30 Kasım 2019 Cumartesi

Çağlayanlar (Ahmet Hikmet Müftüoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Çağlayanlar

Kitabın Yazarı : Ahmet Hikmet Müftüoğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Edebiyatımızdaki asıl yerini yazı hayatının ikinci devresinde yazıldığı hikayeleri ile elde edilen Ahmet Hikmet Müftüoğlu, önceleri Servet-i Fünûn topluluğu içinde yer almış, daha sonra millî edebiyat akımı etkisindeki yazılar yazmaya başlamıştır. Yerli konuları millî bir dille, sade bir üslüpla kaleme almıştır.

İkdam ve Servet-i Fünûn dergilerinde yazdığı düz yazılarda iyi bir tesir uyandırmak, gönülleri heyacanlandırmak için mübalağalı bir dil ve üslüp kullanan Ahmet Hikmet, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünûn dilini işlediğini ve hayal ürünü konuları ele aldığını bizzat kendisi ifade eder. II.Meşrutiyet'ten sonra zamanın modasına uyarak o da millî edebiyat akımı doğrultusunda hareket eder. Millî duyguları güçlü bir sanatçı olan Ahmet Hikmet, 1908'den sonra başlayan Türkçülük hareketinin kurucuları arasında yer almıştır. Türk Ocağı gibi oluşumların kuruluşunda görev almıştır.

Milli şair unvanı verilen Mehmet Emin Yurdakul'un Türk şiirinde açtığı çığırı Ahmet Hikmet Müftüoğlu Çağlayanlar'da hikayeleriyle devam ettirmiştir. Yazar, bu eserdeki hikayelerinde Türk destanlarından, tarihinden, faydalanmış; Trablus, Balkan, I. Dünya Savaşlarında yaşanan olayları anlatmıştır. 

Kitabın Özeti :

Ahmet Hikmet Müftüoğlu'nun 1922′de yayınlanan Çağlayanlar adlı kitabı 18 parçadan ibarettir. Milli edebiyatımız içinde uyandırdığı milliyetçilik duygularıyla çok önemli bir yere sahiptir. Çağlayanlar hikayelerindeki kahramanların isimleri şunlardır: Alparslan Masalı, Yarayı Kanatan, Üzümcü, Sümbül Kokusu, İnci, Yakarış, Bekir ile Tekir, Ayşe Kızla Vato, Maviş .

Sümbül Kokusu

Pazar günü, Budapeşte Darülfünunu Tabiiyyat şubesinde öğrenim gören Hüseyin Arif, Macaristan'ın dar sokak larından birinin kasvetli, dar evlerinden birinde, gazete okumaktadır. Gazetede Çanakkale Savaşı'nın gidişatıyla ilgili pek çok haber vardır. İstanbul'un, Boğazlar'ın her yanının sarıldığı, ülkenin çok zor durumda olduğu yazmaktadır. Hüseyin Arif, memleketinin düştüğü bu durumdan dolayı büyük bir hüzün içindedir. Ülkenin cephane durumu çok eksiktir. Oysa düşman askerlerine her yandan yardım gelmektedir. Onların her türlü imkânı karşısında Türk askerinin yalnızca bir göğsü, bir de bazusu vardır.

İstanbul; camileriyle, mavi denizi ve göğü, mezarlıkları, surları ile gözlerinin önüne gelmektedir. Ona göre, İstanbul'un hamalları Avrupa'nın lordlarından daha asildir. Kaldığı Macar topraklarındaki sokaklara göre İstanbul'un sokakları daha nurani, daha neşelidir. İçinden bir çığlık kopar. Allah'a, vatanımı düşmana çiğnetme, diye yalvarır.

Bu hüzün içinde, memleketine ait neyi varsa hepsini koklar. Sonra pencereyi açar. Ev sahibi dört gün önce bir sümbül vermiştir. Pencereyi açınca duyduğu sümbül kokusuyla irkilir. Sümbül saksısının üzerine kapanarak ağlamaya başlar. O sırada kapı vurulur. Gelen Mehmet Siyavuş'tur. Mehmet'e sümbülü derinden koklamasını söyler. Mehmet Siyavuş da irkilir. Çünkü sümbül, İstanbul kokmaktadır.

Mart aylarında İstanbul'da iş portalarda 'bahariye kokuları' diye satılan sümbül kokusunu hatırlarlar. İkisi de Ah vatan!' derler. Vatanı kaybediyoruz.' diye ağlamaya başlarlar. İki genç, bir şey yapmaları gerektiğine karar verir. Hüseyin Arif arkadaşına; 'Yaşamak alçaklıktır. Çanakkale cephesinde ölmeliyiz.' der. Birbirlerine sarılarak ikisi de vatan için savaşmaya karar verir. İki gün içinde eşyalarını satarlar. Pasaport işlemleri için gittiklerinde görevli onlara 'Talebelerin askerlikleri ertelendi.' dediğinde, onlar büyük bir huzurla 'Biz gönüllü gidiyoruz.' cevabını verirler.

Padişahım Alınız Menekşelerimi, Veriniz Gülümü

Samime Hanım, kanepede gazeteleri okumaktadır. Yanında Ayşecik vardır. Ayşecik, Samime Hanım'in hizmetçisidir. Samime Hanım'ın kocası, Ayşecik'in de babası ve nişanlısı Trablus cephesine gittiklerinden beri koca evde birbirlerine arkadaşlık etmektedirler. Ayşecik, bu eve akrabası olan Samime Hanımın kocası Tuğrul Bey'in babasından haber alabileceği ümidiyle gelmiştir. Fakat Tuğrul Bey de kısa zaman sonra cepheye gitmiştir.

Samime Hanım ile Ayşe iki dert ortağı olmuşlardır. Her ikisi de her gün Allah'a cephedeki yakınları için yalvarmakta, evde matem havası esip durmaktadır. Samime Hanım, Ayşe'ye kocasından, Ayşe de utanarak nişanlısından bahsetmekte; böylelikle avunmaktadırlar. Ayşe, Samime Hanıma muharebeden bir haber olup olmadığını sorar. Samime Hanım, gazetedeki haberi okumaya başlar. Gazetede şunlar yazmaktadır:

'On üç zırhlıya karşı bir asker'
"Salı sabahı düşman zırhlılarından on üçü Trablus 'un şark tarafında kalan Hamidiye İstihkamı'nı dövmeğe başlamışlardır. İstihkam da on bir neferle bir çavuş vardı. Neferlerin dokuzu bir müddet sonra şehid, ikisi mecruh olmuş ve sağ kalan Mehmed Çavuş isminde bir kahraman henüz parçalanmayan birkaç topla, dünyanın hiç bir muharebesinde işitilmemiş, hiç bir memleketin tarihinde görülmemiş bir inat ve metanetle tek başına düşmana mukabele etmiş ve nihayet tunç toplarla beraber o pulat vücut da başına yağan yüzlerce gülle altında parça parça olmuştur. Böyle emsalsiz erlere malik olan millet dünyanın en büyük milletidir."

Gazetedeki haberi duyan Ayşe, haykırmaya ve ağlamaya başlar. Haberdeki Mehmet Çavuş babasıdır. Ayşe baygınlık geçirir. Samime Hanım, onu teskin etmeye çalışır. İkisi de abdestlerini alarak Allah'a secde ederler. Dakikalarca ağlayarak Allah'a dua ederler. Samime Hanım, Ayşe'ye yatmasını ve Allah'a nişanlısının yaşaması için dua etmesini söyler.

Ayşe rüyasında nişanlısı Tosun'u görür. Bir melek, onu Trablusgarb'a nişanlısının yanma götürür. Nişanlısının yanında babasıda vardır. Babası, nişanlısını götürmesini, onun yerine de savaşacağını söyler ve gider. Ayşe, Tosun'a sarılarak ağlamaya başlar. Tosun'la birlikte bir yere otururlar. Tosun, düşman kurşunu askerlerimizin bağrını delerken, buradan ayrılamayacağını söyler. Bu arada, Tosun'un her yerinden inciler akmaktadır. Ayşe incileri toplayıp padişaha vererek nişanlısının bedelini vereceğini düşünür ve sevinir. Tosun, düğmesini açtığında içinden mücevherler dökülmeye başlar. Tosun, ona:

"Benim bedelim bu çöllerin bütün kumlarıdır. Ben bitmeyince Trablus, bitmez." der. Padişaha bir demet çiçek götürmesini söyler. Ona son söylediği cümle:

"Gönlüm diyorki ben şehid olmamışsam mutlaka çiçekleri padişaha vereceksin."

Ayşe, sabah olunca hemen bahçeden çiçek toplar. Padişaha gidecektir. Dolmabahçe Sarayı'nın önünde elinde çiçeklerle duracak, padişah onu görünce Ayşe'yi yanına çağıracaktır. O da padişaha: "Alınız menekşelerimi, veriniz gülümü!" diyecektir. Bu düşüncelerle evden çıkar. Yolda birkaç bölük asker görür. İçlerinde Tosun da vardır. Onu görünce gözleri kararır ve oracığa düşüverir. Ayşe aklanmıştır. Gördüğü asker Tosun değildir. Elinde ki menekşeler de çamurun içine düşmüştür. O anda rüyada Tosun'un: "Ben şehid olmamışsam mutlaka çiçekleri padişaha vereceksin." dediğini hatırlar. Ağlayarak onun şehid olduğunu anlar.

Boğaziçi Mehtapları (Abdülhak Şinasi Hisar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Boğaziçi Mehtapları

Kitabın Yazarı : Abdülhak Şinasi Hisar

Kitap Hakkında Bilgi :

"Bugünkü edebiyatı yakından takip edenler bu hulyayı ve onun ömrün büyük hakikatlerinin çok defa herkes için boş duran tasını zaman zaman dolduran lezzetli ve büyülü içkisini gayet iyi bilirler. Boğaziçi Mehtapları'nın bu özlü şairi bize, yaşadığımız şehrin saat ve manzaralarında bu hulyanın serin ve başdöndürücü tadını bol bol ikram etmişti. Bu yazılarda bize bu seyyal unsurla varılacak merhalelerin mucizesini ne kadar iyi göstermişti. Çünkü bu hulya denilebilir ki metodlu olan bir hulyadır. O bizim ruh dalgınlığımızın, bir firar anımızın safdil meşgalesi değildir." (Ahmet Hamdi Tanpınar - Tasviri Efkar, 15 Eylül 1941) "Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi Mehtapları isimli kitabı, Türk edebiyatının en mükemmel eserlerinden biridir. Abdülhak Şinasi'den başka hiçbir edibimiz bu mevzuu bu kadar derin bir hassasiyetle, başından nihayete kadar bu derece muhteşem bir şiire bürüyerek değil de, doğrudan doğruya şiir halinde yazamadı." (Nahit Sırrı Örik - Tanin, 22 Eylül 1943)

Kitabın Özeti :

Eski zamanın, politik yönünü değil, Boğaziçi'ndek i şiirli tecellisini tasvirde bu kadarla yetinemeyen Abdülhak Şinasi, Boğaziçi Yalıları ile gene o büyülü atmosferi anlatmaya devam etmiş. Sonra Eski Zaman Köşkleri ile eski İstanbul'un başka semtlerindeki şiiri; yüzlerce sahtesi arasına karımış beş on halis elması sadece pırıltı farkından tanıyıp ayıran bir kuyumcu sabrı ile, her şeyi silip yok eden zamanın insafsız pençesinden kurtarıp ölümsüzlüğe kavuşturmuştur.

Kitapta yedi bölümde yirmi sekiz yazı yer alır.

Bu başlıklar gelişigüzel değil, son derece planlı bir çalışmanın göstergesidir. Bu başlıkları Boğaziçi Medeniyeti'ni kavratmak için bir yol haritası olarak yazar. Bu başlıklar ve onların altında işlenen konular şöyle sıralanır:

Hazırlanış: Boğaziçi Medeniyeti, Mazinin Yok sullukları, Tabiat Sevgisi, Musiki İptilası
Toplanış : Bu Gecelerin Kıymeti, Saz Fasılları, Kayıklar ve Sandallar, Yan yana Gelenler ve Gelmeyenler
Musiki Faslı: Kayıklar ve Sandalların Kervanı, Saz Fasılları, Saz Sesleri, Hanende Sesleri
Sükût Faslı: Boğaziçi Cenneti, Mehtap, Yalıların Önünden Geçiş, Sessizliğin Şiiri
Aşk Faslı: Mehtapta Görülen Güzellikler, Karanlıkta Parıldayan Arzular, Şarkıların Dedikleri, Herkesin Aslanı, Söyleyen Saz
Dağılış: Fanilikler, Sönüş, Ayrılış, Unutuluş
Hatırlayış: Mazi Cenneti, Bizimle Beraber Yaşayan Hâtıralarımız, Hâtıralarımızın Zaman İçinde Devamı, Başka Dünyaların Bizden Görebilecekleri

Kitaptaki bazı bölümlerden alıntılar:

Tabiat Sevgisi Parçasından

İstanbul'da tabiatın emsalsiz güzelliği, şüphe yok ki Boğaziçi'ndedir ve İstanbul'un en güzel semti olan Boğaz'a o zaman gösterilen rağbet tabiata duyulan sevgiyi ve verilen kıymeti gösteriyordu. Theophile Gautier için olduğu gibi o zamanki hanımlar ve beyler için de tabiat var olan, görülen, sevilen bir şeydi. Bu ruhlar İnsan güzelliği kadar tabiat güzelliğini de duymasını ve sevmesini biliyorlardı. Bu insanlar daha tabiatla aralarını büsbütün açmamışlardı. Ruhları ve vücutları birbirlerinden tamamıyla ayrılmamıştı. Şehir her yanından denizlere ve dağlara, Boğaziçi de her yanından kırlara açılıyordu. Nakil vasıtalarının iptidailiği, kulübelerde oturanlardan ta saraylarda oturanlara kadar herkesi mevsimle alakalandırır, sıcak ve soğuk, rüzgâr ve kar, yağmur ve çamur herkesi meşgul ederdi. Soğuğu ve sıcağı bütün insanlar duyarlar, konakların, köşklerin odaları da mangallarla ısınırdı.

Eski evlerin hayatı insanları tabiattan şimdiki apartmanlar gibi ayırmazdı. Eve bahçeden geçilir, bahçe sulanmak için bir kuyudan su çekilir, çiçekler bahçeden evlere girer, lavanta çiçekleri temizliği duyuran kokularını yataklara dökerdi. İnsanlar ne tattıkları zevki değiştiren mevsimleri, ne de sevdikleri hayvanları düşünmemezlik edemezdi. Evin en rahat köşelerinde kediler horlardı. Daha eskiden İstanbullu ata biner, ava giderdi. Şehirde kira arabaları kadar da kiralanan binek hayvanları vardı. Boğaziçi'nde de yalılar önünde oltayla yahut da açıkta kayıkla balık tutulurdu. Boğaziçi'nin hemen kendine mahsus olan ve sularının nefis meyvelerine benzeyen balıkları vardır. Bunlar da insanla, saatler ve mevsimlerle alakalandırır. Çünkü bazıları hemen her akşam, bazıları geceleyin tutulur, ekserisinin, birbirini takip ile, aylara göre değişen ve hemen bütün seneyi kaplayan ayrı ayrı mevsimleri vardır.

Sessizliğin Şiiri Parçasından

Maziyi anlamak ve duymak için bilinmesi lazım gelen, şimdi elim izden kaçırmış olduğumuz bir nimet, bize yardım elini uzatan bir ilah vardı ki o da her günümüzü saran nefis bir sessizlikti. Sükût, gramofonlarla yenilerek, radyolarla kovularak, otomobil, otobüs, tramvay gürültüleriyle delik deşik edilerek gitgide o kadar azalmış, daralmış, ufalmış, yeni hudutlarının içinde kalmış ve bizim saatlerimizin çoğundan o kadar uzaklaşmıştır ki bazen ona rast gelince bir lezzet gibi duyuyoruz. Biraz süren sessizlik bize ilaç diye koklanan bir ruh gibi tesir ediyor ve musiki yerine geçiyor. Vaktiyle Shakespeare de tam bir sessizliğin en tatlı bir musiki makamına geçtiğini söylemekte haklıydı. Sükûta şimdi bir koruya, bir bahçeye girer gibi erişiyoruz. O zamanlarsa bu bizim tabii ve hem en daimi iklimimizdi. Sükût esas ve onun haricinde şarkı ve saz ise nadir tadılır zevklerdi. O zam anlarda bol bol kandığımız sessizliğe biz elbette şimdiki kadar acıkmış ve susamış değildik. Fakat bilakis ona pek alışkın olduğumuzdan tadını çıkarmasını daha iyi bilirdik .

Hayat mefhumunun düşünülmesi gündelik patırtılar arasında o kadar güçleşiyor ki bunu duyabilmek ve tadabilmek için şehrin gürültülerinden kurtulmuş, yıkanmış olmak lazım geliyor. Şimdi sükûttan öyle mahrum uzki geçenlerde Boğaziçi kıyılarında dolaşırken eskiden bildiğim bir ruha tekrar kavuşur gibi olmuştum. Onu birdenbire tanıyam adım. Tattığım lezzete akılerdiremiyordum. Sükût içinde kendi kulaklarımın uğultusunu işitiyordum. Meğer bu beni yavaş yavaş sarmış olan eski, rahat ve tatlı sessizlikmiş. Onun nurunda vücudumun ve ruhumun, eyvah! Ne boş patırtıların kurbanı olarak ne kadar yorgun, ne kadar yıpranmış olduğunu gördüm .

Şarkıların Dedikleri Parçasından

Boğaziçi'nde bazı yaz günleri her zamankinden daha güzel olur. Bu harikulade günlerde gök yüzü daha parlak, deniz daha berrak, dünya daha tılsımlı, hayat daha mucizeli, tabiat daha ilahî görünür. Bu müstesna günler ruhlarımızı son haddine kadar açar; fakat asla mesut etmez. Bilakis onların acı duyulan bir tadı vardır. Zira bilinmez nasıl bir yerden sırrını vermeyen bir ruh sanki bize bakar; acırmı, acımaz mı? Bilemeyiz; küçüklüğümüzü gördüğünü sanırız ve mahzun oluruz. Genişlemiş ruhumuza o günlerde hayat, bütün lezzetiyle, sanki az gelir.

Ömrümüzün tabiat kadar güzel olmadığını ve dünya kadar ebedî olmadığını daha çok duyarız. Henüz çocukken hassaslığımın daha çoğaldığı böyle günlerde, artmış bir merakla, bir çiçeğe, mesela bir sümbüle veya denizin içinde açılır kapanır bir köpüğe benzeyen bir pelteye bakarak uzun uzun daldığımı hatırlarım. İnsan o nazlı çiçeği gördükçe hep mahvolan bu güzellikler nedir ve niçindir? Veya denizde canlanmış bir köpük gibi açılan kapanan peltenin âdeta nebati hayatını gördükçe hep mahvolan bu hayatlar nedir ve niçindir, demek ihtiyacını duyardım. O ihtişamlı günlerde bütün bu sualler hep cevapsız kalırdı. Şimdi ne hatırımdaki o güzel günlere baksam güya o nazlı çiçeğin bir nida işareti gibi açılıp beklediğini ve sularda yüzen peltenin bir sual işareti gibi açılıp kapandığını görüyorum.

Mazi Cenneti Parçasından

Geçmiş bir zamanı diriltmek, kendi gençlik çağımızı tekrar etmek gibi tamamen imkânsızdır. Fakat insanın da, milletin de sağlam temelleri bu tekrar dirilmesine imkân olmayan geçmiş zamanlarıdır.

Milliyetçilik muarızları en evvel milli maziyi unutturmak isterler. Bu millete yapılabilecek en sinsi ve en şeytani hücum onun vicdanından mazisini almak, hafızasında mazisini yok etmektir. Bundan mahrum edilen bir millet en emin kuvvetini kaybetmiş olur. Bize saldıran düşman daima topraklarımıza ve ölülerimize hücum eder. Zira biz o toprak arla o ölülerin mahsulleri ve devam larıyız.

Herkesin kendi mazisine hasret çekmesi tabiidir. Zira bu en güzel hayat çağında, yirmi yaşlarında bulunduğu zamanı sevmesi ve ona tahassür etmesi demektir. Mazi en kıymetli zamanlarımızdır. Zira hatırımızda bugünlerimize kadar devam etmesiyle, en çok uzamış olan, en çok yaşamış bulunduğumuz zamanımızdır. Mazi hâle uzaklığı nispetinde sağlamdır ve biz ona hayatımızı uzattığı nispette bağlı kalırız.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi :

Abdülhak Şinasi Hisar: 1883'te İstanbul'da doğdu. 3 Mayıs 1963'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Romancı. Türkiye'de ilk edebiyat dergilerinden 1882 -1883'te yayınlanan Hazine-i Evrak'ın yayıncısı, öykü ve eleştiri yazarı Mahmud Celaleddin Bey'in oğlu. Babası ona hayranlık duyduğu iki şair Şinasi ile Abdülhak Hamit Tarhan'ın adlarını verdi. Çocukluğu Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca'daki konaklarda geçti. Mürebbiyelerinden Fransızca öğrendi. Tevfik Fikret'ten Türkçe dersleri aldı. 1905'te Mekteb -i Sultani'yi (Galatasaray Lisesi) bitirdi. 1905 -1908 arasında Paris'te Siyasal Bilgiler Yüksekokulu'nda öğrenim gördü. Jön Türk hareketine katıldı. İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. 1909'da bir Fransız şirketine memur olarak girdi. 1924'te Reji İdaresi'nde çalışmaya başladı. Balkan Birliği Cemiyeti Genel Sekreterliği yaptı. 1945'te Uluslararası Barış Kongresi'ne katılmak üzere ABD'ye gitti. Sonra ölümüne değin sürekli İstanbul'da kaldı.

1921'den sonra "Dergâh" dergisinde "Kitaplar ve Muharrirler" başlığıyla yazdığı eleştirilerle adını duyurdu. Yarın, İleri ve Medeniyet dergilerinde şiirleri, eleştirileri yayınlandı. Cumhuriyet'ten sonra Ağaç, Türk Yurdu, Ülkü ve Varlık dergileriyle, Milliyet ve Dünya gazetelerinde yazdı. İlk romanı "Fahim Bey ve Biz" 1942 Cumhuriyet Halk Partisi yarışm asında üçüncülük ödülü aldı. Bu eser eleştirmenler tarafından "akıcı bir dil ve yetkin bir üslupla kaleme alınmış" diye değerlendirildi.

Romanlarında Rumelihisarı, Büyükada, Çamlıca üçgeninde varlıklı, gününü gün eden, sorunsuz insanların yaşamlarını yansıttı. Bu çevrelerin dışındaki yaşamı basit ve aşağı buldu. Fransız edebiyatçılardan etkilendi. Kahramanlarının hepsini dengesiz, gariplikleri olan, içine kapanık, başarısız ve hayalleriyle avunan kişiler olarak kurguladı. Olaylardan çok kahramanlarının duygu ve düşüncelerine öncelik verdi. Şiirsel bir dil ve özgün bir teknik kullandı.

Boğaziçi Mehtapları, Abdülhak Şinasi Hisar'ın ilk kitabı "Fahim Bey" ve "Biz" den iki yıl sonra yayımlanan (1943), ikinci kitabıdır. Kendi romanlarına bile bunlar birer "hatıra" der. Ama Boğaziçi Mehtapları gerçekten bir "hatıra" ya da "deneme" türünde kaleme alınmıştır.

Yer yer üslup işleyişi ile şaşırtıcı bir kalem ustalığından haber veren bu kitap, kendisinin "Boğaziçi Medeniyeti" adını verdiği, artık tarihe karışmış, kenarda köşede kalmış birkaç eski yalısının hatıralarda canlandırmaya yetmediğini, büsbütün aynı ve muhteşem bir güzellikler âleminin belki de böylesine bir ihtişamla, ancak şairin her şeyi yeniden yaratıp güzelleştiren hayalinde yaşamış bir "Binbir gece" âleminin tasviri ile doludur.

Bize Göre (Ahmet Haşim) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bize Göre

Kitabın Yazarı : Ahmet Haşim

Kitap Hakkında Bilgi :

Ahmet Haşim "Bize Göre"de Batı medeniyetinin insanımız üzerinde bıraktığı yıkıcı etkiyi günlük hayatın ayrıntılarına işaret ederek anlatmaya çalışır.
"Bize Göre" Ahmet Haşim'in, bazen mizaha yakın anlatımıyla doğu ve batı arasında kalan bir toplumun dünyasını, bir şair gözüyle tasviridir.

Kitabın Özeti :

Ahmet Haşim, 1921′de nesir yazmaya başlamıştır. İlk nesirlerini topladığı Bize Göre ile Türk Edebiyatının en orijinal üslupçusu olarak kabul edilmiştir. Ahmet Haşim'in derli toplu, bir konu etrafında şekillenen yazılarında zarif, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir. Bize Göre'de 42 fıkra bulunmaktadır.

Eserden Seçmeler

GARDEN BARDA KONUŞAN İKİ ADAM

- Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne derilerindeki beyazlık insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık, insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık, insan dudağı kızıllığıdır. Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları kadar güzel değil! Kırmızı, sarı, yeşil, siyah boyalar, renksiz etleri, çipil gözleri, soluk dudakları değişikliğe uğratarak, harap uzviyetlerden birer gençlik ve güzellik mucizesi vücuda getirmiş. Kim diyor ki kadın şimdi, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler altında saklamıyor? Ya boya örtüleri? Bunların altında hakiki çehreyi hiç görmek kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?

- Kadın ne yapardı bilmem . Fakat boyalar olmasa bilmem ki göz nasıl boyanırdı?

Senelerden beri leylek görmüyordum. Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son senelerde İstanbul'a az rağbetleri her kesin dikkatini çekmişti. Sonradan öğrendik ki Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu saygı değer kuşları arsenikli yemlerle öldürüyorlarmış.

Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve keskin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birden damlar tarafın dan gelen bir leylek gagası takırtısıyla durdum. Senelerden beri hasret kaldığı dost sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların geniş tebessümüyle gerilmişti.

Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, ses hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur. Bir bac a üstünden ufk a çizilen bir leylek şekli, muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin gök yüzü. Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir. Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam. Sıcak bir Asya gecesi: Damlarınyan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıkı kadınlar. Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar. Bütün bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası.

Muhakkak, leylek, ressam ve şairi birtakım karışık ve mevzun hayallere davet etmek üzere yaratılmış bir kuştur. İş te onun içindir ki maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramayacak kadar güzel olan bu hayvanı öldürmek cesaretini kendinde buluyor.

SİNEMA

Boş vaktim oldukça sinemaya giderim. Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudumun değil, ruhumun bir çetin yol üzerinde mola verdiğini hissederim. Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir. Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan başka nedir?

Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve kolayca aldanış kabiliyetini koymasıdır. Rüya alemi üzerine açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, dövüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların tatsız tuhaflıklarından veyahut kovboy süvariliklerinden veya harikulade hırsızlık vakalarından, başka türlü tat almak kabil olur muydu? İnsan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir.

Resmi, beyaz perde üzerinde kımıldayan şu rimel ile kirpiğin her teli bir ok gibi dikilmiş güzel kadının gözünden, damla damla akan sahte göz yaşları, zevkini ve aklı selimini şapka ve bas tonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, teessürden değil, ancak can sıkıntısından ağlatabilir.

Sinema, böyle yorm ayan m as um bir göz eğlences i k al dıkç a, yorgun baş ın m unis bir sığmağıdır. Her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, tatlı bir ninni vazifesini görür. Ben, en güzel ve en dinlendirici uykularımı sinemanın, ipek yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlığına borçluyum.

ŞEHİR HARİCİ

Üç dört seneden beri uzak çiftliğinde, arılar, inekler, keçiler ve tavuklardan müteşekkil dost bir hayvan çemberi ortasında yaşayan akıllı bir dostumu ziyarete gittim .

Şehirden tam am en uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta, tanımak müşkül oldu: Saçları vahşi bir geli me ile başını sarmış, rengi bak ır kırmızılığı almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler belirmişti. Alnında ne hüzünden, ne neşeden eser kalmamıştı. Tabiat, dostumu kendine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü. Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, şüphe yok ki vücudu böyle haşin bir zırh ve içindeki ruhu da böyle bir çelik külçesi hâline getirmektir. Şehirlerin sarı derisini kırların kızıl derisine değişmedikçe güneşin ve toprağın kardeşi olmak kabil mi?

Derler ki: Aynı ağaç ların, aynı tepelerin ve aynı göklerin sonsuz bir tek rarından başka bir şey olmayan kır aleminin saadetleri, sırf şairane bir icat eseridir. Gerçekten, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, Çukurova sınırı dışında bir cennet var olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için asırlardan beri manzum sözün telkin kudretinden yardım dilemiştir. Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa kolay süt, ekmek , peynir ve bal temin eden bir çiftlik olabilir.

Fakat kır, hakiki kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu bir âlem dir.

Şehir Mektupları (Ahmet Rasim) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Şehir Mektupları

Kitabın Yazarı : Ahmet Rasim

Kitap Hakkında Bilgi :

Ahmet Rasim bir istanbul yazarıdır. Onun kitapların-da şehrin nabzını, ruhunu, rengini, kokusunu buluruz. Ahmet Rasim'in istanbul'u bu kadar içerden ve ayrıntılı gözlemleyip aktarabilmiş olmasında yetişme ve yaşama biçiminin de doğrudan etkisi vardır. Sokakta, halkın içinde büyüyen Ahmet Rasim, insana ve şehre ait gözlemlerini çocukluğundan son yıllarına kadar çok canlı tablolarla kaydetmiştir. Böylece bir yandan çocukluk arkadaşları, aile çevresi, iş arkadaşları, girip çıktığı okullar, gazeteler, gezdiği mekânlar, semtler ile kendi özyaşamını aktarırken bir yandan da insanları, doğal dokusu, gelenekleri, idari yapısı ile dönemin istanbul'una dair önemli bilgiler bulabileceğimiz zengin bir doküman oluşturmuştur. (...) Edebiyatımızda yaşadığı çevreyi, şehri, gündelik hayatı yazıya dökme alışkanlığı yaygın olmadığı için Ahmet Rasim'in Şehir Mektuplarındaki tanıklığı daha da değer kazanıyor. Ancak bu mektupların hem yayımlandığı günlerde hem edebiyat tarihi içinde kazandığı ünde Ahmet Rasim'in dilinin de büyük payı olduğunu söylemeliyiz. Sokağın, devlet dairelerinin, gazete idarelerinin, eğlence mekânlarını, ev içlerinin, çocuk oyunlarının dilini bütün renkleriyle yakalayıp aktarabilen bu canlı ve kıvrak dille Ahmet Rasim, "gördüklerini anlatmayı" ve en sıradan olayların hikâyesini bile "tatlı tatlı dinletmeyi" bilir.
Doç. Dr. Handan İnci

Kitabın Özeti :

1865′te İstanbul’da doğan Ahmet Rasim, Ahmed Mithat’ın yönlendirmesiyle basın hayatına atıldı. Makale, sohbet, şiir ve çevirilerini çeşitli dergi ve gazetelerde yayımladı. Cumhuriyet döneminde İleri, Vakit, Akşam ve Cumhuriyet gazetelerinde yazdı. Ders kitapları ve çevirileri dışında 140 kadar yapıtı vardır. Roman ve öykülerinde İstanbul hayatına dair ilginç betimlemelere rastlanır. Liselerde okutulmak üzere yazdığı Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi 1910-1912 bu dört ciltlik yapıt 1966′da yeni harflerle Meydan gazetesinde yayımlandı, faide başlığı altında ve dipnotlarıyla önemlidir. Şehir Mektupları’nda 4 cilt, 1910-1911 II. Abdülhamid döneminin İstanbul’unu büyük bir gözlem yeteneği, sade ve kıvrak bir üslupla anlatır..En büyük özelliği, yazılarını bir sohbet havası içinde yazması ve okurunu daha ilk cümleden kucaklamasıdır. Çeşitli yazınsal akımların dışında kalarak kendine özgü bir üslup ve ironiyle ortaya koyduğu yapıtlar geniş bir kitlesi tarafından zevkle okunan Ahmet Rasim altmış kadar da şarkı bestelemişti.

2. Mektup’tan

Boğaziçi, yer yer, mesirelerini açıyor. Sefa günleri geldi. Baharın kalan kısmı, yaz başlangıcı ile birleşerek, ne pek terletici ne de üşütücü esen yellerle, o zarif girintinin kıyılarını ve tepelerini tazelikle kaplamış. İnsan, derhâl bir kayığa veya sandala atlayarak gün batarken tepeden tepeye aks eden renk oyunlarını, sahilden sahile vuran renkli dalgalan seyretmeye hevesleniyor. Bakış, her yanı dolaşıp durdukça, o daracık yerde toplanan benzersiz tabii güzelliklere hayran kaldıkça, zevk ve şenliğin buraları terk edeceğine inanamıyor. Bana kalırsa haliç, yalnız bir Sadabad’ıyla Şehir Mektupları gece, yıldızlı örtüsünü semburalara karşı övünemez. Göksu, manzaraca, ondan aşağı kalır mı? Akşamları süzüle süzüle vadiye sokulan sandallar, sağda solda dinlenerek gün batarken Küçüksu önüne çıktıkları zaman, suların coşkun akışındaki hüzünlü ilhamlar, Kâğıthane dönüşünde bulunur, görülür manzaralardan değildir. Gönül oralarda gecelemek, ertesi sabahı görmek istiyor. aya yayar yaymaz hatıra, yorulmuş zihinlere ferahlıktan ve şenlikten ibaret bir sevinç hissi geliyor, terlemiş alınlara rahat ve huzur verecek rüzgârlar temas ediyor.

17. Mektup’tan

Ben zaten, ümmetin oruçlularından olduğum için, Rama-zan’dan pek rahatsız olmam. Bildiklerimden pek çok kişi de benim gibidir. Ne olacak? Günde beş kuruşa işkembe çorbasıyla, yarım baş suyuna salınmış söğüş ile beslenen mideler açlık elemine alışmış demektir. Fakat ne hâldesiniz? Burasını anlamak isterim. Acaba, evde mama dadıya bir parça bir şey saklatıp güzelce yedikten ve akşama kadar sürecek katlanma gücünün dozunu düşürmemek için birkaç bardak su içtikten sonra ele teşbih alarak mı çıkıyorsunuz? Dünyada bu riyacı tavrı yutmayanlardan biri de bizim Ayazağa mektupçusudur. Ha, göreyim seni! Deyin. Size, oruçsuz olup da kendisini halka niyetli gösteren ne kadar bey, efendi, ağa, hanım varsa hepsini birer birer seçip ayırır. Bu ustalığı ne şekilde edindiğini sorduğumda dedi ki:

- Bundan kolay bir şey yok. Bir kere çehresine bakarım: Eğer yazar çehreli ise oruçlu, direktör simasında ise oruçsuzdur. Çünkü bu ikiden biri senenin her gününde mutlaka aç, öteki muhakkak toktur.

30. Mektuptan

Çocukluk Hatıralarına Dair
Yer altında babam bıyığı! Nedir o, bil, diye küçük iken dadınız veya komşu Habibe Molla’nın söylediği bilmeceyi halletmek İçin ne kadar zahmet çektiğinizi hatırlıyor musunuz? Eski kadınlar, çocukların zihinlerini bilemek için bu gibi muammalara başvururlardı. Ah! Şimdi, o kadınlar nerede? Hele, o zeki çocuklar ne oldular? O çocuklar ki bilmece söylenir söylenmez kaşını çatarak, parmaklarına bakarak, birden bire:

- Pırasa, derler ve orada bulunanları fevkalade dehalarına hayran ederlerdi. Şimdi onların hepsi büyüdüler, bıyıklı, sakallı oldular, başka bilmecelerle uğraşıyorlar. Ah! Ah! İnsan, buna nasıl üzülmez? O zekâlar söndü de fitili kalmamış lambaya döndü. Hele yer altında kınalının havuç; yer üstünde babam başının lahana; kapısını örttüm güm dedi, içeriye girdim bum dedinin hamam; masal masal matı tas, kaynanamın başı daz, çukura düştü çıkamaz, pır pır eder uçamazın pire; gidi gidiver, şu gidiyi tutuver, ne tatlıca eti var, tutulmaya niyeti varın balık; ben giderim o gider, önümde tın tın ederin sakal; yer altında kazan kaynarın karınca; çat burada, çat kapı arkasındanın süpürge; ne yerdedir ne gökte, cümle alem içindenin ayna; sürdüm kustu, çektim küstünün kahve; bir küçücük fıçıcık, içindedir turşucuğun limon olduğunu bilenler yaşça hayli ilerlediler.

46. Mektup tan

Bayılırım. Hayalimden geçtikçe İçim titrer: Küçük bir oda, ufak bir soba, pufa yatak, yumuşak yorgan, içinde ben! Dışarıda lapa lapa kar. Ağzımın suyu akar. Hiç durma yorgana sarıl, yat! Denilen hava, dünyada ancak bu kadar şirin olur. Rüzgârın camları zıngırdatması, ninni gibi tesir eder. Sobanın çatırtısı gıdıklar. Fakat, mangaldan fırlayan ‘çıt’ı sevmem. Hani ya insan bazan dalar da mangalın kenarına çöker, garip garip düşünürken, mesela, alt dudağının sol bıyık ucuna doğru ‘çıt’ diye bir şey yapışır, acı acı yalanır. Hoşuma gitmez. Böyle günlerde, biraz da midenin hoş edilmesi gibi şeyler de düşünülür. Ben böyle olsam başka şeyler de düşünürdüm a! Herkesin kalbi bir olmaz. Baba Yaver tarhana çorbasına, latif şiş kebabına, paça böreğine, saçlı sakallı yassı kadayıfla birlikte yenilmek üzere hurma tatlısına, tavuk suyuna, nohutlu pilava dayanamaz.

Evliya Çelebi ve Seyahatnâmesi (Evliya Çelebi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Evliya Çelebi ve Seyahatnâmesi

Kitabın Yazarı : Evliya Çelebi

Kitap Hakkında Bilgi ve Özeti :

Gezip tozmayı yeni yerler görmeyi kim istemez ki? Böyle bir şeyi istemeyen kişinin bulunacağını hiç sanmıyorum. Şüphesiz gezmeyi hepimiz severiz, ama gezmeye hepimizin gücü yetmez. Yeni yerler görme merakımızı da yabancı film izleyerek, kitaplar okuyarak gidermeye çalışırız. Bu gezilip görülen yerleri anlatan gezi kitapları, seyahatnâmeler bu yüzden en çok okunan kitaplar arasında yer almıştır. Bu kitaplar hele bir usta kalemden çıktıysa okuyana büyük keyif verir. Gezi yazıları çok olmakla birlikte dünya çapında bu şekilde gezi kitapları ile şöhret kazanmış üç beş isim öne çıkar. Hele hele bunlardan üç isim çoktan unutulmazlar arasına girmiştir: Marco Polo (1254-1324) , İbni Batuta (Mağrib 1304-1369)) ve Evliyâ Çelebi (1611-1684).

Marco Polo, Venedikli bir İtalyan seyyahıdır. uzun yıllar boyunca seyahat etmiş babası ve amcası ile Orta Asya ve ta Çin’e kadar gitmiş; bu ülkede ve yolda gördüklerini akıcı, eğlendirici bir üslupla yazmıştır. İbni Batuta ise bir Arap seyyahıdır. O da Fas’tan (Cebel-i Târık) yola çıkmış Arap yarımadasını ön Asya’yı Uzak Asya’yı, Karadeniz’in kuzeyinde yer alan topraklarını (Kırım, Rus, Moskova hattı) gezmiştir. Bu dönemlerin ulaşım ve nakliye imkanları düşünüldüğünde gezilerin insanı hayrete düşüren bir alana yayıldığını görürüz. Bu iki seyyahtan asırlar sonra yaşamış olan Evliyâ Çelebi’nin gezdiği alan da bu iki seyyahın gezdiği alandan az değildir. O da bu gezdiği muazzam alanı ve bu alanlarda gördüklerini Seyahatnâme adlı 10 ciltlik eserinde çok eğlenceli bir dille anlatmıştır. Üstelik bu eserin dili Türkçedir. Çok az bir gayretle orijinalinden okuyup anlayabilirsiniz.

Günümüzden tam 400 yıl önce imparatorluğun merkezi olan İstanbul’da dünyaya gelen Evliyâ Çelebi aslen Kütahyalıdır (1611). Dedeleri bu şehre İstanbul’un fethinden sonra gelmiştir. Çelebi, Seyahatnâme’sinde soyunu, ta Yesevî’ye kadar dayandırır ve dedelerinden birinin Fatih’in bayraktarlığını yaptığını söyler. Babası Mehmed Zıllî Efendi, Kanunî’den I. Ahmed’e kadar sarayın baş kuyumcusu (ser-zergerân) görevinde çalışmıştır. Annesi ise Kafkasyalı bir câriyedir. Döneminin standart eğitiminden başka (mahalle mektebi ve medrese) daha çok yüksek devlet memurlarının yetiştirildiği saray okulunda yani Enderun’da eğitim almış buradaki eğitimini tamamladıktan sonra da 1635 yılında dönemin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli padişahlarından kabul edilen IV. Murad (Bu arada o yalnız IV. Murad değil, I. Ahmed (1603-1617) I. Mustafa (1617-1623) II. Osman (1618-1622) IV. Murad (1623-1640) I.İbrahim (1640-1648) IV. Mehmed (1648-1687) gibi hükümdarların dönemlerini de idrâk eder.) ile tanıştırılmış ve kısa sürede padişahın yakın çevresi arasında yer almayı başarmıştır. IV. Murad’ın vefatından sonra da bugünkü askerlikte motorize kuvvetlere denk gelen bir askerî kurum olan sipahiler arasında yer alır. Evliyâ Çelebi, henüz 20’li yaşlarının başlarındayken seyahat etmek, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplulukları, kurulan medeniyetleri, mimari eserleri tanımak arzusuna düşer. Buna, büyük ölçüde içinde yaşadığı çevrenin sebep oluşturduğu görülmektedir. Babasının Kanunî Sultan Süleyman Han devrini yaşamış, güngörmüş bir kişi olması, hepsi hoş-sohbet kimseler olan babasının arkadaşlarının anlattığı şeyler, zaten insanları, yeryüzünü tanımaya meraklı olan küçük Evliyâ’yı gezip görmeye, tanımaya daha da heveslendirir. Bir süre bu fikri nasıl gerçekleştirebileceğini düşünür.

Seyahatlerinde iki rüyanın önemli olduğunu söyler. Birisi kendi gördüğü rüyadır ki bu rüyasında önemli sahabelerden Sa’d bin Ebî Vakkas ile görüş ve Hz. peygamberden şefaat dilerken dili sürçer “Seyahat ya Resulallah” der. Bu dil sürçmesi üzerine kaderi belirlenmiştir, artık sürekli seyahat edecektir. Seyahatlerini nasıl yapacağı ve yazması konusunda da Sa’d bin Ebî Vakkas’tan emir alır. İkinci rüya ise babasından seyahat için izin alma hakkındadır. Babası gördüğü bir rüyada daha önceki dönemlerdeki önemli evliyaların, oğlunun seyahatine izin için kendisine baskı yaptıklarını söyler. Biz iki rüyayı da Evliyâ Çelebi’nin eserinde kendi ağzından dinleriz. Bu rüyalar gerçek olsun olmasın bize, Evliyâ Çelebi’nin seyahatlerine bir olağan üstülük katmak istediğini de gösterir.

Evliyâ Çelebi nerelere seyahat etmiştir?

Seyahatlerinin çoğunu yukarıda sözünü ettiğimiz gibi resmî görevleri sırasında askerî ve diplomatik görevlerle komşu ülkelere ve yabancı ülkelere giden yüksek rütbeli devlet memurlarına eşlik ederken yapmıştır. Bu bağlamda savaşlarda bulunmuş bir çeşit savaş muhabirliği yahut da savaşın akışını belgelendirme görevini üstlenmiştir. Bu görevle küçüklü, büyüklü 22 civarında savaşta bulunmuştur. Bunların dışındaki seyahatlerini de yabancı elçilik heyetleri yurtlarına dönerken onların yanında bulunurken yapmıştır. Ö rneğin İran, Romanya ve Balkanlara seyahatleri bu şekilde olmuştur. Bu resmî görevleri dışında dinî görevini yerine getirmek için Arabistan’a yolculuk etmiştir. Hac görevini yerine getirdikten sonra 10 yıl kalacağı Mısır’a geçmiş ve burada iken kuzey ve kuzey doğu Afrika’yı da gezmiştir (Sudan veHabeş). Seyahatnâme’nin X. cildi eksik bir şekilde birden bire bittiğinden Çelebi’nin eserini bir sonuca bağlayamadan vefat ettiği tahmin edilmektedir. Vefat yeri ve tarihi hakkında da kesin bilgi yoktur. II. Viyana Kuşatmasını gördüğü ve Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğü, mezarının Meyyitzâde kabri civarındaki aile kabristanında bulunduğuna dair iddialar da vardır.

Seyahatnâme nasıl bir kitaptır?

17’nci yüzyılın bu dâhi gezgini zamanın aydınları tarafından çok fazla dikkate alınmamıştır. Dünyada tanınır olması kendisinden 150 yıl sonra Avusturyalı tarihçi Hammer (1774-1856) vasıtası ile olmuştur. Türkiye’de ilk yayınlanması da günümüzden yaklaşık yüzyıl öncedir (1896). Seyahatnâme’de bir yabancının ilgisini çekecek her türlü konuda coğrafî, kültürel, mimarî, etnik ve folklorik bilgiler bol bol bulunur.

Çelebi eserinde gezip gördüğü yerleri belli bir plâna uyarak anlatır. Bu plâna göre önce coğrafî bilgiler verir, sonra şehrin kalesinden bahseder, sonra yerel idarecilerden bahseder, kurumlardan bahseder, sonra dinî kurumlar ve eğitim kurumları ve son olarak da o beldenin halkından söz eder.

Kendisini “Seyyah-ı âlem ve nedîm-i beni âdem Evliyâ-yı bî-riyâ” yani Dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyâsız Evliyâ diye takdim eden Çelebi, gördüklerini tatlı üslûbu içinde, biraz da abartarak ballandıra ballandıra anlatır. Kendi çağının süslü nesri yerine çoğu zaman sade ve samimi bir dili tercih eder. Yerel ağızlar kullanır, taklitler yapar.

Evliyâ Çelebi Seyahatnâme’sinde, bu üslûp üzerinde okuyucusunu bazen at üstünde, bazen gemiyle köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir gezdirir, ülkeler aşırır. Bir macera romanı gibi, okuyucuyu sürükler. XVII. yüzyıl hayatı tümüyle Evliyâ’nın ekranında görünür. Olaylara çoğu defa alaycı bir tavırla yaklaşan Evliyâ Çelebi, bazen naklettiği olayları renklendirmek amacıyla uydurma haberler ve olaylar da ortaya atmış, okuyucunun ilgisini çekmek için aklın alamayacağı garip olaylara da yer vermiştir.

Seyahatnâme’den seçilmiş parçalar :

Bu ben değersiz, yani "Derviş Mehmed Zılli oğlu Evliyâ", doğduğum şehir olan İstanbul'da, 1040 yılı Muharreminin âşûrâ gecesi (=19 Ağustos 1630) rüyada kendimi Yemiş iskelesi civarında helâl mal ile yapılmış "Ahi Çelebi Camisi" nde gördüm. Derhal caminin kapısı açılıp içi silâhlı askerlerle doldu. Sabah namazının sünnetini kılıp duaya geçtiler. Ben zavallı minber dibinde durup bu aydın ve güzel yüzlü cemaati hayran hayran seyrettim. Hemen yanımda durana bakıp: "Sultanım! Kimsiniz? Yüce adınızı lütfediniz" dedim. O da: "Aşere-i Mübeşşere'den, kemankeşlerin piri Sa'd ibni Ebî Vakkâs'ım" diyince elini öptüm. "Ya sultanım, bu sağ tarafta nura bürünmüş güzel cemaat kimlerdir" dedim. "Onlar bütün peygamberlerin ruhlarıdır. Geri saftakiler evliyaların ruhlarıdır. Bunlar Peygamber'in sahabeleri ve yakınları, Kerbelâ şehitleridir. Mihrabın sağın-dakiler Ebubekir ve Ömer, solundakiler Osman ve Ali, mihrabın önündeki Üveysü'l-Karânî'dir. Caminin solunda, duvar dibindeki esmer adam senin pirin, müezzin Bilâl-i Habeşî'dir. Bu ayak üzre cemaati saf saf sıraya koyan kısa boylu adam Amr Ayyâr-i Zamîrî'dir. İşte bu bayrak ile gelen kızıl kanlı elbiseli askerler Hamza ile bütün şehitlerin ruhlarıdır" diye camideki cemaati birer birer bana gösterip herhangisine gözüm değdiyse elimi göğsüme basıp göz aşinalığı ile taze can buldum. 

Seyahatnâme’nin ilk sayfaları Evliyâ Çelebi’nin seyahatlerine başlamadan önce gördüğü rüya ile başlamaktadır. Burada aslında kendi iç dünyasına seyahat eder. Burada günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklinden okuyoruz:

"Ya sultanım, bu cemaatin bu camide toplanmalarının sebebi nedir" dedim. "Azak taraflarında Müslüman ordularından Tatar askeri sıkıntıda olmakla Hazretin (Peygamberin) himayesinde olanlar bu İstanbul'a gelip oradan Tatar Hanı'na yardıma gideriz. Şimdi Peygamber Hazretleri dahi Hasan, Hüseyn ve On iki İmamlar ve benden gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelip sabah namazının sünnetini kılıp kaamet eyle diye işaret buyurur. Sen dahi yüksek sesle tekbir getirip sonra Kürsî ayetini oku. Sonra Peygamber Hazretleri mihrapta otururken elini öpüp şefâat yâ Resulullah diyip yardım rica et" diye Sa'd İbni Ebî Vakkâs bana öğretti. Cami kapısından parlak bir ışık peyda olduğunu gördüm. Caminin içi nur dolunca bütün sahabelerle peygamberlerin ve evliyaların ruhları ayağa kalktılar. Peygamber Hazretleri yeşil bayrağı dibinde, yüzünde nikabı, elinde asası, belinde kılıcı ile sağında Hasan, solunda Hüseyn ortaya çıkınca sağ ayağı ile camiye Bismillah ile girip mübarek yüzünden örtüsünü açıp "esselâmü aleyke yâ ümmeti"buyurdular. Mecliste hazır olanlar da "ve aleykümü'selâm ya Resûlallah ve yâ seyyidi'l-ümem"diye selâm aldılar.

Hazret hemen mihraba geçip iki rek'at sabah namazı sünnetini eda edip bitirince bana bir korku ve vücuduma bir titreme geldi. Ama Hazretin bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakanı de yazıldığı gibi idi. Selâmdan sonra bana bakıp mübarek sağ elleriyle dizine vurup "kaamet eyle" dediler. Hemen ben dahi Sa'd ibni Ebî Vakkâs'ın öğrettiği üzere derhal segah makamında ikamet edip tekbir getirdim. Hazret dahi segah makamında hazin bir sesle Fatihayı okudu. Rüyanın sonunda Sa'd İbni Ebî Vakkâs'm öğrettiği gibi hizmetimi tamamladım. Hazret mihraptan ayağa kalkarken Sa'd İbni Ebî Vakkâs elimden tutup Hazretin huzuruna götürdü: "Sadık âşıklarından ve iştiyaklı ümmetinden Evliya kulun şefaatini rica eder" diyip bana da "mübarek elini öp" diyince ağlayarak mübarek elini küstahça öpüp heybetinden şaşırarak "şefaat yâ Resûlullah" diyecek yerde "seyahat yâ Resûlullah" demişim. Hazret hemen gülümseyip: "Allah sıhhat ve selâmetle şefaatimi, seyahati ve ziyareti kolay kılsın" dediler. Oradakilerden hepsinin elini öpüp hepsinin hayır duasını alarak gidiyordum. Peygamber Hazretleri mihraptan "esselâmü aleyküm yâ ihvan" diyip camiden dışarı çıkınca bütün sahabeler bana hayır dua ettiler ve camiden çıkıp gittiler. Sa'd Hazretleri hemen belinden sadağını çıkarıp belime kuşatarak tekbir getirdi: "Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Allah seni koruyup esirgesin. Sana müjde olsun: Bu mecliste ne kadar ruhlarla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhuru olacaksın. Amma gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şehirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şeyleri, yiyecek ve içeceklerini, şehirlerinin boylam ve enlemlerini yazıp fevkalâde bir eser meydana getir ve benim silâhımla iş görüp dünya ve ahiret oğlum ol. Doğru yolu elden bırakma. Kinden, garezden uzak kal. Tuz, ekmek hakkını gözle, iyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma. İyilerden iyilik öğren" diye öğüt verip alnımdan öperek Ahi Çelebi Camisi'nden çıkıp gitti. 


Ben şaşkına dönüp uykudan uyandım. Acaba bu bir rüya mıdır, gerçek midir, yoksa doğru rüya mıdır diye düşünüp ferahlık ve gönül açıklığı duydum. Sonra temiz abdest alıp sabah namazını kıldıktan sonra İstanbul'dan Kasımpaşa'ya geçip yorumcu İbrahim Efendi'ye rüyamı tâbir ettirdim. "Cihanı gezen bir seyyah olup işin hayırla sona varır ve Hazretin şefaati ile Cennete girersin" diye müjdeledi. Oradan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede'ye varıp elini öperek rüyamı ona da tâbir ettirdim: "On İki îmam'ın elini öpmüşsün. Dünyada himmet sahibi olursun. Aşere-i Mübeşşere'nin ellerini öpmüşsün; Cennete girersin. Dört Halifenin ellerini öpmüşsün; dünyada bütün padişahların sohbetleriyle şeref bulup has nedimleri olursun. Mademki Hazreti Peygamber'in yüzünü görüp mübarek elini öperek hayır duasını almışsın, iki dünyada saadete erersin. Sa'd İbni Ebî Vakkâs'ın öğüdü ile önce bizim İstanbulcağızı yazmaya himmet edip bütün gayretini sarfeyle" diye yedi cilt muteber tarih ihsan buyurup: "Yürü! İşin rast gelir" diye hayır dua etti. Evliyâ Çelebi’nin macerası işte bundan sonra başlar. Seyahatnâme’de bundan başka gittiği yerlerle ilgili bilgiler de eğlenceli bir üslupla verilir. Evliyâ Çelebi’nin abartmaları da meşhurdur. En bilinen abartması da Erzurum’da kışın şiddetini hissettirmek için anlattığı kedi hikâyesidir.

Halkın ağzında Erzurum’la ilgili şöyle bir fıkra vardır: Bir dervişe “Nereden geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyorum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Derviş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Orada yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur: Kedinin biri kara kışta bir damdan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali olmaz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir. Eserinde bildiği ve tanıdığı bilginleri de tatlı tatlı anlatır.

Hezarfen Ahmed Çelebi
Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı temaşa ederken Galata Kulesi’nin ta tepesinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na inmiştir.


Lâgarî Hasan Çelebi ve Bir Nükte
Murad Han’ın “Kaya Sultan” adlı temiz talihli kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lâgarî Hasan, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fişeğe bindi. Çırakları fitili ateşlediler. Lâgarî: “Padişahım seni Tanrı’ya ısmarladım. İsa Peygamber’le konuşmaya gidiyorum” diyerek. Tanrı’nın ve Peygamberin adını anıp göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da büyük fişeğin barutu kalmayıp yere doğru inerken ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinan Paşa Köşkü önüne denize indi. Oradan yüzerek çıplak bir halde padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek “Padişahım! Îsâ Peygamber sana selâm söyledi.” diye şakaya başladı.


Burada şaka yapılan kişi sertliği ile meşhur IV. Murad’dır. Gezdiği yerlerin tanınmış kişileriyle ilgili hikâyeler arasında söz Akşehir’e gelince Nasreddin Hoca ve Timur ile ilgili anlatılan fıkraları da nakleder. Bu fıkralardan başka Nasreddin Hoca ile ilgili onun türbesinde kendi başından geçen bir anekdota da yer verir.

“Bir gece yarısı göç boruları çalınıp bütün ağırlıklar gitti. Hakîr de hademelerimi gönderip bir gulamım ile kentten dışarı çıktım. Her kim ki Hoca Nasreddin’i ziyaret ederse aklına şakalarından bazı şeyler gelip elbette güler, derler. ‘Acaba gerçek mi?’ diye caddenin sol tarafından mezarlığa sapıp atla doğru mezarına vardım. Bir kez ‘Merhaba ey mezardakiler!’ deyince, Hoca Nasreddin’in türbesi içinden: ‘Merhaba ey himmet sahibi can!’ diye bir ses geldi. Atım ürküp iki ayağı üzerine kalktı. Bu telaşla bir ayağı bir mezara girdi. Hakîr kabir azabı çekeyazdım. Yine Hoca’nın türbesinden biri: ‘Ağa, sadakanızı veriniz de güle güle gidiniz! Beri geliniz beri!’ diye haykırdı. Meğer türbedâr imiş. Hakîr: ‘Bre herif, ben mezarlarında yatanlara selam verdim, sen neden selam aldın’ diyerek birkaç akçe verdim. ‘Var yardımcın Tanrı ola’ diye ardımdan dua etti. Doğrusu bu duruma hakîr de güle güle geçtim gittim.”

Isparta, Evliyâ Çelebi'nin hacca giderken uğradığı beldelerdendir. Bu yüzden Seyahatnâme’nin hacca gidişini anlattığı 9. cildinde yer almaktadır. Bakalım Seyahatnâme’de Isparta için ne diyor. Sadeleştirip alıyoruz: Bu arada eserin orijinalinde gezdiği yerlerle ilgili -ihtimâl daha sonra kesin şekilde tamamlayacağını düşünerek- bazı bölümler nokta noktalarla gösterilmiştir. Isparta’yı anlatırken de çeşitli tarihler ve sayılar bu şekilde noktalarla boş bırakılmıştır.

Evsâf-ı şehr-i şîrîn-i Isparta (...) tarihinde (Selçuklu Sultanı) Alaaddin (Keykubad) zamanında Ermenilerden alınmıştır. Daha sonra da (...) tarihinde Osmanoğulları tarafından fethedilmiştir. Anadolu’da Hamid sancağının idare merkezidir. Paşaya verilen arazinin yıllık geliri 400.000 akçedir. Savaş olduğunda Paşa, bu gelirine karşılık olarak orduya 400 asker verir. Alaybeyi (alaykomutanı) ve çeribaşısı (askerlikte bir rütbe)vardır. Dokuz zeamet ve 585 timarı vardır. Timar ve zeamet sahipleri toplam gelirlerinin beş binde biri kadarını harcayarak (savaşlar için) asker hazırlarlar. Hâs, zeamet ve timar sahiplerinin toplam asker sayısı 8000 bulur. (Buna göre de Paşa, has olarak 400’ünü vermekte) Şeyhülislâmlık (müftülük), nakibüleşraflık (peygamber soyundan gelenlerin işlerini gören kimse) kurumları, sipahi birlikleri komuta merkezi, yeniçeri birlikleri komuta merkezi vardır. Ayan, eşraf ve bilginleri çoktur. 150 akçe şerif kazadır. Çevresinde (...) adet köyden oluşur. Kadının yıllık geliri 6000 kuruş, paşanın 30.000 kuruştur. Cevizden (cevz-i ma‘dûddan) elde edilen gelir yıllık yedi bin kuruştur. Vergi (bâc u bâzâr) ve cezalaradan (kâr-i dilâzar) da yedi bin kuruş gelir elde eder.

Ve bu sancak eyâleti gâyet geniş bir alanı kaplar. Cümle (...) kazâ yeridir. Ve Isparta şehri, on yedinci askeri bölgedir (iklim-i örfiyye). Ve Anadolu (Rum) şehirlerindendir ve Hamitoğullarının yerleşim yeridir. Ve güzel bir şehirdir (medîne-i müzeyyene). Bilginleri ve sûfîleri geçmişte de, bugün de çoktur. Ve toplam (...) aded mihrâb (camii) vardır. Başlarında Firdevs Beğ câmi‘i gelir ki Koca Mi‘mâr Sinân binâ etmiştir. eş-Şeyh Velî Hazretlerini Ziyaret: Hamîd sancağında Ağrasa (bugünkü Atabey) kasabasındandır. Doğduğu yerde bir zâviye yaptırmıştır ve orada gömülüdür. Şeyh Velî hazretleri, Firdevs Beğ câmi‘inde vâizlik eden Allah’ı bilir bir kimse imiş, pek çok kerameti görülmüş. (....) Ve bu Isparta şehrin alâ kadri’l-imkân iki günde seyr [ü] temâşâ edüp kıble cânibine (güneye doğru) yola çıktık. Güzel ve bakımlı köyleri geçerek sekiz saatte... 


Çelebi Isparta’dan ana hatları ile bu şekilde bahsetmekte, bunlardan başka çevredeki bugünkü ilçe ve köyleri de görmüş ve ondan sekiz saat sonra gördüğü Bizans kalıntılarını anlatarak Isparta bahsine son verir.

29 Kasım 2019 Cuma

Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı (Stephen R. Covey) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı

Kitabın Yazarı : Stephen R. Covey

Kitap Hakkında Bilgi :

Kişisel, mesleki ve ailevi sorunların çözümünde ilke merkezli bir yaklaşım benimseyen ve toplam kalite anlayışının öncülerinden olan Stephen R. Covey, çarpıcı örneklerden yola çıkarak, aşama aşama, insana yaraşır biçimde dürüst, uyumlu, huzurlu, başarılı bir yaşam için değişime ayak uydurmamızı sağlayan alışkanlıkları belirliyor, değişimin yarattığı fırsatlardan yararlanabilmek için gerekli olan bilgelik ve güce ulaşmanın yollarını gösteriyor.

Kitabın Özet :

Kitapta etkili insanda olması gereken yedi alışkanlık anlatılıyor. Bunlar arasında; Kişilik ve karakter etiği, ilke merkezli değerler dizisi, gelişim ve değişim ilkeleri gibi unsurlar yer alıyor. Örneğin yazarın karakter etiğinden kastı; alçakgönüllülük, sabır, cesaret ve dürüstlük gibi karakteristik özellikler. Etkili insanlarda var olan yedi alışkanlık bu şekilde tüm ayrıntısıyla ele alınıyor. Ancak kitaptan tam anlamıyla yararlanmak için hepsini okumalı ve denilen her tekniği kendinizde uygulamanız gerekiyor.

Öneriler; Başarılı İnsanların Günlük Alışkanlıklarından Örnekler Başarılı insanlar hakkında ne kadar çok şey öğrensek de onların yaşayışlarına duyduğumuz merakı bir türlü gideremiyoruz, değil mi? Hep daha fazlasını öğrenmek istiyor, bizde eksik olup da onlarda var olan hangi özellikleriyle bu kadar parlayabildiklerini öğrenmek için can atıyoruz. Nerede bir başarılı isim görsek hemen o tarafa doğru yöneliyor, sanki bir açıklarını yakalamak istercesine gözlerimizi onların üzerine dikiyoruz. Sanki bizden saklamak istedikleri gizli bir formülleri falan varmış da yaşamlarını iyice öğrenirsek sırlarını çözebilecekmişiz gibi düşünüyor, bir anlamda başarılı olma yolunda adım atmaya çabalıyoruz. Aslında burada hemen hepimiz aynı hatayı yapıyoruz. Tamam, başarılı insanların yaşayışlarını incelemek elbette mantıksız değil. Ama işi gücü bırakıp tüm odak noktamızı incelemeye verirsek, o zaman doğal olarak başarılı olamayız. Tıpkı iyi bir joker olmak isteyen, ama sadece başarılı jokerleri izlemeyle yetinen acemi bir binici gibi! Kısacası, başarılı insanların nasıl yaşadıklarını, ne gibi alışkanlıklara sahip olduklarını öğrenmemizde hiçbir sakınca yok. Sorun sadece öğrendiklerimizle yetinmeye çalışmamızda! Diğer bir deyişle, onları hayatımıza uyarlamamız ve başarılı insanların yaptıklarını yapmamamızda! Kısacası, lafı daha fazla dolandırmadan hemen şimdi onların günlerini nasıl geçirdiklerini, ne gibi yaklaşımlara sahip olduklarını ve daha fazlasını sizlerle paylaşacağım. Ve umuyorum ki bu alışkanlıklar sizin bir şeylerin farkına varmanızı sağlayarak, onları kendi hayatınıza uyarlamanıza vesile olur. Başarılı olmak isteyen herkesin öğrenmesi gereken küçük ama önemli günlük alışkanlıklar: Düşünmekle Yetinmeyip Harekete Geçmek! Söze Walt Disney in şu ünlü sözüyle başlamak istiyorum. Peşinden gidecek cesaretiniz varsa, bütün rüyalar gerçek olabilir. Walt Disney i hepiniz tanıyorsunuz, öyle değil mi? Hani keşfedilmeden önce çaldığı her kapıdan geri çevrilen, karikatürlerinin kötülüğüyle alay edilen, çok zor şartlar altında yaşasa da tutkusundan hiçbir zaman vazgeçmeyen dünyaca ünlü başarılı ismi! Yani bu başarılı ismin de dediği gibi başarılı olacağınız günlerin hayalini kurmak yerine, ona ulaşmak için elinizden geleni hatta daha fazlasını yapmalısınız.

İnsanlar size gülse de hayallerinize asla ulaşamayacağınızı söylense de kimse başarılarınızın farkında olmasa da çalışmaya devam etmelisiniz. Çünkü ancak bu şekilde hayallerinizi gerçeğe dönüştürebilir ve istediğiniz başarıyı yakalayabilirsiniz. Güçlükler Karşısında Her Zamanki Gibi Sağlam Durabilmek! Başarılı insanların yaptıklarıyla çok ilgileniyorsunuz. Ancak bir yere kadar onların hayatını biliyorsunuz. Sadece yazılanlardan, çekilenlerden, söylenenlerden yaşamlarını takip ediyorsunuz. Yani onarın da zor zamanları olabileceğini genellikle görmezden geliyorsunuz. Oysaki herkes gibi onlar da zaman zaman başa çıkmakta zorlandıkları, üzüldükleri ve toparlamaya çalıştıkları durumlarla karşılaşıyorlar. Zaten farkların en büyüğünü işte tam da bu noktada atıyorlar. Çünkü onlar yenilgiler karşısında diğerlerinden çok daha farklı tavırlar takınıyorlar. İki üç tane zor durumla karşılaştılar diye hemen öyle karaları bağlamıyorlar. Kısacası güçlükler karşısında her zamanki sağlamlıklarını koruyarak göğüs geriyor ve genellikle kazanan taraf oluyorlar. Başarı için Her Gün Uğraşmak! Başarılı insanların bir diğer alışkanlığı da bu! Onlar istedikleri noktaya vardıklarını düşünme gibi büyük bir hata yapmıyorlar. Yoksa dünyanın en zengin insanları neden hala çalışmaya devam etsinler ki? Torunlarının torunlarına yetecek kadar çok parası olan insanlar neden her gün daha çok başarılı olmak için uğraşıyorlar sanıyorsunuz? Çünkü onlar başarıyı bir hedef olarak değil, bir yolculuk olarak görüyorlar. İşte siz de bunu yapmalısınız. Başarılı olmayı istediğiniz bir şeyi hayata geçirmek olarak değil, daha fazlasını hesaba katarak istemelisiniz. Zira gerçek başarıyı ancak sınırlarınızı aşmayı öğrendiğiniz zaman elde edebilirsiniz. Araştırmayı ve Öğrenmeyi Bir Nevi Yaşamsal İhtiyaç Olarak Düşünmek! Okumaya ve öğrenmeye fazlasıyla önem veren ne kadar çok başarılı insan olduğunu biliyoruz değil mi? Bill Gates ve Oprah Winfrey gibi isimler bu kişilerden sadece birkaçı. Siz de başarının anahtarlarından birini daha öğrenmek istiyorsanız, araştırmayı ve kendinize yeni bir şeyler katmayı yaşamsal ihtiyaçlarınızdan biri olarak düşünmelisiniz. Her gün en azından bir tane yeni şey öğrendiğinizden emin olmalı ve kendinize bir şey katmadığınız bir günün boş yere yaşandığını anlamalısınız.

Bedenine Saygı Duymak! Başarılı insanların günlük alışkanlıkları arasında bu da var. Onlar bedenlerine saygı duyuyor, sağlıklı besleniyor ve spor yapmak için gereken zamanı ayırmayı biliyorlar. Çünkü sağlıksız bir insanın sağlıklı düşünemeyeceğinin açıkça farkındalar. Hani biz çoğunlukla spor yapmaya vaktimizin olmadığı gibi bahaneler üretiyoruz ya, işte dünyanın en meşgul insanları bizim bu yaptığımızı yapmıyorlar. Örneğin, dünyanın en büyük moda dergileri arasında ön sıralarda gelen Vogue nin genel yayın yönetmeni Anna Wintour! Yoğun programı arasında her gün mutlaka bir saat tenis oynayan bu başarılı kadın spor yapmaya vakit bulabiliyor, ama nedense biz bulamıyoruz. Ne demek istediğimi anladınız değil mi? Eğer gerçekten başarılı olmak istiyorsanız, kendinize ve bedeninize saygı göstermeyi bilmelisiniz. Strese Yenik Düşmeyi Reddetmek! Evet, çok çalışmak, başarıyı hedeflemek ve hayallerin peşinden koşmak için stressiz bir iştir denilemez. Ancak burada yapmanız gereken başarılı insanların da yaptığı gibi stresle başa çıkabilmenin yollarını aramanızdır. Kendinize uygun yöntemler belirlemeli ve karşılaşacağınız olumsuz düşüncelerin sizi esir almasına izin vermemelisiniz. Diğer bir deyişle, yola hazırlıklı çıkmalısınız. Çünkü stres sayısız insanı başarı yolundan alıkoymuş ve onların yenilgiyi kabul etmelerinde büyük oranda etkili olmuş bir faktördür. Siz bunun yolunuza çıkmasına ve havlu atmanıza neden olmasına izin vermemek için stresle başa çıkmak için yapmanız gerekenlerin farkında olmalısınız. Yeni Fırsatlara Karşı Gözünü Açık Tutmak! Dünyanın en zengin ve en başarılı insanlarından biri olan Richard Branson, konu hakkında ne demiş biliyor musunuz? İş fırsatları otobüs gibidir, her zaman bir diğer gelir. Yani asla umutsuzluğa kapılmayın. Ne kadar zor durumda olsanız da ne kadar büyük bir çıkmazın içine düşseniz de her zaman bir çözüm yolu olacağını bilin. Bunun için de yenilgiyi kabullenmeyerek, gözünüzü karşınıza çıkabilecek fırsatlara karşı açmanız gerekiyor. Başarılı olmayı gerçekten istiyorsanız, zirveye giden yolda vereceğiniz mücadeleden zevk almayı bilin ve şimdi olmasa bile bir gün mutlaka hedefe varacağınıza yürekten inanın.

Öneri; Daha Mutlu Olmanız için Öneriler Hayatımızdaki her şeyin ama her şeyin inanılmaz bir hızla değiştiği konusunda hemfikiriz, değil mi? Baksanıza; yaşayış biçimleri, insanlar, meslekler, istekler, ihtiyaçlar, düşünceler, yani aklınıza gelebilecek her şeyde keskin bir değişim söz konusu! Ve tüm bu farklılaşmalar yaşanırken, alışkanlıklarımız nedense hep aynı kalıyor. Zaten alışkanlıkları bu kadar güçlü kılan şey de onların kolay kolay değiştirilemeyecek olması, değil mi? Sonuçta bir kez kazandığınız alışkanlığı bırakmanın zorluğunu hepiniz biliyor olmalısınız. Peki, alışkanlıkların hayatımızdaki yeri bu kadar sağlam iken neden onları lehimize değil de aleyhimize kullanıyoruz. Mutlu Olmak için Hayatınızdan % 100 Çıkarmanız Gerekenler Evet, bizi hem başarıdan hem de mutluluktan alıkoyan kötü alışkanlıklarımızı diyorum. Neden onları değiştirip yenisini kazanabilecek şansa sahipken bunu değerlendirmiyoruz? Hala zamanımız varken neden biz de pek çok kişinin düştüğü hatalara düşüyoruz? Neticede değişmeyen çok az şeyden biri alışkanlıklarımızken neden bunun gücünden faydalanmıyoruz? Efendim? Bu sözlerin sizin alışkanlıklarınızı yansıtmadığını mı düşünüyorsunuz? Yaşamınızı olumlu ya da olumsuz yönden etkileyecek alışkanlıklardan sadece olumlu olanları benimsediğinizi mi düşünüyorsunuz? O zaman ne mutlu size! Çünkü sizi mutlu eden alışkanlıklarınız varsa gerçekten doğru olanı yapıyorsunuz demektir. Ancak bu konuda çok da emin değilseniz size aşağıdaki başlıkları incelemenizi öneririm. Çünkü hemen şimdi daha mutlu olmanız için sahip olmanız gereken alışkanlıklardan bahsedeceğiz. İyisi mi siz bunların ne olduğunu öğrenin ve hayatınız boyunca sürdüreceğiniz alışkanlıklar arasında olmayanları bir an önce kazanılması gerekenler listenize ekleyin. Öneri; Daha Mutlu Bir Hayat İçin Kazanmanız Gereken Küçük Alışkanlıklar; Erken Kalkmak! Erken kalkan yol alır, atasözünün ne kadar doğru olduğunu hepimiz biliyor muyuz? Peki, o zaman neden bildiklerimizle ters düşecek şekilde hareket ediyoruz? Evet, bildiklerimize ters düşecek şekilde dedim çünkü pek çoğumuz alışkanlığımız olduğu için değil de öyle yapmak zorunda olduğumuz için erken kalkıyoruz. Mesela; mesai günlerinizi düşünün. Çoğumuz alarmımızı son dakikaya kadar erteleyip, sonra koştura koştura evden çıkmıyor muyuz?

Neredeyse her gün yine mi işe geç kalacağım diye düşünüp gereksiz yere stres yaşamıyor muyuz? Ya da tatil günlerinde öğlene kadar yatıp sonra da yine bir şey yapamadan geçti tatil diye üzülmüyor muyuz? Ve bu kötü alışkanlığımız yüzünden de ister istemez mutsuz oluyoruz. Oysaki erken kalkma alışkanlığını bir kazanabilsek, hem başarı hem sağlık hem zenginlik hem de mutluluk yönünden daha kazançlı çıkacağız. Ama ne yazık ki birçoğumuz bu basit alışkanlığın hayatımızı ne kadar değiştirebileceğini görmek istemiyoruz. Meraklı Olmak! Hayatından hoşnut insanları bir düşünün. Ya da en basitinden çocukları düşünün. Sonuçta hepimiz çocuk sevincinin nasıl bir şey olduğunu biliyoruz, eğil mi? İçtenlikle attıkları kahkahaları ve gülen gözleriyle hepimiz çocukların dünyadaki en mutlu varlıklar olduğunu biliyoruz. Peki, sizce çocukların bu kadar mutlu olmasının altında yatan neden nedir? Olumsuz düşüncelerle henüz tanışmamış olmaları! Peki, ya başka? Acaba her şeye karşı sonsuz bir merakla yaklaşmaları ve öğrenme istekleri olabilir mi? Evet, hiç şüphesiz çocuk mutluluğunda önemli bir yeri olan faktörlerden biri de öğrenmeye karşı sürekli aç olmalarıdır. Hep bir şeyleri keşfetmek istemeleri, sürekli bir arayış içerisinde olmaları onları yeni heyecanlara, yeni şeyler öğrenmenin eğlencesine ulaştırmaktadır. Ve bizim yapmamız gereken şey de budur! Yani çocukların merakından bir nebze olsun esinlenerek sorgulamayı adet edinmeli, böylelikle de daha mutlu hayatların kapılarını aramalıyız. Kendine İnanmak! Evet, isterseniz bunu da alışkanlık haline getirebilirsiniz. Her sabah kalktığınızda aynanın karşısına geçip, kendinize inandığınızı söyleyebilir, kararlarınızı bu yaklaşımla daha cesur bir şekilde verebilirsiniz. Şimdiye kadar göstermiş olduğunuz cesaretsizliği bir kenara atabilir, hep içinizde olan ama başarısızlıktan korktuğunu için bir türlü adım atamadığınız yeni yollara çıkabilirsiniz. Örneğin; sizi mutsuz eden işten hiç korkmadan çıkabilir, hayatınızı severek yapacağınız bir işte çalışarak geçirebilirsiniz. Ya da onsuz yapamam diye düşündüğünüz ama sizi üzmekten başka bir şey yapmayan sevgilinizden ayrılabilir, onsuz da iyi olabileceğinize pekâlâ kendinizi inandırabilirsiniz. Sonuçta; hayatımız inandığımız doğrultuda akıp gitmiyor mu? O halde kendinize ne kadar çok inanırsanız başarılı olma ihtimalinizi de o kadar arttıracağınızdan rahatlıkla emin olabilirsiniz.

Başkalarının Değil Kendi Hayatınıza Odaklanmak! Daha mutlu mu olmak istiyorsunuz? O zaman hemen şimdi kendi hayatınıza odaklanın. Başkalarının başarılarına değil kendi başarılarınıza göre hareket etmeye başlayın. Takım arkadaşınız terfi aldı diye üzülmekten vazgeçin. Komşunuz yeni bir ev satın aldı diye kendi evinize lanetler yağdırmayın. Sizinle aynı yaşta çocuğu olan dostunuz manken gibi bir vücuda sahip diye bedeninizden nefret etmeyin. Arkadaşınızın eşi sizinkinden daha yakışıklı veya daha zengin diye yoldaşınıza kötü davranmayın. Sizden daha sonra iş hayatına atılmış ama sizinkinden çok daha iyi bir arabası olan kardeşinize kıskançlıkla bakmayın. Kısacası, ne biliyor musunuz? Herkesin birbirinin yaşamından haberdar olduğu şu zamanda ömrünüzü başkalarının hayatlarını izleyerek geçirmeyin. Çünkü bir başkasının sahip olduklarıyla kendinizinkileri kıyaslamak size sadece ama sadece yetersiz hissettirecektir. Affetmek! Affetmenin mutluluğunuz üzerinde ne kadar etkili olacağını biliyor musunuz? Bu büyük erdemin size ne kadar iyi hissettireceğinin, affettiğinizde ne kadar hafifleyeceğinizin sahiden farkında mısınız? Evet, diyorum ki daha mutlu bir hayata ulaşmak için yapmanız gereken bir diğer şey de affetmeyi öğrenmek! Affetmek derken bir tek başkalarını değil aynı zamanda kendinizi affetmeniz gerektiğini de söylüyorum. Yani şimdiye kadar yapmış olduğunuz hatalardan dolayı, vermiş olduğunuz yanlış kararlardan dolayı kendinizi affetmelisiniz. Affetmenin hayatınıza katacağı olumlu etkileri düşünerek bunu içtenlikle yapmalı, yolculuğunuza kin, nefret ve intikam gibi olumsuz duygulardan arınmış bir şekilde devam etmenin keyfini yaşamalısınız. Harekete Geçmek! Daha mutlu olmak için benimsemeniz gereken alışkanlıklardan bir tanesi de bu! Aslında şöyle de söyleyebilirim. Başarılı ve mutlu bir hayat için pek çok kişinin sahip olduğu erteleme alışkanlığından vazgeçmeli ve istediğiniz şeyi yapmak için harekete geçme alışkanlığı kazanmalısınız. Çünkü pek çoğumuzu mutsuzluğa sürükleyen erteleme alışkanlığı bize en büyük hazinemiz olan zamanımızdan kaybettirmektedir. İsteklerimizi ertelemek, hayatımızın yoğunluğunu bahane edip hayallerimizi hep bir sonraya bırakmak bizden sadece zamanımızı değil, bunun yanında paramızı, gücümüzü, inancımızı ve daha bir sürü değerli şeyimizi de çalmaktadır. Neticede her ne mazeretle olursa olsun hayat hiçbir şekilde ertelenebilecek bir şey değildir. İşte bunu anlamalı ve aklımızda olanları yapmak için uygun zamanı kollamak yerine hemen o an harekete geçmeyi öğrenmeliyiz. Yoksa daha sonra yaparım diye düşündüğümüz şeyleri yapacak fırsatı hiçbir zaman bulamayız.

Öneri; Hayatınızı Olması Gerekenden Zor Bir Hale Getiren Bazı Alışkanlıklar Günlük alışkanlıklarınız, genellikle hayatın giderek monotonlaştığını hissettirir. Bu nedenle, onları mümkün olduğunca eğlenceli bir hale getirmeniz gerekmektedir. Zaten tekrarlanan şeylerin bir de sıkıcı olduğunu düşünsenize? Alışkanlıklar; hayatınızda ne kadar büyük bir yer kaplıyor! Belki henüz bunun farkında değilsiniz. Ancak bir gününüzü ele alırsanız, yapmaktan sıkıldığınız veya bıktığınız alışkanlıklarınızı fark edebilirsiniz. Kimi alışkanlıklarınız, sizleri gün içerisinde zor duruma düşürebilir. Yeterli uyumamanız, geç kalmanız gibi Güne böyle stresli şeylerle başlamak, zaten kötü değilmiş gibi bir de moral bozucu olması sizleri daha fazla etkiler. Yani, bu durum; yeni bir güne 10 adım geriden başlamanıza sebebiyet verir. Aslında bu akışkanlıklar, tamamen sizlerin oluşturduğu ve bir türlü vazgeçemediğiniz şeylerden kaynaklıdır. Verdiğiniz Sözleri Uygulamamak Evet, bu; bir alışkanlık. Hem de kötü bir alışkanlık. Gerek tembellik gerek hatırlamamak gerekse de unutmak diyelim. Bu, sunduğunuz bahaneye göre farklılık gösterebilir. En basitinden; ilgileniyorum, çöpü çıkaracağım, evi temizleyeceğim gibi günlük aktivitelerden yapacağınızı söyleyerek kaçabilirsiniz. Kısacası, ne olursa olsun kaçmak yerine olaylara dâhil olursanız, kendinizi çok daha hayatın içinde hissedersiniz. Uyumaya Pek Zaman Ayırmıyor Olmak Birçok insan bunu olumlu bir şey olarak görüyor; çünkü ben senden çok çalışıp, az uyuyorum demeyi kendilerine bir artı olarak görüyorlar. Aksine; çok çalışıp, az uyumak oldukça sağlıksızdır. Evet, uyguluyor olabilirsiniz; ama ne kadar verimli olduğunuz tartışılır. Uykunuzu bir düzene sokup, çalışmak için en verimli saatleri bulmak çok daha önemlidir. Kimse masa başında çalışırken uyuyakalmak istemez, öyle değil mi?

Tartışmalarınızda Her Zaman Haklı Olmaya Çalışmak Yalan söylemeye gerek yok. Birçoğunuz tartışırken, kendinizi haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz. Tabii, bu durum; bir süre sonra sinire dönüşüyor ve ağzınızdan çıkan cümleler de pek mantıklı hale gelmiyor. Buna karşılık yine de haklı olduğunuzu göstermek için elinizden geleni yapıyor ve yanlışlarınızı kabul etmiyorsunuz. Karşı tarafın da sizin kadar inatçı olduğunu düşünürsek, aman aman Bazen yalnızca karşınızdaki kişinin doğruyu anlayamayacak olduğunu görmeniz ve tamam deyip geçmeniz gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Asırlar boyunca bir şey hakkında tartışmaya gerek yok. Fazla Şeker ve Kahve Tüketmek Sabahları güne enerjik başlamak için fazla şeker tüketiyor olabilirsiniz. Yalnız dikkatinizi çekmeyen bir şey var. Sabahları aldığınız o yüklü miktardaki şeker; ancak bir veya iki saat sizi enerjik tutar. Sonrasında ise uykunuzu getirebilir. Aynı şekilde sabah içtiğiniz kahve de tam olarak ayılmanıza yardımcı olmaz. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, sabahları kahve içmek modunuzu olduğu gibi tutar. Yani, ayılma gibi bir şey söz konusu değildir. Bu, biraz daha psikolojik bir durumdur. Kahve içmenin sizi ayıltacağını düşünürseniz, ayılırsınız; ancak aynı şeyi suyla bile yapmak mümkündür. Kahve hakkında her şeyi öğrenmek isterseniz, bu yazımızı okuyabilirsiniz. Bir Seferde Gereğinden Fazlasını Yapmaya Çalışıyor Oluşunuz Zamanı düzenli kullanmak aslında bir sanattır. Maalesef, ülkemizde bunu başarabilen insan sayısı oldukça azdır. Bu konuda yalnız değilsiniz. Ülke olarak işleri son dakikaya sıkıştırmayı ve hepsini bir arada yapmayı oldukça seviyoruz. Ancak zamanınızı mümkün oldukça düzenli kullanarak, kendinize fazlasıyla zaman ayırabilirsiniz. Sevdiğiniz Şeyleri Yapmamak Çoğul olarak konuşsam yanlış olmaz, sanırım. Birçoğunuz, öncelikle çalıştığı işten memnun değil. Ya mecbur olduğunuz için ya da getirisi iyi olduğu için o işi yapmak zorunda kalıyorsunuz. Genellikle, bu durum; iş sonrası aktivitelerde de baş gösteriyor. İstediğiniz ve sevdiğiniz şeyi yapmak yerine çoğunluğun yaptığı şeyi yapmayı tercih ederek kendinizi mutsuz ediyorsunuz. Ara sıra kendinize zaman ayırarak ve sevdiğiniz şeyleri yaparak, kendinizi şımartabilirsiniz. Başkalarının Söylediklerine Kulak Asmamak Dediğim gibi insanların söylediği şeylere takılmayın, moralinizi bozmalarına izin vermeyin. Fakat bunlarla beraber söylediğimiz bir şey daha var; en azından karşınızdakini dinleyin. Çünkü her insanın farklı hayat tecrübeleri olur. Denileni yapmak zorunda değilsiniz; ama en azından dinleyerek konuşulan konu hakkında fikir sahibi olabilirsiniz. Bu nedenle, insanları dinleyin. Anlattıkları hikâyelere kulak verin. Bunlar günlük alışkanlıklarımızın yalnızca bir kısmı. Yorgun ve bitmiş hissettiğinizde kendinizi insanlardan uzaklaştırmayın. Çünkü yalnız kalmak, modunuzu bir hayli düşürecektir. Mümkün oldukça insanlarla beraber olmaya çalışın. Bir bakarsınız, ortamdaki bir kişi hiç bilginiz olmadığı ve dikkatinizi çeken bir şeyden bahsetmeye başlayabilir. Bir fincan kahvenin sizi toparlamasını beklemeyin. Düzenli şekilde uyuyarak da bunu yapabilirsiniz. Ayrıca düzenli olmak, size sevdiğiniz şeyleri yapmak için de çok güzel bir fırsat kazandırır.

Asla Yalnız Yeme (Keith Ferrazzi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Asla Yalnız Yeme

Kitabın Yazarı : Keith Ferrazzi

Kitap Hakkında Bilgi :

Başkalarıyla yakın ilişkiler içinde sürdürülen bir hayat insanı farklı bir bakış açısına götürür. İnsanların birbirlerine sıkı bağlarla bağlı oldukları hayatlarda bakış açılarının zenginliği yaşanır. Bir bakış açısı diğerine götürür.

Hayatımızda şu anda bulunduğumuz konum ve bildiğimiz herşey, ömrümüz boyunca ister şahsen, ister kitaplar, müzik, e-posta ya da kültür yoluyla etkileşim içinde olduğumuz fikir, deneyim ve insanların bir sonucudur. Bolluğun daha fazla bolluğa götürdüğü durumlarda çetele tutmak gerekmez. O halde hemen bugünden başlayarak, hedeflerimize ulaşmanızda size yardımcı olacak isimlerle tanışmak ve gereken bilgi, deneyim ve kişileri bir araya getirmek üzere kolları sıvayın.

Kitabın Özeti :

Kitabın vermek istediği mesaj, her zaman birlik içinde olun ve yalnız kalmayın. Düşünsenize insan en mutlu anında da, en üzgün anında da yanında biri olsun ister. Sevincini de, hüzünlerini de birileriyle paylaşmak ister. İşte bu kitap bize insan ilişkililerinin hayatımız üzerindeki olumlu etkilerini anlatıyor.

Çok fazla insanla tanışmalı,
Yeni arkadaşlıklar edinmeli ve
Hayallerinize ulaşma yolunda bu kişilerin deneyimlerinden de faydalanmalıyız.

Kitapta insanların birbirleriyle olan dayanışmasından, birbirlerine yaptıkları yardımlardan bahsediliyor. Eğer hayatınızda doğru kişileri seçer ve onlarla dost olursanız, hiçbir zaman yalnız kalmazsınız. Bu insanlar sizin en zor zamanınızda bile yanınızda olur.

Günümüz dostluklarına baktığımızda, bu o kadar kolay bir durum gibi görünmese de, siz samimi olduktan sonra eminim doğru insanlar da sizi bulacaktır. En azından yazar bunu savunuyor. Samimi olun, her zaman gülümseyin ve pozitif olun. Herhangi bir arkadaşınıza arada sırada da olsa yemek ısmarlayın, sinemaya tek başınıza gitmeyin vb. tavsiyelerde bulunuyor kitap.

Başarıyla başarısızlık arasındaki ince çizgi olan ilişkinin gücünün vurgulandığı “Asla Yalnız Yeme” kitabını Keith Ferrazi, Tahil Raz ile birlikte 2005 yılında kaleme almış ve kitap uzun süre ABD’de en çok satanlar arasında kalmıştır. Kitaptan çıkartılacak ilk ders, insanlarla ilişki kurarken çıkarlarımızı düşünmek yerine onlara değer katmanın yegane amacımız olması gerektiğidir.

Keith Ferrazzi, bir yönetici ve danışman olarak yaşadığı olayları samimi bir tavırla kitabına yansıtmış. İlişki kurmak ve sürdürmek hayli zaman, enerji ve emek harcamayı da beraberinde getiriyor. Özellikle yaşadığımız topraklarda, bir de dezavantajlı gruptaysanız vay halinize!

Kariyer ve günlük hayatta insan ilişkilerinin güçlenmesi, çevre oluşturmanın yararları ve bu süreçte neler yapılabileceğine dair önerilere de yer veriliyor kitapta.

Evet, hayatımıza başkalarını dahil ederek zenginleşirken yakın ilişkilerimizi aile ve dostlarımızı ihmal etmemeliyiz. Hayat bir dengedir.

Kitapta yer alan "Başkalarıyla yakın ilişkiler içinde sürdürülen bir hayat insanı farklı bir bakış açısına götürür. İnsanların birbirlerine sıkı bağlarla bağlı oldukları hayatlarda bakış açılarının zenginliği yaşanır. Bir bakış açısı, diğerine götürür" satırları ise bakış açımızı zenginleştirme yolunun ilişkilerden geçtiğini anlatıyor.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...