5 Mart 2020 Perşembe

Yeşilin Kızı Anne (Lucy Maud Montgomery) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yeşilin Kızı Anne

Kitabın Yazarı : L. M. Montgomery

Kitap Hakkında Bilgi :

Dilimize "Yeşilin Kızı Anne" adı ile çevrilen kitabın İngilizce adı "Anne of Green Gables" dir. Roman 1908 yılında Kanadalı yazar Lucy Maud Montgomery tarafından yazılmıştır. Yazar bu romanı genç bir kız iken yazmıştır. Roman sayesinde Lucy Maud Montgomery ülkenin en tanınmış romancısı haline gelirken, roman kahramanı olan Anne‘de çok tanınmış bir kurgusal roman kahramanı olmuştur.

Roman her yaşta okunabilecek şekilde yazıldığı halde klasik çocuk edebiyatı romanlarından biri olarak kabul edilmiştir. Eser yayımlandıktan sonra 50 milyon adet satmış ve 20 dile tercüme edilmiştir. Romanın pek çok ülkede TV dizileri çekilmiş, ülkemizde de 90 yıllarda pekçok TV kanalımızda gösterime girmiştir. Romanın çizgi film uyarlamaları ve animasyonları da yapılmıştır.

Roman yazarı tarafından bir seri haline getirilmiştir. Anne’nin küçüklüğünden başlayarak genç kız oluşuna kadar devam eden hatta evlenip çocuklarını yetiştirmesine kadar tüm hayatını anlatan 8 ayrı kitap olana kadar bu seri devam etmiştir.

Kitabın Özeti :

Anne Shirley, kimsesiz bir kızdır. Kanada'da Prens Edward Adası'nda yaşayan bir çiftçi ailesi Anne'yi evlat edinir. Bu aile, yaşlı bir bayan ve bir erkek kardeş olan Matthew Cuthbert ile kardeşi Marilla‘dır. Bu aile Prens Edward Adasında bulunan Green Gables adlı çiftliklerinde yaşayan huzurlu bir ailedir. Çiftlikleri ise küçük bir köy olan Avonlea'nın hemen dışındadır.

Matthew yaklaşık altmış yaşında, uzun kahverengi sakallıdır, kız kardeşi ise ondan beş yaş küçüktür. Her ikisi de uzun boylu ve zayıf insanlardır. Avonlea'daki herkes Cuthbert'leri huzurlu bir aile olarak bilmektedir.

Matthew ve Marilla aslında, tarlada kendilerine yardım edecek bir erkek çocuğu evlat edinmek isterler. Karşılarına Anne çıkınca onu geri göndermek istemişler ama Anne'in gözyaşlarına dayanamayan aile onu geri gönderememiş ve ona sahip çıkmaya başlamıştır.

Anne; kızıl saçlı, çilli, mavi gözlü ve konuşkan şirin bir küçük kızdır. Hayal gücü çok gelişmiş, zeki bir kız olarak dikkati çekmektedir. Anne’in en büyük özelliği hayallere daldığı anda her şeyi unutabilmesidir.

Anne komşu çiftliğin kızı Diana ile arkadaş olur. Okula da gitmeye başlar. Hayal gücü ile herkesin dikkatini çekmekte, zekâsı ve şirinliği ile herkese kendini sevdirmektedir. Bir gün okulda kırmızı saçıyla alay eden Gilbert'in kafasında taştahtasını kırmıştır. Belki de bu olay yüzünden olsa gerek Anne kızıl saçlarından nefret etmekte pembe rengi çok sevdiği halde saçlarına uymadığı için giyememektedir. Saçının rengini değiştirmek için, yoldan geçen bir satıcıdan siyah bir saç boyası satın almış ama ne yazık ki saçları yemyeşil olmuştur.

Anne, büyüyüp bir genç kız olunca güzelleşmiş okulda başarı üstüne başarı kazanmaya başlamıştır. Çocukken kavgalı olduğu Gilbert ile de barışmıştır.

Yeni ailesi ile oldukça mutlu ve huzurlu bir hayata başlayan Anne’i birçok sorun beklemektedir. Mattew ölür. Anne, o kadar üzülür ki kaskatı kesilmiş ve Mattew Amca'nın ardından gözyaşı bile dökememiştir. Daha sonrası bir günde bütün gözyaşları yağmur gibi boşalmıştır.

Ayrıca Matilda Teyze'nin de gözleri giderek zayıflamakta ve kör olmaya başlamaktadır. Anne, onu yalnız bırakamayacak ve bu duruma çok üzülecektir.

Kimsesiz Çocuk (Hector Malot) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kimsesiz Çocuk

Kitabın Yazarı : Hector Malot

Kitap Hakkında Bilgi :

Sekiz yaşındaki Rémi, yoksul ama mutlu bir çocuktur. Ancak hayatı, babasının şehirdeki işinde kaza geçirip köye dönmesinin ardından darmadağın olacaktır.

Rémi önce annesi olarak bildiği kadının gerçek annesi, babası olarak bildiği adamın da gerçek babası olmadığını öğrenir, sonra da üvey babası tarafından maymunu ve köpekleriyle gösteriler yapan bir sokak sanatçısına kiralanır. Bir anda hayatı ciddi anlamda değişen ve kendini büyük zorluklarla karşı karşıya bulan Rémi, "Yaşam çoğu zaman bir savaştan ibarettir. Ancak kararlı olanlar, mücadeleci olanlar kazanır," prensibini aklından hiç çıkarmaz ve gerçek ailesini bulabilmek için çabalamaya karar verir.

Ünlü Fransız yazar Hector Malot'nun (1830-1907) en bilinen romanı olan Kimsesiz Çocuk, yayınlandığı 1878 yılından bugüne kadar birçok dile tercüme edilmiş, beyaz perdeye ve televizyona uyarlanmıştır.

Kitabın Özeti :

“Ben sokakta bulunmuş bir çocuğum. Sekiz yaşıma kadar, benim de öteki çocuklar gibi bir annem olduğunu sanıyordum. Çünkü, ağladığım zaman beni bağrına basan ve gözyaşlarım dininceye kadar beni sallayan; gece uykum gelip de yatınca, beni öperek iyi uykular dileyen bir annem vardı.

Kış gelip de kar pencereleri örtünce, ayaklarımı ellerinin arasında sıkıp ısıtmaya çalışan, şarkılar söyleyen, masallar anlatan bir annem vardı. İneğimizi otlatmaya götürdüğüm zaman yağmura yakalanacak olsam beni karşılamaya çıkar, yün eteğini kaldırıp kafamı ve omuzlarımı örterdi. Arkadaşlarımla kavga ettiğim zaman, beni onlara karşı koruyan, kabahat bendeyse azarlayan, değilse teselli eden sözlerinde, bana bakışında, okşamalarında bir annenin şefkatini bulur ve onun annem olduğunu sanırdım. “(Kitabın Girişinden)”

Remi’nin babası ölmüş ve Remi’nin babasından kalan mirasa el koymak isteyen amcası küçük Remi’yi sokağa atmıştır. Remi, yoksul bir taş işçisi olan Jore tarafından eve götürülür. Jore, Remi’nin ailesinin ilerde kendisine de yardım edeceğini düşünerek Remi’ye sahip çıkmaktadır.

O sırada Jore’nin karısı doğum yaparken bebeğini kaybeder. Bunun üzerine kadın Remi’ye kendi çocuğuymuş gibi bakmaya başlar. Jore geçirdiği bir kaza sonucunda bacağından sakatlanır. Tazminat davası açmak için karısından para ister. Jore, davayı kazanarak rahat bir hayat geçirmeyi umut etmektedir. Bu umut ve sakatlığı yüzünden Jore hiç çalışmamakta ve hazırdan yemektedirler.

Barberen Ana ona sürekli para yolladığından hiçbir şeyleri kalmayınca Jore, Barberen Ana’ya ineği satmasını söyler. Kadın, Jore’nin bu isteğini de yerine getirerek her şeyleri olan ineği de satarak parayı yollar. Aradan günler geçtikten sonra Jore bir bayram çıkar gelir.

Çocuğun kim olduğunu sorunca, senin getirdiğin çocuk der. Jore: “Neden çocuk yuvasına vermedin" diye kadına çıkışır.

Jore’nin bu sözleri Remi’yi çok üzmüştür. Jore, para kazanmak düşüncesiyle Remi’yi çocuk yuvasına götürmeye karar verir. Kasabada bir kahvede otururken Vitalist adında yaşlı bir adam Jore’ye bu çocuk kim diye sorar. Jore, Witolis’e bu çocuğu para kazanmak için çocuk yuvasına vermeyi düşündüğünü söyler. Vitalist yuvaya verirsen eline hiç bir şey geçmez ama bana verirsen sana biraz para vereceğim der...

İnatçı Keraban - Jules Verne'nin Osmanlı Türk Topraklarında Geçen Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : İnatçı Keraban

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

Jules Verne bu kez Osmanlı topraklarında...

Bir Ramazan günü bir Hollandalı, uşağıyla birlikte İstanbul'a gelir. Burada, dostu tütün tüccarı Keraban Ağa ile buluşur, onun Üsküdar'daki konağına yemeğe gideceklerdir. Tam da o gün, Boğaz'dan karşıya geçiş için yeni bir vergi konur ama Keraban Ağa'nın bu vergiyi ödemeye hiç niyeti yoktur. On paralık vergiyi ödememekte kararlı olan Keraban Ağa'nın bu inadı, kendisine yüzlerce altına mal olacak zorlu ve ilginç bir Karadeniz yolculuğunu başlatır...

Jules Verne, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu, Türkler ve Karadeniz'le ilgili düşüncelerini serpiştirdiği bu romanında "Osmanlıların en inatçısını" anlatıyor...

Kitabın Özeti :

1880 yılının 16 Ağustos’u İstanbul'luların oruç tuttuğu Ramazan ayı içindeki bir gündür. Hollanda vatandaşı bir tütün tüccarı olan Van Mitten ile uşağı Bruno, bu günde İstanbul’a gelir. Van Mitten ile uşağı Bruno İstanbul sokaklarının niçin bu kadar tenha olduğunu merak etmektedir. Halbuki herkes oruç tuttuğu için İstanbul sokaklarında çok nadir insanlar vardır.

Van Mitten ile Bruno, İstanbul'da dolaştıktan sonra bir şeyler yiyebilmek için İstanbul’un Tophane Meydanı’nda gezinmektedir. Hollandalı tüccar Osmanlı Türkçesini çok rahat konuşabilmektedir. Tüccar Jan Van Mitten ile uşağı Tophane Meydanı’nda gezinirken tesadüfen eski dostu İstanbullu tüccar Keraban Ağa ile karşılaşır. İstanbul’da Hollandalı bir dostu ile karşılaşmaktan çok memnun kalan Keraban Ağa, çok uzaklardan gelen bu misafirlerini iftar için evine davet eder.

Hep beraber Kereban Ağa'nın Üsküdar'daki konağında akşam yemeği yemek için yola çıkarlar. Keraban Ağa’nın evi Üsküdar’da bir tepenin ortasında, serviler altında, Boğaz’a ve İstanbul’a nazır çok güzel manzaralı bir evdir.

Keraban Ağa ve dostları Üsküdar’a geçmek için tam kayığa binecekleri sırada borazanlar ötmeye, trampetler çalınmaya başlar ve üniformalı bir adam elinde tuttuğu kâğıttan şu bildiriyi okur. “Zaptiye Reisi Müşir’in emriyle, bugünden itibaren, İstanbul’dan Üsküdar’a ya da Üsküdar’dan İstanbul’a gitmek için Boğaz’ı geçmek isteyen her şahıs ve her türlü yelkenli ve buharlı teknelerle kayıklar için on paralık bir vergi tesis olunmuştur. Vergiyi ödemeyi reddedenler, hapis ya da para cezasına çarptırılacaktır.”

Lakin Keraban Ağa bu işe çok sinirlenmiş, 10 paralık bu vergiyi ödememek için o müthiş inadı şimdi ortaya çıkmıştır. Olaya çok sinirlenen Keraban Ağa zaptiyelere bağırarak “Bu vergiyi vermemek için, Türkiye’den çıkıp Kırım'ı geçeceğim, Kafkasya'yı aşacak, Anadolu’ya ayak basacak ve Üsküdar’a ulaşacağım” der.

Bunun üzerine Keraban Ağa, Van Mitten ile uşağı Bruno'yu da yanına alarak Üsküdar’a varmak için Kırım ve Kafkasya üzerinden dolaşarak gitmeye karar verir. Atlı araba ile bir ay sürecek bir Karadeniz yolculuğu başlar. On para vergiyi vermeyi kabul etmeyen Keraban Ağa, Üsküdar’a geçmek için yüzlerce altın harcamaya ve aylar sürecek olan bir yolculuğa başlar.

Keraban Ağa, demiryolu gibi yeni ulaşım yollarına da karşıdır. Deniz tuttuğu içinde gemilere binmeyi reddetmektedir. Ağa’nın yeğeni Ahmet de banker Selim'in kızı Amasya ile evlenmek için Keraban Ağa’yı Odesa’da beklemekte, Saffar Ağa da bu güzel kızı kaçırmak için planlar yapmakta ve bir çete kurmaktadır.

Keraban Ağa, tehlikeler, kazalar, maceralarla dolu bir yolculuktan sonra misafirlerini de İstanbul, Trakya, Balkan kıyıları ile Anadolu ile Gürcistan, Rusya, Ukrayna’nın Karadeniz sahillerini gezdirip Üsküdar’daki evine getirmeyi başarmıştır.

Üsküdar'daki evine ulaşınca bir sorun daha ortaya çıkar. Ahmet ve Amasya'nın evleneceği nikâh dairesi Avrupa yakasındadır. Üstelik on paralık vergi hala yürürlüktedir. Kerban Ağa bu defa bütün Karadeniz kıyılarını dolaşmayı göze alamaz. Bu sorun şöyle çözülür. Kıyıdan Kız Kulesi'ne bir halat bağlanır, oradan da karşı kıyıya bir halat atılır. Dönemin ünlü bir cambazı bir el arabasıyla Keraban'ı karşıya geçirmiş, tüm sorunlar çözülmüş, Ahmet ve Amasya’nın da nikâhları kıyılmıştır.

Karpatlar Şatosu (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Karpatlar Şatosu

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

Transilvanya'daki Werst Köyü'nde, terk edilmiş bir şatoda endişe verici olaylar yaşandığına dair söylentiler dolaşmaktadır. Kont Franz de Telek opera sanatçısı nişanlısı La Stilla'nın ölümünü unutabilmek için yolculuk etmektedir. Kont, Werst'e gelir. Şato'nun, La Stilla ölürken kendisini lanetleyen Rodolphe de Gortz'a ait olduğunu öğrenir. Telek uzun uğraşlar sonunda bu korkunç şatonun esrarını keşfeder. Ancak bu keşfin bedeli ağır olacaktır.

Jules Verne'in en sevilen romanlarından Karpatlar Şatosu, vampirlerin diyarı Karpatlar'da geçen bir serüveni anlatıyor. Batıl inançlar ile teknolojinin, iyi ile kötünün, yaşam ile ölümün karşı karşıya geldiği bu serüvende hazin bir aşk öyküsü de var. Kimilerine göre daha ondokuzuncu yüzyılda televizyonu haber veren, kimilerine göre Orpheus mitosunun bir yorumu olan Karpatlar Şatosu, Jules Verne'in şaşırtıcı düşgücüyle, fantastik öykücü kimliğini birleştirdiği bir roman.

Özgün adı ”Le Chateau des Carpathes“, İngilizcesi "The Carpathian Castle" olan ve Türkçeye "Karpatlar Şatosu" olarak tercüme edilen romanın ilk baskısı 1892 yılında yapılmıştır.

Kitabın Özeti :

Transilvanya'nın, Karpatlar'daki Hunedoara ilçesi Werst köyü yakınlarında uzun yıllardır terk edilmiş bir şato bulunmaktadır. Werst köylüleri bu şato hakkında pek çok söylenti yaymaktadır. Şato hakkında pek çok batıl inançlar bulunmaktadır. Köylüler bu şatonun Chort adını verdikleri bir şeytan tarafından işgal edildiğine inanmaktadırlar.

Bölgeye gelen bir ziyaretçi olan Kont Franz de Telek, köylülerin anlattığı bu öyküleri dinlemiş ve anlatılanların gerçek olup olmadığını çok merak etmiştir. Kont Franz de Telek bu söylentilerin aslını araştırmak üzere, şatonun sahibi Baron Rodolphe de Gortz'un yanına gider.

Kaleyi araştırması için oduncu Nic ve Doktor Patak görevlendirilir. Bölgeyi gezen herkes yıllar önce çok meşhur İtalyan güzeli Stilla'nın sevgisini kazanmak için bir yarışa ve rekabete girmişlerdir.

Kont Franz de Telek, ise İtalyan asıllı Stilla’nın yıllar önce ölmesi gerektiğini düşünmektedir. Fakat kendisi de Stilla'nın suretini görmüş hem de sesini duymuştur.

İşler bununla kalmamış, ortaya çıkan sonuçlar git gide Kont Franz de Telek’in ailesini ve yaşadığı bir trajedi ile bağlantılarını ortaya koymaya başlar.

En sonunda duyulan seslerin ve görüntülerin kaliteli bir fonograf kaydına eşlik eden hareketsiz bir görüntü olduğu ortaya çıkar.

Esrarlı Ada (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Esrarlı Ada

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

Yolcuların bu kara parçasına inmekten başka şansları yoktu; burasının bir ada mı, yoksa anakara mı olduğunu bilmiyorlardı ama ne olursa olsun buraya inmenin bir yolunu bulmaları gerekiyordu. Ama neredeyse suya batmak üzereydiler. Bir mucize gibi balon birden son bir hamle yaptı, biraz yükseldi ve en sonunda kumlu sahile ulaştı. Yolcular birbirlerine yardım ederek karaya çıkabildi.


Esrarengiz Ada adlı roman Jules Verne’nin 1874 yılında yazmış olduğu bilimkurgu türündeki romanlarından biridir. Bu roman diğer romanlarının aksine konu bakımından çok da özgün değildir. Robinson Crouse’nin, Define Adası adlı eserinden kalın izler taşıyan bu romanda karşımıza Kaptan Nemo ve Nautilus da çıkmaktadır. Bu roman Amerikan iç savaşının sonlarında Kuzeyli General Ulysses Grant, güneydeki Richmond kentini kuşattığı günleri zaman olarak ele almıştır.

Kitabın Özeti :

8 Mart 1865, Pasifik Okyanusu’nda çıkan bir hortumun içinde top gibi garip bir balon gözükmektedir. Bu balonun içinde beş kişi vardır. Fırtınaya kapılan balondakiler denize düşmemek için ceplerindeki altın paralara varıncaya dek her şeyi denize atarak kurtulmaya çalışırlar. Yolcular en sonunda balonun sepetini de atmışlar balon bir yelken gibi rüzgârın da etkisiyle yükselmeye başlamıştır. Bir süre sonra kara görünür ancak balon tekrar irtifa kaybetmeye başlar. Balon denize yaklaşınca büyük bir dalga balona vurur ve balon yeniden havalanır ancak balonda artık dört kişi kalmıştır. Sürüklenen balon en sonunda yolcuları bir adaya çıkarmış ama balondaki beş kişiden biri olan Mühendis Smith ve onun köpeği Top ortadan kaybolmuştur.

1865 yılının şubat ayında Amerika’daki iç savaş devam etmektedir. Kuzeyli General Grant, Richmont kentini kuşatmıştır. Kuşatma altında kalan Richmond Valisi, Güneyli komutan General Lee'den yardım istemek için askeri bir balon hazırlatmış, Kuzeyli birkaç tutsak bu balona binerek kaçmak istemişlerdir. Balondaki yolcular da işte bu tutsaklardır. Bu iç savaştan kaçan insanlar yardım getirmek için bu balona binmişler, ancak balon hortuma kapılınca sürüklenerek bu ıssız adaya düşmüşlerdir.

Kucağında köpeği ile bir mühendis, onun özgür bıraktığı uşağı, deneyimli bir gazeteci, usta bir denizci ve gemicinin arkadaşı bir genç; 18 Mart 1865 gecesi esir oldukları kamptan gizlice havalanır. Yolculardan Yüzbaşı Cyrus Smith, mühendis ve bilim adamıdır. Yolculardan diğeri New York Herald gazetesinde muhabirlik yapan Gideon Spilet’tir. Cyrus Smith yanındaki zenci uşağının özgürlüğünü bağışlamış, ancak zenci uşak Nebukadnazar ise özgür kaldığı halde efendisinin yanından ayrılmamış eski bir köledir. Diğer bir yolcu ise denizci Pencroff’tur.

Yolcular nereye indiklerini düşünürlerken Pencroff indikleri bu yerin bir ada olduğunu anlamıştır. Yolcular inerken kaybettikleri mühendisi aramak için geç bir vakit olduğunu düşündüklerinden mühendisi ertesi sabah aramaya karar veririler. Ertesi gün Nebukadnazar efendisini bulmak için adayı armaya başlarken, Pencroff, Spilet ve Herbert de onunla gelir. Ancak tüm aramalarına rağmen mühendisi ve köpeğini bulamamışlardır.

Arama bittikten sonra Pencroff granit kayalardan oluşan mağara bulmuş ve burasını barınak olarak kullanmalarını önermiştir. Yolcular bu mağrayı barınak olarak kullanmaya ve orada kalmaya karar verirler. Ertesi sabah bir havlama sesi ile uyanırlar. Bu sesler mühendisin köpeği olan Top’un sesidir. Hemen sesin geldiği yöne doğru giderler ve orada Top ile birlikte mühendis Cyrus Smith’i bulurlar. Mühendis ve köpeği oldukça bitkin bir durumdadır.

Ertesi gün hep beraber adayı incelerler. Cyrus Smith uzun bir süre bu adada kalacaklarını onlara anlatmıştır. Kaçaklar bu adaya Lincoln adını verirler.
Adada yaşayabilmek için bıçak, fırın, körük, demir ve çelik baltalar yapmaya başlamışlardır.

Bir gece adada bir kurşun bulurlar ve bu adaya insanların uğradığını anlarlar. Bir gün deniz kenarında batan bir geminin enkazı olan bir sandık ve sandığın içinden çıkan silahlar, giyecekler, kitaplar, kâğıtlar, kimyasal maddeler hatta bir fotoğraf makinesi bulurlar.

Kaçaklar yiyecek bulmak için adayı dolaşmaya çıkıp barınaklarına döndüklerinde barınaklarında birilerinin olduğunu anlarlar. Ama bunlar maymunlardır. Maymunlardan bir tanesi kaçmayı başaramamıştır. Yolcular bu maymunu eğitmeye karar verirler.

Mühendis Smith bulundukların yerin enlemini ve boylamını ölçerek bulundukları yerin 153 derece doğu ve 37 derece güney paralelde olduğunu ancak atlasta bu ölçülerde bir yerin olmadığını bu ölçülere en yakın yerin atlaslarda yer alan Tabor Adası olduğunu anlamışlardır.

Yolcular büyük bir sandal yapmaya koyulurlar. Onları bu adadan kurtaracak tek yol zaten bir gemi yapmaktır. Uzun çabalardan sonra yaptıkları gemiye “Uğurlar Olsun” adını koymuşlardır. Bir gün denizde buldukları bir şişenin içinde “kazaya uğradım… Tabor Adası… 153 derece boylam… 37 derece güney enlemi” diye yazan bir not bulmuşlardır. Yolcular adada olduğunu düşündükleri bu kazazedeyi aramaya başlarlar.

Ertesi gün Pencroff, Herbert ve Spilet bütün adayı arayarak aradıkları o kazazedeyi bulurlar ve kazazedeyi kendi yerlerine getirirler. Adamın adın Ayrton’dur. Aryton’un hikâyesi şöyledir. İskoçyalı Lord Glenervan “Duncan” adlı buharlı gemiyle Avustralya önlerine gelmiştir. Gemide Fransız coğrafya bilgini, lordun karısı, İngiliz ordusundan bir yüzbaşı ve Kaptan Grant’ın çocukları olan bir genç kız ve çocuk vardır. Bu gemi Kaptan Grant’ı aramak için Avustralya’ya gelmiştir. Lord ve arkadaşları bir çiftliğe geldiklerinde Aryton o çiftlikte çalışır gibi yapan ama diğer haydut arkadaşları ile çiftliği yağmalamak için orada olan biridir. Aryton, Lord’a Kaptan Grant’ın tayfalarından biri olduğunu söyler. Gemiye alınır ama Aryton kısa bir süre sonra Lord’un gemisinde bir ayaklanma çıkarıp Duncan’ı ele geçirmek ister. Duncan’ın kaptanına lordun ağzından bir mektup yazdırır. Daha sonra gerçek kimliği anlaşılınca Melbourne’ye gelip mektubu Kaptan Austin’e verir. Ancak sonunda yakalanır ve Lord’a Kaptan Grant hakkında bütün bildiklerini anlatmak zorunda kalır. Bunun karşılığında da bu adaya bırakılmasını istemiş Lord’da sözünde durarak onu Tabor Adası’na bırakmıştır. Şans eseri Kaptan Grant ve iki denizciyle de bu adada karşılaşmıştır.
Günlerden bir gün bir korsan gemisi adaya çıkmak ister. Gemi adaya yaklaştığı sırada bir patlama olur ve korsanlarla gemileri batar. Geminin bir mayın sonucu battığını fark eden yüzbaşı adada kendilerine gizlice yardım eden birinin bulunduğunu söyler. Bu esrarengiz kişi ya da kişiler yaralanan Herbert’i de tedavi ederek hayatını kurtarmışlardır.

Bir sabah dağın zirvesinden beyaz dumanlar yükselir. Tam da bu sırada evcilleştirip Jub adını verdikleri maymun boynunda bir mesajla çıkagelir. Mesajda hemen çiftliğe gelin yazmaktadır. Çiftliğe geldiklerinde kimseyi bulamazlar ama onlara bırakılmış bir mesaj vardır. Yolcular bu mesajda yazanları izleyerek bir mağaraya kadar gelirler. Yolcular hep birlikte dev bir mağaraya girip mağaranın içindeki bir kayığa binip gitmeye başlamışlardır. Mühendis Smith onları anlamadıkları bir şekilde bir gemiye doğru yaklaştırmaktadır. Mağaranın bitiminde yolcular önlerine çıkan bu gemiye binerler.

Geminin içine giren Mühendis Smith:
-Kaptan Nemo! Bizi çağırmıştınız işte geldik.
-Demek adımı biliyorsun
-Sadece bu kadar da değil. Geminizin adı da Natilus.

Kaptan Nemo sinsi bir hastalığın pençesi altındadır. Kaptan Nemo öyküsünü anlatır ve sonra “Eee!..şimdi söyleyin bakalım benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?” der ve ölür.

Dışarı çıktıktan sonra Smith yanardağın faaliyete geçeceğini söyler. Ertesi gün yanardağda büyük bir patlama olur. Tam patlama sırasında Ayrton Duncan gemisini görür. Duncan gemisi Kaptan Grant’ın oğlu Robert’ın yönetimindedir. Kaptan Robert, Kaptan Nemo’nun Tabor Adası’na bir mesaj bıraktığını Robert da bu mesaja görerek bu adaya geldiğini anlatır. Kaptan Robert bütün yolcuları alıp Amerika’ya getirir.

Amerika’ya gelen yolcular burada da birbirlerinden ayrılmazlar. Geniş bir çiftlik alarak burada çalışmaya başlarlar. Spilet de “Yeni Lincoln Postası”adıyla yeni bir gazete çıkarmaya başlamıştır.

Altın Volkanı (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Altın Volkanı

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitap Hakkında Bilgi :

Yolculuk serüvenlerinin en usta yazarlarından Jules Verne, Altın Volkanı'nda, biri maceracı ve hırslı, diğeri rahatına düşkün iki kuzenin başından geçen heyecan dolu olayları anlatıyor.

İki kuzen amcalarından miras kalan altın madenini görmeye Klondike'a gider. Burada altın çıkarmaya çalışırlarken, bir deprem sonucunda arazilerinin sular altında kalmasıyla planları altüst olur. Kışı geçirmek zorunda kaldıkları Dawson-City'de, ölmek üzere olan bir Fransız onlara kuzeydeki bir altın volkanının yerini açıklar. Oraya giderler ancak volkan faaliyete geçmek üzere olduğundan kratere inmek mümkün değildir. Kuzenler volkanı patlatıp, etrafa püskürecek altınları toplamak üzere planlar yaparken beklenmedik olaylarla karşılaşırlar...

Verne romanlarının karakteristik özellikleri bu kitapta kendisini baştan sona hissettiriyor: Bir amaç uğruna her şeyin göze alınması ve amansız bir mücadele...

Kitabın Özeti :

Biri maceracı ve hırslı, diğeri rahatına düşkün iki kuzen olan Summy Skim ve Ben Raddle amcalarından miras kalan altın madenini görmek için Alaska, Klondike'ye gitmeye karar verirler.

Temkinli, ağır başlı ve rahatına düşkün bir genç olan Summy, bir an evvel altın madenini satıp gereksiz işlerden ve yüklerden kurtulmayı planlamaktadır. Açıkgöz, kurnaz, mücadeleci ve maceraperest bir yapıda olan Ben Raddle ise önce Klondike’ye gidip madenin gerçek değerini öğrenmek ve olabilecek en yüksek değerde gelir elde etmek amacındadır.

Ben Raddle’yi tek başına göndermeye gönlü elvermeyen hatta biraz da çıkarı için riskli bulan Summy, Ben Raddle ile birlikte gitmek zorunda kalmıştır. Yolculuk Alaska’nın soğuk yüzü ile iyice zor hale gelmiş ama iki kuzen uzun bir yolculuktan sonra denilen yere gelmiştir.

İki kuzen miras kalan madeni ölçüp biçmek ve olan altınları çıkarmak için çalışmalara başlar. Summy bu işten hiç de hoşnut değildir. Zaten bu madenden altın çıkarmaya çalışırlarken bir deprem olmuş maden ve maden arazisi sular altında kalmıştır.

İki kuzen Dawson-City'de, kışı geçirmek zorunda kalmışlar ve çok soğuk geçen bu kış günlerinde ölmek üzere iken bir Fransız onları bulmuştur.

Üstellik bu Fransız onlara başka bir müjde verir. Kuzeyde bir altın volkanı vardır. Kuzenler oraya da giderler ancak volkan faaliyete geçmek üzere olduğundan kratere inmek mümkün değildir.

Kuzenler volkanı patlatıp, etrafa püskürecek altınları toplamak üzere planlar yapmaya başlar ama başlarına daha da ilginç şeyler gelecektir.

Kumarbaz (Fyodor Mihayloviç Dostoyevski) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kumarbaz

Kitabın Yazarı : Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Kitap Hakkında Bilgi :

Kumarbaz, Rus ve Dünya Edebiyatının en mühim romancılarından birisi olan Fyodor Dostoyevsky‘nin (d. 1821, Moskova - ö. 9 Şubat 1881, Sankt-Peterburg), özgün adı Igrok olan ve 1867 yılında ilk basımı gerçekleşen Dünya klasikleri arasına girmiş, realist anlayışla yazılmış bir romanıdır.

Çocukluk yılları sarhoş bir baba ve hasta bir anne etrafında geçen Dostoyevski, Petersburg Mühendis Okulu'nu bitirdikten sonra kısa bir süre askerlik yapmış, ancak askerlikten nefret eden Dostoyevski bu görevinden ayrılıp yazarlığa başlamıştı. 1849 tarihinde devlet aleyhine komplo düzenlemek ile suçlanan yazar ölüm cezasına çarptırılmış ama idamı Sibirya'daki Omsk Kalesi'ne sürgüne çevrilerek bu kalede sekiz ay hapishanede dört yılı tamamlayacak şekilde sürgün edilmiş ve hapis yatmıştı. Suç ve Ceza adlı romanını da Sibirya ve Omsk (Omak) kalesinde ayakları zincire bağlı dört yıl süren bu yaşantısının izlerini aktaracak şekilde yazmıştı.

Dostoyevski ilk gençlik yıllarından beri kumara tutkun bir adamdı. Bu tutkusu sürgün ve ceza günlerinin bitiminden sonra yeniden başlamak zorunda kaldığı askerlik hizmetinden terhis edildikten sonra da devam etmişti. Nitekim 1859'da ordudan terhis edilerek Moskova dışında küçük bir yerde kalmaya zorlanmıştı.

Suç ve Ceza romanının sağladığı şöhret ve imkanlar sayesinde Avrupa turuna çıkmış, bu tur sonrasında kumar yüzünden de oldukça borca girmişti. Yayıncılardan aldığı avansları da kumarda kaybeden yazar Kumarbaz (Rusça: Игрок, Igrok) romanını yayıncıların zorlaması ve onlarla yapmış olduğu sözleşme gereği sipariş üzerine yazmak ve bu romanını 25 gün içinde bitirmek zorundaydı. Çünkü yayıncı ille yaptığı sözleşme gereği “Kumarbaz romanının 25 gün içerisinde bitirmemesi halinde ileride yazacağı diğer romanlarından da herhangi bir hak talep edemeyecekti.” Bu nedenle Kumarbaz adlı romanı 25 günde bitmişti ve bu roman Dostoyevski’nin en çabuk yazdığı roman olarak tarihe geçmiş oldu. Dostoyevski bu romanı hem çabuk hem de iyi bir şekilde yazabilmek için stenograflık yapan Anna Grigoryevna adlı bir kadını sekreter olarak tutmuştu. Bu sayede romanı zamanında bitirmiş, bu roman bittikten sonra da kendisinden oldukça genç olan bu hanım ile de evlenmişti.

Sekreteri, Anna Grigoriyevna Snitkina yazarın ikinci karısıydı.

Kumarbaz adlı roman yazarın ilk gençlik yıllarındaki anılarını anlatan otobiyografik bir roman olmuştu. Dostoyevski bu romanında gençlik yıllarındaki yaşadıklarını, anılarını, aşklarını ve kumar tutkusunu yalın, gerçekçidir, zaten çoğu kendi yaşadığı olaylardır böylece kitap doğal bir şekilde kaleme almış olur.

Kitabın Özeti :

Fransa’da bir Rus Generali ve ailesinin yanında öğretmen olarak çalışan 25 yaşındaki Aleskey İvanoviç, kumar tutkusunu yenmeye çalışan bir gençtir. Bu süre zarfında kaldığı yere birkaç tanıdık sima gelmiştir. Bunlardan birisi İvanoviç’in hiç hoşlanmadığı Fransız, diğeri ise İvanoviç ile sıkı bir dostluğu olan Mister Astley’dir. Zamanla Fransız’ın otelde bulunuş nedenini anlamaya başlamıştır. General’in, Fransız'a yüklü bir miktar borcu vardır. General bu borcu da uzun süredir hasta olan Rusya’daki zengin halasından kalacak mirasla ödemeyi düşünüyordur. General, bu adamalara yüklü bir şekilde borçlu olduğundan onlara iyi davranmak zorundadır. General ise Antonida Vasilyevna TARASYEVİÇEVA adındaki zengin halasının ölmesini beklemektedir. Eğer Generalin halası Büyükanne ölürse beş parasız olan General, biraz rahatlayacaktır. Büyükanne ise Rusya’da ölüm döşeğindedir.
Kumarbaz bir adam olan General, Çar ordusundan emekli olduktan sonra yediyüz rubleyi rulette kaybetmiş, çok zor durumda kalmıştır.

İvanoviç, General’in üvey kızı Polina’ya sırılsıklam âşıktır. Fakat Polina ona karşı kaprisler yapmakta tutarsız davranmaktadır. Kimi zaman samimi, kimi zaman da küçümser hallere giren Polina, İvanoviç’i oldukça üzmektedir. Üstelik Fransız ile Polina arasındaki yakınlaşma İvanoviç’in gözünden kaçmamış, onu daha da hırpalamıştır.

İvanoviç zaman zaman Polina ile yürüyüşe çıkıp dertleşebilmektedir. Polina’nın yine bir gün kaprisleri tutmuş İvanoviç’ten kendisine bağlılığın ispat etmesi için ve şehrin hatırlı insanları olan Baron ve Barones’e Almanca bir şeyler söylemesini emretmiştir. İvanoviç bu isteği yerine getirmiş fakat onun sözlerini yanlış anlayan Baron’un şikayeti üzerine General de İvanoviç’i evdeki işinden atmıştır.

General, zengin bir Fransız soylusu zannettiği Mlle. Blanche ile evlenmek istemektedir. Fakat Mlle. Blanche, zengin bir Fransız soylusu olmadığı gibi Generalle büyükanneden gelecek miras için yakınlaşan bir kadındır.
Fakat bu esnada General ve ailesinin ölecek diye beklediği Rusya’daki hala çıkıp eve gelmiştir. Büyükanne iyileşmiş ve doktorun tavsiyesi üzerine Ruletenburg’e, yani Generalin yanına gelmeye karar vermiştir.

Bu olay üzerine İvanoviç tekrar işe alınır çünkü Büyükanne onu çok sevmektedir. Büyükanne, Generale yaptıklarından dolayı çok kızgındır. Büyükanne oradaki kumarhanelere de gitmeye başlamış genç İvancovic’i de yanına almıştır. Büyükanne zamanla kumarda kaybetmeye başlar. Öyle ki en sonunda o da beş parasız kalmış, tüm servetini kaybetmiş Rusya’ya dönmeye karar vermiştir. Büyükanne Rusya’ya giderken yanında Polina’yı da götürmek ister ama Polina kabul etmez.

Bunun üzerine Generalin mirası alamayacağını anlayan Mlle. Blanche’de hem General’den hem de Ruletenburg’tan ayrılır. Bir gün Polina, İvanoviç’in odasına gelerek yüklü bir miktar paraya ihtiyacı olduğunu söyler. Bunun üzerine İvanoviç, elindeki bütün parayla rulet oynar ve iki yüz bin ruble kazanır. Fakat otele döndüğünde Polina’yı perişan bir halde bulmuştur.

O günden sonra Polina, Mister Astley’in yanında tedavi olmaya başlar. İvanoviç’de General’in sevgilisiyle Pariste iki aylık güzel bir hayat yaşadıktan sonra geri dönmüş, Polina’nın kendisini sevdiğini de anlamıştır.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...