2 Mart 2020 Pazartesi

Fi (Akilah Azra Kohen) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Fi

Kitabın Yazarı : Akilah Azra Kohen

Kitap Hakkında Bilgi :

Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, aldatma ve aldanma hikâyeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.

Fi güzelliğin lanetlendiği, zekânın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere ve çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır.

Bir kişiye duyulan aşktan daha acımasız bir şey var mıdır?

Kitabın Tahlili :

Azra Kohen… İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema ile Ottawa Üniversitesi Üçüncü Dünya ülkelerine yardım ekonomisi bölümlerinden mezun bir yazardır. Okuyucuya içsel yolculuğun kapılarını açan üçlemesi Fi, Çi, Pi’in ilk kitabı Fi’dir. Bu kitap herkes için yazılmadı, der yazar. Farkındalığın ne kadar önemli olduğunu, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, (.............) asıl değerli olanın bizim için önemsizleştirilmeye çalışıldığını fark etmiş ya da fark etmeye hazır herkes için yazıldı, gerisiyse hikaye, der.

“Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur” diyor yazar. Kohen, verdiği bir röportajda ise Fi’nin yazılış amacını, ”Çaresizlik ve ihtiyaç. Çaresizlikten doğdu Fi. İzlemek zorunda bırakıldığım adaletsizliği engelleyebilmek için o kadar çaresizdim ki nerdeyse savaşa girecektim ve sonunda savaştığım o iğrenç şeye dönüşüp kesinlikle kaybedecektim, çünkü savaşlar savaşılarak kazanılmıyor, maalesef o kadar kolay değil. Ve ihtiyaçla büyüdü Fi, çünkü yazdıkça bir terapi gibi onardım kendimi.” diye tanımlar.

Yazara göre dünya büyük bir karmaşa içinde. Fakat bu karmaşanın nedeni ne eğitim, ne işsizlik ne de parasızlık. Ona göre annelerin çok büyük bir hatası var. Özellikle çocuklarını aşırı korumacı yetiştiren anneler, çocuklarına kimlik bilinci yüklemeyerek bireyselliğe erken yaşta uyanmalarını engelliyorlar. İşte bu kitap farkındalığını ortaya çıkarmaya çalışan dört ana karakter etrafında şekillenmiş bir eserdir.

Kitabın Özeti :

"Sadece eksikliklerimizde eşitiz.
Otuzlarının başındayken olayı çözmüştü Can Manay, dünya bir pazardı ve herkesten alabileceği bir şey mutlaka vardı. İşin sırrı doğru insandan doğru şeyi istemekti ve tabii karşılığında da fazlasını vermemek: Alışveriş. Hastalarının çoğu bu alışverişte yollarını şaşırmış, beklentilere girmiş, alışverişte olduklarını unutup kendilerinden fazlasıyla vermeyi seçmiş kişilerdi. Can Manay içinse hayat, bu alışverişe kafası basanlar için yaşanası, geri kalanlar içinse acınası bir durumdu."

Kitabın ana karakterlerinden biri Can Manay… Ülkede çok ünlü ve zengin bir psikolog. Televizyonlarda program yapıyor ve özel seanslarında kendine özgü tarzıyla ünlü. Acımasız ve takıntılı bir avcı. İstediği ve açlığını çektiği şeyi elde etme pahasına her şeyini gözden çıkaracak kadar hırslı biri. Beraber olduğu kadınlarla buluşmasında rahatlık sağlayacak bir ev almak ister. Satın almak istediği eve bakarken yan evin bahçesinde dans eden bir kadın görür. Kelimenin tek anlamıyla çarpılır. İşte ondan sonra ‘bu benden de öte bir tutku’ diyerek tanımladığı dansçı Duru’ya aşkı başlar. Onu elde etmek için kendini kaybeder ve tüm kariyerini kaybetmek pahasına Duru’nun peşinden koşar. Fakat önünde çok büyük bir engel vardır. Kendi yeteneği altına ezilen bir müzisyen olsa da gayet karizmatik ve yakışıklı müzisyen Duru’nun sevgilisi Deniz. Bu yeteneğinin altında ezilmemek için kendini uyuşturucuya veren yetenekli bir müzisyen.

Can Manay, Duru’ya yakın olmak için bu evi satın alır. Birkaç kere çiftleri yemeğe davet eder. Duru en sonunda Can Manay’ın kendisine olan ilgisini fark eder, fakat Deniz’e olan aşkı ağır basar. Rahatsız olsa da bu durumdan Deniz’e bahsetmez. Fakat son zamanlarda Deniz’in uyuşturucuya bu kadar çok bağlanmasından o kadar rahatsız olur ki aşklarında bir çatlaklık oluşur. Duru’ya olan bu ilgisi Can Manay’ı o kadar çok mahveder ki, sırf yakın olmak için projesi Deniz’e ona ait olan konservatuar açma teklifi götürür. Üniversitede hoca olan Deniz bu fikre o kadar çok sevinir ki, kafasında hazır olan projeyi gerçekleştirmek için hemen kolları sıvar. Diğer taraftan Can’ın, Duru’ya olan ilgisini hiçbir şekilde fark etmez. Deniz’in bu tavrından Duru çok rahatsız olur. Can Manay hiçbir şekilde Duru’dan vazgeçmez. Kendini kaybetme pahasına peşini bırakmamaya devam edecektir...

Romanın diğer ana karakterlerinden biri de Özge’dir. Köşeye sıkıştırılmış olsa da, potansiyelini kullanarak bu savaşı kazanmaya çalışan bir savaşçıdır. Can Manay’a istemediği bir soru sorulunca piyasada istenmeyen bir gazeteci olmuştur. Yine de yenilmez ve bu basın aleminin en başındaki kişiyle irtibata geçer. İnsanların sahte yüzlerini ortaya çıkaran ‘Darbe’ adında bir magazin dergisi çıkarır. Yine de Özge sansürlenmeye devam edecektir. Asla yenilmez ve savaşına devam eder...

Kitabın en sevilen ve en bilgece konuşmalar yapan dördüncü karakterimiz Bilge’dir. Şansız doğmuştur, fakat yine de hayatta kalmayı başarmıştır. Annesi yoktur. Doğru adında otistik bir abisi vardır. Can Manay’ın psikoloji sınıfından oldukça başarılı bir öğrencidir. Başkalarına ödev yaparak geçinmeye çalışan sıradan bir öğrencidir başlarda. Sonra Can Manay’ın danışmanı olarak yaşamaya devam eder. Ve sonra Can Manay’ın yaşam enerjisi olur. Ama nasıl?

Deniz'in oldukça yetenekli ve tüm yaylı çalgıları çalabilen bir öğrencisi var: Ada... Yeteneğine rağmen oldukça silik bir tip ve deli gibi Deniz'e aşık. Gösterişli biri olmadığından dolayı hiçbir erkek tarafından fark edilmez. Onu sadece tek bir kişi fark eder: Göksel. Oldukça iri yapılı konservatuarda öğrenci bir balet. Şans eseri Ada'nın müziğini dinlediğinde ona hayran kalır ve sapkınlık derecesinde Ada'ya bağımlı olur.

1 Mart 2020 Pazar

Çi (Akilah Azra Kohen) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Çi

Kitabın Yazarı : Akilah Azra Kohen

Kitap Hakkında Bilgi :

Hayat, insanın kendi potansiyeline ulaşabilmesi için dikkatle, incelikle, muhteşem bir zekâyla dizayn edilmiştir. Yapman gerekeni yapamıyorsan, olamıyorsan, doğamıyorsan hayat çok acıtır, anlaman için hırpalar, yorar. Seni sen yapabilmek için ne gerekirse yapmaya hazırdır. Asla rahat bırakılmazsın. Öylesine, anlamsız varolamazsın. Mutluluğa saklanamazsın. Öyleyse acına sahip çıkmalısın!

Çünkü acı, bilginin bedene inmesidir. Bilgiyi bedene indirmeli, olman gereken şeye dönüşmelisin.

Bu kitap ‘kendine gelmek’ için burada olduğunun farkına varabilenlere yazıldı. Fi ile çıkılan yolculuğun tek durağıdır Çi. Sadece farkındalığa giden, değiştiren, mutlaka geliştiren bir yoldur bu ama sunduğu seks, macera, intikam, ihtiras sizi aldatmasın, zordur.

Hayatı değil sistemi yaşadığımızı fark edenler, harakete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekâmülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır.

Hayat harekete geçen herkesi varması gereken yere götürür.

Kitabın Özeti :

İYİ BİR HİKAYE ASIL BİTTİĞİ YERDE BAŞLAR...

Azra Kohen... İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema ile Ottawa Üniversitesi Üçüncü Dünya ülkelerine yardım ekonomisi bölümlerinden mezun bir yazardır. Okuyucuya içsel yolculuğun kapılarını açan üçlemesi Fi, Çi ve Pi’nin ikinci kitabı Çi’dir.

Sabrın için minnettarım, diye başlıyor kitap ve şöyle devam ediyor:

"Bilgisayarımın bir köşesinde, bürokrasi hapishanesinde bekleyen Çi’yi sana ulaştırabilmek için vazgeçmemecesine savaştığımı ve seninle kurduğum bu bağın, senin varlığının, benim için çok değerli olduğunu bilmelisin. Aynı kaynaktan geldiklerimizle buluşmanın, hayatı değil sistemi yaşadığımızı anlamanın, bir parazit gibi tükettiğimiz bu gezegende kurulmuş bu lanetli sistemi aşmanın, gerekeni yapmak için uyanmanın zamanı yakın.

(...) Çi’nin satır aralarında pusuya yatmış anlamların sana ulaşması dileğiyle kocaman sarılıyorum sana, kendimden bir parçayı kucaklarcasına.

Beynimizi bilgiyle yıkamanın zamanı geldi." Ve Fi’den kaldığı yerden devam ediyor.

Can Manay en sonunda amacına ulaşır ve Duru’nun aklını çeler. Duru artık Can Manay’ın evinde yaşamaktadır. Sapkınlık derecesinde sevgilisine bağımlıdır. Öyle bir an gelir ki hiç kimseye sevgilisini göstermek istemez. Dans etmemesi için önüne bir sürü engeller koyar. Duru dans seçmelerine gittiği zaman, hiçbir şekilde gruba kabul edilmez. Dansıyla insanları büyüleyen Duru bu konuya bir anlam veremez. Çünkü Can Manay önceden ayarlayarak gruba katılmaması için talimat vermiştir. Tabi ki Duru’nun bu durumdan haberi yoktur. Bir de aşırı şekilde tensel bağımlılık oluşmuştur.

Önceleri Deniz’in umursamazlığından sıkılan Duru’nun bu ilgi hoşuna gider. Fakat sonra bu durumdan sıkılmaya başlar, kendini hapishanede gibi hissetmektedir. Önceleri Deniz’in bu durumdan haberi olduğunu ve umursamadığını düşünür. Fakat şans eseri Can Manay’ın evinde Duru’nun evinin bahçesini gözetlemek için yaptırdığı elektronik düzeni görür. Eski kayıtlardan Can Manay’ın evine gittiği gecenin kayıtlarını bulur. Deniz bahçede yere yığılmış ve çaresiz bir biçimde ağlamaktadır. Duru’yu aramış, fakat bulamamıştır. Aşık olduğu kadını bulamayınca korkmuştur ve kendini çok zavallı hissetmektedir. Bu görüntü tek kelimeyle Duru’nun kabini parçalar.

Artık pişman olmanın vakti gelmiştir. Can Manay’dan o kadar çok nefret eder ki ona gereken cezayı verecektir. Can Manay ise Duru’nun bu tavırlarından dolayı o kadar çok kendini kaybeder ki eski hastalığı nüksetmeye başlar. Çok yakın olduğu doktoru ve arkadaşı Eti’nin uyarılarına rağmen kendine gelemez. Çiçek’te yaptığı hatayı yine Duru’da da tekrarlıyordur. Can Manay bu durumdan kurtulacak mıdır?

Televizyonda bir magazin programında Duru ile Can Manay’ı gören Deniz o kadar çok bunalıma girer ki, artık şehirde yapılacak bir şey kalmadığına kanaat getirir ve bir köye yerleşir. Artık köyde bir işçidir. Karın tokluğuna çalışır, hiçbir şekilde para istemez. Sadece çocuklarla konuşur. Yetişkinlerle konuşmaz. Yetişkinlerden bu kadar çok nefret ediyordur. Fakat elinde öyle güçlü bir müzik yeteneği vardır ki dünyayı tek başına değiştirme kapasitesine sahiptir. Ama nasıl?

"Deniz... Köye geldiğinden beri bu tarlayı üçüncü temizlemesiydi, köklerine dikkat etmeden kopardığı yabani otların bir hafta içinde aynı yerde yine biteceğini biliyordu artık. Yalın ayak çalışmaktan kurumuş, çatlamış çıplak ayaklarınabaktı, ne kadar köksüzdü. Bildiği hayattan geriye hiçbir şey kalmamıştı, var olmasına neden olan her şey yok olmuş, artık sadece anlamsızlık vardı."

Çıkardığı ve çok güvendiği Darbe dergisi ile yine sansürden kaçamaz Özge. Dergi ilk sayısında çalınmış ve gizli bir numaranın mesajıyla çalındığı yeri bulmuştur. Kapağını değiştirerek sayısı eksik olsa da satmaya çalışır. Yine de istediği tirajı bulamaz. İnternet üzerinden e-dergi olarak dergiyi yayınlamaya çalışır. Bu arada ülke karışmış, bütün ülkede insanlar sokakta eylem yapmaktadır. Yanlışlıkla eylemin olduğu yere giden Özge polisten çok feci dayak yer. Bu arada Sadık Kolhan’la yakınlaşır ve Sadık Kolhan ona büyük bir teklif sunar. Bu teklif karşısında Özge çok şaşırır...

Bilge danışmanlık yaptığı Can Manay’ın son zamanlardaki tuhaflığından dolayı üzülmektedir. Ülkedeki eylemlerden dolayı uzun zamandır hoşlandığı Murat’ın polisler tarafından feci şekilde dövüldüğünü öğrenir. Darma duman olmuştur. Fakat Can Manay’ın yaşam sebebi olacaktır. Ama nasıl?

Hayatı değil, sistemi yaşadığımızı fark edenler, harekete geçmek için işaret bekleyenler, umursamayanlara karşı umursayanlar, hissedemeyenlere karşı hissedenler adına ve kendi tekamülünde kaybolmuşlar için yazılmış, dengeye adanmıştır, diyor yazar. Ders almak için, sistemin bize dayattığı bu hayatı sorgulamak için, en başta kendi farkındalığımızı fark etmemiz için okunması gereken bir kitap. Pi’yi de okuduktan sonra inanan bir insanın dünyayı değiştireceğine tanık olacağız.

Pi (Akilah Azra Kohen) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Pi

Kitabın Yazarı : Akilah Azra Kohen

Kitap Hakkında Bilgi :

Şimdi itiraf zamanı!

İtiraf ediyorum: Sana tuzaklar kurdum. Adlarını Fi ve Çi koydum. Can Manay’ın Duru’ya duyduğu açlıkla çıkardım seni yola, Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını Deniz’le anlatmaya çalıştım sana… Beni takip etmen için yolumuzu onların hikâyeleriyle süsledim. Anlamları da hemen hemen her satıra gizledim. Çünkü Pi’deydi asıl anlatmak istediklerim. Çaresizdim. Vazgeçemezdim. Sana bu manzarayı mutlaka göstermeliydim. Seninle nihayet burada buluşmak için çok emek verdim.

Şimdi yine gel benimle, birlikte yürümeye devam edelim.

Savaşların savaşılarak kazanılamayacağını, asıl zaferin ancak doğrudan ayrılmayınca kazanıldığını Özge anlatsın sana, Yaptığımız her şeyin evrende dönüp dolaşıp bize nasıl geri geldiğini Can’dan dinle, Analiz edebildiğimiz kadar güçlü, sadeliğimiz kadar güzel, gerçekliğimizdeki samimiyet kadar eşsiz olduğumuzu Bilge’de gör, Kendi değerini başkalarının gözünden biçenlerin acısını Duru’yla anla, Ve Deniz’in düşüncelerinde tanış geleceğin insanıyla… Gel benimle. Yolumuz uzun değil, Nihayet sana gidiyoruz, bana… BİZ’e.

Sorgulanmamış, analiz edilmemiş bir yaşam hiç yaşanmamıştır.

Kitabın Özeti :

"Karanlıkla savaşmanın tek yolu fark etmektir. Fark edince ışık olursun."

Fi, Çi ve Pi üç kitaplık bir seri... Pi bu serinin üçüncü kitabı... Bu kitap serisi içinde dinden psikolojiye, güncel olaylara, bilimsel bilgilere ve daha birçok şeye temas etmektedir. En önemli yanıysa aslında bir kişisel gelişim kitabı olduğu halde elinizden bırakamayacağınız bir romana dönüşmesi. Serinin diğer özelliklerinin yanında bir de karakterler var tabii ki, çok uzun bir kitap olduğu için kısa kısa bahsedeceğim karakterlerden;

"Evrimsizlik. Varoluşun anlamını düşünmeden yaşamak. Tırnaklarını geçirdiği bir inancın içine başını sokup analiz etmeden bir parazit gibi beslenmek. Hayata katkısız, gelişime duyarsız, evrene bilgisiz var olabileceğini sanmak... Tüketmek. Tüketerek tükenmek ve her an ölmek diye düşündüÖzge, çoğu varoluş nedenlerinden habersizbeş yüz kişinin otorduğu koltukların arasındaki ince uzun koridorda ağır ağır ilerlerken ensesindeki saçların ürperdiğini hissetti."

Darbe dergisiyle herkesin dikkatini çeken Özge, derginin kapatılmasına ilişkin aldığı tehditler sonucunda derginin yayımlanma sistemini dış ülkeden alıyor. Sadık Murat Kolhan’la aralarındaki yakınlaşma devam etse de Özge kendisine tamamen zıt ve sonradan hükümetin yanlısı olduğunu öğrendiği bu adama karşı tüm duygularını geri plana atıyor. Sadık sayesinde birçok kişiyle tanıştırılan ve milletvekili olan Özge çok etkili bir yemin konuşması yaparak sosyal medyada büyük ilgi görüyor. Özge'nin bu yükselişinden ve fikirlerinden rahatsız olan kişiler sayesinden Sadık, Özge adına korkmaya başlıyor ve onu korumak istiyor. Özge ise tüm bunlara karşın hala kendi düşüncelerini savunmaya devam ediyor ve genel başkanlığa kadar yükseliyor. Her şeye rağmen genel başkanlığa kadar yükselen ve fikirlerini söylemekten kaçınmayan bu kızı risk olan gören kişiler arkasında Sadık'ın olduğunu düşünüyor. Başına gelecekleri önceden bilen Sadık ise çözümü ülkeyi terk etmekte buluyor. Ülkeyi terk ediyor ve Özge'nin hayatından tamamen çıkıyor. Özge ise Can Manayın yaptırmış olduğu bir davette Deniz'le karşılaşıyor. Bu karşılaşma ise onları çok farklı duygu boyutlarına doğru götürüyor.

Deniz'in müziğini Şadiye'ye satan ve tanıştığı müzik yapımcısı Tugay sayesinde büyük bir üne kavuşan Ada reklam müzikleri yapmaya devam ediyor. Fakat uyuşturucu bağımlısı haline gelen Ada, çok başka bir kişiliğe dönüşüyor. Tugay'ın onu müziği için yanında tuttuğunu çok geç fark etse de o da uyuşturucu nedeniyle Tugay'ın yanında duruyor ve en sonunda farklı bir dozda almış olduğu uyuşturucu sayesinde intihar edip ölüyor. Elinde tuttuğu kemanıyla birlikte.

Göksel ise polis ve Deniz'in açtığı Sokak adlı yerde dans etmeye devam ediyor. Deniz'in onu bulmasıyla başlıyor her şey. Bir gün Ada ona geliyor ve Deniz'i soruyor böylece Ada'ya ulaşan ve onu çok farklı bulan Göksel en sonunda ölüsüyle karşılaşıyor. Bunu yapanın Tugay olduğunu bildiğinden aynı dozda ve aynı tipte uyuşturucuyla onu ölüme terk ediyor.

Can Manay'ın asistanı olarak işe başlayan Bilge ise Ali ile çok farklı bir ilişki yaşamaya başlıyorlar. Ali bir gün Bilge'den otistik bir akrabası olduğunu ve onlara yardım etmesini istiyor. Bilge kardeşinin de otistik olmasından dolayı bu isteği kabul ediyor. Bu yardım Ali'nin çiftliğinde çok vakit geçirmelerine ve yakınlaşmalarına neden oluyor. Ali, Bilge'ye olan özel ilgisini ona da hissettiriyor ve Bilge'de ona karşı boş olmasa da pek belli etmiyor. Her şeyin çok güzel ilerlediği o zamanlarda Can Manay, Duru'nun gidişiyle sarsılmış bir durumdadır. Adeta perişan bir halde olan Can'a, Eti ve Bilge yardım ediyor. İlk başlarda pek istekli olmayan Bilge onun çaresizliğini görünce yardım etmek istiyor. Kendisine gelmesini sağlayanın Bilge olduğunu anlayan Can ona karşı ilgi duymaya başlıyor ve Bilge'yi bir şekilde etkileyerek evleniyorlar. Her şey çok güzel gidiyor ta ki Can, Duru'yu bulana kadar.

Duru'yu konferansa gittiği Avrupa'da bulan Can onun tüm gösterilerine gidiyor. İlgisi tekrar ortaya çıkınca onun için bir gösteri merkezi açmaya karar veriyor. Biletleri bulan Bilge ona sorunca kavga ediyorlar ve ayrılıyorlar. Duru ise Can'ın yaptırdığını bilse de kendi egosu nedeniyle gelmeyi kabul ediyor. Birbirlerini ilk gördükleri anda birlikte oluyorlar. Fakat akşamında Duru'nun söylediği bir söz nedeniyle Can, Bilge'nin değerini anlıyor ve Duru'ya zarar vererek oradan gidiyor.

Bilge'yle Can barışıyor fakat bunun farklı bir nedeni var. Eti, Bilge ve Özge, Can'a komplo kurarak onu akıl hastanesine kapatıyorlar. Kitap Can Manay'ın akıl hastanesinde kalmaya devam etmesiyle, Özge'nin ve Deniz'in yeni buluşlarını uygulamaya başlamalarıyla ve Ali'nin Bilge'yle beraber olmasıyla sonlanıyor.

Saklı Seçilmişler (Soner Yalçın) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Saklı Seçilmişler

Kitabın Yazarı : Soner Yalçın

Kitap Hakkında Bilgi:

Siz onları değil; onlar sizi seçti

Bir film düşün.

İlk sahne sıradan bir olayla başlar.

Film ilerledikçe gelişmelere inanamazsın.

Dehşete kapılırsın.

Film biter. Etkisinden kurtulamazsın.

Korkarsın.

Bu kitabın yazım sürecinde ben bunları yaşadım.

İlk sahne:

Altı yıl önceydi.

Medyaya her cümlesi yalan olan bir haber sızdırıldı.

Peşine düştüm..

Bir Soner Yalçın Araştırması
Kitabın Özeti :

“Gıda terörünü ve bunun arkasındaki karanlık isimleri yazdım” diyen Soner Yalçın'ın belgelerle açıkladığı araştırmaları 5 yıldan fazla sürmüş ve kitabı yazması da 8 ayını almış.

Nil Soysal'a röportaj veren Soner Yalçın'dan kitapla ilgili öne çıkanlar şöyle:

Gıdalar korku kaynağına dönüştürüldü! Hekimler, uzmanlar yazıyor, konuşuyor, uyarıyor: “Aman şunları yemeyin! Aman bunları içmeyin!” Dedikleri doğru ama konuyu “gıda sağlığına” sıkıştırıp bırakıyorlar. Bu “çağdaş esarete” sebep olanlar görmezden geliniyor, gizli amaçları üzerinde durulmuyor. Eksik olan bu. İşte Saklı Seçilmişler kitabı bu ihtiyacı gidermek için yazıldı.

Kimyasal yiyecekler-içecekler insan sağlığı için tehlikeli zehir ise niye satılıyor? Demek meselenin gizlenen sırrı var! Bakın çevrenize; kısırlık ve kanser ne kadar arttı. Şeker hastalığı inanılmaz boyutlarda. Bu rahatsızlıkların sebebi yediklerimiz, içtiklerimiz. Mesele sadece sağlık değil; bunun ekonomik-politik yönü var! Bu zehir düzenini kimler, nasıl kurdu?

Beslenmenin-gıdanın ekonomik politiği üzerinde kimse durmuyor. Dedim ki içimden; “İnsanların kafasını aydınlatacak, gıda terörünün arkasındaki karanlık isimleri ve politikaları ortaya çıkaracak kitap yazmalıyım.” “Saklı Seçilmişler” böyle doğdu…

Kafamda şu vardı: ABD-AB ve küresel baronlar daha çok kazanç için bu kirli düzeni kurdu. Her ülkede yerli işbirlikçi patronlar ve iktidarlar buldu. Ya da iktidara getirdi. Dünya Bankası-IMF- Dünya Ticaret Örgütü adlı “şeytan üçgeni” Türk tarımını bitirip insanlarımıza zehir yedirmeye böyle başladı. Bu “şeytanların” ne yaptıklarına odaklanmışken, bir gün kafama dank etti: Bu işin içinde başka iş var! Bu iş sadece para kazanma meselesi olamazdı. Bir sır vardı. Bu sırrın peşine düşünce korkmaya başladım. Öğrendiklerimden dehşete düştüm.

Sadece Türkiye değil, dünya yoksullarına soykırım yapılıyor. Dünyadaki fakirleri “biyolojik gıda silahıyla” öldürüyorlar.

İnsanları (tek tek isimlerini verdim) yiyeceklerle- eşyalarla- aşılarla kısırlaştırıyorlar.

Gebeliği önleyen mısır üretmişler.

Kolesterol haplarıyla cinsel hayatlar öldürülüyor.

Gördüm ki: Bugün bunu yapan küresel yiyecek şirketleri, global ilaç firmaları dün de Hitler'in destekçisiydi! Tesadüf mü? Aynı aileler gaz odalarıyla değil, gıdayla insanları yok ediyor. Parası olmadığı için sağlıklı beslenemeyen yok ediliyor. Yeni soykırımcılar yeni dünya kurmak istiyor.

Çoğu kişi sadece zeytin ağaçları katliamını biliyor. Özellikle Özal döneminde çıkarılan yasalarla başladı büyük tarımsal kıyım. Türkiye'nin milli stratejik sektörü tarımı, yağlı urganla boğdurdular. Çünkü, ABD-AB endüstriyel tarıma geçince elindeki ürünü satmak için yeni pazarlar arıyordu. Türkiye bu pazarlardan biriydi. Size bazı rakamlar vermeliyim: Türkiye'nin 1980 başında tarım ürünleri ihracatı 2 milyar dolar, ithalatı 51 milyon dolardı. İthalat 1999'da 3 milyar 93 milyon dolara yükseldi. Bugün tarımsal ithalat 16.5 milyar dolara ulaştı! Özallar, Erdoğanlar bu açıdan pek eleştirilmedi. Tarımsal üretimde kendine yeten Türkiye, bu dışa bağımlı politikalar sonucu bugün her tarımsal ürünü ithal eder hale getirildi. AKP bu politikayı ısrarla sürdürüyor. Bir ülke bile bile böyle intihara sürükleniyor işte. Zehir tacirlerine böyle fırsat veriliyor.

Özellikle son 6 ayda “inşallah delirmem” dedim. Kötülüğe ve adaletsizliğe inanamıyorsunuz. Örneğin, bu süreçte iki kez ABD'ye gittim. Benzer durumu Güney Kore ve Japonya'da da görmüştüm: Yoksullar evlerinde değil, dışarıda yemek yiyor! Çünkü evde yapmaktan dışarıda yemek daha ucuz! ABD'de doğal gıda ürünlerinin satıldığı butik mağazaların kapısından içeri girmeniz bile zor, çok pahalı. Türkiye'de de öyle; yoksulların doğal yiyecekleri alması imkansız. Bu durumda ne oluyor; kanser çocuklarda görülüyor artık. Maalesef insanlar bilmeden bu tuzağa düşüyor; “tatlı zehirler” yediriyor çocuklarına-torunlarına. Fast food özellikle çocuklarda aşırı şişmanlamaya ve şeker/diyabet hastalığına neden olmuyor; zeka geriliğine sebep oluyor! Bu yerlerde her yedi saniyede bir yemek yiyen bir kişide kanser vakası var! Bunu ben değil, ABD Senatosu söylüyor.

Bir kere şunun altını çizeyim: Ekmek, süt, yoğurt, pirinç ya da bir başka tarımsal ürün aslında sahiden ekmek, süt, yoğurt, pirinç mi? Yoksa o görünümde başka bir kimyasal ürün mü? Basit gıda hilelerinden bahsetmiyorum; sorun sandığınızdan daha büyük! Uzun raf ömürleri vs için ortaya çıkarılan tanımsız “şey” yiyeceklerden bahsediyorum. Bu yiyecekleri yiyip yememek herkesin kendi elinde. Ancak yoksullara başka alternatif bırakılmıyor. Fakirler hep ucuza mal edilen yiyeceklerle beslenmek zorunda kalıyor. Dikkat edin en yoksullar en şişman olanlardır. 50 yıl önce hamburger-patates yiyen kişi 420 kalori alıyordu; bugün 1050 kalori alıyor... 3 kilo yapay tatlandırıcı 750 kilo şekere denk geliyor ve her yiyeceğin içinde. Bu ucuz fast food tarzının da gizli bir amacı yok mu?

Tek örnek vereyim: Mısır şurubu elde etmek için cıva kullanılıyor! Son on yıllık süre zarfında Türkiye'de diyabet hasta oranı yaklaşık yüzde 100'lük artış göstererek yüzde 7.6'dan yüzde 13.4'e çıktı. Keza insanların büyük çoğunluğu hastalığın farkında olmadan yaşıyor. Yani rakam daha yüksek. Bir gıda terörü ile karşı karşıyayız...

El Vedud (Tuğçe Işınsu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : El Vedûd

Kitabın Yazarı : Tuğçe Işınsu

Kitap Hakkında Bilgi :

Allah’ın adıyla, Allah aşkına yaptığın her şey sana misliyle geri döner.
Senin çok istediğin bir şey var ve bunu yaşamına çekmen için şimdi bu boyutun ötesini keşfetmen gerek…

Bu kitaptaki tüm dualar, uygulamalar, ritüller ve yollar seni dileğine yaklaştırsın Allah’ın izniyle. AMİN

“Size ulaşan her nimet Allah’tandır.” Nahl Suresi/53

Belki tüm kapılar kilitliydi
Ama biz yine de çok umutluyduk
Çünkü biz Allah’tan istemiştik.

“Kullarım, sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben muhakkak onlara pek yakınım. Beni çağırdığı, bana dua ettiği anda, dua edenin duasına cevap veririm.”
BAKARA SURESİ/186. Ayet

Değerli Dostum,

Bu kitapta sana ışık tutacak yollar var. Dualar, ritüeller, uygulamalar, ışık olacak yöntemler... Arınma yollarından aşka, şifa dualarından seni derinleştirecek formüllere, bereket çalışmalarından doğru enerjilere yaşamını kolaylaştıracak, seni frekans olarak yükseltecek yolları denediğinde, kapıları açmanı umuyorum. Her sayfasıyla bir adım atacağın, bir dönüşüm elde edeceğin, dileğine seni yaklaştıracak bir kitap olsun dilerim (ve öyle de oldu). Kitaptaki gül kokusu senin ilhamın olsun bu yolda, senin için hazırladığım bu kitap senin dönüşümün olsun. Dileğini tutup duanı oku, elindeki şifa enerjisini aç ve hazır olduğunda kitapta bir sayfada dur elinle. Niyet et. O gün, o senin sayfandır... Kalbine Allah’ı koy ve unutma: O sana şah damarından da yakın. Dua ve Sevgiyle…

Kitabın Özeti :

Kalbine Allah’ı koy ve unutma: O sana şah damarından da yakın. Dua ve Sevgiyle…

İnsanın dünya hayatında kazanabileceği en büyük nimet, iyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren, sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek layık olan Allah’ın sevgisidir.

Allah sevdiği kullarının üzerine Kendi rahmetini yazar, onları rızasına yöneltir ve cennetini bahşeder. İnsanın fıtratındaki sevginin gerçek kaynağı Allah'tır. Diğer tüm sevgilerin o sevgiden kaynaklandığının bilincinde olmak ve o sevgileri de yok etmeden Allah’a yönelmek, samimi iman ehli olmak anlamındadır. İmanı Allah sevdirir. İnkârı da yine O, çirkin gösterir.

"Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır." (Hucurat Suresi, 7)

Her insan iman fıtratı üzere doğar. Her kalp Allah’ı tanıma, O'nu bilme, O'na bağlanma üzeredir. Her kalp O'nu anmak ister. Bedenden daha fazla kalp beslenmeli ki, insanı insan eden değerler baskın gelsin. Akıl ve şuur açılsın, insan mutmain olsun.

İnsanın Allah’a olan imanı arttıkça, sevgi gücü de artar. Kalp, içine tüm dünyanın sevgisini sığdırabilecek kadar geniş yaratılmıştır. Bu, Allah’ın Vedûd isminin, insandaki tecellisinin sonucudur. Kalpte çok güçlü bir sevgi potansiyeli vardır. Bu sevgi ancak iman vesilesiyle geçici şeyleri terk edip, kalıcı ve sonsuz olana yönlenir. İnsan ancak o zaman hayatından lezzet alır. Bediüzzaman o lezzeti şöyle tarif ediyor;

"Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. (Mektûbat, 20. Mektup)

O halde Rabbini bilmek, tanımak ve sevmek, insanı sonsuz mutluluğa götürür. Dünyanın yaratılış amacı budur; insanın hayatının amacı da budur. Bütün hakikî saadet, mutluluk, nimet ve lezzet marifetullah ve muhabbetullahdadır. Aksi ise insanı sonsuz elemlere, üzüntülere, korku ve endişelere sevk eder. İnsan, kalbindeki sevgi nurunu ve sevgi gücünü yitirir; hem dünya, hem ahiret hayatının lezzetinden mahrum kalır.

Allah’a duyulan aşk, tarif edilemeyen derin bir histir, şiddetli bir zevktir. Nasıl gözleri görmeyen birine görme tarif edilemezse, bu aşkı yaşamayan insana da bu duyguyu tarif etmek mümkün değildir. Bu aşk bütün bedene etki eder. Rabbini bilen ve O’na kalben bağlı olan insanın diğer bütün duyuları değerlenir ve nurlanır. Şöyle buyurur Peygamberimiz (asm):

“Vücutta bir parça vardır ki, o sağlam olursa bütün vücut sağlam olur. O bozuk olduğu zaman bütün vücut harap olur. Dikkat edin, işte o kalptir.”

İnsanların çoğunluğu kalplerindeki sevgiyi öldürmüş durumdalar. Küfürde ve günahta ısrarcı olan kalp ölüdür. O ölüyü diriltmeleri, kalplerini sevgiye açmaları gereklidir. Kalp marifetullah ve muhabbetullahla, tahkiki imanla hayat bulur. Rabbini bilmek, insanı taklidi imandan tahkiki imana ulaştırır. Allah'a duyulan muhabbet, tahkiki imanın sonucudur. Allah sevgisini içinde taşıyan ve her şeyde Allah’ın nurunu ve tecellisini gören, muhabbetle, aşkla bakan gözler baktığını aşkla görür, derin aşkla sever. Allah aşkına kavuşan insan dünyanın da ahiretin de bütün güzelliklerine kavuşur. Vedûd ismi, kâinatın her santimetrekaresinde tecelli eder çünkü.

“Bütün kâinatın mayası muhabbettir. Bütün mevcudatın harekâtı muhabbetledir." Kâinat kalbindeki ciddî ve hakiki muhabbet ve aşk, çokça sevilen ve sürekli var olan ezelî Sevgili'yi gösterir.

İşte kâinat kadar büyük o hakiki aşk da, küçücük insanın küçücük kalbinde yerleşir. (11. Lem’a'dan)

“Dünyada da muhakkak bir cennet vardır. Onu bulan kimsede cennet arzusu kalmaz. O cennet mârifetullahtır.” (Peygamberimiz (asm)

Yeşil Gece (Reşat Nuri Güntekin) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Yeşil Gece

Kitabın Yazarı : Reşat Nuri Güntekin

Kitap Hakkında Bilgi :

Toplumsal yönü ağır basan bu romanda, medresede yetişen, ancak sonra öğretmen okulunu bitirerek Ege Bölgesi'ndeki bir kasabada, gerici ve çıkarcı birtakım güçlerle savaşan idealist bir gencin serüveni ele alınıyor. Atatürk Devrimi'nin o coşkulu havası içinde, çok güçlü sezgi ve gözlemlerle kaleme alınmış bu kitapta, toplumumuzun o günkü bütün büyük sorunları yürekli biçimde tartışılıyor. Romanın en önemil kahramanı Şahin Hoca'nın kişiliğini oluşturan nitelikler, mücadelesi ve uğradığı yenilgilerin öyküsü sayılabilir.

Kitabın Özeti :

Şahin Efendinin babası öldükten sonra, köyde çobanlık yaparak annesine bakmak zorunda kalmıştır. Bunun yanısıra medresede öğrenimi sürdürmektedir. Medresede gördüğü eğitiminde etkisiyle, onu hasta edecek kadar bir olay onun canını sıkmaktadır ki bu da ruhun ölümsüzlüğüne inanamamasıdır. Köydeki bazı hocalara danışır ve aldığı cevaplar hastalığını iyi edecek tarzda cevaplar değildir. Sonunda medreseyi bitirdikten sonra öğretmen okuluna girer. Mektep öğretmeni olarak mezun olur. Medreseden öğretmen okuluna geçmesinin nedeni şüphesiz ki orada verilen eğitim ve öğretim geri olmasından kaynaklanmaktadır. Okulu bitirdikten hemen sonra ilk tayin yeri belli olur. Ege Bölgesi’nde Sarıova adında bir kasabadır. Bu kasabanın namını arkadaşlarından duyduğu kadarıyla bilmektedir. Çok geri kalmış, halkın sefalet içinde yaşadığı bir yer olduğunu billmektedir. Sonuda bavulunu hazırlayarak Sarıova’ya gider. Köye vardığında burasını tam tahmin ettiği gibi bulur. Evler, binalar kısacası herşey harap bir haldedir.

Köye geldiği ilk akşam onu köy halkı yemeğe davet ederler. Yemekte, köyde sözü geçen bazı hocalarla, muallimlerle tanışır. Onun bu köydeki görevi tebliğ edilir. Köyün ünlü mekteplerinden Emir Dede mektebinin başmuallimliğini yapacaktır. Onun bu göreve atanmasını çekemeyen bazı hocalar bundan hoşnut olmazlar. Şahin Efendi hocaların bu tavırlarından geleceği kestirebilmektedir.

Şahin Efendiye göre yapılacak ilk iş Emir Dede Mektebinin eski binasının yıkılıp yenisinin yapılmasıdır. Ama köy halkı özellikle Eyüp Hoca önderliğinde bir grup bu işi olumsuz karşılarlar. Şahin Efendiye karşı halkı kışkırtırlar. Bu yıkım işine bir süre ara vermesi gerektiğini düşünür. Şimdiye kadar hiç arkadaşlık kurmamış olan Şahin Efendi kendisiyle hem fikir olan Rasim ve Deli Necip ile arkadaşlık kurar.

Birgün Şahin Efendiyi çocuğu hafız çıkacak bir adamın yemeğine davet ederler. Şahin Efendi hafız çoçukla tanışır. Şahin Efendi çocuğu çok hasta görür ve hemen hastaneye götürülmesini söyler. Çoçuğun babası ve oradaki hocalar çocuğun hiçbirşeyi olmadığını iddia ederler. Aradan birkaç dakika geçtikten sonra çocuk birden yere düşer. Herkes çocuğun başına toplanır ve çocuğun birkaç gün istirahat ettikten sonra hiçbirşeyi kalmayacağını söylerler. Aradam üç gün geçmeden çocuk ölür. Çocuğun annesi çok küçük yaşta mektepten alınarak hafız yapılmak istendiği için çocuğum öldü der. Şahin Efendinin yanına giderek durumu anlatır. Şahin Efendi de çocuğun annesiyle aynı fikirdedir.

Bu ölen çocuğun babası kısa bir süre sonra küçük çocuğunu da Emir Dede mektebinden alarak hafız yapmak istediğini söyler. Şahin Efendi bu olayı uygun görmez. Aynı durumun bu küçük çocuğun başına geleceğini söyler. Adamın çucuğunu hafız yapmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü maddi durumları da çok kötüdür. Şahin Efendi bu durumu değerlendirip çocuğun hafız olmasının sakıncalı olduğunu ısrar ederek onu kararından caydırmaya çalışır. Adam sonunda yola gelir. Çocuğu mektepten almaz.

Kasabanın dilinde Şahin Efendi hakkında bazı söylentiler çıkar. Eyüp Hoca ve yandaşları Maarif müdürüne Şahin Efendiyi şikayet ederler. Şikayet şundan ibarettir: Çocuğunu hafız yapmak isteyen bir adamın çocuğunun mektepten ayrılmasına izin verilmediğidir. Maarif müdürü bu duruma çok sinirlenir ama Şahin Efendiyi sevdiğinden ve görevini tam yaptığından dolayı olayın kapanmasını ister. Bütün kasaba bu olayla çalkalanır. Adam bu çıkan söylentilere dayanamayarak çocuğunu mektepten alır. Fakat hafız da yapmaz. Çünkü çocuğun annesi bu çocuğunu da kaybetmekten korktuğu için, çocuğun hafız olmasına gönlü razı olmaz. Şahin Efendi ile aynı fikirde olduğundan hemen onun yanına giderek durumu anlatır.

Şahin Efendiden yardım ister. Şahin Efendi bir plan yapar. Plan aynen şöyledir: Bu çocuk çok zayıf olduğundan hafız olması için daha yeterli yaşta olmadığını gösteren bir rapor almak. Kasabadaki bütün doktorları dolaşırlar ama hepsi de çocuğun hafız olmasında bir sakınca olmadığını söyler. Artık bu çocuk olayı kasabanın dilinden düşmüştür. Bir gece sabaha karşı tüm kasaba halkı yangın nedeniyle ayağa kalkar. Yanan yerin Kelami Baba Türbesi olduğunu görürler. Bu türbe onlar için o kadar kutsaldır ki bütün dertlere deva, işsizlere iş bulan ve hastaları iyileştiren bir yer olarak bilirler. Bu yüzden burayı yakanlara kafir diye sokaklarda haykırırlar.

Ertesi gün araştırma başlatılır. Yangın akşamı türbe yaınlarında Mehmet Nihat Efendi adında bir öğretmenin görüldüğü ortaya çıkar. Bu öğretmen kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan birisidir. Ailesine bile yakın davranmayan ayyaş bir adamdır. İçkiliyken her zaman Kelami Baba Türbesinin yakılması gerektiğini söylermiş. Elde bundan başka delil yoktur. Kasabalılar onun cezasını çekmesinin gerektiğini söyler. Mahkeme neticesinde hapse atılır. Şahin Efendi bütün bu olanlara karşılık onun suçsuz olduğunu savunan nadir kişilerdendir. Yakın arkadaşları olan Rasim ve Deli Necip ile durumu konuşurlar. Sonunda bir avukat tutmaya karar verirler.

Hiçbir avukat Mehmet Nihat Efendiyi savunmayı kabul etmez. Çünkü hepsinde kasabalıdan tepki görmek düşüncesi vardır. Uzun çabalardan sonra onu savunacak bir avukat bulurlar. Bir hafta sonra kasaba komiseri Kazım Efendi durumu aydınlığa kavuşturur. Suçlunun Kelami Baba’nın oğlunun olduğunu tespit eder. Gerçek araştırılır ve Kelami Baba’nın oğlunun türbedeki değerli eşyeları çalarak daha sonra türbeyi ateşe verdiği anlaşılır. Gerçek anlaşıldıktan sonra Mehmet Nihat Efendi serbest bırakılır. Şahin Efendi kazandığı bu büyük zafer karşısında çok memnun olur. Eyüp Hoca ve yandaşları başarısızlıklarından dolayı az da olsa kasabanın güvenini kaybeder.

Bir mayıs günü kasaba top sesleriyle uyanır. Yunanlılar kasabayı istila etmeye hazırlanmakta olduğu anlaşılır. Zaten böyle bir şey daha önce beklendiği için bazı aileler kasabayı terk etmeye başlamıştır.

Şahin Efendi, Deli Necip ve Rasim burada kalarak sonuna kadar mücadele etmeye karar verirler. İlk önce Rasim, daha sonra mühendis Deli Necip ölür. Bu olay onu çok sarsar. Kendisinin de bu uğurda ölmesi gerektiğini düşünür. Bu sırada Şahin Efendi acele karakola çağırılır. Karakolda kendisine Yunanlılar tarafından gönderilen bir emir tebliğ edilir. Bu emir aynen şöyledir : ”Şahin Efendi sen kasabada sözü geçen bir zatsın. Yunan Devleti’nin Müslümanlar hakkında kötü bir niyeti olmadığına dair ahaliyi inandır.” Şahin Efendi, ilk önce bu durumu yadırgar. Ama biraz düşündükten sonra sonra halk için faydalı olacağı kanısına varır. Böylece işgal ortadan kalkabilirdi. Bu teklifi kabul eder. Kılık değiştirek halkın arasında ve Yunanlılardaki gelişmeleri takip eder. Hakikaten de olaylar düşündüğü gibi gider. Yunan baskısı azalır.

Artık Şahin Efendinin yeşil gecesi ortadan tamamen kalkmış Sarıova kasabası düşmandan arındırılmıştır. Zaten halifelik de kaldırılmıştır. İnkılaplar yapılmaya başlanmıştır. Birgün Şahin Efendi kasabadan ayrılır. Kendine yeni bir hayat kurmak için başka yerlere gider. On yıl kadar başka diyarlarda çalışır. On yıl sonra Sarıova’ya geri döner. Sarıova kasabasını çok değişmiş görür. Kendi eseri gibi saydığı Emir Dede mektebine gider. Başmuallime kendisini takdim eder. Başmuallim onu şöyle tarif eder: ”Sen on yıl evvel Yunanlılara yaltaklık eden başmuallimsin. Senin bu kasabada yerin yok.” der.

Şahin Efendi kasabayı dolaşarak eski tanıdıklarını arar. Bu kişilerden de aynı tepkiyi alır. Artık kasabayı terk etmekten başka bir çaresi yoktur. Üzüleceği yerde sevinmektedir. Çünkü bütün emelleri gerçekleştirilmiştir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :


Şahin Efendi : Geri kalmış bir kasabanın yenileştirilmesi için çok çaba sarfeden bir öğretmendir. Çoğu zamanda azmi sayesinde başarılı olmuştur. Hakkında birçok söylenti çıkmıştır. Ama hepsini birer birer yenmiştir.

Rasim : Şahin Efendinin fikirlerini savunan nadir kişilerdendir. Deli Necip’le birlikte Şahin Efendinin en yakın arkadaşıdır.

Mühendis Deli Necip : Şahin Efendinin en yakın arkadaşıdır. Şahin Efendiyle yenileştirme çabalarına girmiştir. Ama amaçlarını gerçekleştiremeden şehit olmuştur.

Eyüp Hoca : Çok yaşlı olmasından dolayı kasaba halkı ona saygı duymaktadır. Şahin Efendinin yapmak istediği her yeniliğe karşı çıkmıştır. Sonunda Şahin Efendiye mağlup olmuştur.

Mehmet Nihat Efendi : Hayatta hiçbir kimseyle duygusal bağı kalmamış olan bu adamın en önemli özelliği görevinde başarılı olmasıdır. Kasaba mektebinde Fransızca öğretmenliği yapmaktadır. Hakkında asılsız söylentiler çıkmıştır. Bu söylentilerin aslı olmadığı anlaşılınca hapisten çıkmıştır.

Pembe Fili Düşünme (Zeynep Selvili Çarmıklı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Pembe Fili Düşünme

Kitabın Yazarı : Zeynep Selvili Çarmıklı

Kitap Hakkında Bilgi :

Pembe fili düşünmemem gerekiyor. Tamam, o zaman kocaman, gri bir balina düşünürüm. Pembe fili düşünme. Balinalardı değil mi su püskürten? O kadar zaman nefeslerini mi tutuyorlar, ne yapıyorlar? Pembe fili düşünme. Geçenlerde aldığım kitabı da düşünebilirim. Pembe fili düşünme. Çok heyecanlıyım başlamak için. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünmemem lazım. Acaba kaç defa düşündüm? Pembe fili düşünme.

Böyle de düşünmemem lazım galiba. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünme. Mini mini bir kuş donmuştu, pencereme konmuştu. Pembe fili düşünme. Of kaç dakika oldu acaba? Pembe fili düşünme. Dakika tutmayı unuttum galiba. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünme. Acaba telefonum nerede? Kılıfı da pembe! La la la la. Pembe fili düşünme. Pembe fili düşünme.

Kitabın Özeti :

“İlk panik atağımı 28 Kasım 2006’da Miami’de üniversite ikinci sınıftayken geçirdim.”

Pembe Fili Düşünme kitabı bu cümle ile başlıyor. Zeynep Selvili Çarmıklı ilk panik atak geçirdiği andan, psikolog olduğu ana kadar geçirdiği süreci bu kitapla okurlarıyla buluşturuyor. Kitap beş bölümden oluşmaktadır. Kitabın her bir bölümü hem yazardan örnekler hem de konularla ilgili deneylerden oluşuyor. Yazarın kendi deyişi ile “bu bir kişisel gelişim kitabı değil, kişisel kabul kitabı.”
'Zihnimiz doğaçlama hareket eden oyuncuları sevmez. Yazdığımız senaryoyu takip eden hikayeye uygun hareket eden oyuncular ister.'

'Depresyon ile çok sık rastlanan bir diğer kaçırma ve kontrol stres stratejisi ise kişinin depresyonun mutsuzluğunun nedenini bulmak için tekrar tekrar aynı şeyleri düşünmesidir. Bu davranışın psikolojideki adı "ruminasyon"dur. Ruminasyon altında yatan, "Eğer nedenini anlayabilirsem, çözebilirim. Çözebilirsem de bu duygulardan, bu düşüncelerden kurtulabilirim." inancıdır. Ruminasyon, dışarıdan masum görülebilen bir stratejidir; bizlere bir çözüm üretme yolunda olduğumuz yanılgısını verir. Fakat ruminasyon ancak ve ancak daha fazla üzüntüye, strese ve acıya sebep olur. Zira bir şey hakkında düşünmek onu bize daha sık hatırlatır.'

Kitabın arkasındaki metinle ilgili kitabın içindeki açıklama aşağıdaki gibi:

'Zihnimiz herhangi bir şey düşünmeme komutu aldığında bir yandan düşünmememiz söylenen şeyin akla gelmesini, konudan alakasız şeyleri düşünerek engellemeye, diğer yandan düşünmememiz gereken şeyi düşünüp düşünmediğimizi kontrol etmeye çalışıyor. Birinci işlem işe yarasa bile, düşünmememiz gereken şeyi düşünüp düşünmediğimizden emin olma süreci olan ikinci işlem, o şeyin gündemimizde kalmasına neden oluyor... Dış dünyadaki kuralı şu şekilde özetleyebiliriz: Bir şey istemiyorsan onu çözmenin bir yolunu bul bulamıyorsan da ondan kurtul. Fakat dışarıdaki hesap içeriye uymaz. İç dünyamızın kuralı farklıdır: Kaçan kovalanır... Zihnimizin bir tarafı sürekli "Olanlara iyi tarafından baktım. Bakayım şimdi acım ne durumda? Geçmiş mi?" diyerek acıyı yoklar. Yoklanan acı yeniden tetiklenir gündemde kalır. Tıpkı pembe fili fili düşünmemek için bir yandan aklımıza başka şeyler getirmeye çalışmamız gibi...

Deneyiminiz size ne söylüyor? Benimki işe yaramadığını, kendimi daha fazla yormamamı söylüyor... Gelin daha fazla yormayalım artık kendimizi. Biraz dinlenelim. Kazanmak için savaşmayı bırakalım. Pes edip kaybetmeye de oynamayalım. Artık savaş alanından çekilelim.'

Bu paragrafı okuyunca siz de benim gibi, "Ee savaşmayacağız, pes de etmeyeceğiz, o zaman ne yapacağız?" diye sormuş olabilirsiniz. Yazarın önerisi "bilinçli farkındalık". Daha anlaşılır haliyle "anı yaşamak". Bunu da 5 duyumuzun yardımıyla yapmak. Zihin geçmiş yada geleceğe gezintiye çıktığında, onu etrafımızdaki nesnelere bakarak, sesleri dinleyerek, dokunarak, hissederek içinde bulunduğumuz ana çekmek.

Dünyadaki en acımasız ses, bizi sorgulayan, hatalarımızda bize “sen ne yaptın” diyen iç sesimizdir diyor. Bu ses bizi her hatada kendimizi sorgulamaya sürükler ve bir şeyleri yapmaya çalışırken korkuyla yaklaşmamıza sebep olur. O iç sesi, çevrenizde sizi sorgulayanları nasıl susturacaksınız çocukluğunda annesiyle olan anılarıyla örnekliyor. Yazar bize bu kitabın her bölümünde tam anlamıyla “şefkatli bir dost eli” uzatıyor. Çünkü yaşananlar ortak, acılar benzer. Onun çocukken yaşadığı şeyleri okuduğunuzda kendi anılarınız canlanıyor gözünüzde ve üzerinizde bıraktığı etkileri sanki psikolog ile birlikte çözüme kavuşturuyorsunuz. Hayatımızda bizi çıkmaza sokan, takılıp düşmemize neden olan her türlü zorluğun üstesinden gelmemiz için adeta rehberlik ediyor kitap bizlere. Ama bilinenin aksine yönlendirmeden, “onu şöyle yaparsan böyle olur” gibi emir kipleriyle değil, yol gösterici gibi.

'Şu anın nasıl olması gerektiği ile meşgul olmak yerine nasıl olduğu ile ilgilenebilirim. Anı olduğu gibi deneyimlerken, daha farklı olması gerektiğine dair düşüncelerimin, tıpkı otobandan geçen arabalar gibi gelip geçmelerine müsaade edebilirim. Onları oldukları gibi kabul edebilirim.'

'Zihin geçmişe ve geleceğe seyahat edebilir bir düşünceden diğerine geçebilir. Bedense şimdiye çakılıdır. Her zaman şimdiki andadır. Beden zihnimize kıyasla daha yavaştır.'

Carl Rogers'ın kitabından verdiği örnek de çok hoşuma gitti: "Ben güneşin batışını izlerken kendi kendime 'Şu sağ köşedeki turunculuğu azaltalım' demiyorum. Gözlerimin önünde serilişini hayranlıkla izlemekle yetiniyorum."

Hayata da böyle bakmak lazım bence. Değiştiremediğimiz şeyleri olduğu gibi kabul etmek lazım. Ama bunu söylemesi kolay yapması zor.

'Bir hedefi erişmek genellikle ancak geçici bir tatmin sağlıyor: Başarılı olan kişi başarısının hemen ardından sudan çıkmış balık gibi kalakalıyor. Çok geçmeden "Ee şimdi ne olacak" diye düşünmeye başlayarak dertleniyor; "Sırada ne var?" girdabına giriyor.'

Sürekli bir tatminsizlik hali. Yazar bu durumda sonuç odaklı değil süreç odaklı yaşamayı öneriyor. Aslında birşeye sahip olmak hiç bir zaman hayalini kurmak kadar güzel olmuyor. Çünkü hayalini kurduğunuz o mükemmel şey gerçekte o kadar mükemmel olmuyor.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...