29 Şubat 2020 Cumartesi

Damdan Düşen Psikolog (Doğan Cüceloğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Damdan Düşen Psikolog

Kitabın Yazarı : Doğan Cüceloğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Afrika kabilelerinden birinde bir bebek doğduğunda kabilenin kadınları hep birlikte ormana çekilir, o bebeğe bir şarkı yaparlarmış. Dikkatle gözlemledikleri bebeğin karakteristik özelliklerini ve gücünü ona anlatan bir şarkı… Sonra, çok sonra bir gün, hayatla başa çıkmakta zorlanıp da kolu kanadı kırılacak olursa o şarkıyı, yani kendini hatırlasın diye, Afrikalı bebek o şarkıyı dinleyerek büyürmüş… Günün birinde o şarkıyı tekrarlayamayacak kadar kendine inancını yitirdiğinde, onu tanıyan biri ona şarkısını çalarmış ıslıkla. Kendini, gücünü, öz halini hatırlar, kendine gelirmiş… Doğan Cüceloğlu aramızda bir ıslık gibi dolaşıyor… Kendi şarkısına gelince… Gizlisiz saklısız anlattı bütün hayatını. Bu kitap, damdan düşen doktoralı bir psikoloğun, düştüğü yerden doğrulurken kendine mırıldandığı şarkısının gözyaşı ve kahkaha dolu öyküsü…
Kitabın Özeti :

Bu da olur muymuş dememek lazım. İnsanoğlu yaratılışı icabı sanırım hep daha iyisine bakıyor. Kazanılmışa ve başarılmış olana odaklanıyor. Halbuki kaybedişler, yok oluşlar, yeniden dirilişler ve sonra tekrar sakin durağan bir çizgi ile örülü insanoğlunun hayat dizesi.

İnsan hayatının tümü bir kısa filmin karelerinden oluşuyor aslında. Başarılar başarısızlıklar ve nihayetli bir ömrün adım adım kare kare son bulması. Kendi hayatı içerisinde bir serüvene sürükleyen kimi zaman pişmanlık kimi zaman büyük risklerle dolu kimi zamansa mutluluk huzur gözyaşı kahkaha ile devam edip sürüklüyor kendi hayatında Doğan Cüceloğlu. Sizin hayatınızın önemli bir parçası haline dönüşüyor. Sizin kaderiniz onun kaderinden hisseler almaya başlıyor zira kendi gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Yazar da tam bundan bahsediyor aslında. Ne kadar da birbirimizden etkilendiğimizden bahsediyor. Buna korku kültürü diyor.

Anadolu insanının nasıl bir psikolojik zeminde yetiştiğini anlatırken bu zeminin aslında ne kadar sağlıksız olduğunu da örneklerle anlatıyor. Batı kültüründe ise bu kültürün tamamen zıddı bir psikolojik havanın olduğunu sorumluluk sahibi insanların başarılı kendine güvenen kendini ifade edebilen insanların nasıl bir ortamda yetiştiğini ve batının neredeyse her alandaki başarısının altında yatan en büyük nedenlerden birinin de özgüven ve başka insanlara ne olursa olsun saygılı olma duygusunun yattığını anlatmaya çalışıyor. Diyor ki elimde bir fırsat olsa bu korku kültürü ile aşırı özgüven duygusunu harmanlasam yani Anadolu kültürü ile batı kültüründen müteşekkil bir toplum kültürü çıkarsam orta yola dair ne güzel olur diyor.

Hayatın doğal seyrince bir evlat, bir kardeş, bir öğrenci, bir genç, bir baba, kimi zaman bir akademisyen kimi zaman bir tüccar veya işçi veya cebinde beş kuruş parası kalmış bir işsizdi Cüceloğlu. Hepimizin ortak hikayesinin dışında Batı kültürünün zenginlikleri ve farklılıklarını kendi öz kültürümüz ie sürekli bir mukayese halinde yaşıyor tüm bu süreçleri.

Cüceloğlu bir psikolog. Toplumsal analizler yapabilme ve kişisel dürtüleri iletişim psikolojisini ve insan kabulünü net bir şekilde analiz edip görebilme imkanına sahip. Evlilik hayatı ve aile ortamlarından ciddi dersler ve hatıralar çıkartarak korku kültürü ile sıcak Anadolu ikliminin enerjisinin aileye yansımalarından bahsediyor sürekli. İlk evlilik hayatında ruhsal bütünlüğü sağlayamamayı da tam da bu konular üzerinden ele alıyor. Bütünleşememek ve ruhların dansını gerçekleştirememekten bahsediyor. Aynı kültürden iki insanın nasıl ruhlarını dans ettirebileceklerinden fakat değişip gelişememe risklerinden de söz ediyor. İşte burası ciddi bir travma. Yani farklılık mı benzerlik mi? Tercih tamamen biz de. Değişip gelişmenin bedeline katlanmak istiyorsak diyor bu farklılık ortamını kabullenmek zorundayız. Yoksa durağan sakin bütünleşik ayrımsız bir evlilik ya da birliktelik insan ne kazandırabilir ki diye de ilişkileri sorguluyor.

Kitapta Doğan Cüceloğlu'nun Anadolu insanına olan sevgisi ve güvenini görüyorsunuz. Bir tespitinde diyor ki ortalama zekaya sahip bir Türk insanı dışarıda çok başarılı oluyor. Ciddi başarılar yakalayabiliyor. Çünkü Türk insanı değer bulmuyor Anadolu’da. Değerli değil. Düşünceleri ile hayata kattıklarıyla kabiliyetleri ile değerli değil. Ama batıda (Bu arada batıyı özellikle ABD olarak tanımlıyor) azıcık değer görsün, kendisine değer verilsin Türk insanı hemen verimli hale dönüşüyor. Daha başarılı oluyor. Burada tabi bu değer görmek önemseme yada dikkate alınma sadece bize has bir durum değil. Doğan Hocaya göre bu ABD’nin eğitim sisteminin de zeminini teşkil ediyor. Orada bilgiye ve sorgulamaya en doğru olanı bulmaya bir merak var. Bireyde görülen en ufak potansiyel bile çok değerli. Potansiyel sahibi olanlara başka nasıl bir değer katarız bunun endişesi ile sürekli, değerlerin desteklendiğinden bahsediyor. Üniversitelerin bir keşfetme merkezi haline dönüştüğünü de aktaran Doğan Hoca, düşünen insan için organize olmuş bir yapı olarak bahsediyor üniversitelerden.

Her iki toplum arasında sürekli bir mukayese geliştiren Doğan Hoca, toplumlardaki kurumsal yapılar ve insan psikolojisi üzerine devam ettiriyor bu mukayeselerini.

Özellikle kadın erkek ilişkilerindeki özgürlükçü duruş bakış açısına çok da alışamadığı ortada. Bunu eşli ziyaretlerdeki rahat tavırlara gösterdiği tepkilerden anlamak mümkün. Bununla birlikte bireyler arasındaki bu özgür duruşun aynı zamanda bir samimiyet ortamı oluşturduğuna ve Anadolu insanında korku kültürünün de etkisi ile rahat olmayan bir ortam ve doğal sonuç olarak samimiyetten uzak, perde perde kişilik sonuçlarının olduğundan bahsediyor. Kendi ailesinden de sürekli örnekler veren Hoca, insanların birbirleri hakkında neler düşündükleriyle ilgili bizdeki tabular ve Batı kültüründeki serbestliğin ilk andan itibaren dikkat çektiğinden bahsediyor ve ilişkiler arasındaki dürüst kalabilme, olaylara ve durumlara karşı samimi tavırlar sergileyebilme noktasında Batı kültürünün üstünlüklerinden bahsediyor.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi : Doğan CÜCELOĞLU

Kırktan fazla bilimsel makalesi yayınlanan bir psikolog ve çeşitli topluluklara bilimsel psikoloji çerçevesinde gelişim seminerleri sunan bir iletişim psikolojisi uzmanıdır. Çok sayıdaki kişisel gelişim kitabı ile Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını inceler.

Mersin'in Silifke ilçesinde 11 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve ortaokulu orada bitirmiştir. Ankara ve Kırklareli'de liseyi bitirip İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. ABD'de Illinois Üniversitesi'nde Bilişsel Psikoloji doktorasını yapmıştır.

Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışmış, Fulbright bursu ile Berkeley'deki Californiya Üniversitesi'nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bir sene görev almıştır.

1980-1996 yılları arasında ABD'deki Fullerton şehrinde California Eyalet Üniversitesi'nde görev yapmıştır. 1996'dan bu yana Türkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana-babalara ve iş adamlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları düzenlemektedir. Psikoloji üzerine birçok kitap yazmıştır ve bunların hepsi eğitici kitaplardır.

Emiyor mu? Mükemmel Annelik Beni Teğet Geçti (Hande Birsay) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Emiyor mu? Mükemmel Annelik Beni Teğet Geçti

Kitabın Yazarı : Hande Birsay

Kitap Hakkında Bilgi :

"Nasıl doğdu?"
“Normal doğurdun değil mi?”
“Niye ağlıyor?”
“Bu çocuk aç.”
"Kucağa alıştırmışsın."
"Ben hamileyken 2 kilo almıştım, emzirirken 32 kilo verdim."
“Sen daha dur, bunlar iyi günlerin.”
“Saçını kestir, erkek çocuk uzun saçlı olmaz.”

Ve hemen her yeni annenin duyduğu o meşhur soru: "Emiyor mu?"

Anneliğimin ilk zamanlarında kendimle ve kitaplardan okuyup da “Böyle bir anne olacağım” diye yemin ettiğim, ancak çok kısa sürede tarumar olan mükemmel annelik hayallerimle savaştığım yetmiyormuş gibi bir de yeni anne dedektörleriyle savaştım; bu topraklarda doğuran tüm analar gibi.

Sonra bunlardan rahatsız olmamaya, hatta kendi üzerimizde kurduğumuz ve farklı biçimlerde karşımıza çıkan tüm bu baskılarla eğlenmeye; başta kendime, tüm büyük konuştuklarıma, hepsine #hihieved demeye başladım.

Annelik deneyimimde hiçbir şey, herkesin her şeyi bildiği ve anlattığı gibi olmadı.

Mükemmel annelik beni teğet geçti.

İyi ki de geçti.

(Tanıtım Bülteninden)

"Artan sütle Alinazik yapıyorum dedim, tarifini sordular!"

"Sadece mükemmellik beklentisiyle değil, cinsiyetçilik baskısıyla da mücadele ediyoruz. “Göster amcalara pipini”ler biçim değiştirerek devam ediyor. Oyuncakçıda paketleme yaparken soruyorlar, “Kız mı erkek mi”, “Erkek ama lütfen pembe pakete sarın” diyorum. Kerem’in tencere tava, vileda, ütü gibi oyuncakları var. Çok da mutluyum böyle olmasından. O “paşa oğlum, prensim, aslanım’ zihniyetiyle de kanımın son damlasına kadar dalga geçmeye devam edeceğim."

"Sofra kültürünü kazandırmak için erken olduğunu düşünmeyin, yaşına uygun çatal ve kaşık vererek onu sofraya dahil edin. Nasıl uyum sağladığını görünce şaşıracaksınız."

(Güliz Arslan'la Hürriyet Pazar röportajından)

Kitabın Özeti :

Hande Birsay, Emiyor Mu? kitabında çocuğun olduğunda etrafta ki insanlardan gelecek her türlü müdahaleyi komik bir dille eleştirmiştir. Kısa yazılardan oluşan bu kitaptan bazı bölümler:

Önce biraz başlangıçtan bahsedelim;

Bu zamana kadar en iyi anne bedduası: "Allah sana, senin gibi çocuk versin"dir. Başlarda herkes gibi yazarımız da; 'inşallah daha ne isterim, ne güzel kendim gibi bana benzeyen çocuk' diyerek mutlu olur. Bu onun için bir iltifattır. Fakat planladığı ise tam olarak bu değildir. Aslında ona göre bu işe yıllardır hazırlıklıdır. Gözlemliyor, kınıyor; duyuyor, kınıyor; okuyarak öğreniyordur. Çünkü annelik okuyarak öğrenilecek bir şeydir. Daha çocuk yokken çocuk olduğu zaman yapıp yapmayacaklarının listesi kafasında hazırdır. Çünkü annelik planlayarak olur. Çocuk, anne bana yapma derse yapmayacak, ye derse yiyecek, uyu derse uyuyacaktır. Çocuğunu avmlere götürmeyecek, televizyon belli bir yaşa kadar olmayacaktır. Anne olmak demek kendini salmak demek değildir. Hamilelikte alınan 5-6 kilo doğurunca emzirmeyle verilir nasılsa. Bir gün anne olunca her şey değişir. Hamileliğini öğrendiğinde bebek iki aylık; doğduğunda ise yedi aylıktır. Doğum yaptığında öyle bahsedildiği gibi anneliğe hazır değildir. Hatta başta biraz korkar ve anlamaya çalışır. Hayal ettiğinin beş katı kilo alır. Kerem ise öyle her şeyi yememiştir. 'Eve sokmam, modası geçti' dediği tüm yelek, patikler bir bir eve girmiştir. Televizyon izlenmeyecek dediği halde tüm çizgi filmler ezberlenmiştir. Yapmam dediği ne varsa hepsini yapmıştır. Yeri gelir bir de cephede yeni anne detektörleriyle savaşır. İlk aşama, bekarlar için evlilik ne zamandır. İkinci aşama, evliler için çocuk ne zaman ve üçüncü aşama ise kardeş şarttır.

Porselen vazo değilsiniz sadece hamilesiniz;

Bizim gibi geleneksel memleketlerde hamile olmak demek; dokuz ay boyunca pamuklara sarınıp yatmak demektir. Aslında yemek yemek ne kadar doğalsa, hamile olmakta o kadar doğal bir şey. Kendimizi kasmaya hiç gerek yok. Yazarımız ise rahat bir hamilelik geçirmiş; rahat anne rahat bebek mottosunu benimsemiştir. Bu kitapta da kendi rahat hamileliği ile bizleri bunalıma sokmaya ve kendini daha iyi hissetmeyi amaçlamıştır. Çünkü mükemmel annelik bunu gerektirir.

Bebeğimi beklerken;

Hamileliğin en güzel yanı, yapılacaklar listesidir. Bebek odası hazırlamak dünyanın en eğlenceli işidir. Yazarımız, bebek odasında pastel tonları seçmiş ki; bebeği daha huzurlu uykuya dalsın ve onun için dinlendirici olsun. İç mimarı ise tam da hayal ettiği odayı yapmıştır. Bazen bakarken yorulduğu bebek odaları görüp, unutmak için birkaç saniye gözlerini kapatması gerekmektedir. Çünkü o odalar hayvanat bahçesi mi bebek odası mı? belli değildir.

Kitaplardaki gibi çocuk büyütmek;

Hamile arkadaşları "Hangi kitapları alalım?" diye sorduğunda; cevabı hepsini alın oluyormuş. Çünkü kendisinin de okumadığı kitap kalmamış. Üstelik çokta yardımcı olmuş.

Kerem bebekken saat başı uyandırmış, bazen de uyuyan çocuğu uyandırmak istememiş. Ağladığında ona ihtiyacı olduğu için kucağına almış, bazen de alışır diye almamış. İnatlaşma anlarında başta göz hizasına inerek sabırla anlatmaya çalışmış, sonra da ilgilenmemiş ki sussun. Anaokuluna vermiş, almış, sonra tekrar vermiş. Disiplinler ve ekoller üstü bu füzyon eğitim sistemleri ile Kerem'i kurup kurup döndürüyorlarmış.

Çocukla kuaför keyfi;

Anne babaların en zorlandığı şeylerden biri kuaför. Yazarımız ise, yine keyifli bir ortak zamanı zorluğa dönüştürenin anne babalar olduğunu düşünmektedir. Çocukların saçlarını kestirmemesini ise kesinlikle anlamamaktadır. Geçen gün kuaför de bir çocuk görmüş. Çocuk ağlayarak eve gitmek istiyormuş. Annesinin rüşvet vermesi ise hiçbir şekilde ise yaramamış. Sonra da annenin rüşvet vermesinden tutun da çocuğun saçına kadar kınamış. Sonuçta herkes anne olacak diye bir şey yok.

Telefon mu pırasa mı?;

Çocuğun telefonla ilişkisi anne babanın elindedir tabi ki. Uzmanlara göre; iki yaş öncesinde çocuğun telefon, televizyon ve tabletten uzak durması gerekmektedir. Kerem'in yanında ellerine hiç telefon almazlarmış. Kerem yemek yemiyor diye eline telefonu asla vermiyorlarmış. Onun yerine pırasa teklif ediyorlarmış ki, ilgisi başka yere kaysın.

Erkeklerin özel gün merakı;

Erkeklerin organizasyonlardan kaçtığını, söylendiğini, evde oturmak istediklerini ve her organizasyonu fikir aşamasından itibaren tek başına planlayan kadınlar varmış. Bunlara oldukça şaşırarak üzülmektedir. Onlarda her özel gün coşkusu ortaktır. Her zaman, daima.

Her şey eskisi gibi;

Çocuk yapma konusuna gelince ilk akla gelen şey; eskisi gibi gezip gezemeyeceğimizdir. Yazarımız, her şey de olduğu gibi bu konuda da hayatlarından taviz vermemiştir. Çocuktan sonra da bekar veya evli arkadaşları ile konserler, gezmeler planlayıp uygulamıştır. Çocuğunu kucağına almak isteyene ise hemen öyle vermemiştir. Uzunca bir süre düşünüp sonra vermektedir. Çünkü çocukları büyüdü, kucakları boş diye hemen verecek değillerdir. Biraz oynamalarını izler, bir beş saat sonra geri alırlar.

Kapatırken;

Geleneksel ve dijital medyada, sosyal medyanın hızla yükselişi ile annelik hakkında bilenden bilmeyenine, uzmanından uzman olmayanına kadar herkesin bir bilgisi, fikri vardır. Anneliği anlattıkları gibi sanıyoruz, ona göre yaşamaya çalışıyor ve başaramayınca üzülüyoruz. Yazdıkları ile aslında anneliğin, bu yazdıkları gibi olmadığını, sadece yaşayarak olduğu gibi öğrenilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı. Mükemmel anne olmak değil aslında, iyisiyle kötüsüyle çocuğunu iyi bir birey olarak büyütmektir.

Kapanışta Hande Birsay'ın dediği gibi annelik yazılarak öğrenilecek bir şey değildir. Herkesin anneliği birbiriyle aynı olacak diye bir şey yoktur.

Aşkın Ölüm Hali (Pınar Çağlayan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Aşkın Ölüm Hali

Kitabın Yazarı : Pınar Çağlayan

Kitap Hakkında Bilgi :

“Uykunun dindiremediği acı yokmuş; öyle demiş Balzac!

Ben de sana derim ki: Yanılıyorsun Balzac Efendi!

Hayat kendini düşünmek için çıktığın yolda, kendini bir yerde unutup kalabalık bir grupla geri dönmekmiş kendine. Bazılarının gülüşü, bazılarının ağlayışı güzelmiş. Gülüşler desteklenirmiş de ağlayışlar genelde örtbas edilirmiş. Susturularak desteklenirmiş bünyelerde...

Karar verdiğinde, istediğinde de olmuyormuş her zaman her şey. Yalnızca, zaman gerektiren bu meşakkatli yolda sabır denilen sınava tabi tutuluyormuş insan...

Bazen izine razı olacağın, uğruna yanacağın aşklar oluyormuş. Mesele göze alıp yanmakta değilmiş çünkü her ateş öldürmüyor; gözünün her gördüğünde değil, görmediğinde dahi varlığını bileceğin derin izler bırakıyormuş. Aşkın en büyük intikamı yüzüne düşen sıcak gözyaşları oluyormuş...

Ve sen şimdi yanılıyorsun Balzac! Uyuyunca geçer zannediyorsun ya! Uykunda bile geçmiyor, inan bana…”

Kitabın Özeti :

Kaan ve Nehir aşkı ilk görüşte aşk mıydı? İlk Kaan görmüştü Nehir'i.

Nehir'in öğretmenliğe başladığı ilk günlerdir. Kaan'ın gönlüne okulun bahçesinde çayıyla bir bankta otururken düşer. O günden sonra Kaan, Nehir'i ne izlemeyi bırakabilir ne de düşünmeyi. Kaan, psikoloji öğretmenliği yanı sıra, iyileştirme merkezlerinde danışmanlık yapmaktadır. Sonunda Nehir'den arkadaşlarına da bahseder. Fakat Nehir'le bir türlü konuşamaz. Sonunda konuşmaya karar verdiğinde hiç güzel karşılık alamaz. Aklına ilk gelen soru, kalemi olup olmadığıdır. Halbuki cebinde dört tane kalem vardır. Hepsinin suya düştüğünü söylese de Nehir inanmaz. Onun gibi popüler biri ya dalga geçmek için gelmişti ya da arkadaşları ile iddiaya girmiştir. Öfkeyle kalkıp uzaklaşır.

Uzun bir süre sonra o gün ikisinin de dersi yoktur ve aynı katta nöbetçidir. Bir anda bir bağırış ile arkadaşları tarafından tutulan bir genç kız getirilir. Kız intihar etmiştir. Kaan, hemen onu alarak revire götürür. Sonra da ambulans gelir. Kaan'ın bu kadar ilgili olması ve sonrasında bahçede ki konuşması, aslında bahsedildiği gibi biri olmadığını Nehir'in anlamasına sebep olur. Günler geçtikçe Kaan da Nehir'in içinde yer etmeye başlar.

O gün okulda Nehir, edebiyat sınavı yapacaktır. Sınav sırasında bayılır. Onu hastaneye götürürler. Uyandığında yanı başında Kaan vardır. O anda birbirlerine açılarak, sevgili olurlar. Ne güzel şey insanın sevdiği kişiden karşılık bulması. Ertesi gün Nehir, Kaan'dan ses çıkmayınca liseden yakın arkadaşı Burcu ile buluşur. Kaan arar ve nerede olduğunu sorar. Nehir sen ne yapıyorsun diyemeden, Kaan telefonu kapatır. Canı sıkılan Nehir eve gider. Eve gittiğinde Kaan'a yazar ama oldukça gergin bir cevap alır. Ertesi gün Kaan, Nehir'e mesaj atar. Bir saat sonra almaya geleceğini söyler. Nehir'de, kardeşi Deniz'i okuduğu şehir Ankara'ya yolcu ettikten sonra mesajı görür. Hemen hazırlanır ve buluşurlar. Sahil kenarında otururken Nehir ne kadar konuşkansa, Kaan o kadar içine kapanıktır. Nehir ona ailesini sorduğunda, ailesinin olmadığını öğrenir. Yol boyunca havadan sudan güzel bir sohbet etseler de eve gidince mesajlaşırken yine bir sıkıntı çıkar. Kaan sürekli Nehir mesaj yazmadı diye hiddetlenmektedir.

Zaman ilerledikçe Nehir ve Kaan'ın dengeleri de değişmeye başlar. Bazı günler birbirlerini görmüyor, bazen kısa konuşuyor, bazense tamamen susuyorlardır. Nehir, yaz tatili yaklaşırken plan yapmaya başlar. Kaan, tek başına gidemeyeceğini söyler. Nehir ise gideceğini inat etse de Cansu diye arkadaşı ve annesi ile Adaya gider. Kaan, Nehir'e fotoğraf atma, açık giyinme der. Üstüne bir de inşallah yağmur yağar der ve dediği tutar. Sadece ilk gün denize girdikten sonra üç gün aralıksız yağmur yağar. Hatlar çekmediği için Kaan'a yazamaz. Ertesi gün dönecekleri için o gece barda kız kıza eğlenip, sorunsuz eve gelirler. Ertesi gün de dönerler.

Nehir döndüğünü haber vermesine rağmen, Kaan'dan soğuk bir günaydın mesajı alır. Çalıştığı yere gittiğinde izinli olduğunu öğrenir. Arkadaşı Alp ile karşılaşınca ona sorar. O da Kaan'ın onu arayacağını söyler. Alp, arkadaşları Buğra ile Kaan'ın yanına gider. Kaan kapıyı bile açmadan iyi olduğunu söyler. Evde çalışmaktadır. Çalıştığı zamanlar ise telefonu kapatır. Ertesi gün Kaan'ın izninin bittiğini bildiği için yanına gider. Tatilde yazmadığı için Kaan onu kendinden uzaklaştırarak cezalandırmaktadır. Nehir aslında Kaan'ı çok sevmektedir. O gün oradan kapıyı çarpar, gider. Bir süre ise hiç konuşmazlar. Bir gün Can diye dostu arar. Çıktığı mekana gelmesini ister. Zor da olsa kabul ettirir. O akşam Can'a olayı anlattığında; Can ondan uzaklaşmasını ister. Çünkü arkadaşını kaybetmek istememektedir.

Ertesi gün Kaan, Nehir'in gönlünü almaya gider. Konuşmalarının ardından ilişkileri biraz daha normale döner. Müdür Bey, Nehir'in sosyal medya üstündeki yazılarını okumaktadır. Ona yeğenini önerir. Ahmet Bey ile iletişim kurduktan sonra onun fikirleri ile bir kitle oluşturmak için, internet sayfası açmak ister. Fakat Kaan'dan dolayı ne yapacağını bilemez. Yakın arkadaşı Burcu ile düşündükten sonra sayfayı açar. Ertesi gün Kaan ile buluşarak anlatır. Başta kızsa da sonra araları düzelir. Fakat Kaan paylaştığı her şeyi beğenen Ahmet'in farkındadır.

Eylül ayı geldiğinde Kaan, İngiltere'ye kabul edilir. Nehir'e de onunla gelmesini söyler ama Nehir ailesini bırakamaz. Kaan'ı ise orada Pelin diye bir kız karşılayacaktır. Nehir'de şimdiden o kızı araştırmıştır. Aralarına giren mesafe ile başta birbirlerine bağlanmış gibi gözükürler. Nehir, Kaan'ın gidişi ile kendini yazılarına verir. Bu arada Ahmet ile daha yakın arkadaş olurlar. Kaan ise gün geçtikçe daha da hırçınlaşır. Nehir alttan alsa da Kaan değişmeye başlar. Nehir'in bir yazı paylaşması ve Ahmet'in altına yazdığı yorum ile her şey değişir. Sabah uyandığında Kaan'dan mesaj gelmiştir. Mesajda hemen Ahmet ile sevgili olduğu gibi bir sürü kötü cümleler yazmaktadır. Kaan öfkesinin kurbanı, Nehir ise gururunun kurbanı olur. Bu olaydan sonra annesinin yanından ayrılarak yeni eve çıkar. Ahmet ile de ilişkisini keser. Bir ay kimseyle görüşmedikten sonra Burcu gelir ve yarışmadan bahseder. Nehir bir kez daha kalemi eline alır. Yarışma da ödül kazanmıştır. Ödüllerin verildiği gün Mert diye biriyle tanışır. Burcu numarasını alsa da aslında Nehir içindir. Can ve Burcu ikisini buluşturur. Yoğun ısrarları ile sonunda görüşmeyi kabul eder. Buluşma günü buluşacakları yere gittiğinde, burnu kanadığından evine çağırır Mert. Bunu yanlış anlayan Nehir; Mert, Can ve Burcu'ya çok sinirlenir. Fakat Mert'in mesajı ile ona yanlış yaptığını anlar. Sonunda Kaan ile hikayesini yazdığı kitabın sonunu getirir. Hatta bir yayınevi ile anlaşarak kitabı basılır. Bir kitabını Kaan'ın İngiltere'deki adresine yollar. Fakat kitap Pelin'in eline geçer. Kaan hiç görmez. Kitabın basılması ile güzel mesajların arasında, bir kötü mesaj vardır. Pelin'den gelmiştir. Kaan'ın peşini bırakmasını birlikte döneceklerini söyler. Nehir, Kaan'ı kalbinden atmak ister. Kaan sonunda ülkeye döndüğünde kitabı görür. Nehir'i arar ama numarasını değiştirmiştir.

Mert ise Nehir'e sürpriz doğum günü yapar. Orada da evlenme teklifi eder. Nehir de kabul eder. Gün geçtikçe Mert'e daha çok ısınır, daha çok sever. Nehir sonunda Kaan ile karşılaşır. İkisi de birbirlerine tüm kinlerini kusarlar. Kaan bu olaydan sonra Bursa'ya taşınır. Mert ile Ankara gezisinde uyaya kalması ile Kaan'ın öldüğünü görür rüyasında. Fakat rüyadır. Nehir, Mert'ten özür dileyerek hep yanında olacağını söyler.

"Bir bir gidenler senin sınavın olurken, en son gelecek olanda sonunda hak ettiğin, nasibin olacaktır."

Evlenmeden Önce (Doğan Cüceloğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlii



Kitabın Adı : Evlenmeden Önce

Kitabın Yazarı : Doğan Cüceloğlu

Kitap Hakkında Bilgi :

Evlenmeden önce aralarındaki ilişkiyi önemseyen, üstüne konuşan, sohbet eden, zaman ve emek veren çiftler, evliliklerinde kendi farklı öykülerinden ‘bizim öykümüz’ dedikleri yeni bir öykü oluşturmayı başarırlar.

Evlendiğinizde, hayatının en önemli, en güçlü tanığını seçmiş olursunuz. Bunun bilincinde olmak, önemli bir olgunluk adımıdır. Evlilik öncesinde, müstakbel eşinizle paylaştığınız değerlerin farkında olmak önceliğiniz olmalıdır. Birlikte, ‘birbirinizi yaşamak’ için evleniyorsunuz ve bu evlilikte ikiniz de kendiniz olarak var olmayı yani BİZ olmayı önemsiyorsanız, değerlerinizin uyum içinde olması gerekir.

Evlilik yolculuğuna başlarken biricik sermayeniz olan sevgi, küçülüp yok olabilecek ya da büyüyüp gelişebilecek bir şey. Evet, o hem çok kudretli hem de bir o kadar zarif ve kırılgan. Kurduğunuz ilişkiler ve üstlendiğiniz rollerin farkında olarak onu hakkıyla yaşamanız, yaşatmanız gerekiyor.

Kitabın Özeti :

"Evlilik ilişkisi bir bahçedir.
Çiçek de yetiştirebilirsin, diken de...

Gelenek görenek temelli evliliklerin sorgulandığı bu dönemde, evlilik ilişkisini bilimsel kavramlar ışığında ele almaya hepimizin ihtiyacı var. Hepimiz derken evlenecek kişilerin yanı sıra onların annelerini, babalarını ve yakınlarını kastediyorum."

Doğan Cüceloğlu bilindiği üzere alanında oldukça başarılı bir psikologdur. Kırktan fazla bilimsel makalesi ve yazdığı birçok kitabı bulunmaktadır. Özellikle İletişim Psikolojisi üzerine yaptığı çalışmalar dikkat çekmektedir. Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarının genel tarzında oldukça yoğun bir bilgi akışı vardır. Kitabı okuduğunuzda o alan ile ilgili yeni ve çeşitli birçok bilgi edinmiş olursunuz. Bu kitabı da evlilik öncesi, evlenme kararı, evlenilecek kişi seçimi ve evlilik sonrası konularda ufuk açıcı çok sayıda bilgi ve öneriye sahip.

“Evlilik bir çiçekçi dükkânı gibi farklı olanaklar sunar; çiçeklerden nasıl bir buket yaratacağınız size kalmış…” yazıyor kitabın arka kapağında. Son derece haklı ve doğru bir tespit aslında. Kitapta en çok vurgulanan konu evlilik öncesinde çiftlerin evlilikte olabilecek çatışmaları önlemek için önceden her şeyi net ve açık bir şekilde konuşması gerektiğidir. Flört döneminde tolare edilebilen davranışların evlilik içerisinde değişebileceği düşüncesi ile yanlış yapılan evlilikler kitapta çok detaylı bir şekilde anlatılıyor. Kitapta gerçek kişilerden gelen mektuplar da yayınlanmış. Bu mektuplarda kişilerin evlilikleri hakkında iyi ya da kötü tecrübelerini okuyabiliyoruz ve belki de bazılarını kendinize yakın bulabiliyorsunuz.

Evlenmeden Önce kitabında bahsedilen konulardan biri de çatışma yönetimi. Çiftlerin evlilikleri boyunca aralarında bazı konularda çatışma yaşamaları doğal ve normal karşılanır fakat önemli olan bu çatışmaların nasıl yönetildiğidir. Doğan Cüceloğlu, verdiği tavsiyeler ile kitabında bu konu ile ilgili güzel noktalara değiniyor. Çiftlerin kendi sorunlarını çözerken dinlemeyi ve anlatmayı nasıl öğrenmesi gerektiği, konulara geniş bir çerçeveden bakabilmeyi ve sabır olmayı öğrenmesi gerektiği tavsiye ediliyor. Aslında verdiği tavsiyeleri sadece evlilik hayatında değil günlük olarak sosyal hayatımızda da uygulayabiliriz. Değindiği birçok nokta basit ama etkili çözümler üretebilir.

Evlenmeden Önce kitabını genel olarak herkes okuyabilir. Basit bir dili ve yalın bir anlatımı var. Doğan Cüceloğlu kitaplarının hemen hemen hepsi zihninizi dolu dolu bilgi ile şenlendiren türden kitaplar oluyor. Kitaptaki kişilerden gelen mektuplar da okurken oldukça etkileyici oluyor. Belki de sizin de yaptığınız hataları başkasının da yaptığını ve o hatadan nasıl döndüğünü görmek harekete geçmek için daha tetikleyici olabiliyor.

Mektupları okurken bazıları oldukça üzücü olabiliyor, bu mektupları okurken hataları ve sonuçlarını görmek ne yapılması gerektiği konusunda fikir sağlıyor. İnsanın içini ısıtan ve gülümseten mektuplar da yok değil. Bu hikayeler de herkes için bir umut ışığı olabilir. Toplumumuzun ve evlilik düşünen herkesin bu bilgilere, yönlendirmelere ve desteğe ihtiyacı olduğu kesin bir gerçek. Doğan Cüceloğlu gibi usta bir psikolog ve yazarın kaleminden çıkmış bu kitap uzun yıllar birçok çifte rehberlik edecek gibi görünüyor.

Kül (Shani Petroff, Darci Manley) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Kül

Kitabın Yazarları : Shani Petroff, Darci Manley

Kitap Hakkında Bilgi :

Kader önceden belirlendi. Yönetim tarafından sıkıca kontrol ediliyor. Değiştirilemez.

Madden Sumner bir Mor olarak doğdu. Sistemin en yüksek halkası. Kaderi Yediler Bakanı olmak.

Dax halkanın alt tabanı olan Kül, bir Renksiz. Kaderinde gerçekleştirmesi gereken hiçbir şey yok. Buna rağmen hayatından vazgeçmiş değil. Statüsünün onu tanımlamasına izin vermeyecek.

Dax ve Madden'ın yolları, özgürlüklerini kazanmak için verecekleri mücadelede hiç beklemedikleri bir şekilde birleşecek.

Peki, kaderleri için savaşmaya gerçekten hazırlar mı?

Kader serisinin ilk kitabı olan Kül, genç-yetişkin türünde bir distopya kitabıdır. İki yazarın birden yazmış olduğu bu kitap kaderleri renklerle sınırlandırılmış insanların başlarından geçen olayları anlatmaktadır.

Kitabın Özeti :

İnsanlar önem sırasına göre yedi farklı renge ayrılmaktadır; mor, kırmızı, yeşil, sarı, kahverengi, barut rengi ve kül rengi. En üst tabaka olan ve aynı zamanda kaderleri özenle belirlenen, toplum tarafından en sevilen kesim morlarken, küller ise bir kaderi dahi olmayan, ailesi tarafından dahi sevilmeyen kesimdir. Renklere göre ayrılmış insanların birbiriyle ilişkide bulunması yasaktır. Kitabın baş karakteri olan Dax Harris renksiz bir kızdır, yani en alt tabaka olan külün de en alt tabakası. Madden Sumner ise geleceğin Yediler Bakanları'ndan biri olacak olan saygıdeğer bir mor kız. Bu iki karakter birbirini hiç sevmezler.

Dax'ın kül arkadaşı olan Laira kaderini tamamlayabilmek için okullarının önünden karşıya geçmesi gerekmektedir. Çoğu kişi Laira'nın kaderini önemsememektedir. Laira karşıya geçerken bir kaza meydana gelir. Laira başarmıştır ama Laira'nın kaderi bir hiçmiş gibi unutulur.

Bu sırada çember yarışları yapılacak gün gelip çatmıştır. Çember yarışlarında morlar yarışmakta, kaderlerini tamamlamaya çalışmaktadırlar. Dax'ın ağabeyi Aldan bir mordur. Aynı zamanda çember yarışlarında her sene birinci olmaktadır. Yarış vakti geldiğinde herkes Aldan'ın birinci olacağına emindir öyle ki bunun üzerine iddiaya girenler vardır. Ancak Aldan şaşırtıcı bir şey yapar ve rakiplerini büyük farkla geçip bitiş çizgisine geldiği halde inatla çizgiyi geçmemektedir. Rakipleri onu geçer ve Aldan kaderine karşı geldiği için öldürülür. Oysa ki Aldan'ın amacı sadece şaka yapmaktır. Tüm hayranları ve ailesi şok olmuştur.

Dax'in bir diğer mor ağabeyi Link de bu olay üzerine sisteme karşı çıkar ve hapse atılır. Link ayrıca Madden'ın eski sevgilisidir. Aile dağılmıştır. Madden ve Dax, Link'i inkar ettirmeye çalışırırlar ama Link kabul etmez. Dax abisi Aldan'ın neden böyle bir şey yaptığına anlam veremez. Aldan'ın daha önce devamlı konuştuğu bir kızın olduğunu bilmektedir ve o kızı araştırır. Bu sırada Dax hortlakların yaşadığı bir yer bulur ve Aldan'ın konuştuğu kızın Oena adında bir hortlak olduğunu anlar.

Bir yandan Madden kendi kaderiyle ilgili endişe içindedir ve kaderini araştırmaktadır. Sonunda aslında kendisinin bir mor olmadığını ve Dax'in de bir kül olmadığını, birbirlerinin kaderlerinin değiştirildiğini öğrenir. Bu sırada Dax, Madden ve hortlaklar Link'i kaçırma planı yaparlar. Link kaçırılır ve Madden yaralanır. Bu sırada Madden, Dax'e gerçeği söyler. Bir süre sonra hortlaklardan Oena'nın ağabeyi Zane kaderi hortlaklarla savaşmak olan Aya isimli bir kız çocuğunu öldürmek ister. Madden ve Dax buna karşı gelirler ve Zane yaralanır. Yaralanmadan önce ağabeyinin ölümünden kendi payının da olduğundan bahseder.

Kitabın finalinde ise Madden ve Dax kaderlerinin neden değiştirildiğini öğrenmek üzere kader kurucusunun yanına giderler. Kader kurucusu onların kaderlerini değiştirerek bir planın olduğunu ve aslında küllerin de kaderinin sistemi yıkmak olduğunu söyler.

Aslında yazar ilk kitapta okuyucuyu konuya alıştırmaya çalışmakta ve asıl olayların serinin diğer kitaplarında olacağını açıkça belirtmektedir.

Yarışı Yavaşlar Kazanır (Hatice Kübra TONGAR) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Yarışı Yavaşlar Kazanır

Kitabın Yazarı : Hatice Kübra TONGAR

Kitap Hakkında Bilgi :

Rüzgârı olan bir çocuk oyuncağı ne yapsın…
Ormanı olan bir çocuk plastik ağaçları ne yapsın…
Oyuncağı bulutlar olan bir çocuk bilgisayar oyununu ne yapsın…
Kâinatı seyreden bir çocuk televizyonu ne yapsın…

Çocuklarımızın ‘bi tane daha’ hastalığına tutulduğu bir çağda, onlara sahip oldukları değerleri hatırlatan ve bu değerlerle mutlu olmayı öğreten bir kavram: “Tefekkür”

Allah’ı Arayan Çocuk kitabının yazarı Hatice Kübra Tongar; güneşe, aya, yıldızlara bakıp Rabbini bulmaya çalışan İbrahim Peygamberin ‘tefekkür’ mirasını çocuklara anlatıyor. Yavaşlık, yaşam, ölüm, anda olmak, elindekiyle mutlu olmak gibi kavramları ‘masal tadında’ evlatlarımızın yüreğine sunuyor.

Anne-babalar içinse, çocuklarının tefekkür gözlüğünü besleyecek pedagojik ipuçları ve oyunlar öneriyor.

Bu kitapla birlikte, bizlere de elimizdeki “3’ü bir arada” içeceğini yudumlamak kalıyor; OKU, ÖĞREN, OYNA

Kitabın Özeti :

Kitapta beş masal bulunmaktadır. Her masaldan sonra ebeveynler için, masalla çocuklara kazandırılmak istenen değerler hakkında öneriler verilmektedir. Masallar ve öneriler bittikten sonra kitapta üç gruba ayrılan oyunlar bölümü yer almaktadır.

İlk masal : Yarışı Yavaşlar Kazanır

Tavşan ile kaplumbağanın hepimizin bildiği masalı farklı anlatılmaktadır. Bir gün tavşan ile kaplumbağa yine yarışıyorlar. Tavşan kaplumbağaya yavaş koşacağına dair söz vermesine rağmen yine hızlı koşup yarışı kazanıyor. Kaplumbağa yarışı kaybettiği için yine çok üzülüyor ve ormanda çok uzak bir yere gidiyor. Orada, çok hızlı olup tüm yarışları kazandığını düşünerek hayaller kuruyor. Bu arada tavşan hatasını anlayıp kaplumbağayı arıyor. Kaplumbağayı bulduğunda, özür dileyip onun istediği bir oyunu oynamayı teklif ediyor. Barışıyorlar ve renk bulma oyunu oynuyorlar. Bu oyun tavşanın renkleri bilmediğinin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Tavşan çok üzülse de hızlı olmasının çevresindeki güzellikleri fark etmesine engel olduğunu böylece anlar. Artık kaplumbağa da hızlı olmadığı için üzülmeyi bırakıp çevresindeki güzelliklerin farkında olduğu için şükreder.

İkinci masal : En Değerli An Olduğun Andır

Çocukların hızlı büyüme isteklerine minik bir tırtılın masalıyla karşılık verilmektedir. Minik tırtıl yumurtasının içinde, dışarıya çıkacağı günü sabırsızlıkla beklemektedir. Bir gün rüyasında, tüm tırtılların yumurtalarını kırıp dışarı çıktığını, kendisinin ise yumurtasını kıramadığını görür. Annesi ve babasının yardımıyla yumurtasını kırıp dışarı çıktığında ise sürünerek yemek bulmak çok zor olduğu için kanatlanıp uçmak ister. Böylece bir kelebek olur. Kelebek olarak çok güzel bir gün geçirir. Ama akşama doğru halsizleşir ve hayatının sonuna yaklaştığını anlar. Hayatının her anının tadını çıkaramadan geçirdiği için çok pişman olur. Bu sırada annesinin sesiyle uykusundan uyanır. Bu rüya sayesinde her anının kıymetini anlayıp şükreder.

Üçüncü masal : Gözlerini Kapatan Daha İyi Görür

Hem görmenin önemini hem de gözlerin her şeyi göremeyeceğini anlatılmaktadır. Kara Kartal bir gün kendisine av ararken bir kirpi yüzünden görme yetisini kaybeder. Korkuyla, görmeden nasıl yaşayacağını düşünür. Bu sırada yanına gelen bir köstebek, Kara Kartal'a gözlerinin düzeleceğini söyler. Gözleri düzelene kadar kalp gözüyle görebilmesi için de ona, kalp gözüyle nasıl göreceğini öğretir. Kara Kartal rüzgarı ve güneşi hisseder, etrafındaki her şeyi kalp gözüyle görür. Böylece gözleriyle gördüğünden çok daha fazlası olduğunu fark eder.

Dördüncü masal : Sen Susarsan Orman Konuşur


Cennet adlı papağan ile dinlemenin önemi gözler önüne serilmektedir. Cennet hem kuşların dilini hem de insanlarını dilini konuşabilmektedir. Bu özelliğiyle çevresinden gördüğü övgü ise daha çok konuşmasına neden olur. Öyle ki artık kendisini övmeleri için diğer kuşları her an rahatsız etmekten çekinmez. Bir süre sonra çok konuştuğu için yalan söylemeye de başlar. Kuşlara yalan söyleyerek aralarını bozar. Ormandaki kavga gürültü sonrası kuşların aralarını bozanın Cennet olduğu ortaya çıkar. Ona bir ders vermek için bir hafta boyunca Cennet'i hiç dinlemezler, ne zaman yanlarına gelse ondan kaçarlar. Böylece yalnız kalan Cennet, sesini tüm kuşlara duyurmak için bağıra bağıra şarkılar söyler. Sonunda sesi kısılır. Kendi sesi olmayınca etrafındaki sesleri fark etmeye başlar. Ağaçların hışırtısını, yaprakların çıtırtısını, suların şırıltısını dinler. Bir hafta dolunca arkadaşları Cennet'i merak ederler. Cennet, ormanı dinlerken yanına gelen arkadaşlarından hataları için özür diler ve dinlemenin önemini hatırlattıkları için de teşekkür eder.

Beşinci masal : Gerçek Dünya Daha Güzeldir


Kara taşın üstünde yaşayan kara karıncanın gerçek yuvasına kavuşması anlatılmaktadır. Bir gün kara karınca, yaşadığı siyah taşın üzerine gelen hayvanlardan hiç bilmediği yerleri ve hayvanları öğrenir. Korksa da, bilmediği yerleri keşfetmek ve diğer karıncalarla tanışmak için yuvası kara taştan ayrılır. Böylece küçükken kaybolup ayrıldığı ailesine tekrar kavuşur.

Oyunlar :

İlk bölümde, çocuklara farkındalık kazandırarak tefekkür ettirmeyi amaçlayan on dört oyun yer alıyor. Bu oyunlar çocukların görme, duyma, dokunma, tat alma, koklama duyularının önemini fark etmelerini sağlamayı, bu beş duyuyu ve dikkatlerini geliştirmeyi amaçlıyor.

İkinci bölümde, çocukları çevrelerine yönelten dokuz oyun yer alıyor. Bu oyunlar çocukları güneşi, ayı, yağmuru, bitkileri, hayvanları incelemeye, çevrelerine iyilik yapmaya teşvik ediyor.

Üçüncü bölümde ise yedi oyun bulunuyor. Bu oyunlar çocuklara, yaratıcıyı fark ettirmeyi amaçlıyor. Bu oyunlarla çocuklar farklı renklerdeki meyveler ve bitkilerle Allah'ın el-Vehhab ismini, çay ve şeker deneyiyle Allah'ın varlığını, şükür kavanozu oluşturarak da hayatlarındaki şükür sebeplerini fark ediyor.

Beni İçinden Sev (Ahmet Batman) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beni İçinden Sev

Kitabın Yazarı : Ahmet Batman

Kitap Hakkında Bilgi :

Kimsenin bilmediği bir şarkısın.
Bana kendini öğret.

Başka hisleri başka insanlarda değil de hepsini sende tüketmek isterim çünkü ikimiz başkayız, kimsenin bilmediği bir başka dünyayız. Bakma sen bu kalabalığa, bu dünya bizim için yaratıldı. Başkaları sadece başkaları olarak kalsın, sen bir hayal kur kendine ve içinde sadece bize yer olsun.

Hayat....
Beş harf tek kelime ve uzunluğu ya da kısalığı hakkında  fikir belirtemeyeceğiniz bir dünya yolculuğu...
Yalnız geldiğiniz fakat sürekli olarak birilerine rastladığınız ve bu birilerinden bazılarını kendinize dahil ettiğinizyolculuk...
Aşk...
Üç harf tek kelime ve karşılaştığınız anda benliğinizi yitirmenize dahi sebep olabilecek tutsaklık hali...

Kitabın Özeti :

Güçlü'nün annesi ikiz çocuk doğurur. Güçlü'nün ikizinin hiçbir sorunu olmamasına rağmen kendisinin anne karnındayken organlarının yer değiştirmiş olduğu anlaşılır. Güçlü doğduğunda günlerce yoğun bakımda kalmış bir çocuktur. Doğumunun ardından onu sadece babası görmüştür ve gördükten sonra ona Güçlü ismini vermiştir. Güçlü'nün ikizi için her şey yolundadır. Babası, Güçlü'nün kardeşiyle hayata tutunmasını ister. Kardeşine Güneş adını verir. Güçlü ailesiyle birlikte Aydın'da yaşamaktadır. Küçük yaşta geçirdiği rahatsızlıktan dolayı özgüveni oldukça düşük, heyecanlandığında konuşamayan konuşsa bile konuşurken kekeleyen bir çocuktur. Hayata karşı bakışları endişelidir fakat aşkı bulacağına dair hep umut doludur.

Hayatın sürekli bir değişim içinde olduğunu, sizi ve çevrenizi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyebilecek sayısız değişkenin olduğunu ve herkesin için dönüm noktası olduğuna inanan Güçlü'nün dönüm noktası da on yaşındayken annesini kaybetmesi ile olmuştur.

Katıldığı ilk cenaze annesinin cenazesi olan Güçlü, o gün ismi kadar güçlü olamaz ama hayatın sizi şaşırttığı şeylere de alıştırabileceğine de inanır.

Kayıpların insanları birbirine daha da yakınlaştırdığını bilir. Güneş annesinin ölümünden sonra Güçlü için her şeyden, herkesten öte olmuştur. Annesinin tek emaneti olarak ona Güneş kalmıştır. Her ikisi de her gece ağlamaktan yastıklarını ıslatır olmuşlardır.

Annesinin ölümünün ardından biraz zaman geçtikten sonra Güçlü'nün babası Füsun adında bir kadın ile evlenmiştir. Annesinin yerine başka birinin geçtiğini gören Güçlü artık tamamen annesini kaybetmiş gibi hissetmeye başlar.

Füsun Hanım'ın Efe adında bir oğlu vardır. Füsun, Efe ile Güçlü'yü sürekli kıyaslamaktadır. Füsun Hanım, Güneş ve Güçlü'ye babaları evde yokken iyi davranmayan hatta çeşitli işkenceler yapan bir kadındır. Yaşadıkları hayat Füsun Hanım sayesinde Güçlü ve Güneş için bir işkence haline gelir.

Yaz gelir ve tatil için yazlıklarına giderler. Güçlü ve Güneş için anneleri olmadan geçirecekleri ilk tatil olduğundan içleri buruktur. O yaz tatilinde Güçlü, İstanbul’da çok iyi bir Anadolu lisesini kazandığını öğrenir ve çok sevinir.

Güçlü, İstanbul'a gidip başarılı bir öğrenci olmak annesine yakışır bir evlat olmak ister. Güneş ağabeyinin başarısı için çok mutludur. Fakat ağabeyinden ayrılmak istemez. Babası da tıpkı Güneş gibi sınavı kazandığına pek sevinmemiştir. İstanbul'da, uzakta okumasını istemez. Güçlü ise tam tersine düşünür. İstanbul'da okumanın onun için bir kurtuluş olduğuna inanır.

Yazlıkta ki yan komşuları olan Şevket Amca, Güçlü'nün babasını İstanbul'da okuması için ikna eder. Güçlü'nün dedesi de İstanbul'dadır. Babası Güçlü'nün dedesiyle çok uzun zamandır konuşmadığı için çocuklara dedelerinden bahsetmemiştir. Güçlü, babası ve Şevket Amca aralarında konuşurken İstanbul'da bir dedesi olduğunu öğrenir.

Güçlü İstanbul'a gelir. Şevket Amca'nın İstanbul'da yaşamasına rağmen onun yanında değil de okulun yurdunda kalmayı tercih eder.

Güçlü, ilk kez ailesinden uzakta bir gece geçirir ve bu gece onun için oldukça zor geçer.

Yurda yavaş yavaş alışmaya başlayan Güçlü için üst sınıfların onlar üzerinde hakimiyet kurmalarını istemeleri üzerine yeniden dayanılmaz günler başlar. Güçlü; haksızlık karşında susmayan bir çocuktur ve bu yüzden üst sınıfları karşısına alır. Bu olaylardan ne babasına ne de Şevket Amca'ya bahsetmez. Güçlü, hafta sonları Şevket Amca'ya gider. Onun için kurtuluştur çünkü bazı günler korkudan uyuyamaz. Zaman geçtikten sonra üst sınıftan olan çocuklar yaptıklarının hata olduğunu anlayarak Güçlü'den özür dilerler.

Güçlü lise birinci sınıfın ikinci günü Derin adında bir genç kıza aşık olduğunu hisseder. Tiyatro ile hiçbir ilgisinin olmamasına rağmen Derin ile vakit geçirebilmek için okulun tiyatro kulübüne yazılır.

Derin'e duygularını anlatmak ister. Bir yandan da onu kaybetmeyi göze alamadığı için susar. Bu çıkmazın içinden bir türlü çıkamaz. Konuşacak birinin olmaması da onu iyice çıkmaza sürükler. Yanında olmasını istediği kadar yanında olmasının hayalini bile kuramamaktan korkar.

Derin ile arkadaş olurlar. Güçlü duygularını Derin'e anlatmak istese de başaramaz. Aralarında özel bir yirmi bir oyunu da vardır.

Güçlü'nün oda arkadaşı olan Ege'nin de Derin'e karşı ilgisi vardır. Ege, Güçlü'ye Derin ile bir ilişkisi olduğunu söyler. Bu durum Güçlü'yü daha fazla üzer. Ege'nin, Güçlü'ye olan uyarısı karşında Güçlü kendini bir ilişkinin üçüncü kişisiymiş gibi hissetmekten alıkoyamaz.

Güçlü, dedesini babasından habersiz bir şekilde Şevket Amca'nın yardımı ile bulmuştur. Dedesi ile kalmak ister. Fakat babasının haberi olmadığı için buna cesaret edemez.

Güçlü için dedesiyle geçirdiği her gün birbirinden güzeldir. Dedesinden öğrendiği ve öğreneceği şeyler adına çok mutludur.

Yaz tatili için Aydın'a döndüğünde Güneş'e de dedelerinden bahseder.

Derin için yazdığı bir kompozisyonu sınıfta okuması ile Derin ile aralarındaki ilişki kuvvetlenir.

Dedesi bir sabah Güçlü ile konuşmak ister. İlk defa konuşmak isteyen taraf dedesi olduğu için bu durum Güçlü'yü oldukça korkutur. Dedesi; Güçlü'ye hasta olduğunu söyler, birkaç vasiyette bulunur.

Yarıyıl tatili geldiğinde Güçlü ve Derin birbirlerine telefon numaralarını verirler, tatil boyunca konuşurlar ve bu aşkın ilk adımlarını atmış olurlar.

İkinci dönem başladığında Güçlü dedesinden aldığı tavsiye üzerine elinde bir kilit ve iki anahtar ile Derin'in yanına gelir. Tıpkı dedesi ve babaannesinin yaptıkları gibi birlikte kilidi dedesinin bahçesindeki demire asarlar. Bu ilişkinin özgür bir ilişki olduğunu, tutsaklık olmadığını, isteyen istediği zaman kilidin anahtarını açıp gidebileceğini konuşurlar.

Güçlü ve Derin hayatlarının en güzel yıllarını yaşamaya devam ederken lise son sınıfa gelirler ve üniversiteyi yurtdışında okuma kararı alırlar.

Güneş'in ağabeyine Füsun Hanım'ın onu dövdüğünü söylemesi üzerine Güçlü dedesi ile birlikte Aydın'a gelir. Dedesi, babası ile konuşup Füsun Hanım'ın çocukları dövdüğünü söylemesine rağmen babası bu duruma inanamaz ve dedesini evden kovar. Güçlü ve Güneş'te dedeleri ile İstanbul'a dönme kararı alır.

İstanbul'a döndüğünde Güçlü'nün aklı bir hayli karışıktır. Dedesinin varlığı onun için mükemmel bir şeydir. Fakat babasının yokluğuna alışmakta kolay olmayacaktır. Güneş'e İtalya'ya gitme fikrini söyleyemediği için de oldukça huzursuzdur.

Mezuniyetin ardından dört ay sonra Güçlü üniversiteyi kazanmıştır. Güneş ise İstanbul'da özel bir üniversiteyi kazanmıştır. Derin ise Ege ile birlikte İtalya'da ki üniversitededir. Güçlü'nün canı oldukça yanmaktadır ama bir yandan da kardeşini bırakıp gitmediği için pişman değildir.

Güçlü, aradan geçen dört ay içinde babasının fabrikasının battığını, babasının kumar oynadığı için dedesi ile kavga ettiklerini öğrenir. En önemlisi aslında annesinin ölmediğini, babasının Füsun ile evlenebilmek için onlara bir oyun oynadığını öğrenir.

Güçlü bahçedeki kilidin değiştiğini fark eder. Dedesinin ölürken Güçlü'ye söylediği son sözler onu İtalya'ya, Derin'in yanına gitmesi konusunda oldukça cesaretlendirir.

Güçlü ve Derin kavuştuklarında birbirlerini çok özlediklerini anlarlar. Güçlü kilidi Derin'in değil de dedesinin bir çocukluk yapıp ayrılmamaları için değiştirdiğini anlar.

İtalya'da binlerce kilidin asılı olduğu bir köprüye gidip oraya yeni bir kilit eklerler. Kilidin bir yüzene Türkçe diğer yüzene İtalyanca olmak üzere aynı cümleyi yazarlar. "Güzel hikaye çünkü içinde sen varsın."

Her şey yoluna girmiş bir şekilde İstanbul'a dönerken artık üç kilitleri vardır. Biri İtalya'da, biri tahterevallide, diğeri ise Güçlü'ye her zaman yol gösterecek olan dedesinin, siyah küvet isimli defterindedir.

Yine De Sevdik (Miraç Çağrı Aktaş) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Yine de Sevdik

Kitabın Yazarı :
Miraç Çağrı Aktaş

Kitap Hakkında Bilgi :

Miraç Çağrı Aktaş'ın deneme tarzında kısa ve daha çok aşkı konu alan yazılardan oluşan kitabıdır. Miraç Çağrı Aktaş, deneme türünde kısa yazıları ile oldukça popüler olmuş bir yazardır. Günümüzde aşk açısı çektiğini düşünenler ya da gerçekten çekenler için sığınacak bir limandır.

“Biz bittik.” demişsin. Fakat sen, bitmenin ne demek olduğunu bilememişsin. Bitmek değildi bizimkisi, başlayamamaktı. Bitmek için başlamak gerekirdi biriciğim. Biz hiç başlamadık ki… Sen beni güzel sevmedin.
Sana her adım attığımda beni biraz daha sensizliğe ittin. Ben seni her şeyim diye sevmiştim.

Meğer sende koca bir hiçmişim. İnsanlara “Ben ondan çoktan gittim.” deme, sen bana hiç gelmedin. Ben senin varlığını hiçbir zaman hissetmedim. Fakat bir gün olsun vazgeçeyim de demedim.

Şunu unutma; bizden ben vazgeçmedim, senin tarafından vazgeçirildim.
Ama rahat olsun için çünkü sensiz daha rahat artık benim de içim!

Kabul olacak dua olsan, açılmayacak uğruna ellerim…

"Belki başka insanlarda, belki başka duygularda, belki de başka aşklarda ama mutlaka bir yerlerde papatya kalpli insanlar vardı. Ve hiç şüphesiz en güzel seven mutlaka ama mutlaka papatya kalpli insanlardı."

Kitabın Özeti :

Miraç, İstanbul'da iki yıl yaşadıktan sonra Antalya'ya geri dönüş yapar. Yeni evine taşındıktan sonra, yeni okuluna da başlar. Taşındıktan sonra dedesinin hastalık belirtilerinin artmasıyla lenfoma kanseri teşhisi koyulur. Dedesi hastalığı ilerleyince iyice yatağa bağlanır ve kemoterapiye başlar.

Yağmurlu bir günde dedesinin yattığı hastanenin, sekizinci katında o kızı ağlarken görür. Yavaşça yanına giderek neyi olduğunu sorar. Kız, ona yalnız kalmak istediğini söyler. Miraç bir şey demeden kızın yanından uzaklaşır. Miraç, kızı dedesinin yan odasında görmüştür.

Sonra bir gün dedesi gazete okumayı sevdiği için kafeteryadan gazete alır. O kızı tekrar görür ama bir şey demeden asansörün bulunduğu yere gider. Asansör beklerken kız da gelir. Sekizinci kata geldiklerinde kız, "sağol" diyerek çıkar. Miraç şaşırsa da bir şey demeden dedesinin yanına gider. Dedesi gazeteyi görünce çok sevinir. Miraç, dedesinden bir gün olsun dedelik görmese de torunluk görevini yapmaktadır.

Odanın önüne çıktığında kızı aynı yerde görür. Kız özür dileyerek çay içmeyi teklif eder. Miraç çay sevmediğini söyleyince; kahve teklif eder. Kafeteryada kahve eşliğinde bayağı sohbet ederler. Kızın adı Cemre'dir ve babası için hastanede bulunmaktadır. Cemre'nin babası da kanserdir. Aslında varlıklı bir aile olsalar da babasının içki ve kumarı yüzünden durumları bozulmuştur. Babası her şeyini kaybedince eve dönmüş, annesi ve Cemre zor ikna olsa da kabul etmiştir. O gün Cemre konuşur, Miraç da onu dinler. Böylece Cemre'yi daha çok tanımış olur. Onları birleştiren vicdanlarıdır. Cemre babası için, Miraç ise dedesi için ellerinden geleni yapmaktadır. Cemre'nin babası bir süre sonra taburcu olur. Cemre yine de onu ve dedesini ziyaret etmeye devam eder. Hatta bir gün gelirken gazete getirmesi onu çok mutlu eder. Bu düşünceli haliyle Miraç'ın kalbinde yerini alır.

Bir iki gün sonra teyzeleri dinlensin diye hastanede Miraç kalır. Sabahında Cemre piknik sepetiyle odalarına gelir. Miraç için hayatında yaptığı en güzel kahvaltı olur. Onkoloji bölümünde olmaları hiç umurumda değildir. Hastaneden çıktıktan sonra, bir gün o da Cemre'yi kahvaltıya götürmek ister. Sabah papatya alarak evlerinin oraya gider. Fakat olumsuz bir yanıt alır. Sonra kalbi kırık eve döner ve uyur. Uyandığında Cemre'den özür dileyen bir mesaj vardır. Önemli olmadığını söylese de kalbi kırılmıştır.

Bu sıralarda bir de annesinin ikinci evliliğini bitirmek üzere olduğunu öğrenir. Başta kardeşi için barıştırmak ister. Fakat davalar çoktan açılmıştır. Sonra da öğrenir, annesinin aldatıldığını. Miraç, kardeşi Yiğit için üzülmektedir. Onun yaşadığı şeyleri kardeşinin yaşamasını istememektedir. Onun abisi olmasa da o Yiğit için gereken abiliği yapacaktır.

Miraç ve Cemre zaman geçtikçe birbirine daha çok alışır. Miraç'ın işleri üzerine bir aya yakın görüşemezler. Geldiğinde ise birbirlerini çok özlediklerini fark ederler. Konyalaltı sahilinde buluşurlar. Hava soğuk olduğu için Miraç kahve alır. Üstüne de bir ömür aşka yazdırır. Yazıyı görünce Cemre çok mutlu olur ve ilk defa ona sımsıkı sarılır. Cemre ile artık her gün konuşmakta ve fırsat buldukça buluşmaktadırlar. Cemre'nin ısrarı ile Galata'ya gitme kararı alırlar. Ama uzun yolculuğu sevdikleri için, uçak yerine otobüs ile giderler. Sabah İstanbul'a gelince önce kahvaltı yaparlar. Sonra cumartesi olduğu için Galata Kulesine çıkmak için sıraya girerler. Galata Kulesi'ne çıkınca orada bir abi Cemre'ye toparlanıp, toparlanamadığını sorar. Miraç merak etse de belli etmez. Zaten Cemre'de geldiklerinden beri soğuk davranmaktadır. Galata'dan sonra aşağısında ki çay bahçesinde, çay içmek ister Cemre. Miraç da zorla kabul eder. Çünkü orası Zümra ile gittiği yerdir. Yine de ona belli etmez. Antalya'ya dönerken de Cemre oldukça soğuktur.

Doktorlar dedesinin sayılı zamanının kaldığını söyleyerek taburcu eder. Ev ve hastane arasında gidip gelmektedirler. Bu sıralarda Cemre'de belirli gün ve saatlerde ortalıktan kaybolmaktadır. Miraç bir gün Cemre'yi takip eder. Cemre bir mezarın başında ağlayarak konuşmaktadır. Sevdiği adama içini dökmektedir. Miraç'ın aldığı papatyalar ise mezarın üstündedir. Miraç'ı sevmeye çalışmış, ama bir türlü sevememiştir. Miraç o gün duydukları ile yıkılarak eve gelir. Kimi sevse sevilmediğini düşünür. İlerleyen günlerde Cemre'den bir mail gelir. Ondan özür dileyerek üç fotoğraf atmıştır. Birincisi ölen sevgilisi, ikincisi Miraç üçüncüsü ise şimdi ki sözlüsü. Fotoğrafları atarak aslında ölen sevgilisine çok benzediğini belirtmek istemiştir. İzmir'e taşınmış ve orada yine ona benzeyen birisiyle sözlenmiştir. Cemre eski sevgilisi ile gittiği her yere Miraç ile gitmiş onu sevmeye çalışmış ama yapamamıştır. Miraç ise bunları sonradan öğrenmektedir.

Miraç'ın, İstanbul'da kitap fuarında imza günü vardır. İmza günü, imza sırasında Zümra'yı görür. Yanında sevgilisi vardır. Masanın önüne geldiğinde alaycı bir şekilde, onlara da papatya olup olmadığını sorar. Miraç ise hak edenlere verdiğini söyler. Sonra Zümra, "Bana Seni Seviyorum Deme Evlen Benimle" kitabını "Zümra'dan Can'a aşkla" diye imzalatır. İki papatya alarak birini sevgilisine verir ve uzaklaşırlar. Onca zaman sonra karşısına bu şekilde çıkmasına anlam veremez. Miraç ahını alanlarında yaptıklarını yaşamaları için dua etmektedir.

"Yanlış insanlar yüzünden üzdüğünüz doğru insanların ahı da bir ömür yakanızı bırakmasın."

24 Şubat 2020 Pazartesi

Benjamin Franklin Etkisi - İyilik Yapma Dürtüsü - 59 Saniye Kitabından Prof. Richard Wiseman


Kitabın Adı : 59 Saniye

Kitabın Yazarı : Prof. Richard Wiseman


Benjamin Franklin Etkisi: İyilik Yapma Dürtüsü

İyilik Yaptığımız İnsanları mı Severiz, Sevdiğimiz İnsanlara mı İyilik Yaparız?

İyilik yaptığımız kişilere daha çok bağlanıyoruz. Buna, bu fenomeni keşfeden ilk kişi Benjamin Franklin olduğu için buna Benjamin Franklin Etkisi deniliyor.

On sekizinci yüzyılda, Amerikalı bilim insanı ve siyasetçi olan Benjamin Franklin, Pennsylvania eyalet meclisinin ikna edilmesi güç ve inatçı bir üyesinin işbirliğini kazanmak istedi. Adama yalvarmak yerine, Franklin tamamen farklı bir yol izlemeye karar verdi.

Adamın kütüphanesinde nadir bulunan ilginç bir kitabın bir nüshasının olduğunu biliyordu. Adama kitabı birkaç günlüğüne ödünç alıp alamayacağını sordu.

Adam bunu kabul etti ve Franklin’in ifadesiyle “Bir sonraki görüşmemizde benimle konuştu, daha önce bunu hiç yapmamıştı, üstelik büyük bir kibarlıkla ve takip eden dönemde her konuda beni desteklemekten kaçınmadı.”

Franklin, kitap ödünç alma tekniğinin başarısını basit bir kurala dayandırmaktaydı:

“Size bir kez iyilik yapan, onu bir daha hiç zorlamanıza gerek kalmadan bir kez daha yapmaya hazır olacaktır.”

Başka bir deyişle, bir kişinin sizi sevme olasılığını artırmak için size bir iyilik yapmasını sağlayın.

Yüz yıl sonra, Rus roman yazarı Leo Tolstoy da aynı fikri şu cümlelerle dile getirdi:

“İnsanları bize yaptıkları iyiliklerden dolayı değil, biz onlara iyilik yaptığımızda daha çok severiz.”

1960’lı yıllarda, psikologlar Jon Jecker ve David Landy, bu 200 yıllık tekniğin yirminci yüzyılda hâlâ işe yarayıp yaramadığını keşfetmeye karar vermişlerdir.

Bir deneyde, katılımcılara bir miktar para kazandırılmıştır. Laboratuvardan ayrılmalarının ardından, bir araştırmacı bazı katılımcıları yakalamış ve para sıkıntısı çektiğini söyleyerek onlara parayı geri verip veremeyeceklerini sormuştur.

Bölüm sekreterliği yapan ikinci bir araştırmacı ise diğer katılımcılara giderek aynı talepte bulunmuş ama bu sefer psikoloji bölümünün deneyin masraflarını karşıladığını ve bölümün para sıkıntısı çektiğini söylemiştir.

Daha sonra, katılımcıların hepsinden her bir araştırmacıyı ne kadar sevdiklerini değerlendirmeleri istenmiştir.

Franklin ve Tolstoy’un onca yıl önce öngörmüş olduğu gibi, katılımcılar kişisel olarak yardım ettiklerini düşündükleri araştırmacıyı daha çok sevmişlerdir.

Kulağa tuhaf gelse de “Franklin Etkisi” denen bu ilginç olgu teorik açıdan doğrudur. Çoğu zaman, insanların davranışları duygu ve düşüncelerinden kaynaklanır.

Özetle, insanları sizi sevmeye teşvik etmek için onlardan yardım isteyin.

Şu durumda, Balzac’ın: “İnsanlara, onları size nankörlük yapmaya mecbur bırakacak kadar büyük iyiliklerde bulunmayın.” sözü de, yerine oturuyor sanırım.

İyilik dürtünüzü, kendi çıkarları için kullanmak isteyen insanlara karşı bilinçli olmanız dileğiyle…

KAYNAKÇA:

Yazı, Prof. Richard Wiseman’ın “59 Saniye” adlı kitabından alıntılanarak hazırlanmıştır. (İyilikler, Gülünç Durumlar ve Dedikodu / sayfa 60-61)

22 Şubat 2020 Cumartesi

Reed (Dil Kontaklı, Manyetik) Röle Nedir? Çalışması ve Özellikleri Nelerdir?


Reed (Dil Kontaklı, Manyetik) Röle Nedir? Özellikleri Nelerdir?


A- Reed Röle Nedir?

Cam gövde içine konmuş minik kontaklara sahip elemanlara reed röle denir.

Reed röleler mıknatıs gibi manyetik alan oluşturan elemanlarca kontrol edilebilen manyetik kontaklardır.

Temel olarak reed röle içinde gaz olan bir tüpün içinde 2 adet kontağın bulunmasıyla oluşturulmuş bir anahtarlama elemanıdır.

Reed rölelerde kontakların konumu doğal mıknatısla ya da elektromıknatıs ile değiştirilebilmektedir. 

B- Reed Rölenin Yapısı Nasıldır?

Reed rölelerde havası alınmış şeffaf cam ya da başka bir maddeden yapılmış olan muhafaza içinde bulunan kontakları Nikel – Demir alaşımından yapılır.

Demir-nikel alaşımı mini kontakların konumu sabit mıknatıs ya da elektromıknatısla değiştirilir.

Reed röle; uygulanan bir manyetik alan tarafından çalıştırılan bir elektrik şalteridir. Bell Telefon Laboratuvarlarında 1936'da Walter B. Ellwood tarafından icat edilmiştir.

En basit ve en yaygın haliyle, hava geçirmez bir şekilde kapatılmış cam zarfın içindeki bir çift ferromanyetik esnek metal bağlantıdan oluşur.

Uygulamada kullanılan reed rölelerin kontaklarının çekme ve bırakma zamanı 0,5 milisaniye, çalışma sayısı ise 1-2 milyon adet dolayındadır. Bazı model reed rölelerde akım geçişini kolaylaştırmak amacıyla kontakların bulunduğu bölüm %97 azot ve %3 hidrojen karışımı gaz ile doldurulmaktadır.

C- Reed Röle Kullanım Alanları Nelerdir?

Reed röle yanına yaklaşan bir mıknatısın, röle kontaklarını çekmesiyle çalışır.
Reed rölenin kullanım alanlarının başında hırsız alarm sistemleri gelir. Güvenlik amaçlı alarm sistemlerinin kimi modellerinde reed röleler kullanılmaktadır. Örneğin giriş kapısına reed röle (bazen reed sensör diye de geçmektedir) ve mıknatıs yerleştirilmekte, kapı açıldığında mıknatıs röleden uzaklaştığı anda kontak konumunu değiştirmekte ve dijital temelli ana devre uyarılmaktadır.

Çok katlı konutlara kurulan asansörlerin istenen katta durabilmesi için eskiden sınır anahtarları kullanılıyordu. Ancak daha düzgün çalıştığı için reed röleli yaklaşım anahtarı ve mıknatıstan oluşan algılama düzeneği de kullanılmaya başlanmıştır. Bu sistemde reed röleli eleman sabit durmakta, asansör kabinine bağlı olan mıknatıs manyetik alan ile kontakların konum değiştirmesini sağlamaktadır.

D- Reed Rölenin Çalışma, Prensibi Nasıldır?

Çeşitli hobi ve endüstriyel uygulamalarda kullanılabilir. Normal durumda açık devre (kesimde) halinde bulunur. Manyetik alana maruz kaldığında iletime geçer.

11 Şubat 2020 Salı

Körleşme (Elias Canetti) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Körleşme

Kitabın Yazarı : Elias Canetti

Kitap Hakkında Bilgi :

Dünya edebiyatının başyapıtlarından biri olduğu tartışmasız kabul edilen Körleşme, Almanya'da edebiyatın, politikanın kirli gölgeleri altında yitip gitmeye yüz tuttuğu bir dönemde yazılmıştır. Ancak, Elias Canetti kurguladığı zaman ve mekân, kullandığı dil ve üslup, karakterlerindeki soyutlamanın isabetliliği ve bunları aktarmadaki başarısı sayesinde sınırları aşmış, evrenselliğin en üst boyutlarına ulaşmıştır.

Çoktandır kendi fildişi kulesine çekilmiş bir aydının trajedisinde cisimleşen Körleşme, insanoğlunun kendi eliyle kurduğu, sonra da kendisine yabancılaşmış, düşman kesilmiş bulduğu dış çevreyi, son derece özgün bir biçimde ve en uçta sayılabilecek araçlarla tasvir etmeyi başarıyor.

İnsanın gerçeklik karşısında ne ölçüde körleşebileceğini, her dönemde ve her toplumda rastlanabilen "aymaz" aydın karakterinde ustalıkla yansıtan Canetti, düşünce ile gerçeklik arasındaki kopuşun hikâyesini anlatırken yarattığı dehşet atmosferiyle okuru derinden sarsıyor.

Kitabın Özeti :

Kitabın ilk adı olan Kant Ateşi Yakalıyor, kitabın kahramanı Prof. Peter Kien de Kant'ı simgelemektedir. Eserin Almanca adı Die Blendung, Kamaşma demektir. İngilizce çevirisine konulan isim Auto De Fa - Ateşte Yakarak İdam Cezası, Amerika çevirisine konulan isim, Towers Babel - Babil Kulesidir.

Kitap üç bölümden oluşmaktadır.

Kitabın ilk bölümünün adı Dünyasız Bir Kafa.

Uzun boylu, zayıf bir adam olan Profesör Peter Kien, tüm dış dünyadan soyutlanmış bir şekilde kendine yirmi beş bin kitaptan oluşturduğu kalesinde yaşamını sürdürmektedir. Dış dünyadan, cahil ve bilgi kırıntısına bile sahip olmayan bu insan topluluğundan öylesine tiksinmektedir ki tam anlamıyla toplumdan izole olmuştur. Ne bir dostu ne bir arkadaşı ne de bir sevgilisi vardır. Tek akrabası olan kardeşi ile bile görüşmemektedir.

Profesör Peter Kien, insanlardan uzak durma kararının doğruluğuna o kadar inanmaktadır ki üstün bilgilerini paylaşmak için bile olsa insanlarla etkileşime girmez. Öyle ki kendisinin büyük bir sevecenlikle karşılanacağı, ününden dolayı büyük saygı görüleceği ve insanların merakla her seferinde dahil olup olmayacağı üzerine bahse girdikleri o kongrelere hiç teşrif etmezdi.

Profesör Peter Kien, kendi araştırmasını okumal üzere birini gönderir ve yılların geleneğini hiç bozmayıp topluluklara asla dahil olmazdı. Kendisi çok uzun saatler çalıştığı ve okumalar yaptığı için evde yardımcı birine ihtiyacı vardı. Gazeteye verdiği ilan sonucu Therese isimli bir kadın yanında çalışmaya başlamıştır. Therese, orta yaşlı geçimini temizlikçilikle sürdüren cahil denebilecek düzeyde eğitimsiz ve paragöz kadının biridir. Profesör Peter Kien, kendi dünyasına dahil etmek zorunda kaldığı bu kadının kitaplarına olan özeninden çok memnundu. Kadın, kitapları tek tek siliyor, tek bir toz bırakmıyor hatta kitaplara eldivensiz bile dokunmuyordu.

Kitabın ikinci bölümünün adı Kafasız Bir Dünya.

Profesör Peter Kien, öldükten sonra kitaplarına ne olacağı konusunda derin endişelere sahiptir. Kitaplarının dağılmasından ve tüm o tiksindiği ayak takımının eline düşmesinden çok endişelidir. Bunun üzerine hayatının hatasını yapan Profesör Peter Kien, 8 yıldır ona hizmet eden Therese ile evlenmeye karar verir. Evliliğin normal bir sevgi bağına dayanmadığı iki taraf açısından da biliniyordu. Birisi geleceğini garanti altına almak amacıyla diğeri kitaplarının kaderini grantiye almak amacıyla bu evliliği gerçekleştirmiştir.

Başta her şey aynı düzeninde sürerken Profesör Peter Kien bu kadının gittikçe büyüyen varlığına dayanamamaya başlar. Evden dışarıda daha fazla vakit geçirip akşamları da içen Profesör Peter Kien, karısının varlığına körleşip yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Therese ise kocasının parasını çarçur ettiğini ve önceden iki satır karalayarak kazandığı parayı bile artık kazanamadığını düşünmektedir. Böyle giderse sonunda bütün paralarının tükenip düşkünler evine gideceklerinden korkmaktadır. Düşkünler evine gitmesi gereken Therese değil, bütün parayı çarçur eden kafayı kitaplarıyla bozmuş bu zavallı adamdan başkası değildi.

Therese, sonunda Profesör Peter Kien’i kapının önüne koydu. Profesör Peter Kien, bir diğer körleşmeyi yaşadığı evinin yani kitaplarından kurduğu kalesinin içine almadığı, kapının önünde bıraktığı tüm o düşkün ve aciz insan topluluğu ile bir arada yaşamak zorunda kalır. Profesör Peter Kien, Cennetin Yıldızları isimli bir pavyonda daha önce karşılaşmayı hayal bile edemeyeceği insanlarla bir araya gelmiştir. Bu bölümde öne çıkan karakterlerden biri de Amerika’ya gidip oyuncu olma hayal olan cücedir. Cüce, Therese’den bile daha paragözdür ve Profesör Peter Kien’in başına türlü türlü işler açar.

Kitabın son bölümünde kardeş Kien yani Georges kitaba dahil olur. Kien’in akıl sağlığı günden güne bozulurken akıl hastanesinde müdürlük yapan doktor kardeşinin çözümlemeleri destanlar üzerinden yapılan göndermeler kitabın bu bölümünde öne çıkmaktadır. Therese’nin varlığı bile Profesör Peter Kien için büyük sancılara sebep olmaktadır. Kardeşinin de yardımıyla Profesör Peter Kien bir süredir uzak kaldığı ve kafasında oluşturduğu kitaplarına ve evine kavuşur. Fakat ruh sağlığı öylesine bozulmuştur ki Profesör Peter Kien başlattığı bir yangında kendi varlığına ve kendini oluşturanan kitaplarının varlığına son verir.

Profesör Peter Kien, kendisine kafasının içinde bir dünya oluşturmuşturr fakat oluşturduğu kafasına bir dünya bulamamıştır. Bilgiye olan aşkı onun yalnızlıktan kalesinin asma kilidi olmuştur ve sosyal açıdan eksik bir insan yapmıştır.

Yazar Elias Canetti, sınıfsal farka bu farkın altını çizen tüm o aydın kesme Kien üzerinden göndermelerde bulunmuştur. Önce gözünü kapatarak görmezlikten gelmeyi sonra kulaklarını kapatıp duymazlıktan gelmeyi ve en son da tepki dahi veremeyeceği bir ketlenme evresinde insanın yaşamının son bulduğunu fakat bu yaşamın kimseye dokunmadan geçirilen beyhude bir zaman olduğunu ifade etmektedir. Tüm bildiklerimiz ve kendimize kattıklarımız ancak diğerleriyle bir aradayken anlamlıdır. Sırça köşklerimizde sürüp giden yaşamlarımız insanın duygusal sakatlığının yansımalarından başka bir şey değildir.

Beni Ödülle Cezalandırma (Özgür Bolat) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beni Ödülle Cezalandırma

Kitabın Yazarı : Özgür Bolat

Kitap Hakkında Bilgi :

Çocuk Eğitiminde Doğru Bildiğimiz Yanlışlar! Acaba ödülle ilgili tüm bildiklerimiz yanlış mı?

- Ödül, neden motivasyonu düşürür?
- Ödülle değerler neden öğretilemez?
- Ödül, yaratıcılığı neden olumsuz etkiler?
- Ödül, yapay sevginin bir göstergesi midir?
- Ödülle büyüyen çocukları ne tür tehlikeler bekler?
- Mutlu ve başarılı bir çocuk gerçekte nasıl yetiştirilir?

Bunun gibi merak edilen birçok sorunun yanıtını eğitim bilimci Dr. Özgür Bolat, son 70 yılda yapılan bilimsel araştırma ve gerçek vakalarla net bir şekilde ortaya koyuyor.

Dr. Özgür Bolat, sadece ödülün görünmeyen gizli zararlarını anlatmıyor; bizlere bir model, pratik çözümler ve uygulamalar öneriyor.

Kılavuz niteliğindeki bu kitabı okuduğunuzda mutlu, özgüvenli, sorumluluk sahibi ve başarılı bir çocuk yetiştirmek için önemli bir adım atmış olacak, çocuğunuzla ilişkinizde anlamlı değişiklikler yaşayacaksınız.
Dr. Özgür Bolat / Eğitim Bilimci

Kitabın Özeti :

Kitabı iki kısımdan oluşmaktadır. On altı bölüme ayrılan ilk kısımda ödülün etkileri anlatılmaktadır. Beş bölümlük ikinci kısımda ise ödül vermek yerine ne yapılması gerektiği anlatılmaktadır. Kitap çeşitli konularda yapılmış olan deneyleri ve bu deneyler üzerinde yorum yaparak konuları açıklıyor. Ayrıca bölüm sonlarında maddeler halinde özetler de yer almaktadır. Bu özetler hem konunun pekişmesini sağlamakta hem de en önemli noktalara dikkat çekmektedir. Konu anlatımları arasında ve bölüm sonlarında sorulan sorular anlatımı çeşitlendirirken okurun dikkatini canlı tutmakta ve konuların devamına dair okurda merak uyandırmaktadır.

Onlarca deneyi ele alan yazar, konulara sadece eğitim ve çocuklar üzerinden değil iş yaşamı ve çalışanlar üzerinden de yaklaşıyor. Bu yönüyle kitabın sadece öğretmen ve ebeveynlere değil çok daha geniş bir kitleye hitap etmesini sağlıyor.

BİRİNCİ KISIM – ÖDÜL ÇOCUKLARI NASIL ETKİLER?

Ödül, hava kaçıran bir tekerleğe sürekli dışarıdan hava vermeye benzer. En etkili eğitim ödülsüz eğitimdir.

Her insanın kabul görmeye ihtiyacı vardır ama bu yargısız olmalıdır.

İnsanlar sahip oldukları şeye hemen alışıp, o şeylerden daha az keyif almaya başlar. Buna hedonistik adaptasyon denir.

Ödüle alışan çocuğun beyni dopamin salgılamayı bırakır. Yani, o ödülden zevk almamaya başlar.

Çocuk severek yaptığı işi, ödül aldıktan sonra daha az seviyor, hatta o işe karşı olumsuz tutum geliştiriyor. Yani, ödül var olan iç motivasyonu öldürüyor.

İnsanların endişe yaşamaması için, tutumları ile davranışlarının tutarlı olması gerekir. Aksi takdirde bilişsel çelişki yaşanır. Ödül verilirse, kişide “o iş kendi içinde değerli değil” algısı oluşur.

Kişi bir işi kendi iradesiyle ve isteyerek değil de dışarıdan bir kontrol mekanizmasıyla yapıyorsa, o işten soğur. Ödül, çocuğun davranışını kontrol eden bir mekanizmadır. Aynı şekilde, denetleme, değerlendirme, hedef verme, yarıştırma, cezalandırma gibi tüm kontrol mekanizmaları iç motivasyonu olumsuz etkiler.

Ödül, amacı araca dönüştürür. Ödülle ödev yapan çocuk, ödevi araç, ödülü ise amaç olarak görür.

Bir insan hayatta olup bitenleri ne kadar kendi kontrolü altında görüyorsa, o kadar “iç kontrol odaklıdır”, ne kadar kendi kontrolü dışında görüyorsa o kadar da “dış kontrol odaklıdır”. Dış kontrol odaklı insanlar kendilerini birer piyon gibi görür. Kendilerine yabancılaşır. Başarılı ve mutlu olmak için iç odaklı olmak şarttır. Ödül, bireyleri dış odaklı yapar.

Aileler ve öğretmenler çocuklara ödül vaat ettiği an, aslında onu gizliden gizliye cezalandırmış olur. Ödül, içinde ceza barındırdığı için, ödüllendirilen çocuk kendi içinde endişe taşır. Ödül ile ceza özünde aynıdır. İkisi de kontrol mekanizmasıdır.
Ödül, bir yapay sevgi aracıdır.

Övgü için de aynı şey geçerlidir. Sürekli övgü alan ve övgüye bağımlı olan çocuk, övgü alamadığı zaman, kendisini cezalandırılmış hisseder.

Ödülün miktarı ne kadar artarsa, endişe de o kadar artar. Endişe arttıkça da performans düşer. Kişi stres yaşadığı an, beyin tehlike var zannediyor. Stres ve heyecan ne kadar artarsa, odaklanma ve muhakeme becerileri de o kadar düşüyor ve kişi olduğundan daha kötü performans sergiliyor. Her iki duygunun da altında korku yatar. Kişi korkusunu yönetebileceğini düşünürse heyecan, yönetemeyeceğini düşünürse endişe hisseder.

Ödül, mekanik işlerde performansı arttırır ama yaratıcılık ve muhakeme gerektiren işlerde artırmaz. Karmaşık, muhakeme gerektiren işler için çocuğa ödül verirseniz çocuk bu işi yapar ama düşünmeden, kendisini vermeden, mekanikmiş gibi.

İnsan davranışlarını iki tür norm yönetir; sosyal normlar ve pazar normları. Bir iş için ödül verilince, ilişkinin içine pazar normu girer. Davranışlar iyilik olmaktan çıkar, paralı hizmete dönüşür. Bu da kişilerin değerlerini öldürür. Ödül, var olan değerleri de zayıflatır.

Amaç ödül kazanmak olunca, insanlar daha çok etik dışı davranışa yöneliyor. Ödül ahlaklı olmamayı öğretiyor.

İnsanlar birbirine güvendiği zaman, mutlu oluyor. Güveni sağlayan hormon da oksitosin. Oksitosini salgılatan da ilişkiler. Yani, bir insanın ilişkileri ne kadar kuvvetli olursa, o kadar mutlu oluyor.

Testosteron hormonu salgılanınca, insanlar saldırgan oluyor ve empati kuramıyor. Ödül ve rekabet de bu hormonu salgılattığı için insanlar arasındaki ilişkiyi bozuyor.

Mutluluğun özünde kabul görmek var. Kabul gören insanlar mutlu oluyor.

Rekabet ve ödül ortamında kaybedenler, kabul görmedikleri için mutsuz oluyor, özgüvenleri sarsılıyor.

İnsanlar için en önemli değerlerden biri adalet değeri. Adaletli ortamlarda insanlar hem daha verimli hem de daha mutlu oluyor. Ama ödül kurumlardaki adalet duygusunu öldürüyor çünkü ölçütler subjektif olduğu için, ödül adaletsizlik yaratıyor.

Bir sorun, onun ana kaynağı anlaşılmadan çözülemez. Belirtiyi değil de asıl sorunu çözmek gerekir. Asıl sorunla uğraşmak istemeyenler, kısa yoldan çözmek için ödül kullanır.

İKİNCİ KISIM – ÖDÜL YERİNE NE YAPMALI?

“Koşulsuz ebeveynlik” prensibini uygulamak çok önemli.

Ödül vermek yerine kök sorunu çözmek gerekir.

Ailenin ihtiyaçları değil çocuğun ihtiyaçları ön planda olmalıdır.

Çocukla bir sorun yaşıyorsak, yapılması gereken çocuğu değil kendimizi değiştirmektir. Bu değişim, sadece davranış düzeyinde değil, düşünce düzeyinde olmalıdır.

Önemli olan çocukta davranışı belirleyen temel bir değerler sistemi oluşturmaktır. Bu da kontrol mekanizmaları ile değil, model olarak oluşturulur.

Çocuklar söylenenleri değil, gözlemlediklerini yaparlar. Aslında çocuk ailesinde gördüğü, ailenin de kendisinin farkında olmadığı bir tutumu sergiliyor olabilir.

Aile ödül vermek yerine, kendini analiz ettiği ve çocuğuyla etkinlik yaptığı zaman, çoğu sorun çözülür.

Çocukla gerçek ilişki kurmak, onun gelişiminden çok daha önemlidir. İlişkisi zayıf olan çocuk, başarılı olsa da mutlu ve huzurlu olmakta zorlanır.

Dört adımlı bir yöntem var: PİDE. (Perspektif-İhtiyaç-Duygu-Emek). İlk olarak çocuğun bakış açısını anlamak gerekir çünkü ona göre her davranışı çok mantıklıdır. İkinci olarak onun ihtiyacını anlamak gerekir. Üçüncü olarak ihtiyacın temelindeki duyguyu keşfetmek gerekir. Bunları yaptıktan sonra da son olarak çocukla ilişki kurarak beraber çözüm üretilir.

Birey geliştikçe iç motivasyonu artar. Yaptığı işten keyif alır. Bunun için de çocuklar kendi seviyelerinin biraz üstünde işler yapmalıdır. Gelişim ihtiyacını, geribildirim ve öz değerlendirme artırır.

Ama bazen amaç çocuğu geliştirmek değil, onunla ilişki kurmaktır. Bu durumda da yapılması gereken, çocuğa ilgi soruları sormaktır. Çocuk yaptıklarını anlattıkça o işten keyif alır.

Çocuğa sorumluluk kazandırılırsa kontrol edilmesine gerek kalmaz. Bunun yolu demokratik aile olmaktır. Hem çocuğa bir düzen sunmalı hem de özerklik verilmelidir. Bunu yapmanın da üç temel adımı vardır. İlk önce evde kurallar ve rutinler yoluyla düzen kurulacak, daha sonra da bu düzen içinde çocuğa seçme hakkı verilecek. Çocuk kurallara uymazsa ödül ya da ceza olmayacak, problemin temeli anlaşılıp çözülecek. Problemi çözme sorumluluğu ailenin rehberliğinde çocuğun olacak. Problemi çözmek mümkün değilse, çocuktan kurala uyması istenecek ama bu durumda onun duygusu onaylanacak. Çocuk tüm bunlara rağmen sorumluluğunu yerine getirmezse, yine ödül ve ceza olmadan, davranışın bedeli ödetilecek.

Bedel, davranışın doğal sonucudur. Cezadan çok farklıdır.

10 Şubat 2020 Pazartesi

Akım Kaynağını Gerilim Kaynağına Dönüştürme Örnek Problem Çözümü

AKIM KAYNAĞINDAN GERİLİM KAYNAĞINA DÖNÜŞÜM

Akım kaynağından gerilim kaynağına dönüştürülürken gerilim kaynağının değeri ohm kanunundan yaralanarak bulunur. Gerilim kaynağının iç direnci ise akım kaynağının iç direncine eşit olduğundan değeri aynı fakat bağlantı şekli seri olacaktır.


Örnek :

Devredeki akım kaynağının akımı 15mA, iç direnci Riç = 3kΩ, yük RL = 6kΩ olduğuna göre bu akım kaynağını gerilim kaynağına dönüştürerek devreden geçen akımı hesaplayınız.


V=I.Riç
V=15mA.3kΩ
V= 0,015.3000
V=45volt

Rt=Riç+RL
Rt=3kΩ+6kΩ
Rt=9kΩ

I=V/Rt
I=45/9kΩ
I=45/9000
I=5mA

Gerilim Kaynağını Akım Kaynağına Dönüştürme Örnek Problem Çözümü

GERİLİM KAYNAĞINDAN AKIM KAYNAĞINA DÖNÜŞÜM

Gerilim kaynağını akım kaynağına dönüşüm yapılabilir. Bu dönüşüm esnasında kaynağın iç direncinin omik değeri değişmeden iç direnç gerilim kaynağına seri bağlı durumdayken akım kaynağına paralel bağlanır. Akım kaynağının akım değeri ohm kanunundan I=U/Riç formülünde değerler yerine konularak bulunur. Bu ifadelerimiz aşağıdaki şekilde gösterilmiştir.


Örnek :

Gerilim değeri 10 volt, iç direnci Riç = 2 ohm olan bir gerilim kaynağını akım kaynağına dönüştürünüz.


Dirençlerin Sıcaklıkla Değişimi Nasıl Olur? Örnek Çözümlü Problem

DİRENCİN SICAKLIKLA DEĞİŞİMİ

İletkenin direnci, sıcaklıkla doğru orantılıdır. Buna göre sıcaklık arttıkça iletkenin direnci de artar. Devre dizaynlarında, dirençler bir bir hesaplanır öyle seçilir. Bu nedenle direnç çok hassas bir noktada bağlı ise ve içinden geçen akım sonucu ısınarak değeri değişmiş ise, devrenin çalışması etkilenebilir. Dirençlerin üzerinde belirtilen omik değer, oda sıcaklığındaki (20 derece) direnç değeridir.
Metallerin direnci, 0 (sıfır) derece ile 100 (yüz) derece arasında doğrusal olarak değişir. Aşağıdaki şekilde metallerin direncinin sıcaklıkla değişmesi görülmektedir.


Yukarıdaki şekilde R1 bir direncin t1 sıcaklığındaki değeri, R2 ise aynı direncin t2 sıcaklığındaki değeridir. Görüldüğü gibi sıcaklık arttıkça direncin omik değeri artmıştır. Her metalin bir T katsayısı vardır. Bu, teorik olarak o direncin değerinin sıfır ohm olduğu sıcaklık değeri demektir. Aşağıdaki tabloda çeşitli iletkenlerin T katsayıları verilmektedir.


Bu formülde ki harflerin anlamlar;
T: Metalin katsayısı
t1: Birinci sıcaklık
R1: Direncin t1 sıcaklığındaki değeri
t2: İkinci sıcaklık
R2: Direncin t2 sıcaklığındaki değeri

Örnek:

Bir bakır iletkeninin 20 derecedeki direnci 5 ohm dur. Bu iletkenin 50 derecedeki direncini bulunuz.

Çözüm:

Bakırın T katsayısı 235 tir. Bu değerler formülde yerine konulursa;

olarak bulunur.

Veba Geceleri (Orhan Pamuk) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Veba Geceleri Kitabın Yazarı: Orhan Pamuk Kitap Hakkında Bilgi: Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 190...