1 Mart 2020 Pazar

Saklı Seçilmişler (Soner Yalçın) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Saklı Seçilmişler

Kitabın Yazarı : Soner Yalçın

Kitap Hakkında Bilgi:

Siz onları değil; onlar sizi seçti

Bir film düşün.

İlk sahne sıradan bir olayla başlar.

Film ilerledikçe gelişmelere inanamazsın.

Dehşete kapılırsın.

Film biter. Etkisinden kurtulamazsın.

Korkarsın.

Bu kitabın yazım sürecinde ben bunları yaşadım.

İlk sahne:

Altı yıl önceydi.

Medyaya her cümlesi yalan olan bir haber sızdırıldı.

Peşine düştüm..

Bir Soner Yalçın Araştırması
Kitabın Özeti :

“Gıda terörünü ve bunun arkasındaki karanlık isimleri yazdım” diyen Soner Yalçın'ın belgelerle açıkladığı araştırmaları 5 yıldan fazla sürmüş ve kitabı yazması da 8 ayını almış.

Nil Soysal'a röportaj veren Soner Yalçın'dan kitapla ilgili öne çıkanlar şöyle:

Gıdalar korku kaynağına dönüştürüldü! Hekimler, uzmanlar yazıyor, konuşuyor, uyarıyor: “Aman şunları yemeyin! Aman bunları içmeyin!” Dedikleri doğru ama konuyu “gıda sağlığına” sıkıştırıp bırakıyorlar. Bu “çağdaş esarete” sebep olanlar görmezden geliniyor, gizli amaçları üzerinde durulmuyor. Eksik olan bu. İşte Saklı Seçilmişler kitabı bu ihtiyacı gidermek için yazıldı.

Kimyasal yiyecekler-içecekler insan sağlığı için tehlikeli zehir ise niye satılıyor? Demek meselenin gizlenen sırrı var! Bakın çevrenize; kısırlık ve kanser ne kadar arttı. Şeker hastalığı inanılmaz boyutlarda. Bu rahatsızlıkların sebebi yediklerimiz, içtiklerimiz. Mesele sadece sağlık değil; bunun ekonomik-politik yönü var! Bu zehir düzenini kimler, nasıl kurdu?

Beslenmenin-gıdanın ekonomik politiği üzerinde kimse durmuyor. Dedim ki içimden; “İnsanların kafasını aydınlatacak, gıda terörünün arkasındaki karanlık isimleri ve politikaları ortaya çıkaracak kitap yazmalıyım.” “Saklı Seçilmişler” böyle doğdu…

Kafamda şu vardı: ABD-AB ve küresel baronlar daha çok kazanç için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi patronlar ve iktidarlar buldu. Ya da iktidara getirdi. Dünya Bankası-IMF- Dünya Ticaret Örgütü adlı “şeytan üçgeni” Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir yedirmeye böyle başladı. Bu “şeytanların” ne yaptıklarına odaklanmışken, bir gün kafama dank etti: Bu işin içinde başka iş var! Bu iş sadece para kazanma meselesi olamazdı. Bir sır vardı. Bu sırrın peşine düşünce korkmaya başladım. Öğrendiklerimden dehşete düştüm.

Sadece Türkiye değil, dünya yoksullarına soykırım yapılıyor. Dünyadaki fakirleri “biyolojik gıda silahıyla” öldürüyorlar.

İnsanları (tek tek isimlerini verdim) yiyeceklerle- eşyalarla- aşılarla kısırlaştırıyorlar.

Gebeliği önleyen mısır üretmişler.

Kolesterol haplarıyla cinsel hayatlar öldürülüyor.

Gördüm ki: Bugün bunu yapan küresel yiyecek şirketleri, global ilaç firmaları dün de Hitler'in destekçisiydi! Tesadüf mü? Aynı aileler gaz odalarıyla değil, gıdayla insanları yok ediyor. Parası olmadığı için sağlıklı beslenemeyen yok ediliyor. Yeni soykırımcılar yeni dünya kurmak istiyor.

Çoğu kişi sadece zeytin ağaçları katliamını biliyor. Özellikle Özal döneminde çıkarılan yasalarla başladı büyük tarımsal kıyım. Türkiye'nin milli stratejik sektörü tarımı, yağlı urganla boğdurdular. Çünkü, ABD-AB endüstriyel tarıma geçince elindeki ürünü satmak için yeni pazarlar arıyordu. Türkiye bu pazarlardan biriydi. Size bazı rakamlar vermeliyim: Türkiye'nin 1980 başında tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar, ithalatı 51 milyon dolardı. İthalat 1999'da 3 milyar 93 milyon dolara yükseldi. Bugün tarımsal ithalat 16.5 milyar dolara ulaştı! Özallar, Erdoğanlar bu açıdan pek eleştirilmedi. Tarımsal üretimde kendine yeten Türkiye, bu dışa bağımlı politikalar sonucu bugün her tarımsal ürünü ithal eder hale getirildi. AKP bu politikayı ısrarla sürdürüyor. Bir ülke bile bile böyle intihara sürükleniyor işte. Zehir tacirlerine böyle fırsat veriliyor.

Özellikle son 6 ayda “inşallah delirmem” dedim. Kötülüğe ve adaletsizliğe inanamıyorsunuz. Örneğin, bu süreçte iki kez ABD'ye gittim. Benzer durumu Güney Kore ve Japonya'da da görmüştüm: Yoksullar evlerinde değil, dışarıda yemek yiyor! Çünkü evde yapmaktan dışarıda yemek daha ucuz! ABD'de doğal gıda ürünlerinin satıldığı butik mağazaların kapısından içeri girmeniz bile zor, çok pahalı. Türkiye'de de öyle; yoksulların doğal yiyecekleri alması imkansız. Bu durumda ne oluyor; kanser çocuklarda görülüyor artık. Maalesef insanlar bilmeden bu tuzağa düşüyor; “tatlı zehirler” yediriyor çocuklarına-torunlarına. Fast food özellikle çocuklarda aşırı şişmanlamaya ve şeker/diyabet hastalığına neden olmuyor; zeka geriliğine sebep oluyor! Bu yerlerde her yedi saniyede bir yemek yiyen bir kişide kanser vakası var! Bunu ben değil, ABD Senatosu söylüyor.

Bir kere şunun altını çizeyim: Ekmek, süt, yoğurt, pirinç ya da bir başka tarımsal ürün aslında sahiden ekmek, süt, yoğurt, pirinç mi? Yoksa o görünümde başka bir kimyasal ürün mü? Basit gıda hilelerinden bahsetmiyorum; sorun sandığınızdan daha büyük! Uzun raf ömürleri vs için ortaya çıkarılan tanımsız “şey” yiyeceklerden bahsediyorum. Bu yiyecekleri yiyip yememek herkesin kendi elinde. Ancak yoksullara başka alternatif bırakılmıyor. Fakirler hep ucuza mal edilen yiyeceklerle beslenmek zorunda kalıyor. Dikkat edin en yoksullar en şişman olanlardır. 50 yıl önce hamburger-patates yiyen kişi 420 kalori alıyordu; bugün 1050 kalori alıyor... 3 kilo yapay tatlandırıcı 750 kilo şekere denk geliyor ve her yiyeceğin içinde. Bu ucuz fast food tarzının da gizli bir amacı yok mu?

Tek örnek vereyim: Mısır şurubu elde etmek için cıva kullanılıyor! Son on yıllık süre zarfında Türkiye'de diyabet hasta oranı yaklaşık yüzde 100'lük artış göstererek yüzde 7.6'dan yüzde 13.4'e çıktı. Keza insanların büyük çoğunluğu hastalığın farkında olmadan yaşıyor. Yani rakam daha yüksek. Bir gıda terörü ile karşı karşıyayız...

El Vedud (Tuğçe Işınsu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : El Vedûd

Kitabın Yazarı : Tuğçe Işınsu

Kitap Hakkında Bilgi :

Allah’ın adıyla, Allah aşkına yaptığın her şey sana misliyle geri döner.
Senin çok istediğin bir şey var ve bunu yaşamına çekmen için şimdi bu boyutun ötesini keşfetmen gerek…

Bu kitaptaki tüm dualar, uygulamalar, ritüller ve yollar seni dileğine yaklaştırsın Allah’ın izniyle. AMİN

“Size ulaşan her nimet Allah’tandır.” Nahl Suresi/53

Belki tüm kapılar kilitliydi
Ama biz yine de çok umutluyduk
Çünkü biz Allah’tan istemiştik.

“Kullarım, sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben muhakkak onlara pek yakınım. Beni çağırdığı, bana dua ettiği anda, dua edenin duasına cevap veririm.”
BAKARA SURESİ/186. Ayet

Değerli Dostum,

Bu kitapta sana ışık tutacak yollar var. Dualar, ritüeller, uygulamalar, ışık olacak yöntemler... Arınma yollarından aşka, şifa dualarından seni derinleştirecek formüllere, bereket çalışmalarından doğru enerjilere yaşamını kolaylaştıracak, seni frekans olarak yükseltecek yolları denediğinde, kapıları açmanı umuyorum. Her sayfasıyla bir adım atacağın, bir dönüşüm elde edeceğin, dileğine seni yaklaştıracak bir kitap olsun dilerim (ve öyle de oldu). Kitaptaki gül kokusu senin ilhamın olsun bu yolda, senin için hazırladığım bu kitap senin dönüşümün olsun. Dileğini tutup duanı oku, elindeki şifa enerjisini aç ve hazır olduğunda kitapta bir sayfada dur elinle. Niyet et. O gün, o senin sayfandır... Kalbine Allah’ı koy ve unutma: O sana şah damarından da yakın. Dua ve Sevgiyle…

Kitabın Özeti :

Kalbine Allah’ı koy ve unutma: O sana şah damarından da yakın. Dua ve Sevgiyle…

İnsanın dünya hayatında kazanabileceği en büyük nimet, iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren, sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek layık olan Allah’ın sevgisidir.

Allah sevdiği kullarının üzerine Kendi rahmetini yazar, onları rızasına yöneltir ve cennetini bahşeder. İnsanın fıtratındaki sevginin gerçek kaynağı Allah'tır. Diğer tüm sevgilerin o sevgiden kaynaklandığının bilincinde olmak ve o sevgileri de yok etmeden Allah’a yönelmek, samimi iman ehli olmak anlamındadır. İmanı Allah sevdirir. İnkârı da yine O, çirkin gösterir.

"Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır." (Hucurat Suresi, 7)

Her insan iman fıtratı üzere doğar. Her kalp Allah’ı tanıma, O'nu bilme, O'na bağlanma üzeredir. Her kalp O'nu anmak ister. Bedenden daha fazla kalp beslenmeli ki, insanı insan eden değerler baskın gelsin. Akıl ve şuur açılsın, insan mutmain olsun.

İnsanın Allah’a olan imanı arttıkça, sevgi gücü de artar. Kalp, içine tüm dünyanın sevgisini sığdırabilecek kadar geniş yaratılmıştır. Bu, Allah’ın Vedûd isminin, insandaki tecellisinin sonucudur. Kalpte çok güçlü bir sevgi potansiyeli vardır. Bu sevgi ancak iman vesilesiyle geçici şeyleri terk edip, kalıcı ve sonsuz olana yönlenir. İnsan ancak o zaman hayatından lezzet alır. Bediüzzaman o lezzeti şöyle tarif ediyor;

"Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. (Mektûbat, 20. Mektup)

O halde Rabbini bilmek, tanımak ve sevmek, insanı sonsuz mutluluğa götürür. Dünyanın yaratılış amacı budur; insanın hayatının amacı da budur. Bütün hakikî saadet, mutluluk, nimet ve lezzet marifetullah ve muhabbetullahdadır. Aksi ise insanı sonsuz elemlere, üzüntülere, korku ve endişelere sevk eder. İnsan, kalbindeki sevgi nurunu ve sevgi gücünü yitirir; hem dünya, hem ahiret hayatının lezzetinden mahrum kalır.

Allah’a duyulan aşk, tarif edilemeyen derin bir histir, şiddetli bir zevktir. Nasıl gözleri görmeyen birine görme tarif edilemezse, bu aşkı yaşamayan insana da bu duyguyu tarif etmek mümkün değildir. Bu aşk bütün bedene etki eder. Rabbini bilen ve O’na kalben bağlı olan insanın diğer bütün duyuları değerlenir ve nurlanır. Şöyle buyurur Peygamberimiz (asm):

“Vücutta bir parça vardır ki, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. O bozuk olduğu zaman bütün vücut harap olur. Dikkat edin, işte o kalptir.”

İnsanların çoğunluğu kalplerindeki sevgiyi öldürmüş durumdalar. Küfürde ve günahta ısrarcı olan kalp ölüdür. O ölüyü diriltmeleri, kalplerini sevgiye açmaları gereklidir. Kalp marifetullah ve muhabbetullahla, tahkiki imanla hayat bulur. Rabbini bilmek, insanı taklidi imandan tahkiki imana ulaştırır. Allah'a duyulan muhabbet, tahkiki imanın sonucudur. Allah sevgisini içinde taşıyan ve her şeyde Allah’ın nurunu ve tecellisini gören, muhabbetle, aşkla bakan gözler baktığını aşkla görür, derin aşkla sever. Allah aşkına kavuşan insan dünyanın da ahiretin de bütün güzelliklerine kavuşur. Vedûd ismi, kâinatın her santimetrekaresinde tecelli eder çünkü.

“Bütün kâinatın mayası muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir." Kâinat kalbindeki ciddî ve hakiki muhabbet ve aşk, çokça sevilen ve sürekli var olan ezelî Sevgili'yi gösterir.

İşte kâinat kadar büyük o hakiki aşk da, küçücük insanın küçücük kalbinde yerleşir. (11. Lem’a'dan)

“Dünyada da muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennet mârifetullahtır.” (Peygamberimiz (asm)

Yeşil Gece (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Yeşil Gece

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

Toplumsal yönü ağır basan bu romanda, medresede yetişen, ancak sonra öğretmen okulunu bitirerek Ege Bölgesi'ndeki bir kasabada, gerici ve çıkarcı birtakım güçlerle savaşan idealist bir gencin serüveni ele alınıyor. Atatürk Devrimi'nin o coşkulu havası içinde, çok güçlü sezgi ve gözlemlerle kaleme alınmış bu kitapta, toplumumuzun o günkü bütün büyük sorunları yürekli biçimde tartışılıyor. Romanın en önemil kahramanı Şahin Hoca'nın kişiliğini oluşturan nitelikler, mücadelesi ve uğradığı yenilgilerin öyküsü sayılabilir.

Kitabın Özeti :

Şahin Efendinin babası öldükten sonra, köyde çobanlık yaparak annesine bakmak zorunda kalmıştır. Bunun yanısıra medresede öğrenimi sürdürmektedir. Medresede gördüğü eğitiminde etkisiyle, onu hasta edecek kadar bir olay onun canını sıkmaktadır ki bu da ruhun ölümsüzlüğüne inanamamasıdır. Köydeki bazı hocalara danışır ve aldığı cevaplar hastalığını iyi edecek tarzda cevaplar değildir. Sonunda medreseyi bitirdikten sonra öğretmen okuluna girer. Mektep öğretmeni olarak mezun olur. Medreseden öğretmen okuluna geçmesinin nedeni şüphesiz ki orada verilen eğitim ve öğretim geri olmasından kaynaklanmaktadır. Okulu bitirdikten hemen sonra ilk tayin yeri belli olur. Ege Bölgesi’nde Sarıova adında bir kasabadır. Bu kasabanın namını arkadaşlarından duyduğu kadarıyla bilmektedir. Çok geri kalmış, halkın sefalet içinde yaşadığı bir yer olduğunu billmektedir. Sonuda bavulunu hazırlayarak Sarıova’ya gider. Köye vardığında burasını tam tahmin ettiği gibi bulur. Evler, binalar kısacası herşey harap bir haldedir.

Köye geldiği ilk akşam onu köy halkı yemeğe davet ederler. Yemekte, köyde sözü geçen bazı hocalarla, muallimlerle tanışır. Onun bu köydeki görevi tebliğ edilir. Köyün ünlü mekteplerinden Emir Dede mektebinin başmuallimliğini yapacaktır. Onun bu göreve atanmasını çekemeyen bazı hocalar bundan hoşnut olmazlar. Şahin Efendi hocaların bu tavırlarından geleceği kestirebilmektedir.

Şahin Efendiye göre yapılacak ilk iş Emir Dede Mektebinin eski binasının yıkılıp yenisinin yapılmasıdır. Ama köy halkı özellikle Eyüp Hoca önderliğinde bir grup bu işi olumsuz karşılarlar. Şahin Efendiye karşı halkı kışkırtırlar. Bu yıkım işine bir süre ara vermesi gerektiğini düşünür. Şimdiye kadar hiç arkadaşlık kurmamış olan Şahin Efendi kendisiyle hem fikir olan Rasim ve Deli Necip ile arkadaşlık kurar.

Birgün Şahin Efendiyi çocuğu hafız çıkacak bir adamın yemeğine davet ederler. Şahin Efendi hafız çoçukla tanışır. Şahin Efendi çocuğu çok hasta görür ve hemen hastaneye götürülmesini söyler. Çoçuğun babası ve oradaki hocalar çocuğun hiçbirşeyi olmadığını iddia ederler. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra çocuk birden yere düşer. Herkes çocuğun başına toplanır ve çocuğun birkaç gün istirahat ettikten sonra hiçbirşeyi kalmayacağını söylerler. Aradam üç gün geçmeden çocuk ölür. Çocuğun annesi çok küçük yaşta mektepten alınarak hafız yapılmak istendiği için çocuğum öldü der. Şahin Efendinin yanına giderek durumu anlatır. Şahin Efendi de çocuğun annesiyle aynı fikirdedir.

Bu ölen çocuğun babası kısa bir süre sonra küçük çocuğunu da Emir Dede mektebinden alarak hafız yapmak istediğini söyler. Şahin Efendi bu olayı uygun görmez. Aynı durumun bu küçük çocuğun başına geleceğini söyler. Adamın çucuğunu hafız yapmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü maddi durumları da çok kötüdür. Şahin Efendi bu durumu değerlendirip çocuğun hafız olmasının sakıncalı olduğunu ısrar ederek onu kararından caydırmaya çalışır. Adam sonunda yola gelir. Çocuğu mektepten almaz.

Kasabanın dilinde Şahin Efendi hakkında bazı söylentiler çıkar. Eyüp Hoca ve yandaşları Maarif müdürüne Şahin Efendiyi şikayet ederler. Şikayet şundan ibarettir: Çocuğunu hafız yapmak isteyen bir adamın çocuğunun mektepten ayrılmasına izin verilmediğidir. Maarif müdürü bu duruma çok sinirlenir ama Şahin Efendiyi sevdiğinden ve görevini tam yaptığından dolayı olayın kapanmasını ister. Bütün kasaba bu olayla çalkalanır. Adam bu çıkan söylentilere dayanamayarak çocuğunu mektepten alır. Fakat hafız da yapmaz. Çünkü çocuğun annesi bu çocuğunu da kaybetmekten korktuğu için, çocuğun hafız olmasına gönlü razı olmaz. Şahin Efendi ile aynı fikirde olduğundan hemen onun yanına giderek durumu anlatır.

Şahin Efendiden yardım ister. Şahin Efendi bir plan yapar. Plan aynen şöyledir: Bu çocuk çok zayıf olduğundan hafız olması için daha yeterli yaşta olmadığını gösteren bir rapor almak. Kasabadaki bütün doktorları dolaşırlar ama hepsi de çocuğun hafız olmasında bir sakınca olmadığını söyler. Artık bu çocuk olayı kasabanın dilinden düşmüştür. Bir gece sabaha karşı tüm kasaba halkı yangın nedeniyle ayağa kalkar. Yanan yerin Kelami Baba Türbesi olduğunu görürler. Bu türbe onlar için o kadar kutsaldır ki bütün dertlere deva, işsizlere iş bulan ve hastaları iyileştiren bir yer olarak bilirler. Bu yüzden burayı yakanlara kafir diye sokaklarda haykırırlar.

Ertesi gün araştırma başlatılır. Yangın akşamı türbe yaınlarında Mehmet Nihat Efendi adında bir öğretmenin görüldüğü ortaya çıkar. Bu öğretmen kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan birisidir. Ailesine bile yakın davranmayan ayyaş bir adamdır. İçkiliyken her zaman Kelami Baba Türbesinin yakılması gerektiğini söylermiş. Elde bundan başka delil yoktur. Kasabalılar onun cezasını çekmesinin gerektiğini söyler. Mahkeme neticesinde hapse atılır. Şahin Efendi bütün bu olanlara karşılık onun suçsuz olduğunu savunan nadir kişilerdendir. Yakın arkadaşları olan Rasim ve Deli Necip ile durumu konuşurlar. Sonunda bir avukat tutmaya karar verirler.

Hiçbir avukat Mehmet Nihat Efendiyi savunmayı kabul etmez. Çünkü hepsinde kasabalıdan tepki görmek düşüncesi vardır. Uzun çabalardan sonra onu savunacak bir avukat bulurlar. Bir hafta sonra kasaba komiseri Kazım Efendi durumu aydınlığa kavuşturur. Suçlunun Kelami Baba’nın oğlunun olduğunu tespit eder. Gerçek araştırılır ve Kelami Baba’nın oğlunun türbedeki değerli eşyeları çalarak daha sonra türbeyi ateşe verdiği anlaşılır. Gerçek anlaşıldıktan sonra Mehmet Nihat Efendi serbest bırakılır. Şahin Efendi kazandığı bu büyük zafer karşısında çok memnun olur. Eyüp Hoca ve yandaşları başarısızlıklarından dolayı az da olsa kasabanın güvenini kaybeder.

Bir mayıs günü kasaba top sesleriyle uyanır. Yunanlılar kasabayı istila etmeye hazırlanmakta olduğu anlaşılır. Zaten böyle bir şey daha önce beklendiği için bazı aileler kasabayı terk etmeye başlamıştır.

Şahin Efendi, Deli Necip ve Rasim burada kalarak sonuna kadar mücadele etmeye karar verirler. İlk önce Rasim, daha sonra mühendis Deli Necip ölür. Bu olay onu çok sarsar. Kendisinin de bu uğurda ölmesi gerektiğini düşünür. Bu sırada Şahin Efendi acele karakola çağırılır. Karakolda kendisine Yunanlılar tarafından gönderilen bir emir tebliğ edilir. Bu emir aynen şöyledir : ”Şahin Efendi sen kasabada sözü geçen bir zatsın. Yunan Devleti’nin Müslümanlar hakkında kötü bir niyeti olmadığına dair ahaliyi inandır.” Şahin Efendi, ilk önce bu durumu yadırgar. Ama biraz düşündükten sonra sonra halk için faydalı olacağı kanısına varır. Böylece işgal ortadan kalkabilirdi. Bu teklifi kabul eder. Kılık değiştirek halkın arasında ve Yunanlılardaki gelişmeleri takip eder. Hakikaten de olaylar düşündüğü gibi gider. Yunan baskısı azalır.

Artık Şahin Efendinin yeşil gecesi ortadan tamamen kalkmış Sarıova kasabası düşmandan arındırılmıştır. Zaten halifelik de kaldırılmıştır. İnkılaplar yapılmaya başlanmıştır. Birgün Şahin Efendi kasabadan ayrılır. Kendine yeni bir hayat kurmak için başka yerlere gider. On yıl kadar başka diyarlarda çalışır. On yıl sonra Sarıova’ya geri döner. Sarıova kasabasını çok değişmiş görür. Kendi eseri gibi saydığı Emir Dede mektebine gider. Başmuallime kendisini takdim eder. Başmuallim onu şöyle tarif eder: ”Sen on yıl evvel Yunanlılara yaltaklık eden başmuallimsin. Senin bu kasabada yerin yok.” der.

Şahin Efendi kasabayı dolaşarak eski tanıdıklarını arar. Bu kişilerden de aynı tepkiyi alır. Artık kasabayı terk etmekten başka bir çaresi yoktur. Üzüleceği yerde sevinmektedir. Çünkü bütün emelleri gerçekleştirilmiştir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :


Şahin Efendi : Geri kalmış bir kasabanın yenileştirilmesi için çok çaba sarfeden bir öğretmendir. Çoğu zamanda azmi sayesinde başarılı olmuştur. Hakkında birçok söylenti çıkmıştır. Ama hepsini birer birer yenmiştir.

Rasim : Şahin Efendinin fikirlerini savunan nadir kişilerdendir. Deli Necip’le birlikte Şahin Efendinin en yakın arkadaşıdır.

Mühendis Deli Necip : Şahin Efendinin en yakın arkadaşıdır. Şahin Efendiyle yenileştirme çabalarına girmiştir. Ama amaçlarını gerçekleştiremeden şehit olmuştur.

Eyüp Hoca : Çok yaşlı olmasından dolayı kasaba halkı ona saygı duymaktadır. Şahin Efendinin yapmak istediği her yeniliğe karşı çıkmıştır. Sonunda Şahin Efendiye mağlup olmuştur.

Mehmet Nihat Efendi : Hayatta hiçbir kimseyle duygusal bağı kalmamış olan bu adamın en önemli özelliği görevinde başarılı olmasıdır. Kasaba mektebinde Fransızca öğretmenliği yapmaktadır. Hakkında asılsız söylentiler çıkmıştır. Bu söylentilerin aslı olmadığı anlaşılınca hapisten çıkmıştır.

Pembe Fili Düşünme (Zeynep Selvili Çarmıklı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Pembe Fili Düşünme

Kitabın Yazarı : Zeynep Selvili Çarmıklı

Kitap Hakkında Bilgi :

Pembe fili düşünmemem gerekiyor. Tamam, o zaman kocaman, gri bir balina düşünürüm. Pembe fili düşünme. Balinalardı değil mi su püskürten? O kadar zaman nefeslerini mi tutuyorlar, ne yapıyorlar? Pembe fili düşünme. Geçenlerde aldığım kitabı da düşünebilirim. Pembe fili düşünme. Çok heyecanlıyım başlamak için. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünmemem lazım. Acaba kaç defa düşündüm? Pembe fili düşünme.

Böyle de düşünmemem lazım galiba. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünme. Mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu. Pembe fili düşünme. Of kaç dakika oldu acaba? Pembe fili düşünme. Dakika tutmayı unuttum galiba. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünme. Acaba telefonum nerede? Kılıfı da pembe! La la la la. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünme.

Kitabın Özeti :

“İlk panik atağımı 28 Kasım 2006’da Miami’de üniversite ikinci sınıftayken geçirdim.”

Pembe Fili Düşünme kitabı bu cümle ile başlıyor. Zeynep Selvili Çarmıklı ilk panik atak geçirdiği andan, psikolog olduğu ana kadar geçirdiği süreci bu kitapla okurlarıyla buluşturuyor. Kitap beş bölümden oluşmaktadır. Kitabın her bir bölümü hem yazardan örnekler hem de konularla ilgili deneylerden oluşuyor. Yazarın kendi deyişi ile “bu bir kişisel gelişim kitabı değil, kişisel kabul kitabı.”
'Zihnimiz doğaçlama hareket eden oyuncuları sevmez. Yazdığımız senaryoyu takip eden hikayeye uygun hareket eden oyuncular ister.'

'Depresyon ile çok sık rastlanan bir diğer kaçırma ve kontrol stres stratejisi ise kişinin depresyonun mutsuzluğunun nedenini bulmak için tekrar tekrar aynı şeyleri düşünmesidir. Bu davranışın psikolojideki adı "ruminasyon"dur. Ruminasyon altında yatan, "Eğer nedenini anlayabilirsem, çözebilirim. Çözebilirsem de bu duygulardan, bu düşüncelerden kurtulabilirim." inancıdır. Ruminasyon, dışarıdan masum görülebilen bir stratejidir; bizlere bir çözüm üretme yolunda olduğumuz yanılgısını verir. Fakat ruminasyon ancak ve ancak daha fazla üzüntüye, strese ve acıya sebep olur. Zira bir şey hakkında düşünmek onu bize daha sık hatırlatır.'

Kitabın arkasındaki metinle ilgili kitabın içindeki açıklama aşağıdaki gibi:

'Zihnimiz herhangi bir şey düşünmeme komutu aldığında bir yandan düşünmememiz söylenen şeyin akla gelmesini, konudan alakasız şeyleri düşünerek engellemeye, diğer yandan düşünmememiz gereken şeyi düşünüp düşünmediğimizi kontrol etmeye çalışıyor. Birinci işlem işe yarasa bile, düşünmememiz gereken şeyi düşünüp düşünmediğimizden emin olma süreci olan ikinci işlem, o şeyin gündemimizde kalmasına neden oluyor... Dış dünyadaki kuralı şu şekilde özetleyebiliriz: Bir şey istemiyorsan onu çözmenin bir yolunu bul bulamıyorsan da ondan kurtul. Fakat dışarıdaki hesap içeriye uymaz. İç dünyamızın kuralı farklıdır: Kaçan kovalanır... Zihnimizin bir tarafı sürekli "Olanlara iyi tarafından baktım. Bakayım şimdi acım ne durumda? Geçmiş mi?" diyerek acıyı yoklar. Yoklanan acı yeniden tetiklenir gündemde kalır. Tıpkı pembe fili fili düşünmemek için bir yandan aklımıza başka şeyler getirmeye çalışmamız gibi...

Deneyiminiz size ne söylüyor? Benimki işe yaramadığını, kendimi daha fazla yormamamı söylüyor... Gelin daha fazla yormayalım artık kendimizi. Biraz dinlenelim. Kazanmak için savaşmayı bırakalım. Pes edip kaybetmeye de oynamayalım. Artık savaş alanından çekilelim.'

Bu paragrafı okuyunca siz de benim gibi, "Ee savaşmayacağız, pes de etmeyeceğiz, o zaman ne yapacağız?" diye sormuş olabilirsiniz. Yazarın önerisi "bilinçli farkındalık". Daha anlaşılır haliyle "anı yaşamak". Bunu da 5 duyumuzun yardımıyla yapmak. Zihin geçmiş yada geleceğe gezintiye çıktığında, onu etrafımızdaki nesnelere bakarak, sesleri dinleyerek, dokunarak, hissederek içinde bulunduğumuz ana çekmek.

Dünyadaki en acımasız ses, bizi sorgulayan, hatalarımızda bize “sen ne yaptın” diyen iç sesimizdir diyor. Bu ses bizi her hatada kendimizi sorgulamaya sürükler ve bir şeyleri yapmaya çalışırken korkuyla yaklaşmamıza sebep olur. O iç sesi, çevrenizde sizi sorgulayanları nasıl susturacaksınız çocukluğunda annesiyle olan anılarıyla örnekliyor. Yazar bize bu kitabın her bölümünde tam anlamıyla “şefkatli bir dost eli” uzatıyor. Çünkü yaşananlar ortak, acılar benzer. Onun çocukken yaşadığı şeyleri okuduğunuzda kendi anılarınız canlanıyor gözünüzde ve üzerinizde bıraktığı etkileri sanki psikolog ile birlikte çözüme kavuşturuyorsunuz. Hayatımızda bizi çıkmaza sokan, takılıp düşmemize neden olan her türlü zorluğun üstesinden gelmemiz için adeta rehberlik ediyor kitap bizlere. Ama bilinenin aksine yönlendirmeden, “onu şöyle yaparsan böyle olur” gibi emir kipleriyle değil, yol gösterici gibi.

'Şu anın nasıl olması gerektiği ile meşgul olmak yerine nasıl olduğu ile ilgilenebilirim. Anı olduğu gibi deneyimlerken, daha farklı olması gerektiğine dair düşüncelerimin, tıpkı otobandan geçen arabalar gibi gelip geçmelerine müsaade edebilirim. Onları oldukları gibi kabul edebilirim.'

'Zihin geçmişe ve geleceğe seyahat edebilir bir düşünceden diğerine geçebilir. Bedense şimdiye çakılıdır. Her zaman şimdiki andadır. Beden zihnimize kıyasla daha yavaştır.'

Carl Rogers'ın kitabından verdiği örnek de çok hoşuma gitti: "Ben güneşin batışını izlerken kendi kendime 'Şu sağ köşedeki turunculuğu azaltalım' demiyorum. Gözlerimin önünde serilişini hayranlıkla izlemekle yetiniyorum."

Hayata da böyle bakmak lazım bence. Değiştiremediğimiz şeyleri olduğu gibi kabul etmek lazım. Ama bunu söylemesi kolay yapması zor.

'Bir hedefi erişmek genellikle ancak geçici bir tatmin sağlıyor: Başarılı olan kişi başarısının hemen ardından sudan çıkmış balık gibi kalakalıyor. Çok geçmeden "Ee şimdi ne olacak" diye düşünmeye başlayarak dertleniyor; "Sırada ne var?" girdabına giriyor.'

Sürekli bir tatminsizlik hali. Yazar bu durumda sonuç odaklı değil süreç odaklı yaşamayı öneriyor. Aslında birşeye sahip olmak hiç bir zaman hayalini kurmak kadar güzel olmuyor. Çünkü hayalini kurduğunuz o mükemmel şey gerçekte o kadar mükemmel olmuyor.

29 Şubat 2020 Cumartesi

Damdan Düşen Psikolog (Doğan Cüceloğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Damdan Düşen Psikolog

Kitabın Yazarı : Doğan Cüceloğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Afrika kabilelerinden birinde bir bebek doğduğunda kabilenin kadınları hep birlikte ormana çekilir, o bebeğe bir şarkı yaparlarmış. Dikkatle gözlemledikleri bebeğin karakteristik özelliklerini ve gücünü ona anlatan bir şarkı… Sonra, çok sonra bir gün, hayatla başa çıkmakta zorlanıp da kolu kanadı kırılacak olursa o şarkıyı, yani kendini hatırlasın diye, Afrikalı bebek o şarkıyı dinleyerek büyürmüş… Günün birinde o şarkıyı tekrarlayamayacak kadar kendine inancını yitirdiğinde, onu tanıyan biri ona şarkısını çalarmış ıslıkla. Kendini, gücünü, öz halini hatırlar, kendine gelirmiş… Doğan Cüceloğlu aramızda bir ıslık gibi dolaşıyor… Kendi şarkısına gelince… Gizlisiz saklısız anlattı bütün hayatını. Bu kitap, damdan düşen doktoralı bir psikoloğun, düştüğü yerden doğrulurken kendine mırıldandığı şarkısının gözyaşı ve kahkaha dolu öyküsü…
Kitabın Özeti :

Bu da olur muymuş dememek lazım. İnsanoğlu yaratılışı icabı sanırım hep daha iyisine bakıyor. Kazanılmışa ve başarılmış olana odaklanıyor. Halbuki kaybedişler, yok oluşlar, yeniden dirilişler ve sonra tekrar sakin durağan bir çizgi ile örülü insanoğlunun hayat dizesi.

İnsan hayatının tümü bir kısa filmin karelerinden oluşuyor aslında. Başarılar başarısızlıklar ve nihayetli bir ömrün adım adım kare kare son bulması. Kendi hayatı içerisinde bir serüvene sürükleyen kimi zaman pişmanlık kimi zaman büyük risklerle dolu kimi zamansa mutluluk huzur gözyaşı kahkaha ile devam edip sürüklüyor kendi hayatında Doğan Cüceloğlu. Sizin hayatınızın önemli bir parçası haline dönüşüyor. Sizin kaderiniz onun kaderinden hisseler almaya başlıyor zira kendi gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Yazar da tam bundan bahsediyor aslında. Ne kadar da birbirimizden etkilendiğimizden bahsediyor. Buna korku kültürü diyor.

Anadolu insanının nasıl bir psikolojik zeminde yetiştiğini anlatırken bu zeminin aslında ne kadar sağlıksız olduğunu da örneklerle anlatıyor. Batı kültüründe ise bu kültürün tamamen zıddı bir psikolojik havanın olduğunu sorumluluk sahibi insanların başarılı kendine güvenen kendini ifade edebilen insanların nasıl bir ortamda yetiştiğini ve batının neredeyse her alandaki başarısının altında yatan en büyük nedenlerden birinin de özgüven ve başka insanlara ne olursa olsun saygılı olma duygusunun yattığını anlatmaya çalışıyor. Diyor ki elimde bir fırsat olsa bu korku kültürü ile aşırı özgüven duygusunu harmanlasam yani Anadolu kültürü ile batı kültüründen müteşekkil bir toplum kültürü çıkarsam orta yola dair ne güzel olur diyor.

Hayatın doğal seyrince bir evlat, bir kardeş, bir öğrenci, bir genç, bir baba, kimi zaman bir akademisyen kimi zaman bir tüccar veya işçi veya cebinde beş kuruş parası kalmış bir işsizdi Cüceloğlu. Hepimizin ortak hikayesinin dışında Batı kültürünün zenginlikleri ve farklılıklarını kendi öz kültürümüz ie sürekli bir mukayese halinde yaşıyor tüm bu süreçleri.

Cüceloğlu bir psikolog. Toplumsal analizler yapabilme ve kişisel dürtüleri iletişim psikolojisini ve insan kabulünü net bir şekilde analiz edip görebilme imkanına sahip. Evlilik hayatı ve aile ortamlarından ciddi dersler ve hatıralar çıkartarak korku kültürü ile sıcak Anadolu ikliminin enerjisinin aileye yansımalarından bahsediyor sürekli. İlk evlilik hayatında ruhsal bütünlüğü sağlayamamayı da tam da bu konular üzerinden ele alıyor. Bütünleşememek ve ruhların dansını gerçekleştirememekten bahsediyor. Aynı kültürden iki insanın nasıl ruhlarını dans ettirebileceklerinden fakat değişip gelişememe risklerinden de söz ediyor. İşte burası ciddi bir travma. Yani farklılık mı benzerlik mi? Tercih tamamen biz de. Değişip gelişmenin bedeline katlanmak istiyorsak diyor bu farklılık ortamını kabullenmek zorundayız. Yoksa durağan sakin bütünleşik ayrımsız bir evlilik ya da birliktelik insan ne kazandırabilir ki diye de ilişkileri sorguluyor.

Kitapta Doğan Cüceloğlu'nun Anadolu insanına olan sevgisi ve güvenini görüyorsunuz. Bir tespitinde diyor ki ortalama zekaya sahip bir Türk insanı dışarıda çok başarılı oluyor. Ciddi başarılar yakalayabiliyor. Çünkü Türk insanı değer bulmuyor Anadolu’da. Değerli değil. Düşünceleri ile hayata kattıklarıyla kabiliyetleri ile değerli değil. Ama batıda (Bu arada batıyı özellikle ABD olarak tanımlıyor) azıcık değer görsün, kendisine değer verilsin Türk insanı hemen verimli hale dönüşüyor. Daha başarılı oluyor. Burada tabi bu değer görmek önemseme yada dikkate alınma sadece bize has bir durum değil. Doğan Hocaya göre bu ABD’nin eğitim sisteminin de zeminini teşkil ediyor. Orada bilgiye ve sorgulamaya en doğru olanı bulmaya bir merak var. Bireyde görülen en ufak potansiyel bile çok değerli. Potansiyel sahibi olanlara başka nasıl bir değer katarız bunun endişesi ile sürekli, değerlerin desteklendiğinden bahsediyor. Üniversitelerin bir keşfetme merkezi haline dönüştüğünü de aktaran Doğan Hoca, düşünen insan için organize olmuş bir yapı olarak bahsediyor üniversitelerden.

Her iki toplum arasında sürekli bir mukayese geliştiren Doğan Hoca, toplumlardaki kurumsal yapılar ve insan psikolojisi üzerine devam ettiriyor bu mukayeselerini.

Özellikle kadın erkek ilişkilerindeki özgürlükçü duruş bakış açısına çok da alışamadığı ortada. Bunu eşli ziyaretlerdeki rahat tavırlara gösterdiği tepkilerden anlamak mümkün. Bununla birlikte bireyler arasındaki bu özgür duruşun aynı zamanda bir samimiyet ortamı oluşturduğuna ve Anadolu insanında korku kültürünün de etkisi ile rahat olmayan bir ortam ve doğal sonuç olarak samimiyetten uzak, perde perde kişilik sonuçlarının olduğundan bahsediyor. Kendi ailesinden de sürekli örnekler veren Hoca, insanların birbirleri hakkında neler düşündükleriyle ilgili bizdeki tabular ve Batı kültüründeki serbestliğin ilk andan itibaren dikkat çektiğinden bahsediyor ve ilişkiler arasındaki dürüst kalabilme, olaylara ve durumlara karşı samimi tavırlar sergileyebilme noktasında Batı kültürünün üstünlüklerinden bahsediyor.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi : Doğan CÜCELOĞLU

Kırktan fazla bilimsel makalesi yayınlanan bir psikolog ve çeşitli topluluklara bilimsel psikoloji çerçevesinde gelişim seminerleri sunan bir iletişim psikolojisi uzmanıdır. Çok sayıdaki kişisel gelişim kitabı ile Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını inceler.

Mersin'in Silifke ilçesinde 11 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve ortaokulu orada bitirmiştir. Ankara ve Kırklareli'de liseyi bitirip İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. ABD'de Illinois Üniversitesi'nde Bilişsel Psikoloji doktorasını yapmıştır.

Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışmış, Fulbright bursu ile Berkeley'deki Californiya Üniversitesi'nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bir sene görev almıştır.

1980-1996 yılları arasında ABD'deki Fullerton şehrinde California Eyalet Üniversitesi'nde görev yapmıştır. 1996'dan bu yana Türkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana-babalara ve iş adamlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları düzenlemektedir. Psikoloji üzerine birçok kitap yazmıştır ve bunların hepsi eğitici kitaplardır.

Emiyor mu? Mükemmel Annelik Beni Teğet Geçti (Hande Birsay) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Emiyor mu? Mükemmel Annelik Beni Teğet Geçti

Kitabın Yazarı : Hande Birsay

Kitap Hakkında Bilgi :

"Nasıl doğdu?"
“Normal doğurdun değil mi?”
“Niye ağlıyor?”
“Bu çocuk aç.”
"Kucağa alıştırmışsın."
"Ben hamileyken 2 kilo almıştım, emzirirken 32 kilo verdim."
“Sen daha dur, bunlar iyi günlerin.”
“Saçını kestir, erkek çocuk uzun saçlı olmaz.”

Ve hemen her yeni annenin duyduğu o meşhur soru: "Emiyor mu?"

Anneliğimin ilk zamanlarında kendimle ve kitaplardan okuyup da “Böyle bir anne olacağım” diye yemin ettiğim, ancak çok kısa sürede tarumar olan mükemmel annelik hayallerimle savaştığım yetmiyormuş gibi bir de yeni anne dedektörleriyle savaştım; bu topraklarda doğuran tüm analar gibi.

Sonra bunlardan rahatsız olmamaya, hatta kendi üzerimizde kurduğumuz ve farklı biçimlerde karşımıza çıkan tüm bu baskılarla eğlenmeye; başta kendime, tüm büyük konuştuklarıma, hepsine #hihieved demeye başladım.

Annelik deneyimimde hiçbir şey, herkesin her şeyi bildiği ve anlattığı gibi olmadı.

Mükemmel annelik beni teğet geçti.

İyi ki de geçti.

(Tanıtım Bülteninden)

"Artan sütle Alinazik yapıyorum dedim, tarifini sordular!"

"Sadece mükemmellik beklentisiyle değil, cinsiyetçilik baskısıyla da mücadele ediyoruz. “Göster amcalara pipini”ler biçim değiştirerek devam ediyor. Oyuncakçıda paketleme yaparken soruyorlar, “Kız mı erkek mi”, “Erkek ama lütfen pembe pakete sarın” diyorum. Kerem’in tencere tava, vileda, ütü gibi oyuncakları var. Çok da mutluyum böyle olmasından. O “paşa oğlum, prensim, aslanım’ zihniyetiyle de kanımın son damlasına kadar dalga geçmeye devam edeceğim."

"Sofra kültürünü kazandırmak için erken olduğunu düşünmeyin, yaşına uygun çatal ve kaşık vererek onu sofraya dahil edin. Nasıl uyum sağladığını görünce şaşıracaksınız."

(Güliz Arslan'la Hürriyet Pazar röportajından)

Kitabın Özeti :

Hande Birsay, Emiyor Mu? kitabında çocuğun olduğunda etrafta ki insanlardan gelecek her türlü müdahaleyi komik bir dille eleştirmiştir. Kısa yazılardan oluşan bu kitaptan bazı bölümler:

Önce biraz başlangıçtan bahsedelim;

Bu zamana kadar en iyi anne bedduası: "Allah sana, senin gibi çocuk versin"dir. Başlarda herkes gibi yazarımız da; 'inşallah daha ne isterim, ne güzel kendim gibi bana benzeyen çocuk' diyerek mutlu olur. Bu onun için bir iltifattır. Fakat planladığı ise tam olarak bu değildir. Aslında ona göre bu işe yıllardır hazırlıklıdır. Gözlemliyor, kınıyor; duyuyor, kınıyor; okuyarak öğreniyordur. Çünkü annelik okuyarak öğrenilecek bir şeydir. Daha çocuk yokken çocuk olduğu zaman yapıp yapmayacaklarının listesi kafasında hazırdır. Çünkü annelik planlayarak olur. Çocuk, anne bana yapma derse yapmayacak, ye derse yiyecek, uyu derse uyuyacaktır. Çocuğunu avmlere götürmeyecek, televizyon belli bir yaşa kadar olmayacaktır. Anne olmak demek kendini salmak demek değildir. Hamilelikte alınan 5-6 kilo doğurunca emzirmeyle verilir nasılsa. Bir gün anne olunca her şey değişir. Hamileliğini öğrendiğinde bebek iki aylık; doğduğunda ise yedi aylıktır. Doğum yaptığında öyle bahsedildiği gibi anneliğe hazır değildir. Hatta başta biraz korkar ve anlamaya çalışır. Hayal ettiğinin beş katı kilo alır. Kerem ise öyle her şeyi yememiştir. 'Eve sokmam, modası geçti' dediği tüm yelek, patikler bir bir eve girmiştir. Televizyon izlenmeyecek dediği halde tüm çizgi filmler ezberlenmiştir. Yapmam dediği ne varsa hepsini yapmıştır. Yeri gelir bir de cephede yeni anne detektörleriyle savaşır. İlk aşama, bekarlar için evlilik ne zamandır. İkinci aşama, evliler için çocuk ne zaman ve üçüncü aşama ise kardeş şarttır.

Porselen vazo değilsiniz sadece hamilesiniz;

Bizim gibi geleneksel memleketlerde hamile olmak demek; dokuz ay boyunca pamuklara sarınıp yatmak demektir. Aslında yemek yemek ne kadar doğalsa, hamile olmakta o kadar doğal bir şey. Kendimizi kasmaya hiç gerek yok. Yazarımız ise rahat bir hamilelik geçirmiş; rahat anne rahat bebek mottosunu benimsemiştir. Bu kitapta da kendi rahat hamileliği ile bizleri bunalıma sokmaya ve kendini daha iyi hissetmeyi amaçlamıştır. Çünkü mükemmel annelik bunu gerektirir.

Bebeğimi beklerken;

Hamileliğin en güzel yanı, yapılacaklar listesidir. Bebek odası hazırlamak dünyanın en eğlenceli işidir. Yazarımız, bebek odasında pastel tonları seçmiş ki; bebeği daha huzurlu uykuya dalsın ve onun için dinlendirici olsun. İç mimarı ise tam da hayal ettiği odayı yapmıştır. Bazen bakarken yorulduğu bebek odaları görüp, unutmak için birkaç saniye gözlerini kapatması gerekmektedir. Çünkü o odalar hayvanat bahçesi mi bebek odası mı? belli değildir.

Kitaplardaki gibi çocuk büyütmek;

Hamile arkadaşları "Hangi kitapları alalım?" diye sorduğunda; cevabı hepsini alın oluyormuş. Çünkü kendisinin de okumadığı kitap kalmamış. Üstelik çokta yardımcı olmuş.

Kerem bebekken saat başı uyandırmış, bazen de uyuyan çocuğu uyandırmak istememiş. Ağladığında ona ihtiyacı olduğu için kucağına almış, bazen de alışır diye almamış. İnatlaşma anlarında başta göz hizasına inerek sabırla anlatmaya çalışmış, sonra da ilgilenmemiş ki sussun. Anaokuluna vermiş, almış, sonra tekrar vermiş. Disiplinler ve ekoller üstü bu füzyon eğitim sistemleri ile Kerem'i kurup kurup döndürüyorlarmış.

Çocukla kuaför keyfi;

Anne babaların en zorlandığı şeylerden biri kuaför. Yazarımız ise, yine keyifli bir ortak zamanı zorluğa dönüştürenin anne babalar olduğunu düşünmektedir. Çocukların saçlarını kestirmemesini ise kesinlikle anlamamaktadır. Geçen gün kuaför de bir çocuk görmüş. Çocuk ağlayarak eve gitmek istiyormuş. Annesinin rüşvet vermesi ise hiçbir şekilde ise yaramamış. Sonra da annenin rüşvet vermesinden tutun da çocuğun saçına kadar kınamış. Sonuçta herkes anne olacak diye bir şey yok.

Telefon mu pırasa mı?;

Çocuğun telefonla ilişkisi anne babanın elindedir tabi ki. Uzmanlara göre; iki yaş öncesinde çocuğun telefon, televizyon ve tabletten uzak durması gerekmektedir. Kerem'in yanında ellerine hiç telefon almazlarmış. Kerem yemek yemiyor diye eline telefonu asla vermiyorlarmış. Onun yerine pırasa teklif ediyorlarmış ki, ilgisi başka yere kaysın.

Erkeklerin özel gün merakı;

Erkeklerin organizasyonlardan kaçtığını, söylendiğini, evde oturmak istediklerini ve her organizasyonu fikir aşamasından itibaren tek başına planlayan kadınlar varmış. Bunlara oldukça şaşırarak üzülmektedir. Onlarda her özel gün coşkusu ortaktır. Her zaman, daima.

Her şey eskisi gibi;

Çocuk yapma konusuna gelince ilk akla gelen şey; eskisi gibi gezip gezemeyeceğimizdir. Yazarımız, her şey de olduğu gibi bu konuda da hayatlarından taviz vermemiştir. Çocuktan sonra da bekar veya evli arkadaşları ile konserler, gezmeler planlayıp uygulamıştır. Çocuğunu kucağına almak isteyene ise hemen öyle vermemiştir. Uzunca bir süre düşünüp sonra vermektedir. Çünkü çocukları büyüdü, kucakları boş diye hemen verecek değillerdir. Biraz oynamalarını izler, bir beş saat sonra geri alırlar.

Kapatırken;

Geleneksel ve dijital medyada, sosyal medyanın hızla yükselişi ile annelik hakkında bilenden bilmeyenine, uzmanından uzman olmayanına kadar herkesin bir bilgisi, fikri vardır. Anneliği anlattıkları gibi sanıyoruz, ona göre yaşamaya çalışıyor ve başaramayınca üzülüyoruz. Yazdıkları ile aslında anneliğin, bu yazdıkları gibi olmadığını, sadece yaşayarak olduğu gibi öğrenilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı. Mükemmel anne olmak değil aslında, iyisiyle kötüsüyle çocuğunu iyi bir birey olarak büyütmektir.

Kapanışta Hande Birsay'ın dediği gibi annelik yazılarak öğrenilecek bir şey değildir. Herkesin anneliği birbiriyle aynı olacak diye bir şey yoktur.

Aşkın Ölüm Hali (Pınar Çağlayan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Aşkın Ölüm Hali

Kitabın Yazarı : Pınar Çağlayan

Kitap Hakkında Bilgi :

“Uykunun dindiremediği acı yokmuş; öyle demiş Balzac!

Ben de sana derim ki: Yanılıyorsun Balzac Efendi!

Hayat kendini düşünmek için çıktığın yolda, kendini bir yerde unutup kalabalık bir grupla geri dönmekmiş kendine. Bazılarının gülüşü, bazılarının ağlayışı güzelmiş. Gülüşler desteklenirmiş de ağlayışlar genelde örtbas edilirmiş. Susturularak desteklenirmiş bünyelerde...

Karar verdiğinde, istediğinde de olmuyormuş her zaman her şey. Yalnızca, zaman gerektiren bu meşakkatli yolda sabır denilen sınava tabi tutuluyormuş insan...

Bazen izine razı olacağın, uğruna yanacağın aşklar oluyormuş. Mesele göze alıp yanmakta değilmiş çünkü her ateş öldürmüyor; gözünün her gördüğünde değil, görmediğinde dahi varlığını bileceğin derin izler bırakıyormuş. Aşkın en büyük intikamı yüzüne düşen sıcak gözyaşları oluyormuş...

Ve sen şimdi yanılıyorsun Balzac! Uyuyunca geçer zannediyorsun ya! Uykunda bile geçmiyor, inan bana…”

Kitabın Özeti :

Kaan ve Nehir aşkı ilk görüşte aşk mıydı? İlk Kaan görmüştü Nehir'i.

Nehir'in öğretmenliğe başladığı ilk günlerdir. Kaan'ın gönlüne okulun bahçesinde çayıyla bir bankta otururken düşer. O günden sonra Kaan, Nehir'i ne izlemeyi bırakabilir ne de düşünmeyi. Kaan, psikoloji öğretmenliği yanı sıra, iyileştirme merkezlerinde danışmanlık yapmaktadır. Sonunda Nehir'den arkadaşlarına da bahseder. Fakat Nehir'le bir türlü konuşamaz. Sonunda konuşmaya karar verdiğinde hiç güzel karşılık alamaz. Aklına ilk gelen soru, kalemi olup olmadığıdır. Halbuki cebinde dört tane kalem vardır. Hepsinin suya düştüğünü söylese de Nehir inanmaz. Onun gibi popüler biri ya dalga geçmek için gelmişti ya da arkadaşları ile iddiaya girmiştir. Öfkeyle kalkıp uzaklaşır.

Uzun bir süre sonra o gün ikisinin de dersi yoktur ve aynı katta nöbetçidir. Bir anda bir bağırış ile arkadaşları tarafından tutulan bir genç kız getirilir. Kız intihar etmiştir. Kaan, hemen onu alarak revire götürür. Sonra da ambulans gelir. Kaan'ın bu kadar ilgili olması ve sonrasında bahçede ki konuşması, aslında bahsedildiği gibi biri olmadığını Nehir'in anlamasına sebep olur. Günler geçtikçe Kaan da Nehir'in içinde yer etmeye başlar.

O gün okulda Nehir, edebiyat sınavı yapacaktır. Sınav sırasında bayılır. Onu hastaneye götürürler. Uyandığında yanı başında Kaan vardır. O anda birbirlerine açılarak, sevgili olurlar. Ne güzel şey insanın sevdiği kişiden karşılık bulması. Ertesi gün Nehir, Kaan'dan ses çıkmayınca liseden yakın arkadaşı Burcu ile buluşur. Kaan arar ve nerede olduğunu sorar. Nehir sen ne yapıyorsun diyemeden, Kaan telefonu kapatır. Canı sıkılan Nehir eve gider. Eve gittiğinde Kaan'a yazar ama oldukça gergin bir cevap alır. Ertesi gün Kaan, Nehir'e mesaj atar. Bir saat sonra almaya geleceğini söyler. Nehir'de, kardeşi Deniz'i okuduğu şehir Ankara'ya yolcu ettikten sonra mesajı görür. Hemen hazırlanır ve buluşurlar. Sahil kenarında otururken Nehir ne kadar konuşkansa, Kaan o kadar içine kapanıktır. Nehir ona ailesini sorduğunda, ailesinin olmadığını öğrenir. Yol boyunca havadan sudan güzel bir sohbet etseler de eve gidince mesajlaşırken yine bir sıkıntı çıkar. Kaan sürekli Nehir mesaj yazmadı diye hiddetlenmektedir.

Zaman ilerledikçe Nehir ve Kaan'ın dengeleri de değişmeye başlar. Bazı günler birbirlerini görmüyor, bazen kısa konuşuyor, bazense tamamen susuyorlardır. Nehir, yaz tatili yaklaşırken plan yapmaya başlar. Kaan, tek başına gidemeyeceğini söyler. Nehir ise gideceğini inat etse de Cansu diye arkadaşı ve annesi ile Adaya gider. Kaan, Nehir'e fotoğraf atma, açık giyinme der. Üstüne bir de inşallah yağmur yağar der ve dediği tutar. Sadece ilk gün denize girdikten sonra üç gün aralıksız yağmur yağar. Hatlar çekmediği için Kaan'a yazamaz. Ertesi gün dönecekleri için o gece barda kız kıza eğlenip, sorunsuz eve gelirler. Ertesi gün de dönerler.

Nehir döndüğünü haber vermesine rağmen, Kaan'dan soğuk bir günaydın mesajı alır. Çalıştığı yere gittiğinde izinli olduğunu öğrenir. Arkadaşı Alp ile karşılaşınca ona sorar. O da Kaan'ın onu arayacağını söyler. Alp, arkadaşları Buğra ile Kaan'ın yanına gider. Kaan kapıyı bile açmadan iyi olduğunu söyler. Evde çalışmaktadır. Çalıştığı zamanlar ise telefonu kapatır. Ertesi gün Kaan'ın izninin bittiğini bildiği için yanına gider. Tatilde yazmadığı için Kaan onu kendinden uzaklaştırarak cezalandırmaktadır. Nehir aslında Kaan'ı çok sevmektedir. O gün oradan kapıyı çarpar, gider. Bir süre ise hiç konuşmazlar. Bir gün Can diye dostu arar. Çıktığı mekana gelmesini ister. Zor da olsa kabul ettirir. O akşam Can'a olayı anlattığında; Can ondan uzaklaşmasını ister. Çünkü arkadaşını kaybetmek istememektedir.

Ertesi gün Kaan, Nehir'in gönlünü almaya gider. Konuşmalarının ardından ilişkileri biraz daha normale döner. Müdür Bey, Nehir'in sosyal medya üstündeki yazılarını okumaktadır. Ona yeğenini önerir. Ahmet Bey ile iletişim kurduktan sonra onun fikirleri ile bir kitle oluşturmak için, internet sayfası açmak ister. Fakat Kaan'dan dolayı ne yapacağını bilemez. Yakın arkadaşı Burcu ile düşündükten sonra sayfayı açar. Ertesi gün Kaan ile buluşarak anlatır. Başta kızsa da sonra araları düzelir. Fakat Kaan paylaştığı her şeyi beğenen Ahmet'in farkındadır.

Eylül ayı geldiğinde Kaan, İngiltere'ye kabul edilir. Nehir'e de onunla gelmesini söyler ama Nehir ailesini bırakamaz. Kaan'ı ise orada Pelin diye bir kız karşılayacaktır. Nehir'de şimdiden o kızı araştırmıştır. Aralarına giren mesafe ile başta birbirlerine bağlanmış gibi gözükürler. Nehir, Kaan'ın gidişi ile kendini yazılarına verir. Bu arada Ahmet ile daha yakın arkadaş olurlar. Kaan ise gün geçtikçe daha da hırçınlaşır. Nehir alttan alsa da Kaan değişmeye başlar. Nehir'in bir yazı paylaşması ve Ahmet'in altına yazdığı yorum ile her şey değişir. Sabah uyandığında Kaan'dan mesaj gelmiştir. Mesajda hemen Ahmet ile sevgili olduğu gibi bir sürü kötü cümleler yazmaktadır. Kaan öfkesinin kurbanı, Nehir ise gururunun kurbanı olur. Bu olaydan sonra annesinin yanından ayrılarak yeni eve çıkar. Ahmet ile de ilişkisini keser. Bir ay kimseyle görüşmedikten sonra Burcu gelir ve yarışmadan bahseder. Nehir bir kez daha kalemi eline alır. Yarışma da ödül kazanmıştır. Ödüllerin verildiği gün Mert diye biriyle tanışır. Burcu numarasını alsa da aslında Nehir içindir. Can ve Burcu ikisini buluşturur. Yoğun ısrarları ile sonunda görüşmeyi kabul eder. Buluşma günü buluşacakları yere gittiğinde, burnu kanadığından evine çağırır Mert. Bunu yanlış anlayan Nehir; Mert, Can ve Burcu'ya çok sinirlenir. Fakat Mert'in mesajı ile ona yanlış yaptığını anlar. Sonunda Kaan ile hikayesini yazdığı kitabın sonunu getirir. Hatta bir yayınevi ile anlaşarak kitabı basılır. Bir kitabını Kaan'ın İngiltere'deki adresine yollar. Fakat kitap Pelin'in eline geçer. Kaan hiç görmez. Kitabın basılması ile güzel mesajların arasında, bir kötü mesaj vardır. Pelin'den gelmiştir. Kaan'ın peşini bırakmasını birlikte döneceklerini söyler. Nehir, Kaan'ı kalbinden atmak ister. Kaan sonunda ülkeye döndüğünde kitabı görür. Nehir'i arar ama numarasını değiştirmiştir.

Mert ise Nehir'e sürpriz doğum günü yapar. Orada da evlenme teklifi eder. Nehir de kabul eder. Gün geçtikçe Mert'e daha çok ısınır, daha çok sever. Nehir sonunda Kaan ile karşılaşır. İkisi de birbirlerine tüm kinlerini kusarlar. Kaan bu olaydan sonra Bursa'ya taşınır. Mert ile Ankara gezisinde uyaya kalması ile Kaan'ın öldüğünü görür rüyasında. Fakat rüyadır. Nehir, Mert'ten özür dileyerek hep yanında olacağını söyler.

"Bir bir gidenler senin sınavın olurken, en son gelecek olanda sonunda hak ettiğin, nasibin olacaktır."

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...