19 Kasım 2019 Salı

Kim Takar Salatalık Kralı (Christine Nöstlinger) Kitabının Özeti Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kim Takar Salatalık Kralı

Kitabın Yazarı : Christine Nöstlinger

Kitap Hakkında Bilgi :

O acayip salatalık şey mutfaklarında ortaya çıkana dek, Hogelmann’lar sıradan bir aileydi. Kilerdeki Kumi-Ori’lerin kralı olduğunu, ama isyan çıkaran hain halkı yüzünden onlara sığındığını ileri süren salatalık yaratık, kendisine Majesteleri demelerini istedi. Kısa sürede Bay Hogelmann'ı etkisi altına almayı başardı ve aile bireylerini gizliden gizliye izlemeye, olmadık yalanlar kıvırmaya başladı. Hogelmann'ların evinde artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Herkes huzursuz ve mutsuzdu. Eğer, gerçekten doğru dürüst bir aile olsalardı, böyle salatalıktan bir şey yüzünden huzurları kaçar mıydı?

Dünya çocuk edebiyatının usta ismi Christine Nöstlinger'den, çocuklar için, toplumun yöneten-yönetilen ayrımına mizah dolu bir bakış! Mutfaklarında beliriveren "küçük" bir belanın üstesinden gelmeye çalışan sıradan bir aileyi anlatan romanı bugüne dek her yaştan okur büyük bir keyifle okudu. 1973'te Alman Çocuk Edebiyatı Ödülü'ne değer görülen roman, bugün çocuk edebiyatının klasikleri arasındadır.

Kitabın Özeti :

Wolfgang ile ailesi Hogelmann'lar bir Paskalya pazarında kahvaltı hazırlığı yapmaktadırlar. Bu sırada mutfaktan gelen gürültü sonrası mutfaktaki Salatalık Kral’la karşılaşırlar. Salatalık Kral, Kumi-Orilerin eski kralıdir, despot ve düzenbaz olduğu için halkı tarafından sevilmemiş ve ayaklanma neticesinde krallıktan atılmıştır. Salatalık Kral, yerinden sürgün edilmiştir. Halkı artık Salatalık Kral’ın yönetimini hiç istememektedir. Aile mutfaktan çıkan yaratığın gerçekliğini tartışa dursun evlerinin bodrumunda yaşayan bir halkın varlığı onları şaşkınlığa sürükler.

Salatalık Kral’ın gelmesiyle evin içindeki düzen bozulur. Salatalık Kral evin içinde yaşanan iletişimsizliği körükleyerek babayı kendi tarafına çeker. Çocuklar ve anne Salatalık Kral’dan rahatsız olurlar. Baba ise Salatalık Kral’ın kendisine söylediği yalanlara inanarak onu her daim destekler. Gayet yalancı biri olan Salatalık Kral çıkarları doğrultusunda insanları kandıran biridir. Eski krallığına dönüp yeniden kral olmak için planlar yapmaktadır. Salatalık Kral babayı bir tanıdığından torpil yaptırarak iş yerinde yükseltebileceği yalanı ile kandırmıştır. Baba Hogelmann ve Salatalık Kral amaçları doğrultusunda birbirine yardım edecekler ve bu durumu diğerlerinden gizli tutacaklardır.

Bir gün Wolfgang evin bodrumuna iner, orada Kumi-Oriler ile karşılaşır. Kumi-Orilerin başından geçenleri dinleyince yardım etme kararı alır ve Martina’nın da desteğiyle Kumi-Oriler için oyuncak toplamaya başlarlar. Kumi-Oriler oyuncak eşyalarla evin bodrumunda patatesleri yetiştirecekler, kendilerine hastane gibi binalar inşa edeceklerdir.

Wolfgang, okulda mutlu değildir. Çünkü matematik dersinde ödevlerini yapmadığı için ve babasına ödevlerini gösterip imzalatamadığından ödevleri iki katına çıkar. Baba Hogelmann eşine ve çocuklarına bağırarak iletişim kuran, sert karakterli biridir, iletişim sorunları vardır. Eşi ise kocasının huyuna giden biridir. Salatalık Kral babaya yalanlar söyleyerek onu kullanması neticesinde aile içi iletişim sorunları gün yüzüne çıkar. Mesela evin 12 yaşındaki oğlu Wolfgang matematik ödevlerini yapmamakta, babası kızar diye ona söyleyememektedir. Bu neden ile Wolfgang okula gitmek istememekte öğretmeniyle karşılaşmaktan korkmaktadır. Matematik dersini ablasının yardımlarıyla düzeltmeyi umut etmektedir.

Salatalık Kral’la baba gizli şekilde planlar yapmaktadır. Salatalık Kral eski ülkesine yeniden kral olmak istemektedir ama halkı onu istemediği için darbe ile iktidara gelmeyi düşünür. Planları bodrum kata su basarak Kumi-Orileri öldürmek, Salatalık Kral’ın tekrar hüküm sürmesini sağlamaktır. Bu planları Niki tarafından öğrenilince Wolfgang, Martina bu planı Niki’den zorla da olsa öğrenirler.

Bir akşam baba ile tartışan çocuklar babaya Salatalık Kral’ın kötü biri olduğunu anlatmaya çalışırlar. Baba onlara inanmasa da krala güveni yıkılmıştır. Salatalık Kral’ın söylediklerini anlamak için kendisine söylediği iş yerinin bodrumunda yaşayan kendisine yardım edecek olan başka salatalık kralı görmeye gider. Gittiği bodrumda salatalık kral yoktur. Yabanileşmiş Kumi-Oriler babaya saldırır ve yaralarlar. Böylece baba da kandırıldığını fark etmiş olur.

Kitabın son bölümünde Niki, Salatalık Kral'ı evden dışarı çıkarır ve her şey eskisi gibi normale döner.

Mutluluk Sokağı (Ferza İzbudak Akıncı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Mutluluk Sokağı

Kitabın Yazarı : Ferza İzbudak Akıncı

Kitap Hakkında Bilgi :

Yine de umut etmek gerekir, diyorum ben. Yarattığımız, aradığımız, bulduğumuz, koşarak, sevinçle gittiğimiz, mutlu insanlarla dolu sokaklar çoğalır belki. İnsanlar, kendi düşlerini gerçekleştirmek için çalışırken bir yandan, mutlu yaşarlar o sokakta. Sevdikleri işleri yapabilmek için fırsat bulmuş olmanın sevinciyle...

Kitabın Özeti :

Utku yaşadığı ayrı bir yerdeki liseyi kazanmıştır. Başta sevinci büyüktür ama henüz 14 yaşında bir çocuk için sevdiklerinden ayrı yaşamak elbette kolay olmayacaktır.

Utku liseye kaydını yaptırmak için trene biner. Ablaları Özge ve Bilge de daha önce evden ayrılmanın deneyimini yaşamışlardır. Şimdi evden ayrılma sırası Utku’ya gelir.

Tren yolculuğu uzun sürecektir bu esnada Utku ablaları ile geçmişte yaşadığı acı ve tatlı anıları birer birer hatırlar. O hayat dolu günleri şimdiden özlemektedir. Kardeşler birlikte şen ve şakrak yaşarken anne babasının onlara kol kanat gererken yaşadığı sıkıntıları aklına getirir.

Acaba geleceği nasıl olacaktır? Mutlu olabilecek midir? Veya mutluluk aslında nedir ? Uzun tren yolculuğu esnasında sık sık eski anıları aklına gelir ve mutluluk kavramını sorgular.

Artık karşısına çıkan engelleri aşmada tek başına olacak ablaları ve anne babası uzakta olacaktır. Çocukluktan gençliğe geçiş döneminde çeşitli sıkıntılarla karşılaşan Utku bunlara kendince çözümler üretir.

Sonra bir an gelir ve mutluluk sokağının herkes için ayrı bir yer ve ayrı bir durak olduğunu keşfeder. Keşke dünya herkesin hayallerinin gerçek olabileceği ve herkesin mutlu olabileceği bir yer olsaydı ama öyle değildir. Ama yine de umut etmeden vazgeçmeyerek mutluluğu mütemadiyen aramak gerekir.

İnsanı mutlu eden sevdiği işleri yapmak ve düşlerini gerçekleştirmektir. İnsan bu umutla yaşamalıdır. Hayaller ile gerçekler arasındaki mesafe aslında o kadar da uzak değildir.

Mutluluk Sokağı geleceğe uzanan bir yolculuktur. Fakat Utku’nun sık sık anı geçmişine daldığını ve sorunlarını çözerken ablaları ve ailesi benzer durumda ne yapardı merak ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla mutluluk arayışı geleceğe uzanan ama aynı zamanda geçmişe götüren bir yolculuktur.

Beyoğlu Rapsodisi (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyoğlu Rapsodisi

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu'nda büyümüş, Beyoğlu'nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden...

Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi...

İnsanın bencilliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân... Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final...

Çok kollu, çok dallı büyük bir ırmağa benzeyen bu muhteşem cadde, papazı, fahişesi, cami hocası, pezevengi, hahamı, Alevi dedesi, bankacısı, işportacısı, öğrencisi, öğretmeni, tinercisi, dönercisi, dekoratörü, evsizi, midye satıcısı, esrar satıcısı, kanun kaçağı, Anadolu kaçağı, Avrupa kaçağı, Amerika kaçağı, Afrika kaçağı, yani yaşam kaçağı, beyazı, karası, sarısı, kızılı yani insan görünümünde olan kim varsa, hepsini, herkesi sorgusuz sualsiz kucaklamıştı.

Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyıllık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi.

Kitabın Özeti :

Beyoğlu Rapsodisi üç arkadaşın hikayesini anlatmaktadır. Kenan, Nihat ve Selim... Birbirlerinden çok farklı olan bu üç arkadaş aslında diğer bir yandan da birbirlerine çok benziyorlar. Bu arkadaşlar Galatasaray Lisesi'nde okuyorlar ve okulun izci takımında tanışıyorlar. Kenan ve Selim'in maddi durumları oldukça iyidir. Nihat için aynı şeyler geçerli değildi. Kenan ve Selim lisede harçlıklarından bir kısmını Nihat'a verirlerdi. Yıllar sonra bile görüşmeye devam ettiler. Kenan Hukuk Fakültesi'ne rahatlıkla girmiş, stajını da amaçlamasına rağmen avukat olamamıştı. Onun yerine babasının sigorta acentesinin başına geçti. Girişimci ruhu sayesinde çabucak alışmıştı mesleğine.

Nihat ise annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, babası bir matbaada ustabaşı olarak çalışmaktadır. Nihat şanssız bir çocuktu büyüdükçe de bu şanssızlığı onu terk etmemişti. O da matbaada çalışmış daha sonra Selim ile Kenan'ın yardımlarıyla bir kitap dükkanı açmıştır. Sonra da Melek adında bir sözde yazarla tanışıp evlenmiştir. Kenan ve Selim'e iyi davranmayıp Nihat'ı da ezmeyi başarıyordu. Ne yazık ki Nihat çok saf olduğu için Melek'in davranışlarını alttan alabiliyordu.

Biraz Selim'den bahsedelim. Selim Mimarlık Fakültesi'ni bitirdikten sonra babasının tekstil fabrikasının başına geçmiştir. O da Kenan gibi kendi mesleğini yapmamış baba mesleğini devam ettirmiştir. İşlerini geliştirmiş AZYA adında bir mağaza açmıştır. Selim de Gülriz ile evlenmiş, Burç adında bir çocukları olmuştur. Burç, down sendromlu bir çocuk olarak doğmuştur. Bu duruma alışmaları çok zor olmuş ancak Nihat'ın Burç'a yakınlığı daha iyi sonuçlar vermiştir. Nihat her zaman Kenan ile Selim'in yanında olmuş, onlara her zaman destek vermiştir.

Şimdi gelelim başlarına gelen felaketi anlatmaya. Kenan hayatını dolu dolu yaşamış, aklına gelen her şeyi yapmış, kadınların hayır diyemediği -ki Kenan'da kadınlara hayır demiyordu- bir erkekti. Bir ara Nihat'ın fotoğraf çekimleriyle ilgili verdiği bilgilerle yani öğrettikleriyle fotoğraf galerileri açmaya başlamıştır. En son galeride Melek ve yanında iki arkadaşı vardı. Selim ve Nİhat ile tanıştılar. Selim kısa tombul adamı umursamamış, yanındaki Rus güzel Katya'dan etkilenmişti. Katya'nın ise dikkati konuklarıyla ilgilenen Kenan'da idi.

Gece bitmiş galeriye ilgi büyük olmuştu. Ertesi gün ise ne bir haber ne bir görüntü vardı. Kenan'ın buna morali çok bozulmuş kendini çok kötü hissediyordu. Selim ve Nihat'la buluştu. Öldükten sonra kendisinin unutulacağını kendisini hatırlatacak bir ailesinin bile olmadığını anlatıyordu. Nihat'tan hemen bir öneri gelmişti. Kenan'a Beyoğlu'nda işlenen cinayetlerinin fotoğraflarını çekmesini önermişti. Galerinin adı da ''Beyoğlu Cinayetleri'' olacaktı. Selim ne kadar itiraz etse de Kenan'ın aklına yatmıştı bu fikir. Cinayet fotoğrafları Kenan'ın arkadaşı Başkomiser Cüneyt'ten karakolun çatısını yaptırmak karşılığında alınacaktı. Dekorlar hazırlanacak mankenler ayarlanacak ve fotoğraflar aynı şekilde çekilmeye başlanacaktı. Selim bu işten uzak duruyordu ama mekan sıkıntısı çeken arkadaşına babasının vasiyetiyle yıktırmadığı Bayoğlu'ndaki dört katlı binayı verdi. Kenan kira ödemek istese de Selim arkadaşından kira alamayacağını, bunun lafı bile olmayacağını söylüyordu. Katya da onlarla çalışacaktı. Bir gece hep birlikte Katya'nın arkadaşının barına gittiler ve sarhoş oldular. Bu halde eve gidemeyecekleri için hepsi fotoğrafların çekildiği stüdyoya gitmeye karar verdiler. Stüdyoya gidince Selim Kenan ve Katya bir şişe daha şarap içtiler. O gece Selim, Katya ile Kenan'ın ilişkisini öğrenmişti. Geçen günlerde Selim kendi işiyle ilgileniyor, Kenan ve Katya çekimlere devam ederken Nihat'ta onlara yardım ediyor, Nihat'ın sahaf dükkanına Melek bakıyordu.

Bir gün Kenan fotoğraflarda bir şey fark etmişti. İki cinayet yerinde de aynı afişten vardı. Cinayetlerin ilişkili olduğunu ve aynı kişi tarafından yapıldığını düşündü. Hatta buna inandı ve Selim ile Nihat'a anlattı. Bu işin peşini de bırakmayacağını söyledi. Kenan artık kendine daha büyük, daha kalıcı bir ölümsüzlük formülü bulmuştu.

Polisten, herkesten gizli cinayet yerlerini gezdiler. Üstelik kendilerini polismiş gibi tanıttılar. Selim'de bu ziyaretlere katılıyordu. Katil olarak suçlanan kişilerle görüştüler, kendi katil tahminleriyle de bir görüşme ayarladılar. Ne yazık ki bu görüşmelerden tekine Nihat arkadaşlarından önce gitmiş ve dayağı yemişti. Neyse ki Kenan ile Selim zamanında yetişti ve adamı güzelce sorguya çektiler. Bütün soruşturmalar sonrası hala bir sonuca varamamışlardır. Tek bildikleri kurbanların ikisi sevgilidir. Kartal uyuşturucu bağımlısı ve sevgili Aysun'u da bu pisliğe bulaştırmıştır. Aysun'un eski sevgilisi asla katil olamazdı. Kartal'ın çevresi pek tekin değildi ve alacaklısı olan adam katil olabilirdi. Belki de uyuşturucu bağımlısı olan arkadaşlarından biri.

Kartal öldürüldükten sonra Aysun bu işin peşini bırakmamış ve katilin kim olduğunu bildiğini söylemişti ancak elinde bir kanıt yoktu. Katilde Aysun konuşmasın diye onu öldürmüştü. Selim bu hikayeden yanaydı ama Kenan bu kadar basit olmadığını düşünüyordu. Bu kadar basit olamazdı. O yüzden bu işi sonuna kadar götürecekti. Aysun'a gelen mektuplardan birini buldular. Mektup Fransa'dan Catherina adlı bir kadından gelmişti. Catherina mektubunda Aysun'u tehlikelere karşı uyarıyordu. O insanların çok tehlikeli olduğunu ve uzak durmasını söylüyordu. Kadının bu cinayetlerden haberi olmadığı ortadaydı ve Kenan ile Selim, Aysun'un akrabasıymış gibi kadına yeni bir mektup yazmışlardı. Şimdi mektuba bir cevap bekliyorlardı. Bu sürede Kenan çekimleri dahi unutmuş sadece cinayetleri düşünüyordu. Ellerindeki her şeyi değerlendiriyor, katilin kim olabileceğini düşünüyordu. Çekimlere devam eden Katya ise sevgilisinin başına bir şey gelmesinden, psikolojisinin bozulmasından korkuyordu. Selim ile Nihat'ta üzülüyordu.

Mektubun cevabı gelmişti. Kenan defalarca okumasına rağmen ipucu sayılabilecek hiçbir şey bulamamıştı. Sonunda bu işin peşini bırakacağını söylemişti. Herkes rahat bir nefes almışken ertesi sabah Kenan Fransa'ya gideceğini Selim'e bildirmişti. Gidip Catherina ile konuşacaktı. Selim beklemesini, beraber gidebileceklerini söylemişti ama Kenan çoktan uçak biletini almıştı. Selim'in Fransa'daki çalışanının yardımıyla Kenan kadının adresini bulmuştu. Kenan gelişmelerden Selim'e bahsetmiyor hatta aramıyordu bile. Catherina'nın öldüğünü, kadının sekreterine Kenan'ın çok kaba davrandığını hatta kadının cinayete kurban gittiğini söyleyip otopsi istemesini çalışanından öğrenmişti. Çalışanı ise kadının 90 yaşında olduğunu ve bu ölümün şaşırılacak bir şey olmadığını söylüyordu. Hatta Kenan otopsi yapılıp yapılamayacağını sormuştu. Selim'in çalışanı ise bunun mümkün olmadığını söylemişti.

Kenan ertesi gün konuşmak, olanları anlatmak için Selim'i stüdyoya çağırmıştı. Selim merak içinde stüdyoya gitmişti. Kenan her şeyi anlattı. Katil Selim'di... Selim ise inkar ediyor, Kenan'ın nasıl böyle düşünebildiğini söylüyordu. Kenan en başından tek tek anlatmaya başladı. Selim'in babasının gençlik yıllarında hiçbir serveti yoktu. Sadece terzi çırağıydı. Savaş zamanında Rusya'dan Türkiye'ye kaçanlar olmuştu. Bunlar arasında Rus komutanda vardı. Karısı ve iki çocuğuyla gelmişti Türkiye'ye. Geri dönemeyeceğini biliyordu ama Türkiye'de de kalamazdı. Güvendiği bir asker arkadaşıyla kızı Catherina'yı Fransa'ya okumaya göndermişti. Ailesiyle birlikte Beyoğlu'nun yıkık dökük binalarından birinde kalıyordu. Burada Selim'in babasıyla tanışmıştı. Komutan geçinmek için yanında getirdiği çok değerli mücevherleri Selim'in babasına göstermişti. Selim'in babası mücevherleri görünce kendine iyi bir hayat kurabileceği düşüncesiyle komutanı, karısı ve küçük oğlunu öldürdü. Fransa'ya giden Catherina ise ailesinden bir daha haber alamamıştı. O zamanın durumuna bakılırsa çok fazla üstünde durulmamıştı.

Yıllar sonra Catherina Aysun ile tanışmış, İstanbul'da yaşadığını duyunca olan biteni anlatmıştı. Aysun'dan ailesi hakkında bilgi toplamasını, onlara neler olduğunu araştırmasını istemişti. Aysun başarmıştı... Catherina'nın ailesini Selim'in babasının öldürdüğünü öğrendi. Uyuşturucu bağımlısı olan Aysun ve sevgilisi Kartal, Selim'e şantaj yapıyorlardı. Selim her ay düzenli olarak iki sevgiliye para veriyordu.

Bir gün Aysun İstanbul'da değildi, Kartal'ın da uyuşturucuya ihtiyacı vardı ama parası yoktu. Arkadaşından borç istedi. Arkadaşı önceki borcunu ödemediğini söyleyip vermedi. Parayı Selim'den istedi ama Selim daha zamanının gelmediğini, veremeyeceğini söyledi. Belki Kartal'ın evinin adresini aldı, belki de Kartal'ı takip edip o şekilde öldürdü. Sevgilisine deli gibi aşık olan Aysun katili biliyordu ve çıldırmış gibiydi. Çok geçmeden Selim onu da öldürmüştü. Sırada Catherina vardı. Babasının cinayetlerini Aysun'dan öğrenen Selim Catherina'yı bulmaya çalışıyordu. Bu yüzden Katya'ya sürekli 1920'li yıllarda Türkiye'ye kaçan bir yakınının olup olmadığını soruyordu. Aysun'un posta kutusunda bulduğu ipucuyla aradığı kişiyi de bulmuştu. İş için Fransa'ya yaptığı ziyarette Catherina'nın adresini bulup boğarak öldürmüştü. Kendisinin yazdığı mektuba da Catherina'nın ağzından yazmıştı. Çünkü Catherina'nın sekreterinin böyle bir mektuptan haberi yoktu.

Kenan bunları anlatırken Selim karşı çıkıyor, arkadaşının psikolojisinin bozulduğunu söylüyordu. Kenan anlatmaya devam ediyordu. Tek şey aklına takılmıştı. Komutan ve ailesinin cesetleri nerede olabilirdi? Düşündükçe onu da bulmuştu. Bunları anlatırken binanın bodrumuna inmişlerdi. Selim'in babasının arabası yoktu o zamanlar. Cesetleri bir yere taşıyamazdı o yüzden bu binanın bodrumuna gömmüştü. Kenan gece uyumamış, bodrumda gömülü olan cesetleri bulmuştu. Selim cesetten kalan kemikleri görünce Kenan'a her yerin anahtarını neden verdiğini düşündü. Kenan çok üzülmüştü. Arkadaşına neden kendisinden yardım istemediğini, başka bir yol bulabileceklerini söylüyordu. Selim, bunları kimseye anlatmamasını istiyordu. Burç'tan, Gülriz'den bahsediyordu. Kenan yapamayacağını söyledi. Sonra Selim kontrolden çıkarak silahıyla Kenan'ı tam kalbinden vurmuştu. O anda içeri giren Katya Kenan'a sarılarak ağlıyordu, Nihat ise gördükleri karşısında donakalmıştı.

Selim sadece Kenan'ı öldürmekten hapse girmiş, diğer cinayetlerde kanıt olmadığı için onlardan yargılanmamıştı. İlk başta ziyarete gelmeyen Nihat sonraları gelmişti. Uzun bir süre Kenan'an bahsetmiyorlardı. Katya ise sevdiği adamın katilini haklı olarak ziyaret etmiyordu. Fotoğraf çekimlerini gecikmeli bitirdi ve sergiyi açtı. Bütün haberler günlerce bu sergiden, Kenan'dan bahsetmişti. Katya sergiyi açtıktan sonra Rusya'ya dönmüştü. Kenan ölümüyle ölümsüzlüğü yakalamıştı. Gülriz ise ilk başta zorlansa da AZYA'yı çok iyi idare ediyordu. Burç'un hapishaneye gelmesi doktoru tarafından yasaktı bu yüzden babasını ziyarete hiç gidemedi.

Dracula (Bram Stoker) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dracula

Kitabın Yazarı : Bram Stoker

Kitap Hakkında Bilgi :

Bram Stoker, vampirler ve Drakula hakkındaki bilgilerini İngiliz gezgin Emily Gerard tarafından yazılan Ormanın Ötesindeki Topraklarından isimli gezi kitabından almıştır. Aslında Stoker, kitabın adının "Kont Wampyr" olmasını ve Avusturya'nın Steirmark bölgesinde geçmesini planlamıştı. Bu hikaye'nin taslakları Dracula'nın bazı baskılarının başına eklenir. Fakat Gerard'ın (III. Vlad), Romanya ve Transilvanya hakkındaki notlarını okuduktan sonra romanının adını "Dracula" olarak değiştirir. Stoker ayrıca orjinal romanın başında kullanmak istediği fakat sonradan ayrı olarak yayınladığı Dracula'nın Konuğu isimli bir öykü de yazmıştır.

Gerçek tarihi olaylarda Voyvoda Osmanlılara esir düşmüş, sonraki yıllarda ülkesi Eflak beyliğinin valisi olarak atanmayı başarmıştır. İlk yıllarda Osmanlılara vergisini düzenli ödemeye devam etse de sonraki yıllarda Avrupa ittifakına katılıp Osmanlı'ya baş kaldırmış ve tutsak ettiği askerleri türlü işkencelerle öldürmüştür. En tanınmış işkencesi kazıklara oturtmasıdır. Kazıkları makattan sokup sırt kısmından çıkartır. Ve kazıkladığı kişileri öldürmez, bunlar bir gün içerisinde kan kaybından, açlıktan yahut susuzluktan ölürler. Dracula bu yaptıklarından sonra Osmanlı İmparatoru, tarafından başı kesilerek idam edilmiştir. Fatih Sultan Mehmet ile Enderunda beraber eğitim aldığı da söylenir.

Drakula adlı kitap vampirleri konu almaktadır. Bazı yerlerde Transilvanya canavarı olarak da geçmektedir. Transilvanya'da yaşayan Drakula Şatosu'nun lordu olan ölümsüz Kont Drakula'yı yok etmeye çalışan bir grup insanın öyküsünü konu alır. Drakula adlı vampir, beyaz tenli, kırmızı gözlü, 20 insan gücünde, tırnakları uçlara doğru sivrilen, dudakları kırmızı ve beyaz,sivri köpek dişleriyle korkutucu görünüme sahiptir. Drakula adlı karakter bunun dışında tabutta uyuyan, gece dışarıda avlanıp, gündüz tabutunda saklanan bir gece canavarı olarak tasvir edilmiştir. Diğer özelliklerinden biri ise ölümsüz olmasıdır. Kurt, yarasa ve sıçan kılığına girebilmekte ve bu hayvanlara hükmedebilmenin yanında, bir delikten içeri sızabilmektedir. Ayrıca aynada görünmeme gibi bir özelliği de vardır. Yalnız modern kültürünün söylediğinin aksine güneş ışığıyla ölmez ve gündüzleri de dolaşabilir. Ama gündüz saatlerinde gücü azdır.Yine de şafak, öğle vakti ve gün batımında biçim değiştirme gücü vardır.

İngiliz yazar ve akademisyen Sir Malcolm Stanley Bradbury'nin, "şimdiye kadar yazılmış en güçlü korku hikâyelerinden biri" diye tanımladığı Dracula, hukukçu Jonathan Harker'ın Kont Dracula adında bir alıcının Londra'da satın almak istediği evin işlemlerini yapmak üzere Transilvanya'ya gidişiyle başlar. Jonathan, müşterisinin şatosunda dehşet uyandıran keşiflerde bulunur. Kısa bir süre sonra Londra'da da huzur kaçıran birtakım olaylar başlar. İçinde kimse olmayan bir tekne batar; genç bir kadının alnında gizemli bir işaret belirir, tımarhanedeki bir ruh hastası "Efendi"sinin gelmek üzere olduğundan dem vurmaya başlar. Olaylar, uğursuz kont ve onunla savaşmayı göze alan bir grup genç arasında çatışmaya dek gidecektir.

İrlandalı yazar Bram Stoker'ın, iki taraf arasındaki bu irade ve güç çatışmasını işlediği ve korku edebiyatının başyapıtlarından biri sayılan Dracula, yayımlanmasının üzerinden yüz yılı aşkın süre geçmesine karşın, bugün de aynı ilgiyle okunuyor.

Kitabın Özeti :

Avukat kâtibi Jonathan Harker, patronu Peter Hawkins’in rahatsızlığı nedeniyle onun yerine Kont Dracula’nın Londra’da satın aldığı mülklerin satış işlemlerini tamamlamak için Transilvanya’ya gider. Giderken nişanlısı Wilhelmina (Mina) Murray’ı Whitby’daki arkadaşı Lucy Westenra’nın yanında bırakmıştır. Uzun bir yolculuktan sonra Karpat Dağlarına ulaşan Harker’ı yerel halk özellikle de 5 Mayıs Aziz George Gününde Kontun şatosuna gitmemesi konusunda uyarır. Genç kâtibin kararlılığı üzerine yaşlı bir kadın ona boynundaki haçı verir.

Borgo Geçidinden şatoya kadar garip bir yolculuk geçiren Jonathan’ı şatoda uzun boylu, yaşlı, gür, beyaz bıyıklı, simsiyah giyinmiş olan Kont Dracula karşılar. Geç bir saat olması nedeniyle hizmetkarlarının evde olmadığını, konuğunun rahatını bizzat kendisinin sağlayacağını söyler. Kontun nazik tavırlarına karşın Harker, onun hiç yemek yememesi, aynada yansımasının olmaması, şatodaki tüm kapıların kilitli ve sürgülü olması, şatoda başka hiç kimseye rastlamaması gibi nedenlerle durumdan şüphelenir ve orada tutsak olduğunu anlar. Bu düşüncesini Konttan saklamaya çalışarak onun hakkında olabildiğince çok şey öğrenmeye çalışır. Kontun ataları Sekellere, ejder soyundan anlamına gelen Dracula’ya, III. Vlad Tepeş’e (Kazıklı Voyvada) dayanmaktadır ve Kont bundan büyük bir gurur duymaktadır.

Dracula, Harker’e şatoda bir ay süresince kalmasını nazik ama net bir ifadeyle belirtir. Ayrıca posta servisinin güvenilmezliğini bahane ederek dostlarına, sırasıyla 12 Haziran tarihli işinin neredeyse bitmek üzere olduğu, 19 Haziran tarihli birkaç gün sonra yola çıkacağı ve 29 Haziran tarihli şatodan ayrılıp Bistrata’ya vardığı bilgilerini içeren üç mektup yazıp hazırlamasını rica eder. Harker bu sayede kalan ömrünü öğrenir ve oradan kurtulmak için kaçış yolu aramaya başlar. Bir merdivenin tepesinde kilitli ancak biraz zorlamayla açılabilen bir oda kapısı bulur. Bu odada uykuya yenik düşer ve uykuyla uyanıklık arasında kendisini, üç kız kardeşin kanını emmesinden Kontun kurtardığını görür. Sabah olduğunda Harker kendisini odasında bulur. Kont, bunun bir rüya olduğunu ispatlamak amacıyla Harker’i kendi yatağına yatırmış ve eşyalarını onun bırakacağı şekilde düzenlemiştir. Başka bir gece de Harker, Dracula’nın şatonun uçuruma bakan duvarından bir kertenkele misali yürüyerek ayrıldığını görür.

Günler geçmektedir, 29 Haziran’ın bitmesine çok az bir süre kalmıştır. Harker kaçış yolu ararken şatoda yer alan eski bir şapelde, toprak dolu sandıkta uyuyan Dracula’yı görür.

30 Haziran’da Kont, bir sandık içinde, Transilvanya’dan Whitby’e gidecek Rus bandıralı Demeter Gemisiyle şatodan ayrılır ve Harker’i üç kız kardeşe bırakır. Harker’in oradan kurtulmak için tek yolu Kont gibi duvardan yürüyerek kaçmaktır.

Mina, Jonathan’dan aylarca haber alamamıştır. Arkadaşı Lucy, Arthur Holmwood’la nişanlanmıştır ve çok mutludur ancak uyurgezerliği Mina’yı kaygılandırmaktadır. Dracula’nın satın aldığı Whitby’deki mülkün yanında yer alan akıl hastanesinin yöneticisi olan Dr. John Seward da 59 yaşındaki hastası R. M. Renfield’de birtakım değişiklikler olduğunu fark eder. Adam, kibirli bir edayla efendisinin gelmek üzere olduğunu söylemektedir.

9 Ağustos gecesi Demeter, Whitby’deki Tate Hill Rıhtımına varır. Avucu içindeki bir haçla geminin dümenine bağlanmış kaptanın cesedi halkı dehşete sürükler. Gemiden canlı olarak inen sadece köpek kılığındaki Dracula’dır. Dracula, Renfield’in yardımıyla evine yerleşir ve Lucy’yi hipnotize ederek onun kanından beslenmeye başlar. Dr. Seward, gün geçtikçe halsizleşerek sararıp solan Lucy’yi tedavi edemeyince Amsterdamlı dostu Profesör Abraham Van Helsing’den yardım ister. Van Helsing durumu anlar ancak çok geç kalınmıştır. Lucy bu dünyadan bir Ölü Olmayan, bir vampir olarak ayrılmıştır. Yapılacak tek şey, bir dua eşliğinde Lucy’nin kalbine kazık çakılması, başının kesilmesi ve ağzının içinin sarımsakla doldurulmasıdır. Van Helsing, Türkolog dostu Arminius Vámbéry’dan Dracula’nın III. Vlad Tepeş’in ta kendisi olduğunu ve 400 yılı aşkın süredir yaşadığını da öğrenmiştir.

Çok geçmeden Dracula, besin kaynağı olarak Mina’yı seçer. Mina’nın kurtulması ve Dracula’nın daha fazla kişiye zarar vermeden bu dünyadan ayrılması için Jonathan, Mina, Dr. Seward, Van Helsing, Holmwood ve onun Texaslı arkadaşı Quincy P. Morris güçlerini birleştirirler.

18 Kasım 2019 Pazartesi

David Copperfield (Charles Dickens) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : David Copperfield

Kitabın Yazarı : Charles Dickens

Kitap Hakkında Bilgi :

Babasının ölümünden sonra dünyaya gelen David Copperfield, babasının annesiyle evlenmesine karşı çıkan büyük hala Betsey Trootwood tarafından da kız olmadığı için kabul edilmez. David doğmadan altı ay önce, babası ölmüştür. Onu, ince yapılı annesiyle dadısı Pegotty, şefkatli elleriyle büyütmüşlerdir. On yaşına kadar annesi ve dadısı ile mutlu bir yaşam süren David'in yaşamı annesi tekrar evlenince tamamen değişir.

Üvey baba ve onun kız kardeşinin eziyetleriyle karşı karşıya kalır. Gönderildiği yatılı okulda zor günler yaşarken annesinin ölümü ile evini de kaybeder.

Yapayalnız kalan David'i nasıl bir gelecek beklemektedir?

Ünlü İngiliz yazar Charles Dickens (1812-1870), 19. yüzyılın başı İngiltere'sinin sosyal durumunu, insan ilişkilerini; dönemin acımasızlığını, insanların hırslarını çarpıcı bir biçimde anlatıyor.

Kitabın Özeti :

Küçük David'in hayatı olumsuzluklara daha doğmadan evvel başlamıştır. Annesi David'e hamile olduğu zamanlarda, 1800 yılında İskoçya'da babası vefat eder. David doğmadan altı ay önce, babası ölmüştür. Bunun üzerine annesi koskoca dünyada yalnız başına kalır. Ev işlerinde yardımcısı olan Bayan Pegotty ilerde David'e dadı olacaktır. Beklenen gün gelir çatar ve David dünyaya gözlerini açar.

Halası Trotwood varlıklı bir kadındır. Ancak en başından beri kardeşi ile David'in annesinin evlenmesine karşı çıkmıştır. Trotwood, David doğduğunda onu götürmek için gelse de erkek çocuk olduğunu duyduğunda bu fikrinden vazgeçer. Çünkü Trotwood erkeklerden nefret eder. Bunun üzerine David dadısı Pegotty ve annesi yeni bir hayata adım atarlar. David büyüyüp okula başlar.

Her şey mutlu ve olağan devam ederken bir gün annesi bir adamla eve gelir. Edward Murdstone. David o adama karşı çok önyargılıdır ve asla kalbi ona ısınmaz. Annesi bu adamla evlenmek ister. Bayan Pegotty ve David buna karşı çıksalar da annesi kararlıdır. Dav,d'in genç ve güzel annesi, Murdstone adlı sert yaratılışlı adamla evlenir. Murdstone gerçek yüzünü gösterir ve David'i evinde istemez. Yatılı okula vermeye karar verir. Bayan Pegotty'nin görevine de son verir. Ancak annesinin ısrarı üzerine Pegotty'nin evinde kalmasını kabul eder. Sıkı bir baskı altına giren David, gözden düşmüş, sanki kenara itilmiştir. Derslerinde bile başarı gösteremez. Azarlanır, dövülür, nihayet yatılı bir okula verilir.

David, Salem yurdunda Steerforth adlı bir arkadaş edinir. Zamanla yurda alışır. Salem yurdunda ilk yılını bitirdiğinde dadısının memleketi Yarmouth' a gider. Orada yeni dostlar edinir, balık tutar ve Pegotty'nin ailesini çok sever. Sonra evine döner. Eve geldiğinde bir kardeşi olduğunu öğrenir ve çok sevinir. Onunla bol bol vakit geçirir. Ancak annesi çok hastadır ve David okula gitmeden bir gün önce vefat eder. Annesi ölünce Murdstone, David'in okumasına izin vermez ve onu bir arkadaşının yanına çalışmaya gönderir. David bu karara karşı gelemez ve gider. Şaraphanede isçilik yapmak üzere Londra’ya gönderilir. Orada, yoksul Miscowber’lerin evinde kalır. Şaraphaneyi bir türlü sevemez. Bir süre çalıştıktan sonra patronu hapse girer. David ortada kalır ne yapacağını bilemez ve halasına gitmeye karar verir. Halası onu yanına alır, korur ve okuluna devam etmesini sağlar. Steerforth, David’in okul arkadaşıdır. Emily adlı güzel bir kızla kaçar. Steerforh’un Emily’i kaçırması üzerine birçok kötü durumlarla, felaketlerle karşılaşır; onlar da Avusturalya’ya giderler.

Ancak okul halasının evine uzak olduğundan, halasının avukat olan bir arkadaşında okul süresi boyunca kalır. Avukatın Agnes adında bir kızı vardır ve David ile birbirlerinden etkilenirler. Avukat sarhoş biridir ve işlerini yürütemez. Yardımcısı işlere bakar ama avukatı dolandırır. David okulu bitince avukat olur ve bu konuda kendini geliştirir.

Bir büroda başka bir avukatın yanında çalışmaya başlar. Avukat, David'i çok sever, başarılı olduğunu düşünür. David'de işine ve hayatına alışmıştır. Avukatın Dora adında bir kızı vardır ve David ona ilk görüşte aşık olur. Bunu duyan Dora'nın babası David'i suçlar ona çok kızar ve sinirleri yıpranır. Kalbi buna dayanamaz ve kriz geçirerek ölür. David Dora'ya sahip çıkar ve onu korur. Avukatın yerine geçerek işlerini yürütür. Bu arada, teyzesini ölür. Çok geçmeden roman yazmaya ve yayınlamaya başlar, kısa zamanda tanınır.

Dora ile evlendikten bir yıl sonra Dora çok hastalanır ve vefat eder. David boşlukta kalır, halasının yanına tekrar döner. Bu arada ilk aşkı Agnes'de sorunlarla mücadele ediyordur. David sarhoş avukatın iyileşmesine ve işlerini yürütmesine yardımcı olur. Bu arada Agnes'e açılır ve duygularını dile getirir. Agnes'de David'i çok seviyordur ve evlenirler. Daha mutlu ve sorunsuz bir gelecek onları bekliyordur.
Kitabın Kahramanları, Kişileri :

David Copperfield : Romanın kahramanıdır. Yaşadığı çok çeşitli sıkıntılara rağmen çok azimli, yılmayan, ailesine ve arkadaşlarına düşkün, çevresini düşünen bir karakterdir.

Betsey Trootwood : David’in halası. Aksi ama iyi kalpli, otoriter, inatçı yaşlı bir kadındır.

Clara Copperfield : David’in annesi. Başkalarının çabuk etkisinde kalan, hasta ve sağlıksız zayıf yapılı bir kadın.

Bayan Peggotty : David’in dadısı. Hayat tecrübesi olan, iyi kalpli, fedakar, şişman bir kadın.

Edward Murdstone : Üvey babası. Sert, acımasız, , kötü karakterli, yakışıklı bir adam.

Jane Murdstone : Edward’ın ablası. Kardeşi gibi kötü, acımsıız, hain bir insan.

Bay Mell : David’in ilk öğretmeni. Fakir fakat iyi kalpli, çocukları seven ve koruyan, bir öğretmen.

Bay Creakle : İlk gittiği okulun müdürü. Şişman, kısa, acımasızdır.

Bay Sharp : Okulun Başöğretmeni. Bay Creakle gibi acımasız.

Tommy Traddles : Okul arkadaşı. İyi yürekli, başarılı, insanları seven yakışıklı bir kişi.

Steerfoth : Okul arkadaşı. Çıkarcı, insanları ezen, bencil iri yapılı bir kişi.

Tungay : Bir bacağı tahta, öğrencileri sürekli döven, ispiyoncu, zalim çirkin bir adam.

Barkis : Dadısının sonraki kocası. İri yapılı, neşeli, cahil fakat iyi huylu bir posta arabacısı.

Bay Ham : Peggotty’nin öksüz yeğeni. Cahil fakat iyi yürekli, kuvvetli bir adam.

Bayan Gummidge : Peggotty’nin arkadaşının dul karısı. Cahil, kendi halinde zararsız bir kadın.

Emily : Peggotty’nin arkadaşının öksüz kızı. Güzel fakat fakirliğinden dolayı ezik, bundan dolayı hatalar yapan bir kişi..

Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Cesur Yeni Dünya

Kitabın Yazarı : Aldous Huxley

Kitap Hakkında Bilgi :

"Cesur Yeni Dünya" bizi "Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, "annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."

"Cesur Yeni Dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren macerasının' sağlam bir üslupta anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopa geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine yükseltiyor.

Kitabın Özeti :

Aldous Huxley’in distopyası 2500’lü yıllarda hüküm süren baskıcı bir devlet ve mağdur edilen kitleler anlatılır. Tarih olarak F.S 632 yılında geçiyor. F.S: Ford Sonrası anlamına gelmektedir. Burada bahsi geçen Ford, T modeli ve seri üretimi bulmasıyla ünlü Henry Ford’tur. Ford adeta ilahlaştırılmış ve tanrı gibi görülmüştür. Ford’umuz kelimesi Our Lord a gönderme niteliğinde kullanan yazar dünyayı 2 temel karakter üzerinden bireylerin çatışmaları şeklinde anlatmaya çalışan bir yöntem izlemiştir. Henry Ford’a atıfla, Fordizm adlı bir düşünce ile toplumda seri üretim başlamıştır. Maddi varlık diğer tüm değerlerden üstün tutulmuş, insanların nesnelerden farkı kalmamıştır.

Aile ve ebeveynlik kavramlarının olmadığı bu ütopyada anne ve baba terimleri müstehcen ve yüz kızartıcı bir şey olarak görülmektedir. Çiftleşme olarak doğum barbarca görülmektedir. Bu nedenle “Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi” de döllenme şeklinde bebekler dünyaya getiriliyor. Daha doğmadan kaderleri belli olan bu bebekler sınıflara ayrılıyor. Epsilon, Gama, Delta, Alfa gibi isimleri olan sınıflara göre karakter ve kişilik özellikleri daha doğmadan belirleniyor. Örneğin bazı bebekler tropik bölgelerde yaşayacak, bazıları klora ve kurşuna dayanıklı kimya işçileri olacak bazıları ise duyusal film üreticileri olacaklardır. Buradaki amaçsa şöyle tanımlanıyor; “Tüm şartlandırılmaların amacı budur: insanlara kaçınılmaz yazgılarını sevdirmek.” Çok katı kast sisteminin geçerli olduğu bu yeni dünya sisteminde sınıflara göre giyim, düşünce, istekler bile farklı olmak zorunda. Örneğin epsilon alt sınıf olsa bile onlara uykularında bir epsilon oldukları için mutlu olmaları öğütleniyor.

Yeni Dünya Sistemindeki en önemli noktalardan biri ise “Hipnopedya” yani uykuda öğrenme. Bebeklere uykularında birçok şey öğretiliyor. Sınıflarının özellikleri, tüketimin önemliliği – bir şey eski veya yıpranmışsa ona yama yapma at ve yenisini al- böylece tüketim özendiriliyor. Ayrıca “Herkes herkes içindir” ve “Herkes mutludur.” Bu gibi şeyler uykuda saatlerce öğretiliyor ve bebeklerin bilincine yerleşiyor.

Roman, Avrupa sanayi devrimini pekiştiren 9 Yıl Savaşları gibi gelecekteki bir 9 yıl savaşı sonra ki büyük Ekonomik Sıkıntı dan sonra kurulan Cesur Yeni Dünya nın kurulması ile başlar. Bu dünyanın sloganı Cemaat, Özdeşlik, İstikrar dır. Yönetenler bu üç ilkenin sürekliliğini sağlamak için bilimsel yöntemlerle, kişisel nihai, gerçekten devrimci devrimi yürütmek azmindedir. Ve gelecekteki en önemli projeleri üzerinde çalışmaktadırlar. Bu önemli proje mutluluk sorunu adını verdikleri insanlara kölelikleri sevdirme projesidir.

Kitap Kuluçkalama ve Şartlandırma merkezi müdürünün çocuklara verdiği eğitim sahneleri ile başlar. Müdür öğrencilere toplumsal istikrar için gerekli nüfusun sabit tutulması ve amaca hizmet etmekten zevk alacak bireylerin üretilmesi konusunda dersler vermektedir.

Böylesi bir üretim için üretim bantları kurulmuştur. İnsanlar şişe içinde vücut dışı döllenmeyle seri bantta üretilmektedir. Edebiyat ve sanat Teknoloji ve sürekli mutluluk gayesi ile unutturulmuştur. Shakespeare, Dante gibi yazarların yasaklanma nedeni insanların eskilerden hoşlanmasını engellemektir. Bu toplum yeniye ve tüketime dayalı bir toplumdur.

Her insanın üretimi için iki yüz altmış yedi gün gerekmektedir. Bu sürenin sonunda entelektüel zekaya sahip Alfalar, salt fiziksel güç sağlamak için üretilen en altı sınıf Epsilonlar ve bunların arasında bulunan Beta, Gama, Delta- tip insan modelleri üretilmektedir.

Bu bireylerin istendiği gibi olması için üretim bandı üzerinde ilaç,ısı,basınc gibi etkiler uygulanmaktadır. Kişilerin psikolojik şartlandırmaları ise Hipnopedya adını verdikleri uykuda eğitim ile yapılmaktadır. Örneğin 12 yıl boyunca her gece 150 kez kulaklarına bu amaca uygun sesler yollanmaktadır. Bu sesler ile istenilen türde gelişimler sağlanmakta bireyler bu üretim bantlarında ve sonrasında amaca uygun olarak üretilmektedir. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. “Herkes herkes içindir.”

Bu aşamalardan gecen alfa, beta, epsilon gama ve delta ihsanların hepsi üretildikleri, entelektüel, aptal çalışkan, hamal vb tipli insanların hepsi kendilerinden ve statülerinden memnun olarak yaşamakta diğer sınıflar ile aralarında olan yaşamsal ve sınıfsal farklılıkları dert etmemektedirler. Alfa çocukları gri giyer, çünkü korkulacak kadar zekidirler. Gamalar aptaldırlar hep yeşil giyerler. Delta çocuklar da haki giyer. Epsilonlar okuyup yazamayacak kadar aptaldır. Üstelik siyah giyerler.

Böylece her insan mutludur. Sistemin diğer ve önemli bir uygulaması ise tamirden ziyade at kurtul, işlevdir. Bu sistemin mantığı sistemin canlı kalması ve gerekli olan tüketimi sürekli kılmak için Atıp kur-tutmak, onarmaktan iyidir. Yama artarsa refah düşer tarzı şeklindedir.

Cesur Yeni Dünya da birey yok, toplum vardır. Kişilerin yalnız kalması sakıncalı görülmektedir çünkü yalnız kalan bireyler düşünmeye başlayacaktır. Bu ise en son istenen şeydir. Kişilerin yalnız kalmalarını engellemek için insanlar duygusal film, engelli golf gibi aktivitelere yönlendirilmektedirler. . Yalnız kaldıklarında ise soma adı verilen zararsız uyuşturucular verilmektedir. Ve böylece bireyler aldıkları doza göre 8-10-saat boyunca zihinsel tatile çıkar. Örneğin, iş yerinde bir soma yutabilir ve bir haftalık Hawai tatiline çıkabilmektedir.

Bununla beraber anne, baba, aile gibi kavramlar müstehcen kabul edilir. Âşık olmak, elde edememek gibi şeyler de komiktir. Herkes, herkese aittir. Böylece ortaya çıkabilecek yoğun hisler ve duygular ortadan kaldırılmış olur. Bunu dünya denetçiler-inden Mustafa Mond şu sözleriyle açıklar. Kişilerin duyguları gereksiz ve toplum için tehlikelidir. Bu yüzden onları duygu yükünden arındırdık.
Dünya devletinin dışında yaşamasına izin verilen tek tür Vahşi Ayrı bölgelerinde yaşayan insanlardır. Vahşiler eski ve sapkın adetleri sürdürmektedir: Evlenmek, çocuk doğurmak, sevişmek ve yaşlanarak ölmek kavramlarını yaşamaya devam etmektedirler. Ford’un ülkesinde “anne” kelimesi pornografik bir anlam taşımaktadır. “Doğurmak” kavramı üretilip şartlandırılmış her birey düzeninin temeline dinamit koymak olarak algılanmaktadır.

Gençlik önemli bir unsurdur. Modern insanların yaşlanması gibi bir durum söz konusu değildir. Bunu yapay salgılar ve aşılar ile sağlarlar. 60 larına kadar çok zinde yaşayan bireyler birden ölüverir. Bunun sebebi, yaşlanıp fiziksel güçten düşen bireyin toplumdaki üretim ve tüketim için bir faydası olmamasıdır.

Yaşları ilerledikçe insanların dine yönelmesinin bir nedeni de ölüm ve ölüm-den sonraki şeylerin korkusudur. Sözüyle de görebiliyoruz. Bu yüzden kişiler çocukluklarından itibaren haftada 3 gün ölecek hastalar hastanesi ne götürülür ve bireylerin gözünde ölümü diğer gelişim süreçleri gibi sıradan bir süreç olarak görmeleri sağlanır. Ölümden sonra ise toplumsal fayda sağlamak için kurulan tesislerde yakılan insanların potasyumları kullanılmak üzere tutulur.

Şartlandırma Merkez’inde görevli olan Bernard Marx, ayrı bir bölgedeki John adlı bir vahşiyi Londra’ya getirmeye karar verir. John ülkede coşkuyla karşılanır fakat bu yenidünya konusunda hayal kırıklığına uğrar ve buradaki yaşam biçimine ayak uyduramaz.

John, Dünya Devleti’nin insanlarının özgür olmadıklarını” düşünür ve onlara karşı çıkar. Ama John kısa sürede kaçamk zorunda kalır.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Bernard Marx : Bernard Marx, Cesur Yeni Dünya’da Kuluçkalama ve Şartlandırma Merkezi’nde beta sınıfına ait bir uzmandır. Şişe içinde üretimi yapılırken kanına yanlışlıkla alkol karıştırıldığı için Alfa sınıfına ait olması gerekirken beta sınıfına dâhil edilmiş bir karakterdir. Yaşadığı ortamla ve değer yargılarıyla çatışma içinde olan Bernard, toplum tarafından farklı bulunan, birey olduğunun bilincinde olan ve diğer insanlarla olan bu farkını bildiğinden kendini yalnız, depresif hissetmekte ve kendini anlayacak birini aramaktadır. Lenina isimli karaktere ilgi duymaktadır. Diğer karakterlerden farklıolarak içinde yaşamak zorunda olduğu sistemi sorgulayan Bernard, sistemde herkesin herkese ait olma fikrini benimsememektedir.

Lenina Crowne : Genç, güzel ve çekici bir Alfa olarak üretilmiştir. Ford’un sağladığı olanaklar yüzünden ona şükran duymaktadır. Erkekler nezdinde popüler olması Lenina’nın hoşuna gitmektedir. Bernard ile Lenina ‘Vahşi Ayrı Dünya’ adı verilen bir yere gider. İlkel yaşamın hala sürmekte olduğunu, insanların hala evlendiklerini ve doğal yöntemlerle çocuk doğurabildiklerini ve insan gibi öldüklerini görürler.

Mustapha Mond : Mustapha Mond, Yeni Dünya’nın önde gelen on denetçisinden biri ve otoritenin temsilcidir. Eski bir bilim adamı olan Mond, katıksız bilimle uğraşma alternatifini reddederek yönetici olmuştur. Mond, tarihin silinmesi, duyguların gereksizliği, bilimin sadece öngörülen düzeyde kullanılması gerektiğini düşünen bir karakter olarak, istikrarı bilime tercih etmektedir. Ülkesini modernize eden ve devrim niteliğinde politikalar güden Mustafa Kemal Atatürk ve yenilikçi İngiliz sanayicisi Alfred Mond’dan esinlenilmiştir.

Linda : John’un biyolojik annesidir. Gençliğini Cesur Yeni Dünya’da dölleme bölümünde çalışarak geçiren Linda, hayatını ayrık vahşi bölgedesürdürmektedir. Farklı olduğu için o da yerliler arasında John gibi kabul görmemektedir.

John (Vahşi) : Cesur Yeni Dünya düzeninin dışında ‘vahşi ayrı dünya’ olarak adlandırılan bir bölgede yerliler arasında büyümüş, ancak annesinin modern dünyadan gelen biri olduğu için onlar tarafından kabul görmemiş bir karakter olarak betimlenmiştir. Annesi Linda, Vahşi Ayrı Dünya’da kaldıkları süre boyunca John’a okuma ve yazma öğretmiş ve John annesinin eşyaları arasında bulduğu Shakespeare derlemesinden etkilerek yazarın bütün oyunlarını ezberlemiştir. Bernard’ın onu ve annesini Cesur Yeni Dünya’ya dünyaya getirmesinden sonrabu sistemi tanıyarak günden güne daha büyük bir nefret beslemeye başlamıştır. Annesinin ölümünden delta gibi düşük zekâlı, sadece çalışmaya ve soma almaya şartlanmış kişilere bile bu sistemin yanlışlığını anlatmaya çalışmıştır. Lenina’ya âşık ve onun için her şeyi yapmaya hazır olan ancak Lenina’nın bunu anlayamamasından dolayı büyük bir çaresizlik duyan John’un, bu çaresizliği zamanla nefrete dönüşmüştür.

Kitaptaki Kişilerin Sembolik Karşılıkları :


Bernard Marx : George Bernard Shaw ve Karl Marx
Lenina Crowne : Vladimir Lenin
Fanny Crowne : Fanny Kaplan
Polly Trotsky : Lev Troçki
Benito Hoover : Benito Mussolini, Herbert Hoover
Helmholtz Watson : Hermann von Helmholtz, John B. Watson
Darwin Bonaparte : Napoleon Bonaparte, Charles Darwin
Herbert Bakunin : Herbert Spencer, Mikhail Bakunin
Mustapha Mond : Mustafa Kemal Atatürk, Sir Alfred Mond
Primo Mellon : Miguel Primo de Rivera, Andrew Mellon
Sarojini Engels : Friedrich Engels, Sarojini Naidu
Fifi Bradlaugh : Charles Bradlaugh
Joanna Diesel : Rudolf Diesel
Jean-Jacques Habibullah : Jean-Jacques Rousseau, Habibullah Khan

Karamazov Kardeşler (Fyodor Dostoyevsky) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Karamazov Kardeşler

Kitabın Yazarı : Fyodor Dostoyevsky

Kitap Hakkında Bilgi :

Freud’u dahi etkilemiş olan bu romanın türü psikolojik bir romandır. Dostoyevski, bu romanda insan ruhunun derinliklerine inmiş, bir insan sağlam bir inançla tüm zorlukların üstesinden gelebilir ana fikrini işlemiştir.

Olay, Rus­ya’nın bir taşra kentinde on dokuzuncu yüzyıl ortala­rında geçmektedir. Romanın zamanı ve mekânı Rusya’dadır.

Romanın üzerinde durduğu bir diğer konu babalık ve baba katilliğidir. Romanda Fyodor Pavloviç ve onu öldüren oğulları üzerinden tartışmaya açılmıştır. Fyodor Pavloviç, sorumsuz ve şehvet düşkünü bayağı bir adamdır. Öte yandan onu öldüren oğlu Smeryakov olsa bile, bu cinayeti isteyen Dimitri de, cinayetin haklı olacağını savunan İvan da, cinayetin işleneceğini tahmin edip bunu engellemeye kalkışmayan Alyoşa da suçludur.

Dostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler'i tamamladığında, Rus yazınında 'felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de temelini attığının bilincinde değildi. Dostoyevski'nin yaşam birikiminin tümünü ve sanat gücünün doruğunu içeren bu roman, gerçekte insanı insan yapan ne varsa, onlara adanmış bir destan niteliğini taşır. Yazar, hiçbir romanında "Karamazov Kardeşler"de olduğu denli insan ruhuna inmemiş, insanoğlunu bu denli kesitler biçiminde, içgüdülerinin ve istencinin tüm görünümüyle sergilenmiştir. Bir aileyi konu alan ve bir felaketler zinciri olarak gelişen olay örgüsü, bireysel öğelerin yanı sıra, ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki Rus toplumunu da geçirdiği sarsıntıların tümüyle, dünya edebiyatında bir eşi daha bulunmayan bir sanat aynasından yansıtır.
(Tanıtım Yazısından)

Dostoyevski (1821-1881): Gerek 1840'ların ortalarından itibaren yayımlamaya başladığı Beyaz Geceler ve Öteki gibi uzun öykü-kısa romanlarıyla, gerekse Karamazov Kardeşler, Suç ve Ceza ve Budala gibi Sibirya sürgünü sonrası büyük romanlarıyla, insanın karanlık yakasını kendinden sonraki bütün romancıları derinden etkileyecek biçimde dile getirmiş büyük bir 19. yüzyıl ustasıdır. Karamazov Kardeşler, yazarın son başyapıtıdır.

Kitabın Özeti :

Bölüm 1 – Küçük Sevimli Bir Aile
Ailenin genel hatları ile anlatıldığı giriş bölümünde Dimitri tam payını alamadığı annesinin mirasından payını almak için kente gelmiştir. İvan da eğitimini tamamladığı için kenttedir. Alyoşa ise bir süre önce kendini Staretze adadığı manastırda kalmaktadır.

Bölüm 2 – Uygunsuz Bir Ziyaret
Karamazov ailesi Staretz Zosima’yı görmek için manastıra gelir. İvan ve Fyodor Pavloviç’in zaten sadece alay amaçlı bu ziyareti gerçekleştirdikleri ziyaretin ironik yanı bu fikrin Ateist İvan’dan çıkmış olmasıdır. Dimitri ve babası kavga ederek büyük bir rezaletle manastırdan ayrılırlar. Buna rağmen hiç azalmayan ziyaretçi kalabalığı arasında kötürüm kızını iyileştiren Zosima’ya teşekküre gelen bir kadın da vardır. Ziyaretçiler Staretz’in mucizeleri karşısında kilometrelerce uzaktan ona danışmaya gelmektedir.

Bölüm 3 – Şehvet Düşkünleri
Bu bölüm Fyodor Pavloviç, Dmitri ve Gruşenka arasındaki aşk çıkmazını anlatır. Gruşenka’yı elde etmeye çalışan Fyodor Pavloviç binlerce rubleyi bu yolda harcamaya hazırdır. Bu ahlaksızlığa yanaşmayan Dimitri ise birgün eve girip babasını tehdit eder. Bu arada Katerina’ya bir evlilik sözü vermiştir.

Bölüm 4 – Yaralar
Çocuklara düşkün olan Alyoşa bir grup okul çağındaki çocuğun bir arkadaşlarını hırpaladıklarını görünce müdahale eder ve hırpalanan çocuktan (İlyuşa) bir ısırık da kendi parmağına alır. Bir süre sonra İlyuşa’nın babasının ağabeyi Dimitri tarafından dövüldüğünü ve yerlerde sürüklendiğini, İlyuşa’nın kendisine bu yüzden saldırdığını öğrenir. İlyuşya’nın babasından af dilemek için evine gidip para teklif ettiğinde reddedilip evi terk eder.

Bölüm 5 – Lehte ve Aleyhte
Rusya’da iyice hareketlenen felsefi akımları konu alan bu bölümde İvan’ın nihilizmle ilgili düşüncelerine bu bölümde yer verilir. İspanya‘da devam eden büyük bir engizisyon hükümdarlığı olduğunu ve dünyaya hükmettiğini kurgulayan İvan Büyük Engizisyoncu olarak adlandırdığı 90 yaşındaki bir din adamının tüm Hristiyanlığa hükmettiğini ve tüm insanları istediği gibi yönlendirip onları işledikleri günahların vebalinden kurtardığını anlatır. Engizisyoncular bu yolla tüm insanların mutluluğunu sağladıklarını savunurlar. İşte bu hükümdarlığın varlığı sırasında Dünyaya dönen İsa çeşitli mucizelerle insanları kendisine inandırdıktan sonra engizisyoncu tarafından zindana attırıldıktan sonra Büyük Engizisyoncu’nun anlattıklarını hiçbir şey söylemeden dinler ve sessizce yanına gelerek şefkatle öpüverir. Hemen gitmesini ve hiç görünmemesini bu taktirde onu bağışlayacağını söyleyen engizisyoncuyu dinlemeyip ertesi gün idam edilmek üzere hücresinde oturmayı sürdürür. Hikayeyi dinledikten sonra Alyoşa İvan’ın edebi hırsızlık diye sönlenmesinin arasında İvan’ın yanağına bir öpücük kondurur.

Bölüm 6 – Rus Keşiş
Bu bölüm ölüm döşeğindeki Staretz Zosima’nın kendi ağzından hayat hikâyesini ve öğütlerini içerir. Asi bir gençlik yaşayan Staretz öyküsüne Ağabeyinin ölümü ile başlar. Evlerinin yakınında yaşayan tanrıtanımaz bir filozofla tanışan ağabeyi bir süre sonra önemli bir hastalığa yakalanır ve annesiyle arasında geçen kısa konuşmalar arasında onlara öğüt vermeyi ihmal etmez. Dünyadaki her şeye sevgi duymalarını öğütleyen ağabeyin ölümünden sonra Staretz subay olmak için askeri okula girer ve burada hastalık halini alan düello modasına katılmak üzereyken vazgeçip okulunu bırakarak bir manastıra girer. Bu arada başından geçen birkaç olay da inancını ve düşüncelerini olgunlaştırmaktadır. Evine itirafta bulunmaya gelen bir katile teslim olmasını öğütleyerek manastır eğitimini sürdürmüştür. Ölüm döşeğinde anlattığı bu hikâyeler arasında İvan’ın anlattığı hikâyedeki Ateist tezi çürütecek düşüncelerini de ortaya koyarken sevgi öğütleri ile ölür.

Bölüm 7 – Alyoşa
Staretz’in ölümü ile gerçekleşecek bir mucize bekleyen halk manastırın önünde toplanır. Bu arada keşişler dualarını okumakta Staretz’i gömmeye hazırlanırken gerçekleşecek mucizeyi merakla beklerken hiç beklenmedik bir şekilde cenaze, normalinden çok daha önce ve müthiş bir yoğunlukla kokmaya başlar. Staretz’in mucizelerine körü körüne bağlı olan Alyoşa bu olayla sarsılır. İnsanların alaylarına dayanamaz ve cüppesini çıkarıp manastırı terk eder. Bir arkadaşının kendi hassasiyetini kullanıp yol göstericilik etmesi ile Gruşenka’nın evine yollanır. Burada inancını yitirme durumuna gelen Alyoşa tekrar bir değişim geçirerek inancına geri döner ve kendisini baştan çıkarma tasarısından vazgeçen Gruşenka’dan etkilenerek evden çıkar.

Bölüm 8 – Mitya
Dimitri (Mitya) Katerina’nın kendisine uzun zaman önce verdiği bir miktar parayı kendisine ödeyemeden Gruşenka ile evlenemeyeceğini, her zaman Katerina’ya borçlu kalacağını ve Gruşenka’nın ise kendisi için üç bin ruble hazırlayan babasını seçeceğini düşündüğünden önce varlıklı komşularından borç ister. Bir yandan da Gruşenka’yı gözetim altında tutmaya çalışır; fakat Gruşenka’yı bulamadan çıktığı evden giderken bir de eline pirinçten bir havaneli geçirmiştir. Babasının evine doğru yola koyulur. Duvardan bahçeye atlar. Tam bu sırada romanın olay örgüsü kesintiye uğrar. Mitya bahçeden kaçmakla uğraşmaktadır. Kendisini yakalamaya gelen uşağın kafasına cebindeki havaneliyle vurur. Yaşayıp yaşamadığına bakarken her tarafı kan içinde kalmış halde bahçeden çıkıp kaçar. Gruşenka’yı ve birkaç eğlence düşkününü de yanına alarak nereden geldiği belli olmayan bir parayla arabasını şarap ve yemekle doldurarak eğlenecekleri hana doğru yola çıkar. Bu arada Gruşenka Mitya’yı gerçekten sevdiğini anlamıştır. Handa çılgınca eğlenirken polisler ve sorgu memurlarınca gözaltına alınırlar. Mitya sorguya alınır. Zira babasının öldürülmesi nedeniyle cinayetin tek sanığıdır.

Bölüm 9 – Soruşturmanın İlk Aşaması
Fyodor Pavloviç’in öldüğü gece eve Mitya’dan başka kimse uğramamış. Bel ağrısından şikayet eden uşağa hazırladığı sakinleştirici kocakarı ilacını içiren ve kendisi de nasibini alan uşağın karısı ve uşak bütün gece uyumuşlar, nasıl olduysa sesleri duyup gelen uşak Mitya tarafından bayıltılmıştır. Smerdyakov ise geçirdiği sara krizi ile kendinden geçmiş halde yatağından kalkamamıştır. Başka görgü tanığının olmadığı cinayet davasında Dimitri tek sanık olarak cezaevine sevkedilir.

Bölüm 10 – Oğlanlar
Kolya, Alyoşa’nın son görüşünden beri hastalanmıştır. Bu arada Avrupa’daki fikir akımları(Nihilizm) hakkında fikir sahibi olan bir arkadaşı (Kolya) ile sıkça görüşmektedir. Alyoşa da ziyaretlerinden birinde Kolya ile karşılaşır ve fikirlerini dinleme fırsatı bulur.

Bölüm 11 – İvan Fyodoroviç
İvan Alyoşa ile görüşmesinden bu yana kendisini yıkıcı bir biçimde sorgularken deliliğe sürüklenir. Smerdyakov’la görüşmeye başlar. Onu son görüşünde Smerdyakov, Fyodor Pavloviç’in öldürüldüğü gece sara krizi geçiriyor gibi davranarak herkesi aldattığını ve cinayeti işledikten sonra gerçekten kriz geçirerek tüm ev sakinlerini kandırmayı başardığını itiraf eder ve çaldığı parayı çıkarıp suç ortağına ,İvan’a, verir. Suç ortağı saymasındaki gerekçe ise İvan’ın da babasının ölmesini istemesi ve babası tehdit altındayken evi terk etmesi nedeniyle Smerdyakov’un bunu ondan istediğini düşünmesidir. İvan’ın böyle bir şey tasarlamadığını anlayan Smerdyakov intihar eder. İvan evine gittiği zaman şeytanın kendisini rahatsız ettiğini gördüğü düşlere kapılır. Alyoşa’nın intiharı bildirmesinin ardından bilincini kaybeder.

Bölüm 12 – Hukuki Bir Hata
Katerina Dimitri’nin savunması için ülke çapında tanınan bir avukat olan Fetükoviç’i tutmuştur. Dostoyevski bu bölümde aynı zamanda babalık kavramını Fetükoviç’in ağzından sorgular. Fetükoviç savunması sırasında Fyodor Pavloviç’i şehvet düşkünü, sorumsuz ve ilgisiz bir baba olarak nitelendirir. Fetükoviç’in tüm avukatlık yeteneği, soğukkanlı ve etkileyici hareketleri ve deneyimi ile Dimitri’yi savunmasına rağmen, heyecanlı savcının yaptığı çocukça ve Dimitri’yi bayağı ithamların altında bırakan sözleri jüri üzerinde daha etkili olur. Katerina’nın histeri krizi sırasında açığa çıkardığı Dimitri’nin babasını öldüreceğini yazdığı mektup da kararın alınmasında kritik etkide bulunur. Dimitri hapse ve ardından sürgüne mahküm edilir.

Epilog
Katerina mahkemede yaptıklarına rağmen İvan’ın bilincini yitirmeye başlamadan önce Dimitri’yi kaçırmak için yaptığı planları uygulamayı üstlenir. İvan’a aşık olmasına rağmen Dimitri’nin son çağrısına uyarak ziyarete gider ve anın etkisiyle yeni kişilere aşık olmalarına rağmen birbirlerine olan sevgilerinin gerçekliğini açıklarla. Konuşmanın ardından Gruşenka’nın gelmesiyle Katerina odadan çıkar ve sahne sona erer. İlyuşa geçirdiği hastalık sonucu ölmüştür. Alyoşa cenazeden sonra çocuklara bir konuşma yapıp, birbirlerinin hatalarından sorumlu olmayı ve hiç kopmamalarını öğütler. Arkadaşlarının anısının onları koruyacağını bildirir. Roman çocukların Yaşa, varol Karamazov tezahüratı ile sona erer.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Fyodor Pavloviç Karamazov : Karamazov ailesinin 55 yaşındaki, kadın düşkünü, asalak babası. Yaptığı iki evliliğin birincisinden sermaye yapabilecek kadar drahoma aldıktan ve bir çocuk sahibi olduktan sonra karısının evden kaçması ve akabinde hastalanıp ölmesi üzerine havaleli dediği ikinci karısı ile evlenip iki çocuk dünyaya getiren Fyodor Pavloviç’in, yüksek ihtimalle, bir gece evine gelen meczup bir kadından gayrimeşru bir oğlu daha vardır.

Dimitri Fyodoroviç Karamazov : Ailenin 28 yaşındaki en büyük oğlu. Babası gibi şehvet düşkünü olan Dimitri yıllarca hiçbir pay alamadığı annesinin mirasından kendisine düşen payın bir kısmını nakden, gerçek değerinin altında parça parça almış ve borcunun kapandığına dair imza vermesine rağmen mirasın gerçek değerini göz önüne alarak babasından daha fazlasını istemektedir. Dimitri’nin üvey kardeşi Alyoşa ile sıkı bağları vardır. Katerina İvanovna ile nişanlı ve Gruşenka adındaki bir kadına âşıktır.

İvan Fyodoroviç Karamazov : Fyodor Pavloviç’in havaleli dediği ikinci karısından doğan 24 yaşındaki ikinci oğlu. İyi bir eğitim alan İvan nihilist düşünceleri olan ve aileden kopuk yaşayan bir gençtir. Romanda tanrıtanımazlığın üzerinden tartışıldığı İvan’ın da tıpkı Dimitri gibi babasına karşı beslediği düşmanca duyguları vardır.

Aleksey Fyodoroviç Karamazov : Fyodor Pavloviç’in yine ikinci karısından doğan 20 yaşındaki en küçük oğlu. Romanda genelde Alyoşa olarak geçen 20 yaşındaki genç belki de Dostoyevski’nin üç yaşında iken kaybettiği oğlunun adını taşıması bakımından romanın sonunda ortaya çıkacak olan savcının deyimi ile en hayırlı evlattır. Kentteki manastırda kalan Alyoşa, İvan’ın nihilist bir şüpheciliği temsil etmesi gibi Hristiyanlığı ve inancı sembolize eder.

Pavel Smerdyakov : Meczup Lizaveta Smerdyaşçaya'nın Fyodor Pavloviç ile ilişkisinden doğduğu düşünülen gayrimeşru çocuk. Fyodor Pavloviç tarafından evdeki hizmetçi çifte emanet edilen Smerdyakov saralıdır. Üvey ağabeyi İvan’ı örnek alan bir kopyadır. Her ne kadar Fyodor Pavloviç’e her fırsatta dalkavukluk etse bile ona karşı öfke besleyen Smerdyakov daha sonra hikâyeyi önemli ölçüde etkileyecektir.

Agrafena Aleksandrovna Svetlova : Kentte birçok erkeğin ilgisini çeken civelek genç kadın. Dimitri’nin ve Fyodor Pavloviç’in de beraber olmak istedikleri Agrafena Aleksandrovna(Gruşenka) Dmitri ve babası arasındaki hiç bitmeyecek olacak husumetin de sorumlusudur.

Katerina İvanovna Verkhovtseva :
Dimitri’nin nişanlısı. Babasının yaptığı yolsuzluğu saklamak için kendilerine yardım eden ve ordunun kasasından daha sonra ödenmek üzere alınan birkaç bin rubleyi temin eden Dimitri ile bu yaptığının kefareti olarak nişanlanan Katerina romanda asaletin, onurun ve şerefin temsilcisidir.

İlyuşa : Kentteki bir öğrenci. Ölümü ile romandaki olayların çok az bir bölümünü oluşturduğu sanılsa da aslında İlyuşa Dostoyevski’nin teknik olarak çıktığı doruk noktasının göstergesidir. Ölümü ile teşkil ettiği küçük olay -yazarın üstün yeteneği ile- kitabın felsefesini oluşturan bir ipucuna dönüşmüştür.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...