın veri bankalarını kullanırsın. Ben ise Gaia’nın bütün zihnini tararım.”

Hiçbir şeyin yazıya dökülmediği ve kayda alınmadığı gezegende bilgi nasıl saklanır? Hem insan zihinlerinde hem de canlı varlıklarda.

“Mineral yapısında mı? Kayaları ve dağlık alanları mı diyorsun yani?”

“Ve bazı veri türleri için okyanusu ve atmosferi de. Bunlar da Gaia’ya dahil.”

“Ama cansız sistemler ne depolayabilir ki?”

“Çok fazla şey. Yoğunluk düşük, ama hacim o kadar fazla ki Gaia’nın bütün hafızasının büyük bir bölümü kayalarında depolanıyor. Kayalardaki hatıraları almak ve yerlerine başka bir şey koymak biraz daha uzun sürüyor, bu yüzden onlar ölü verileri, tabiri caizse normalde günlük yaşamda nadiren ihtiyaç duyulacak bilgileri depolamakta kullanılıyor.”

Terk edilmiş gezegenlere yolculuk

Serinin dördüncü kitabı “Vakıf’ın Sınırı” ve özellikle de “Vakıf ve Dünya” bir macera, uzay seyahati romanlarıdır. Kahramanlar bir uzay yolculuğuna çıkarlar ve bu yolculukları boyunca farklı gezegenlere, dünyalara ve güneş sistemlerine uğrarlar. Amaçları insanların ilk gezegeni olan Dünya’yı bulmaktır.

Tabii uğradıkları bu gezegenler çok farklıdır. Bazlarında insanlar yaşıyor ve bir medeniyet var. Bazılarında insanlar yok olmuş ve bir tür kıyamet sonrası durumda olan terk edilmiş gezegenlerdir. Bazılarında ise bir tür distopya toplumlar yaşıyor. İnsanlıktan çıkmış, insanlıklarını bilerek yok etmiş, farklı amaçlar uğruna kendilerini tamamen dönüştürmüş toplumlar var. Bunlardan biri Solaria toplumudur. Bütün gezegende sadece 1200 kişi yaşayabiliyor. Hermofredit bireylerden oluşuyor. Birbirlerini neredeyse hiç görmezler.

Vakıf Üçlemesi başladığında galakside birkaç bin yıldır var olan bir imparatorluk görmüştük. Peki, insanlar nasıl oldu da tek bir gezegenden galaksiye yayıldılar ve koca bir imparatorluk kurdular. Romanın kahramanlarının öğrendiği gibi, tek bir gezegenden, yani Dünya’dan galaksiye iki dalga şeklinde yayılma olmuş. İlk dalgada insanlara robotlar da yardım etmiş ve toplamda Dünya’ya yakın yaşanabilir 50 gezegene yerleşilmiş.

Ancak bu gezegenler pek uzun süreli olmamış. Çoğu yok olmuş. Sebeplerinden biri ise şu olabilir:

“Tamamen robotlara dayanan bir toplumun yumuşayıp çökmeye başlayacağını, sırf can sıkıntısından veya daha da sinsice, yaşama isteğini yitirmekten küçülerek sönüp gideceğini ileri sürmek kolaydır.”

Bu gezegenlerden birinde ise hala robotları kullanan ancak pek “insan” diyemeyeceğimiz bir toplum oluşmuştur.

“Solaria’da Yalıtılmışların, ya da senin deyiminle bireylerin ne hale gelebileceklerini görüyoruz. Solarialılar bütün bir dünyayı kendi aralarında bölüştürmeye zorlukla tahammül ediyorlar. Tamamen yalıtılmış olarak yaşanan bir hayatı tam özgürlük olarak görüyorlar. Kendi evlatlarına karşı bile bir özlem duymuyorlar, fakat sayıları çok fazla olursa onları öldürüyorlar. Kendilerini güçlerini sağladıkları robotlarla kuşatıyorlar, böylece öldüklerinde dev malikânenin tamamı de simgesel olarak ölmüş oluyor.”

Dünya ve insanların galaksiye yayılması

Trevize, Pelorat ve Bliss de insanlığın galakside yayılma geçmişini araştırıyor ve geriye doğru adım adım gidiyorlar. Bir bir gezegenleri ziyaret ediyor. Bilgi kırıntıları topluyor ve her şeyin başladığı Dünya’yı bulmaya çalışıyorlar. Peki, Dünya nerededir ve ona ne olmuştur. İnsanlığın galakside yayılma geçmişini anlatan iki alıntı:

“Arz insanlığın ve milyonlarca bitki ve hayvan türünün ilk eviymiş. Sayısız yıl boyunca bu böyle devam ettikten sonra üstuzay yolculuğu icat edilmiş. Sonra Uzaycı dünyaları kurulmuş. Bunlar Arz’dan ayrılmışlar, kendi kültürlerini geliştirmişler ve çıktıkları gezegeni aşağılar ve ezer olmuşlar. Böyle iki yüzyıl geçtikten sonra Arz özgürlüğünü tekrar kazanmayı başarmış…”

“Arz ikinci bir yerleşim dalgası başlatmış ve yeni bir yöntemle birçok yeni dünyaya yerleşmiş. Bu yeni Yerleşimciler grubu Uzaycılardan daha enerjik çıkmış, onları geride bırakmış, yenmiş, onlardan daha çok dayanmış ve sonunda da Galaksi İmparatorluğu’nu kurmuş. Yerleşimcilerle Uzaycılar arasındaki savaşların —hayır, savaşlar değil, adam ‘çatışma’ sözcüğünü kullandı ve buna büyük özen gösterdi— seyri sırasında Arz radyoaktif hale gelmiş.”

Vakıf'ın Sınırı 4. Kitap (Isaac Asimov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vakıf'ın Sınırı

Kitabın Yazarı : Isaac Asimov

Kitap Hakkında Bilgi :

Asimov’un Vakıf Serisi tüm zamanların en iyi serilerinden biri hatta en iyisi kabul ediliyor. Bunun için Hugo ödülü de almıştır. Isaac Asimov’un “Vakıf'ın Sınırı” bilim kurgu somanı, Vakıf Serisi’nin dördüncü kitabıdır. Vakıf Serisi, 1950’lerde önce üçleme olarak yazılmış, daha sonra yoğun ilgi ve istek üzerine Asimov, üçlemeye dört kitap daha eklemiştir. Asimov, orijinal üçlemeden yaklaşık 30 yıl sonra iki devam ve iki de öncül eklemiştir seriye.

Eğer orijinal üçlemeyi okumadıysanız bu kitap size daha önce olan olayların kısa bir özetini sunacaktır. Ancak tabii ki her şeyi en baştan okumaya başlamak çok daha iyidir.

Bütün galaksiye hâkim olan bir Galaktik İmparatorluk vardı. Günün birinde psikotarihçi Hari Seldon ortaya çıkarak imparatorluğun çökeceğini söyler. Matematiksel hesaplamalar o kadar ileri girmiştir ki toplumların geleceğini hesaplamak mümkündür artık. Alanında en iyisi olan Seldon da yaptığı hesaplamalar sonucunda imparatorluğun çökeceğini ve 30 bin yıllık karanlık bir dönem yaşanacağını ileri sürer. Çözüm olarak da bu karanlık ve kaos dönemini 1,000 yıla indirmek için bir vakıf kurarak çalışmalar yapılmasını önerir.

Tabii, gücünün doruğunda olan imparatorluk Seldon’un söylediklerine inanmaz. Ancak yine de her ihtimale karşı, gözden ırak galaksinin en köşesinde bir gezegende Vakıf’ın kurulmasına izin verir. İmparatorluğun çöküşüyle oluşacak karalık çağı bin yıla indirmek için bir Seldon Planı yapılır ve Vakıf doğar.

Vakıf alanında uzman en iyi bilim adamlarından oluşuyor ve zamanla da gerçekten imparatorluk zayıflar ve çöker. Bunun yerini ise her alanda ve özellikle de bilim ile teknolojide çok ileri bir Vakıf alır. Ancak üçlemenin üçüncü kitabında Seldon’ın sadece bir değil iki vakıf kurduğunu öğreniriz. Biri görünürde olan ve teknolojik açıdan süper güç, diğeri ise zihin güçleri alanında ilerlemiş ve Seldon Planı’nın işlemesini garanti altına almak için gizliden çalışan İkinci Vakıf.
Kitabın Özeti :

İnsanlığın galaksiye yayıldığı gezegen "Arz" (Dünya)

Birinci ve İkinci Vakıf’ın varlığını öğrenmiştik. Bu kitap ise ortada daha güçlü ve gizemli bir aktörün olduğu ortaya koyar. Ancak onu ne birinci ne de ikinci vakıf biliyor. Bir de “Arz” diye bir gezegenden bahsediliyor. İngilizce metinde Arz, “Earth” yani Dünya olarak geçiyor. Birinci Vakıf’lı bir tarihçi olan Janov Pelorat, insanların galaksiye tek bir dünyadan yayıldığını ve bunun adının da Arz olduğunu söyler. Hayatını da bu dünyayı bulmaya adamıştır.

“Çıkan sonuç galaksideki bir dünyanın kalanlardan farklı olduğu. Galakside yaşam on milyonlarca —tam sayıyı kimse kesin olarak bilmiyor— dünyada gelişti. Basit, seyrek, zayıf —fazla farklılaşmamış, kolay hayatta kalamayan ve kolayca yayılamayan— bir yaşamdı. Bir dünya, yalnızca bir dünya, biz de dahil, bazısı son derece uzmanlaşmış, üst gelişkinlikte, çoğalmaya ve yayılmaya son derece yatkın milyonlarca —rahat rahat milyonlarca— türde yaşam geliştirdi. Bir uygarlık yaratmaya, üstuzay uçuşunu gerçekleştirmeye ve galaksiyi sömürgeleştirmeye yetecek kadar zekiydik, birbirlerine ve bize akraba birçok başka yaşam biçimini de yanımıza aldık.”

Ancak öyle görünüyor ki geçen yıllar, asırlar Arz’ı unutturmuş. Kimsenin bilmediği, hatırlamadığı ve sadece çok eski mitlerde adı geçen bir gezegendir. O kadar eski ki artık gerçek olup olmadığı konusunda çok büyük şüpheler var. Ancak Arz ile ilgili söylenenlerden biri şöyle:

“Yani Arz’da nükleer patlamalar olduğunu düşün.”

“Arz’ın yüzeyinde mi? Olanaksız. Galaksi tarihinde nükleer patlamaları savaş silahı olarak kullanacak kadar budala bir toplum görülmedi. Asla hayatta kalamazdık.”

Asimov, nükleer gücü savaş silahı olarak kullanan toplumu “budala” olarak adlandırıyor romanında. Ancak gel gör ki dünyada nükleer silah kullanan tek ülke de Asimov’un yaşadığı Amerika’dır.

Gizemli gezegen - Gaia

Birinci Vakıf’tan Encümen üyesi Golan Trevize, İkinci Vakıf’ın hala faal olduğunu iddia eder ve Arz’ı arama adı altında Pelorat ile uzay yolculuğunu çıkar. Bu ikisini bir yandan Birinci Vakıf, diğer yandan ise İkinci Vakıf izliyor. Her ikisinin de amaçları farklıdır. Trevize ise Arz bahanesiyle İkinci Vakfı ararken, Gaia isimli gizem dolu bir gezegen keşfeder. Hatta bu gezegenin insanlık dışı bir şey olduğunu bile düşünmeye başlarlar.

“Bunların hepsi de çok insanlık dışı. Uzaydaki insanoğlunun yirmi bin yılı aşan tarihi kesintisiz bir yayılma ve yayılma denemesi hikâyesidir. Yerleşilebilecek neredeyse her gezegene yerleşildi. Hemen hemen her gezegen, bu süreçte çekişmeye girdi ve hemen hemen her gezegen o ya da bu zamanda komşularını itip kaktı. Gaia, bu açıdan o kadar insanlık dışıysa, bunun nedeni gerçekten de insan olmaması olabilir.”

İşte bu noktada Asimov, bu roman ile diğer serileri arasında bir bağlantı kuruyor. Robotlardan bahsederek Robot Serisi ve Üç Robot Yasası’na gönderme yapıyor. Bir de insanların galakside yayılmasında rol alan “Sonsuzlar” çıkıyor karşımıza. İşte Gaia bütün bunlarla ilgilidir.

Gizemli gezegen Gaia nedir? Gaia’nın nasıl bir şey olduğu ile ilgili bu kısa ayrıntı size bir ipucu verecektir.

“Toprak. Şu ağaçlar. Şurada otların üzerindeki tavşan. Ağaçların arasından gördüğün adam. Tüm gezegen ve üzerindeki her şey Gaia’dır. Biz hepimiz bireyleriz —hepimiz ayrı organizmalarız— ama tümümüz kapsamlı bir bilinci paylaşırız. Cansız gezegen hepsinin arasında en az katkıyı sağlar, çeşitli yaşam biçimleri değişik düzeylerde verirler ve insanlarda en fazlasını verir… ama tümümüz paylaşırız.”

‘Gerçeğe ne kadar yakın olursa, yalan o kadar iyi olur ve gerçeğin kendisi de kullanılabildiğinde en iyi yalandır’

İkinci Vakıf 3. Kitap (Isaac Asimov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İkinci Vakıf

Kitabın Yazarı : Isaac Asimov

Kitap Hakkında Bilgi :

Bilim kurgu klasikleri arasında yer alan Isaac Asimov’un Vakıf serisi, ilk önce bir üçleme olarak yazılmıştı. Bu üçleme ve yayım yılları şu şekildedir: Vakıf (1951), Vakıf ve İmparatorluk (1952) ve İkinci Vakıf (1953). Benim burada bahsedeceğim kitap da üçlemenin son kitabıdır. Ancak serinin son kitabı değildir.

Asimov, Vakıf Üçlemesi’nin yayımlanmasından yıllar sonra seriye yeni kitaplar eklemiştir. Serinin devam (sequel) kitapları olarak Vakıf’ın Sınırı (1982) ile Vakıf ve Dünya (1986) yayımlanmıştır. Bunu da iki önbölüm (prequel) kitaplar takip etmişti: Vakıf Kurulurken (1988) ve Vakıf İleri (1993).
Kitabın Özeti :

Kitap iki kısımdan oluşuyor: Katır’ın Arayış ve Vakıf’ın Arayışı. Her iki bölümde de bütün arayışlar Hari Seldon’un sadece bir defa bahsettiği İkinci Vakıf’ı bulma çabalarıdır. İlk önce ikinci kitaptan tanıdığımız, bir mutant olan ve zihinleri kontrol edip değiştirebilen Katır, çok sayıda gezegenleri fethettikten sonra galaksinin tek hâkimi olabilmek için önündeki tek engeli aslında varlığı bile kesin olmayan İkinci Vakıfı bulmaya çalışır. Devamında ise bu sefer Birinci Vakıf, İkinci Vakıf’ın peşine düşer.

Peki, gerçekten İkinci Vakıf diye bir şey kurmuş muydu Hari Seldon? Zaman zaman okur tereddüde düşecektir. Gerçekten var olmayan bir şey uğruna mı bu kadar insan arayışa çıkmışlardır diye de düşünmekten kendini alamayacaktır.

Bu arada ilk kitaplardan bildiğimiz şeylere daha da yenileri ekleniyor. Hari Seldon imparatorluk yıkıldıktan sonra sadece karanlık dönemi kısaltıp ve ikinci bir imparatorluk kurmayı amaçlamamıştır. İşin içine İkinci Vakıf da girince “zihinsel bilime dayanan bir uygarlık” olmasını da hedeflemiştir.

“Çözüm, Seldon Planı’dır. Şartlar öyle düzenlenip sağlanmıştır ki, başlangıcından bin yıl sonra –ki bu da, şu andan itibaren altı yüz yıl demektir– insanlığın Zihinsel Bilimin önderliğine hazır olduğu bir İkinci İmparatorluk kurulmuş olacaktır. Aynı ara zamanda, İkinci Vakıf da kendi gelişimini sürdürerek önderlik rolünü üstlenecek ruhbilimcileri yaratmış olacaktır. Ya da, benim de sık sık düşündüğüm gibi, Birinci Vakıf, tek bir politik birimin fiziksel iskeletini; İkinci Vakıf da, hazırlanmış bir yönetim sınıfının iskeletini oluşturur.”

İşte Seldon’un birincisi diğerinden habersiz iki vakıf kurmasının sebebi de budur. Birinci Vakıf pozitif bilimlerde ve teknolojide ilerleyecek, imparatorluğu kuracak fiziki yapıyı oluşturacak. Ancak planın işe yaramasından sorumlu olan ve asıl yetki sahibi ise kimseye görünmeyen İkinci Vakıf’tır. Çünkü onlar fen bilimleri alanıyla hiç ilgilenmediler. Asimov’un bu kurmaca dünyasında, bize zihinsel güçlerden bahseder. İkinci Vakıf üyeleri, insanda hep olan ancak dilin gelişmesiyle körelen zihinsel güçleri geliştirirler.

“Birinci İmparatorluk gibi pozitif bilimlere ve teknolojiye bırakılmış bir toplumda, zihin üzerine yapılan çalışmalardan belirsiz ama güçlü bir uzaklaşma söz konusu oldu. Hemen yarar sağlayamadığından saygı gösterilmiyordu ve az kâr getirdiğinden de masrafları nadiren karşılanıyordu.”

Vakıf ve İmparatorluk 2. Kitap (Isaac Asimov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vakıf ve İmparatorluk

Kitabın Yazarı : Isaac Asimov

Kitap Hakkında Bilgi :

Isaac Asimov’un Vakıf serisinin yayımlanan ikinci kitabı “Vakıf ve İmparatorluk”tur. Birinci kitapta yazar okura psikotarihin ne olduğunu, İmparatorluk’u, Hari Seldon’un imparatorluğun çöküşünü öngörmesini ve bu çöküşün ardından sürecek 30 bin yıllık karanlık çağı sadece bin yıla indirmek için kurulan Vakıf’ı anlatmıştı. Yine birinci kitabın sonunda galaksinin diğer ucunda ikinci bir vakfın varlığını öğrenmiştik.

Asimov, serinin ikinci kitabında ise “General” ve “Katır” başlıklı iki bölümle, her biri arasında 100 yıllık bir süre olan iki olaydan bahsediyor. Birincisinde galaksinin bir köşesinde büyüyen bir güç haline gelen Vakıf, çöküş sürecinde olmasına rağmen hemen hatırı sayılır güç olan İmparatorluk ile karşı karşıya gelecektir.

Kitabın Özeti :

“Muazzam bir imparatorluktu bu… adına Samanyolu denilen görkemli ikili sarmalın bir kolundan diğerine dek, milyonlarca gezegeni kapsayarak uzanıyordu. Çöküşü de hem heybetliydi hem de uzun… çünkü çok yüksek bir doruktan düşecekti.”

Bir zamanlar İmparatorluk’un bir parçası olan ve sınır bölgesindeki Vakıf, artık çevresindeki gezegenleri kontrolü altına alan, geniş ticaret ağı ve güçlü nükleer teknolojiye sahip bir yönetimdir. Ancak buna rağmen İmparatorluk yine de Vakıf için halen büyük bir tehdit oluşturmaktadır.

Buna rağmen Vakıf’ın İmparatorluk’u yeneceğine kesin olarak inanan kişiler de vardı. Çünkü 200 yıl önce Hari Seldon her şeyi psikotarihin matematiksel hesapları ile öngörmüş, hesaplamış ve önlemlerini baştan almıştı.

“Barr omuz silkti. “İster şimdi saldırın, ister hiç; ister tek gemiyle saldırın, ister İmparatorluk’un tüm gücüyle; ister açıkça savaş ilan edin, ister kalleşçe vurun. Özgür iradenizi sonuna kadar işletip dilediğinizi yapın. Yine de kaybedeceksiniz.”

“İmparatorlukta rüşvetin yolunu yordamını bilmiyorsun. Seni temin ederim ki bu da bir sanattır.”

İmparatorluk yıllardır çöküş sürecinde olmasına, isyanlara, imparatorların birbiri ardına devrilmesine rağmen halen eski ihtişamını koruduğu yerler de vardı. Bunun başında da başkent Trantor gelir. 40 milyar nüfusu olan şehri doyurmak için 20 tarım gezegeni her gün yüzlerce uzay aracı ile sevkiyat yapar. Ayrıca şehrin yapılaşmamış tek bir karesi bile yoktur. Bütün şehir, demirle örülmüş kubbenin altındadır. Trantor’un her tasviri ayrı bir ihtişam duygusu uyandırır okurda.

“İmparatorluk’un başkenti Trantor gezegeni on bin yıldızlık açık bir kümenin ortasında, çevresindeki cılız karanlığı ışığıyla parça parça ederek, yörüngesinde dönmekteydi. Ama burası gezegenden öte bir yerdi; yirmi milyon güneş sistemine sahip bir imparatorluğun nabzıydı. Tek işlevi vardı: yönetmek; tek amacı: devlet; ve tek üretimi: yasalar. Gezegenin tamamı bir büyük çarpıklıktan ibaretti. Üzerinde insanlardan, evcil hayvanlardan ve asalaklarından başka canlı yaşamıyordu. İmparatorluk Sarayı’nın yüz kilometrekarelik arazisinin dışında ne bir ot, ne de bir milim çıplak toprak bulunabilirdi. Saray arazisinin ötesinde, bütün bir dünyanın su rezervini sağlayan muazzam yeraltı sarnıçları dışında, bir damla bile tatlı suya rastlanmazdı.”

Kitabın ikinci bölümündeki olaylar ise Seldon’dan 300 yıl sonra yaşanıyor. Vakıf’ın karşısında artık onu tehdit edecek bir güç kalmamıştır. İmparatorluk son günlerini yaşar ve sadece birkaç gezegene sıkışmıştır. Seldon’un planı ise olağan seyrinde gidiyordur. Peki, Seldon’un planı neydi?

“Seldon’ın planının özü eski imparatorluktan daha iyi bir dünya yaratmaktı. Üç yüzyıl önce, Seldon Vakıf’ın temellerini yeni attığında, İmparatorluk dağılmaktaydı… ve eğer tarih doğruyu söylüyorsa, dağılmasına yol açan üç hastalık atalet, baskı ve evrenin tüm ürünlerinin haksızca dağıtımıydı.”

Aslında Seldon galaksiyi içine düşeceği bir karanlık çağdan kurtarıp, daha iyi olsa da başka bir imparatorluğun eline bırakmayı planlanıştı. Neden başka bir yönetim şekli değil de bir imparatorluk? Neden ayrı ayrı ve bağımsız devletler, krallıklar ve gezegenler değil de imparatorluk? Çünkü Seldon bununla “galaksinin sonunda barışa ve düzene kavuşacağını” düşünüyordu.

Tabii galaksiyi barışa ve düzene kavuşturacak da Seldon’un kurduğu Vakıf olacaktı. Ancak 300 yıl içinde Vakıf’ın kendisi yozlaşmaya başlamıştı. Baskıcı ve kaynakların eşit paylaşımı yapılmayan bir vakıf yönetimi vardır. Bir de artık babadan oğula geçen yöneticiler ortaya çıkmıştır.

“Son krizin üzerinden neredeyse yüz yıl geçti ve bu süre zarfında İmparatorluk’taki her günah başını Vakıf’ta da gösterdi. Atalet! Yönetici sınıfımızın bildiği tek şey var: Aman değişmeyelim! Baskı! Bir tek kural tanırlar: Kaba kuvvet! Eşitsiz paylaşım! Bir tek şiarları vardır: Senin malın benim malım, benim malım yine benim malım!”

Vakıf giderek yozlaşmış. Karanlık çağın süresini kısaltacak, yeni ve daha güçlü bir imparatorluk kurması beklenen Vakıf, 300 yıl içinde artık kendisi çökmenin eşiğin gelmiştir. Bir dönem Vakıf’ı kurtaran tüccarlar ise şimdi kaçmış saklanıyorlardır. Kahraman ilan edilenler köle olarak ölmüş. Adalet yoktur, baskı artmıştır.

Tam bu noktada Seldon’un da planlarında olmayan, psikotarihle öngörmesi imkânsız olan bir dizi olaylar ile her şey yolundan çıkar.

Gizemli kişinin adı: Katır. Öyle bir kişi ki her yeri fethediyor ancak kimse hakkında bir şey bilmiyor. İşte bu kişi Seldon’un Vakıf planlarını tamamen altüst edecektir.

Vakıf 1. Kitap (Isaac Asimov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Vakıf

Kitabın Yazarı : Isaac Asimov

Kitap Hakkında Bilgi :

Ünlü bilim kurgu yazarı Isaac Asimov’ın “Vakıf” başlıklı bu romanı, önce öyküler şeklinde yazılmaya başlanan, daha sonra üçleme olarak yayımlanan Vakıf Serisi’nin birinci kitabıdır. Vakıf Serisi, bilim kurgu edebiyatının klasiklerinin başında gelmektedir.

Asimov’un Vakıf Serisi uçsuz bucaksız uzayda çok sayıda dünya ve güneş sistemine hükmeden on iki asırlık Galaktik İmparatorluk’un çöküşünü anlatarak başlar. Kitap bir yandan okura bir bilim kurgu öyküsü sunarken, diğer yandan bilim kurgunun içinde bizim Dünya tarihimizden “gerçeğin” ta kendisi diyebileceğimiz olaylar vardır. Tek farkı kitaptaki olaylar Dünya’da değil, uzayın derinliklerinde ve uzak bir gelecekte, hayali bir imparatorlukta yaşanıyor olmasıdır.

Asimov,  Edward Gibbon’ın yazdığı Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi kitabından etkilenmiştir. Nasıl Roma İmparatorluğu yüzyıllar boyunca büyük bir coğrafyaya hükmetmiş ve sonunda çökmüşse, Asimov’un Galaktik İmparatorluk’u da hükmettiği 12 yüzyılın sonunda çöküş sürecine girer.

Asimov, Galaktik İmparatorluk’un boyutlarını bize şöyle tasvir eder: “O dönemde galakside üzerinde insan yerleşimi bulunan yirmi beş milyona yakın gezegen vardı ve bunların içinde Trantor merkezli İmparatorluğa bağlılık yemini etmemiş bir tanesine bile rastlamak mümkün değildi. Ne var ki, bu durum ancak bir yarım yüzyıl daha böyle sürebilecekti.”

Asimov, Vakıf Serisi’ni öyküler şeklinde yazmaya başlamıştı. Vakıf Serisi’nin birinci kitabı “Vakıf” da bir birine bağlı beş öyküden oluşuyor. Ancak öyküler arasında zaman aralıkları var. Mesela kitabın birinci kısmı Psikotarihçiler’de anlatılan olaylar ile “Ansiklopedi Uzmanları” başlıklı ikinci kısım arasında tam 50 yıllık bir zaman farkı var. Böyle olunca her bir bölümün kendi karakterleri ve tabii ana karakterleri var. Kitabın ana bölümleri ise şöyle:

1. Kısım - Psikotarihçiler
2. Kısım - Ansiklopedi Uzmanları
3. Kısım - Valiler
4. Kısım - Tüccarlar
5. Kısım - Tüccar Prensler

Kitabın Özeti :

Hari Seldon bir bilim adamı ve psikologdur. Aslında bizim bildiğimiz anlamda bir psikolog da değildir. Yıl 12060’ların sonudur ve Seldon bir psikotarihçidir. Psikotarihçi olarak psikoloji ile matematiğin sentezinden yaşadığı imparatorluğun geleceğini, yani çöküşünü öngörür ve bunu yüzdeleriyle birlikte hesaplar.

Seldon, sadece imparatorluğun çöküşünü öngörmekle kalmaz. Çöküşten sonra 30 bin yıllık bir karanlık çağın başlayacağını da öngörür. Bu da yetmez, imparatorluğa bu karanlık çağı sadece bin yıla indirmek için artık çalışmaya başladığını bile söyler. İmparatorluk, siyasetçiler ve bürokrasisi onun sözlerini imparatorluğu yıkma ve ihanet olarak gördüğü için yargılar. Sonunda imparatorluğun en ücra köşesinde hiçbir yerleşim yeri olmayan boş bir gezegene sürme kararı verirler. Seldon’un birlikte çalıştığı ekibi ve ailelerinin tamamı Terminus isimli gezegene yerleştirilir.

Terminus gezegeni kendilerinin azınlık ve güçsüz olmalarına rağmen, çevre gezegenleri ve buradaki çoğunluk ve güçlü krallıkları kontrol altına almasını bilir. Bunu yapmak için ise onlara verdiği nükleer eşyaları kullanarak bir din uydurur. Bu dine göre bu nükleer eşyalar kutsal, tıbbi gereçler kutsal gıda ve bu şeyleri yapanlar da kutsal kişilerdir. Ayrıca bir din adamı sınıfı da kurulur.

İşte Terminuslular kendileri bile inanmadıkları bu din aracılığıyla çevre gezegenler üzerinde belirli bir süre egemenlik kurarlar. Asimov belki de Dünya üzerinde de toplumların, ülkelerin de farklı dinler kullanılarak kontrol edilmesini, zaman zaman istenileni yapmak için bir araç olarak kullanılmasından etkilenerek yapmıştır.

Aslında her şey Hari Seldon’un hesaplamaları sonucu öngördüğü şekilde cereyan eder. Ancak Hari Seldon bu planını hiçbir zaman vakti gelmeden açıklamaz. Hatta öldükten sonra da zamanı geldiğinde bıraktığı kayıtlarla bilim adamlarından oluşan topluluğa yön verir. Açıkladığı bazı planlar ise sadece göz boyamak için yapılan planlardır.

İmparatorluğun çöküş sürecinin başlaması ile psikotarihçi Seldon’un planı doğrultusunda ortaya çıkan yeni gezegen toplumu ve gelecek de kitabın ana başlıkları şeklinde şekillenecektir: İlk önce her şey ansiklopedi uzmanlarının elinde olur, daha sonra sırasıyla valiler ve tüccarlar yönetimi alır ve en son da tüccar prenslerin dönemi başlar.

Psikotarih bilimince de kaçınılmaz olduğu belirtildiği gibi, Vakıf’ın çevre üzerindeki ekonomik kontrolü giderek büyür. Tüccarlar zenginleşir; zenginlik ise beraberinde güç getirir…

Hober Mallow’un hayata sıradan bir tüccar olarak atıldığı bazen unutulsa da, onu Tüccar Prensler’in ilki olarak noktaladığı asla unutulmaz…

Galaktik İmparatorluk’ta gezegenler arasındaki çok uzak mesafelerin nasıl aşıldığını yazar şöyle açıklar:

“Sıçrama, yıldızlar arasında yolculuk etmenin tek elverişli yöntemiydi, büyük olasılıkla sonsuza dek de öyle kalacaktı. Bildik uzayda yolculuk etmek normal ışık hızının üstünde bir hızla gerçekleştirilemezdi (insanlık tarihinin çoktan unutulmuş olan başlangıç yıllarından beri süregelen bilgi birikiminin bir parçasıydı bu) ve bu, insanlar tarafından mesken tutulmuş en yakın sistemler arasında bile yolculukla geçecek uzun yıllar anlamına geliyordu. Üstuzayda, ne uzay ne zaman, ne madde ne enerji, ne bir şey ne de hiçbir şey olarak tanımlanabilecek o hayal edilemez bölgede insan, birbirini izleyen iki an arasındaki ufacık zaman dilimi içinde galaksiyi bir baştan diğerine aşabilirdi.”

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...