Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
20 Aralık 2019 Cuma
Dr Jekyll ve Mr Hyde (Robert Louis Stevenson) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Dr Jekyll ve Mr Hyde
Kitabın Yazarı : Robert Louis Stevenson
Kitap Hakkında Bilgi :
Soru sormak bir taşı harekete geçirmek gibidir. ”
Robert Luis Stevenson, gördüğü bir kâbus üzerine yazdığı Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Hikâyesi insan doğasının alegorik bir özeti gibidir. Bugüne kadar yüzlerce kez sinemaya ve televizyona aktarılan, sahneye konan bu eser hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Gerek biçimsel yapısı gerekse kişilik bölünmesini konu edinmesi sebebiyle okurun hem kendi bastırılmış kötü taraflarına hem de iyi tarafta kalma isteğine temas eden kitap, son sayfaya dek açığa vurmadığı gizemlerle okunması gereken yapıtlardan biridir.
“Araştırmalarım sayesinde her geçen gün hem entelektüel hem ahlaki açıdan şu gerçeğe inanmaya başladım; kişilik tek değildir, çifttir. Çift olduğunu söylüyorum çünkü daha fazla olup olmadığını henüz bilmiyorum. Başkaları da izimden yürüyecek. Başkaları da söylediklerimi söyleyecek. Öyle tahmin ediyorum ki gelecekte insanın birden çok ve birbirinden bağımsız kişiliklerden oluştuğu kanıtlanacak.”
Kitabın Özeti :
Noter olan Utterson bir akrabası olan Enfield’le beraber sürekli yürüyüşlere çıkmaktadır. Bu yürüyüşlerde Londra’yı gezmektedirler.
Yine bir gün gezerlerken Enfield ona geçen yolda gördüğü bir olayı anlatır. Adamın biri yoldan hızla geçerken küçük bir çocuğa çarparak arkasına bakmadan kaçar. Bunu gören Enfield hemen adamın peşine düşer ve onu yakalar. Adamın yüzünde korkunç ve nefret uyandırıcı izlenim vardır. Adam kendisini affettirmek için para vermeye razı olur ve onları Dr. Jekyll’e ait bir evin önüne getirir. Bu durumdan da anlaşılır ki o adam bu doktorun asistanı olan Mr. Hyde’dır. Bunu anlayan Utterson endişelenir. Çünkü Dr Jekyll kendisine bıraktığı bir vasiyetnamede eğer ki kendisi ortadan kaybolursa tüm mirasını bu adama bırakacağını söylemektedir. Ortadan kaybolma şartı da noterin kafasını karıştırmaktadır.
Bu arada doktorun arkadaşı olan Lanyon ise Dr Jekyll’ın etik olmayan araştırmalar yaptığını ileri sürerek kendisinden biraz soğumuştur. Günün birinde Londra’da yaşanan bir cinayet gündem olmuştur. Cinayete tanık olanlar ise cinayeti işleyenin elbiseleri kendisine oldukça bol gelen, kısa boylu ve nefret uyandırıcı bakışlı biri olduğunu söylerler. Bu tarif edilen Mr. Hyde’dir. Bunun üzerine noter oldukça endişelenir ve Dr. Jekyll’a gider. Vasiyetnameyi sorar ve Mr. Hyde'nin kötü biri olduğunu söyler. Dr. Jekyll ise kendisinin gerçekleri bilmediğini, olanların tamamen farklı olduğunu söyler.
Dr. Jekyll artık evden çıkmaz olmuştur. Ayrıca kimseyi de yanına almaz, yüzünü bile hizmetçilere göstermez olmuştur. Ara ara efendilerini gizlice gözleyen hizmetçiler, gördükleri kimsenin efendileri olmadığını, sesinin değişmiş olduğunu söylerler. Ancak eve giren çıkan başka kimse de olmamıştır. Bunun üzerine hizmetçiler noteri çağırır.
Noter Mr. Hyde'nin gelip Dr. Jekyll’ı öldürdüğünü düşünmektedir. Noter kapıyı kırarak içeri girdiğinde Mr. Hyde'nin yerde ölü halde uzandığını görür. Odada bir mektup bırakmıştır. Mektupta yazanlardan anlaşılırki Mr. Hyde ve Dr Jekyll aynı kişidir. Dr Jekyll keşfettiği bir karışımla kötü ve iyi yanını ayrılabilir bir hale getirmiştir. İlacı içtiğinde hem ruhen hem bedenen değişip Mr. Hyde'e dönüşmektedir.
Mr. Hyde her dönüştüğünde, Mr. Hyde onun saf kötü tarafı olarak sürekli kötü şeyler yapar. Mr. Hyde cinayet de işlemiş, daha başka kötülükler de yapmıştır. Ancak zamanla ilacın etkisi artmış, artık normal zamanlarda da Mr. Hyde'e dönüşmeye başlamıştır. Üstelik de elinde değişimi sağlayan malzeme de kalmamıştır. Ve böylece kendi sonunu kendi hazırlamıştır.
Mahşer (Peyami Safa) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri
Kitabın Adı : Mahşer
Kitabın Yazarı : Peyami Safa
Kitap Hakkında Bilgi :
Mahşer, cephede vatanı, milleti uğruna savaşıp gazi olan ve İstanbul'a döndükten sonra kendisini intiharın eşiğinde bulacak kadar hayal kırıklıkları yaşayan Nihat'ın romanıdır. Birinci Dünya Savaşı'nın sebep olduğu çalkantıların, fakirlik ve ruhî bunalımların ferdî ve toplumsal ölçekte yol açtığı ahlakî çöküntüleri, gerçekçi bir atmosfer içinde sunan Peyami Safa, daha romanın ilk sayfalarından başlamak üzere, idealist bir insanın hayatta kalmak için ne gibi fenalıklarla yüzleşmesi gerektiğini okuyucuya gösterir. Nihat Çanakkale'de omzundan yaralandığı için gönderildiği İstanbul'da gördüğü manzara karşısında, artık Türkiye'nin "masumlar, temizler, alicenaplar, faziletkârlar, hasbiler, iyi niyet sahipleri ve büyük kalpli insanlarla reziller, çalıp çırpanlar, imansızlar, sonradan görmeler, seviyesizler, sütü bozuklar, hainler ve katillerin omuz omuza yaşadığı bir mahşer yeri" olduğuna inanmaya başlar.
Kitabın Özeti :
Kitapta; Nihad ve Muazzez'in, uyuşmayan hayatlarına rağmen çekişmeli geçen aşkları anlatılmaktadır. Nihad, on iki yaşında hem annesini hem babasını kaybetmiştir. Darüşşafaka'da edebiyat bölümünde okumuştur. Muallim olarak yaşamına devam ederken harp çıkar. Nihad önce Kafkas cephesine ardından Çanakkale cephesine götürülür. Üç defa taarruza katılır ve son taarruzda omzundan yaralanır. Artık orduya yaramayacağı için İstanbul'a tekrar gönderilir.
Aradan uzun zaman geçmiştir. Nihad vapurdan indiğinde cebinde beş parası yoktur. Eski mahallesine uzaktan akrabası olan teyzesinin yanına geçici süre kalmak için gider. Ancak teyzesinin vefat ettiğini öğrenince eski arkadaşı Faik'in yanına gider. Faik babasıyla beraber, harabe, tek yataklı, fare dolu bir evde yarı aç yarı tok yaşamaktadır. Faik tek yatağını da yanlarına gelen Nihad'a verir. Hatta son yemeklerini de. Nihad bunları duyunca Faik'e yük olmamak için mektup yazar ve evden ayrılır.
Gidecek bir yeri yoktur. Önce bir iş bulup sonra pansiyona yerleşmeyi düşünür. O gün mecali kalmayana kadar iş arar. Tam ümidini kesmiş iken son bit tüccar yazıhanesine girer. Burada Mahir Bey ona göre bir iş olmadığını söyler. Nihad tam kapıdan çıkarken eşi Seniha Hanım kızına ders verecek bir muallim aradığını eğer kabul ederse kızına özel ders vermesini ister. Nihad ertesi gün Mahir Bey ve Seniha Hanım'ın evine gider. Kızları Perizad'a ders vermeye başlar.
Perizad çok şımarık bir kızdır. Nihad onunla uğraşmaya pek gönüllü değildir. Perizad'ın Muazzez adında bir dadısı vardır. Nihad ve Muazzez arkadaş olurlar. Nihad bu aile ile ilgili gerçekleri Muazzez'den öğrenince hayrete düşer. Muazzez Hanım ve Mahir Bey uzaktan akrabalarmış. Muazzez'in annesi bir apartmana sahipmiş ve çok hasta bir kadınmış. Mahir Bey, Muazzez'in annesi ölmeden önce allem edip kallem edip apartmanı ve diğer mülklerini kendi üstüne geçirmiş. Muazzez'in annesi ölünce onu yanına almış ve beraber yaşamaya başlamışlardır. Ancak Muazzez annesinin bütün servetine konduğu için ona içten içe kin güder. Ancak kadın başıyla yapacak bir şeyi yoktur ve kaderine razı olur. Nihad Bey ve Muazzez Hanım'ın arasında dostluktan öte içlerinde küçük aşk kıvılcımları oluşur.
Bu arada Seniha Hanım da bu yakınlaşmayı sezer ve sürekli Nihad'ı bu konuda uyarır. Amacı Muazzez'i muharrir Alaaddin Bey ile evlendirip çıkar sağlamaktır. Ancak Muazzez bunu hiç istemez. Seniha Hanım ve Mahir Bey kaçak yollardan para kazanmaktadır. Nerede kötü bir iş varsa onlar oradadırlar. Çıkarları için herkesi harcayacak tipte insanlardır. Seniha Hanım, Nihad'ı karanlık işlerine alet etmek ister. Ancak Nihad bunu kabul etmez ve işinden istifa eder. Ancak aklı Muazzez'dedir. Onu kullanacaklarını düşündükçe mahvolur.
Muazzez ile gizli gizli buluşurlar ve aşkları gittikçe alevlenir. Seniha'nın Muazzez'i tekrardan Alaaddin Bey ile evlendirmek istemesi üzerine Nihad, Muazzez'i kaçırır. Faik'in evine sığınırlar. Muazzez bu yoksul hayata alışması çok zor olur. Daha sonraları Muazzez ve Nihad imam nikahı yaparak ayrı bir eve çıkarlar. Muazzez'in son takılarını da satarak eve birkaç eşya alırlar. Evin aylık kirasını, yiyecek yemeğin parasını bile zor bulurlar. Nihad çok iş arar ve tüm kapılar yüzüne kapanır. Nihad'ı bu yoksul hayata Muazzez'in katlanamayıp gideceği düşüncesi çok korkutur. Nihad zaman zaman kahvede bir grup arkadaşıyla buluşup halk arasındaki farkı, devlet düzenine, yoksul halkın ezilmesine başkaldırmaları, ihtilal yapmaları gerektiğini konuşurlar.
Bir gün Muazzez çok hastalanır ve ateşi yükselir. Zatürre olma ihtimali çok yüksektir. Nihad o gece hiç uyumaz ve Muazzez'in uyanmasını bekler. Ancak bu arada polisler Nihad'ın kapısına dayanarak onu ihtilal yapma girişiminden tutuklarlar. Nihad'ın aklı Muazzez'in hastalığındadır. Ölmüş olma ihtimali onu derinden sarsar. Nihayet üç günün sonunda komiser acır ve Nihad'ı serbest bırakır. Nihad eve döndüğünde Muazzez ile Seniha Hanım yan yanadır. Seniha Hanım, Muazzez'e doktor getirtip iyileştirmiştir. Ve ona bu soğuk evden ayrılmalarını ve yanlarına taşınmalarını ayrıca Nihad'a iş bulacağını söylemiştir. Muazzez bunu Nihad'a söyler ve o bunu kesin bir ifadeyle geri çevirir. O kötü insanların yanında bir dakika bile yaşamak istemez. Ancak Nihad'ın korktuğu başına gelmiştir ve Muazzez onu çok sevmesine rağmen bu şartlara artık dayanamayacağını söyleyip evi terk etmiştir.
Nihad çok büyük bir boşluğa düşer. Başka bir eve taşınır. Muazzez'siz yaşamak adeta haram olur. Nihad on gün sonra Muazzez'in apartmanına gittiğinde hizmetçi ona ailenin düğünde olduğunu söyler. Nihad düğüne gider ve uzaktan izler. Muazzez'in çok mutlu olduğunu görmek onu yıkar. Nihad bunu kaldıramaz ve beline bir taş bağlayarak denize atlar. Hızla denizin dibine doğru sürüklenirken yaptığına pişman olur ve olağanüstü bir yaşama arzusuyla yukarı çıkmak ister. Şans eseri belindeki taş kopar ve Nihad yavaşça yükselir. Ancak yüzme bilmediğinden sahile çıkana kadar birçok kez boğulma tehlikesi geçirir. Sonunda çabalayarak kurtulur. Nihad yaşama sevinciyle hayata tekrar tutunur.
Seniha Hanım ile çalışırken tanıştığı yazar Kerim Bey'in evine gider. Ona başından geçenleri anlatır. Kerim Bey, Muazzez'in on gündür onu aradığını ve çok korktuğunu söyler. Kerim Bey bankada ona bir iş ayarlayacağını ve buna karşın da onun yaşadıklarını roman yapacağını söyler. Nihad çok sevinir ve hemen Muazzez'in yanına gider. Muazzez'e var olan tüm gücüyle sımsıkı sarılır. Muazzez'i intihar ettiği sahile götürerek başından geçenleri anlatır. Muazzez çok üzülür. Nihad'ı kendine bağışladığı için Allah'a şükreder. Birbirlerine bir daha hiç ayrılmayacakları sözünü verirler.
Kitabın Kahramanları, Kişileri :
NİHAD : Çanakkale’de savaşmıs genç bir askerdir. İyi ve dürüst bir insandır. Yeterince onurlu ve gururlu bir insandır. Ayrıca Muazzez’i çok sevmektedir.
MUAZZEZ : Genç ve güzel, iyi bir aile terbiyesi almış, insanları seven ve onlara değer veren namuslu bir kızdır. Çok sabırlı bir insandır. Nihad’ın kendisini sevdiği gibi o da Nihad’ı çok sevmektedir.
SENİHA HANIM : Bir kaç kez evlenip boşanmış en sonunda kendi gibi sahtekar biriyle evlenmiş, zeki, işten pazarlıklı bir kadın. Çıkarları uğruna her şeyi yapan ahlaksız bir kadındır.
MAHİR BEY : Seniha’nın kocasıdır. Tüccardır ama gelirinin çoğunu devleti soyarak karşılayan namussuz bir kişidir. Mahir Bey ve Seniha Hanım tam birbirine uyumlu dolandırıcı bir çifttirler.
ALAADDIN BEY : Mebus ve ayrıca bir gazetenin sahibidir. Seniha’nın etkisinde kalan dalavereci bir şahıstır. Bu adamın da Seniha ve Mahir Beyden geri kalır yanı yoktur.
FAİK : Nihad’ın en yakın arkadaşıdır. İyi ve her zaman yardım sever biri olarak romanda görülür. Nihad’ı çok sevmektedir. Çok iyi kalpli, arkadaşları için yaşayan bir adam arkadaşları için her şeye katlanan iyimser bir insandır.
EMİNE HANIM : Faizci,sadece paraya deger veren , beş para etmez bir kadındır.
ŞÜKRİYE HANIM : Nihad’ın ev sahipliğini yapmış,ihtiyar ve oldukça iyi bir kadındır.
Mesnevi'den Aslan, Kurt ve Tilki Hikayesi (Mevlana Celaleddin Rumi)
Kitabın Adı : Mesnevi
Kitabın Yazarı : Mevlana Celaleddin Rumi
Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkmışlardı. Avları yakalayıp birbirinin sırtına yükletmek ve taşımak için yardım edeceklerdi. Üçü birlikte o geniş kırda birçok av tutacaklardı. Aslında erkek bir aslan için kurt ve tilki ile arkadaşlık etmek ayıptı, lâkin aslan onlara ikram olsun diye, kendilerine yoldaşlığı kabul etti.
Hikâyedeki aslandan maksat, hakîkat ve mârifet aslanı olan “veliyy-i kâmil”dir. Kurt ve tilkiden murat ise; hayvanlık sıfatından kurtulamamış sûrî insanlardır. Evliyâullah hazarâtı, bazen böyle hayvan sıfatlı insanlarla beraber bulunurlar. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Cemaat, Allâh’ın rahmetine sebeptir.” buyurmuştur. Olur ki, cemaat arasında Allâh’ın sevgili bir kulu bulunur; onun yüzü suyu hürmetine, diğerleri de Allâh’ın lutfu keremine nâil olurlar.
Bu cemaat, aslanın maiyyetinde heybet ü azametle dağa doğru gidince, bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlarını ormana getirdiler. Aslan kurda dedi ki:
“-Ey eski ve tecrübeli kurt! Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster.
Kurt:
“-Şâhım, yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.” diyerek taksimâtı yaptı. Fakat bu taksimat aslanı hoşnut etmemişti:
“-Ey kurt! Sen ne dedin? Ben burada iken sen ve ben demeye cesaret ediyorsun hâ!.. Haydi, bana doğru gel!” dedi ve kurdun yaklaşmasıyla ona bir pençe vurması bir oldu. O pençe darbesi kurdu parçaladı. Aslan kükremeye devam etti:
“-Mâdemki beni görmek ve karşımda bulunmak, sana kendini unutturmadı; böyle bir cana, inleyerek ölmek gerektir!”
O yüce aslan; iki baş, iki üstünlük kalmasın diye kurdun başını kopardı.
Koca kurt! Mademki padişahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. İşte” Fentekamna minhüm?” budur.
Sonra yüzünü tilkiye dönüp “Hadi, bunları yememiz için pay et” dedi.
3105. Tilki secde edip dedi ki: “Bu semiz öküz, ey emin padişah, kuşluk yemeğin.
O keçiden de bahtı aydın padişaha gün ortasında yemesi için bir yahni olur.
Tavşan da lûtuf ve kerem sahibi padişahın akşam yemeğidir.”
Aslan “Tilki, adaleti parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çeşit pay etmeyi kimden öğrendin?
Ey ulu kişi! Bu pay edişi nereden belledin? “ deyince Tilki dedi ki
“Padişahım, kurdun halinden!”
3110. Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim aşkımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de al, git.
Ey tilki, sen baştanbaşa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun;
Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayağını yedinci kat göğün üstüne bas, yüksel.
Alçak kurttan ibret aldığın için artık sen, tilki değilsin, benim aslanımsın” dedi.
Akıllı o kişidir ki çekinilen belâda dostların ölümünden ibret alır.
3115. O zaman tilki “ Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif etti” diye yüzlerce şükürde bulundu.
“Eğer önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkân mı vardı? “ diye şükürler etti.
Şu halde bizden de Allah’ya şükürler olsun ki, bizi ancak helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.
Bu suretle Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl helâk ettiğini duyduk.
Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
KISSADAN HİSSE
Mevlânâ Hazretleri; aslan, kurt ve tilkinin hikâyesini bitirirken bizi kıssadan hisseye yöneltiyor ve şöyle devam ediyor, hikmet deryası sözlerine:
“O hâlde bizi evvelkilerden sonra dünyaya getiren Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâlar olsun. Allâh’ın eski zamanlardaki müşriklere etmiş olduğu siyasetleri okuduk ve işittik. Cenâb-ı Hakk’ın bizi sonradan dünyaya getirmesi, o eski kurtların hâlinden ibret alıp, tilki gibi kendimizi korumamız içindi. Hakk’ın Rasûlü ve sözünde sâdık olan Peygamber-i Ekber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bundan dolayı bizim için «Ümmet-i Merhûme» yani «Allah’ın rahmetine mazhar olmuş ümmet» buyurmuştur.
O eski kurtların, hâlâ mevcut eserleri meydanda... Ey büyük adamlar, ey aklı başında kimseler; o eserlere bakın da ibret alın.”
Mesnevî’nin bu meşhur hikâyesi; âhir zaman ümmeti olmanın hem güzel ve rahmet tarafını bizlere hatırlatıyor, hem de tefekkür ve ibrete dâvet ediyor. Şayet geçmişi bilmezsek, Allâh’ın kâinâtta cârî olan kanunlarını (Sünnetullah) anlamaz ve ona göre hayatımızı tanzim etmezsek âkıbetimiz, geçmiştekilerden çok da farklı olmaz. Nitekim şöyle denilmiştir:
“Geçmişten ibret almazsa kişi, geleceğe ibret olmaktır işi!..”
Kitabın Yazarı : Mevlana Celaleddin Rumi
Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkmışlardı. Avları yakalayıp birbirinin sırtına yükletmek ve taşımak için yardım edeceklerdi. Üçü birlikte o geniş kırda birçok av tutacaklardı. Aslında erkek bir aslan için kurt ve tilki ile arkadaşlık etmek ayıptı, lâkin aslan onlara ikram olsun diye, kendilerine yoldaşlığı kabul etti.
Hikâyedeki aslandan maksat, hakîkat ve mârifet aslanı olan “veliyy-i kâmil”dir. Kurt ve tilkiden murat ise; hayvanlık sıfatından kurtulamamış sûrî insanlardır. Evliyâullah hazarâtı, bazen böyle hayvan sıfatlı insanlarla beraber bulunurlar. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Cemaat, Allâh’ın rahmetine sebeptir.” buyurmuştur. Olur ki, cemaat arasında Allâh’ın sevgili bir kulu bulunur; onun yüzü suyu hürmetine, diğerleri de Allâh’ın lutfu keremine nâil olurlar.
Bu cemaat, aslanın maiyyetinde heybet ü azametle dağa doğru gidince, bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlarını ormana getirdiler. Aslan kurda dedi ki:
“-Ey eski ve tecrübeli kurt! Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster.
Kurt:
“-Şâhım, yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.” diyerek taksimâtı yaptı. Fakat bu taksimat aslanı hoşnut etmemişti:
“-Ey kurt! Sen ne dedin? Ben burada iken sen ve ben demeye cesaret ediyorsun hâ!.. Haydi, bana doğru gel!” dedi ve kurdun yaklaşmasıyla ona bir pençe vurması bir oldu. O pençe darbesi kurdu parçaladı. Aslan kükremeye devam etti:
“-Mâdemki beni görmek ve karşımda bulunmak, sana kendini unutturmadı; böyle bir cana, inleyerek ölmek gerektir!”
O yüce aslan; iki baş, iki üstünlük kalmasın diye kurdun başını kopardı.
Koca kurt! Mademki padişahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. İşte” Fentekamna minhüm?” budur.
Sonra yüzünü tilkiye dönüp “Hadi, bunları yememiz için pay et” dedi.
3105. Tilki secde edip dedi ki: “Bu semiz öküz, ey emin padişah, kuşluk yemeğin.
O keçiden de bahtı aydın padişaha gün ortasında yemesi için bir yahni olur.
Tavşan da lûtuf ve kerem sahibi padişahın akşam yemeğidir.”
Aslan “Tilki, adaleti parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çeşit pay etmeyi kimden öğrendin?
Ey ulu kişi! Bu pay edişi nereden belledin? “ deyince Tilki dedi ki
“Padişahım, kurdun halinden!”
3110. Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim aşkımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de al, git.
Ey tilki, sen baştanbaşa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun;
Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayağını yedinci kat göğün üstüne bas, yüksel.
Alçak kurttan ibret aldığın için artık sen, tilki değilsin, benim aslanımsın” dedi.
Akıllı o kişidir ki çekinilen belâda dostların ölümünden ibret alır.
3115. O zaman tilki “ Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif etti” diye yüzlerce şükürde bulundu.
“Eğer önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkân mı vardı? “ diye şükürler etti.
Şu halde bizden de Allah’ya şükürler olsun ki, bizi ancak helâk olanlardan sonra dünyaya getirdi.
Bu suretle Hakk’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri nasıl helâk ettiğini duyduk.
Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
KISSADAN HİSSE
Mevlânâ Hazretleri; aslan, kurt ve tilkinin hikâyesini bitirirken bizi kıssadan hisseye yöneltiyor ve şöyle devam ediyor, hikmet deryası sözlerine:
“O hâlde bizi evvelkilerden sonra dünyaya getiren Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâlar olsun. Allâh’ın eski zamanlardaki müşriklere etmiş olduğu siyasetleri okuduk ve işittik. Cenâb-ı Hakk’ın bizi sonradan dünyaya getirmesi, o eski kurtların hâlinden ibret alıp, tilki gibi kendimizi korumamız içindi. Hakk’ın Rasûlü ve sözünde sâdık olan Peygamber-i Ekber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bundan dolayı bizim için «Ümmet-i Merhûme» yani «Allah’ın rahmetine mazhar olmuş ümmet» buyurmuştur.
O eski kurtların, hâlâ mevcut eserleri meydanda... Ey büyük adamlar, ey aklı başında kimseler; o eserlere bakın da ibret alın.”
Mesnevî’nin bu meşhur hikâyesi; âhir zaman ümmeti olmanın hem güzel ve rahmet tarafını bizlere hatırlatıyor, hem de tefekkür ve ibrete dâvet ediyor. Şayet geçmişi bilmezsek, Allâh’ın kâinâtta cârî olan kanunlarını (Sünnetullah) anlamaz ve ona göre hayatımızı tanzim etmezsek âkıbetimiz, geçmiştekilerden çok da farklı olmaz. Nitekim şöyle denilmiştir:
“Geçmişten ibret almazsa kişi, geleceğe ibret olmaktır işi!..”
Mesnevi’den (Mevlana Celaleddin Rumi) Nasihatler ve Özlü Sözler
Mesnevî’den Nasihatler ve Özlü Sözler
-Ey oğul, bağı çöz; özgür ol! Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın? (I,19)
-Merhamete nâil olmak istersen, zayıflara merhamet et! (I,822)
-İçinde pusu kurmuş olan nefis, kibir ve kin bakımından bütün insanlardan beterdir (I,906)
-Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey koyunun kurda gönül vermesidir. (I,1292)
-İnsan dostunu göremiyor, ayırt edemiyorsa kör olsun daha iyi. (I,1407)
-Sözün faydası yoksa söyleme! (I,1524)
-Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. (I,1627)
-Şekilde-surette kalırsan putperestsin; her şeyin dış yüzünü bırak, mânâya bak!(I,2893)
-İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.(I,3435)
-Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil! Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir. (I,4003)
-Türk sağ oldukça mutlaka kendine bir otağ(ülke) bulur, hele bu Türk Hak kapısının değerli bir kulu olursa? (II,455)
-Çalışıp, kazanmak define bulmaya engel değil ya! Sen çalışmana devam et; eğer nasibin varsa define de arkandan gelsin. (II,735)
-Ben, bu çalışıp-çabalama dünyasında iyi huydan daha üstün bir şey görmedim.(II,810)
-Akılsız dost zaten düşmandır. (II,1734)
-Zafer için yardımcısı Allah olmayan kişiye tavşan bile aslan gibi görünür.(II,2298)
-Ey rüşvet alan! Sen fil yavrusu yemektesin; düşmanın olan o fil sonunda kökünü kazır, mahveder seni. (III,159)
-Nefis üç köşeli dikendir; nasıl koyarsan koy yine sana batar; ondan kurtulmanın imkânı var mı?(III,375)
-Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!(III,431)
-Yer, gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline gelir.(III,,936)
-Adımımı nereye atacaksam bakar da öyle atarım; işte bu yüzden yanlıştan da kurtulurum, düşmekten de.(III,1753)
-Bütün bilimlerin özü “Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim” ilmini bilmektir. (III,2654)
-Vay o kişiye ki nefsine uyar da lüzumsuz fetvalar verir. (III,3246)
-Helva kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil! (III,4532)
-Evlilikte iki kişinin birbirine denk olması lâzım; yoksa iş bozulur, geçim kalmaz.(IV,197)
-İyi huylu, kötü huylulara tahammül edip, onların kötülüğünü söylemeyendir. (IV,774)
-Belâların çoğu peygamberlere gelir. Çünkü ham kişileri yola getirmek zaten bir belâdır.(IV,2009)
-Otu ha çağırmışsın, ha çağırmamışsın ne fark eder? Ayağı toprağa çakılmış kalmıştır. (IV,2896)
-Kim işin sonunu görürse, yolda hiçbir zaman ayağı takılmaz. (IV,3371)
-Demircilik sanatını bilmeyen kişi, demirci ocağına yaklaşırsa sakalını, bıyığını yakar.(V,1381)
-Rızkı Allah’tan ara; ondan bundan değil!(V,1496)
-Allah sana bir el vermişse, bir iş yap, kazan da dostlarına yardımın dokunsun.(V,2420)
-Gönlün nâmertlikle dolu olduktan sonra sakalına ve bıyığına gülünür ancak!(V,2511)
-Tilki bir eşeği baştan çıkarıyorsa bırak çıkarsın. Sen eşek olma da üzülme! (V,2537)
-İyilik aradımı insanda kötü şey kalmaz ki! (VI,124)
-Allah için hizmette bulun; halkın kabul edip etmemesiyle ne işin var senin! (VI,845)
-Söz, dinleyene göre söylenir; terzi elbiseyi adamın boyuna göre diker. (VI,1241)
-Adaleti bilmeyen, kurt yavrusunu emziren keçiye benzer. (VI,1576)
-Kıyamet kurban gününe benzer; Mü’minlere bayram, öküzlere ise helâk olma günü. (VI,1876)
-Kurt çok zalimdir; ama hiç değilse hilesi yoktur. (VI,2472)
-Aynada çirkinliğini görünce aynaya kızma! (VI,3154)
-Evin içindeki acı su çeşmesi, dışarıdaki tatlı su ırmağından daha üstündür. (VI,3603)
-Niceleri kadın alarak Kârun gibi zengin oldu; niceleri de kadın yüzünden borçlandı gitti! (VI,3689)
-Hazırlığın olmadan bir madene bile girersen bir kuruş elde edemeden geri çıkarsın. (VI,4425)
-Sen ört ki, senin de ayıbını örtsünler. (VI,4526)
Mesnevi'den (Mevlana Celaleddin Rumi) Nasihatler
MESNEVİ’DEN NASİHATLAR
I. Cildin Önsöz’ünden:
Bu kitap Mesnevî kitabıdır. Mesnevî, hakikate ulaşma ve yakîn
sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir.
Allah’ın en büyük fıkhı, Allah’ın en aydın yolu, Allah’ın en açık
delilidir...
Şüphe yok ki Mesnevî, gönüllere şifadır; hüzünleri giderir, Kur’an’ı
apaçık bir hale koyar; rızıkların bolluğuna sebep olur, huyları
güzelleştirir...
Ekmek! Ama hem az, hem de helâlinden!
Sen gözyaşı zevkini nereden bilirsin? Gök görmedikler gibi ekmeğe âşıksın.
Karnından ekmeği boşaltırsan, ululuk incileriyle doldurursun.
Nur ve kemâli, artıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.
Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?
(I,1638,1639,1642,1646)
Balık baştan kokar!..
Yöneticilerin huyu halkına da tesir eder...
Yönetici bir havuza benzer; halk da bu havuza bağlı bu boruları gibidir.
Eğer havuzdaki su pis olursa, borulardan da aynı bu su akar.
Sen bu sözün mânâsına dal, adamakıllı dikkat et, iyice düşün bakalım!..
(I,2820,2821,2823,2824)
Gerçek makam bizim makamımız
İnsanlar makam ve derece için aşağılıklara katlanır, bayağı hallere düşer; yücelik ümidiyle aşağılık şeylerden lezzet alır.
On günlük makam için alçaklığa katlanırlar; gam ve kederle boyunlarını ip gibi ipince bir hale sokarlar
Nasıl oluyor da benim bulunduğum yere, bu yücelikle, aydın bir güneş olduğum mekâna gelmiyorlar?
Bana yapışın da doğan olun; eğer baykuşsanız bile doğan kesilin!
(II,1104-1106,1165)
Şekilden geç, mânâya ulaş!..
Ne güzel ibadet ediyor, ne hoş işlerde bulunuyor; fakat bir parçacık bile tat yok.
İbadet kabuktan ibaret, içi yok; cevizler çok, ama içleri boş.
İbadetin netice vermesi için zevk; tohumun ağaç olması için iç gerek!
(II,3394-3396)
Kuşkudan vazgeç, emin ol!
Yerde yarım arşınlık genişlikte bir yol olsa, insan hiç kuşkuya düşmeden rahatça yürür;
Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen, yolun genişliği de iki arşın olsa, yine eğri-büğrü gidersin;
Hatta içindeki kuşku yüzünden belki de düşersin. İşte kuşkudan gelen bu korkuya iyice dikkat et de kuşkunun kötülüğünü anla!
(III,1559-1561)
Mal-mülk, makam; ama sonuç!..
Sığır, kasapların ne yapacağını bilseydi, hiç onların peşine düşer, dükkana gider miydi?
Veya kasapların elinden kepek yer miydi? Yahut da onların gülücüğüne aldanıp, onlara süt verir miydi?
Hatta ot yese bile, niçin beslendiğini bilseydi, hiç otu hazmedebilir miydi?
Şu halde bu âlemin direği gafletten, bilmezlikten ibarettir. Devlet
(maddî manevî zenginlik) “Dev” (koş) kelimesiyle “let” (dayak)
kelimesinden meydana gelmiştir.
Önce koş; koş da sonundaki dayağa bak! Bu yıkık yerde (dünyada) devlet sahibine eşekcesine ölümden başka bir şey yoktur.
(IV,1327-1331)
Hâlâ şekilcilik mi?
Birisi şehâdet getirdi, imanını gösteren bir şey yaptımı dış görünüşe önem verenler, o adamın mümin olduğuna hükmederler.
Bu şekilde nice münafıklar şekle, gösterişe sığınmışlar; böylece de yüzlerce gerçek iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
(IV,2176-2177)
Doğruyu söyle; ama gereği gibi!
Kaynayan yağın üstüne su dökersen ocağı da yıkarsın tencereyi de.
Söyle; ama yumuşak söyle, sakın doğrudan başka da bir şey söyleme; yumuşak sözlerle de vesveseler satmaya kalkışma!
(IV,3816, 3817)
Herkesin doğrusu kıyamette ölçülür!
Tüm insanlar bir hayale kapılmış, bir bucağı eşelemekte. Biri define bulmak için bir köşeyi kazmakta;
Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış; bir başkası da hırs içinde ekine, tarlaya koşmuş,
Bir diğeri cin çağırmakla meşgul, gönlünü aklını kaybetmiş; öbürü
yıldız bilgisine kapılıp nalı yıldızın üzerine koymuş, fal bakmada.
Bunların her biri, bir diğerine bakıp “Ne iş yapıyor bu” diye hayret etmede; her biri bir diğerinin işini boş bulmada.
Bunların hepsi can kıblesini kaybetmişlerde onun için herkes bir tarafa yönelmiş;
Nitekim bir bölük insan da kıble nerede, diye arar; bir hayale kapılıp her tarafa döner, durur.
Sabah olup da Kâbe göründü mü gerçekten kimin yolunu kaybettiği anlaşılır.
Bu şuna benzer: Hani, dalgıçlar denize dalar, denizin dibinde aceleyle ellerine ne geçerse toplarlar ya!
İnci bulurum ümidiyle onu bunu torbalarına doldurur;
Fakat o koca denizin dibinden çıktılar mı iri ve kıymetli inci kimin torbasındaysa meydana çıkar.
Birinin küçük bir inci, diğerinin sadece taş parçaları veya boncuk olduğu anlaşılır.
İşte, kıyamet günü de buna benzer; onları bu gaflet uykusundan uyandırıp, iyiyi, kötüyü, kimin ne topladığını ortaya çıkarır.
(V,319,322,324,326,328-335)
Ölüm gelmeden yoldaşını iyi seç!
Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefâkârdır, diğer ikisi ise gaddar :
Biri dostların, öbürü malın-mülkün, üçüncüsü ise iyi işlerin ki, vefalı olan budur.
Öldüğün vakit, malın seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkamaz; dostun gelir, ama sadece mezarının başına kadar.
Fakat yaptığın işler vefakârdır; onlara iyice sarıl ki mezarının içine kadar seninle gelen onlardır.
Ama!.. Eğer amelin iyiyse, orada sana dost olur; kötüyse yılan kesilir.
(V,1045-1047,1050,1052)
Koyacaksan iyi adet koy!
Yiğidim! Kim kötü bir gelenek koyarsa, ondan sonra halk cahilliğinden bu geleneğe uysa,
Bütün bu adeti işleyenlerin günahı, o adeti ilk koyana da yazılır. Çünkü o baştır, diğerleri kuyruk. (V,1956,1957)
Ne ekersen onu biçersin...
Yiğidim! Kadere az bahane bul; nasıl oluyor da suçunu başkalarına yüklüyorsun? Kendini araştır, kendi suçunu kendin gör!..
Gündüz vakti çalışıyorsun da, akşam ücretini başkası mı alıyor?
Neye çalıştın da zararını yada faydasını görmedin? Ne ektin de zamanı gelince onu devşirmedin?
Sen de bilirsin ki elde ettiğin şey, yaptığının karşılığıdır. Yoksa
âdil olan Allah’ın takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl
olur da verir?
Suçu kendine bul! Çünkü o tohumu sen kendin ektin.
(VI,413,415,417,418,423,427)
Evlâdın hayırlısı
Babanın ağaca benzeyen vücudu, gizli bir yol vasıtasıyla oğlunun iki gözünden su alır, gıdalanır.
Oğuldan coşan bu kaynak ananın, babanın bahçelerine kadar akar gider.
Anayla babanın gönül ve hayat bahçeleri bu suretle yeşerir, tazeleşir...
Kaynak (oğul) kötü olursa o ağacın dalları, yaprakları da kurur;
Çünkü o, oğlun vücut kaynağından sulanıp, gıdalanıyordu.
Ey gafil insanlar! Nice, canınıza eklenmiş böyle su kaynakları var, bilir misiniz?
(VI,3586-3591)
Mesnevi (Mevlana Celaddin Rumi) Hakkında Bilgi, Anlamı, Konusu, Nazım Türü, Yazıldığı Zaman, Beyit Sayısı
Mesnevi Kelimesinin Anlamı ve Mesnevî Nazım Türü
“Mesnevî” kelimesi Arapça olup, sözlük mânâsı “ikişer ikişer”
demektir. Edebiyatta ise; her beyti kendi arasında kafiyeli manzum söz
söylemek olup; beyit sınırı olmadığı için uzun eserlerde tercih edilen
bir nazım türü olmuştur.
İslâmî edebiyatlarda (özellikle Fars Edebiyatı, ve XV.yy’dan sonra
Türk Edebiyatı) şairlerin, uzun aşk hikayelerini ve destanımsı konuları
işlerken kullandıkları Mesnevî tarzı, Mevlâna’nın dönemine gelindiğinde
bir hayli mesafe kaydetmiş; tasavvufî eserlerin hemen hemen tamamı bu
nazım türünde kaleme alınmıştır. Mevlâna’nın da etkilendiği, Senâî’nin
(ö.1180) Hadîkatü’l- Hakîka’sı, Attâr’ın (ö.1193-1234 arası)
Musîbetnâme ve Mantıku’t-tayr’ı gibi eserler tasavvufî mesnevî
geleneğinin ilk ve en güzel örneklerinden sayılmıştır.
Mevlâna’nın zamanına gelinceye kadar bu şekilde edebî bir terim
olarak çağrışım yapan “Mesnevî” kelimesi, Mevlâna’nın mesnevî nazım
türünde yazdığı ve bizzat adını Mesnevî olarak kendisinin koyduğu
eseri, günümüzde de olduğu gibi yazıldıktan hemen sonra bile mânâ
değiştirip, tereddütsüz Mevlâna’nın Mesnevî’sini akla getirmiştir.
Mevlâna’nın Mesnevîsi
Adı, Mevlâna’nın da eserinin birçok yerinde belirttiği gibi
Mesnevî’dir. VI. cildin ikinci beytinde Hüsâmeddin Çelebi’ye ithafen
“Hüsâmînâme” olarak zikredilse de, hemen bir sonraki beyitte
“Mesnevî’nin son cildi...” ibaresinden anlaşıldığı üzere eserin isminde
bir tereddüt yoktur. Kaldı ki Mevlâna, Mesnevî’sinin I. cildinin henüz
başında “Bu kitap Mesnevî kitabıdır...” diyerek eserinin ismini koyar.
Mesnevî Nasıl Yazıldı?
Daha önce belirtildiği gibi herhangi bir eser yazma endişesinde
olmayan Mevlâna, özellikle; Şems ve Selâhaddin-i Zerkûb’un ardından
kendisine halife seçtiği Hüsâmeddin Çelebi’nin ısrarlarına
dayanamayarak Mesnevî’yi söylemeye, Çelebi de yazmaya başlar.
Mevlâna’nın ölümünden 45 yıl sonra onun ve ailesinin menkıbelerini
yazmaya başlayan Ahmed Eflâkî (ö.1360), Mesnevî’nin yazılmaya
başlanmasını Dergâhın Mesnevîhânı Sirâceddin’in dilinden şöyle anlatır:
“Hüsâmeddin Çelebi, bir gece Mevlâna’ya gelerek onunla baş başa
kaldığı sırada baş koyup dedi ki “Gazel divanı çoğaldı, bunların
sırlarının nurları deniz ve karaların, Doğu ve Batı’nın her tarafını
kapladı. Allah’a hamdolsun bütün söz söyleyenler, bu sözlerin yüceliği
karşısında şaşakaldılar. Eğer Senâî’nin İlâhînâme (Hadîka) tarzında ve
Mantıku’t-tayr’ın vezninde bir kitap yazılsa bu, bütün insanlar
arasında bir hatıra olarak kalır; âşıkların ve dertlilerin can yoldaşı
olur. Bu son derece büyük bir merhamet ve inayet olacaktır. Bu kulunuz
da ister ki değerli dostların yüzlerini sizin kutlu yüzünüze çevirip
başka bir şey ile meşgul olmasınlar. Artık bundan sonrası Hüdâvendigâr
(Mevlâna) ın lûtuf ve inayetine kalmıştır.
Bunun üzerine Mevlâna, hemen mübarek sarığının içinden küllî ve
cüz’î bütün sırları açıklayan bir cüz çıkartıp, Çelebi Hüsâmeddin’in
eline verdi. Bunda Mesnevî’nin başında bulunan on sekiz beyit yazılı
idi:
Bi’şnev în ney çun şikÂyet mî-koned
Ez-cüdâ’îhâ hikÂyet mî-koned
...
Der-ne-yâbed hâl-i puhte hîç hâm
Pes suhen kûtâh bâyed ve’s-selâm
Bu neyi dinle, nasıl şikayet ediyor;
Ayrılıkların macerasını nasıl anlatıyor.
...
Ham kişiler, hiç olgunların halinden anlar mı?
O halde sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”
Mevlâna da Çelebi Hüsâmeddin’e cevapla, böyle bir eser yazmasının
Allah’ın gayb âleminden kendisine ilham olunduğunu belirtir; ve böylece
Mesnevî’nin söylenmesi ve Çelebi vasıtası ve ricasıyla yazılmasına
başlanmış olur.
Ne Zaman ve Kaç Yılda Yazıldı?
Mevlâna’nın diğer eserleri gibi Farsça söylenip yazılan VI ciltlik
Mesnevî’nin I.Cildine 1259 yılında başlanıp 1263 yılında tamamlandı.
II. cilde başlanmak üzere iken Hüsâmeddin Çelebi’nin eşi vefat etti ve
Mesnevî’nin yazılması iki yıl kadar beklemede kaldı. Çünkü; Mesnevî,
Mevlâna tarafından sabah-akşam, semâ-sohbet, otururken-ayakta demeden
söyleniyor ve Hüsâmeddin Çelebi tarafından da yazılıyordu.
Hüsâmeddin Çelebi, eşinin ölümünden iki yıl sonra tekrar Mevlâna’nın
huzuruna gelerek vazifesine devam etmek istediğini belirtti. Böylece 14
Mayıs 1264 günü tekrar başlanan Mesnevî’nin kalan V cildi , hiç ara
vermeden 1268 tarihinde tamamlandı.
Yazma, Basma ve Beyit Sayıları
Mesnevî’nin her cildi bittikten sonra, Çelebi bunları gözden
geçirerek Mevlâna’ya okur, kontrol ettirirdi. İşte bu şekilde VI cilt
halinde meydana getirilen Mesnevî’nin beyit sayısı çeşitli yazmalara
göre değişiklik göstermekte, 25585 ila 26660 arasında değişmektedir.
Hindistan bölgesindeki yazmalarda 30 bin beyte kadar çıkan Mesnevî’nin
beyit sayısı en güvenilir neşir olarak değerlendirilen Nicholson’un
hazırladığı metinde ise 25632 dir. Şu ana kadar tespit edilebilen en
eski nüsha özelliğine sahip 677/1278 tarihli, Mevlâna Müzesi teşhir
salonunda sergilenen Mesnevî ise 25668 beyit olup, Nicholson metnini
hazırlarken kısmen, Abdülbaki Gölpınarlı ve Veled Çelebi (İzbudak) da
tercümelerinde bu nüshadan faydalanmışlardır. Bu nüsha, tıpkı basım
olarak, 49x32 cm ve 32x23 cm olmak üzere iki boyutta Kültür Bakanlığı
tarafından yayınlanmıştır.(Ankara, 1993, XIV s.+325vr.) Aynı nüsha 1371
hş./1992 yılında İran’da da tıpkı basım olarak neşredilmiştir.( Zîr-i
nazar-ı Nasrullah Pur- Cevâdî, Tahran, 28,5x22 cm; 7+610 s.)
Konuları, Kaynakları ve Amacı
Mesnevî’nin konuları hakkında birkaç cümleyle fikir beyan etmek
oldukça zordur. Çünkü Mesnevî’de hemen hemen akla gelebilecek her
konuda bilgi verilmiş; Âyet, Hadis ve hikayeler yoluyla da bu bilgiler
daha iyi aktarılmaya çalışılmıştır.
“Kur’ân’ın tefsiri” ve “Allah âşıklarının kitabı” olarak da
nitelendirilen Mesnevî, Mevlâna’ya göre hakîkate ulaşma ve yakîn
sırlarını açma hususunda din temellerinin, temellerinin temelidir. İşte
Mevlâna bu amaç doğrultusunda hikmetli sözleri ve gizli sırları açarken
sıkça hikâyelere başvurur; bu hikayelerin arasında başka bir konuya
girer, sonra tekrar başladığı hikayeye geri dönerek öğütler içeren
beyitleri sıralar; bununla da yetinmez, Âyet ve Hadis-i şeriflerden
delil getirerek vermeye çalıştığı fikirlerin iyice anlaşılmasını
amaçlar. Bütün bunlarla birlikte Mesnevî’yi anlamanın öyle kolay
olmadığını da belirten Mevlâna, eserini “vahdet dükkânı” olarak
nitelendirir ve okuyanlara şöyle der:
Bu kitap, masal diyene masaldır; fakat bu kitapta halini gören, bu kitap vasıtasıyla kendini tanıyan, anlayan da er kişidir.
Mesnevî, Nil ırmağının suyudur; Kıptiye kan görünür, ama Musa kavmine sudur.
Bu sözün (Mesnevî’nin) düşmanı, gözüme cehennemde tepe taklak olmuş bir halde görünüyor .
Mevlâna Mesnevî’sini aydın gönüllü, görüş sahibi ve ciğeri yanmış
âşıklar için süslenmiş bir bahçe ve lezzetli bir rızk olarak
nitelendirir ve Mesnevî’nin konularını anlama hususunda şu öğütleri
dile getirir:
“Mesnevî’nin nurlarla dolu sırlarını ve inceliklerini anlamak,
Âyetlerin, Hadislerin ve hikayelerin tertibinden aralarındaki ilgiyi
kavrayabilmek için büyük bir itikat, daimî bir aşk, tam bir doğruluk,
selîm bir kalp, kıvrak bir zekâ ve anlama gücü ve bazı ilimleri bilmek
gerekir ki insan onun (Mesnevî) sırrının sırrına ulaşabilsin. Eğer
doğru bir âşıksa bu özellikler olmadan da Mesnevî’yi anlama hususunda
aşkı ona kılavuz olabilir ve bir menzile erişebilir.” (Eflâkî, II, 182
vd.)
Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled (ö.1312) de babasının Mesnevî’sine
nazire olarak yazdığı İbtidânâme adlı eserinin girişinde Mesnevî
hakkında «Mevlâna, Mesnevî’sinde geçmiş erenlerin kıssalarını
zikretmiş; onların kerametlerini, makamlarını beyan buyurmuştur ki
bunları anlatmaktan maksadı da kendi keramet ve makamlarını
belirtmekti...» diyerek Mevlâna’nın amacının eskiden meydana gelen bu
olayların kendi zamanında da olduğu ve bunlardan dersler çıkartmak
gerektiğini belirtir.
Mevlâna’ya göre; sûfîlerin söyledikleri, yazdıkları ve sözünü
ettikleri konu ne rüya, ne de fal; Allah tarafından gönüllerine doğan
vahiy (gönül vahyi, ilhamı)dir. Hal böyle olunca da Allah istemedikçe
dil söze gelmez; geldiğinde de O’nun ilham ettiklerinden başka bir şey
söylemez. Bazen de kalbe doğan bu ilhamların söylenmesi yasaklanır; ya
da halkın anlayabileceği, akılların alabileceği ölçü ve seviyede
söylenir :
Sevgili, benim sözüme darılsaydı, susardım; bana bir lâhzacık mühlet verseydi, sükût ederdim;
Fakat “Söyle, bu söz ayıp olmaz. Senin sözün, gayb âlemindeki kaza ve kaderin zuhurundan başka bir şey değildir” demekte.
Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim; ya da izin ver, tamamıyla açıklayayım.
Yine de ne bunu, nede onu istiyorsan ferman senin...”
...
Ey doğacak çocuğun oynaması gibi bu mânâları içimde oynatıp duran Allah’ım! Madem ki bunun (Mesnevî) tamamlanmasını diliyorsun;
Kolaylaştır, yol göster, başarı ver; ya da bu isteği, bu arzuyu gider, bizi suçlama.
Sen olmadıkça, senin inayetin lûtfetmedikçe gece-gündüz nazım ve
kafiyenin ne değeri olabilir; (Sen olmadıkça) meydana getirilen şiire
kim bakar ki?
Yukarıdaki beyitlerden de anlaşılacağı gibi Mesnevî’nin sadece kendi
fikirlerinden oluşmadığını vurgulayan Mevlâna VI. cildin sonlarına
doğru «Bu bahisler ancak buraya kadar söylenip, açıklanabilir; bundan
sonrakilerin gizlenmesi gerekir.» (b.4620) der ve aşağıdaki beyitle
eserini tamamlar:
Gönlümden kopup gelen o söz, o taraftan gelmededir. Çünkü gönülden gönle pencere vardır.
14 Aralık 2019 Cumartesi
1984 – Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (George Orwell) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı
1- Aşağıdakilerden hangisi kitapta geçen ülkelerden değildir?
A) Okyanusya
B) Doğu Asya
C) Atlantik
D) Avrasya
2- Romanın kahramanı Winston hangi ülkede yaşamaktadır?
A) Okyanusya
B) Doğu Asya
C) Atlantik
D) Avrasya
3- Winston'un yaşadığı ülkenin lideri kimdir?
A) Büyük Birader
B) Büyük Patron
C) Büyük Baron
D) Büyük Bebek
4- Kitabın başında Winston evinde gizlice ne yapıyor?
A) Silah yapıyor
B) Günlük tutuyor
C) Evcil hayvan besliyor
D) Kaçak birini saklıyor
5- Ülkede yönetim evleri nasıl izleyip, dinlemektedir?
A) Uydudan yararlanmaktadır
B) Gizli kamera bulunmaktadır
C) Kapıları dinlemektedirler
D) Evdeki televizyonu kullanarak
6- Winston'un tanışıp aşık olduğu kızın adı nedir?
A) Jane
B) Julia
C) Katherina
D) Sally
7- Winston ve sevgilisi düşünce polisi tarafından yakalanınca başlarına ne gelir?
A) Sınır dışı edilirler
B) Zindana atılırlar
C) İşkence görürler
D) Mahkemeye çıkarlar
8- Ülkede eğitimden geçirilen küçük çocukların aile ilişkileri nasıldır?
A) Anne babalarını herşeyden çok severler
B) Anne babalarına herzaman yardım ederler
C) Anne babaları ile sıradan bir ilişkileri vardır
D) Anne babalarını düşünce polisine şikayet ederler
9- Winston'un işi nedir?
A) Yönetimin istediği gibi geçmişe ait kayıtları yeniden düzenlemek
B) Yönetimin istediği şekilde insanları takip ederek şikayet etmek
C) Yönetimin insanlara dağıttığı giysilerin tasarımını yapmak
D) Yönetimin dağıttığı yardımları insanlara ulaştırmak
10- 1984 – Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanına göre özgürlük nedir?
A) Özgürce seyehat edebilmek
B) İki kere ikinin dört olduğunu söyleyebilmek
C) İstediği malı ve eşyayı satın alabilmek
D) Eğitim öğretim eşitliği sağlamak
Cevap Anahtarı :
1-C 2-A 3-A 4-B 5-D
6-B 7-C 8-D 9-A 10-B
1984 – Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (George Orwell) Kitabın Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı
Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...
-
Cep telefonu ve tablet şarj cihazlarında USB kablolarla sık sık karşılaşıyoruz ve kullanıyoruz. Aynı zamanda bu cihazlara ve bilgisayarl...
-
Kitabın Adı : Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe Kitabın Yazarı : Paola Peretti Kitap Hakkında Bilgi : Yazarın kendi yaşam hikâyesinden esinl...