23 Kasım 2019 Cumartesi

Genç Werther'in Acıları (Johann Wolfgang von Goethe) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Genç Werther'in Acıları

Kitabın Yazarı : Johann Wolfgang von Goethe

Kitap Hakkında Bilgi :

Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werther'in Acıları'nda, kısa bir süre önce Charlotte adlı genç bir kadınla yaşadığı mutsuz ilişkiden yola çıkmıştır.

Edebiyat dünyasına, karşılıksız aşkıyla intihara sürüklenen romantik kahramanı armağan eden bu büyüleyici mektup-roman, şiirselliği ve yaşama tutkulu bakışıyla okuyucuları mıknatıs gibi kendine çekmiştir. Almanya'da bütün gençliği etkisi altına alan romanın, birçok intihara neden olduğu, Werther'in giydiği mavi frak, sarı yelek ve çizmelerin döneminde moda yarattığı, Napoléon'un bile kitabı sürekli yanında taşıdığı söylenir.

Son derece duyarlı ve tutkulu bir genç ressam olan Werther'in, düşsel dostu Wilhelm'e yazdığı mektuplardan oluşan Genç Werther'in Acıları, edebiyatta akılcılığın yerini alan duygusallığın bir başyapıtıdır.

Kitabın Özeti :

Werther yaşadığı şehri terk ederek sessiz sakin bir yer olan Wahlheim’e yerleşir. Burada yaşadıklarını ve hislerini en yakın arkadaşı olan Wilhelm’a mektup yazarak anlatır. Buraya gelmeden önce en yakın arkadaşı Wilhelm’ın kardeşi Leonore’a âşık olmuş Wilhelm’a düzeleceğine dair söz vererek yaşadığı yerden ayrılıp buraya gelmiştir. Werther keşfettiği bu yerden çok memnundur. İstediği gibi kafasını dinleyebilmekte ve istediği gibi resim yapabilmektedir. İlk mektubunda ruhsal sıkıntılar yaşayan Werther, doğayı ve yeni tanıştığı insanları arkadaşı Wilhelm’e anlatmaya başlar. İnsanlardan ve büyük şehirden kaçmak ona çok iyi gelmiştir.

İlk zamanlar eğitimli biri ile sohbetler eden Werther, bu genç ile hiç anlaşamaz. Daha sonra tanıştığı Prensin memurlarından adı romanda S.. olarak geçen 9 çocuklu bir adam ile tanışır. Bu adamı çok sever ve adamın onu evine davet etmesi üzerine muhakkak geleceğini söyler. Adam eşinin ölümünden sonra şehirden uzaklaşmak için Prensin av köşklerinden birine taşınarak 9 çocuğu ile birlikte yaşamaya başlamıştır. Werther, adamın en büyük kızı hakkında büyük övgüler duyar.

Resim yapmak için çıktığı bir gün hareketsiz oturan çocukları çizmeye başlar. Akşama doğru çocuklara bir kadın yaklaşır. Kadın çocukların annesidir. Eşinin miras davası için şehre gittiğini söyler. Werther, çocukların her birine para verir. Werther, kasabanın çocukları ile iyi geçinmek ve çocuklara kendini kabullendirmek için özellikle çaba sarf eder.

İlerleyen günlerde bir genç ile daha tanışır. Genç, dul bir kadının işlettiği handa çalışmaktadır. Werther, Wilhelm’e yazdığı mektupta genç adamın kadına hissettiği duyguların saflığını kelimeler ile anlatamayacağını söyler. Wahlheim’e iyice alışan Werther, bir baloya davet edilir. Baloya katılmak için yanına bir partner bulur. Kiraladığı araba ile partneri ve partnerinin teyzesi ile yola koyulur. Baloya varmadan önce partnerinin bir arkadaşını da almaya gideceklerdir. Araba ormanın içindeki eve doğru yola devam eder. Partnerinin teyzesi, almaya gittikleri kıza dikkat etmesi ve aşık olmaması konusunda Werther’i uyarır. Werther merakla bu uyarının sebebini sorduğunda kızın nişanlı olduğunu öğrenir.

Kızın evinin önüne geldiklerinde hizmetliler biraz beklemelerini rica eder. Werther kızı almak için eve girer. Evde küçük çocuklara bir ekmeği pay etmekte olan Charlotte S..’yi görür. Bu kız daha önce tanıştığı danışman S..’nin kendisinden övgü ile bahsedilen en büyük kızıdır. Werther, Charlotte’ye ilk gördüğü anda aşık olur. Partnerinin teyzesinin uyarısını çoktan unutur. Charlotte ile tanıştıktan sonra arabaya binerek yollarına devam ederler. Arabada sohbet devam eder. Balo yerine vardıklarında Chorlette’nin ve teyzenin kavalyeleri onları beklemektedir. Birkaç danstan sonra Werther, Charlotte’nin kavalyesinden izin alarak Charlotte ile dans etmeye başlar. Bütün gece Charlotte ile vakit geçiren Werther, Charlotte’yi evine bıraktığında tekrar görüşebilmek için Charlotte’nin onayını alır. Werther hergün vadinin öbür ucuna Charlotte’yu görmeye gitmeye başlamıştır. Charlotte bu aşkına kayıtsız değildir ama Albert adında biri ile nişanlıdır. Albert işi gereği uzaklarda olduğu için onun yokluğunda Werther ve Charlotte bir araya gelebilmekte ve güzel bir dostluk kurabilmektedir. Bu buluşmalar bir defa ile de kalmaz.

Charlotte S.’e herkez Lotte diye hitap eder. Werther ve Lotte balodan sonra hemen hemen her gün buluşur ve birlikte vakit geçirirler. Lotte’nin bir yere gitmesi ya da birini ziyaret etmesi gerektiğinde yanındaki refakatçisi her zaman Werther olur. Yaşlı kadını ziyaretlerinde, Kasabanın Papazı ve eşini ziyaret ettiklerinde ya da Lotte’nin akordu bozuk olan piyanosunun tamiri için Werther her zaman Lotte’nin yanındadır. Werther, Lotte’den ayrı kalamamaktadır. Her gün bir bahane ile Lotte’nin yaşadığı orman içindeki evine gider. Lotte’nin kardeşleri de Werther’i kabullenir ve Lotte’ye duydukları sevgiyi Werther’e de gösterirler.

Werther’in korku ile beklediği gün gelir ve Lotte’nin nişanlısı Albert kasaba’ya geri döner. Werther, Lotte ile olan dostluğunu Albert’in yanında da göstermek zorunda kalır. Ne zaman Lotte’yi ziyarete evine gitse Albert evin bahçesindeki çardakta oturmaktadır. Werther, Albert’i Lotte ile arasındaki tek engel olarak görse de Albert’e kızamaz ya da ondan nefret edemez. Çünkü Albert’in ne kadar iyi ve dürüst bir insan olduğunu istemese de kabullenmek zorundadır. Lotte ile ne kadar iyi bir dostluk kurduysa Albert ile de o kadar iyi bir dostluk kurar. Werter aşkını kalbine gömüp Lotte ile olan diyaloguna devam ederken ona dokunamamak ve aşkını dile getirememek yüzünden acılarla boğuşmaktadır. Albert çok harika bir insandır ve Lotte’yi çok sevmektedir. Werter, ikisiyle de görüşmeye devam ederken arkadaşı Wilhelm, Werther’i teselli edip bu aşkı bırakmasını ister. Werther, Albert’e karşı asla kötü düşünmez. Albert’te Werther’i sever ve dostluğunu kabul eder. Yine de Werther, “Acaba yalnız kaldıklarında Lotte’yi kıskançlık krizleri ile bunaltıyor mu?” diye aklından geçirmeden edemez. Werther Albert’ı çok iyi bir arkadaş olarak görmektedir. Werther bir aile dostu olarak yanlarında yer almaktadır.

Bir gün ormanın derinliklerine dolaşmaya karar veren Werther, Albert’ten duvarda asılı olan silahlarından birini ister. Albert’te içini doldurmayı göze alıyorsa ödünç almasında hiçbir sıkıntı olmadığını söyler. Werther silahı yanındaki yardımcısına doldurması için verir. Ancak yardımcı silah ile yanındaki kızlara şaka yaparken silah patlar ve kızlardan birinin başparmağına isabet ederek kızın parmağını kırar. Werther, o günden sonra o silahı hiç doldurmaz. Yine bir seferinde Werther boş silahı kafasına dayadığı bir gün Albert odaya girer. Werther’in bu hareketine sinirlenen Albert, insanın kendi canına kıyması kadar aciz bir durumun olmadığını söyler. Werther ise bu durumu bir cesaret göstergesi olduğu konusunda ısrarcıdır. Bu konu hakkında uzunca konuşurlar.

Albert ve Lotte’yi birlikte görmeye daha fazla dayanamayan Werther, Wahlheim’den gitme kararı alır. Albert ve Lotte’ye veda eden Werther, saraya dahil bir işe girer. Geleceği olan ve yükselme garantili bir iştir bu. Yeni taşındığı yerde Kont ile çok iyi anlaşırlar. Ancak sevmediği insanlar da oldukça fazladır. Froylayn B. adında bir kız ile tanışır. Kıza karşı olumlu sıcak duygular hisseder. Bu arada Lotte ve Albert’in evlendiği haberini alır. Aradan geçen zamanda çalıştığı yer Werther’e ağır bir yük gibi gelmeye başlar. Kont’un düzenlendiği bir baloya bizzat Kont’un davetlisi olarak katılır. Ancak davetteki hiç kimse Werther’in orada olmasını istememektedir.

Werther’de o kadar burjuva insanının arasında olmaktan memnun değildir. O saate kadar kalmasının tek sebebi Froylayn B..’dir. Kont, Werther’den, nazikçe balodan ayrılmasını ister. Kont da Werther’e söyledikleri için üzgündür. Werther, o gece baloda olanları Froylayn’dan öğrenir. Kaldığı şehre ve işine daha fazla dayanamayan Werther, istifasını verir. Veliaht Prens’in davetini kabul ederek onun sarayında vakit geçirmeye karar verir. Yol sırasında da doğduğu şehre uğrayarak çocukluk hatıraları arasında bir süre kaybolur. Prens ile de fazla dayanamayan Werther, huzuru ve aşkı bulduğu Wahlheim’e dönme kararı alır. Wahlheim’e döndüğünde ilk karşılaştığı kişiler, romanın başında resmini çizdiği çocuklar ve annesi olur. Çocukların en küçük olanının sefaletten öldüğünü, miras davası için şehir dışına çıkan babanın ise eli boş döndüğünü öğrenir. Ne yapacağını bilemeyen Werther, küçüğe hediyeler vererek oradan uzaklaşır.

Daha sonrada hancı kadına aşık olan adamı merak eder. Ancak kimse o genç adam hakkında konuşmak istemez. Genç adamı başka bir yerde gören Werther, genç adamdan olayların aslını öğrenmek ister. Genç adam tutkusuna yenik düşerek Hancı kadına aşkını itiraf eder ve kadın ile birlikte olmaya çalışır. Ancak kadın onu reddeder. O sırada da genç adamı hiç sevmeyen ve hancı kadının mirasında gözü olan küçük kardeşi bu olayı adamdan kurtulmak için fırsat bilir ve genç adama iftira atar. Adam kasabayı terk etmek zorunda kalır. Hancı kadın ise kendine yeni bir yardımcı bulur.

Albert ile Lotte ile arkadaşlığını devam ettiren Werther, bir gün şehir dışında bir gezintiye çıkar. Çayırda zihinsel engelli biri ve annesi ile tanışır. Ancak kadının anlattıklarının tamamını dinlemeden oradan ayrılır. Daha sonra o engelli adamın Lotte’nin babası ile çalışan biri olduğunu ve Lotte’ye olan aşkı yüzünden işten kovulduğunu öğrenir. Adam bütün bunların sonucu aklını yitirerek akıl hastanesine yatırılmıştır.

Hancı kadının eski yardımcısının yeni yardımcıyı öldürdüğünü duyduğunda hemen olay yerine giden Werther, yakalanan suçluyu savunmaya başlar. O adamı kendi yerine koymaktadır. Çünkü Lotte’ye olan aşkının kendisini Albert’i öldürmeye götürebileceğinin farkındadır. Werther sadece kendi hayatına son vermeye karar verir.

Albert ve Charlotte evlenince Werther bu aşktan vazgeçmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştır. Ama ne yaparsa yapsın Charlotte’ya gittikçe daha büyük bir sevgiyle bağlanmaktan kendisini alamamaktadır. Werther bunun böyle olmayacağını düşünerek hergün acı çekmektense intihar etmeyi düşünmekte ama yapamamaktadır. Önce Lotte’ye aşkını açık açık itiraf eder. Ancak Lotte o kadar iyilik meleği timsali biridir ki Werther’e karşı boş olmasa da Albert’e ihanet etmeyi kabul edemez. Aşk ve dostluk arasındaki sınırı aşmaktan korkan Lotte, Werter’e bir daha görüşmemeleri gerektiğini söyler. Reddedilen Werther, Albert’ten tekrar aldığı silahı doldurarak intihar eder.

Werther ölmeden önce Charlotte’u ilk gördüğü gün giydiği giysileri giyer ve cebine Charlotte’nun elbisesinin kurdelesinin bir parçasını koyar. Arkadaşı Wilhelm’a da ölmeden önce bir mektup yazar. İntihar edeceği zaman uşağı esnafa olan borçlarını kapatmak için çarşıya gönderir. Werther, Lotte’ye bir mektup yazarak “ Alınyazısı bu, önüne geçilmez. Lotte! Elveda Lotte! Elveda” sözleriyle mektubuna ve yaşamına son verir.

Uşak eve geldiğinde Werther’in kanlar içindeki cesedini bulur. Haber vermek için Albert ve Charlotte’unyanına koşar. Werther’in intihar ettiğini duyan Charlotte bayılır. Werther’i vasiyet ettiği yere giysileriyle gömerler. Albert cenazede bulunamaz. Çünkü Charlotte’un hayatı tehlikede olduğu için onu yalnız bırakamamıştır...

Kitabın Kahramanları, Kişileri :


Werther : Okumuş, iyi bir eğitim almış varlıklı bir ailenin çocuğudur. Toplumun ikiyüzlülüğünden sıkılarak bir kasabaya yerleşir. Burada sadece resim yapar ve yanından hiç ayırmadığı Homer’i okur. Sessiz, sakin hayatı Lotte ile tanışanca tamamen değişir.

Wilhelm : Werther’in çocukluk arkadaşıdır. Olayları Werther’in Wilhelm’e yazdığı mektuplardan öğrenmekteyiz. Wilhelm hakkında çok fazla bilgi yoktur. Ancak aklı başında biri olarak Werther yol göstermeye ve akıl vermeye çalışır.

Lotte : Melek denecek kadar güzel ve iyilik timsali bir kızdır. Sekiz kardeşini annesi öldükten sonra anneleriymiş gibi büyütür. Werther’e karşı hisleri olsa da Albert ile evli olduğu için Albert’e ihanet etmek istemez.

Albert : Lotte’nin nişanlısıdır ve daha sonra kocası olur.

Apartıman Çocukları (Rıfat Ilgaz) Kitabının Özeti, konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Apartıman Çocukları

Kitabın Yazarı : Rıfat Ilgaz

Kitap Hakkında Bilgi :

Rıfat Ilgaz’ın mizah romanı Apartıman Çocukları. İstanbul’da biçimiyle ve planıyla birbirinin aynısı üç apartman: Şeref, Namus ve Vicdan apartmanları... Bu üç apartmanın tek sahibi Hacı Suduri Efendi...Memur Seyfi Saymaner’in kiralık bir ev aramasıyla ve baktığı birkaç evden sonra Namus Apartımanı’na ailesini yerleştirmesiyle başlıyor maceralar. Sonra mı? Doktoruyla, öğretmeniyle, kaptanıyla, tiyatrocusuyla ve kapıcısıyla birçok meslek grubundan renkli kişiliklere sahip apartman sakinlerinin kendi küçük dünyalarında başlarından geçen büyük olaylar...

Bu üç apartmanın içinde yaşayan çocukların, büyüklere ders verecek dostlukları…

Apartıman Çocukları, Anadolu’nun çeşitli köylerinden İstanbul’a gelenlerin yaşadıkları çelişkiler, insanlar arasındaki ilişkilerin yapaylığı ve yapmacıklığı üzerine bir mizah romanı. Rıfat Ilgaz, eğlenceli bir serüvene çağırıyor. Mizah ustalığının eşsiz gücüyle....

Kitabın Özeti :

Apartıman çocukları romanı, memur olan Seyfi Saymaner’in gecekondusunun yıkılması üzerine kiralık ev bulmak için sabah vakti koşuşturması ile başlar. Nereye başvursa kapılar yüzüne kapanır. Ya kira ücreti Seyfi Saymaner’in bütçesini aşar ya da yedi nüfuslu bir aileye kimse ev vermek istemez. Çaresizce etrafta dolanmaktan yorulan Seyfi Saymaner bir kahveye girip oturur. Kahveciye derdini anlattıktan sonra başka masada oturan bir kişi lafa karışarak hangi partiden olduğunu sorar. Seyfi Saymaner memur olduğunu söyleyerek partiler ile işi olmadığını söyler. Kahveci kendi partilerine geçmesi durumunda ev bulacağını söyler. Parti sorumlusu Ali Karaman ile görüştürdükten sonra ev sahibi Hacı Suduri Efendi’nin yanına giderler. Hacı Suduri Efendi’ye dört çocuğu olduğu halde iki çocuğu olduğunu söyleyerek evi kiralarlar.

Ali Karaman ve Seyfi Saymaner’in planına göre çocukların hepsi aynı anda dışarı çıkmayacak ve apartmandaki herkes Seyfi Saymaner’in bir kız bir oğlan iki çocuğu olduğunu düşünecektir. Bu plan eve yerleşmeleri için işe yarasa da fazla uzun sürmez ve Hacı Suduri Efendi’ye yakalanırlar. Ancak eve yerleşip kontrat yaptıkları için Hacı Suduri Efendi’nin elinden bir şey gelmez. Seyfi Saymaner’in yalanının ortaya çıktığı sırada karısının doğum sancıları başlar. Böylece Saymaner ailesinin yedinci üyesi aileye katılır. Namus Apartmanı sakinlerinin hepsinin bu dönemde çocukları olur.

Çocuk sahibi olan Namus Apartmanı sakinlerinden biri de uzun yol kaptanı olan Kaya Kaptan ve ailesidir. Kaya Kaptan mesleği gereği evinde vakit geçiremez. Eşi öğretmelik yaptığı için oğlu Tayfur’a annesi bakar. Kaya Kaptan’ın babası öğretmen emeklisi, alkolik Hüsamettin Okutman’dır. Roman boyunca karısından sakladığı rakıları içebilmek için mücadele verir.

Hacı Suduri Efendi, apartmanda çok ucuza kaldığını düşündüğü kiracılarını çıkartmak ister. Bunun için Almanya’dan özel olarak bir köpek getirtir. Kont adındaki bu köpeğin görevi apartman sakinlerine saldırmak, gürültü yapmak apartmandakileri rahatsız etmektir. Bu görevinin karşılığı olarak her gün 40 köfte Kont’un önüne sunulur. Hacı Suduri Efendi, yüksek meblağlar harcayarak getirdiği bu köpeğe gözü gibi bakar.

Namus Apartmanı kapıcısı Durmuş Efendi’nin öncelikli görevi apartman sakinlerinden önce Kont ile ilgilenmektir. Kont’un yemeğinden, gezdirilmesinden ve kulübesinin temizliğinden Durmuş Efendi sorumludur. Kont’u parkta gezdirmeye çıkardığı bir gün Namus Apartmanının çocukları Kont’u taşlamaya başlarlar. Çetin ve Arif getirdikleri pastırmaları Kont’a yedirerek kendilerine alıştırmaya çalışır. Böyle böyle Kont bütün Namus Apartmanı çocuklarına alışır.

Hemşehrileri tarafından köpek çobanı diye alay edilmesini hazmedemeyen Durmuş Efendi, memleketten gelecek olan eşine oğlunu getirmesini söyler. Oğlu İsmail, Kont ile uğraşırken kendisi asıl işi olan kapıcılık işine geri dönmeyi planlar. Ancak köyden gelen İsmail cılız bir çocuktur. Gücü Kont’a yetecek gibi değildir. Durmuş Efendi, İsmail’in zayıflığından karısı Züriye’yi sorumlu tutar ve Züriye’ye çıkışır. Züriye, kocasının söylediklerini hazmedemez. Kont’a yedirilen köftelerden ayırarak oğlunu beslemeye başlar. Zeki kadındır Züriye. Kısa zamanda İstanbul’a alışır. Apartman sakinlerinin işlerini yaparak birikim yapar.

Naci adındaki mahalle serserisi Namus Apartmanında yaşayan Jülide Hanım tarafından Kont’u öldürmek için tutulur. Naci, belediye’nin sokak hayvanları için sokaklara attığı zehirli köftelerden toplayarak Kont’u zehirleme planı yapar. Ancak Kont’u takip eden iki kişi daha vardır. Naci, bu iki kişi ile tanışır ve Kont’u çalmak istediklerini öğrenir. Kont’u zehirlemekten vazgeçen Naci bu iki adamla yeni bir plan yapar. Bu iki adam Kont’u kaçırıp tiyatro’da rol vermeyi düşünürler. Naci’nin hinliğe çalışan kafası sayesinde bu iş sandıklarından daha kolay olur. Naci, Kont’u gezdirmeye yeni yeni alışan İsmail ile arkadaşlık kurarak onu Harbiye Tiyatrosuna götürür. Dağların Kızı adlı oyunda Kont’un yanı sıra İsmail ve Naci’de rol alır. Başrol Gülsarı rolünü ise Namus Apartmanı sakinlerinden Suzan oynar. Sahnelenen tiyatro çok tutulur. Herkes Gülsarı ve Kont’u konuşur hale gelir.

Hacı Suduri Efendi’nin köpeğinin sahneye çıktığından haberi olmaz. Oyunun sahnelendiği bir gün tüm Namus Apartmanı sakinleri oyunu izlemeye gider. Kont sahneye çıktığı zaman Namus Apartmanı sakinlerinin tanıdık kokularını alır ve asıl görevini hatırlar. Seyircilerin arasına dalan Kont, Namus Apartmanı sakinlerine saldırır. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Harbiye Tiyatrosunda yaşanan olay unutulur ve oyun sahnelenmeye devam eder. Dağların kızı Gülsarı rolündeki Suzan, Gülsarı’nın oğlu Danyal rolündeki İsmail, Kont ve Naci’nin ünü Namus Apartmanı sakinlerini de etkisi altına alır. Herkes Suzan, İsmail, Kont ve Naci’ye başka göz ile bakmaya başlar.

Namus Apartmanında bir kutlama vardır. Apartman sakinlerinden Jülide Hanım’ın kızı Dilber’in doğum günüdür o gün. Tüm Namus Apartmanı ve Apartman sakinleri dışında Jülide Hanım’ın kurucusu olduğu derneklerin üyeleri de kutlamaya davet edilir. Bu kutlamanın onur konukları Dağların Kızı oyununun yıldızları Suzan, İsmail ve Kont’tur. Yıldızlar hem öyle istendiği için hem de değiştirmeye üşendikleri için sahne kıyafetleri ile kutlamaya katılır. Davetlilerin hepsi geldikten sonra eğlence başlar.

Gecenin ortalarına doğru hesapta olmayan biri gelir. Köpeği Kont ile ilgili her şeyi öğrenen Hacı Suduri Efendi hesap sormak için öfkeli bir şekilde doğum günü kutlamasını basar. Hacı Suduri’nin sesini ilk İsmail duyar. Hacı Suduri Efendi’den sakladıkları her şeyin ortaya çıkacağı korkusu ile kapıyı kapatmaya çalışsa da Hacı Suduri Efendi daha önce davranır ve İsmail’i kolundan yakalar. İsmail’in başının dertte olduğunu gören Kont, Hacı Suduri Efendi’nin üstüne atlayarak Hacı Suduri’yi yere yıkar. Hacı Suduri’nin yardımına koşan Naci, Kont’u kovalar. Ancak çok geç kalır. Kont, asıl sahibi Hacı Suduri Efendi’nin ölümüne sebep olur.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Hacı Suduri Efendi : Sözde Müslüman, para düşkünü, cimri biridir. Namus, Şeref ve Vicdan apartmanlarının sahibidir. Roman boyunca Namus Apartmanında yaşayanları evlerinden çıkartmak için elinden geleni yapar. Almanya’dan getirttiği köpeği apartman sakinlerini kaçırabilmek için kullanır. Hiç çocuğu olmadığı için Kont’u çocuğu gibi sever. Ancak köpeğin bakımını başkalarına bıraktığı için çok sevdiği köpeği onun ölümüne sebep olur.

Kont : Hacı Suduri Efendi’nin, apartman sakinlerini kaçırması için yüksek meblağlar harcayarak Almanya’dan getirttiği köpeğidir. Hacı Suduri Efendi’nin yokluğunda bir tiyatro oyuncusuna dönüşen Kont, sahibinden çok apartmandakileri sever hale gelir.

Durmuş Efendi : Namus Apartmanının kapıcısıdır. Kapıcılıktan çok Kont’un bakıcılığını yapar. Hemşehrileri tarafından köpek çobanı diye anılmayı hazmedemez ve Kont’un bakımı için köyden oğlunu getirtir.

Züriye : Durmuş Efendi’nin karısıdır. Durmuş Efendi, Züriye’yi kapıcılık işinde kendisine yardım etmesi için köyden getirtir. Durmuş Efendi’den daha uyanık ve kurnaz olan Züriye, kısa zamanda şehre uyum sağlar. Kont’un yiyeceği köftelerden ayırarak oğlu İsmail’i besler.

İsmail : Durmuş Efendi ve Züriye’nin tek çocuklarıdır. Köyden geldiğinde zayıf, çelimsiz bir çocuk olan İsmail, Kont’un sorumluluğunu alması için köyden getirilir. Ancak zayıf ve çelimsiz bir çocuk olduğu için Kont’a gücü yetmez. Annesi Züriye sayesinde kilo alıp toparlanarak Kont’u kontrol edecek hale gelir. Naci sayesinde Kont ile birlikte sahneye çıkma şansı yakalar. Danyal rolünü aldıktan sonra İsmail’i dışlayan çocuklar ona hayranlık beslemeye başlar.

Hüsamettin Okutman : Emekli öğretmen olan Hüsamettin Bey, apartman sakinlerinden Kaya Kaptanın babasıdır. İflah olmaz bir alkoliktir. Eşi Sakine Hanım’dan gizli gizli eve rakı sokmaya çalışır.

Suzan : Eşi tiyatrocu olan hafif meşrep bir kadındır. Hacı Suduri Efendi’yi parmağında oynatır. Evinde kumar oynatarak kendisine ek gelir sağlar. Gül, Güler ve Gülümser adında üç kızı olan Suzan, Dağların Kızı oyununda Gülsarı başrolünü alınca tiyatroculuğa geri döner. Naci’nin başlattığı Kont numarasına yardım eder.

Jülide Hanım : Namus Apartmanı sakinlerinden Doktor Memduh’un eşidir. Yarı ev hanımı, yarı iş kadını olduğunu düşünür. Balık Kadınlar Kulübü’nün, Kadın Yazarlar Sendikası’nın kurucusu, Düşkün Kadınları Kalkındırma başkanı ve bunun gibi bir takım dernek ve kulüplerde sorumlu biridir.

Naci : Mahallenin serserisidir. Ne kadar pis iş varsa parası verildikten sonra hiç düşünmeden yapar. Önce Jülide Hanım tarafından Kont’u zehirlemek için tutulsa da başkaları ile plan yaparak Kont’un tiyatroda rol almasını sağlar.

Tayfur : Kaya Kaptan’ın tek çocuğudur. Uyanık, zeki bir çocuktur. Dedesi Hüsamettin Bey’in içki sırrını babaannesine söylemekle tehdit eder ve Hüsamettin Bey’den rüşvet alır.

Seyfi Saymaner : Özel saymanlık memurudur. Dört çocuk ve hamile karısı ile Namus Apartmanına yerleşir. Memur maaşı ile kıt kanaat geçinir. Rıfat Ilgaz, Apartıman Çocukları romanında Seyfi Saymaner üzerinden geçim sıkıntısı, memurların durumu, dönemin gecekondu yıkımları gibi konulara ustaca değinir.

Kırmızı Saçlı Kadın (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Kırmızı Saçlı Kadın

Kitabın Yazarı : Orhan Pamuk

Kitap Hakkında Bilgi :

Kırmızı Saçlı Kadın, 2016 yılında YKY (Yapı Kredi Yayınları) tarafından yayımlanmıştır. Kitabın kapağında İngiliz sanatçı Dante Gabriel Rosetti’nin “Regina Cordium” adlı çalışması sergilenmektedir. Kitabın kapak tasarımı “Mehmet Ulusel”, tasarım uygulaması “Arzu Yaraş”, ve dizgisi “Akgül Yıldız” tarafından yapılmıştır.

Kitapta 1985 yılında geçen öykü, Cem isimli karakterin gözünden anlatılıyor. Kitap; Cem’in Kuyuculuk işi için gittiği kasabada ustasından gizli olarak bir çadır tiyatrosuna adını bile bilmediği “Kırmızı Saçlı Kadın”ı görmeye gitmesini, ona aşık olmasını, ilk aşkı olan “Kırmızı Saçlı Kadın”la olan münasebetini konu edinir.

Hikaye, Cem’in gençlik yıllarından orta yaş yıllarına kadar Cem’in gözünden anlatılmaktadır; ayrıca karakterlerin ağzından iki efsaneye (Kral Oidipus, Rüstem ve Sührab) de değinilip bir insanın hayatının eski eserlere nasıl dayanabileceğini göstermektedir. Dil açısından sade bir anlatım seçen Orhan Pamuk, son derece dikkat uyandıran bir roman sunmuştur.

Kitabın Özeti :

Cem 1980 yıllarının başında annesi ile İstanbul da yaşayan bir lise öğrencisidir. Babasını çok sevmesine rağmen aralarında hep bir uzaklık olan Cem annesi ile daha iyi anlaşmaktadır. Cem hep babasıyla konuşmak ve ondan bir şeyler öğrenmek isteyen ilgiye aç bir çocuktur. Cem’in babası eczacılık yapmaktadır. Siyasi bir geçmişi olduğu için eczaneye sık sık eski arkadaşları gelir. Cem, babasının bu arkadaşlarını sadece babasına yemek götürdüğü zamanlar görür. Cem’in babası bir gün ortadan kaybolur. Babasının daha önce de böyle ani kayboluşları olsa da bu sefer ki gidişinin farklı olduğunu annesinin hal ve hareketlerinden fark eder. Cem, babası gittikten sonra maddi olarak sıkıntı çekmeye başladığı için çalışmak zorunda kalır. Beşiktaş’taki bir kitapçıda çalışmaya başlayan Cem, işinden çok memnundur. Kitaplarla ilgilenmeyi oldukça sever. İleride yazar olmak gibi bir hayali vardır.

Maddi durumları daha kötüye gitmeye başlayınca annesi ile Adapazarı’nda oturan teyzesinin yanına taşınırlar. Eniştesi, Cem’e yazın çalışabilmesi için bir iş bulur. Tarlaya bekçilik yapacak olan Cem, çalıştığı sıralarda kuyu kazan Mahmut Usta ve çırakları ile tanışır. Cem’i seven Mahmut Usta, Adapazarı'ndaki işi bittikten sonra başka bir işe gideceğini Cem’e söyler ve çırak olarak gelmesini ister. Hem kuyu kazma işi ilgisini çektiği için hem de parası iyi olduğu için işi kabul eder ancak önce annesinden izin almalıdır. Annesinden izin alma işini Mahmut Usta halleder. Mahmut Usta, Cem’in annesine Cem’in kuyuya hiç girmeyeceğine dair söz verir.

Cem ve Mahmut Usta bir kamyonet ile İstanbul’un dışında kalan Öngören adlı kasabaya giderler. Kasabaya vardıklarında ilk iş olarak malzemeleri indirir ve gece kalacakları çadırı kurarlar. Ertesi gün işveren Hayri Bey ile tanışırlar. Hayri Bey bir iş adamıdır ve Öngören de bir tekstil fabrikası kurmak istemektedir. Bu nedenle önce fabrikayı kurmak istediği arazide su olup olmadığını öğrenmek ister. O dönemde sondaj makineleri daha ortaya çıkmadığından kuyucular kendileri 10-20 metrelik kuyular kazmaktadır. Eğer su bulurlarsa büyük bir kazanç sağlıyorlardı. Hayri Bey, Mahmut Usta’ya araziyi gezdirirken kuracağı dokuma fabrikasından bahseder. Hayri Bey, yanında getirdiği Ali adlı çalışanını Mahmut Usta’ya yardım etmesi için bırakır.

Mahmut Usta araziyi dolaştıktan sonra kuyuyu kazacağı yere karar verir. Hemen işe koyulurlar. Mahmut Usta kazma işini yaparken Cem ve Ali ise çıkan toprakları taşır. Gündüz çalışırlar akşamları ise kendi yaptıkları yemeği yerler. Çoğunlukla çekmeyen televizyondan bir şeyler izlemeye çalışırlar. Çalıştıkları araziye yakın olan Öngören kasabasına da uğrarlar. Cem ilk gittiği gün bir aile ile karşılaşır. Ancak Cem’in ilgisini çeken aile değil ailenin içindeki Kırmızı Saçlı Kadın’dır. Cem ilk görüşte bu kadına aşık olur. Daha sonraki akşamlarda Öngören’e Kırmızı Saçlı Kadın’ı görebilmek umudu ile gider ancak bunu uzun bir süre başaramaz.

Öngören’e gitmediği günlerde Mahmut Usta’nın anlattığı masalları dinleyen Cem, Mahmut Usta’yı babası gibi görür. Mahmut Usta ile Öngören’e gittikleri bir gün Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesini görür. Nereye gittiğini Mahmut Usta’ya belli etmeden peşlerine takılır. Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesini gittikleri meyhaneye kadar takip eder. Meyhanenin camından Kırmızı Saçlı Kadın’a bakarken Kırmızı Saçlı Kadın da ona bakar. Kırmızı Saçlı Kadın ve ailesi ile burada tanışır. Biraz konuştuktan sonra Cem, Kırmızı Saçlı Kadın ve yanındakilerin bir aile değil tiyatrocu bir grup olduğunu anlar.

Cem sonraki günlerde tiyatro çadırının etrafında dolaşmaya başlar. Kırmızı Saçlı Kadın’ı görebilmek umudu ile aynı meyhaneye gittiğinde Kırmızı Saçlı Kadın’ın kardeşi sandığı Turgay ile karşılaşır. Turgay’dan tiyatro çadırına girebilmek için izin ister. Turgay, bardağa doldurduğu rakıyı tek seferde içerse istediğini yapacağını söyler. Cem tereddüt etmeden istediğini yapar. Sözleştikleri gün Turgay meyhanede yoktur. Onun yerine başka biri Cem’i tiyatro çadırına sokar. Cem o akşam Kırmızı Saçlı Kadın’ın oyunculuğu karşısında büyülenir.

Daha önce çalıştığı kitapçıda okuduğu Kral Oidipus’u bu kez tiyatro olarak izler. Son oyunda da Rüstem ve Sührab’ı izlese de bu hikaye hakkında bir şey bilmeyen Cem, Kral Oidipus’u daha önce Mahmut Usta’ya anlatır. Mahmut Usta’nın hikayeyi hiç beğenmediğini düşünmüştür. Farkında olmadan babasını öldüren eski Yunan Kralı Oipidus ve bilmeden oğlunu öldüren Şehname’nin kahramanı Rüstem. Tiyatronun sonunda Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın, beraber Öngören sokaklarında dolaşırlar. Birçok konudan bahsettikten sonra Kırmızı Saçlı Kadın’ın kaldıkları eve giderler. Kapı önünde konuşmaları devam eder. Bu konuşmalar sırasında Kırmızı Saçlı Kadın’ın Turgay ile evli olduğunu ve Turgay’ın İstanbul’a gittiğini öğrenir.

O gece Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın birlikte olurlar. Cem daha fazla vakit kaybetmeden çalıştıkları araziye gitmek için yola koyulur. Ancak çadıra sabah saat dörtte gelebilir. Cem, Mahmut Usta’nın sorularını ufak yalanlar söyleyerek geçiştirir. Sabah erkenden kalkar ve Mahmut Usta’ya yardım etmeye başlar.

Mahmut Usta, uzun zamandır kazıyor olmasına rağmen suyu bulamamıştır. Günler geçerken on günlük iş bir ayı bulmuştu ve hala su çıkmamıştı. Hayri Bey işin uzamasına çok sinirlenir. Birkaç kez ikaz ettikten sonra Mahmut Usta’ya ödeme yapmayacağını ve yardım etmeyeceğini söyleyerek Ali’yi de alarak araziden gider.

İşler, Kırmızı Saçlı Kadın ile yaşadığı gecenin ardından uykusuz kalan Cem’e Ali’nin yokluğunda daha da zor gelir. Kırmızı Saçlı Kadın ile birlikte oldukları geceden sonraki gün Mahmut Usta’ya yardım etmekte zorlanır. Mahmut Usta’nın uyarılarına rağmen uykusuz ve yorgun olduğunu kabul etmez. Kuyunun dibinden çektiği kovayı elinden kaçırınca kova kuyunun içine, Mahmut Usta'nın üstüne düşer. Mahmut Usta’ya seslense de Mahmut Usta’dan cevap alamaz. Ne yapacağını bilemeyen Cem, yardım çağırmak için Öngören’e koşar. Kırmızı Saçlı Kadın’dan yardım istemek için evlerine gider ancak kapıyı başka biri açar. Kırmızı Saçlı Kadın ve diğerlerinin gittiğini söyler. Telaş içinde doğru düzgün düşünemeyen Cem araziye geri döner. Bir umut kuyuya yaklaşsa da değişen hiçbir şey olmamıştır. Eşyalarını toplayarak Öngören’deki ilk trene biner ve Öngören’den kaçar. Mahmut Usta'yı kurtaramayacağını anlayan Cem ise korkup şehri terketmiştir.

Cem eve döndükten sonra kimseye bir şey anlatmaz. Uzun bir süre polislerin gelip kendisini tutuklayacağını düşünerek geçirir. Vicdan azabından hiç kurtulamaz. Dershaneye yazılarak üniversite sınavına hazırlanır. Bu süreçte eski işi olan kitapçıda çalışır. Üniversitede jeoloji mühendisliğini seçer. Okuduğu üniversiteye eniştesinin akrabası olan Ayşe adında bir kız gelir. Eczacılık okuyan Ayşe’ye eniştesinin hatırına yardım eder. Zamanla iyi arkadaş olurlar ve bu arkadaşlık yerini ilişkiye bırakır. Üniversiteden sonra da evlenirler. Cem hayatını düzene sokmuş olsa da Öngören’de olanları, Mahmut Usta’yı ve Kırmızı Saçlı Kadın’ı unutamaz.

Cem ile Ayşe’nin çocukları olmayınca doktora başvururlar; Ancak hiçbir ilerleme kaydedemezler. Zamanla çocuk yapma fikrinden vazgeçerler. Cem, mühendis olarak çalışır. Üniversiteden bir arkadaşının ısrarı ile yurt dışındaki şirketlerde de işler yapar.

İlerleyen yıllarda Ayşe ile bir inşaat firması kurarlar. Bu firmanın adını “Sührab” koyarlar. Sührab kısa sürede büyür. Şirketi Ayşe yönetirken Cem de daha büyük bir firmada çalışır. Sührab kısa sürede büyüyünce işinden ayrılan Cem, Ayşe’ye yardım etmeye başlar. Sührab yatırım olarak birçok yerden arsa satın alır. Bu yerlerden biri de Öngören’dedir.

Enver adında biri tarafından Cem’e velayet davası açılır. Enver, Kırmızı Saçlı Kadın’ın oğludur. Yapılan testler sonucu Enver’in Cem’in babası olduğu anlaşılır. Cem bu mahkeme olaylarından Ayşe’ye bahsetmez ama Ayşe daha sonra bunu öğrenecektir.

Öngören’de iş yapmaya başlayan Sührab’ın sahibinin gençliğinde Öngören’de kuyucu çıraklığı yapmış olması Öngörenlilerin arsalar için daha çok para istemelerine sebep olur. Cem, bu olaylar için kendisi ile görüşen bir Öngörenliden Mahmut Usta hakkında bilgi alır. Mahmut Usta, kuyuda ölmemiştir. Sührab’ın Öngören’de daha iyi bir izlenim bırakabilmesi için Cem Öngören'de bir konuşma yapar. Bu konuşma sırasında ilk aşkı olan Kırmızı Saçlı Kadın’ı görür. Konuşma sonrası bir köşeye çekilerek uzun uzun sohbet ederler. Cem, Enver’i görmek istese de Enver, babasını görmek istemez.

Cem, etkinlik sonrası Mahmut Usta ile kazdıkları kuyuyu görmek ister. Geçen yıllarda Öngören çok büyüdüğü için yanına birini isteyince Kırmızı Saçlı Kadın bu iş için Serhat adında birini önerir. Serhat ve Cem sohbet ederek yürümeye başlar. Serhat, Cem’e sürekli iğneli laflar kullanır. Kuyuya vardıklarında Serhat, dokuma fabrikasına girilebilecek bir yer bulup geleceğini söyleyerek karanlıkta kaybolur. Yalnız kalan Cem karanlıkta biraz bekledikten sonra çalan telefonunu açar. Ayşe, Cem’e kızarak yanındaki kişinin Enver olabileceğini söyler. Telefonu kapattıktan sonra Serhat yolu göstermek üzere geri gelir. Fabrikadan içeri girer ve kuyunun yanına giderler. Konuşurken Ayşe’nin söylediklerini dikkate alan Cem, yanındakinin Enver olduğunu anlar. Baba oğul karşılıklı tartışırlar. Tartışmanın kızıştığı bir sırada Cem yanında getirdiği tabancasını çıkarınca birbirlerine girerler. Boğuşma sırasında ateş alan tabanca Cem’in gözüne denk gelir ve kuyuya düşer.

Gazeteler bu durumu oğlun miras için babasını öldürmesi olarak yazar. Silahın Cem’in üstüne kayıtlı olması ve durumun nefsi müdafaa olması Enver’in suçunu hafifletir. Cezaevine gönderilen Enver annesinin ısrarı üzerine bu kitabı yazmaya karar verir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Cem : Romanın başkarakteridir. Gençliğinde yaptığı kuyucu çıraklığı romanda önemli yer tutar. Jeoloji mühendisi olması da bu yüzdendir. Kuyucu çıraklığı yapmadan önce yazar olma hayalleri kuran Cem, Akın isimli solcu bir babanın oğludur. Babasının solcu olması ve genç yaşta ailesini terk etmesi Cem’in kişiliğinde etkilidir. Cem, babasından bıraktığı boşluğu Mahmut Usta ile doldurmaya çalışır.

Kırmızı Saçlı Kadın : Gerçek adı Gülcihan’dır. Tiyatro sanatçısıdır. Romanda sürekli olarak Kırmızı Saçlı Kadın olarak bahsedilir. Cem’in ilk aşkı olan Kırmızı Saçlı Kadın romana da ismi verilen kişidir. Gençliğinde Cem’in babası Akın ile bir ilişkisi olsa da Cem’in babasının ailesine geri dönmesinden sonra solcu ekibin liderlerinden Turhan ile evlenir. Turhan’ın ölümünden sonra da Turhan’ın kardeşi Turgay ile evlendirilir. Turgay ile bir tiyatro ekibi kurarlar. Öngören’e geldiğinde Cem ile tanışır. Cem’in, babası Akın’a benzemesi ilgisini çeker. Cem ile Akın’ın baba-oğul olduklarını tiyatro çıkışı Cem ile konuşurken anlar. Cem ile birlikteliğinden hamile kalsa da çocuğun babasının kim olduğu hakkında uzun süre şüphe duyar.

Mahmut Usta : Deneyimli bir kuyucudur. Romanda Cem’in üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. Çok belli etmese de Cem’i sever. Cem’i birçok yanlıştan korumaya çalışır. Cem için baskıcı, otoriter bir baba kimliğindedir. Cem, Mahmut Usta’yı öldü bilse de sadece yaralanmıştır. Mahmut Usta, Kırmızı Saçlı Kadın tarafından kurtarılır. Cem gittikten sonra suyu bulur ve bu kuyudan sonra işleri gittikçe açılır. Cem Öngören’e gelmeden 5-6 yıl önce vefat eder.

Enver : Cem ve Kırmızı Saçlı Kadın’ın oğludur. Muhasebe okuyan Enver, babası gibi yazar olma hevesindedir. Şiirleri birkaç dergide yayınlanmıştır. Hayatında büyük bir başarı gösteremez. Parasız olmaktan çokça şikayet eder.

Ayşe : Cem’in eşidir. Cem’in eniştesinin akrabası olan Ayşe, Cem ile de üniversitede bu vesile ile tanışır. Eczacılık okur. Cem’e her zaman destek olur.

Turgay : Kırmızı Saçlı Kadın’ın kocasıdır. Cem’in Kırmızı Saçlı Kadın ile tanışmasını kolaylaştırır. Abisinin karısı ile evlendiği için problemleri vardır. Enver ve Kırmızı Saçlı Kadın’a zor zamanlar geçirtir.

Karun ve Anarşist (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Karun ve Anarşist

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

Kutsal Hermos’un suyuna karışan altının rengi hızla kan kızılına dönüşürken; kâhinler yaklaşan büyük savaşın haberini vermiş, tekinsiz bir hava zengin Lidya diyarını sarıp sarmalamıştı. Bir cephede güçlü askerleri ve görkemli hazineleriyle Aslan Kral Krezüs, nam-ı diğer Karun; diğer cephede terk edildiği ölümü alt edip Pers diyarına hükmedecek olan Keyhüsrev.

Ve aynada sır dolu bir yansıma; tarihin öteki yüzünde devam eden karanlık…

Bir darbeye koşan Türkiye’de polis sirenleri yeri göğü inletiyor, silah sesleri sloganlara karışıyordu. Günleri ve geceleri esir alan terör, sokak çatışmaları, soygunlar, cinayetler her şehirde, her sokaktaydı. Kültür ve sanat kana bulanacaktı. Savrulan hayatlar, imkânsız aşklar…

Kim haklıydı? Ah!..

Karun ve Anarşist, tarihin akışını belirleyen hırsların ve tarihi aşan aşkların romanı. Coğrafyamızın kaderine bilgece bir bakış. İskender Pala’nın hep zevkle okunan usta kaleminden…

”Eğer bu ülkenin yüz sene evvelki sınırlarına bir tel örgü çekilseydi ve ‘bu tel örgünün dışına tarihi eser çıkartılamaz’ yazılsaydı bugün dünya müzelerinin neredeyse yarısı boş kalırdı.”

Kitabın Özeti :

Karun ve Anarşist romanı iki farklı bölümden oluşmaktadır. Roman ilerledikçe bölümler arasında geçişler sıklaşır. Birinci bölüm başlığı altında MÖ 549 yılında Lidya’da geçen olayları, ikinci bölüm başlığı altında ise 1979 sonrası Türkiye’de geçen olaylar anlatılmaktadır. Aralarında 2500 yıl var.Ama yaşadıkları olaylar aynı. Çünkü 2500 yıl önce de vardı hainlik, şimdi de var. Muhtemelen 2500 yıl sonra da olacak. Yani tarih tekerrürden ibarettir.

İlk Bölüm:

Bir haberci Medlerin ülkesinin, Pers Kralı Keyhüsrev tarafından yıkıldığı haberini Kral Krezüs’e ve saraydakilere ulaştırır. Keyhüsrev’in ve emri altındaki ordusunun zaferleri daha öncede Sfard’da duyulurdu. Ancak Medlerin yıkılmasının Lidya ve Aslan Kral Krezüs için farklı bir önemi vardır. Medlerin Kraliçesi Krezüs’ün halası idi. Anaerkil bir toplum olan Lidyalılar için Lidyalı bir kadının esir düşmesi tepkilere yol açacağı için Lidya’nın tepkisiz kalması beklenemezdi.

Krezüs, gelen kötü haber üzerine vereceği tepkiyi düşünürken bütün danışmanları ile özellikle Baş Veziri Sandanis ile göz teması kurar. Sandanis, Krezüs’ün yanlış karar vermemesi için onu yatıştırmaya çalışır. Sakinleşmek istemeyen Krezüs, ancak sarayın salonundakilerin de Sandanis’i desteklediklerini fark ettiğinde yatışır. Bir müddet düşünerek kahinlere danışma kararı alır. Ancak hangisine danışacağı konusunda salonda anlaşmazlıklar olur. Bu anlaşmazlıkları Kraliçe Karuna sonlandıracak fikri verir. Bu çözüm yolu: Tüm kahinlere bir soru sorulacak ve soruyu doğru cevaplayan kahine daha büyük armağanlar göndererek Keyhüsrev tehdidine karşı yapılması gereken sorulacak ve kahinin cevabına göre hareket edilecektir.

Komutan Nakata, Aslan Kral Krezüs’e sektördeki altın üretimi hakkında rapor verdiği sırada sektörde çalışan üç arkadaştan bahseder. Bu üç arkadaş zeki ve sanatçı yetenekleri olan üç kişidir. Birlikte kaldıkları tek odalı yerin duvarlarına birbirinden güzel resimler yaptıklarını söyleyen Komutan Nakata, bu üç genci över.

Sektörde çalışan bu üç arkadaş: Halludas, Kufu ve Methe; sektörün önemli kişilerinden olan Namirek Usta’nın kızına aşıktırlar. Odalarında oturdukları bir gün odalarının duvarlarına Edusa’yı resmetme kararı alırlar. Bütün bir gece Edusa’yı nasıl tasvir etmeleri gerektiği konusunda birbirleri ile sohbet ederler.

Aradan geçen uzun bir süre sonra kahinlere gönderilen elçiler geri döner. Sorulan soruyu sadece Delphoi’deki kahin doğru cevaplar. Artık Keyhüsrev’e karşı izlenecek yolun kime danışılacağı bellidir. Daha büyük bir adak kervanı yola çıkarılmak için hazırlanmaya başlar. Bu kervanda gidecek altınlara işlemeleri için Namirek ve kızı Edusa’nın yanı sıra Halludas ve Kufu’da görevlendirilir. Mehte ise sektörde kalarak Namirek’in yerine bakmakla görevlendirilir.

Delphoi yolculuğu oldukça uzun sürer. Yolculuk sırasında Halludas, altınları işlemek için kullandığı ve üstünde adı yazılı olan iğnesini kaybeder. Bu yüzden Edusa’nın iğnesini ortak kullanır. Bu sayede Edusa’ya daha yakın olma şansı yakalayan Halludas bu durumdan hiç şikayetçi değildir.

Kahin, Krezüs’ün savaşa girmesi durumunda bir imparatorluğa son vereceğini söyler. Bu kehaneti galibiyet olarak yorumlayan Krezüs, savaş hazırlıklarına başlar. Ordunun ihtiyaçlarını sağlamak için yeni bir altın madeni kurdurur. Bagis adı verilen yerde kurulacak bu madenden Komutan Nakata’nın yanı sıra Halludas, Kufu ve Mehte sorumlu olacaktır. Edusa şehirden ayrılacak bu üç aşığa da birbirine benzer sözler söyleyerek kendisini hak etmesini söyler. Bagis’teki çalışmalar sırasında üç arkadaş Edusa’nın aşkını hak etmek için çabalarken birbirlerinden de uzaklaşmaya başlar. Savaş hazırlıklarını bitiren Krezüs, Keyhüsrev ve ordusu ile bir meydan savaşına girmek için yola çıkar. Yolda Halludas ve arkadaşlarının çalıştığı Bagis’i de ziyaret eder.

Savaşı kazanacağından emin olan Krezüs, meydan savaşı ne kadar kötü giderse gitsin geri çekilmez. Vezir Sandanis’in uyarılarına da kulak asmaz. Savaşı kaybetmek üzere olan Krezüs, Vezir Sandanis’in savaşta yaralanması ile geri çekilmeye mecbur kalır. Yolda sayıklayan ve hayaller gören Vezir Sandanis, Bagis’e gelindiğinde ölür. Krezüs, Vezir Sandanis için burada bir mezar inşa edilmesini ister Bu görev için Kufu ve Mehte seçilir.

Kufu ve Mehte, mezar soyguncularının bulamaması için gizli bir yer seçerler. Kısa sürede bitirilen mezara Vezir Sandanis defnedilir. Vezir Sandanis ile gömülmesi gereken hazineyi Kufu çalar ve suçu Halludas’ın üzerine atar. Onu engellemek isteyen Mehte’yi de öldürür. Halludas hapse atılır. Ancak hapis hayatı fazla uzun sürmez ve Namirek’in yardımı ile hapisten kurtulur.

Keyhüsrev’in ordularının Sfard’a saldırısı sırasında karmaşadan yararlanarak Edusa’yı düşmandan kurtarmak için çabalar. Bu uğraşı sırasında Komutan Nakata, Halludas’a yardım eder. Komutan Nakata’nın söylediği yere giden Halludas ve Edusa, Komutan Nakata ve Kufu’nun tuzağına düşer. Kufu Edusa’yı kaçırır ve Halludas ile Komutan Nakata yalnız kalır. Halludas’ı, Nakata’dan Namirek Usta kurtarır ve Edusa’yı kurtarması için Halludas’ı serbest bırakır.

İkinci Bölüm:

Ufuk ve Ethem, TSK’nın deposundan silah çalmak için girdiklerinde para dolu bir çanta bulurlar. Ufuk görevi hiçe sayarak bu çantayı da alır. Ancak Ethem’i tehdit olarak gördüğü için elindeki silah ile Ethem’i öldürür. Ufuk, Ethem ve Sadullah resim dersi alan üç arkadaştır ve üçü de sınıflarındaki Asude’ye aşıktır. Ufuk, Ethem’i öldürerek Asude’ye sahip olma yolunda bir rakibinden kurtulmuş olur. Ethem’in cinayetini de Sadullah’ın üstüne yıkarak diğer rakibinden kurtulur. Sadullah, Ethem cinayetinden yargılanarak suçlu bulunur. Hapis hayatı sırasında ne resim hocası Keriman Hanım’dan ne de Asude’den bir haber alır.

Sadullah Hapisteyken 1980 Darbesi gerçekleşir ve birçok kişi hapse atılır. Yakalananlar ağır şekilde işkencelere maruz kalır. Sadullah, 10 yıla yakın hapis hayatı sırasında Hüseyin Hoca ve Mehmet adında iki kişi ile yakın dostluk kurar. Sadullah ve Mehmet aralarında sohbet ederken ikisinin de Ethem cinayeti yüzünden içeri alındıklarını fark ederler ve ikisi de Ufuk’u tanımaktadır. Sadullah, olanları duyunca iyice kendini kaybeder. Hüseyin Hoca, Sadullah’ı kendine getirmeye çalışsa da başarılı olamaz.

Sadullah, Mehmet ile birlikte Ethem cinayetindeki silah ile ilgili rapor istediğinde silahın kayıp olduğunu öğrenir. Sadullah’ın kendisinden izin almadan iş yapmasına sinirlenen hapishane müdürü Sadullah’ı başka bir yere götürerek işkence eder. Mehmet, Sadullah’ın gereksiz yere götürülmesine sessiz kalmayınca Mehmet’i de işkence odasına alırlar. Hüseyin Hoca, bu duruma dayanamayarak hapishanede isyan başlatır. İsyan bastırılamayınca olaylar dönemin cumhurbaşkanına kadar ulaşır. İşin gerçek yüzü öğrenildiğinde Mehmet çoktan hayatını kaybetmiştir. Sadullah ise bütün parmakları kırıldığı için artık resim yapamayacaktır.

Suçsuzluğu ortaya çıkan Sadullah, tedavisi bittiğinde memleketi Uşak’a ailesinin yanına döner. Yavaş yavaş resim yapmaya başlayan Sadullah, hayata yeniden döner. Ethem cinayetinin asıl suçlusu Ufuk, Sadullah hapisteyken Asude ile evlenmiştir. Suçu ortaya çıktığında ise ortalardan kaybolur. Yalnız kalan Asude bir gece kulübünde şarkıcı olarak çalışmaya başlar. Sadullah, Asude’yi görmeye gider. Asude’nin annesi Keriman Hoca’yı da ziyaret etmek istese de Asude izin vermez.

Sadullah, memlekete döndükten sonra çizim yapmaya devam eder. Lidya hazinelerinin sergilendiği müzede vakit geçirmeye başlar. Asude’yi ziyaret etmesinden yıllar sonra Keriman Hoca, Sadullah’ı görmeye gelir. Birçok şey konuşurlar. Ethem’in yakalanmasından, Ethem’in planlarına yardım eden Komiser Atakan’dan bahsederler. Keriman Hoca’nın Sadullah’ın yanından ayrılması ve Sadullah’ın gazetede Komiser Atakan’ın ölüm haberini okuması ile roman son bulur.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :


Halludas : Musevi bir köledir. İnançlarına bağlı bir hayat sürer. Edusa’ya olan aşkı için birçok çile çeker. Edusa için Edusa’dan vazgeçmeyi göze alır.

Kufu : Karialı zeki ve genç bir köledir. Edusa’yı elde edebilmek için birçok hileye başvurur. Edusa’ya aşık olanlar arasında Edusa’yı fiziksel güzelliği için seven tek kişidir. Edusa için insan öldürmeyi göze alır.

Mehte : Kraliyet ailesine mensup bir gençtir. Babasının Krezüs’e olan borcu yüzünden sektörde çalışmaktadır. Edusa için ölmeyi göze alır.

Edusa : Namirek Usta’nın kızıdır. Sektörde altın işler. Güzelliği ve sanatçı yetenekleri ile kendinden oldukça söz ettirir.

Namirek : Sektör’ün yöneticilerinden biridir. Edusa’nın annesidir.

Komutan Nakata : Krezüs’ün komutanıdır. Kufu’nun çaldığı altınlar için Kufu’nun planlarına yardım eder.

Sandanis : Krezüs’ün en güvendiği veziridir. Aslan Kral Krezüs’e, Altın Kral diye hitap eden tek kişidir. Keyhüsrev ile yapılan savaşta hayatını kaybeder.

Sadullah : Dinine bağlı Müslüman bir gençtir. Ufuk’un tuzağına düşer ve işlemediği bir suçtan dolayı yıllarca hapis yatar.

Ufuk : Solcu geçinen bir gençtir. Arkadaşını öldürerek bütün suçu Sadullah’ın üstüne atar.

Ethem : Davasına bağlı solcu bir gençtir. Ufuk tarafından öldürülür.

Asude : Keriman Hoca’nın kızı. Birçok sanat dalında yeteneklidir. Sadullah, Ufuk ve Ethem’in aşık olduğu kızdır.

Keriman : Üniversitede hocadır. Atölyesinde Asude, Sadullah, Ufuk ve Ethem’e ders verir. Atölye’de siyaset konuşulmasına izin vermez. Düşünce yapısı ile çağın ilerisinde bir kadındır.

Atakan : Pol-Derci bir komiserdir. Para için Ufuk’un planlarına dahil olur.

Bu kahramanlar dışında Kraliçe Karuna, Keyhüsrev (Kyros), Mehmet, Hüseyin Hoca gibi kahramanlar da mevcuttur.

Tarihsel Bilgi :

Lidya Krallığı; Gediz (Hermos)ve Küçük Menderes (Kaistos) ırmakları arasındaki vadide kurulmuş bir uygarlıktır. Şu anki Manisa ve Uşak illeri sınırları içerisinde kalan bölgedir. Zamanla gücünü arttırmış ve sınırları batıda Kızılırmağa kadar genişlemiştir.

M.Ö. 560-546 yıllarında hüküm süren kral Kroisos (Krezüs) dönemi; Lidya krallığının altın çağı olarak bilinir. Mermnand Hanedanlığının son kralı olmuştur. Lidya krallığı varlıklı bir döneme kavuşmuş, bölgede çıkan altın sayesinde madencilik ve maden işleyiciliği gelişmiştir. Krezüs’e doğu halkının KARUN lakabını takmasının sebebi bu zenginlik ve refahtır. Karun, Krezüsten 500 yıl kadar önce yaşamış İsrail oğullarından Hz. Musa’nın akrabası olup, zenginliği ve kibirli kişiliği nedeniyle Hz. Musa’ya karşı ayaklanan, Kuran-ı Kerim de adı geçen kişidir. Bu nedenle ikisi birbirine karıştırılmamalıdır. Başkent Sard, Manisa Salihli yakınlarındaki Lidya antik kenti olup, bu dönemde Frigler, Kimmerler tarafından yıkılmış ve Medler ile Kızılırmak sınır olacak şekilde barış imzalanmıştır.

Güneydoğuda PERSLER (İran) dönemin en büyük gücü durumundadır ve batıya doğru ilerlemektedirler. Bahsedilen dönemde Preslerin Med krallığını yenmesi, halk arasında büyük paniğe neden olmuştur. Bunun anlamı; Presler artık Lidya kapılarına dayanmıştır…

22 Kasım 2019 Cuma

Abum Rabum Bir Hz. İbrahim Romanı (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Abum Rabum

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

Karısı Saray, Avram’a çocuk verememişti. Saray’ın Hacer adında Mısırlı bir cariyesi vardı. Saray Avram’a, (…) “Lütfen cariyemle yat, belki bu yolla bir çocuk sahibi olabilirim” dedi. Avram Saray’ın sözünü dinledi. (…) Rabb’ın meleği (hamile kalan Hacer’e) (…) “Bir oğlun olacak, adını İsmail koyacaksın. (…) Herkes ona karşı çıkacak, kardeşleri onunla hep çekişme içinde yaşayacak” dedi. (Tevrat, Tekvin, Bâb 16).

İbrahim’in biri köle, biri de özgür kadından iki oğlu vardır. (…)

Bu kadınlar iki antlaşmayı simgelemektedir. Biri Sina Dağı’ndandır, köle olacak çocuklar doğurur; bu Hacer’dir. Oysa göksel Yeruşelim özgürdür, annemiz odur. (…) İşte böyle kardeşler, bizler cariyenin değil, özgür kadının (Sara’nın) çocuklarıyız (İncil, Galatyalılar 4/21-31).

Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapan Ortadoğu… İnsanlığın beşiği ve Hz. İbrahim’in ayak izlerini taşıyan yurtlar… Ve Müslümanlar üzerinden süregiden savaşlar… Bir bakıma Hz. İbrahim’in mirası peşindeki evlatlarının amansız mücadelesi…

Ortadoğu’da yalnızca fikirler, inanışlar, canlar değil, tarih de bir katliamın pençesinde. Artık hakikati görenler, Irak ve Suriye’de birinin kanı toprağa akarken uzaklarda kanı bitlenen birilerini, burada bir kurşun namludan fırladığında meçhul ülkelerde kabaran cüzdanları, burada annelerin ağıtları gözyaşlarına karışırken bir yerlere gizlice kaçırılan tarihi mirası fark edebiliyorlar. Oynanan oyuna insanlığın geçmişiyle hesaplaşması deniyor ama hakikatte geleceğini belirleme potansiyeline sahip.

Elinizdeki kitabı yalnızca Roma, Kudüs ve İstanbul ekseninde bir casusluk romanı olarak değil, aynı zamanda Mezopotamya’nın sosyal, siyasi ve sanatsal tarihi gibi de okuyacaksınız. İskender Pala’nın her zamanki yetkin kaleminden nefes nefese bir polisiye...

Kitabın Özeti :

İskender Pala, bu zamana kadar yazdığı en uzun romanı olan Abum Rabum da bazen CIA ajanlarının kendi içlerindeki diyaloglarla, bazen MİT’in soruşturmasını derinleştirdikçe ulaştıklarını okuyucuyla birlikte bir bir açarak, bazen de Selim Hoca’nın Sümerolog olmasından mütevellit uzmanlık alanında konuşmasına olanak vererek yarım asırdır Ortadoğu’da hiç dinmeyen savaşın karakterle birlikte şehir şehir, müze müze dolaşarak ta Sümerlere, Nemrut’a ve dönüp dolaşıp Hz. İbrahim’de düğümlendiğini tüm incelikleriyle kaleminden akıtıyor.

Kitap; Roma, Kudüs ve İstanbul’da geçen bir polisiye, casusluk hikâyesidir. Ayrıca kitabın içeriğinde Mezopotamya’nın siyasi, tarihi içeriği de geçmektedir. Olaylar Tokyo’da bir üniversitenin 100.yıl kutlamaları sırasında üniversitede asistan olan Japon Sümerolog’un sıra dışı ölümü ile başlar. Japon polisinin olay yerini araştırırken bulduğu ipuçları ile İstanbul’a gelmesi, Mossad, CIA, MIT ve Türk Emniyeti’nin de katılmasıyla sıradan bir cinayet olmadığı anlaşılır. Roma’dan Kudüs’e, Kudüs’den Tokyo’ya, Tokyo’dan İstanbul’a, İstanbul’dan Adıyaman’a, Adıyaman’dan Urfa’ya… Peygamberler şehrine kadar giden bilgi dolu, sıra dışı, soluksuz okunabilecek bir roman. Cinayet arkasında hiçbir iz bırakmadan yaşanmış olmakla birlikte birkaç şüphe barındırmaktadır.

Kral Antiochos ölmeden önce hazinesini ve mezarını içine alacak, eşi benzeri olmayan bir Anıt Mezar yaptırmak ister. Kral Antiochos, bu anıt mezarı kimsede olmayan ve olamayacak bir şekilde ister. Bunun için Sin Ammar’ı görevlendirir. Dünyanın en güzel ve ihtişamlı mezarını yapan Sin Ammar, bu mezarın içine bin bir bilmece koyar. Her bilmeceden önce de krala 7 ilke sayar. 5. bilmeceyi açıklamak için bir sonraki günü bekler çünkü diğer bilmeceler ve anıtın ihtişamı kralı yormuştur. Kral Antiochos, kimsenin bu mezar gibi bir mezara sahip olmamasını ister ve buna benzer bir şey yapmaması için ünlü mimarı öldürür. 5. bilmeceyi söyleyemediği için mezar bir süre sonra yerle bir olmuştur. İşte hikâye de çeşitli ülkelerdeki farklı kahramanlar bu hazineyi aramaya koyulur.

Japonya’da başlayan roman Adıyaman’da son buluyor.

Efsane - Bir Barbaros Romanı (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Efsane

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

Efsaneler bazen denizden, bazen aşktan ve ateşten gelirler. Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler, bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar…

Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir. Bir çağı haritalarda bulamazsınız. Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir. Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir.

Bu kitapta İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı. Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi. Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa. Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere. Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu. İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü. Barbaros Hayreddin Paşa'yı... Sonra, bir gül sepeti getirdi. Isırılmış üç elmayı anlattı.

Kitabın Özeti :

Efsaneler denizi Midilli’de yetişen dört kardeşten birine nasip olacaktı. Barbaros, 1473 tarihinde Midilli Adasında doğdu. Babası Midilli’ye yerleşmiş olan Türk sipahilerinden Eceova’lı Yakup Ağa’dır. Fatih’in iş görür cesur güç ve endamıyla ünlü bir kahramanı iken iki bin nüfuslu Midilli’ye yerleşen kumral güzeli Yakup Ağa, adadaki en güzel Rum kızıyla evlenmiş üçer yıl arayla İshak, Oruç, Hızır ve İlyas adında dört oğlu dünyayagelmiştir. İshak ile Oruç büyükleri, Hızır ile İlyas da küçükleri idi.

Ulu Hünkar Sultan Bayezid Hazretleri Adalar Denizinde Hıristiyanların ticaret yapmalarını engelleyici önlemler aldırmıştı. Rodos şövalyelerinin öncülüğünde bütün adaların korsanlar tarafından tahkim olunmasına birde Midilli’nin de Sicilya, Ceneviz Katalan ve Floransa korsanlarıyla dolmaya başlaması herkes gibi Hızır’ı da içten içe huzursuz ediyordu. Arsız sırnaşık herifler bazen öyle ileriye gidiyordu ki Ulu Hünkar Sultan Bayezid Hazretleri Adalarının kıyı kesimlerine saldırıp Türk kızları ve delikanlılarını Ceneviz esir pazarında satabiliyorlardı.

Sonsuz ufuklara bakan küçük bir tepenin yamacında bir çiçek ormanının arasındaydı. Kral Fernando Malaga’daki bu yazlık evi küçükken ölen kızı için yaptırmıştı. Yeni Kraliçe Germana ise Tuleytula’daki sarayında hem evvelki kraliçenin çocuklarından hem de çocukları sevmekten uzak yaşamak istediği için burasını gözden çıkarmıştı.

Kastilya Kralı, Aragon Kralı, Sicilya Kralı, Napoli Kralı, Valencia, Navarre, Sardınya Kontu idi. Avrupa’da Ferdinand diye biliniyordu ve Akdeniz’in çevresinde anıldığında herkes korkudan titriyordu. Eski Kraliçe Aragonlu İsabella ile birlikte İspanya’da Müslümanların kökünü acımasızca kazımıştı. Endülüs devletlerini ortadan kaldırarak bütün Hristiyan dünyasının hakimi olmuştu.

Billure, Ege bölgesinde yaşamaktaydı. Üç yıl evvel Menteşe vilayetinde ve Datça bölgesindeki Yazıköy’ü basarak babasını öldüren Rodos şövalyeleri kadırgalarla gelerek annesini ve kendisini kaçırmışlar. Annesi daha sonra esirlerin satıldığı pazarda bir gemicinin bıçağını alarak kendi canını kıymıştı ve Billure bu görüntüyü unutamıyordu. Henüz sekiz yaşındaydı. Annesinin ölü bedenindeki bıçağı çıkartarak gemiciye saldırmış ve tamda şişleneceği sırada kralın başmabeyincisi Salvador Domingo’nun, pazarın her yerinden duyulan “Yirmi real!” teklifinin cazibesi şişi elinde tutan korsanı niyetinden vazgeçirmiştir. Kralın yoluna giden yol onun için açılmıştır. Kendisine soru sorulmadığı sürece konuşmamış, kendisine verilen Beatrix ismini de hiç yadırgamadan nedeniyle niçiniyle uğraşmadan kabullenmiştir.

Alkala, Endülüslü bir gençtir. Kendisini İspanyol olarak gösterse de aslında Müslüman Endülüs'lü bir gençtir. Ailesi öldürüldüğü için katillerden intikam almaya başlamıştır.

Billure Malaga’daki eve geldiğinde 12 yaşındaydı. Bir köle pazarından Kral Feernando’nun sarayına yetiştirilmek üzere satın alınır. Mektebin başpapazı Decan Ojeda onun Müslüman olduğunu saklaması için Billure – Beatrix adını koyar. Eğer Müslüman olduğu öğrenilirse hemen öldürülürdü.

Beatrix okulu sevmişti. Yazın köydeki evlerini hatırlatıyordu. Elbette en çok özlediği şey Türkçe konuşabilmekti. Alkala tanıştığında Beatrix 13 yaşında, Alkala 15 yaşındaydı. Alkala 5 dil bildir ve harita çizimini ve okumasını bilirdi. Beatrix ve Alkala anlaşma yaparlar. Beatrix Alkala’ya Türkçe öğretecek, Alkala ise ona Arapça ve Almanca ile birlikte harita okumayı öğretecektir.

Beatrix 15 yaşına geldiğinde Fernando’nun sarayına bir kız isterler. Bunun üzerine Alkala ve başpapaz Beatrix’in kaçmasına yardım ederler. Alkala Beatrix’i bir köye götürür ve ona bir gemi bulmaya çalışır. Fakat bu sırada köle yapanlar Beatrix’i kaçırırlar. Beatrix nereye gideceğini bilmeden başka kızlar ile birlikte bir gemiye doldurulur.

Akdeniz kıyılarında Osmanlı gemileri onların gemisine saldırır ve kızların hepsini kurtarırlar. Gemide onlardan başka Eleves Dükü’nun karısı yanında dört kadın hizmetkarları ve bir de bebek bulunur. Saldırı sırasında gemide yangın çıkınca Beatrix bebeği kurtarırken elleri yanar. Osmanlılar onları köle pazarında satar ve kiliseden onları satın alırlar.

Alkala her yerde Beatrix’i arar fakat bulamaz. Bunun üzerine Hızır Reis’in gemisinde harika okuma ve çizimi üzerine işe başlar. Kısa sürede Hızır Reis’in en güvendiği adamlarından bir tanesi haline gelir. Alkala’nın kendine verdiği bir söz vardır ve bunu herkesten gizler. Kendine verdiği söz annesini ve babasını öldüren ve tüm kötü yok eden adamları bulup öldürmektir.

Her sonbaharda Alkala gemiler kızağa çekildiğinde başrahibi görmeye gider ve aynı zamanda Beatrix’i götürdüğü köye gider ve onu bulmayı umar. Beatrix’i bulamaz fakat köyünü basanlarından bir kaçını bulur ve onları öldürür.

Beatrix satıldığı kilisede rahibe olur. Bu yüzden Alkala’dan umudunu tamamen keser çünkü rahibe olduğu için Alkala’nın ondan nefret edeceğini düşünür. Bir zamanlar rahibe olmak aşık olduğu Müslümanla birleşmesine mani oluyordu. Akdeniz’in altı ve üstü arasında acımasız bir din savaşı vardı ve kendisi de Müslüman bir çocuk iken Hristiyan ile aşka engel görüyordu.

Alkala sonunda Beatrix’i bulur fakat tam bu sırada Sultan Süleyman, Hızır Reis’in İstanbul’a gelmesini buyurur. Bunun üzerine hazırlıklar tamamlanır. Osmanlı Kaptanı Deryası Hızır Hayrettin Paşa’nın donanması da limandan ayrılır.

Alkala Beatrix’i bulunca rahibeliğin engel olmadığını söyler fakat Beatrix onun insanları öldürmesini kabul edemez. Alkala sevdiği için herşeyi yapar ve birlikte mutlu mesut bir şekilde yaşarlar.

Yıllar sonra Kanuni Süleyman Han Hızır Reis’i çağırıp başından geçenleri yazmasını bütün tarihin bunları bilmesini istediğini söylediğinde o bu işi kendi kâtibinin Alkala-Seyyid Muradi’nin yazmasını teklif etmiş onun için kardeşlerimi kaybettikten sonraki kardeşim, sırdaşım, dostum diye tanıtmıştır. 

Sekiz yıl sonra Hayreddin Paşa ölür. Hayreddin Paşa sevilerek yaşamıştı ve herkes Sultan Süleyman’ın konağındaki cenazeye katılır. Hayreddin Paşa vasiyeti üzerine Sinan ustanın yaptığı türbeye suyun altına gömülür. Türbesi gece gündüz her daim ışıkla nurlandırılır.

Sultanımız efendimizin buyruğudur ki bundan böyle Hızır Hayreddin Paşa’nın aziz hatırası için Osmanlı donanması ne vakit sefere çıksa önce buraya
gelip ruhuna Fatiha okuyacak, dönüşte zafer duasını onun huzurunda yapacaktır. Bundan böyle türbesinin önünden geçen her gemi, hız kesip onu selamlayacak, eğer vakit gece ise fenerlerini kısacaktır. Devletimi­zin kaptan-ı deryaları bundan böyle onun hatırasına hürmeten buraya itibar gösterecek, türbesinin civarında dualar edilip fakir fukaraya aş dağıtılmasına dikkat edecektir. Devletimizin cümle donanma merasimleri, onun eşik taşlarını sıraladığı şu meydanda, onun huzurunda yapılacak, adı kıyamete kadar yaşatılacaktır.”

Billure değerli olan sözü hâlâ söylememiş, şirinlik ederek Hayreddin Paşa’nın vefatı üzerine düşen dumanı dağıtmak istiyordu. İstanbul’da Ceyhuma Hatunu da Reis’in mezarına bakarken görünce Billure’de dayanamayıp gözlerinden süzülmüştü yaşlar.

Babil'de Ölüm İstanbul 'da Aşk L&M Leyle ile Mecnun (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Babil'de Ölüm İstanbul 'da Aşk

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

Gök kubbenin altında insanın ruhunu soyan kötülükler ve giyindiren aşklar adına…

Doğu ak ejder yılında başladı yirmi üç bin yıllık gizem…

Uzayın sonsuzluğuna açılan kapıyı keşfe çıkmış bilge rahipler, uğruna topluca can verdikleri bir sırrın, binlerce yıl sonra, bir şair tarafından aşkın derin katmanlarına saklanarak korunacağını bilselerdi…

Siruş başlıklı murassa hançerin kabzasına parmak izlerini bırakanlar, daha avuçlarının sıcaklığı gitmeden hançer kınında kan biriktiğini bilselerdi…

Bağdat, İstanbul, Roma, Paris ve diğerleri; kıyılarına vuran yeni aşkın, bütün eski tarihlerini dolduracak yoğunlukta olduğunu bilselerdi…

Bilgeler, katiller, asiller ve sevgililer; ellerinde tuttukları kitabın alev almaya hazır bir aşk külçesine dönüşmek üzere olduğunu bilselerdi…

Şair, ipeksi dizeleri arasına hayaller gibi sakladığı şifrelerin hoyrat ellerde ihtirasla parçalandığını, sonsuzluk şarabına kadeh yaptığı gelincik yapraklarının kinle dağıtıldığını bilseydi…

Ve şimdi kim bilebilir neler olacağını, Babil uyandığı zaman?!..

“Leyla amcasının oğlu Kays’a aşık olmuş.Aşkının karşılığını alsa da deliye verilecek kız yok cümleleriyle evliliklerine izin verilmemiş.Ardından Leyla,İbn Selam ile evlendirilmiş.İbn Selam ölünce Leyla yas tutuyormuş gibi yapıp aşk hasretiyle gözyaşları dökmüş.”

Kitabın Özeti :

Kitap, Kanuni Sultan Süleyman döneminden başlayıp Tanzimat dönemine kadar geçen dört yüz elli yıllık serüveni hikayeleştirmiştir. Kitaptaki herhangi bir karakterin değil de L&M kitabının anlatması kitaba özgüllük katmıştır. Kitapta çok fazla bilgi yoğunluğu bulunmaktadır.

Kütüphaneye aradığı cildi bulabilmek için gelen Hilleli Mehmet Efendi (Fuzuli) , başına geleceklerden habersiz araştırma yapar. Gel zaman git zaman Fuzuli ile âmâ ve kambur kütüphanecinin yolları kesişmiş. Adının Hilleli Mehmet Efendi olduğunu bildiğimiz Fuzuli araştırmaları için bulunduğu kütüphanede bu zat ile epey iyi anlaşmıştır. Dönemin koruyucu hükümdarı yöreyi işgal altına aldığından kütüphaneci, askerler gelmeden önce ona sırlı olduğunu söylediği bir hançer emanet etmiş. Bu sırada kütüphaneyi Kanun Koyucu’nun isteği üzerine teslim almaya gelen Celalzade Mustafa'nın sesi kütüphaneye doğru yaklaşır. Bağdat İlimler Akademisi'nin Süryani kütüphanecisi Fuzuli'ye yaklaşır. Ona kabzası çift boynuzlu, çatal dilli bir yılanbaşı şeklinde yapılmış, üzerinde değerli taşların, pırlantaların bulunduğu ve Fuzuli'nin anlamadığı dilde yazıların olduğu hançeri uzatır.

Ona '...ölmesini bilenler için hançer hayat demektir ve aşkı bilen biri için yedi gerçek sır vardır, ona sahip olan dünyaya hakim olur.' der. Emanetini korumasını ister. Sonra etkisini sonradan gösterecek olan yüzüğündeki zehri içer. O sırada Celalzade Mustafa içeri girer ve Kanun Koyucu adına kütüphaneyi teslim alır. Orada Fuzuli ile tanışır, sohbet eder ve onu evine davet eder.

Fuzuli’ye yıllardır dilden dile anlatılan Leyla ile Mecnun hikayesinin, bir de onun gibi usta bir şair tarafından kaleme alınmasını ister. O da bu fikri düşüneceğini söyler. Sonraki günler Fuzuli kütüphaneye gittiğinde, kütüphane bekçisinden duydukları karşısında telaşlanır. Ondan Süryani kütüphanecinin öldüğünü ve onu şimdiye kadar birkaç kişinin daha sorduğunu öğrenir. Fuzuli korkar ve elindeki hançerin önemini kavramaya başlar. Hançeri inceler ve hançerin üzerindeki yedi taşa aynı anda basınca hançerin kabzasından üzerinde harflerin olduğu, deri parçasından oluşan bir şerit fırlar. Fuzuli bu şeridi alır ve hançeri kaldığı medresenin bahçesindeki ağacın dibine gömer. Deri şeridi de matarasına bağlar.

Peki, bu şifre kime veya neye aittir? Bu şifre Babil Cemiyeti üyesi bilge Akeldan'a aittir. Babil Cemiyeti, uzay araştırmaları yapan yedi bilge rahipten oluşur. Kurdukları Babil Uzay Araştırmaları Merkezi'nde (BUAM), yaptıkları gözlem ve hesaplamalara göre; dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneş çevresinde döndüğünü keşfetmişler fakat bunu kimseye anlatamamışlar. Dönemin kralı, Nabukadnazar'ın üçüncü torunu zalim bir kraldı ve bu bilgilerin onun kulağına giderse, kralın ürkeceğini ve bununda hayatlarına mal olacağını biliyorlardı. Zalim kral Nippin’in bu bilgiden korkacağı, dolayısıyla rahiplerin öldürüleceği düşünülüyordu. Ve madem söyleyemeyeceklerdi o zaman bu bilgileri kalıcı hale getirmenin yolunu aramışlardı.

Bu bilgileri şifreleyerek fırında pişirdikleri yedi adet tablete yazmışlardı ve bunu İştar Tapınağı'na gizlemişlerdi. İçlerinden bir tanesi bunu krala gammazlayınca, kral bu üyelerin kellesini almış fakat bir üyeleri hasta annesini ziyarete gittiği için yaşamıştı. Bu kişi Arşiyan Akeldan'dı. Akeldan'ı ise Babil heykellerini çalmakla suçlayıp halkın öfkesini uyandırmışlardı. Akeldan olanları öğrenince bir gece bütün tabletleri ve Babil'in heykel ve hazinelerini alarak, kendini tapınağın mahzenine hapsederek ölüme terk etmişti. Sonraki kuşakların bunları bulması içinde mahzenin şifresini siruş başlıklı bir hançere kaydetmiş ve kölesine vermişti. Bu hançerin bilimsel zekası olan ve iyi insanların eline geçmesini istemişti.

İşte bu şifre şimdi Fuzuli'nin elindedir ve bu durum onda büyük sorumluluklara, canını kaybetme telaşına neden olmuştur. Fuzuli düşünür ve bu şifreyi yazacağı Leyla ile Mecnun hikayesine gizlemeye karar verir. Bundan sonra olan olaylar çöl kızı Leyla'nın kendi eliyle yaptığı ve dudak izini bıraktığı parşömen kağıdına, Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun mesnevisini yazması ve bu yedi sırrı da mesneviye gizlemesinin ardından, parşömen kağıdının dilinden anlatılır.

Bu Leyla ile Mecnun mesnevisinin Fuzuli'nin kaleminden çıkıp saraya girmesi ve sevilmesi, kuşaktan kuşağa önce cariye Rukal'in eline geçer. Sonra sırayla Baki Efendi'yi, Atai'yi, Nefi'yi, Nabi ve Nedim'i dolaşır. Bu sırada Babil Cemiyeti üyelerinin kötü emellerine maruz kalarak, bu şifreyi bulmak isteyenlerin mesneviyi kötüye kullanmasını, hırsızların elinden dolaşa dolaşa en son Namık Kemal'e geçmesini... Oradan da Tanzimat dönemine kadar geçen dört yüz elli yıllık macera dolu bir serüveni bu parşömen kağıdı anlatır.

Olaylar, bu Leyla ile Mecnun mesnevisinin Robert Koldewey adlı bir arkeolog tarafından şifresinin çözülmesi, Babil heykellerini ve bilimin yazıldığı o yedi tableti bulmasının ardından son bulur.

Zaman zaman iyi, zaman zaman kötü niyetli kişilerin eline geçse de sonunda Paris’te Halet Efendi’nin eline geçer. Yaşadığı sıkıntıları bir an olsun unutmak için gizlice Kontes Laurent’in villasına giden Halet Efendi, L&M’nin izini kaybettirmek için onu Kontes’e verir. Kontes ise parasız kaldığı bir zaman kitapçıya gider ve elindeki L&M ile çare aramaya çalıştığını söyler. Orada Namık Kemal ile karşılaşan Kontes sözlerinden etkilendiği bu kişiye hediye eder L&M’yi. On yaşından beri Fuzuli’nin dizelerini okuyan Namık Kemal hemen tanıyor şairin dizelerini. Ardından ülkesine dönen Namık Kemal hasta olan Reşit Paşa’ya takdim ediyor L&M’yi. Reşit Paşa Babil Cemiyeti hakkında her şeyi anlatıyor ve Siruş başlı kutsal hançeri Namık Kemal’e hediye ediyor. Zaman geçiyor ve Koldewey isimli casus Magosa’da Namık Kemal’in kitapları arasından L&M’yi çalıyor. Sonunda da büyük hazineyi buluyor. Hazineyi çıkartabilmek için mağarayı buluyor ve günlerce kazılar yapıyor. Hırsından takip edildiğini bile fark etmiyor. Sonunda takip edildiği kişilerce vuruluyor ve hastaneye kaldırıyor. İyileşince mağaraya geri dönüyor ve aç gözlü kişilerin tabletleri un ufak etmesiyle tüm hayalleri sona eriyor.

Yorulan ve yıpranan bu parşömen kağıdı, Leyla'nın dudak izini, cariye Rukal'in ölmeden önce kanıyla çizdiği şakayık resmini taşıyarak, kuşaktan kuşağa anlatılacak ve okunacak olan Leyla ile Mecnun mesnevisinin bir sayfası olarak, tozlu raflara kaldırılır.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...