24 Kasım 2019 Pazar

Aşk Köpekliktir (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Aşk Köpekliktir

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Aşkın bütün halleri... Tutkunun aklımızı ele geçirmesi. Kötülüğün en güzel biçimi... Rezil olmaktan duyduğumuz haz... Kırılan umutlarımızın lezzetli kederi... Çiğnenen onurumuzun getirdiği kibir. Vicdan tutulması, bencilliğin son kertesi, yanılsamanın en derin anı... İmkânsız olanın çekiciliği... Yani gönüllü kölelik... Yani insanoğlunun en masum hali... Yani bildiğiniz delilik... Yani en yalansız aşk öyküleri...

"Düşümü gerçekleştirdiğimden de emin değilim. Böyle bir düşüm var mıydı, yok muydu, ondan bile emin değilim. Kafam çok karışık. Daha da kötüsü, eskiden Stefan'ı düşündüğümde güzel, iyi, masumiyetle ilgili duygular uyanırdı içimde. Coşkuyla, heyecanla, umutla dolardım. Şimdi büyük bir öfke var. Bazen insanlıktan çıktığımı hissediyorum. Düşündüklerim beni korkutuyor. Gel gör ki düşünmeden de edemiyorum. Olmuyor, beceremiyorum. Bir de oturmuş aşkın saçma olduğunu anlatıyorum. Ben de en az aşk kadar saçmayım. Diyeceksiniz ki seni, aşk saçma biri haline getirdi. Doğru ama ben de direnemedim. Asıl tutarsızlık bende. İnsan aptalca, anlamsız bulduğu bir tutkunun peşinden gider mi? Bak gidiyorum işte. Hâlâ onu arıyorum... Kafam karışık, canım yana yana gecenin bir yarısında bu bara geliyorum, ondan bir iz bulabilir miyim diye..."

Kitabın Özeti :

Kitap on bölümden oluşmaktadır. Her bölümde ayrı konular anlatılmaktadır. İlk hikâyede aşkı rüzgâr esintileri ile eşdeğer kılan şarkıların eşlik ettiği ezgisel notalara benzetmektedir. Farklı bakış açıları ile rüzgârın aslında çiçeklere değil de onlarda oluşan yapraklara tutkulu olduğundan bahsetmektedir. Rüzgârı en üst seviyede ki aşka benzettiği için çiçekleri farklı varlıklar olarak görmektedir. Rüzgâr şarkıya başladığında yapraklar döküleceğine inanılmıştır. Öyle ki onun yüzünden öldüğünü düşündüğü yaprakları canlandırmaya çalışmasından bahseder. İlk bölümde doğada bulunun yaprak, rüzgâr, güneş, ağaç gibi kavramlara aşkı iliştirmeyi başarmış ve onlar arasında ki döngünün tutkusal bir bağ olduğu güzel bir bölüm yazmıştır.

İkinci bölümde, farklı mantığı ile hareket etmeyi kendine yaşam ilkesi edinen bir beyefendinin kendini farklı bir aşksal döngü içerisinde bulması ile alakalıdır. Mutlu bir evliliği olan bu beyefendiye genel manada bakıldığında mantığı sayesinde mutlu olduğunu ve duygusal hislere bağımlı kalmadığı görülür. Bir kadını görmesi sonucu mantığa aykırı bir şekilde hareket etmeye başlamıştır. Ofisinin önünden geçen bir kadına dikkat etmesi sonucu yıllar önce evlenmeden hemen önce rüyasında gördüğünü hatırlar. Kadın her gün aynı saatte ofisinin önünden geçer. Bir gün aynı saatte kadını gören adam koşarak yanına gider ve kadına konuşmak istediği önemli bir konu olduğunu ve ofiste konuşmak istediğini söyler. Kadının bu teklifi kabul etmesi üzerine ofise geçerler ve kadının tutkulu bakışları, duruşu, parfümünün kendine çekmesi ile adamın duyduğu heyecan çok daha fazla artmaya başlar ve artık mantığı adamı terk etmiş bir vaziyet alır. Rüyasından bahsetmeye başlayınca kadının da onu rüyasında gördüğünün anlatması ile bulundukları durum daha ilginç bir hal almıştır. Oda içerisinde bir anda sevişmeye başlayan bu çiftimizin tutkuları bir anda farklı bir boyuta geçer. Tutkulu davranan kadının yerini bir an da kaba ve farklı cümleler kullanan bir kadın almıştır. Adam yaşadığı şoktan bir türlü kurtulamıyordu. Bir an da bu fanteziyi anladığını ve artık parasını vermesi gerektiğini söylemeye başlamıştı. Parasını aldıktan sonra çıkıp yürüyen kadının arkasından hayal kırıklığı ile bakıyordu artık. Yaşadığı hayal kırıklı mantığı ile duygusu arasında savaş açmasını sağlamıştı.

İkinci öyküye geldiğiniz de bir otobüste geçmektedir. Yaşlı bir amcamızın genç bir adamın yanına oturması ve sohbet etmeye başlaması ile öykü başlar. Aralarında aşk konusu açılmıştır. Yaşlı adam aşkın bir bela olduğunu ve görücü usulü evliliklerin daha makbul olduğundan bahsetmeye başlamıştır. Lakin genç adam neden böyle düşündüğünü sormuş ve dedemiz anlatmaya başlamış. Musevi bir ailenin kızına âşık olmuştu. Din farkı, kültür farkı derken evlilik rüyalarında bile zor görünür olmuş. İshak Amca kızın babasıdır. İşi belli bir zaman sonra kötü gitmeye başlayınca kızı Florisi Yasef adında yaşlı ama zengin bir adama vermişler. Yaşlı adam babası ölünce kuyumcu dükkânının başına geçmiş ve kendini işlerine vermiş. Lakin Floris unutmasına izin vermek istemezcesine dükkâna gelip bilezik yaptırmak istediğini ve bitince eve getirmesini söylemiş. Göz alıcı bir bilezik yapıp evine götürmüş. Floris evine almış bu genç aşığı. Her gün Yasef çıkınca o da soluğu Florisin evinde almaya başlaması mahallenin diline düşmesine sebep olmuş. Yaşlı eşinin kulağına da gidince kimseyi kırmadan kavga çıkarmadan Halepin yolunu tutmuşlar. Genç âşık peşlerinden gitmiş lakin Floris evine başka bir erkeği aldığını görünce hayal kırıklığı yaşamış ve geri dönüp gitmiş. Mola olunca muavin yanına gelip Vakkas dedenin biraz sıkıntılı olduğunu ve âşık olduğu kadını ve eşini öldürdüğünden bahsetmiş.

Üçüncü öykü ise ellili yaşlarında Numan isimli bir adamın başından geçen talihsiz olayları anlatmaktadır. Evlenmemiş olan Numan Bey kadınları bir matematik problemi olarak tarif etmekte ve kadınları çözmek için farklı bir yöntem olduğunu düşünmektedir. Numan Beyin Müge adlı bir bayan ile tanışması, onunla evlenmesi kendinden 20 yaş küçük bir bayan ile çatışmaları ve yaşadığı vurgun, onun literatüründe çözemediği bir problemin hayatını nasıl etkilediğinden bahsediliyor. En sonunda ise öyle bir kadın seviyor ve her gün çiçekler götürüyor. Bu durumun adına ise Ahmet Ümit “Aşk Çözümsüz Bir Problemdir” olarak kitaba dökülüveriyor.

Arada geçen tüm hikâyeler de farklı hayatlar, sonu asla olmayan tutkular arasında ilerliyor ve bütün hikâyeler güneş, rüzgâr ve çiçekler arasında ki döngüler gibi ilerliyor.

Hikâyelerin arasında kitaba ismini veren ve son hikâye olan “Aşk Köpekliktir” isimli hikâye yer almaktadır. Ayşe isimli karakterin bir barda barmen ile konuşmalarından oluşan bir hikâyedir. Ayşe barmene olanı biteni ve aradığı aşkından bahsediyordu. Sonsuz sürecek aşkı ile bu barda tanışmışlardı. Ayşe’nin sonsuz aşkı Stefandı. Rafo barda bulunan barmendir. Stefan hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışan iki kişinin karşılıklı konuşmalarının ve kendilerini rahatlatmaya çalışmalarının hikâyesi anlatılmatadır. Stefan Ayşe’ye beş satırdan oluşan bir mektup ile veda etmiştir. Stefan o barda şarkı söyleyen biridir ve bir kadın için buraya gelmiştir. Aradığı kadın Ayşe’ye çok benziyordu ve Ayşe ile ilişkileri bu doğrultuda başlamıştı. Stefanın aslında oldukça farklı bir aşka tutulduğu ve bir seri katili araması ile başlamıştı bu durum. Stefan hem bir polis hem de müzik ile uğraşan bir adamdı. Kadının küçük yaştan itibaren hayatı çok zor olmuş ve kötü insanlar seri katil doğurmuştu artık. Tatilde iken babasının öldürülmesi, annesinin ve kendisinin tecavüze uğraması sonucu kendini hayattan ve kaderden intikam almaya sürüklemişti. Lakin bu durumu yenip Stefan’a geri dönmesi ile Ayşe’nin kötü günleri başlayıp her gece bu bara gelerek onu aramaya başlatmıştı. Sahibini arayan bir köpek gibi hala bu aşkın peşinden ilk tanıştıkları noktaya geliyordu. Ayşe, Stefanı, Stefan ise başka bir kadının peşinde ki üzüntü dolu bir aşk hikâyesini sizlere sunmaktadır.

Ayşe, Rafo, Stefan ve gizemli kadın dörtlüsü bulunuyor hikayede. 9 yaşındayken annesi ve babası tekneye gelen korsanlar tarafından öldürülen gizemli kadın, kızıl saçlı bir korsan tarafından cinsel saldırıya uğruyor. Babaannesinin himayesi altına giren kız, bir partide karşısına çıkan kızıl saçlı oğlan tarafından da cinsel tacize uğruyor. Yaşadığı iki travmada da kişilerin kızıl saçlı olması geçmişteki hislerinin canavarlaşmasana sebep oluyor. Ve bu kadın artık seri katil olup karşısına çıkan tüm kızıl saçlı erkekleri öldürüyor. Bu gizemli kadını yakalamakla görevlendirilen kızıl saçlı polis Stefan ise kadına aşık olmaktan kendini alıkoyamıyor. Sevgilisini terk ederek bu gizemli kadınla bilinmezliğe doğru yol alıyor.

Patasana (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Patasana

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Gaziantep yakınlarıdaki Antik Hitit kentinde bir kazı. Üç bin yıl önce yazılmış tabletler. Tabletlerin bulunmasıyla başlayan cinayetler. Yazman Patasana'nın itirafları. Parlak güneydoğu güneşinin altında karanlık sırlar... Hititlerin tükenişi, Asurlular... Osmanlının son dönemleri, Ermeniler... Günümüz Türkiyesi, Kürtler... Akan kardeş kanı... Bu toprakların değişmeyen yazgısı: Şiddet ve aşk... Bu topraklardaki kanlı tarihe bir ağıt... Bu toprakların zengin kültürüne bir güzelleme...

"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım. Tanrıların korkak haline getirdiği bir alçak. Alçakların en acınacak olanı, en tiksinti vereni. Yüreğini dalkavukluk, aklını düşmanlıkla besleyen sinsi bir saray yazmanı. Bedenine sinmiş soylu nefretini, görkemli giysilerin yüzündeki derin acıyı, tunçtan daha katı bir mutluluk maskesinin ardına gizleyerek Hatti kralının emrine koşan ikiyüzlü bir tören adamı. Sevdiği kadın, aşkı uğruna ölürken, kralına bağlılığın vakarıyla ellerini göğsünde kavuşturarak sessiz kalmayı seçen, yeryüzünün en onursuz erkeği. Erkeklerin yüz karası. Aşkı için ölmenin yüceliği yerine, sarayın taş duvarlarında büyüyen kendi değersiz varlığının görkemli gölgesine sığınmaktan çekinmeyen, sefihlerin en rezili. Ben ölüler içinde yüzen, ben, tanrılar tarafından alnına, 'Sonsuza kadar acılar içinde kıvranacaktır,' yazılan Saray Başyazmanı Patasana."

Kitabın Özeti :

Ahmet Ümit, Patasana'da Hititler döneminde yaşanan iç çatışmalarla Türkiye’nin son yirmi yılda tanık olduğu kanlı bir dönemi anlatıyor. Romanı için seçtiği konu ve karakterleri bir söyleşisinde şöyle anlatıyor yazar: "Ben benliğinde kazı yapacağım kişilerimi seçerken, baştan belirlediğim içeriğe uygun tipler seçtim. Yani Yüzbaşı Eşref, Kürt gerilla lideri Cemşid, Vietnam gazisi Timothy, korucubaşı Düzgün gibi bir dönem şiddet uygulamış tipler ya da şiddete tanıklık edecek, buna tepki verecek Esra, Elif ve diğer kişilikler. Ama bu kişilerimi yalnızca anlatacağım konuyla sınırladığım düşünülmesin. Onları yaşayan, olaylara müdahale eden, hatta zaman zaman yazarı bile takmayan güçlü, çelişkiler içindeki karakterler olarak anlatmaya çalıştım. Onların yaşayan kişilikler olması çok önemliydi, çünkü hemen hepsi bir arkeoloji kazısı sırasında bir araya gelmişti. Bir yanıyla yaptıkları iş nedeniyle bilimsel tartışmalar yaparken bir yanıyla da yaşamın gündelik, basit gereksinimlerini tartışıyorlardı. Banyo sırası gibi, yemeğin ne olacağı gibi, futbol maçına gitmek, Fırat'ta yüzmenin halkın tepkisini çekmesi gibi. Burada şunu da söylemeliyim ki bir karakteri anlatabilmenin –yaratabilmenin– olanakları yaşamın kriz anlarından, ya da trajik durumlardan çok gündelik olanın, her gün tekrarlanan sıkıcı davranışlarında daha fazladır. Kuşkusuz kahramanınızın, psikolojik profilini en iyi, gündelik yaşamla, kriz anlarındaki davranışın birliği içerisinde ortaya serebilirsiniz. Ama gündelik yaşamı anlatabilmek hem çok zordur hem de çok önemlidir. Belki de kriz anlarındaki kesintiyi, coşkuyu, heyecanı anlatabilmeniz için basit yaşamı anlatmanız gerekir."

"Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım." diye başlar Patasana'nın tabletleri. Kitaba adını veren Patasana, Hitit döneminde yaşamış bir saray başyazmanıdır.

Kitap, bir arkeolog grubunun Antep'e kazı için gelmesi ve çevrelerinde gelişen gizemli cinayetleri konu alır.

Tabletlerde Patasana adlı Hititli saray başyazmanının çocukluğundan itibaren yaşadığı belli başlı olayları, aşkını ve kinini tarihi olaylarla birlikte içten bir biçimde anlatır. Tabletleri gizlice yazmasının nedeni saray yazmanlarının kralın bilgisi dışında ve devleti küçük düşürebilecek yazılar yazamamalarıdır.

Arkeologların öyküsünün anlatıldığı bölümün baş kahramanı Esradır. Kazının sorumlusu olan Esra adlı arkeolog olayları anlatan ve yorumlayan zaman zaman okuyucuyu yönlendiren bir karakterdir. Tabletlerin yer aldığı bölümlerin baş kahramanı ise Patasanadır. Adeta günlük tutarcasına yazdığı tabletlerde önemsiz gibi gözüken ama onu bulan arkeologlarca çok değerli olan olaylar anlatmıştır. Onu tabletleri yazmaya sürükleyen kendisini suçlu hissetmesidir. İçinde kendisini kötü sıfatlarla değerlendirdiği tabletleri yazma amacı ise insanlar arası kötülüğün, ölümlerin, savaşların bitmesidir.

Esra'nın başkanı olduğu Bernd, Timothy, Teoman, Murat, Kemal ve Elif'ten oluşan yedi kişilik bir kazı ekibi, Antep'teki kazı çalışmaları sırasında Patasana'nın tabletlerini bulmaya başlarlar. Bu tabletler, dünyanın en eski yazılı kaynaklarıdır ve yazman Patasana'nın yaşam öyküsünü anlatır. Lakin tabletlerin bulunduğu yer, köylülerin yatır olarak inandığı Kara Kabir'in yalnızca yirmi metre ilerisindedir ve köy halkı bundan oldukça rahatsız olur. Nitekim köyün yaşlılarından olan Hacı Settar'ın caminin minaresinden aşağı atılarak öldürülmesini de Kara Kabir'in rahatsız edilmesine yorarlar. Kazı ekibi başkanı Esra, bu olaydan oldukça rahatsız olur ve üzülürler. Katili bulmada onlara Yüzbaşı Eşref yardım eder. Bu olaylar devam ederken, Esra ile Eşref arasında duygusal bir yakınlaşma olmuştur.

Kazı çevresinde gelişen ikinci cinayet ise köy korucusu ve ileri gelen aşiretlerden birinin reisi Cemşit Ağa'nın kafasının kesilip kucağına oturtulması olmuştur. Bu olay karşısında şaşkına dönen kazı ekibi, köylülerin cinayeti yine Kara Kabir'in lanetine bağlayacaklarından korktuğu için katili aramaya başlarlar.

Bir akşam yemek yedikten sonra çardakta çay içerken, kazının fotoğrafçısı Elif'in ayağını akrep sokar. Bunun üzerine Elif'in sevgilisi aynı zamanda arkeolog Kemal ve Esra onu hastaneye götürürler. Götürdükleri hastane başhekimi Timothy'in yakın arkadaşı David olan Amerikan Hastanesi'dir. David onlara çok yardımcı olur ve Elif'e ilk müdahaleyi yaptıktan sonra Esra'yı odasına bir şeyler içmeye davet eder. Sohbete sırasında David, babasının bundan tam yetmiş sekiz yıl önce bu cinayetlere benzer üç cinayetin işlendiğini hatırladığını söyler. Nitekim Papaz Kirkor önceden kilise olan caminin çan kulesinden aşağı atılmış, Ohannes Ağa kafası kesilerek kucağına oturtulmuş, bakırcı ustası Gabo dükkanındaki kirişlerden birine asılmıştır. Buna çok şaşıran Esra, katilin yetmiş sekiz yıl önce işlenen cinayetlerin intikamını aldığını tahmin eder. Bu tahminini Yüzbaşı Eşref'e de söyler ama Eşref cinayetlerin terör örgütünün işlediği kanısındadır.

İşlenen üçüncü cinayet ise bakırcı ustasının oğlunun asılması olur. Bunun üzerine Esra'nın tahminleri kesinleşir. Ama Patasana'nın tabletlerinin dünyaya duyurulacağı basın toplantısına çok az bir süre kaldığından bu cinayetin üzerinde fazla durmazlar. Basın toplantısının yapılacağı sabah erkenden kalkarlar. Niyetleri erkenden Antep'e gitmektir. Ama Kemal ortada yoktur. Erkenden dışarı çıkmış ve dönmemiştir. Kemal'in Elif'le aralarının iyi olmadığı için biraz uzaklaşmak istediğini tahmin ederler. Tam yola çıkacakları sırada, Yüzbaşı Eşref çıkagelir. Yüzü asık ve oldukça üzgündür. Kemal'in ölü bulunduğunu haber verir. Bütün kazı ekibi bu haber karşısında yıkılır. Ama en çok etkilenen Esra ve Elif olmuştur. Esra üzüntüden etrafındakileri suçlamaya başlar. Özellikle Bernd'i suçlar çünkü bir gece önce Kemal'le tartışmışlardır. Her şeye rağmen basın toplantısına giderler. Basın toplantısında yapılan konuşmalar sırasında katil açığa çıkar ve hikaye son bulur.

Agatha'nın Anahtarı (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Agatha'nın Anahtarı

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Agatha Christie'nin Pera Palas günleri... Ünlü yazarın İstanbul tutkusu. Aşkın çılgınlaştırdığı evli bir adam. Kıskançlıklar, bencillikler ve kusursuz bir cinayet. Christie'den Başkomser Nevzat'a gizemli cinayet vakaları. Cinayetlerin ardındaki çarpıcı insan öyküleri. Sürükleyici, gizemli, tuhaf serüvenler. Defalarca televizyon dizilerine çekilmiş Başkomser Nevzat'ın benzersiz polisiye öyküleri...

"Evet, öyle düşünüyorum. Tasarlanmış cinayet iyi bir organizasyonu gerektirir. Zamanın, mekânın, cinayet aletinin doğru seçilmesi, ortalıkta kanıt bırakılmaması ya da sahte kanıtların bırakılması gibi zekâ gerektiren davranışların yanında, birini öldürebilecek kadar soğukkanlı bir cesarete veya vahşiliğe sahip olmalıdır insan. Konuşurken, yazarken basit olgularmış gibi görünen bu gereklilikler cinayet anında yerine getirilmesi oldukça zor eylemler haline gelebilir. Hele bir de cinayet anında sürprizlerin ortaya çıktığını düşünürsek... Evet evet, bundan eminim, bence kusursuz cinayet yoktur."

Kitabın Özeti :

Kahramanımız bir gün eski dostlarından biri olan İhsan ile buluşur. Aslında İhsan önemli bir konu anlatmak için onu çağırmıştır. Kahramanımız, polisiye türden eser veren bir yazardır. İhsan’ın ise arkadaşının işine yarayacağını düşündüğü bir bilgi ve döküman eline geçmiştir. Dökümanları kahramanımıza takdim ederek kitap yazmasını istemesi üzerine olaylar başlar.

Agatha Christie tanımayan yoktur. Dünyaca ünlü polisiye türde eser veren ve cinayetler üzerine yoğun araştırmalar yapan bir kadındır. Agatha bir zamanlar Türkiye’ye gelmiş, başından önemli olaylar geçmiştir. Agatha’nın Türkiye’de geçirdiği günlere ilişkin kimsenin bilmediği birtakım bilgiler İhsan’ın eline geçmiştir. İhsan’ın yıllar önce mal varlığı yerinde olan Kamuran adında bir dayısı vardır. Dayısı gayet zengin ve köşk sahibidir. Ancak geçen zamanlarda vefat etmiş ve kimsesi olmadığı için bütün mal varlığı yeğeni İhsan’a kalmıştır. İhsan köşke gittiğinde bir günlük bulmuştur ve içinde oldukça önemli bilgiler olan bu günlük dayısına aittir. İçinde geçen olayları anlatmaya başlar:

1920’li yılların başında Agatha Christie eşi tarafından aldatılınca bunlara katlanamamış ve tatil amaçlı olarak kendini İstanbul’a atmıştır. O yıllarda Kamuran Dayı kendisinden 15 yaş büyük Mualla Hanım ile evlidir. Bu evliliğin amacı durumu kötü olan Kamuran’ın Mualla’nın parasıyla mal varlığı elde etmek istemesidir. Ancak Mualla Hanım hastalık derecesinde genç erkeklere çok düşkündür. Evliliklerinin ikinci yılında kendine genç bir sevgili bulmuştur.

Kamuran, karısından kurtulmayı planlıyormuş ama bunun için boşanmaktan farklı bir yöntem varmış kafasında. İşte tam o günlerde tanışmışlar Agatha Christie’yle. O yıl Cumhuriyet balosu için Pera Palas’a geldiklerinde asansöre binmekte olan Agatha’yı gören Kamuran gözlerine inanamış ve yanına gidip konuşmaya başlamış. Ünlü yazar ondan kurtulmak istercesine sorularına kaçamak yanıt vermiş ancak Kamuran peşini bırakmamış. Bir hayranı olduğunu ve o güne kadar yazdığı bütün romanları okuduğunu söylemiş. Agatha yumuşamış, bundan cesaret alan Kamuran onu köşküne davet etmiş. Ağırbaşlı olan Agatha üstelik o sıralar yüreğinde ihanet acısı taşırken bunlara pek aldırmamış. Ama Kamuran yılmamış, her gün çiçek yollamış telefon etmiş.

Sonunda kadın pes ettiğinden midir, yoksa tek başına yaşamaktan sıkıldığından mıdır bilinmez, daveti kabul etmiş. Agatha kalabalıklardan hoşlanmadığı için kimseyi çağırmamasını tembih etmiş. Ancak Mualla Hanım durur mu, herkesi çağırmış. Agatha yoğun ilgiden bunalarak davetten ayrılmış. Kamuran ona otele kadar eşlik ederken konuşmaya başlamışlar. Kamuran ilişkisinin kötü gittiğini yakında eşinden kurtulacağını söylemiş. Ondan sonra Agatha ile cinayet hakkında konuşmuşlar. Yalnızca bir saat baş başa konuşmuş olmalarına rağmen bu kısa birliktelik Kamuran’nın Agatha’ya sırılsıklam aşık olmasına yetmiş.

Kamuran bir davet teklifinde bulunmuş ancak Agatha kabul etmemiş. Akşamına da Mualla ile kavga eden Kamuran o gece köşkten çıkıp en yakın arkadaşı Rauf’un yalısına gitmiş. O gece orada kalmış ancak ertesi sabah kendisini bir sürpriz bekliyormuş. Köşkten gelen telefon karısının bahçede ölü bulunduğunu bildiriyormuş. Polisler Kamuran’ı sorguya almış ama pek bir şey tutturamamışlar. Hükümet tabibi, Mualla Hanım’ın ölüm nedeninin şoka bağlı kalp krizi olduğunu açıklayınca soruşturma durdurulmuş. Bütün mal varlığı da Kamuran’a kalmış. Agatha bu işin peşini bırakmamış ve cinayet işlemiş olma ihtimaline karşı sürekli Kamuran’ı sorgulamış. Kamuran hep aynı ifadeyi verince işi bırakmış ve ülkesine dönmüş. Bundan derin üzüntü duyan Kamuran günlük yazmayı da bırakmış.

"‘Yaşamımın en mutsuz günlerinden biriydi,’ diye yazmış dayım günlüğüne. Agatha’nın davetini reddetmesinden sonra bir de Mualla Hanım’la kavga etmiş. Öfkeyle çıkmış evden. Heybeliada’da oturan çocukluk arkadaşı Rauf’un yanına gitmiş. Todori’nin meyhanesinde küfelik olana kadar içmişler. O gece Rauf’un yalısında kalmış. Ertesi sabah uyandığında büyük bir sürpriz bekliyormuş onu. Köşkten gelen telefon, karısının bahçede ölü bulunduğunu bildiriyormuş.

Bulduğu ilk tekneyle Büyükada’ya gitmiş. Köşkün kapısında polisler karşılamış onu. Hemen sorguya almışlar. Dayım itiraz edecek olmuş, polisler yan komşu İshak’ın dün gece bahçede birini gördüğünü söylemişler. ’Karın seni aldatıyormuş, daha bir gün önce kavga etmişsiniz,’ gibi sözlerle sıkıştırmaya başlamışlar."

Yıllar sonra Agatha başka bir adamla evlenmiş. Bir gün yine İstanbul’a yolu düşünce Kamuran ile kısa bir buluşma geçmiş aralarında. Bir veda ziyareti. Kamuran vedalaşırken Agatha’ya bir anahtar vermiş. Cinayet tartışmalarını sona erdirecek açıklamanın anahtarını, açacağı gizli bölgede olan mektupta yazılı olduğunu söylemiş. Ancak Kamuran ölmeden açmayacağına dair söz almış.

"Otelden çıkar çıkmaz Kabataş’a iniyoruz, oradan deniz otobüsüyle doğru Büyükada’ya. Kâmuran Bey’in köşkü adanın en eski ahşap yapılarından. Yüzyıllık kestane ağaçlarının, manolyaların serinlettiği geniş bahçeden geçip ikinci kattaki çalışma odasına çıkıyoruz. İhsan giderek artan bir telaşla açıyor kasayı. Küçük kasanın içi, rengi sararmış evraklarla dolu. Titreyen ellerle evrakları yana çekip gizli bölmenin kapağını ortaya çıkarırken, ben soluğumu tutarak izliyorum onu. Arkadaşım elleri titreyerek, otelden aldığımız anahtarı gizli bölmenin kilidine uydurmaya çalışıyor, ilk deneme başarısız olunca ümitsizliğe kapılıyorum ama o yılmıyor, yeniden deniyor. Bu defa anahtar kilide oturuyor. Çevirmeden, yüzüme bakarak gülümsüyor. Sonra çeviriyor, ardı ardına iki kez dönüyor anahtar kilidin içinde.

“Açıyor,” diye bağırıyorum kendimi tutamayarak, “demek Agatha’nın anahtarı doğruymuş.”…"


Bu anahtar Agatha’nın kaldığı oteldeymiş. Agatha ölünce orası salon haline getirilmiş ve müze gibi kullanılmaya başlamış. Ancak İhsan otel yöneticilerinin anahtarı almasına izin vermemesi üzerine arkadaşına gelip yardım ister. Birlikte otele giderler ve bir yolla anahtarı alırlar. Köşke gidip gizli bölmeden mektubu alıp okumaya başlarlar.

Mualla’nın öldüğü gece aslında Kamuran Rauf’un yanında değildir. Rauf içmekten sızıp kalınca Kamuran onu bırakıp köşke gider. Köşke gittiğinde karısı evde yoktur ve sevgililerinden biriyle buluşmaya gitmiştir. Gece yarısına kadar bir bıçak eline alıp beklemeye başlar. Mualla kapıdan girer girmez koşar ve onu bıçaklamaya çalışır. Ancak beceremez. Bu arada Mualla korkudan bayılır. Kamuran yerde yatan karısının yanına giderek öldürmeye çalışır ancak Mualla’nın solunumu ve nabzı durmuştur. Mualla o anda kalp krizi geçirip ölmüştür. Bütün bu olayların katili Kamuran olmasa da bunlara sebebiyet veren kişi Kamuran’dır.

23 Kasım 2019 Cumartesi

Sis ve Gece (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Sis ve Gece

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Aniden kaybolan genç bir kız: Mine... Âşık olduğu kızı arayan bir MÎT görevlisi: Sedat. Yasak bir aşk. İstihbarat örgütünün içindeki entrikalar. Askerlerle, sivillerin çatışması... Günümüz İstanbul'undan renkli insan portreleri. Karanlık sokaklarda soluk soluğa bir koşuşturma. Örgüt evlerine düzenlenen baskınlar, yargısız infazlar, kayıtlara geçmemiş ölümler. Kayıtlara geçmemiş ölümlerin parçaladığı yaşamlar... Türkiye'nin yakın geçmişine insani bir bakış...

"Bakışlarımı konağa çeviriyorum. Görenlerde korku ve ürperti uyandıracak bu bina bana hüzün veriyor. Onu daha önce hiç görmemiş olmama karşın aramızda çözümleyemediğim bir bağın varlığını hissediyorum. Bahçedeki çürümüş yapraklara basarak binanın kapısına doğru yürüyorum. Kanatlı demir kapının üstünde, yer yer çatlamış mermer alındaki kabartma dikkatimi çekiyor. Kabartmada ilk seçtiğim bir yıldız oluyor. Yıldızın hemen altında, namluya benzer bir başka şekil var, bunun bir tabanca olduğunu anlamakta gecikmiyorum. Tabanca kabzasının altına bir de yarımay oyulmuş. En yukarıda yıldız, altında bir tabanca ve kabzasının hemen ucunda bir yarımay. Bu amblemi bir yerlerden hatırlıyorum ama çıkaramıyorum."

Kitabın Özeti :

Roman, MİT’de görevli Sedat'ın vurulma anından sonra yaşadığı hayal dünyası ile başlar...

Sedat, evli ve iki küçük kızı olan bir MİT görevlisidir. Aynı zamanda aşık olduğu başka bir kadın daha vardır: Mine. Uzun süre birlikte aşklarınız tadını çıkarmış, fakat sonra aralarına başka bir adam girince Mine'in Sedat'a olan tüm ilgisi silinip gitmiştir. Mine'nin hayatına giren kişi yasa dışı bir örgüt üyesi olan Fahri'dir.

Her şey, Mine'in ortadan kaybolmasıyla başlar. Mine'nin Sedat'tan sonraki sevgilisi Fahri, eski bir yasadışı örgüt üyesidir. Fahri, Mine'nin önceki sevgilisinin bir polis olduğunu bilmektedir. Mine'nin kaybolma olayı ile ilgili Fahri Sedat'tan, Sedat Fahri'den şüphelenmektedir. Mine'nin kendisini terketmesini kendine yediremeyerek kızı kaçırıp bir zarar vermiş olabileceğini -belki öldürmüş bile olabileceğini- düşünür. Mine'den sonra kendini de öldüreceğini düşündüğünden 'o beni öldürmeden ben onu öldürmeliyim' mantığıyla hareket eder ve hapisten izne gelmiş olan eski bir arkadaşı ile birlikte Sedat'a bir saldırı planlar.

Fahri'in babası eski ve kıdemli bir askerdir. Fahri üye olduğu örgütteki faaliyetlerinden dolayı hapise girdiğinde, bir görüş günü sırasında kendisini ziyarete gelen babası eski askeri Cuma ile karşılaştığında oğlu Fahri'yi Cuma'ya emanet eder. İşte Cuma'nın Fahri'yle planladıkları saldırı sırasında yardım etmesi de bu şekilde olur. Saldırı sırasında Sedat'a bir kurşun isabet eder, Fahri ise Sedat'tan gelen bir kurşunla olay yerinde hayatını kaybeder.

Hastaneden çıkar çıkmaz daha tamamen iyileşmeden Mine'yi aramaya başlayan Sedat, başlarda Fahri'in onu kaçırdığını düşünse de sonraları bu düşüncesinde yanıldığını öğrenecektir. Hem bir istihbaratçı hem de aşık bir adam olarak aramalarını sürdürdüğünden işler onun için kat kat daha zordur. İlerleyen zamanda ise içinden çıkılmaz bir hale gelir. Bir yandan Mine'yi ararken bir yandan da yeni gelen müsteşarın yürüttüğü sorgulamalarla başa çıkmaktadır.

Arayışları sırasında Sedat, Fahri'nin dosyasında en yakın arkadaşı Sinan'ın da eskiden kendiyle birlikte örgütte olduğunu, beraber hapise girdiklerinde örgüt ile görüş ayrılıklarına düştüklerinden örgütten atıldıklarını öğrenir. Sinan'ın şimdi bir kitapçı dükkanı vardır ve düzenli olarak 'Hurufat' adında bir dergi yayımlamaktadır. Hapiste örgütten atıldıktan sonra kendini tamamen edebiyata vermiştir. Sedat bir yolunu bulup Sinan ile konuşur.

Fahri'nin planladığı saldırıda ona yardım edenin Cuma olduğunu da bu konuşma sırasında öğrenir. Sinan'ın öğrendiği bir diğer şey ise Mine'nin hamile olduğudur. Bebek muhtemelen Sedat'tandır. Bu haber onu çok şaşırtır, yeni bir olasılık ile baş başa bırakır: Mine kürtaj sırasında ölmüş olabilirdi. Bu çok çok zayıf bir ihtimal olsa da, araştırmaları sırasında Mine'nin kürtaj için gittiği hastanede kendine yardımcı olan Gülizar Hemşire'nin örgüte yardım eden bir kadın olduğunu, Mine kürtaj sonrası Gülizar Hemşire'nin evine gittiğinde Sedat'ın gözlemci olarak katıldığı bir operasyonda yine kendi tarafından vurulduğunu öğrenir.

Evden kaçan iki kişiye rastgele ateş açmış, birini vurmuştur. Vurulan kişi pek bir hasar almamış, hızla olay yerinden kaçmıştır. Demek ki vurulan Mine'dir. Tüm bunları öğrenmesiyle suçluluk duygusu ile boğulan Sedat için her şey daha da karmaşık bir hal almaya başlamıştır. Bu bilgi Sedat'ı çok farklı teorilere götürür. Hem bu soruşturmayı yürütmek, hem suçluluk ve pişmanlık duygularıyla boğuşmak, hem de karısı ve kızları ile ilgilenmek çok zorlaşmaya başlamıştır.

Bir Ses Böler Geceyi (Ahmet Ümit) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bir Ses Böler Geceyi

Kitabın Yazarı : Ahmet Ümit

Kitap Hakkında Bilgi :

Dolunayın ışığında bir köy mezarlığı... Mezarlığın duvarına çarpan bir cip. Gecenin karanlığında uçuşan düşler. Issız köyün ortasında kocaman bir cem evi. Konuğunu yitirmiş bir mezar. Cem töreninde arınmayı bekleyen bir ölü. Bu olanların sessiz tanığı, bir araştırma görevlisi. Yıkılan idealleriyle, sürüp giden yaşamı arasında sıkışıp kalmış bir adam. Alevi inancına farklı bir bakış. Mistik bir gerilim romanı...

"Gözüne kestirdiği dal parçasını çekerken çalılığın arkasında bir karartı fark etti. Feneri oraya doğru tuttu. Yanılmamıştı, az ilerde yeşil renkli bir mezar taşı mahzun bir edayla onu süzüyordu. Bu defa korkmadı, hatta içinde, 'Bu mezar neden mezarlığın dışında?' diye merak bile uyandı. Bir-iki adım daha yaklaştı. Ama bu mezar bozulmuştu, iki yanında toprak birikintileri yığılıydı. Yeni bir ürperti dalgası sardı bedenini. Mezarın içini görmemesine karşın, upuzun yatan ölünün yer yer etleri dökülmüş yüzü geldi gözlerinin önüne. Öte yandan aklı hâlâ mantıklı bir açıklamanın peşindeydi. Belki de bu mezar henüz ölmemiş biri için kazılmıştı. Neden olmasın? insanların ölmeden önce de mezarlarını hazırladıklarını biliyordu; iyi de, kazmakla hazırlamak arasında büyük fark vardı. Belki yeri alınır, hazırlıklar yapılırdı ama ölmeden mezar kazdırılır mıydı? Belki de bu mezarı aç kalmış vahşi bir hayvan açmıştı. Eğer öyleyse mezardaki ölüyü paramparça etmiş demekti. Doğrusu, böyle bir görüntüyle karşılaşmak istemezdi. Yine de merakı ağır bastı; cesaretini toplayıp el fenerini mezarın içine doğrulttu. Mezar gerçekten de boştu."

Kitabın Özeti :

Şehirden çok uzakta kendi halinde bir köyün tam ortasında büyük bir cem evi vardır. Karanlığın doldurduğu bir gecede cem evinde tören varken mezarlık duvarına bir cip çarpar ve gece ölüm kokan bu ses ile bölünür. Hayatı inişler ve çıkışlar ile dolu olan bir araştırma görevlisi bir gece yaşanan bu gizemi çözmek için çabalar fakat olaylar zinciri onu farklı bir yola sürükler.

Bir üniversite tarafından Alevi köyünde anket düzenlenecektir. Anketin içeriği kente göç olgusunu köy kültürü üzerindeki etkileridir. Köylüler tarafından anket reddedilir. Bunun üzerine Süha profesörü kasabadan getirmek için yola çıkar. Kötü hava koşullarından dolayı araba kayarak yoldan çıkar. Süha kendine geldiginde kendini mezarlıkta bulur. Etrafına baktığında yanında kazılmış fakat üstü kapatılmamış bir mezar görür. Bunun üzerine çok şaşırır ve oradan uzaklaşarak köy yolunu tutar. Köy meydanına ulaştığında kimseleri bulamaz. Oradan ilerleyerek bütün köylüleri bir cem evinde toplanmış görür ve onları dışarıdan izler. Cem evinde cenaze töreni yapılmaktadır. Ölen kişi İsmail'dir. İsmail kendisini önce Hak yoluna adayıp Bektaşi Tarikatına girip daha sonra buradan ayrılarak kendi dini görüşleri dogrultusunda yaşamasından dolayı köylüler ve sofular tarafından dışlanır. Bunun üzerine dayanamayarak intihar eder.

Cem evinde yapılan cenaze töreninde sofular İsmail'in dualanmadan defnedilmesini uygun görürler. İsmail'in ailesi buna direnmiştir. Ceset tabuta konularak defnedilmek üzere mezarlığa götürülür. Süha'da olayları arkadan izlemektedir. Bu sırada çamurlu yolda insanların ayaklarının kayması yüzünden tabut yere düşer. İsmail'in cesedi dışarı fılar. Buna orada bulunan dede müdahele ederek İsmail'in yüzünü açtıgında Süha'nın varlığı dikkat çeker. Süha'yla İsmail'in fiziksel benzerlikleri göze çarpar. Köylüler Süha'nın peşine düşer. Bu durumdan korkan Süha oradan kaçarak bir ağaçlık alana girer. Yere yığılır kalır. Arkasından biri onu oradan kaldırarak kamyona götürür. Süha kamyonda kendine geldiğinde bunun bir rüya olduğunu düşünür, fakat hepsi gerçektir.

Bu romanda Süha ile İsmail'in görüş açıları birbirine çok yakındır. Süha'da üniversite yıllarında inançları doğrultusunda ve kendi görüşlerinden dolayı üniversiteden atılarak belli bir kesim tarafından dışlandığından İsmail'in yaşamında kendini bulur.

İtiraf (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İtiraf

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

İntikam ve hırs…
İyilik veya kötülük…
Siyah ile beyaz…
Ve zıtların arasında savrulan hayatlar…

Konstantinopolis’in İstanbul’a dönüştüğü yıllar…
Hıristiyan hasımlarının Büyük Kartal diye andıkları Fatih’in, şehrine âlimleri davet etmekle kıvanç duyduğu, devletini ilimle ve sanatla yükseltmenin rüyalarını gördüğü, ulemanın tamamen özgür düşünceyi savunduğu, devletin yükseldikçe yükseldiği bir dönem…

Ve eşsiz şöhretlere sahip Osmanlı ulemasının arasına sızmış bir kâfir. İntikam ateşinde kavrulmuş kötülük dâhisi bir zihin. Molla Lütfi, Ali Kuşçu, Sinan Paşa, Bellini ve daha niceleri…
Kurbanlar, kurbanlıklar…

İtiraf her cümlesi hayretle ve merakla okunacak bir roman.

Kitabın Özeti :

Kitaptaki Molla Lütfi karakteri ilim ve sanat ehlini temsil ederken, Akbaba karakteri içinde biriktirdiği intikam hissiyle sürekli şeytanca fikirler üreterek Molla Lütfi’yi saptırmaya, yoldan çıkarmaya çalışan kötü zihniyeti temsil ediyor.

Ana karakterler arasındaki mücadelenin arka planında Fatih döneminde İstanbul’da kurulan Sahn-ı Seman medreselerini, bu medreselerdeki bilimsel hayatın nasıl olduğunu, o dönemde diğer coğrafyalarda neler yaşandığını, batıda başlayan Rönesans akımı ile sanatta ve estetikte zirve noktasına ulaşmış olan doğu dünyasının buluşmasını ve ülkeler arası rekabetleri görüyoruz.

kararı veriyor. Sinan Paşa’nın suçunun ne olduğu dönemin tarih kitaplarında kayda geçmemiş fakat ulema bu idam kararına karşı çıkıyor. Hepsi toplanıp ayak divanı talep ediyorlar, bugünün acil kriz masası gibi bir şey o dönemde ayak divanını toplamak. Ulemanın sözcüsü Fatih’e şunu söylüyor; “ Siz veziriniz olan Sinan Paşa’yı idam ettirebilirsiniz, devlet işidir karışamayız lakin medreselerimizde ders veren, alim olan Sinan Paşa’yı idam ettirirseniz ülkenizi terk eder gideriz.”

Yavuz Sultan Selim’in hocası Kemalpaşazade’ye yönelttiği “Tokatlı Molla Lütfi sizin üstadınızmış. Nasıl biriydi? İlim ve fazileti herkesçe bilinirken ölümü nasıl hak etti?” sualiyle başlıyor kitap. Bunun akabinde hikayenin kötü karakteri Ornio’nun Sultan’a on beş gün boyunca anlattığı itirafıyla devam ediyor.

Akbaba’nın gerçek adıyla Ornio’nun yolu Molla Lütfi ile 16. Yaş gününde hocanın verdiği bir vaazı dinlerken kesişiyor. Hocanın anlattığı Musa ile Hızır’ın yolculuk kıssası, Ornio’nun hayatını adadığı amaç için bir örnek oluşturuyor. Delinen bir gemi, öldürülen bir çocuk ve tabii ki tamir edilen bir duvar, bu üç öge yaptığı plan için ona bir mecaz olmuştu. Öldürülecek çocuk belliydi, Fatih Sultan Mehmet’i öldürecekti. Deleceği gemi Osmanlı Devleti’ydi. Aynı zamanda bu vaaz sırasında Molla Lütfi’nin saflığını ve bilgisini kendi kurnazlığı ile kullanabileceğini fark ediyor. Bunun üzerine örülecek duvar olarak Molla Lütfi’yi seçiyor. Akbaba’nın planı Molla Lütfi öldürülene kadar devam ediyor.

Birçok kez başarısız oluyor Akbaba, birçok kez dibi görüyor. Fakat yine de onu ayağa kaldıran Fatih Sultan Mehmet’i öldürme hedefi oluyor. Fakat bir gün beklemediği bir şey oluyor, Büyük Kartal ölüyor. İlk başta tüm ümitleri kırılacak gibi oluyor fakat sonra içinde bulunduğu duruma bakıyor. Hala batırılacak bir gemi olduğunu fark ediyor. Cem ve Beyazid yanlılarının birbirilerine düşmelerini sağlıyor. Yeniçerilere ihanet edilmesi ile anılan Karamanlı Mehmet Paşanın ölümüne sebep oluyor. Ardından arkasındaki kalabalığı da alıp Yakup Paşa’nın karşısına çıkıyor. İçten içe duyduğu asılsız iddiaların doğru olmasını umut ederek padişahın zehirlenip zehirlenmediğini soruyor. Fakat aldığı cevap eceli ile öldüğü olunca sinirlerine hâkim olamayıp kalabalığı galeyana getiriyor. Yakup Paşa’da öldürülüyor…

Fatih Sultan Mehmet’in ölümünün ardından Beyazid, İstanbul’a gelene kadar yağmalar sürmeye devam ediyor. Ardından yeni padişah tahta çıkıyor. Ornio, öldürülecek bir çocuk kalmasa da gemiyi delmeye kararlı bir şekilde planına sadık kalıyor. Beyazid babasının zamanında cezalandırdığı kişileri affedince, Molla Lütfi evine geri dönüyor ve bu Akbaba’yı amacına bir adım daha yaklaştırıyor. En azından o bu şekilde düşünüyor.

İntikam hırsı ile boşa harcanmış bir hayatın sonunda yapılan her şeyden pişman olunduğunun itirafı… Akbaba, tüm yaptıklarından sonra vicdanını ancak tövbe ederek rahatlatabilmişti. Fakat her şeye rağmen gelecek nesillere 3 leke bırakmıştı, intikamını almıştı.

Divanü Lugati't-Türk (Kaşgarlı Mahmut) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Özellikleri



Kitabın Adı : Divanü Lügati’t-Türk

Kitabın Yazarı : Kaşgarlı Mahmut

Kitap Hakkında Bilgi :

Divanü Lügati’t-Türk, Kaşgarlı Mahmud tarafından Bağdat’ta 1072 – 1074 yılları arasında yazılan Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Türkçenin bilinen en eski sözlüğü olup, batı Asya yazı Türkçesi hakkında var olan en kapsamlı ve önemli dil anıtıdır. Eser Halife Ebul Kasım Abdullah’a sunulmuştur.

Kökleşik Arap Sözlük bilgisi ilkelerine göre hazırlanmış olan sözlük, Kaşgarlı Mahmud’un Türk boyları hakkındaki etraflı bilgisinin yanı sıra, Arap Dil bilimi konusunda da esaslı bir eğitim görmüş olduğunu gösterir.

Türkçenin önemli bir dil olduğunu anlatmak ve Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Eser Türk lehçelerindeki harflerin alfabe sırasına göre düzenlenmiş ve eserde manaların iyi anlaşılması için örnek cümlelere yer verilmiştir.

Divanû Lügati’t-Türk bir sözlük olarak hazırlanmasına rağmen Türk sosyolojisi, psikolojisi, edebiyatı, gelenek ve görenekleriyle ilgili bilgi veren ve nesir parçaları, bazı vakalar çeşitli örneklerle zenginleştirilmiş bir ansiklopedi niteliği göstermektedir. Bu dönem ürünleri içerisinde Türk edebiyatının en eski yıllarına kaynaklık eden en önemli eserdir.

Mensur (düzyazı) bir eserdir. Bu yönüyle dönemin diğer eserlerinden ayrılır. Ancak eserin içindeki koşuk, sagu gibi örnek şiir parçaları nazma da yer verildiğini göstermektedir. Sekiz bölümden oluşan eserde 7500 kelime ve Arapça karşılıklarıyla bunların kullanıldığı örnek cümle veya şiirler; sagu, koşuk ve sav örnekleri; dilbilgisi kuralları ve o devirdeki Türk boylarını gösteren bir harita bulunmaktadır.

Kaşgarlı Mahmut, kelimeleri göçebe boylar arasında gezerek bizzat kendisi derlemiştir. Dilbilgisi kurallarına eserinde yer veren bir filolog; Türk boylarının etnik durumunu şemayla anlatan, Türk toplulukları hakkında bilgi veren bir etnograf; ayrıca Türk boylarının yerleşim alanını gösteren bir harita çizmiş olan ilk Türk haritacısıdır.

Kaşgarlı Mahmud, Divân-ı Lügati’t-Türk’e şöyle başlar;

Esirgeyen, koruyan Allah’ın adıyla

“Allah’ın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Allah onlara Türk adını verdi. Ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları Türklerin eline verildi. Türkler Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Hak’tan ayrılmayan Türkler, Allah tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himayelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya naili olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.”

Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda Balasagun’u merkez alarak çizdiği Dünya haritası o dönem Türklerinin yaşadıkları bölgeleri ve dağılımlarını göstermesi bakımından dikkate şayandır. Harita, Türklerin bulunduğu bölgeleri göstermek amacıyla çizilmiştir. Daire şeklinde olan haritanın çevresinde Doğu, Batı, Kuzey, Güney yönleri belirtilmiş, bazı deniz ve ırmaklar gösterilmiştir. Batıda işaret edilen yerler İdil boylarına, yani Kıpçakların ve Frenklerin oturdukları bölgelere kadar uzanır. Güney-Batıda Habeşistan’a, Güneyde Hint, Sint, Doğuda Çin ve Japonya’ya işaret edilmiştir.

Divanü Lugati't-Türk Özellikleri

- 11. yy'da (1072-1074) Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır.
- Ebul Kasım Abdullah'a sunulmuştur.
- "Türk Dili'nin Toplu Sözlüğü" anlamına gelir.
- Türkçenin ilk sözlüğü ve dilbilgisi kitabıdır.
- 7500 Türkçe kelimenin Arapça karşılığı verilmiştir.
- Türk dilini Araplara öğretmek amacıyla ve Arapça olarak yazılmıştır.
- Yazar Türkçe kelimelerin karşılıklarını göstermiş ve bunu halk dilinden derlediği örneklerle açıklamıştır. Eserin asıl önemi, bu derleme metinlerden ileri gelmektedir.
- Türk boyları ve coğrafyası ile Türklerin örf ve gelenekleri üzerine önemli bilgiler vardır.
- Devrinin Türk dünyasını gösteren bir harita da esere eklenmiştir.

Divanü Lugati't-Türk, Karahanlı döneminden Kutatgu Bilig'ten sonra bize kalan ikinci önemli eserdir. Kaşgarlı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed tarafından hazırlanmış olan Türkçenin bilinen ilk sözlüğü Divanü Lugati't-Türk'tür. Yazar hakkındaki bilgilerimiz kendi kitabında yazdıklarıyla sınırlıdır. Bu bilgilere göre babasının adı Hüseyin'dir. Kendisinin Kaşgar'da doğduğu eserinden anlaşılıyorsa da Barsgan şehrini anlatırken kullandığı bir ifadeden babasının Barsganlı olduğu düşünülmektedir.

Divanü Lugati't-Türk'ün tek yazma nüshası vardır. Bu nüsha Diyarbakırlı Ali Emirî Efendi tarafından 1917 yılında bir sahaftan satın alınmıştır. Sözcüklerin anlamının yanı sıra verilen örnek cümleler, dörtlükler ve dilbilgisi bilgileri ile dönemin kültürü, dil ve ağız özellikleri hakkında da bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Eserin içindeki dörtlükler hece vezniyle yazılmıştır. Çoğu 4+3 duraklı 7 heceli, kimileri ise 4+4 duraklı 8 hecelidir. Beyitlerin çoğu ise aruz vezniyledir.

Kaşgarlı Mahmud eserinde ifade ettiği şu sözle böyle bir sözlüğü yazmaktaki amacını dile getirmiştir:

"Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye Halil'in Kitabü'l-Ayn'ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak, ara sıra gönlüme doğar dururdu......".

Kaşgarlı Mahmud, Türkçenin İslamiyetten dolayı Türklerin bulunduğu coğrafyada önem kazanmış olan Arapçadan geri kalmadığını göstermeye çalışmış; sözlüğünde yer verdiği lehçeler arasındaki farklılıklar, şiirler, atasözleri ve deyimlerle bu amacını gerçekleştirmiştir.

Kaşgarlı Mahmut eserini oluştururken nasıl bir yol izlediğini şöyle ifade eder:

"Ben onların (yani Türklerin) en uz dillisi, en açık anlatanı, akılca en incesi, soyca en köklüsü, en iyi kargı kullananı olduğum halde onların şarlarını (şehirlerini), çöllerini baştan başa dolaştım. Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil, Yağma, Kırgız boylarının dillerini, kafiyelerini belliyerek faydalandım. Öyle ki, bende onlardan her boyun dili en iyi şekilde yer etti. Ben onları en iyi surette sıralamış, en iyi düzenle düzenlemişimdir".

Eserinde her lehçeye aynı derecede ağırlık vermemiştir. Örneğin yukarıda verdiğimiz kendi ifadesinde yer almasına rağmen eserde Kırgızların diliyle ilgili hiçbir bilgi yer almamaktadır.

İslamiyetin kabul edildiği dönemde meydana getirilmiş olan bu manzumeler üzerine eserin ilk yayımlandığı zamandan itibaren çalışmalar yapılmış ve şiirlerin hece ölçüsüyle mi aruz ölçüsüyle mi yazıldığı tartışılmıştır. Eserdeki manzumeler üzerine ilk yapılan çalışmalarda şiirlerin hepsinin hece ölçüsüyle yazıldığı görüşü hakimdir. Daha sonra başka araştırıcılar tarafından tam tersi görüş savunulmuş ve şiirlerin tamamının aruz vezniyle yazıldığı iddia edilmiştir. Sonuçta bu şiirlerin hem eski Türk halk şiiri örneklerini hem de XI. yüzyılda Karahanlılar çevresinde yetişen ilk müslüman Türk şairlerinin aruzla yazılmış eserlerinden alınmış manzum parçaları içerdiği, halk şiiri ve aydın zümre şiiri olarak iki kolda geliştiği ortaya konmuştur. Şiirlerde kullanılan nazım birimi ise beyit ve dörtlüktür. Divanü Lugati't-Türk'deki dörtlük ve beyitler madde başlarında verilen sözcüklere ilişkin örnekler olduğu için eserde dağınık halde bulunmaktadırlar. Bu manzum parçalar konularına göre bir araya getirilmiştir.

Divanü Lugati't-Türk'de geçen atasözlerinden bazıları şunlardır:

1- Erdem başı tıl "erdemin, edebin başı dildir" (I.107)
2- Kişi sözleşü, yılkı yıdlaşu "İnsan konuşarak, hayvanlar koklaşarak (anlaşır)" (III.104).
3- Yüzge körme, erdem tile "Yüze bakma, fazilet ara (yüzün güzelliğine çirkinliğine bakma fazilet ara)" (II.8)
4- İt ısırmas, at tepmes tème "İt ısırmaz, at tepmez deme; çünkü, bu onların yaradılışında vardır"
5- Buzdan suw tamar "Buzdan su damlar (huyu babasına benzeyen kişiler için söylenir)(III.123)
6- Tag tagka kawuşmas, kişi kişike kawuşur "Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur" (II.103)
7- Közden yırasa köngülden yeme yırar "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur" (III.366)
8- Edgü er süngüki erir, atı kalır "İyi insanın kemiği erir, adı kalır" (III.367)
9- Beş erngek tüz ermes "Beş parmak bir değildir" (I.121)
10- Yazın katıglansa kışın sewnür " (İnsan) yazın çalışıp çabalayan kışın sevinir" (III.159)
11- Suw körmegünçe etük tartma "Suyu görmeden ayakkabını çıkarma" (III.426)
12- Alımçı aslan, berimçi sıçgan "Alacaklı aslan, borçlu sıçan (gibidir) (I. 75)
13- Tamu kapugın açar tawar "Mal (zenginlik) cehennemin kapısını (bile) açar" (III. 234)
14- Aç ne yemes, tok ne temes "Aç önüne konan yemeği (tamamiyle) yer, tok alan da aç kimseye neler demez" (I.79)
15- Kutsuz kudugka kirse kum yagar "Bahtsız, talihsiz kimse kuyuya girse üzerine kum yağar" (I. 457)
16- Awçı neçe al bilse adıg ança yol bilir "Avcı ne kadar hile bilirse (kurnazsa), ayı da o kadar kaçıp kurtulacak yol bilir" (I.332)
17- Etli tırngaklı adırmas "Et tırnaktan ayrılmaz" (I.77)
18- Kuş kanatın, er atın "Kuş kanatla, adam atla (kuş amacına kanadıyla, insan da atıyla) ulaşır" (I.34)
19- El kaldı, törü kalmas "Memleket kalabilir, bırakılabilir, ama töre bırakılmaz" (II.25)
20- Alplar birle uruşma, begler birle turuşma "Yiğitlerle savaşma, beylere karşı gelme" (I.182)

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...