30 Kasım 2019 Cumartesi

Geçitteki Ülke (M. Necati Sepetçioğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Geçitteki Ülke

Kitabın Yazarı : M. Necati Sepetçioğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Mademki insanı anlatıyoruz, öyle ise Onun mutluluğu için yazacağız; bu da, çirkinde bile var olabilen güzelliği aramak uğruna nice bir ömrü harcamak demek olacaktır. San'at adamının çok zor olan görevi de zaten burada başlar. Hayat ile ömür arasındaki bağların oluşturduğu hem birbirinden ayrı hem içiçelemiş bir hürriyet bizim aradığımız mutluluğu meydana getirebilir mi?
Bu soru, bize, insanın dünü, bugünü, yarını ile birlikte ölüm sonrası dünyasını da bir arada düşünmek mecburiyetini yüklüyor. İyinin, doğrunun ve güzelin uğrunda umutlanmış bir ömür, hayatı ve sonrasını gözardı edemez. O vakit de Bütünlük ve Birlik söz konusu edilecektir.

Kitabın Özeti :

Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun Dünkü Türkiye serisinin üçüncü grubu Yıldırım dairesidir. Sepetçioğlu bu seriyi, Yıldırım- Timur- Şeyh Bedreddin adıyla sunmaktadır. Burada Yıldırım Bâyezid, Timur ve Şeyh Bedreddin etrafındaki hadiseler anlatılmıştır. Yazar Şeyh Bedreddin'in ve Yıldırım'ın çocukluğundan başlar. Bu üçlünün ilk kitabı Bu Atlı Geçide Gider adını taşır. Serinin ikinci kitabı Geçitteki Ülke adını taşır.

Yıldırım Bâyezid Bursa'da padişahtır. Saray ve çevresi, zevk ve eğlenceye dalmıştır. İnsanlar fazla zenginlik peşinde koşar olmuşlardır. Somuncu Baba, Bursa'nın değiştiğini, artık eski Bursa olmadığını düşünmektedir. Gidişattan memnun değildir. Bursa'dan ayrılır. Konya'ya gelir. Orada Bedrettin'le ve Samet'le karşılaşır. Bir tarafta Yıldırım Bâyezid vardır. Diğer tarafta Timur istilâlar ve akınlar yaparak yayılmaktadır. Somuncu Baba düşünür ve üzülür.

Anadolu Beyleri kıyafet değiştirerek Yıldırım Bayezid'den kaçmış ve Timur'a sığınmışlardır. Samet de değişmiştir. Bütün bildiklerini Somuncu Babaya anlatır ve Osmanlı’nın casusu olmak istediğini söyler. Somuncu Baba çaresizdir. Bu arada Yıldırım, Bizans'ı kuşatır.

Roman, Niğbolu kuşatmasında Haçlı Ordusunun püskürtülmesi üzerine Yıldırım ve Doğan Beyin konuşmalarıyla sona erer.

Romanda çok ilgi çekici ruh tahlilleri yapılmıştır. Karakterlerin düşünceleri, geçirdikleri iç değişimler, yorumlar belki biraz polisiye ve kurgulu, fazla tesadüflere dayalı olarak, fakat sürükleyici, düğümlü ve gerilimli, çok yönlü ve kompleks bir şekilde verilmektedir.

Yazar gerilim dozunu hiç düşürmez. Seyyit Bereke'nin, Timur'un, Ecevit'in düşünceleri, kişilikleri, kişiliklerindeki değişmeler, içlerinde kopan fırtınalar çok canlı tahlil edilmiştir. Bütün şahsiyetler, tarihî birer tablo veya resim gibi tek veya iki boyutlu değil, çok boyutlu, derinlikli, tahlilî bir şekilde işlenmektedir.

Bu arada Yıldırım Bayezid'in içinde kopan ruh fırtınaları da verilmektedir. Yıldırım Bâyezid içindeki yangını susturamaz. İçinde kardeşi Yakup'la Demirci Boran Usta’nın ölümlerinin acısını taşımaktadır. Ya şarap, ya savaş onun derdini bir parça unutturmaktadır.

Bu Atlı Geçide Gider (M. Necati Sepetçioğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bu Atlı Geçide Gider

Kitabın Yazarı : Mustafa Necati Sepetçioğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Mademki insanı anlatıyoruz, öyle ise Onun mutluluğu için yazacağız; bu da, çirkinde bile var olabilen güzelliği aramak uğruna nice bir ömrü harcamak demek olacaktır. San`at adamının çok zor olan görevi de zaten burada başlar. Hayat ile ömür arasındaki bağların oluşturduğu hem birbirinden ayrı hem içiçelemiş bir hürriyet bizim aradığımız mutluluğu meydana getirebilir mi? Bu soru, bize, insanın dünü, bugünü, yarını ile birlikte ölüm sonrası dünyasını da bir arada düşünmek mecburiyetini yüklüyor. İyinin, doğrunun ve güzelin uğrunda umutlanmış bir ömür, hayatı ve sonrasını gözardı edemez. O vakit de Bütünlük ve Birlik söz konusu edilecektir.

Kitabın Özeti :

Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun Dünkü Türkiye serisinin üçüncü grubu Yıldırım dairesidir. Sepetçioğlu bu seriyi, Yıldırım- Timur- Şeyh Bedreddin adıyla sunmaktadır. Burada Yıldırım Bâyezid, Timur ve Şeyh Bedreddin etrafındaki hadiseler anlatılmıştır. Yazar Şeyh Bedreddin'in ve Yıldırım'ın çocukluğundan başlar. Bu üçlünün ilk kitabı Bu Atlı Geçide Gider adını taşır.

Murat Hüdavendigâr padişahtır. Romanın kahramanlarından Kara Mustafa, Bursa'da Somuncu Baba ile konuşmaktadır. Yanında beş çocuk vardır. Buyruk gereği bu çocuklan yerlerine teslim edecektir. Bu çocukların adlan Bedrettin, Doğan, Mustafa, Kemal ve Samet'tir. Bedrettin, Edirne'ye ailesine gönderilmek üzere oraya gidecek olan kervancıbaşına teslim edilecektir. Doğan bir şehit çocuğudur. Bir müddet Kumral Dede Konağında kalacaktır. Kemal, Mustafa ve Samet dil öğrenmek ve yetiştirilmek üzere Türkmen ailelerin yanlarına yerleştirilecektir.

Kara Mustafa, devşirme olan bu çocuklara bazı takma isimler vermiştir. Onları Börklüce Mustafa, Torlak Kemal diye çağırmaktadır. Samet'e de Ecevit demektedir. O sırada bir patlama sesi duyarlar. Biraz sonra bir atlının son hızla patlamanın olduğu yere, yani geçide doğru gittiğini görürler. Bu, Şehzade Bâyezid Beğ’dir. O da bu çocuklarla aynı yaşlardadır. Somuncu Baba, Demirci Boran Ustanın top döktüğünü, onu denemiş olabileceğini söyler. Somuncu Baba "çocuk denecek yaşta" olan Bayezid'in atını öyle doludizgin, geçide doğru sürmesini hoş karşılamamıştır.

Çocuklar yerlerine teslim edilirler. Yalnız Samet kaçmıştır. Onu bulamazlar. Roman, Kosova Meydan Muharebesi’nde Murat Beyin şehit olduğu güne kadar devam eder. Yıldırım Bâyezid padişah olmuştur.

Yıldırım, Doğan Bey’e Niğbolu Beyliği’ni verir. Romanın sonunda Yıldırım'ın dördüncü oğlunun doğduğu haberi gelir. Padişah onun adını Mehmet koyar.

Romanda Bedrettin'in yetişmesi, Timur'a; Mısır'a ve Sakız'a gitmesi, Börklüce Mustafa ile Torlak Kemal'in savaştan kaçmaları, birbirlerine rastlamaları, Timur'a gitmeleri, sonra Bedrettin'le karşılaşarak ve Sakızlı bir keşişin davetine uyarak Sakız'a gitmeleri heyecanlı bir şekilde anlatılmıştır. Bu sırada onların düşünceleri, Osmanlı veTürkmen'e olan nefretleri de ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmiştir.

Ayrıca Timur'un kişiliği, özellikleri, İhtirası ve huzursuzluğu, kişiliğinde görülen değişmeler, okuma ve öğrenme merakı anlatılmıştır.

Üçler Yediler Kırklar (M. Necati Sepetçioğl) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Üçler Yediler Kırklar

Kitabın Yazarı : M. Necati Sepetçioğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Sanat adamları ancak yeryüzünü güzelleştirebilmek uğrunda, çirkinde bile mevcut olan bütün güzellikleri insanların gönül gözünde yerleştirmek için çaba sarfetmek mecburiyetindedirler. Yeryüzünün güzelleşmesi dünki, bugünki, yarınki çabaların senteziyle olur.

Kitabın Özeti :

Üçler Yediler Kırklar romanında olaylar Osman Bey’in ölümüyle başlar. Orhan Bey Cendereli Kara Halil'i Bursa kadılığına tayin etmiştir. Roman, Orhan Beyin oğlu Süleyman Beyin salla Rumeli'ye geçişine kadar devam eder.
Yazar bu romanında, diğer romanlarında görülenden farklı bir teknik kullanmıştır. Roman boyunca şahıslar bir sal üzerinde Rumeli'ye doğru yol almaktadırlar. Vakalar, geriye dönüşler ve hatırlananlar şeklinde anlatılır. Vakanın büyük bölümü mahkeme zabıtları hâlinde düzenlenmiştir ve şu adları taşımaktadır: Gazi Fazıl’ın Anlattıkları, Ece Halil'in Anlattıkları, Hacı İlbeğ'in Anlattıkları, Zöhre'nin Anlattıkları, Sülemiş'in Anlattıkları, Kendigelen Kızın Anlattıkları, Yine Zöhre'nin Anlattıkları, Aşık Ana’nın anlattıkları...

Vakanın büyük bir bölümü, bu şahıslar ağzından anlatılmış, arada bir sala dönülmüştür. Bunlardan sonra "Cendereli Kara Halil Düşündü" başlığını taşıyan bir bölüm gelmektedir. Bu, düğümü çözüme götüren bölümdür. Burada kadı, hükmünü vermeden önce Orhan Bey’i dinlemeye ve ona bazı sorular sormaya karar verir. Orhan Beyin dinlenmesiyle mesele çözülür.

Bunlarla yetinmeyen yazar araya Birinci Protez, İkinci Protez, Üçüncü Protez, Dördüncü Protez adı ile dört bölüm ilâve etmiştir. Bu bölümlerde de, mahkemede dinlenen şahitlerin eksik bıraktıkları vaka anlatılmakta, meselelere açıklık getirilmektedir. Yazar, olaylar arasındaki sebep-sonuç bağlantılarını bu şekilde tamamlamıştır.
Bu romandaki vakalar daha çok Karesi Beyliği’nde geçmektedir. Romanda Karasi Beyi’nin sarayının üfürükçüler ve gözbağcılar tarafından istilâ edildiğinden bahsedilmektedir. Veli Baba, Pir Cabbar’ın Alisi oradadır. Burası fitne fesat yuvası olmuştur. Buna çare olarak Aclan Beyin küçük oğlu Dursun'u Orhan Bey’in yanına aldırmasını sağlarlar. Romanda ana tem, kötülerin yarattığı fitne ile mücadele edilmesidir.

Bu arada Osmanlıların Rumeli'ye geçişine yer verilmiştir. Ayrıca Karagöz'le Hacivat tiplemesi de kullanılmıştır.

Deli Kurt (Hüseyin Nihal Atsız) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Deli Kurt

Kitabın Yazarı : Hüseyin Nihal Atsız

Kitap Hakkında Bilgi :

"Deli Kurt", Osmanlı tarihinde Yıldırım Bayazıd'dan sonra "Şehzadeler Kavgası" diye anılan devrin tarihî bir romanıdır. Bir bakıma göre de "Bozkurtlar"da başlayan Orta Asya'daki hayat kavgasının yeni vatan Anadolu'da devamıdır. Şehzadeler arasında süren ve tafsilâtı henüz yeterince aydınlanmamış bulunan çarpışmada Yıldırım'ın oğulları hayat ve taht mücadelesinin hem kahramanca, hem şairane, hem de sefîhane bir örneğini vermişler ve birbiri ardınca hayata veda ederek meydanı içlerinden birisine bırakmışlardır. Bunlar arasında en talihsizi ve hayatı en az bilineni İsa Çelebi'dir. Deli Kurt, İsa Çelebi'nin meçhul bir oğlunun dramıdır. Bu dram daha sonraki asırlarda daha büyük bir şiddetle sürüp gidecek ve yüzlerce şehzadenin hayatına mal olacaktır. Romanda görülen parlak bakışlı, gözlerine bakılamayan kız, hayalî bir tip değildir. Zamanımızda Muğla köylerinden birinde böyle bir kız yaşamıştır ve belki de hâlâ yaşamaktadır. Roman yazarı, bu parlak ve büyülü bakışları beş yüz yıl öncesine götürmekle esere çeşni vermekten başka bir şey yapmamıştır.

Kitabın Özeti :

Atsız, Deli Kurt romanında beylikler dönemini ele almıştır. Roman 1403 yılının sonlarında başlar.

Yıldırım Bâyezid ölmüştür. Şehzadeler savaşı, bütün hızı ve acımasızlığıyla sürmektedir. Yıldınm Bayezid'in oğlu İsa Bey’in sipahisi Çakır Ağa, Beyin karısı Bala Hatunu sütannesi Satı Kadın'ın evine getirir. Bala Hatun bir oğlan doğurur. Adı Murat konur. Köylüler Murat'a Deli Kurt adını verirler. Aradan zaman geçer.

Murat büyür, evlenir, çocuklan olur. O da Çakır Ağa gibi sipahilik mesleğini seçmiştir. Bir gün Çakır Ağa ile Bizans'a gider gelirler. Murat bu arada Satı Kadın'ın köyünde gördüğü Gökçen Kız'a âşık olur. Gökçen Kız Saman’dır. Yada taşı İle yağmur yağdırmakta, bazı hastalıkları otlarla tedavi etmektedir. Deli Kurt savaşa gider. Macarlara esir düşer. Üç yıl esarette kalır. Memleketine döndükten sonra tekrar savaşa gider. Bu savaşta Evren ve Çakır Ağa şehit olurlar. Çakır'ın eşyalarını karıştırırken bazı mektuplar bulur ve kendisiyle ilgili hakikati öğrenir. Bu arada karısı bir oğlan doğurur. Murat ona İsa adını koyar. Varna Savaşı’na katılır.

Döndükten sonra Gökçen Kız'la evlenecektir. Savaş kazanılır. Padişah II. Murat, ona geçici olarak Eskişehir Sancakbeyligine bakmasını söyler. Deli Kurt büyük bir heyecanla evine döner. Bir sel baskını olmuş, bütün ailesi, Gökçen Kız, Satı Kadın boğulmuşlardır. Deli Kurt atına biner, gayesiz, amaçsız, belirsiz bir yöne doğru gider.

Roman bir trajedi ile sona ermektedir. Bu haliyle roman Yunan trajedilerini andırmaktadır. Burada romancı, Osmanlı tahtına rakip olma ihtimali bulunan şehzade soyunun yaşamaması gerektiğini düşünmüş olmalıdır.

Bu romanda Bizans da vardır. Gökçen Kız ve annesi Esen Börü diğer romanlardaki kadın tiplerine benzerler. Samanlık ağır basar. Romanda kaval vasıtasıyla Gökçen Kız'la Deli Kurt haberleşirler. Romanda esrarlı bir hava vardır. Bu, öbür romanlarda bulunmaz. Çakır Ağa’nın annesinin hayali yüzünü göstermez.

Yazar bu durumu, insanoğlunun her şeyi bilmesi gerekmez diye ifade eder. Gökçen Kız tiplemesi de bu esrarlı havanın başka bir yönüdür.

Ağustos Başağı (Sevinç Çokum) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ağustos Başağı

Kitabın Yazarı : Sevinç Çokum

Kitap Hakkında Bilgi :

Türk öykücülüğünün zarif sesi Sevinç Çokum'dan bir Kurtuluş Savaşı romanı. Romanın mekânı, Osmanlı'nın kuruluş toprağı olan Söğüt.

Karakterler çok boyutlu ve derin: Yusuf, Esma, Kayalı Süleyman, Nafiz Bey, Selim ve dahası. Karton olmayan, sığlıktan uzak karakterler. Lirik ve konuşkan.

Cumhuriyet'in kuruluş tomurcuklarını, sırf yazılı belgelerle değil, o coğrafyada yaşamış Ali Amca, Memiş Dayı gibi gerçek kişilerden dinledikleriyle hikâye ediyor Sevinç Çokum.

Bilmediği bir coğrafya üzerine konuşmuyor anlatıcı; bildiği, tecrübe ettiği, toprağını gördüğü bir yerden ses ediyor.

"Söğüt mavi-mor tepelerin ardındadır," derken, bizi de bir maviliği, morluğu görmeye davet ediyor.

Kitabın Özeti :

Sevinç Çokum, Ağustos Başağı adlı romanında Millî Mücadele yıllarını anlatmıştır. Burada Osmanlı Devletinin kuruluş dönemine ait bazı unsurları bir motif olarak kullanmıştır. Vaka İstiklâl Harbi’nin Söğüt Cephesi’nde geçmektedir. Yazar bu mekânı özellikle seçmiştir. Bu mekân vasıtasıyla, Millî Mücadele ile Osmanlı Devleti’nin kuruluşu arasında bağ kuran yazar, bunu romanının ilk sayfasında kahramanının ağzından şöyle dile getirir:

"Osmanlı Devleti’nin beşiğidir Söğüt. Doğduğu, kök saldığı yerdir. Bilir misin, Millî Mücadele’de ilk düzenli ordu birlikleri burda kurulmuş. Yani devlet burda ikinci defa dal budak salmış. Bereketli, kutlu bir yerdir anlayacağın."

Romanda, Millî Mücadelenin Söğüt cephesi anlatılırken sık sık Osman Gazi dönemihatırlatılır. Bunlar, yeni kurulan Türk devletinin sembolü olurlar. Orhan Gazi Camii, Edebali'nin beyaz evi, türbesi, Ertuğrul Gazi Türbesi gibi mekâna ait unsurlar, Osman ve Orhan Beyler gibi tarihî şahsiyetler, Ertuğrul Gazi'yi anma törenleri gibi sembolik unsurlardır. Böylece tarihî şahsiyetler yalnız kendi devirlerinde geleceğe hükmedecek büyük bir devletin temellerini atmakla kalmazlar, altı yüz yıl sonraya da taşman, yön veren birer sembol, birer manevî kurtarıcı hâlini alırlar.

Söğüt insanı, gücünü kuvvetini Ertuğrul, Osman ve Orhan Beylerden alır. Söğüt'ün Rum bacıları İstiklâl Savaşı’nın mermi taşıyan, kağnı süren kadınları olarak yeniden dirilirler. Burada tarihî şahsiyetlerin aktif bir rol oynadıklarına da dikkat çekmek lâzımdır. Onlar uzun yıllar önce ölen insanlar olmaktan çıkmış, yaşayan, hatta savaşan şahsiyetler gibi yol ve yön gösterici olmuşlardır. Millî Mücadele âdeta onların kemiklerini sızlatmamak için yapılır ve kazanılır. Onlar, yattıkları yerden dünyayı yönetirler. Söğütlülere güç kaynağı olurlar, güç verirler.

Yazar, Söğüt Kuva-yı Milliyesi’nin kurulmasını, Söğütlülerin azmini ve metanetini, direnişini hep bu heyecanla anlatır ve işler. Olay kahramanlarından birinin adının Osman olması, ona "Kara Osman" denmesi, yazarın bağlantıyı daha sıkı bir şekilde hatırlatmakistemesinin bir sonucudur. Roman boyunca Osman Gazi'nin zamanında olduğu gibi Söğüt'ten Bursa'ya ve Bilecik'e gidilir.

Romanda bir diğer motif "Söğüdün erenleri" türküsüdür. Bu türkü de tarihî bakımdan o kadar eski olmamakla beraber, muhteva bakımından kuruluş döneminin Kumral Dede, Şeyh Edebali gibi dervişlerini hatırlatacak niteliktedir. Ayrıca kahramanların çömlekçilik, demircilik yapmaları eski millî ve geleneksel Türk sanatlarına ve mesleklerine bağlanır.

Ayşe Ana Söğüt bacılarından biridir. O, bacılar bölüğünün başında erkeklerle birlikte düşmana karşı savaşır. Kadınlarla konuşurken Osmanlı'nın ilk günlerini hatırlatır. Ayşe Ana kadınları toplar ve onlarla şöyle konuşur:

"... Şimdi düğünde bayramda değiliz. Acılı gündeyiz. Kendi ocağını tüttürmüşsün, bunun kimseye faydası yok! Memleketin ocağı tütmeli, bacılar... Bunun için de aşınızı bezinizi esirgemeyin ordudan. Yoksa iki elim yakanızdadır! Şu tüfeği boşuna vermediler bana. Yakarım billahi! Eğer kulağıma 'Söğüdün kadınları ocak başlarında pinekliyorlarmış' diye bir söz gelirse, vay halinize..."

"Osmanlının ilk günleri gibi bacılar. İşte yeniden filizlendik! Hem de aynı mekânda. Söğüt'te..."

Bu sözlerde kararlılık ve cesaret hâkimdir. Asırlar öncesinden gelen bu hâkim tavır, sanki Osman Bey zamanındaki Aybüken Ebenin, Bacıbey’in konuşmasıdır. Yazar, bu tarihten gelme izlenimini, hem sözlerinin muhtevasıyla, hem de üslubuyla vermektedir.

Romanda, üzerinde durulacak bir başka nokta, rüya motifidir. Efendi Hafız rüyasında Ertuğrul türbesindeki mumların söndüğünü ve türbenin karanlığa gömüldüğünü görmüştür. Söğüt'ün işgalini haber veren bu rüya, hem rüya motifinin kullanılmasıyla, hem de muhtevasıyla Osmanlı'nın kuruluş devrinin ilk yıllarına bağlanır.

Dağa Çıkan Kurt (Halide Edip ADIVAR) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili

Kitabın Adı : Dağa Çıkan Kurt

Kitabın Yazarı : Halide Edip ADIVAR

Kitap Hakkında Bilgi :

“Uşak’a girerken düşündüm, Anadolu’da geçen yıllarımda yüz evden otuz eve eriyerek dağılan, ölen, erkeksiz ve kimsesiz köylerde Himmet çocuğun eşlerine rastlıyor, onlara memleketin hayat tarihinde birer ışık ve iz diye bakıyordum. Hayat diye, insanlık diye Anadolu’da ne kalmışsa gayretli kadınlarıyla bu küçük gündelik kahramanların insanüstü çalışmasından kalmıştı. Bunlardan bir tanesi kafamda ve kalbimde içimi kanatan bir çivi gibi saplanmış kalmıştır...”

Dağa Çıkan Kurt, Milli Mücadele’de sahne arkasında kalan kahramanların kitabı. Bir yandan işgal ordusuyla, bir yandan da açlıkla, hastalıkla savaşan Anadolu halkının ve Kuva-yı Milliye birliklerinin serüvenleri, bu hikâyelerde Halide Edib’in cephe gerisi tanıklığıyla sunuluyor.

Kitabın Özeti :

Olay bir şairin, bir yazara Fransız kurt masalını anlatması ile başlar. Şair, yazara söz vermesine rağmen dağa çıkan kurt hakkındaki şiirini bir türlü yazara gönderemez. Yazar beklemekten bıkar ve kendini kurt hülyaları içinde bulur. Karacaaahmet mezarlığı civarında fakir ve yoksul olan küçük bir evin çocuğudur.Babasını savaşta kaybetmiştir. Annesi her akşam eve geşmesini beklemekte ve getireceği ekmeği yiyerek karnını doyurur. Fakat o akşam annesi biraz gecikir. Sonunda annesi karşıda görünür. Fakat elinde ekmek yoktur. Aç kalacağını anlar. Vakit artık geç olmuştur ve yatarlar.

Çocuk yatakta annesi ise yarı tahta yarı hasır bir yatakta yatmaktadır. Gece çocuk yatağının üstünde bir şeylerin kıpırdadığını hisseder fakat bunun annesine anlatmaz. Hafifçe gözlerini açar. Karşısında savaştan çıktığı her halinden belli olan, her yanı yara bere içinde ve ağzından kan damlayan bir kurt durmaktadır. Bu durum babasının anlattığı bir kurtmasalını anımsatır.

Bir gün ormanda bütün hayvanlar birbirine girer. Bozulmadık yuva, ezilmedik çalı, çiğnenmedik ot kalmaz. Kısacası taş taş üstünde kalmaz. Uzun süre bu böyle devam eder. Hayvanlar birbiri ile konuşmazlar ve birbirine düşmanca hareket etmeye devam ederler. Bunun böyle gitmeyeceğini anlayan ormanın en yaşlısı olan fil bir toplantı yapmak ister ve bütün hayvanların bir araya gelmesini ister. Toplantı yapılır ve toplantıda artık düşmanca tavırların bırakılacağı ve dostluk içinde yaşanması gerektiği kararına varılır.

Bu kararda şu sonuç çıkıyordu. Her hayvan kendi bölgesindehür ve serbest olarak gezebilecekti. Etçil hayvanlar bu duruma pek rıza göstermedi ama yine de boyun eğdiler. Otçul hayvanlar bu duruma çoktan razı idiler. Yine de hayvanlar arasında bir takım huzursuzluk olduğu meydandaydı. Sonunda bu huzursuzluğunun sebebinin kurt oldduğu ortaya çıktı. Topluca kurt diyarına saldırdılar. Yıkılmadık yer bırakmadılar. Kurt bu bozgun karşısında öcünü almak için dağa çıktı.

Anadolu’nun hastalık, yoksulluk, savaş ve cephelerde verdiği mücadeleler, cephe gerisinde yazarın şahit olduğu olaylar bir çok hikaye de farklı şekilde kitapta anlatılmıştır. Dağa Çıkan Kurt hikayesinde ise hayvanlar üzerinden anlatılan hikayede her hayvan bir ülkeyi temsil etmektedir. Eserdeki kurt Türkiye’dir.

Gurbet Hikayeleri (Refik Halid Karay) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Gurbet Hikayeleri

Kitabın Yazarı : Refik Halit Ka­ray

Kitap Hakkında Bilgi :

1940′da yayınlanan Gurbet Hikayeleri, Refik Halit Ka­ray‘ın Memleket Hikayeleri’nin bir devamı niteliğindedir. Mem­leket Hikayeleri‘nde memleket edebiyatını işleyen yazar, Gur­bet Hikayeleri‘nde memleket hasretini somutlaştırmıştır. Ya­bancılar arasında yaşarken edinilen yabancılaşma ve yalnızlık duygusu, ana dili kullanma hasreti bu hikayelerin temel konusunu oluşturur. Çok sade, rahat yazılmış hissi veren Refik Halit‘in bu hikayelerinde Moupassant (Klasik vaka öyküsü) tekniği kullanılmıştır.

Kitabın Özeti :

Çıban:

Hikâye, bir binbaşının dilinden anlatılmaktadır. Asker (Binbaşı), hikâyenin başında Halep çıbanının kor­kulacak bir tarafının olmadığından, hatta güzel bir bayanı da­ha da güzelleştireceğinden bahseder. Herkesin korktuğu Ha­lep çıbanından daha da korkunç bir çıban vardır: Hadramut çıbanı. Asker, başından geçen bir hadiseyi anlatmaya başlar. Bir gün, Yemen valisi ve kumandanı İzzet Paşa, onu ve yanında­kileri iki Arap emiri arasındaki kavgaya son vermek için Had­ramut hududuna gönderir.

Hadramut’a varırlar. Burası, koskoca bir çölde yer yok­muş gibi beş altı katlı binaların yapıldığı, garip bir yerdir. Yağ­mur 3-4 senede bir yağmakta, yağdığında da sel olarak gel­mektedir. Evler, âdeta bir rüzgârda toz hâline gelecekmiş gibi iğretidir. Asker, ilk geldiği gün emirin kölesi ona cibindirik içinde yatmasını söyler. Aksi hâlde Hadramut çıbanına yaka­lanabilir. Asker, çarşıda gezerken yüzünün yarısı bu çıban yüzünden yok olmuş, oyulmuş, kemikleri görünen kadınlarla karşılaşır. Çok korkar ve geceleri her yerini örterek uyur. Bir gün, alnında hafif bir kaşıntı hisseder. Bir kırmızılık vardır. Hemen, emire gider. Bir cadıya benzeyen kadın geti­rirler. Kadın, muayene ettikten sonra habis çıban olduğunu söyler. Tek bir tedavi yolu vardır. Bu uygulanmasa yüzünün yarısı ile gözünün teki bu çıbanla oyulup gidecektir. Çıban, kıvama gelince hurmalıklar altında bir döşeğe yatırılır. Cadı kadın çıbanın uç kısmına çok ince bir iğne geçirir. Bu iğneye bağlı ipi hurma ağaçlarından birine bağlar. On gün kımılda­madan yatacaktır. Hayatı bu ipliğe bağlıdır. İplik koptuğu an­da, çıban onun yüzünü ve gözünü yok edecektir. Çıbanın özünün kuruması gerekmektedir. Bu acaip tedavi süresince ip koparsa asker şakağına bir kurşun sıkarak intihar etmeye ka­rar verir. Her gün, ya yağmur yağarsa, ya kölelerden biri o uyuduğu anda başını tutmayı unutursa diye düşünerek kor­ku içinde yaşamaktadır. Kafasını robot gibi hiç oynatmamak­tadır.

Nihayet on günün sonunda cadı görünümlü kadın gelir. Özün alındığı müjdesini verir. Binbaşı, yanağında küçük bir yanığa benzeyen izi göste­rerek ‘İmparatorluk zabiti neler çeker?’ der

Eskici :

Hasan adında bir çocuk vardır ve İstanbul'da yaşamaktadır. İstanbul'da yaşarken anne ve babasını kaybetmiş, hiç yakın akrabası kalmamıştır. Yöre halkı Hasan'ı Filistin'e halasının yanına göndermeyi uygun görmüşlerdir. Hasan'ı vapura bindirip Filistin'e gönderirler. Halasının yanına giden Hasan, o yörenin diline yabancı olduğu için hiç kimseyle konuşmaz. Bir gün halasının evine ayakkabıları tamir için bir eskici gelir ve Hasan onun karşısına oturarak onu seyretmeye başlar. Daha sonra eskiciye 'çiviler ağzını acıtmıyor mu?' der. Eskici önce çocuğun Türkçe konuşmasını garipser. Daha sonra sen nerelisin diye sorar. Hasan anlatmaya başlar. Hiç durmadan konuşmaktadır. Eskiciyle beraber memleketlerinden bahsederler. Eskicinin işi bitmiş, gitme zamanı gelmiştir. Ayrılırken Hasan çok ağlar ama elinden hiçbir şey gelmez.

Köpek :

Osman memleketinden uzun süre önce ayrılır ve Lübnan'da çalışmaya başlar. Osman kimseyle konuşmayan çok yalnız biridir. Bir gün yine işe çıkmışken arkasına bir köpek takılır. Ona bakınca onunda memleketinden uzak olduğunu düşünür. Köpeğin kaderinin kendisine benzediğini düşünerek onu yanına alır. Artık her yere onunla gider olmuştur. Köpek, Osman'ın yanına geldiğinden beri kilo alır, Osman'la oynamaya onu sevmeye başlar.

Bir gün Osman'ı Lübnan'da zabitler yakalar. Yasak olarak çalıştığından dolayı onu şehir dışı etmek isterler. Ama köpeğin onunla beraber gitmesini istemezler. O zamanlar hayvanların hastalık bulaştırma tehlikesi olduğu için, onları şehir dışı etmek yasaktır. Bu nedenle Osman'ı köpeksiz şehir dışı ederler. Osman çok üzülür hatta ayrılırken köpekle bile vedalaşır. Köpek ağlamaklı olmuştur ama bir şey yapamaz. Osman'ın eski neşesi artık kalmamıştır. Kader yine ona kazığını atmıştır.

Testi:

Ömer adında bir genç Lübnan'da şoförlük yapmaktadır. Bir akşam arabasına üç bedevi biner ve ondan hemen bir doktora gitmesini isterler. Adamlardan biri nefes alırken zorluk çekmektedir. Ömer merak edip nesi olduğunu sorar. Bedevilerden yaşlıca olanı yanındakinin testisiden su içerken, testinin içine düşmüş olan bir arının boğazına kaçarak onu soktuğunu söyler.

Lübnan halkı ozamanlar hastalık bulaşır korkusuyla bardak kullanmaz, testiyle içerlerdi. Testiyle içerkende ağızdan birkaç parmak yukarıdan akıtarak içerelerdi. Bu tür olaylar orada çok sık olurdu. Adam bir ara nefes almamaya başlar. O sırada Ömer doktor yazılı bir yerde durur ve adamı içeri taşırlar. Fakat doktor birkaç saat önce hayata gözlerini yummuştur. Arı tarafından sokulan adam da aradan çok geçmeden doktorun yanında yerini alır.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi :

1888'de İstanbul'da doğan Refik Halit, Ban-i Osmani serveznedarlarından, "bâlâ" rütbesine sahip  Mehmed Halid Bey'in oğludur. Vezneciler'de Şemsu'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te okuyan ve ayrıca özel derslerde alan Refik Halid, Mekteb-i Sultani'yi terkettiği gibi, Mekteb-i Hukuk'u da yarıda bırakıp Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi. 1908'de katipliği bırakarak, Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakik at'te çalışmaya başladı, bu arada kendisine ait Son Havadis adıyla bir gazete çıkardı ancak bunu on beş sayı sürdürebildi. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı, Servet-i Fünun'a yazılar verdi. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" müstear ismiyle siyasi mizah yazıları yazdı. Sada-yı Millet'te, bilahare Cem'de Kirpi müstear ismiyle yazılar yazdı. Gazeteci Ahmet Samim'in 9 Haziran 1910'da İttihatçılarca katledilmesi üzerine İştirak adlı gazetenin Haziran 1910 tarihli nüshasının buna ilişkin yazılara ayrılmasını sağladı ve bu yüzden İttihat ve Terakkicilerce mimlendi. "Kirpi" müstear ismiyle yazdığı, İttihat ve Terakki Fırkası'nı yerden yere vuran yazılarını "Kirpinin Dedikleri" adıyla bir kitapta topladı ve bu arada Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın elindeki Beyoğlu Belediyesi'nde yedi ay süreyle Baş katip olarak çalıştı, Mahmud Şevket Paşa'nın katlinden hemen sonra da, yargılanmaksızın Sinop'a sürüldü (1913), bilahare Çorum, Ankara ve Bilecik'e gönderildi. Bilecik'teyken ongünlük bir izinle İstanbul'a geldiğinde Ziya Gökalp'in yardımlarıyla geri dönmedi yani sürgünlüğü son buldu (1918). Robert Kolej'de bir yıl kadar Türkçe öğretmenliği yaptı, bu arada Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleler yayınlayan Refik Halid, Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı, Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükum etini tuttuğu için, İstanbul'un işgalcilerden kurtarılışının ardından 09.11.1922 tarihinde Beyrut'a kaçtı. Yüzellilikler listesine alınması ve ihracı konusunda baskı yapılması üzerine Suriye'nin vatandaşlığını kabuletmek zorunda kalan Refik Halid, Halep'te yayımlanan Doğruyol ve Vahdet gazetelerini yönetti, bir ara kendi adına çıkardığı gazeteyi de tepkiler yüzünden kapatmak zorunda kaldı. Af Kanunuyla, 1938'de yurda dönüp, yazmaya ve geçimini bu yoldan sağlamaya devam eden Refik Halid, 18.7.1965 tarihinde İstanbul'da öldü.

ESERLERİ:

Romanları: İstanbul'un İçyüzü, Yezidin Kızı, Çete, Sürgün, Anahtar, Bu Bizim Hayatımız, Nilgün 1-2-3, Yeraltında Dünya Var, Dişi Örümcek, Bugünün Saraylısı, İkibin Yılın Sevgilisi, İki Cisimli kadın, Kadınlar Tekkesi, Karlı Dağdaki Ateş, Dört Yapraklı Yonca, Sonuncu Kadeh.

Hikaye Kitapları: Memleket Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri, Kirpinin Dedikleri, Ago Paşa'nın Hatıraları, Ay Peşinde, Sakın Aldanma İnanma Kanma, Tanıdıklarım, Guguklu Saat, Bir Avuç Saçma , Bir İçim Su, İlk Adım, Üç Nesil Üç Hayat, Minelbab İlelmihrab.

Bir Ömür Boyunca, yazarın 1922-1938 arasındaki sürgünlük yıllarını kapsayan anılarıdır. Ama anlattıkları bu yıllarla ve bu dönemin olaylarıyla sınırlı değildir. Beyoğlu'nun lokanta adabı, Sinop'taki sürgün dünyası kadar Resneli Niyazi'nin meşhur geyiğinin akıbetini de Refik Halid'in güzel ve özgün üslubundan okuruz. Bir Ömür Boyunca, yazarın ölümünden sonra yayınlanan en güzel ve önemli eseridir.

Gurbet Hikâyeleri (Refik Halit KARAY) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...