19 Kasım 2019 Salı

Yaralı Serçe (Hasan Nail Canat) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yaralı Serçe

Kitabın Yazarı : Hasan Nail Canat

Kitabın Hakkında Bilgi :

Ay ışığında karlı dağların seyrine doyum olmaz. Gündüzleri güneş ısısıyla çözülen, yumuşayan kar, geceleri sertleşir ve buz tutar. Sivri tepeler bir ayna gibi ışıldar. Ay ışığında seyrine doyum olmaz bu dağların, ama sıcak bir evin penceresinden seyredebilirseniz... Sığınacak bir eviniz yoksa ve dağlarda kalmaya mecbursanız, çektiğiniz sıkıntılar size bu güzellikleri fark ettirmez.

Yaralı Serçe, Yıldırım Reis ve beraberinde dağlarda bağımsızlık mücadelesi veren Kerim?in gösterdiği kahramanlıkların hikayesi...

Kitap 128 sayfadır.

Kitabın Özeti :

Yaralı Serçe, Kerim adında henüz gençliğe yeni adım atmakta olan bir çocuktur. Etrafında bir hareketlilik olur. Dünyada süper güç konumunda olan Sovyetler Birliği ekonomik ve teknolojik açıdan gelişmemiş olan Afganistan’ı işgal etmiştir.

Sovyet askerlerinin hiç acıması yoktur. Önüne çıkan engelleri acımasızca aşmakta, insanları öldürürken kadın, çocuk ve yaşlı diye ayırmamaktadır. Fakat Afgan halkı sahip olduğu değerlere bağlı ve azimli bir halktır.

Halk bazında ayaklanma gerçekleşir. Bazı erkekler şehirlerden ayrılarak dağlara çıkmakta ve gerilla mücadelesi vermektedir. Dağa çıkma sırası Kerim’e de gelir. Kerim henüz hayat tecrübesi olmayan yaşanan savaşın sebebini bile bilmeyen bir çocuktur.

Kerim’e hayatın gerçeklerini hocası Yıldırım Reis öğretecektir. Yıldırım Reis hem hocadır hem alim hem de gönüllü mücahit. Sert kış koşullarında bırakın savaşmak ayakta kalmak bile güçtür. Kerimin evinden ayrı geçirdiği günlerde yorgunluk, korku azık kıtlığı hep olacaktır. Fakat ona hocası Yıldırım Reis kararlı olmayı ve inançları doğrultusunda mücadele etmeyi öğretmektedir.

Kerim’in lakabı Yaralı Serçe’dir. Çünkü onun anne ve babasını askerler şehit etmiştir. Yetim ve öksüz olan Kerim, Yıldırım Reis’in önderliğinde ülkeyi Rus yandaşı Babrak Karmal ve askerlerinden kurtarmaya çalışırlar.

Yıldırım Reis’in ayağı kırıldığı için Kerim mücadelesine onsuz devam etmek zorunda kalır. Heratlı Cafer ile karşılaşır. Kaldıkları yer askerler tarafından basılınca kaçarlar. Çok sayıda çatışmaya girer ve çok asker öldürürler. Ama Obek şehrinde Yaralı Serçe Kerim esir düşer.

İmdadına Yıldırım Reis yetişir ve onu kurtarır. Yıldırım Reis hapishaneden Şeyh Abdullah’ı da kurtarırlar. Önlerindeki hedef Herat’ın işgalden kurtarılmasıdır. Demirci, Selman gibi mücahitler şehit olsa dahi Herat’ı kurtarmayı başarırlar.

Herattan sıra Kandehar’a gelir. Kitabın sonlarında maceranın dozu daha da artmaktadır.

Büyük Tuzak (Aslı Der) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Büyük Tuzak

Kitabın Yazarı : Aslı Der

Kitap Hakkında Bilgi :

Aslı Der’in çok sevilen dizisi Küçük Cadı Şeroks’un ikinci macerası, anadilin insan ve toplum yaşamındaki önemi üzerine düşünmeye davet ediyor. Fantastik öyküleri dinamik kurgularla işleyen yazar bu kitabıyla 2010 yılında Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu (IBBY) Onur Listesi’ne girdi ve Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği (ÇGYD) tarafından 2007 Yılı En İyi Çocuk Romanı ödülüne değer görüldü. Anadilin yoksullaşması durumunda doğacak tehlikeleri, felsefî bir derinlik ve gerçekçi bir bakış açısıyla anlatan kitap, yüksek temposu, sürükleyici kurgusu, yalın anlatımı ve birbirinden ilginç kahramanlarıyla yine keyifli bir okuma sunuyor. Türkçe’nin kötü ve yanlış kullanımlarıyla sürekli mücadele eden eğitimciler, öğrencilerini anadillerini doğru ve etkili kullanmaya özendirmek için bu ilginç kitabı etkin olarak kullanabilecekler.

Eski bir laneti canlandıran Prens Milla, Masallar Ülkesi’nde bir felaketin başlamasına neden olur. Halk, kötü niyetli Milla yüzünden, hızla sözcüklerini unutarak kısa sürede konuşamaz hale gelir. Üstelik, suçlunun Şeroks olduğuna inanır. Küçük Cadı artık hem kaçmak, hem de Milla’nın tuzağına düşen Fare Pibo’nun sarayın Arşiv Odası’nda yediği masalı yeniden yazmak zorundadır. Şeroks masalı zamanında yetiştiremezse, Masallar Ülkesi dilini de özgürlüğünü de yitirecek midir?..

Büyük tuzak kitabının ana düşüncesi: Anadil toplum ve insanlar üzerinde çok etkilidir. Sözcükler unutuldukça anadil de zayıflar ve unutulur. İnsanlar ihtiyaçlarını yeterince ifade edemezler.

Kitabın Özeti :

Olayları geçtiği yer Masallar Ülkesidir. Yıllar yıllar önce, Prens Artora prensi olduğu Sesler Ülkesi'ni ve Masallar Ülkesi'ni nasıl olduysa birleştirmek istemiştir. Masallar Ülkesinda hayatını sürdürmekte olan halkı istemeyince Artora'nın bu hayali bir türlü gerçekleşmemiştir. Çok sinirlendiği için ülkeyi lanetlemiştir. Lanet; "Eğer kim Masallar Ülkesi'nin dilini yok ederse, o yok eden kişi Masallar Ülkesi topraklarına sahip olacaktır."dır. Artora'nın torunu Prens Milla işte tam da bu laneti canlandırır. Tuzağı kuran kişi Sesler Ülkesinin Prensi Milla’dır. Prens Milla’nın amacı dili yok edip Masallar Ülkesini ele geçirmektir. Eğer sözcükleri ortadan kaldırabilirse dili de yok edebileceğini düşünür. Dil yok olursa masallar da yazılamayacaktır.

Bir gün çalıların gezerken arasında bir fare bulur. Prens Milla amacına ulaşmak için fareyi kandırır. Zaten Milla başkalarını kandırmakta gayet ustadır. Fare Pibo’yu Sözcüklerin Masalı adlı kitabı yemesi konusunda teşvik eder. Fare Arşiv Odası’na gidip Sözcüklerin Masalı’nı yiyince insanlar bildikleri sözcükleri unutmaya başlar. Milla'nın yaptığı plan halk kelimeleri unutunca Milla kendi sözcüklerini öğretip Masallar Ülkesi'ne sahip olacaktır.

Başlarda bu unutkanlığı sorun etmezler ama sonraları basit ihtiyaçlarını bile ifade edemeyecek duruma gelirler. İnsanlar bu soruna çözüm üretemezler ve buna kimin sebep olduğunu bilmek isterler.

Prens Milla suçu hemen Küçük Cadı Şeroks’a atar. Küçük Cadı Şeroks kendini aklamak ve bu sorunu çözmek zorundadır. Yeni bir masal yazmaya koyulur. Yazdığı masalı Sözcükler Masalı kitabına koymayı başarırsa insanlar yeniden sözcükleri hatırlamaya başlayacaktır. Şeroks, bir gün masalı yiyen fareye bir yerde rastlar. Eski baş masalcı Lutta'nın evinde öyküsünü anlatır.

Cadı Şeroks’a fare Pibo, Başmasalcı Lutta, Prens Almina, büyücü çırağı Borga yardım eder. Ama bazı arkadaşları da Cadı Şeroks’a değil Prens Milla’ya inanmaktadır. Üstelik Milla sayesinde herkes masalı Şeroks'un sildiğine inanır. Şeroks, kendini temize çıkarmak ve Masallar Ülkesi'ni kurtarmak için masalı baştan yazmak zorundadır. Maceralar devam ettikçe Cadı Şeroks masumiyetini ispatlar. Her karşılaştığı engelde zekice bir çözüm üreterek başarıya ulaşır.

Kim Takar Salatalık Kralı (Christine Nöstlinger) Kitabının Özeti Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kim Takar Salatalık Kralı

Kitabın Yazarı : Christine Nöstlinger

Kitap Hakkında Bilgi :

O acayip salatalık şey mutfaklarında ortaya çıkana dek, Hogelmann’lar sıradan bir aileydi. Kilerdeki Kumi-Ori’lerin kralı olduğunu, ama isyan çıkaran hain halkı yüzünden onlara sığındığını ileri süren salatalık yaratık, kendisine Majesteleri demelerini istedi. Kısa sürede Bay Hogelmann'ı etkisi altına almayı başardı ve aile bireylerini gizliden gizliye izlemeye, olmadık yalanlar kıvırmaya başladı. Hogelmann'ların evinde artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Herkes huzursuz ve mutsuzdu. Eğer, gerçekten doğru dürüst bir aile olsalardı, böyle salatalıktan bir şey yüzünden huzurları kaçar mıydı?

Dünya çocuk edebiyatının usta ismi Christine Nöstlinger'den, çocuklar için, toplumun yöneten-yönetilen ayrımına mizah dolu bir bakış! Mutfaklarında beliriveren "küçük" bir belanın üstesinden gelmeye çalışan sıradan bir aileyi anlatan romanı bugüne dek her yaştan okur büyük bir keyifle okudu. 1973'te Alman Çocuk Edebiyatı Ödülü'ne değer görülen roman, bugün çocuk edebiyatının klasikleri arasındadır.

Kitabın Özeti :

Wolfgang ile ailesi Hogelmann'lar bir Paskalya pazarında kahvaltı hazırlığı yapmaktadırlar. Bu sırada mutfaktan gelen gürültü sonrası mutfaktaki Salatalık Kral’la karşılaşırlar. Salatalık Kral, Kumi-Orilerin eski kralıdir, despot ve düzenbaz olduğu için halkı tarafından sevilmemiş ve ayaklanma neticesinde krallıktan atılmıştır. Salatalık Kral, yerinden sürgün edilmiştir. Halkı artık Salatalık Kral’ın yönetimini hiç istememektedir. Aile mutfaktan çıkan yaratığın gerçekliğini tartışa dursun evlerinin bodrumunda yaşayan bir halkın varlığı onları şaşkınlığa sürükler.

Salatalık Kral’ın gelmesiyle evin içindeki düzen bozulur. Salatalık Kral evin içinde yaşanan iletişimsizliği körükleyerek babayı kendi tarafına çeker. Çocuklar ve anne Salatalık Kral’dan rahatsız olurlar. Baba ise Salatalık Kral’ın kendisine söylediği yalanlara inanarak onu her daim destekler. Gayet yalancı biri olan Salatalık Kral çıkarları doğrultusunda insanları kandıran biridir. Eski krallığına dönüp yeniden kral olmak için planlar yapmaktadır. Salatalık Kral babayı bir tanıdığından torpil yaptırarak iş yerinde yükseltebileceği yalanı ile kandırmıştır. Baba Hogelmann ve Salatalık Kral amaçları doğrultusunda birbirine yardım edecekler ve bu durumu diğerlerinden gizli tutacaklardır.

Bir gün Wolfgang evin bodrumuna iner, orada Kumi-Oriler ile karşılaşır. Kumi-Orilerin başından geçenleri dinleyince yardım etme kararı alır ve Martina’nın da desteğiyle Kumi-Oriler için oyuncak toplamaya başlarlar. Kumi-Oriler oyuncak eşyalarla evin bodrumunda patatesleri yetiştirecekler, kendilerine hastane gibi binalar inşa edeceklerdir.

Wolfgang, okulda mutlu değildir. Çünkü matematik dersinde ödevlerini yapmadığı için ve babasına ödevlerini gösterip imzalatamadığından ödevleri iki katına çıkar. Baba Hogelmann eşine ve çocuklarına bağırarak iletişim kuran, sert karakterli biridir, iletişim sorunları vardır. Eşi ise kocasının huyuna giden biridir. Salatalık Kral babaya yalanlar söyleyerek onu kullanması neticesinde aile içi iletişim sorunları gün yüzüne çıkar. Mesela evin 12 yaşındaki oğlu Wolfgang matematik ödevlerini yapmamakta, babası kızar diye ona söyleyememektedir. Bu neden ile Wolfgang okula gitmek istememekte öğretmeniyle karşılaşmaktan korkmaktadır. Matematik dersini ablasının yardımlarıyla düzeltmeyi umut etmektedir.

Salatalık Kral’la baba gizli şekilde planlar yapmaktadır. Salatalık Kral eski ülkesine yeniden kral olmak istemektedir ama halkı onu istemediği için darbe ile iktidara gelmeyi düşünür. Planları bodrum kata su basarak Kumi-Orileri öldürmek, Salatalık Kral’ın tekrar hüküm sürmesini sağlamaktır. Bu planları Niki tarafından öğrenilince Wolfgang, Martina bu planı Niki’den zorla da olsa öğrenirler.

Bir akşam baba ile tartışan çocuklar babaya Salatalık Kral’ın kötü biri olduğunu anlatmaya çalışırlar. Baba onlara inanmasa da krala güveni yıkılmıştır. Salatalık Kral’ın söylediklerini anlamak için kendisine söylediği iş yerinin bodrumunda yaşayan kendisine yardım edecek olan başka salatalık kralı görmeye gider. Gittiği bodrumda salatalık kral yoktur. Yabanileşmiş Kumi-Oriler babaya saldırır ve yaralarlar. Böylece baba da kandırıldığını fark etmiş olur.

Kitabın son bölümünde Niki, Salatalık Kral'ı evden dışarı çıkarır ve her şey eskisi gibi normale döner.

Mutluluk Sokağı (Ferza İzbudak Akıncı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Mutluluk Sokağı

Kitabın Yazarı : Ferza İzbudak Akıncı

Kitap Hakkında Bilgi :

Yine de umut etmek gerekir, diyorum ben. Yarattığımız, aradığımız, bulduğumuz, koşarak, sevinçle gittiğimiz, mutlu insanlarla dolu sokaklar çoğalır belki. İnsanlar, kendi düşlerini gerçekleştirmek için çalışırken bir yandan, mutlu yaşarlar o sokakta. Sevdikleri işleri yapabilmek için fırsat bulmuş olmanın sevinciyle...

Kitabın Özeti :

Utku yaşadığı ayrı bir yerdeki liseyi kazanmıştır. Başta sevinci büyüktür ama henüz 14 yaşında bir çocuk için sevdiklerinden ayrı yaşamak elbette kolay olmayacaktır.

Utku liseye kaydını yaptırmak için trene biner. Ablaları Özge ve Bilge de daha önce evden ayrılmanın deneyimini yaşamışlardır. Şimdi evden ayrılma sırası Utku’ya gelir.

Tren yolculuğu uzun sürecektir bu esnada Utku ablaları ile geçmişte yaşadığı acı ve tatlı anıları birer birer hatırlar. O hayat dolu günleri şimdiden özlemektedir. Kardeşler birlikte şen ve şakrak yaşarken anne babasının onlara kol kanat gererken yaşadığı sıkıntıları aklına getirir.

Acaba geleceği nasıl olacaktır? Mutlu olabilecek midir? Veya mutluluk aslında nedir ? Uzun tren yolculuğu esnasında sık sık eski anıları aklına gelir ve mutluluk kavramını sorgular.

Artık karşısına çıkan engelleri aşmada tek başına olacak ablaları ve anne babası uzakta olacaktır. Çocukluktan gençliğe geçiş döneminde çeşitli sıkıntılarla karşılaşan Utku bunlara kendince çözümler üretir.

Sonra bir an gelir ve mutluluk sokağının herkes için ayrı bir yer ve ayrı bir durak olduğunu keşfeder. Keşke dünya herkesin hayallerinin gerçek olabileceği ve herkesin mutlu olabileceği bir yer olsaydı ama öyle değildir. Ama yine de umut etmeden vazgeçmeyerek mutluluğu mütemadiyen aramak gerekir.

İnsanı mutlu eden sevdiği işleri yapmak ve düşlerini gerçekleştirmektir. İnsan bu umutla yaşamalıdır. Hayaller ile gerçekler arasındaki mesafe aslında o kadar da uzak değildir.

Mutluluk Sokağı geleceğe uzanan bir yolculuktur. Fakat Utku’nun sık sık anı geçmişine daldığını ve sorunlarını çözerken ablaları ve ailesi benzer durumda ne yapardı merak ettiğini görüyoruz. Dolayısıyla mutluluk arayışı geleceğe uzanan ama aynı zamanda geçmişe götüren bir yolculuktur.

Beyoğlu Rapsodisi (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyoğlu Rapsodisi

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Üç arkadaşın öyküsü bu. Beyoğlu'nda büyümüş, Beyoğlu'nda yaşayan üç ayrı kişilik, üç ayrı kimlik, üç ayrı insan. Ölümsüzlük merakıyla başlayan ölümler. Her cinayetin ardında gizemli bir neden...

Ve soruşturma boyunca adım adım, bina bina, sokak sokak Beyoğlu. O çoksesli, çokrenkli, çokdilli, çokkültürlü Beyoğlu. Günümüzün Babil Kulesi...

İnsanın bencilliğini, acımasızlığını, öfkesini, çaresizliğini en iyi anlatan mekân... Soluk soluğa bir gerilim, benzersiz bir final...

Çok kollu, çok dallı büyük bir ırmağa benzeyen bu muhteşem cadde, papazı, fahişesi, cami hocası, pezevengi, hahamı, Alevi dedesi, bankacısı, işportacısı, öğrencisi, öğretmeni, tinercisi, dönercisi, dekoratörü, evsizi, midye satıcısı, esrar satıcısı, kanun kaçağı, Anadolu kaçağı, Avrupa kaçağı, Amerika kaçağı, Afrika kaçağı, yani yaşam kaçağı, beyazı, karası, sarısı, kızılı yani insan görünümünde olan kim varsa, hepsini, herkesi sorgusuz sualsiz kucaklamıştı.

Kiliseleri, camileri, sinagogları, hanları, hamamları, bankaları, giyim mağazaları, kitabevleri, meyhaneleri, birahaneleri, şaraphaneleri, kafeleri, kültürevleri, randevuevleri, sinemaları, tiyatroları, galerileri, vakitleri çoktan dolduğu halde ömür sürmeye çalışan bilmem kaç yüzyıllık inatçı binaları, dar sokakları, kör çıkmazlarıyla Grande Rue de Pera, Cadde-i Kebir, İstiklal Caddesi ya da Beyoğlu nasıl adlandırılırsa adlandırılsın burası her gün, her an değişen yeryüzünün en büyük tiyatro sahnesi gibiydi.

Kitabın Özeti :

Beyoğlu Rapsodisi üç arkadaşın hikayesini anlatmaktadır. Kenan, Nihat ve Selim... Birbirlerinden çok farklı olan bu üç arkadaş aslında diğer bir yandan da birbirlerine çok benziyorlar. Bu arkadaşlar Galatasaray Lisesi'nde okuyorlar ve okulun izci takımında tanışıyorlar. Kenan ve Selim'in maddi durumları oldukça iyidir. Nihat için aynı şeyler geçerli değildi. Kenan ve Selim lisede harçlıklarından bir kısmını Nihat'a verirlerdi. Yıllar sonra bile görüşmeye devam ettiler. Kenan Hukuk Fakültesi'ne rahatlıkla girmiş, stajını da amaçlamasına rağmen avukat olamamıştı. Onun yerine babasının sigorta acentesinin başına geçti. Girişimci ruhu sayesinde çabucak alışmıştı mesleğine.

Nihat ise annesini çok küçük yaşta kaybetmiş, babası bir matbaada ustabaşı olarak çalışmaktadır. Nihat şanssız bir çocuktu büyüdükçe de bu şanssızlığı onu terk etmemişti. O da matbaada çalışmış daha sonra Selim ile Kenan'ın yardımlarıyla bir kitap dükkanı açmıştır. Sonra da Melek adında bir sözde yazarla tanışıp evlenmiştir. Kenan ve Selim'e iyi davranmayıp Nihat'ı da ezmeyi başarıyordu. Ne yazık ki Nihat çok saf olduğu için Melek'in davranışlarını alttan alabiliyordu.

Biraz Selim'den bahsedelim. Selim Mimarlık Fakültesi'ni bitirdikten sonra babasının tekstil fabrikasının başına geçmiştir. O da Kenan gibi kendi mesleğini yapmamış baba mesleğini devam ettirmiştir. İşlerini geliştirmiş AZYA adında bir mağaza açmıştır. Selim de Gülriz ile evlenmiş, Burç adında bir çocukları olmuştur. Burç, down sendromlu bir çocuk olarak doğmuştur. Bu duruma alışmaları çok zor olmuş ancak Nihat'ın Burç'a yakınlığı daha iyi sonuçlar vermiştir. Nihat her zaman Kenan ile Selim'in yanında olmuş, onlara her zaman destek vermiştir.

Şimdi gelelim başlarına gelen felaketi anlatmaya. Kenan hayatını dolu dolu yaşamış, aklına gelen her şeyi yapmış, kadınların hayır diyemediği -ki Kenan'da kadınlara hayır demiyordu- bir erkekti. Bir ara Nihat'ın fotoğraf çekimleriyle ilgili verdiği bilgilerle yani öğrettikleriyle fotoğraf galerileri açmaya başlamıştır. En son galeride Melek ve yanında iki arkadaşı vardı. Selim ve Nİhat ile tanıştılar. Selim kısa tombul adamı umursamamış, yanındaki Rus güzel Katya'dan etkilenmişti. Katya'nın ise dikkati konuklarıyla ilgilenen Kenan'da idi.

Gece bitmiş galeriye ilgi büyük olmuştu. Ertesi gün ise ne bir haber ne bir görüntü vardı. Kenan'ın buna morali çok bozulmuş kendini çok kötü hissediyordu. Selim ve Nihat'la buluştu. Öldükten sonra kendisinin unutulacağını kendisini hatırlatacak bir ailesinin bile olmadığını anlatıyordu. Nihat'tan hemen bir öneri gelmişti. Kenan'a Beyoğlu'nda işlenen cinayetlerinin fotoğraflarını çekmesini önermişti. Galerinin adı da ''Beyoğlu Cinayetleri'' olacaktı. Selim ne kadar itiraz etse de Kenan'ın aklına yatmıştı bu fikir. Cinayet fotoğrafları Kenan'ın arkadaşı Başkomiser Cüneyt'ten karakolun çatısını yaptırmak karşılığında alınacaktı. Dekorlar hazırlanacak mankenler ayarlanacak ve fotoğraflar aynı şekilde çekilmeye başlanacaktı. Selim bu işten uzak duruyordu ama mekan sıkıntısı çeken arkadaşına babasının vasiyetiyle yıktırmadığı Bayoğlu'ndaki dört katlı binayı verdi. Kenan kira ödemek istese de Selim arkadaşından kira alamayacağını, bunun lafı bile olmayacağını söylüyordu. Katya da onlarla çalışacaktı. Bir gece hep birlikte Katya'nın arkadaşının barına gittiler ve sarhoş oldular. Bu halde eve gidemeyecekleri için hepsi fotoğrafların çekildiği stüdyoya gitmeye karar verdiler. Stüdyoya gidince Selim Kenan ve Katya bir şişe daha şarap içtiler. O gece Selim, Katya ile Kenan'ın ilişkisini öğrenmişti. Geçen günlerde Selim kendi işiyle ilgileniyor, Kenan ve Katya çekimlere devam ederken Nihat'ta onlara yardım ediyor, Nihat'ın sahaf dükkanına Melek bakıyordu.

Bir gün Kenan fotoğraflarda bir şey fark etmişti. İki cinayet yerinde de aynı afişten vardı. Cinayetlerin ilişkili olduğunu ve aynı kişi tarafından yapıldığını düşündü. Hatta buna inandı ve Selim ile Nihat'a anlattı. Bu işin peşini de bırakmayacağını söyledi. Kenan artık kendine daha büyük, daha kalıcı bir ölümsüzlük formülü bulmuştu.

Polisten, herkesten gizli cinayet yerlerini gezdiler. Üstelik kendilerini polismiş gibi tanıttılar. Selim'de bu ziyaretlere katılıyordu. Katil olarak suçlanan kişilerle görüştüler, kendi katil tahminleriyle de bir görüşme ayarladılar. Ne yazık ki bu görüşmelerden tekine Nihat arkadaşlarından önce gitmiş ve dayağı yemişti. Neyse ki Kenan ile Selim zamanında yetişti ve adamı güzelce sorguya çektiler. Bütün soruşturmalar sonrası hala bir sonuca varamamışlardır. Tek bildikleri kurbanların ikisi sevgilidir. Kartal uyuşturucu bağımlısı ve sevgili Aysun'u da bu pisliğe bulaştırmıştır. Aysun'un eski sevgilisi asla katil olamazdı. Kartal'ın çevresi pek tekin değildi ve alacaklısı olan adam katil olabilirdi. Belki de uyuşturucu bağımlısı olan arkadaşlarından biri.

Kartal öldürüldükten sonra Aysun bu işin peşini bırakmamış ve katilin kim olduğunu bildiğini söylemişti ancak elinde bir kanıt yoktu. Katilde Aysun konuşmasın diye onu öldürmüştü. Selim bu hikayeden yanaydı ama Kenan bu kadar basit olmadığını düşünüyordu. Bu kadar basit olamazdı. O yüzden bu işi sonuna kadar götürecekti. Aysun'a gelen mektuplardan birini buldular. Mektup Fransa'dan Catherina adlı bir kadından gelmişti. Catherina mektubunda Aysun'u tehlikelere karşı uyarıyordu. O insanların çok tehlikeli olduğunu ve uzak durmasını söylüyordu. Kadının bu cinayetlerden haberi olmadığı ortadaydı ve Kenan ile Selim, Aysun'un akrabasıymış gibi kadına yeni bir mektup yazmışlardı. Şimdi mektuba bir cevap bekliyorlardı. Bu sürede Kenan çekimleri dahi unutmuş sadece cinayetleri düşünüyordu. Ellerindeki her şeyi değerlendiriyor, katilin kim olabileceğini düşünüyordu. Çekimlere devam eden Katya ise sevgilisinin başına bir şey gelmesinden, psikolojisinin bozulmasından korkuyordu. Selim ile Nihat'ta üzülüyordu.

Mektubun cevabı gelmişti. Kenan defalarca okumasına rağmen ipucu sayılabilecek hiçbir şey bulamamıştı. Sonunda bu işin peşini bırakacağını söylemişti. Herkes rahat bir nefes almışken ertesi sabah Kenan Fransa'ya gideceğini Selim'e bildirmişti. Gidip Catherina ile konuşacaktı. Selim beklemesini, beraber gidebileceklerini söylemişti ama Kenan çoktan uçak biletini almıştı. Selim'in Fransa'daki çalışanının yardımıyla Kenan kadının adresini bulmuştu. Kenan gelişmelerden Selim'e bahsetmiyor hatta aramıyordu bile. Catherina'nın öldüğünü, kadının sekreterine Kenan'ın çok kaba davrandığını hatta kadının cinayete kurban gittiğini söyleyip otopsi istemesini çalışanından öğrenmişti. Çalışanı ise kadının 90 yaşında olduğunu ve bu ölümün şaşırılacak bir şey olmadığını söylüyordu. Hatta Kenan otopsi yapılıp yapılamayacağını sormuştu. Selim'in çalışanı ise bunun mümkün olmadığını söylemişti.

Kenan ertesi gün konuşmak, olanları anlatmak için Selim'i stüdyoya çağırmıştı. Selim merak içinde stüdyoya gitmişti. Kenan her şeyi anlattı. Katil Selim'di... Selim ise inkar ediyor, Kenan'ın nasıl böyle düşünebildiğini söylüyordu. Kenan en başından tek tek anlatmaya başladı. Selim'in babasının gençlik yıllarında hiçbir serveti yoktu. Sadece terzi çırağıydı. Savaş zamanında Rusya'dan Türkiye'ye kaçanlar olmuştu. Bunlar arasında Rus komutanda vardı. Karısı ve iki çocuğuyla gelmişti Türkiye'ye. Geri dönemeyeceğini biliyordu ama Türkiye'de de kalamazdı. Güvendiği bir asker arkadaşıyla kızı Catherina'yı Fransa'ya okumaya göndermişti. Ailesiyle birlikte Beyoğlu'nun yıkık dökük binalarından birinde kalıyordu. Burada Selim'in babasıyla tanışmıştı. Komutan geçinmek için yanında getirdiği çok değerli mücevherleri Selim'in babasına göstermişti. Selim'in babası mücevherleri görünce kendine iyi bir hayat kurabileceği düşüncesiyle komutanı, karısı ve küçük oğlunu öldürdü. Fransa'ya giden Catherina ise ailesinden bir daha haber alamamıştı. O zamanın durumuna bakılırsa çok fazla üstünde durulmamıştı.

Yıllar sonra Catherina Aysun ile tanışmış, İstanbul'da yaşadığını duyunca olan biteni anlatmıştı. Aysun'dan ailesi hakkında bilgi toplamasını, onlara neler olduğunu araştırmasını istemişti. Aysun başarmıştı... Catherina'nın ailesini Selim'in babasının öldürdüğünü öğrendi. Uyuşturucu bağımlısı olan Aysun ve sevgilisi Kartal, Selim'e şantaj yapıyorlardı. Selim her ay düzenli olarak iki sevgiliye para veriyordu.

Bir gün Aysun İstanbul'da değildi, Kartal'ın da uyuşturucuya ihtiyacı vardı ama parası yoktu. Arkadaşından borç istedi. Arkadaşı önceki borcunu ödemediğini söyleyip vermedi. Parayı Selim'den istedi ama Selim daha zamanının gelmediğini, veremeyeceğini söyledi. Belki Kartal'ın evinin adresini aldı, belki de Kartal'ı takip edip o şekilde öldürdü. Sevgilisine deli gibi aşık olan Aysun katili biliyordu ve çıldırmış gibiydi. Çok geçmeden Selim onu da öldürmüştü. Sırada Catherina vardı. Babasının cinayetlerini Aysun'dan öğrenen Selim Catherina'yı bulmaya çalışıyordu. Bu yüzden Katya'ya sürekli 1920'li yıllarda Türkiye'ye kaçan bir yakınının olup olmadığını soruyordu. Aysun'un posta kutusunda bulduğu ipucuyla aradığı kişiyi de bulmuştu. İş için Fransa'ya yaptığı ziyarette Catherina'nın adresini bulup boğarak öldürmüştü. Kendisinin yazdığı mektuba da Catherina'nın ağzından yazmıştı. Çünkü Catherina'nın sekreterinin böyle bir mektuptan haberi yoktu.

Kenan bunları anlatırken Selim karşı çıkıyor, arkadaşının psikolojisinin bozulduğunu söylüyordu. Kenan anlatmaya devam ediyordu. Tek şey aklına takılmıştı. Komutan ve ailesinin cesetleri nerede olabilirdi? Düşündükçe onu da bulmuştu. Bunları anlatırken binanın bodrumuna inmişlerdi. Selim'in babasının arabası yoktu o zamanlar. Cesetleri bir yere taşıyamazdı o yüzden bu binanın bodrumuna gömmüştü. Kenan gece uyumamış, bodrumda gömülü olan cesetleri bulmuştu. Selim cesetten kalan kemikleri görünce Kenan'a her yerin anahtarını neden verdiğini düşündü. Kenan çok üzülmüştü. Arkadaşına neden kendisinden yardım istemediğini, başka bir yol bulabileceklerini söylüyordu. Selim, bunları kimseye anlatmamasını istiyordu. Burç'tan, Gülriz'den bahsediyordu. Kenan yapamayacağını söyledi. Sonra Selim kontrolden çıkarak silahıyla Kenan'ı tam kalbinden vurmuştu. O anda içeri giren Katya Kenan'a sarılarak ağlıyordu, Nihat ise gördükleri karşısında donakalmıştı.

Selim sadece Kenan'ı öldürmekten hapse girmiş, diğer cinayetlerde kanıt olmadığı için onlardan yargılanmamıştı. İlk başta ziyarete gelmeyen Nihat sonraları gelmişti. Uzun bir süre Kenan'an bahsetmiyorlardı. Katya ise sevdiği adamın katilini haklı olarak ziyaret etmiyordu. Fotoğraf çekimlerini gecikmeli bitirdi ve sergiyi açtı. Bütün haberler günlerce bu sergiden, Kenan'dan bahsetmişti. Katya sergiyi açtıktan sonra Rusya'ya dönmüştü. Kenan ölümüyle ölümsüzlüğü yakalamıştı. Gülriz ise ilk başta zorlansa da AZYA'yı çok iyi idare ediyordu. Burç'un hapishaneye gelmesi doktoru tarafından yasaktı bu yüzden babasını ziyarete hiç gidemedi.

Dracula (Bram Stoker) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Dracula

Kitabın Yazarı : Bram Stoker

Kitap Hakkında Bilgi :

Bram Stoker, vampirler ve Drakula hakkındaki bilgilerini İngiliz gezgin Emily Gerard tarafından yazılan Ormanın Ötesindeki Topraklarından isimli gezi kitabından almıştır. Aslında Stoker, kitabın adının "Kont Wampyr" olmasını ve Avusturya'nın Steirmark bölgesinde geçmesini planlamıştı. Bu hikaye'nin taslakları Dracula'nın bazı baskılarının başına eklenir. Fakat Gerard'ın (III. Vlad), Romanya ve Transilvanya hakkındaki notlarını okuduktan sonra romanının adını "Dracula" olarak değiştirir. Stoker ayrıca orjinal romanın başında kullanmak istediği fakat sonradan ayrı olarak yayınladığı Dracula'nın Konuğu isimli bir öykü de yazmıştır.

Gerçek tarihi olaylarda Voyvoda Osmanlılara esir düşmüş, sonraki yıllarda ülkesi Eflak beyliğinin valisi olarak atanmayı başarmıştır. İlk yıllarda Osmanlılara vergisini düzenli ödemeye devam etse de sonraki yıllarda Avrupa ittifakına katılıp Osmanlı'ya baş kaldırmış ve tutsak ettiği askerleri türlü işkencelerle öldürmüştür. En tanınmış işkencesi kazıklara oturtmasıdır. Kazıkları makattan sokup sırt kısmından çıkartır. Ve kazıkladığı kişileri öldürmez, bunlar bir gün içerisinde kan kaybından, açlıktan yahut susuzluktan ölürler. Dracula bu yaptıklarından sonra Osmanlı İmparatoru, tarafından başı kesilerek idam edilmiştir. Fatih Sultan Mehmet ile Enderunda beraber eğitim aldığı da söylenir.

Drakula adlı kitap vampirleri konu almaktadır. Bazı yerlerde Transilvanya canavarı olarak da geçmektedir. Transilvanya'da yaşayan Drakula Şatosu'nun lordu olan ölümsüz Kont Drakula'yı yok etmeye çalışan bir grup insanın öyküsünü konu alır. Drakula adlı vampir, beyaz tenli, kırmızı gözlü, 20 insan gücünde, tırnakları uçlara doğru sivrilen, dudakları kırmızı ve beyaz,sivri köpek dişleriyle korkutucu görünüme sahiptir. Drakula adlı karakter bunun dışında tabutta uyuyan, gece dışarıda avlanıp, gündüz tabutunda saklanan bir gece canavarı olarak tasvir edilmiştir. Diğer özelliklerinden biri ise ölümsüz olmasıdır. Kurt, yarasa ve sıçan kılığına girebilmekte ve bu hayvanlara hükmedebilmenin yanında, bir delikten içeri sızabilmektedir. Ayrıca aynada görünmeme gibi bir özelliği de vardır. Yalnız modern kültürünün söylediğinin aksine güneş ışığıyla ölmez ve gündüzleri de dolaşabilir. Ama gündüz saatlerinde gücü azdır.Yine de şafak, öğle vakti ve gün batımında biçim değiştirme gücü vardır.

İngiliz yazar ve akademisyen Sir Malcolm Stanley Bradbury'nin, "şimdiye kadar yazılmış en güçlü korku hikâyelerinden biri" diye tanımladığı Dracula, hukukçu Jonathan Harker'ın Kont Dracula adında bir alıcının Londra'da satın almak istediği evin işlemlerini yapmak üzere Transilvanya'ya gidişiyle başlar. Jonathan, müşterisinin şatosunda dehşet uyandıran keşiflerde bulunur. Kısa bir süre sonra Londra'da da huzur kaçıran birtakım olaylar başlar. İçinde kimse olmayan bir tekne batar; genç bir kadının alnında gizemli bir işaret belirir, tımarhanedeki bir ruh hastası "Efendi"sinin gelmek üzere olduğundan dem vurmaya başlar. Olaylar, uğursuz kont ve onunla savaşmayı göze alan bir grup genç arasında çatışmaya dek gidecektir.

İrlandalı yazar Bram Stoker'ın, iki taraf arasındaki bu irade ve güç çatışmasını işlediği ve korku edebiyatının başyapıtlarından biri sayılan Dracula, yayımlanmasının üzerinden yüz yılı aşkın süre geçmesine karşın, bugün de aynı ilgiyle okunuyor.

Kitabın Özeti :

Avukat kâtibi Jonathan Harker, patronu Peter Hawkins’in rahatsızlığı nedeniyle onun yerine Kont Dracula’nın Londra’da satın aldığı mülklerin satış işlemlerini tamamlamak için Transilvanya’ya gider. Giderken nişanlısı Wilhelmina (Mina) Murray’ı Whitby’daki arkadaşı Lucy Westenra’nın yanında bırakmıştır. Uzun bir yolculuktan sonra Karpat Dağlarına ulaşan Harker’ı yerel halk özellikle de 5 Mayıs Aziz George Gününde Kontun şatosuna gitmemesi konusunda uyarır. Genç kâtibin kararlılığı üzerine yaşlı bir kadın ona boynundaki haçı verir.

Borgo Geçidinden şatoya kadar garip bir yolculuk geçiren Jonathan’ı şatoda uzun boylu, yaşlı, gür, beyaz bıyıklı, simsiyah giyinmiş olan Kont Dracula karşılar. Geç bir saat olması nedeniyle hizmetkarlarının evde olmadığını, konuğunun rahatını bizzat kendisinin sağlayacağını söyler. Kontun nazik tavırlarına karşın Harker, onun hiç yemek yememesi, aynada yansımasının olmaması, şatodaki tüm kapıların kilitli ve sürgülü olması, şatoda başka hiç kimseye rastlamaması gibi nedenlerle durumdan şüphelenir ve orada tutsak olduğunu anlar. Bu düşüncesini Konttan saklamaya çalışarak onun hakkında olabildiğince çok şey öğrenmeye çalışır. Kontun ataları Sekellere, ejder soyundan anlamına gelen Dracula’ya, III. Vlad Tepeş’e (Kazıklı Voyvada) dayanmaktadır ve Kont bundan büyük bir gurur duymaktadır.

Dracula, Harker’e şatoda bir ay süresince kalmasını nazik ama net bir ifadeyle belirtir. Ayrıca posta servisinin güvenilmezliğini bahane ederek dostlarına, sırasıyla 12 Haziran tarihli işinin neredeyse bitmek üzere olduğu, 19 Haziran tarihli birkaç gün sonra yola çıkacağı ve 29 Haziran tarihli şatodan ayrılıp Bistrata’ya vardığı bilgilerini içeren üç mektup yazıp hazırlamasını rica eder. Harker bu sayede kalan ömrünü öğrenir ve oradan kurtulmak için kaçış yolu aramaya başlar. Bir merdivenin tepesinde kilitli ancak biraz zorlamayla açılabilen bir oda kapısı bulur. Bu odada uykuya yenik düşer ve uykuyla uyanıklık arasında kendisini, üç kız kardeşin kanını emmesinden Kontun kurtardığını görür. Sabah olduğunda Harker kendisini odasında bulur. Kont, bunun bir rüya olduğunu ispatlamak amacıyla Harker’i kendi yatağına yatırmış ve eşyalarını onun bırakacağı şekilde düzenlemiştir. Başka bir gece de Harker, Dracula’nın şatonun uçuruma bakan duvarından bir kertenkele misali yürüyerek ayrıldığını görür.

Günler geçmektedir, 29 Haziran’ın bitmesine çok az bir süre kalmıştır. Harker kaçış yolu ararken şatoda yer alan eski bir şapelde, toprak dolu sandıkta uyuyan Dracula’yı görür.

30 Haziran’da Kont, bir sandık içinde, Transilvanya’dan Whitby’e gidecek Rus bandıralı Demeter Gemisiyle şatodan ayrılır ve Harker’i üç kız kardeşe bırakır. Harker’in oradan kurtulmak için tek yolu Kont gibi duvardan yürüyerek kaçmaktır.

Mina, Jonathan’dan aylarca haber alamamıştır. Arkadaşı Lucy, Arthur Holmwood’la nişanlanmıştır ve çok mutludur ancak uyurgezerliği Mina’yı kaygılandırmaktadır. Dracula’nın satın aldığı Whitby’deki mülkün yanında yer alan akıl hastanesinin yöneticisi olan Dr. John Seward da 59 yaşındaki hastası R. M. Renfield’de birtakım değişiklikler olduğunu fark eder. Adam, kibirli bir edayla efendisinin gelmek üzere olduğunu söylemektedir.

9 Ağustos gecesi Demeter, Whitby’deki Tate Hill Rıhtımına varır. Avucu içindeki bir haçla geminin dümenine bağlanmış kaptanın cesedi halkı dehşete sürükler. Gemiden canlı olarak inen sadece köpek kılığındaki Dracula’dır. Dracula, Renfield’in yardımıyla evine yerleşir ve Lucy’yi hipnotize ederek onun kanından beslenmeye başlar. Dr. Seward, gün geçtikçe halsizleşerek sararıp solan Lucy’yi tedavi edemeyince Amsterdamlı dostu Profesör Abraham Van Helsing’den yardım ister. Van Helsing durumu anlar ancak çok geç kalınmıştır. Lucy bu dünyadan bir Ölü Olmayan, bir vampir olarak ayrılmıştır. Yapılacak tek şey, bir dua eşliğinde Lucy’nin kalbine kazık çakılması, başının kesilmesi ve ağzının içinin sarımsakla doldurulmasıdır. Van Helsing, Türkolog dostu Arminius Vámbéry’dan Dracula’nın III. Vlad Tepeş’in ta kendisi olduğunu ve 400 yılı aşkın süredir yaşadığını da öğrenmiştir.

Çok geçmeden Dracula, besin kaynağı olarak Mina’yı seçer. Mina’nın kurtulması ve Dracula’nın daha fazla kişiye zarar vermeden bu dünyadan ayrılması için Jonathan, Mina, Dr. Seward, Van Helsing, Holmwood ve onun Texaslı arkadaşı Quincy P. Morris güçlerini birleştirirler.

18 Kasım 2019 Pazartesi

David Copperfield (Charles Dickens) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : David Copperfield

Kitabın Yazarı : Charles Dickens

Kitap Hakkında Bilgi :

Babasının ölümünden sonra dünyaya gelen David Copperfield, babasının annesiyle evlenmesine karşı çıkan büyük hala Betsey Trootwood tarafından da kız olmadığı için kabul edilmez. David doğmadan altı ay önce, babası ölmüştür. Onu, ince yapılı annesiyle dadısı Pegotty, şefkatli elleriyle büyütmüşlerdir. On yaşına kadar annesi ve dadısı ile mutlu bir yaşam süren David'in yaşamı annesi tekrar evlenince tamamen değişir.

Üvey baba ve onun kız kardeşinin eziyetleriyle karşı karşıya kalır. Gönderildiği yatılı okulda zor günler yaşarken annesinin ölümü ile evini de kaybeder.

Yapayalnız kalan David'i nasıl bir gelecek beklemektedir?

Ünlü İngiliz yazar Charles Dickens (1812-1870), 19. yüzyılın başı İngiltere'sinin sosyal durumunu, insan ilişkilerini; dönemin acımasızlığını, insanların hırslarını çarpıcı bir biçimde anlatıyor.

Kitabın Özeti :

Küçük David'in hayatı olumsuzluklara daha doğmadan evvel başlamıştır. Annesi David'e hamile olduğu zamanlarda, 1800 yılında İskoçya'da babası vefat eder. David doğmadan altı ay önce, babası ölmüştür. Bunun üzerine annesi koskoca dünyada yalnız başına kalır. Ev işlerinde yardımcısı olan Bayan Pegotty ilerde David'e dadı olacaktır. Beklenen gün gelir çatar ve David dünyaya gözlerini açar.

Halası Trotwood varlıklı bir kadındır. Ancak en başından beri kardeşi ile David'in annesinin evlenmesine karşı çıkmıştır. Trotwood, David doğduğunda onu götürmek için gelse de erkek çocuk olduğunu duyduğunda bu fikrinden vazgeçer. Çünkü Trotwood erkeklerden nefret eder. Bunun üzerine David dadısı Pegotty ve annesi yeni bir hayata adım atarlar. David büyüyüp okula başlar.

Her şey mutlu ve olağan devam ederken bir gün annesi bir adamla eve gelir. Edward Murdstone. David o adama karşı çok önyargılıdır ve asla kalbi ona ısınmaz. Annesi bu adamla evlenmek ister. Bayan Pegotty ve David buna karşı çıksalar da annesi kararlıdır. Dav,d'in genç ve güzel annesi, Murdstone adlı sert yaratılışlı adamla evlenir. Murdstone gerçek yüzünü gösterir ve David'i evinde istemez. Yatılı okula vermeye karar verir. Bayan Pegotty'nin görevine de son verir. Ancak annesinin ısrarı üzerine Pegotty'nin evinde kalmasını kabul eder. Sıkı bir baskı altına giren David, gözden düşmüş, sanki kenara itilmiştir. Derslerinde bile başarı gösteremez. Azarlanır, dövülür, nihayet yatılı bir okula verilir.

David, Salem yurdunda Steerforth adlı bir arkadaş edinir. Zamanla yurda alışır. Salem yurdunda ilk yılını bitirdiğinde dadısının memleketi Yarmouth' a gider. Orada yeni dostlar edinir, balık tutar ve Pegotty'nin ailesini çok sever. Sonra evine döner. Eve geldiğinde bir kardeşi olduğunu öğrenir ve çok sevinir. Onunla bol bol vakit geçirir. Ancak annesi çok hastadır ve David okula gitmeden bir gün önce vefat eder. Annesi ölünce Murdstone, David'in okumasına izin vermez ve onu bir arkadaşının yanına çalışmaya gönderir. David bu karara karşı gelemez ve gider. Şaraphanede isçilik yapmak üzere Londra’ya gönderilir. Orada, yoksul Miscowber’lerin evinde kalır. Şaraphaneyi bir türlü sevemez. Bir süre çalıştıktan sonra patronu hapse girer. David ortada kalır ne yapacağını bilemez ve halasına gitmeye karar verir. Halası onu yanına alır, korur ve okuluna devam etmesini sağlar. Steerforth, David’in okul arkadaşıdır. Emily adlı güzel bir kızla kaçar. Steerforh’un Emily’i kaçırması üzerine birçok kötü durumlarla, felaketlerle karşılaşır; onlar da Avusturalya’ya giderler.

Ancak okul halasının evine uzak olduğundan, halasının avukat olan bir arkadaşında okul süresi boyunca kalır. Avukatın Agnes adında bir kızı vardır ve David ile birbirlerinden etkilenirler. Avukat sarhoş biridir ve işlerini yürütemez. Yardımcısı işlere bakar ama avukatı dolandırır. David okulu bitince avukat olur ve bu konuda kendini geliştirir.

Bir büroda başka bir avukatın yanında çalışmaya başlar. Avukat, David'i çok sever, başarılı olduğunu düşünür. David'de işine ve hayatına alışmıştır. Avukatın Dora adında bir kızı vardır ve David ona ilk görüşte aşık olur. Bunu duyan Dora'nın babası David'i suçlar ona çok kızar ve sinirleri yıpranır. Kalbi buna dayanamaz ve kriz geçirerek ölür. David Dora'ya sahip çıkar ve onu korur. Avukatın yerine geçerek işlerini yürütür. Bu arada, teyzesini ölür. Çok geçmeden roman yazmaya ve yayınlamaya başlar, kısa zamanda tanınır.

Dora ile evlendikten bir yıl sonra Dora çok hastalanır ve vefat eder. David boşlukta kalır, halasının yanına tekrar döner. Bu arada ilk aşkı Agnes'de sorunlarla mücadele ediyordur. David sarhoş avukatın iyileşmesine ve işlerini yürütmesine yardımcı olur. Bu arada Agnes'e açılır ve duygularını dile getirir. Agnes'de David'i çok seviyordur ve evlenirler. Daha mutlu ve sorunsuz bir gelecek onları bekliyordur.
Kitabın Kahramanları, Kişileri :

David Copperfield : Romanın kahramanıdır. Yaşadığı çok çeşitli sıkıntılara rağmen çok azimli, yılmayan, ailesine ve arkadaşlarına düşkün, çevresini düşünen bir karakterdir.

Betsey Trootwood : David’in halası. Aksi ama iyi kalpli, otoriter, inatçı yaşlı bir kadındır.

Clara Copperfield : David’in annesi. Başkalarının çabuk etkisinde kalan, hasta ve sağlıksız zayıf yapılı bir kadın.

Bayan Peggotty : David’in dadısı. Hayat tecrübesi olan, iyi kalpli, fedakar, şişman bir kadın.

Edward Murdstone : Üvey babası. Sert, acımasız, , kötü karakterli, yakışıklı bir adam.

Jane Murdstone : Edward’ın ablası. Kardeşi gibi kötü, acımsıız, hain bir insan.

Bay Mell : David’in ilk öğretmeni. Fakir fakat iyi kalpli, çocukları seven ve koruyan, bir öğretmen.

Bay Creakle : İlk gittiği okulun müdürü. Şişman, kısa, acımasızdır.

Bay Sharp : Okulun Başöğretmeni. Bay Creakle gibi acımasız.

Tommy Traddles : Okul arkadaşı. İyi yürekli, başarılı, insanları seven yakışıklı bir kişi.

Steerfoth : Okul arkadaşı. Çıkarcı, insanları ezen, bencil iri yapılı bir kişi.

Tungay : Bir bacağı tahta, öğrencileri sürekli döven, ispiyoncu, zalim çirkin bir adam.

Barkis : Dadısının sonraki kocası. İri yapılı, neşeli, cahil fakat iyi huylu bir posta arabacısı.

Bay Ham : Peggotty’nin öksüz yeğeni. Cahil fakat iyi yürekli, kuvvetli bir adam.

Bayan Gummidge : Peggotty’nin arkadaşının dul karısı. Cahil, kendi halinde zararsız bir kadın.

Emily : Peggotty’nin arkadaşının öksüz kızı. Güzel fakat fakirliğinden dolayı ezik, bundan dolayı hatalar yapan bir kişi..

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...