29 Kasım 2019 Cuma

İçimizdeki Çocuk (Doğan Cüceloğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : İçimizdeki Çocuk

Kitabın Yazarı : Doğan Cüceloğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

'İçimizdeki Çocuk', yaşamımıza yön veren güçlü bir varlıktır. İçimizdeki Çocuk ve İçimizdeki Ana-Baba, duygu, düşünüş ve davranışlarımızı sürekli yönlendirdiği halde, çoğu kez onların varlığından bile haberdar olmayız.

Bu kitap, içinde yetiştiğiniz ailenin ve yakın çevrenin sizin iç dünyanızı ve şimdiki duygu, düşünüş ve davranışınızı nasıl etkilediğini incelemektedir.

Kitabın Özeti :

İçimizdeki Çocuk kitabı, sizin içinizde yaşattığınız duyguların; düşünce ve davranışlarınıza nasıl yansıdığını ele alan bir kitap. Bu kitabının özellikle anne ve babalar tarafından okunması gerekmektedir.

Psikolojik sorunların çocuklukda yaşanan bir olaya bağlanması mantığıyla olaya yaklaşılmaktadır. Çocuklukta yaşanan her olay, ilerleyen yıllarda kişiliğe olumlu veya olumsuz bir şekilde yansımaktadır.

İçimizdeki çocuk yaşamımıza yön veren güçlü bir varlıktır. Kitabı okurken içimizdeki çocuğu ne kadar tanıyoruz, ona ne kadar söz hakkı veriyoruz sorularına yanıt arıyoruz.

Kitapta, içimizde bir çocuk bir de anne-baba taşıdığımız ve geçen yıllar içerisinde bu iki varlık arasından çocuğun sesini tamamen duymaz hale gelmemiz anlatılıyor.

İçimizdeki çocuğun sesini duymamaya başladığımızda, bizde olan eksikliklerden bahsedilmektedir. Ardından da bu sesi yeniden duymamızı sağlayacak yöntemleri anlatılmaktadır.

Kitabın içinde bu yönde oluşturulmuş çeşitli testler mevcut. Bu testler sayesinde, içinizdeki çocuğa ne kadar kulak veriyor, onu ne kadar önemsiyorsunuz bunun analizini yapılabilmektedir.

Ufak Şeyleri Dert Etmeyin (Richard Carlson) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KitabınAdı : Ufak Şeyleri Dert Etmeyin

Kitabın Yazarı : Richard Carlson

Kitap Hakkında Bilgi :

‘Ufak şeyleri dert etmediğiniz’ zaman yaşamınızın kusursuz olmayacak fakat hayatın size sunduklarını daha az dirençle kabullenmeyi öğreneceksiniz. Zen felsefesinin anlattığı gibi, bütün gücünüzle direnmek yerine, sorunları ‘bırakmayı’ öğrendiğiniz zaman, yaşamınız su gibi akmaya başlayacaktır. Sükunet duasının önerdiği gibi siz de ‘Değiştirebileceğiniz şeyleri değiştirecek, değiştiremediklerinizi kabullenecek ve ikisinin arasındaki farkı anlayacak kadar bilge olacaksınız.’

‘Ufak Şeyleri Dert Etmeyin’ New York Times Besteller Listesinde 100 haftayı aşkın bir süre boyunca yerini koruyan bir kitaptır. 135 ülkede ve 35 dilde yayınlandı. Amerike da ilk defa bir kitap bir yılda 5.7 Milyon sattı..

Daha huzurlu olmanız dileğiyle

Kitabın Özeti :

Amerika da bir yılda 5 milyondan fazla satan kitap, en başarılı kişisel gelişim kitaplarından biridir. Öğrenmek isteyen fakat çok uzun kitapları okumakta zorlanan insanlar için ideal bir kitaptır. Çünkü bir özet niteliğinde yazılmış ve içerinde kısa kısa ilkeler yer almaktadır. Kitabı okuyan kitlenin çoğu beğendiğini ve günlük hayatında uygulamaya koyulabildiğini söylüyor. İnsan okurken farkında olmadan, evet ben de böyle yapmalıyım, neden ben de bunu uygulamıyorum ki tarzında kararlar almaktadır.

Yazar ufak şeyleri kafaya takmayın felsefesiyle yola çıkmaktadır. Günlük yaşamda önemli veya önemsiz birçok sorunla karşılaşabiliriz. Bunların bazıları hayatımızı gerçekten olumsuz etkileyecek kadar ciddi şeylerdir. Bazıları ise aslında hiç de kafamıza takmayacak kadar sıradan şeylerdir.

Yazarımız kitabında bu konuya değiniyor, ufak tefek sorunları dert etmeyerek daha mutlu bir insan olabilirsiniz diyor. Öncelikle bir insanın kusursuz olmadığını kabul etmesi gerekiyor. Yazar önce bu sonucu kabul edin ve daha sonra da dikkatinizi bu sonuçtan çevirin diyor.

Yaşamınızda, sadece kendinizdeki eksiklere odaklanan biri olursanız, sevimsiz ve geçimsiz bir kişi olup çıkarsınız.

Kitapta en etkileyici kısım ise şu; her işi zamanında bitirme gibi bir saplantınız olmasın, ne de olsa öldüğünüzde hala yapılmamış bir sürü işiniz olacaktır diyor. Bu harika bir tespittir aslında. Bizler elimizdeki işi zamanında bitirmek için bazen hastalanmak pahasına da olsa saatlerce çalışırız.

Elinden gelenin en iyisini yapmak, sorumluluk sahibi olmak başka bir şey, ama kusursuz olmaya çalışmak başka. Önceliğiniz sizin ve sevdiklerinizin mutluluğu olmalı diyen kitap, bize bu doğrultuda öğütler veren harika bir kişisel gelişim kitabı olmuş.

Her Şey Seninle Başlar (Mümin Sekman) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Her Şey Seninle Başlar

Kitabın Yazarı : Mümin Sekman

Kitap Hakkında Bilgi :

Çaresizlik öğrenilmiştir.
Başarılı olmak da öğrenilebilir.
Sende sandığından fazlası var!
Gelebileceğin en iyi yerde değilsin.
Yeni bir hayat için gereken, yeni bir akıldır.
Doğru şeyi yapmak için yanlış zaman yoktur.
Rüzgârı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren!
Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık.
Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var.
Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın.
Her şey seninle başlar!
Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın.
Seçim senin!

Kitabın Özeti :

Kaybetmenin ve başarısızlığın nedenlerine tek tek değinen kitap, tüm çözümün sizde olduğunu söylüyor. Dili muhteşem şekilde akıcı ve sade olan kitap sizi kendine bağlamayı başarıyor. Hayatın içinden verdiği örnekler sayesinde de, olayları daha iyi anlamanızı sağlıyor. Okuyan birçok kişi tarafından övgü ile anılan kitap, hayatın sorunlarıyla baş etmenizi sağlayacak gücün, yine sizde olduğunu hatırlatıyor.

Kitabın ana teması başarısızlığın nasıl öğrenildiği ve başarılı olmak için neler yapılması gerektiği üzerine kurulmuş. Yani temelde yatan ilk soru; neden başarısız oluyoruz?

Çünkü insan önce neden kaybettiğini ve başarısız olmasına sebep olan faktörleri tespit ederse; bu engelleri kaldırarak, başarılı olmanın yollarını da açabilir.

Yazar kitabın çıkış noktasını, daha üniversite yıllarında kurduğu bir hayal olarak anlatıyor. Daha o yıllarda, başarılı olmanın yollarını insanlara anlatmayı hayal etmiş ve bunu ilerleyen zamanda çok güzel başarmış.

Kitabın genelinde fizikten bilinen atalet yani eylemsizlik kuvvetinin insan yaşamına nasıl uygulanacağından söz ediyor. İnsan psikolojisinde atalet şu demektir; bir işin nasıl yapılacağını, yapınca neler kazanacağınızı, yapmayınca neler kaybedeceğinizi bilirsiniz, ama bir türlü harekete geçmezsiniz. Bunu da psikolojik atalet olarak değerlendiren yazar, kaybetmenin sebeplerine bilimsel olarak yaklaşıyor. Bunu anlatırken hayatın içinden aldığı örnekler sayesinde okuyucuyu asla sıkmıyor.

Kitap bize başarılı olmak istersek neler yapmamız gerektiğini, yapınca neler kazanacağımızı ya da yapmadığımız takdirde neler kaybedeceğimizi anlatıyor.

Ferrari'sini Satan Bilge (Robin Sharma) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ferrari'sini Satan Bilge

Kitabın Yazarı : Robin Sharma

Kitap Hakkında Bilgi :

On yıl önce bir kitap yayımlandı ve milyonların yaşamını değiştirdi. Kariyerindeki başarısı, içindeki derin boşluğu gizlemeye yetmeyen ünlü avukat Julian Mantle’ın hikâyesini anlatan Ferrari’sini Satan Bilge, hayatta neyin önemli olduğuna ve sonunda gurur duyacağınız bir yaşam sürmenizi neyin sağlayacağına dair unutulmaz bir ders veriyor ve okurların refaha, mutluluğa ve iç huzuruna kavuşmalarını sağlayacak çözümler öneriyor.

“Öğretirken keyif de veren, büyüleyici bir öykü.”
- Paulo Coelho -

“Sansasyonel. Bu kitap hayatınızı değiştirecek.”
- Mark Victor -

“Yaşamın büyük sorularına ışık tutuyor.”
- Edmonton Journal -

“Herkesin faydalanabileceği sade bir bilgelik.”
- Calgary Herald -

“Bu kitap, sağduyu ve bilgeliğin altın madeni.”
- Larry Tapp -

“Robin Sharma’nın hayatımızı değiştirecek önemli bir mesajı var. Kişisel memnuniyetin telaşlı bir çağda yazılmış, eşine rastlanılamayacak kitabı.”
- Scott DeGarmo, Success Magazine -

“Bir hazine; gerçek başarı ve mutluluk için zarif ve güçlü bir formül. Robin Sharma asırların bilgeliğini yakalayıp onu bu çalkantılı zamanlara uyarlamış. Bu kitabı elinizden bırakamayacaksınız.”
- Joe Tye -

“Kesinlikle okunmaya değer… Okuyucularına hayatın karmaşası konusunda gerçekten yardımcı oluyor.”
- The Kingston Whig-Standard -

“Kişisel gelişim, kişisel verimlilik ve bireysel mutluluk dünyasına yapılan eğlenceli, büyüleyici ve düşsel bir yolculuk. Herkesin yaşamını zenginleştirecek ve hayata güzellikler katacak bilgelik hazineleri içeriyor.”
- Brian Tracy -

“Robin Sharma ruhani bir otoyolda kişisel memnuniyeti öneriyor.”
- Ottawa Citizen -

Kitabın Özeti :

Kitapta başarılı ve hırslı bir avukatın bir anda değişen hayatı ve aldığı kararların olumlu etkileri anlatılıyor. Ders ve psikoloji kitapları gibi ağır bir dili yok. Fazlasıyla alıntıların olduğu kitap sizi öyle kendine alıyor ki, bir solukta okumak istiyorsunuz.

Ülkenin en iyi ve en başarılı avukatlarından biri olan Julian Mantle, aynı zamanda hırslı ve tam bir işkoliktir. Çalışmasının ödülü olarak hayatında hemen her şeye sahiptir. Güzel bir ailesi, evi, yatı, adası ve tabi ki kırmızı bir Ferrari.

Yoğun iş temposunun da etkisiyle bir gün, duruşma esnasında kalp krizi geçirir. Sonra uzunca bir süre ortadan kaybolur, hatta bazı arkadaşları onun öldüğünü bile düşünür. Elindeki tüm malı mülkü satarak Hindistan'a bir seyahate çıkar. Sattıkları arasında en sevdiği kırmızı Ferrari'si de vardır.

Aradan üç yıl geçer. Julian bir gün pat diye çıkıp gelir. İlk iş olarak da en sevdiği arkadaşı John'u ziyaret eder. Fakat John gördükleri karşısında şaşkına döner. Julian öyle değişmiş, öyle gençleşmiştir ki, onu tanımakta güçlük çeker. 50 yaşında olan Julian, 30 yaşında gibi göstermektedir. Hem bedeni hem de ruhu değişmiş, müthiş bir zindelik hissetmektedir.

Sonra yaşadığı bu değişimi ve süreci arkadaşı John'a anlatmaya başlar. Sabaha kadar süren sohbet kitabın bütününü oluşturmaktadır. Julian Mantle, Hindistan'a doğru yola çıkar, Himalayalar daki Sivana Bilgeleri ile tanışır. İlk tanıştığı kişi Yogi Raman adındaki Sivana Bilgesidir. Yogi Raman, Julian'ı alarak köyüne götürür, oradaki diğer bilgelerle tanıştırır. Üç yıl sürecek olan bir serüven başlar.

Yogi Raman, Julian'a bir hikaye anlatır. Hikâyede; sumo güreşçisi, fener kulesi, bahçe, pembe kuşak, kronometre, güller ve patika gibi terimler bulunmaktadır. Bu terimlerin hepsi ayrı bir anlam içerir ve bütününde, aydınlanmış bir hayatı temsil eder.

Örneğin hikâyedeki bahçe insanın zihnini temsil eder. Bu şu demektir; bir bahçe ne kadar bakım görürse o kadar verimlidir. Asıl değerli olan çiçeklere zarar vermemesi için, gereksiz otların bitmesine izin vermezsiniz. Zihin de böyledir işte. Size zarar veren, huzurunuzu kaçırıp, mutsuz eden düşünceleri aklınızdan söküp atmalısınız, orası sizin bahçeniz, istemediğiniz hiçbir şey sizin izniniz olmadan giremez. Bahçe örneğinde olduğu gibi her ilke bu şekilde anlatılarak, anlamlandırılır.

Tarihimizden Yaşanmış Öyküler (Yavuz Bahadıroğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Tarihimizden Yaşanmış Öyküler

Kitabın Yazarı : Yavuz Bahadıroğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Tarihimiz şanlı zaferlerle doludur. Biz tarihimizle övünürüz. Çünkü tarihimiz gerçekten övünülecek bir tarihtir. Bu kitapta, tarihin şanlı sayfalarından seçilmiş örnekler bulacaksınız. Tarihimizden yaşanmış öyküleri zevkle okuyacak ve gerçekten şeref dolu bir tarihe sahip olduğumuzu anlayacaksınız. Tarih ibrettir. Tarih ölçüdür. Tarih yalnızca bilgi değil, geleceğin de aynasıdır. Tarihi iyi bilen, geleceğinden emin olur.

Kitabın Özeti :

Romen Diyojen ve Alparslan

Bizans imparatoru Romen Diyojen ve Alparslan 1071 yılı Ağustos ayının 25. Cuma günü Malazgirt Ovası’nda savaş yaptı. Alparslan'ın kumandasındaki Müslümanların ordusu Bizans ordusunun dörtte biri kadar olmasına rağmen Müslümanlar savaşı kazandı. Diyojen savaşı kazansaymış Alparslan'ı atının kuyruğuna bağlayacakmış ya da bir kafes yaptırıp içinde gezdirecekmiş. Ama Alparslan onu serbest bırakıyor.

Kim Hayırlıysa O Kazansın

Selçuklu Sultanı Alparslan, suikast sonucu şehit olunca yerine oğlu Melikşah geçmiş. Alparslan'ın olduğu gibi onun da veziri Nizam-ül Mülk’tür. Melikşah İstanbul’u fethetmeyi çok istemektedir. Ancak kardeşi Tutuş’un ona isyan edeceğini öğrenir. Vaktiyle Kutalmış Bey de Alparslan'a isyan etmiş. Daha sonra oğlu Süleyman'a ölüm döşeğindeyken bundan pişman olduğunu anlatmış. Süleyman, Alparslan'ın ordusuna katılmış. Nizam-ül Mülk Tutuş Bey’e bir mektup yazmış ama ne yaptılarsa onu savaştan vazgeçirememişler. Nizam-ül Mülk savaşı Melikşah’ın kazanması için dua etmiş. Melikşah ise kim daha hayırlı olacaksa, dine kim daha çok hizmet edecekse onun kazanması için dua etmiş. Savaşı Melikşah kazanmış. Melikşah döneminde Selçuklular en parlak dönemlerini yaşamışlar.

Başı Dumanlı Dağlar

Alparslan 1072 yılında suikast sonucu şehit edilmiş. Yerine oğlu Melikşah 17 yaşındayken tahta geçmiş. 37 yaşında ölmüş. Melikşah; ayaklanmaları bastırmış, Karahanlılarla Gaznelileri Selçuklulara bağlamış, Kutalmış oğlu Süleyman Bey’i Anadolu fethini tamamlamaya memur etmiş, Abbasi halifesini himayesi altına almış, Fatimileri Suriye ve Filistin’den çıkarmış, Hicaz’ı Şiilerden kurtarıp hutbenin eskiden olduğu gibi Abbasi halifesi adına okunmasını sağlamış. Melikşah bir gün devletin ileri gelenlerini toplamış. Devlet bütçesi yapmalarını istemiş. Yoksullara, dervişlere, ilim tahsil edenlere, sanatkârlara hiç para ayrılmadığını görmüş. Bütçeden onlar için 300 bin altın ayrılmasını istemiş. Zamanın Savaş Bakanı buna itiraz etmiş. Çünkü 300 bin altın ordunun bütçesine denkmiş. Melikşah fetihlerinde en büyük payın bunlara ait olduğunu söylemiş. Nizam-ül Mülk, Melikşah’ın bu düşüncesine hayran kalmış. Onu başı dumanlı dağlara benzetmiş.

Damarlarımdaki Kan

Çaka Bey küçük yaşta Bizans'a esir düşmüş. 1081 yılında imparator olan I. Aleksi Komnen ile birlikte büyümüş. Bizans sarayında Çaka Bey’e “Tatiki” derlermiş. Bir gün imparator, Çaka Bey’e “Türklerle savaşır mısın?” diye sormuş. O da kendi kanını taşıyan insanlarla savaşmayacağını söylemiş. Daha sonra saraydan kaçmış. İzmir’i fethetmiş. Bir donanma kurup denize açılmış. Bir suikast neticesinde öldürülmüş.

İznik Meydan Savaşı

Hızla Müslümanlaşan Anadolu toprakları Hristiyanları rahatsız etmeye başlamıştı. Hristiyanlar Papa’nın önderliğinde her devletin yardımıyla büyük bir ordu kurdular. Bu orduya Haçlı Ordusu” dediler. Bu ordunun başında Fransız papazı Pierre Leymit vardı. Geçtikleri yerleri yakıp yıkıyor, talan ediyorlardı. 16 Mayıs 1097 tarihinde İznik'te korkunç bir meydan savaşı oldu. Savaşı Kılıç Aslan komutasındaki Selçuklular kazandı.

Cengiz Han’ın Hocaları

Moğollar’ın hükümdarı olan Cengiz Han dünyanın en zalim hükümdarıdır. 1220 yılında ordusuyla Buhara önlerine gelmiştir. Buhara şehrinin ileri gelenleri toplanmışlar. Savaşacaklar mı, teslim mi olacaklar diye tartışmışlar. Sonunda çıkan karara göre Cengiz'e bir heyet gönderilecekmiş. Dine, cana ve namusa dokunmamak şartıyla teslim olunacağı söylenecekmiş. Ayrıca Cengiz Han’ın yanında Cafer Hoca, İmam Hacip gibi Müslüman hocalar da varmış. Bu ileri gelenler o hocalara da biraz güvenip Cengiz’i engelleyebileceklerini düşünmüşler. Heyet Cengiz’in huzuruna çıkmış. Karluk Hükümdarı Arslan Han, Almalık Hükümdarı Sugna Tekin Cafer Hoca ve İmam Hacip varmış. Bunları görünce heyet cesaretlenmiş. Ama Cengiz hiç taviz vermemiş. Şartsız olarak şehrin kapılarını açmalarını istemiş. Çoğunluk Cengiz Han’ın yanındaki Müslümanlara güvenerek şehrin on iki kapısını birden açmışlar. Cengiz ve ordusu Buhara’ya girerek şehri talan etmiş. İnsanlar da Cengiz’in yanındaki Müslümanlara güvendikleri için pişman olmuşlar. Onlar da vaktiyle İslam dinini korumak, Cengiz’i Müslüman yapmak için onun yanına gelmişler ama Cengiz onları sindirmiş.

Bir Başa Bir Göz Yeter

Orhan Bey bir gün kumandanlarından Ali Bey’i huzuruna çağırmış. Ondan Hereke Kalesi’ni almasını istemiş. Ali Bey seçme yüz askerle kaleyi fethetmiş. Ancak gözüne gelen bir ok, bir gözünü kaybetmesine neden olmuş. O ise bunu dert etmeyerek iki gözle mağlup olarak geriye bakmaktansa tek gözle ileri bakmayı tercih edeceğini söylemiş.

Ya Rab, Beni Şehit Eyle

Sırp Kralı Lazar Greldiyanovic bir Haçlı Ordusu oluşturmuş. Osmanlıları Balkanlardan atmak istiyorlarmış. Osmanlı Padişahı Murat Hüdavendigâr veziri Çandarlı Ali Paşa’yı çağırarak Bulgarlarla Haçlıların buluşmasının engellenmesini istemiş. Bulgar Kralı Sisman yenilip aman dilemiş. Haçlılarla Kosava’da yapılan savaş kazanılmış. Haçlılar 100 bin, Müslümanlar ise 40 binden az imişler. Savaşın ertesi gününde 16 Haziran 1389’da bir Sırp asilzadesi olan Miloş Kaliloviç’i yaralı bir şekilde bulmuşlar. Padişahın yanına getirmişler. El etek öpmek bahanesiyle Sultan Murat’ı hançerle öldürmüş. Yerine Yıldırım Beyazıt geçmiş. Bu zaferle Osmanlı’nın sınırları Tuna nehrine kadar genişlemiş. Sırbistan Osmanlı egemenliği altına girmiş. Bulgaristan fethedilmiş.

Evranos Bey

Evranos Bey hacdan dönünce Sultan Murat ona yanına istediği kadar asker alıp sınır boylarını taramasını, düşman hakkında bilgi toplamasını istemiş. Evranos Bey istenilen bilgileri toplamış. Saldırı zamanını tespit etmek için toplantı yapmışlar. Düşman, Müslümanların yorgun oldukları için saldırmayacaklarını düşünüyormuş. Ama Osmanlı Şafakla beraber saldırıya geçip savaşı beş saatte kazanmış.

Sultan Murat’ı Ağlatan Şehit

II. Kosava Savaşı’nda yakışıklı olduğu için “Civan Mustafa” denilen bir asker vardı. Çok iyi savaşırdı. Üzerine gelen bütün düşmanları öldürdü. Savaş kazanıldığında altı yerinden yaralanmıştı. Kahramanlıklarını fark eden padişahın huzuruna yaralarından dolayı çıkamadı. Padişah onun yanına geldi ama Civan Mustafa az önce şehit olmuştu. Sultan Murat onun için ağladı.

Molla Güranî'nin Kızılcık Sopası

II. Murat oğlu Mehmet'i (Fatih Sultan Mehmet) Manisa'da eğitim almaya gönderdi. Yanında da Molla Güranî'yi onu eğitmesi için gönderdi. Giderken Molla Güranî'ye derslerde tembellik ederse kullanması için bir kızılcık sopası verdi. Mehmet, padişah çocuğu olmanın güveniyle hocasının bunu kendisine karşı kullanamayacağını düşündü ama tembellik edince sopanın tadını tattı.

Burçtaki İlk Bayrak

İstanbul'un fethedildiği günden bir gece önce Fatih Sultan Mehmet Allah'a dua etmiş. Dışarıdan "Amin" diye ses duymuş. Kim olduğuna bakınca bunun Ulubatlı Hasan olduğunu görmüş. Ulubatlı Hasan, padişaha ön saflarda olmak istediğini söylemiş. Padişah da ona izin vermiş. Ulubatlı Hasan 40 arkadaşıyla birlikte ön saflarda savaşarak surlara çıkmayı başarmış. Elindeki bayrağı surlara dikmiş. Oklarla yaralandığı için şehit olmuş.

Yavuz Selim'in Ölümü

Yavuz'un sırtında bir sivilce çıkmış. O da bu sivilceyi sıktırmış. Sonra sivilce çıbana dönüşmüş. 18 Temmuz 1520 günü orduyla beraber Edirne'ye sefere gitmeye karar vermiş. Yolda rahatsızlanmış. Doktorlar muayene edince şirpençe denen hastalığa tutulduğunu yakında ölebileceğini söylemişler. O gece Yavuz fenalaşmış. Bir ara kendine gelip yanındaki Hasan Can'dan Yasin Suresini okumasını istemiş. Hasan Can sureyi okurken 22 Eylül 1520'de son nefesini vermiş.

Barbaros'un Şanlı Donanması

Kanuni, bir gün Venedik donanması ve onun komutanı Andrea Doria'nın namının silinmesini istedi. Bu amaçla Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin komutasında bir donanma denize açıldı. İki donanma 27 Eylül Cuma günü Preveze'de karşı karşıya geldi. Müslümanların ordusu sayısal olarak düşmandan daha az olmasına rağmen savaşı kazandı.

Cerbe Deniz Savaşı

Turgut Reis bir gün Haçlı Donanması'nın Trablus'a yaklaştığı haberini aldı. Kanuni'ye haber gönderdi. Kanuni de Piyale Paşa'ya donanmayla oraya gitmesini emretti. Donanma Jan dö la Cerda komutasındaki Haçlı Donanması'nı Cerbe açıklarında yakaladı. Bu savaş Preveze'den sonraki en büyük deniz savaşı oldu. Gün sonunda savaş kazanıldı.

Kanuni Sultan Süleyman Malta Adası'nın fethedilmesini ister. Turgut Reis en önde savaşır. Kale kuşatması sırasında başından yaralanır. Bir süre savaşmaya devam etse de daha sonra çadıra taşınır. Kalenin fethinin müjdelendiği sırada şehit olur.

Zigetvar Önlerinde

Bir gün ordugâhın kurulduğu yere yaralı bir atlı gelir. Zigetvat muhafızı Kont Nikola Zerrini'nin Tırhala Sancak Beyi ve oğlunu öldürdüğünü söyler ve ölür. Ardından Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Zigetvar Kalesi kuşatılır. Bu sıralarda Kanuni hastalanıp yatağa düşer. Kale uzun süre fethedilemeyince kendi de savaşa katılmak ister. Ama gücü yetmez. Zigetvar'ın fethinden birkaç gün önce vefat eder.

Derviş Paşa

Safevîler, Mustafa Paşa komutasındaki orduya saldırınca Mustafa Paşa Diyarbakır Beylerbeyi Derviş Paşa'dan yardım ister. Derviş Paşa beraberindeki 400 kişiyle düşmanla savaşır. Çok ağır yaralanmasına rağmen savaş meydanından çekilmek istemez. En sonunda kansızlıktan bayılır. Onu çadıra götürürler. Akşam zafer haberini alınca ruhunu teslim eder.

Şehit Osman Paşa

Avusturya Prensi Mensfeld orduyla beraber Estergon Kalesi'ni kuşatmıştı. Osman Paşa ve Mehmet Paşa bir plan yaptılar. Bu plana göre Osman Paşa önden saldıracak Mehmet Paşa da arkadan dolaşıp düşmanı çembere alacaktı. Osman Paşa üzerine düşeni yaptı ama Mehmet Paşa biraz ukalalıktan biraz da bilgisizlikten verilen görevi yapamadı. Osman Paşa ve ordusu zor durumda kaldı. Durumu toparlasalar da Osman Paşa şehit oldu.

Yanıkkale Yanıyor

Almanya, Avusturya ve Macaristan kuvvetleri Yanıkkale'yi kuşatmışlar. Sayıca fazla olmalarına rağmen saldırmaya cesaret edememişler. Bir miktar askeri Osmanlı askeri gibi giydirip "Erzak getirdik." bahanesiyle getirdikleri içinde barut olan erzak arabalarını kale kapısında patlatmışlar. Saldırıya uykuda yakalanan askerler ve Mahmut Paşa kılıçları alıp savaşmaya başlamışlar. Ancak Mahmut Paşa şehit olmuş. Şehit olurken Mehmet Kethüda'ya kaleyi düşmana sağlam vermemelerini söylemiş. Mehmet Kethüda son kalan 300 askerle düşmana direnmiş. Ancak yapabileceği pek bir şey yokmuş. Mahmut Paşa'nın sözünü tutarak barut deposuna dalıp depoyu patlatmış. Yanıkkale artık cayır cayır yanan bir yıkıntıymış.

Estergon Kalesi Su Başı Durak

Estergon kalesi Kanuni döneminde fethedilmişti. Daha sonra Avusturyalılar kaleyi ele geçirdi. I. Ahmet kaleyi geri istedi. Avusturya vermeyince Sadrazam Lala Paşa komutasında bir ordu gönderildi. Estergon Kalesi Ciğerdelen Kalesi'nden ve Aziz Thomas Kilisesi'nden yardım aldığı için ilk önce oaraları fethetmeyi düşündüler. Ciğerdelen Kalesi fethedildi. Anca Aziz Thomas Kilisesi'nin kuşatması uzun sürüyordu. Saldırıların şiddetlendiği sırada ihtiyar biri arkasındaki küçük bir birlikle savaş katılıp koca ordunun yapamadığı yapıp fethi gerçekleştirmişti. Meğerse küçük birliğin başındaki ihtiyar Sadrazam Lala Mehmet Paşa'dan başkası değilmiş. Sıra Estergon Kalesi'ne gelmiş. Lala Mustafa Paşa'nın da yer aldığı saldırılarda Estergon Kalesi de fethedilmiş. Laha Mehmet Paşa'nın cuma namazını Estergon'da kılma duası kabul olmuş.

Ak Sakallı Kahraman

Estergon Kalesi'nin kuşatılmasından önce Aziz Thomas Kilisesi'nin de alınması gerekiyordu. Kaleye yapılan saldırılarda ak sakallı bir ihtiyarın çokça yararı oldu. Kim olduğunu kimse öğrenemedi. Sonra Budin Beylerbeyi Mehmet Paşa, o ak sakallı ihtiyarın Lala Mehmet Paşa olduğunu anladı.

Kelle Koltuğunda

Bağdat seferine gidecek askerler için ilanlar yapılmıştı. Yaşı küçük olanlar orduya alınmayacaktı. Ancak Genç Osman yaşı küçük olmasına rağmen gizlice orduya katıldı. Sadrazam Hüsrev Paşa onun küçük olduğunu görünce huzuruna davet etti. Hüsrev Paşa ona yaşı küçük olmasına rağmen neden orduya katıldığını sordu. Bıyığında tarak durmayanların orduya giremeyeceğini söyledi. Genç Osman da bıyığında tarak durduğunu söyleyerek tarağı aldı ve dudağına sapladı. Buna şaşıran Hüsrev Paşa ve yanındakiler Genç Osman'ı tebrik etti. Genç Osman ertesi gün savaşta ön saflardaydı. Sancaktarın vurulduğunu görünce sancağı alıp kalenin burcuna dikti ve burada şehit oldu.

Deli Hüseyin Paşa

IV. Murat çok kuvvetli bir padişahmış. Bir gün İran Şahı hediye olarak bir yay göndermiş. Bu yayı kurup çözmesi çok zormuş. IV. Murat vezirlerinden yayı kurup çözmelerini istemiş ama hiçbiri başaramamış. Yeniçeri ağasına bunu kurabilecek bir asker bulması talimatını vermiş. Ama yeniçerilerin arasından da yayı kurabilen biri çıkmamış. Yeniçeri ağası yayı bir kenara koymuş. Deli Hüseyin isimli kuvvetli bir delikanlı yayı görmüş. Eline alıp kurmuş. Ayak sesleri duyunca yayı kurulu vaziyette bırakıp oradan uzaklaşmış. Yeniçeri ağası dönünce yayın kurulu olduğunu görmüş. Bunu Deli Hüseyin'in yaptığını öğrenmiş. Onu sultanın huzuruna çıkarmış. Deli Hüseyin elçinin önünde de yayı kurup çözmüş. Son defa kurarken yay kırılmış. Deli Hüseyin bu olay üzerine yeniçeri ocağına alınmış. Deli Hüseyin Paşa diye ünlenmiş.

Silistre Aslanları

Rusya on bin askerle Silistre'yi kuşatmış ama ele geçirememiştir. Bir süre sonra elli bin askerle bir daha kuşatırlar. Komutanları Kont Diyebiç'tir. Kale komutanı ise Sert Mehmet Paşa'dır. Askerlerin barutu tükenir. Halk teslim olmak ister. Ama Sert Mehmet Paşa ısrarla teslim olmayı reddederek askerleriyle birlikte kale dışına çıkıp düşman askerleriyle göğüs göğüse çarpışırlar. Düşmanı kaleye sokmazlar.

Silistre ikinci defa Ruslar tarafından kuşatılınca Rus Komutanı General Karakovski, Sert Mehmet Paşa'dan teslim olmasını ister. Komutan bunu reddeder. Askerleriyle beraber kaleden çıkarak Rusların üzerine saldırır. Bu saldırılar kalede hiç asker kalmayıncaya kadar devam eder.

Erzurum Çığ gibiydi

Ahmet Muhtar paşa komutasındaki ordu Ruslara karşı Kars'ı kuşatmadan kurtarmış. Rus komutan teslim olmalarını istemiş. Asker aç, susuz ve silahsız olmasına rağmen direnmeye gayretlidir. Bir gece Türk askeri kılığına giren Ruslar, Aziziye Tabyası'nda askerlerimizi şehit etmişler. Ahmet Muhtar Paşa Erzurum halkına haber gönderip onlardan yardım istemiş. Erzurum halkı da Aziziye Tabyası'na doğru sel olup akmış. Aziziye Tabyası'nı düşman işgalinden kurtarmış.

Allah'ın Vurduğuna Vurmayız

1910'lu yıllarda Ruslar İstanbul'da alikıran baş kesen olmuşlar. Bu yıllarda Tahsin Bey, Beyoğlu'ndan Büyükdere'ye telefon hattı çektirmiş. Telefon direklerinden birkaçı Rus sefirinin önüne rastlamış. Rus sefiri direkleri kaldırmaları için tehditler savurmuş. Tahsin Bey çağrılıp Rus sefiriyle görüşmesi istenir. Tahsin Bey sefarete gider. Ama sefir onunla değil ancak Sadramazam'la görüşebileceğini söyler. Bir zaman sonra Rusya'da komünist ihtilali olunca Beyaz Ruslar ülkelerini terk ederler. Bazıları Osmanlı'ya sığınır. Tahsin Bey oğluna Fransızca öğretmek için bir Rus aradığı sırada onu sefaretten kovan sefiri görür. Perişan durumdadır. Evine götürüp yedirir, giydirir. Cebine para koyar. Ona, onun kendisine davrandığı gibi davranmaz.

Çanakkale İçinde Vurdular Beni

Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'na girince düşman gemileri Çanakkale'den geçerek başkent İstanbul'u işgal etmeyi planlamışlardı. Düşman gemileri ilk saldırısını 15 Şubat günü 12 gemiyle yaptı. Ama bunda da bundan sonraki saldırılarda da başarılı olamadılar. Çanakkale Mustahkem Mevki Komutanı Miralay Cevdet Bey, Nazmi Kaptan'ı çağırtarak Nusret mayın gemisiyle bir bölgeye mayın döşemesini istedi. Nazmi Kaptan ve Yüzbaşı Hakkı Bey, verilen görevi bir gece vakti yaptılar. 18 Mart 1915'te düşman ateşine ateşle karşılık verildi. Çoğu düşman gemisi yara aldı ve düşman donanması yenilgiyi kabul etti. Ertesi gün Cevat Bey cephede gezerken Topçu Mehmet'i gördü. Mehmet attığını vuran bir askerdi. Ama gözlerinden yaralanmıştı. Artık göremeyecekti. Düşmanın kaçtığını gördüğünü için artık gözlerinin görmemesinin pek önemi olmadığını söyledi.

Düşman devletler Çanakkale Boğazı'na gelmişlerdi. Askerlerimiz bütün imkansızlıklara rağmen mücadelesini sürdürdü. 18 Mart günü düşman donanmasına karşı büyük bir zafer kazanıldı. Askerler büyük kahramanlıklar gösterdi. Çanakkale'den geçilemeyeceğini anlayınca geri çekilip Gelibolu Yarımadası'na saldırdılar. Karaya asker çıkardılar. Ama sonuçta yine kaybettiler. İngilizler 205 bin, Fransızlar 47 bin askerlerini kaybettiler. Biz ise 253 bin şehit verdik.

Zafer Sofrasına Düşen Top Mermisi

Dardanos Tabyası'nın batarya komutanı Yüzbaşı Hasan Bey ile Üsteğmen Mevsuf Bey büyük kahramanlıklar göstermişler. Yanlarındaki askerlerin çoğu şehit olmuş. Sadece dört askerleri kalmış. Çanakkale Savaşı kazanılmış düşman geri çekilmektedir. Yüzbaşı Hasan Bey bunun şerefine günlerdir bir şey yemeyen askerlerine güzel bir sofra kurdurmuştur. Tam sofraya oturdukları sırada geri çekilen düşman gemilerinden birinin ateşlediği top sofranın tam ortasına isabet etmiştir. Dardanos Tabyası'nda geriye kalan iki subayla dört asker de böylece şehit olurlar.

Bir Destandır Çanakkale

Çanakkale Savaşı için Mustafa adında bir çocuk da askere alınmıştır. Komutanından onu cepheye göndermesi için sürekli izin ister. Mustafa fakir biridir. Bu yüzden evlenememiştir. Ama eğer şehit olursa cennette ona huri verileceğini bilmektedir. Mustafa'nın ısrarlarına dayanamayan komutan, sonunda onu cepheye gönderir. Akşam olup da komutan şehitlerin arasında gezerken Mustafa'nın da şehit olduğunu görür. Biraz kızgınlıkla ona huriyi alıp almadığı sorar. Mustafa'nın dudaklarında bir gülümseme belirir ve elini kaldırıp iki işareti yapar. Komutan buna çok şaşırır. Kendisi de şehit olmak için dua eder.

İzmir Ağlıyor

15 Mayıs 1919 günü Yunanlılar İzmir'i işgal etmeye başlamışlardı. İzmir'e giren Yunanlılara ilk kurşunu gazeteci Hasan Tahsin atmış ve önde yürüyen yunanlı bayraktarı vurmuştu. Yunanlı askerler bunun üzerine Hasan Tahsin'i bir köşede sıkıştırmışlar ve şehit etmişlerdi. Sonra Yunanlılar Askerlik Dairesi Başkanı Albay Süleyman Fehmi bey'den ve Yarbay Şükrü Bey'den "Yaşasın Venizelos" diye bağırmalarını istediler. Onlar "Kahrolsun Venizelos" diye bağırınca şehit edildiler. İzmir halkının kurtuluş mücadelesi 9 Eylül 1922 tarihine kadar devam etti. Sonunda İzmir düşman işgalinden kurtuldu.

Küçük Kahraman

Mustafa annesi ve babası olmayan bir çocuktur. Yunanlılar İzmir'i işgal edince köylüler de köylerini terk etmişlerdi. Mustafa kimsesi olmadığı için onlarla gitmemişti. Bir süre sonra Yunanlılarla savaşmaktan dönen bir grup Türk askeri Mustafa'nın köyüne geldi. Mustafa'nın durumunu öğrenip üzüldüler ama vatanseverliğine de hayran oldular. Arkalarından gelen Yunan askeri olup olmadığını öğrenmek için Mustafa'dan yardım istediler. Bunun için Mustafa bir ağaca çıktı. Etrafta düşmanlar olduğunu söylerken o düşmanlar tarafından vurulup şehit oldu.

Deli Yusuf

Deli Yusuf denilen 12 yaşında bir çocuk vardı. Çok cesurdu. Yunanlılar köylerini işgal etmişlerdi. Yusuf da Yunanlıların cephanesini havaya uçurmaya karar verdi.Bunun için İlyas dededen yardım istedi. İlyas dede ona bir el bombası verdi ve ona nasıl kullanılacağını öğretti. Bir süre cephaneliğin orada çorap satarak askerlerle samimi oldu. Sonra bir gün cephaneliğe yaklaşıp el bombasını demir parmaklıklardan içeri attı. Cephanelik büyük bit gürültüyle patladı. Deli Yusuf çoktan oradan kaçmıştı.

Durak Çavuş

Yunanlılar Kurtuluş Savaşı'nı kaybedip de geri çekilirken köylere zarar veriyorlar, insanlara çeşitli işkenceler yaparak öldürüyorlardı. Bunları gören Durak Çavuş çok kızdı. Yakaladığı bir Yunan askerine bunun hesabını sormak istedi. Yolda ilerlerken bir Yunan askeri gördü. Gizlice yaklaşıp üstüne atıldı. Gürültüyü duyan diğer birlikler sesin geldiği yöne doğru top atışı yaptı. Durak Çavuş ve Yunan askeri yaralanıp kendinden geçti. Sabah olunca Durak Çavuş kendine geldi. Toparlanıp kalktı. Yunan askeri yaralıydı. Ondan köylülerin intikamını almak istediyse de merhametinden olayı bunu yapamadı. Yunan askerine suyundan verdi. Sırtına alarak yakın bir köye kadar götürdü ama artık Yunan askeri ölmüştü.

Uyan Şahin Uyan

Şahin, Fransızlar Antep'i işgal edince birkaç arkadaşıyla dağlara çıkıp düşmana karşı direnmeye başladı. Bir köprünün başında durarak oradan Fransız ordusunun geçmesine izin vermedi. Bütün bir orduya 30 kişiyle karşı koydular ve sonunda kahramanca şehit oldular.

Tarihimizden Yaşanmış Öyküler (Yavuz Bahadıroğlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

İki Dirhem Bir Çekirdek (İskender Pala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İki Dirhem Bir Çekirdek

Kitabın Yazarı : İskender Pala

Kitap Hakkında Bilgi :

Anlatımı güzelleştirmek, savunulan fikir ve düşünceyi daha etkili kalmak daha etkili kalmak üzere her dilde kalıplaşmış bazı sözler bulunur. Atasözleri, dua ve temenni cümlecikleri, sövgü ve ilençler, bilmece ve tekerlemeler... Bu tür kalıplaşmış sözler arasında, dilin bünyesinde en sık rastlanılanlar ise deyimdir. Dilin bünyesinde kalıplaşmış ve kökleşmiş olarak değişmeden kullanılan deyimler, hiç şüphe yok ki anlatıma canlılık ve güç katarlar. Bu sayede düşüncelerin ve olayların muhataba daha etkili biçimde yansıtıldığı bir gerçektir.

Bazı kişilerle ilgili anılar ve hikâyeler, tarihten alınmış olaylar, ve. Deyimlerin ortaya çıkış nedenleri arasında ön sıraları paylaşırlar. Bu bakımdan deyimlerin kaynaklarını arayıp bulmak, oldukça meşakkatli bir iştir. Bazen rastgele bir sayfada, bazen bir dipnotta, bazen de hiç ummadığınız bir el yazması sayfasında bir deyimin ortaya çıkış hikâyesiyle karşılaşmak mümkündür.

Deyimlerimizin ortaya çıkış hikâyelerini bilmenin, dilimizin kültüre yansıyan yüzüne bir renk katacağı kesindir. Umarız, bu konuda daha geniş araştırma yapacaklar için bu küçük kitap bir başlangıç olur.

Kitabın Özeti :

Kitabın içeriğinde; Abayı yakmak, afyonu patlamak, bel bağlamak, eşref saati, maval okumak, keçileri kaçırmak, kulağı kesik gibi bugüne kadar bildiğimiz veya hiç rastlamadığımız tam 99 adet deyimin hikayesi bulunmaktadır. Bunları okurken hem öğreniyorsunuz hem de eğleniyorsunuz...

Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş ya da anlamı dışında kullanılmaya başlanmış deyimlerimizi, yeniden hayata döndürmek ve gelecek nesillere doğru aktarabilmek için önemli bir eser olmuş.

"Ağzına Tükürmek" deyimi aslında geçmişte şifa olarak yapılan bir işlemmiş. Tıbbın gelişmediği ve hacı hoca, falcılardan medet umulduğu dönemlerde, iyileşmek için yapılan bu metot zamanla tehditvari bir hal alarak günümüzdeki haline dönüşmüş.

"Ağzından Baklayı Çıkarmak" deyimi küfürbaz olduğu için utanıp bu huyundan kurtulmak isteyen bir adamdan bahseder. Şeyh efendiden yardım dileyerek derviş olma yoluna sapmak ister. Şeyh efendide gayet istekli gördüğü bu adamı durumundan kurtarmak için, ağzına bakla yerleştirir. Ancak hikayenin sonu beklenmedik bir şekilde eğlenceli biter.

"Salla başını al maaşını" deyiminin geçmişte kullanılan türü "Ahfeş'in Keçisi" dir. Ahfeş; alimlerden üç ayrı kişinin adı olup bir süre sonra lakap olarak kullanılmaya başlar. Bu lakaptaki bir öğretmenin keçisini dahil ederek yaşadığı hikayenin zamanla günümüze yansıyan kalıbı ise "Salla başını al maaşını" olarak uyarlanır.

"Durdu durdu turnayı gözünden vurdu" deyimi tesadüfen ya da gerçekten elde edilmiş bir başarı sonucu kullandığımız bu deyimin çıkış hikayesi ise bir avcılığa dayanmaktadır.

Osmanlı döneminden padişahlar, paşalar aracılığıyla deyimlerin ortaya çıkış hikayelerini öğrenirken birbirine manen yakın olan deyimleri de görmemiz mümkün. Örnek verecek olursak: Çam devirmek, pot kırmak ve kaş yaparken göz çıkarmak gibi.

Hayatın her kademesinde edepli olmaya dikkat çeken; yeme içmede, giyim kuşamda, siyaset hatta ölümde bile her şeye edep yükleyen atalarımızın ''Edep Yahu,'' deyimiyle ders verici öyküleri de bulunmaktadır.

"Dolap Çevirmek" deyiminin eski bir konak geleneği olduğu vurgulanmaktadır. Eskilerin gözünde aşk dahil olmak üzere bir çok yakınlaşma durumu ayıba kaçtığından konaklardaki hizmetçiler, aşçılar, bahçıvanlar, dadılar... Yaşayan her kim ise hissettikleri duyguları konak sahibine sezdirmemek için çeşitli yollar kullanırlarmış. Edindikleri mendil, lavanta, lokum gibi hediyeleri dolap içlerine bırakarak ancak karşı tarafa gönderebilirlermiş. Dolap içinde çevirdikleri bu masumane oyunla da günümüze kadar bu deyimimiz ulaşmış.

“Eski Kulağı Kesiklerden” deyimi, Osmanlı döneminde yeniçeri ocaklarında pek çok çeri kulağına küpe takarmış. Çeriler belirli yaşa kadar evlenemedikleri için kulağı küpeli birini görünce kimse talip olmazmış. Fakat her dönemde olduğu gibi gizli gizli evlenen bazı çeriler yakalanınca çeri başı kulağındaki küpeyi çekerek çıkartırmış. Bu eyleme maruz kalan çerilere de kulak kesik diye hitap edilirmiş.

"Gözden sürmeyi çekmek" derken de birini kandırmayı kast ediyoruz. Çıkış hikâyesi ise; eskiden tersane ustaları kerestelere sürme, kerestelerin saklandığı barakalara da göz derlermiş. Çekmek de çalmak manasına geldiğinden aslında barakadan keresteleri çalmayı kastediliyor.

Son söz olarak bir öykü, bir efsane ya da bir olaya bağlı olarak var olan ve günümüzde kullandığımız deyimlerin; hiç aklımıza gelmeyecek, hayal bile edemeyeceğimiz hikayelerini ve tarihini bilmek çok önemlidir.

İki Dirhem Bir Çekirdek (İskender Pala) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Baba Beni Anlasana (Toprak Işık) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Baba Beni Anlasana

Kitabın Yazarı : Toprak Işık

Kitap Hakkında Bilgi :

Doğa ya dost bir yaşam mümkün olabilir mi?

Toprak Işık'ın büyük beğeni toplayan "Fen ve Teknoloji" dizisinin ikinci kitabı Baba Beni Anlasana, madde ve değişim konuları üzerine ilham verici bir direniş hikâyesi anlatıyor genç okurlarına...

Çoğunluğu çocuklardan oluşan bir avuç insan topluluğunun gösterdiği bu büyük dayanışma ve mücadele, hayatta karşımıza ne çıkara çıksın umudumuzu asla yitirmememiz gerektiğini bize bir kez daha anımsatıyor. Baba Beni Anlasana, doğa ile dost bir yaşamın mümkün olabilirliğini sorgularken, aynı zamanda böyle bir yaşam biçiminin kaçınılmaz olduğunu da vurgulamaktan geri kalmıyor...

Toprak Işık'ın büyük bir titizlikle, 4. 5. ve 6. sınıf fen ve teknoloji ders konularını roman kurgusu içerisinde sunduğu bu keyifli dizi, türünün en iyi örneklerinden biri olarak selamlıyor okurlarını.

Kitabın Özeti :

Yıl boyunca okula gitmek yetmezmiş gibi, bir de yaz tatili süresince dershaneye gitmek... Olacak şey değil! Ceren, uzun ve yorucu geçen bir eğitim-öğretim yılının getirdiği ruh haliyle hayatında bir takım değişiklikler yapmakta kararlı gibi görünüyor. Peki, ama nasıl?.. Ceren, çareyi kendi gibi isyankâr ruhlu babaannesi Kimya Nine'nin yanına kaçmakta buluyor. Kimya Nine emekli bir profesör. Bizimora adında, ekolojik bir köyde yaşıyor. Yıllar boyunca şehir hayatının getirdiği olumsuzluklardan bunalarak hem ruhsal hem de bedensel bir yeniden doğuş ihtiyacı hisseden Kimya Nine, bu köyde uzun zamandır düşünü kurduğu doğal yaşamın temellerini atıyor. Ceren'i böyle bir adım atmaya yüreklendiren asıl şey ise babaannesinin yıllar önce şehir hayatına karşı sergilediği bu başkaldırış ve girişimci ruh oluyor...

Ceren, telaşlı babası Keşif Bey ve duygusal annesi Arzu Hanım'ın tüm ısrarlarına rağmen geri dönmüyor ve bir yolunu bulup Kimya Nine'nin yanında kalmayı başarıyor. Bizimora'da hayat şehirdekinden çok daha güzel, çok daha mutlu geçiyor. Ama tahmin edileceği üzere, şehrin hemen yanıbaşındaki böylesi bir doğal güzellik yüksek medeniyetin gözüne battıkça batıyor... Plan hazır: Bizimora'yı yıkıp yerine rant elde edilecek yüksek konutlu bir site projesi hayata geçirmek.

Peki, on yıl boyunca dişiyle tırnağıyla, hiç dur durak bilmeden Bizimora'yı güzelleştirmek için çırpınıp duran Kimya Nine, böyle bir şeye müsaade eder mi dersiniz? Tabii ki hayır! Pes etmek yok! İdealist Kimya Nine'nin idealist torunu Ceren, Başkan'ın oğlu Doruk ve köyün iki sakini Nuh ile eşi Zeynep'i de yanına alarak akıllara durgunluk verecek bir direniş sergiliyor. Üstelik karşılarına çıkan pek çok tatsız tesadüfe rağmen...

Baba Beni Anlasana (Toprak Işık) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...