4 Eylül 2018 Salı

İngilizce Deyimleri Ortaya Çıkaran Tarihsel Olaylar


1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı . Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.

Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh hold' (saman tutan; Türkçesi eşik)


Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu... Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.
Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük
(peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin kaynağı budur.

Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.

Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.

Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı . Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da ölü zilci (dead ringer) olurdu.

Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı. Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış Pennsylvania ve Virginia eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14. Louis, gününün belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de buradan yürütürdü.

1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti...

Dr. Ali Erkan Balcı

Helikopter Ebeveynlik, Özellikleri Çocuklarımıza Etkileri Nelerdir?


Küçük bir çocuk annesini tanımlarken şunu söylemiş "Annem, tıpkı bir helikopter gibi sürekli başım etrafında dönmekte"...

Helikopter ebeveyn, 1969 yılında Psikolog Haim Ginott'un, psikoloji literatürüne kazandırdığı bir kavram.

Danışanlarından küçük bir çocuk annesini tanımlarken helikoptere benzetmesi nedeniyle literatüde yerini helikopter ebeveyn olarak almış. Buradan helikopter ebeveynlerin çocuklarına çok yakın olduğu, hatta gereğinden fazla yakın olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Adından da anlaşılacağı gibi Helikopter Ebeveynlik çağımızın büyük bir sorunudur. Yaşam şartları, eğitim politikaları, sınav sistemleri ve gelecek kaygısı gibi faktörler; çocukları için aşırı derecede endişe eden kontrolcü, mükemmeliyetçi ve müdahaleci aile bireylerinin ortaya çıkması ile sonuçlanmıştır.

Çocuklarından yüksek başarı bekleyen, sürekli çocuklarının etrafında pervane olan ebeveyn tutumudur. Helikopter ebeveynlik özelliklerine sahip çocukların, aileleri tarafından aşırı derecede ilgi görüyor olmaları olumsuz sonuçlar ile neticelenmektedir.

Helikopter ebeveynlerin, 5 tane belirgin özelliği var.

1. Çocuklarının üzerinden ayrıl(a)mazlar.

Helikopter ebeveynler, çocuğunu kesinlikle yalnız bırakamazlar. 7/24 çocuğundan bahsederler. Parkta, sokakta, alışverişte adeta güvenlik görevlisi veya yakın koruma gibi tetiktedir. Her türlü aksaklık düşünerek önlem alır

2. Helikopter ebeveynler çocuklarının yapabileceği işleri kendisi gerçekleştirir.


Örneğin ilkokula hatta ortaokula giden çocuklarının odasını toplamaları düşünülemez bir durumdur. Kendisi toplar. Örneğin okul çağındaki çocuğun giysilerini annesi-babası giydirir. Çocuğun, kendini gerçekleştirmesine izin vermeyecek kadar çok endişeli ve kaygılıdır.

3. Çocuğuna aşırı odaklıdır. 

Örneğin, parkta sadece onu takip ederken, yanındaki hiç kimseyle konuşamaz, sohbet edemez. Çünkü çocuğunun başına birşey gelme ihtimalinden çok kaygılanmaktadır. Sürekli tetikte ve gergindir. Çocuğunun ödevi, çocuğun piyano kursu, çocuğunun okul etkinlikleri herşeyden çok öncedir ve ailenin başka bir şey yapmasını, hatta sosyalleşmesini engeller.

4. Sürekli çocuklarını düşünüp kaygılanırlar.
 

Çocuklarıyla ilgili bir soru sorulduğunda veya konu açıldığında mutlu ifadesi yerine kaygılı bir ifade taşırlar. Gelecek kaygısı yaşarlar ve çocuklarının ekonomik anlamda güçlü olacaklarını düşünürler. işsizlik korkusu taşırlar ve ilkokul çağından itibaren çocuklarının işsiz kalabileceğini, düşünürler. başarısızlık korkusu yaşarlar. Çocuğunun düşük not alması, satranç turnuvasında derece alamaması, resminin panoya asılamaması helikopter ebeveyni çok korkutur. Kendi çocukluk geçmişiyle çocukların şimdiki zamanlı kıyaslar. Bu daha çok telafi çabası gibidir. Ben okuyamadım o okusun. Ben takıma seçilemedim o seçilsin. Ben başarılı olamadım o derece yapsın... gibi

5. Aşırı koruyucu ve kontrolcüdürler.


Çocuğunun parkta oyun oynamasını kısıtlarlar. çocuğunun odasında özgürce oyun oynamasını kendi düzeni kurmasını engellerler çocuğun günlük rutinini kırması ve korumasına yardımcı olamazlar. aşırı yoğun programları nedeniyle spontane yaşayamazlar. çocuklarının mutsuz olmasını acı çekmesini de öfke duymasını veya yoksunluk yaşamasını asla ve asla kabul edemezler. Mutsuz olmamaları için yalan söyleyebilirler. Acı çekmemeleri için gerçekleri değiştirmeye çalışırlar. Okuldan, onları aldığında, ama tartışmasız şekilde suçlu okuldur. arkadaşıyla tartıştığını da, ama mutlaka arkadaşı bir hata yapmıştır ki kavga etmişlerdir. Bu inançtan dolayı helikopter ebeveynler, kişilerle ve kurumlarla çatışmaya girmekten geri durmazlar. çocuğunun kusurlu hatalı davranabileceğini kabul edemezler. Okulla ilgili her türlü detay'dan haberleri vardır. detayların tamamını çocuğu için düşünür ve planlarlar.

Helikopter Ebeven Özelliklerine Sahip Bireyler

* Genellikle az çocuklu 1 veya 2 çocuklu ebeveynlerdir.

* Çocukların etrafında pervane olan, sürekli çocuklarının birşeylerini eksik yapmış olabilme ihtimali üzerine yaşayan ve bu durumu kendilerine gereksiz yere sıkıntı vekaygı haline getiren ebeveynler
* Her ortamda çocuklarından bahseden ve bahsedemeden duramayan ebevenler.
* Çocuğun sıkılmasına olanak vermeden sürekli çocuğun her anını etkinliklerle doldurmaya çalışan ebevenler.
* Çocuğun ödev ve sorumluluklarını çocuğun yerine yapmayı üstlenen ebevenler
* Çocuğun okul içinde yaşadığı durum ve problemleri, okul öğretmenini ve çocukların ailelerini rahatsızlık verecek ölçüde şikayette bulunan ve sorunları çocuğun yerine çözmeye çalışan ebevenler.
* Karnı veya başı ağrıyan çocuğunun yerine;” Karnımız eğrıyor, bugün biraz başımız ağrıyor, bugün çok ateşlendik” gibi çocukla birlikte sağlık sorunu yaşıyormuşçasına yorumlar yapan ebeveynler.
* Sürekli başarı odaklı çocuk yetiştirmek isteyen ve çocuğun her anına müdahale eden ve çocuğa kendi insiyatif ve isteklerini oluşturmayan ebeveynler.

* Çok fazla kontrolcü, mükemmeliyetçi ve çocuğun her anına her karesine nüfuz eden ebeveynler

Helikopter Ebeveynlerin Çocuklarında Ortaya Çıkan Sorunlar

* Çocukların bir sorun karşısında yoğun kaygı yaşamaları
* Fizyolojik bir durum aranmaksızın, sürekli karnının ve başının ağrıması, miğde bulantısı yaşaması
* Arkadaşları ile bir sorun yaşadığı zaman, sorunu kendi başına çözme insitaifini oluşturmakta sorun yaşaması
* Sosyal iletişim becersi kurarken, bir problem karşısında baş etmekte zorlanma
* Kendilerine güvenerek sorumluluk alma becerileri düşük, risk almakta zorlanan bireylerdir

* Anne ve babadan ayrıkmakta ve ayrışmakta, birey olmakta zorlanma
* Çocuklarda öfke kontrol problemi,kızgınlık hali, ebeveyn ile sürekli uyumszuluk ve çatışma hali

* Depresyon ve kaygı bozukluğu

Felaket Yönetimi: Estonya Feribotu Sendromu - Kazası 1994


Felaket Yönetimi: Estonya Feribotu Kazası 1994

Modern deniz tarihinin en büyük kazası, 28 Eylül 1994 yılında Baltık Denizi’nde yaşandı. 

1980 yılında Almanya Mayer Werft tersanesinde inşa edilen Estonya Feribotu’nun batmasıyla 852 yolcu öldü. 137 kişi bu kazadan kurtuldu. 

Kıyıya yakın bir mesafede su alması nedeniyle yatarak batan feribot, sadece gemi mühendisleri tarafından değil, aynı zamanda kazada ölümlerin nedeni açısından davranış psikolojisi uzmanlarınca da yıllarca incelendi. 

İnsan davranış psikolojisi uzmanları, bu kazada ölen 852 yolcunun neden kurtulamadıklarını araştırdı. Aileleriyle görüşüp, geçmişlerini incelediler. 

Ölenlerin % 98’inin çok iyi yüzme bildiklerini belirleyen uzmanlar son olarak kazadan kurtulanlarla görüştüler. Ortaya çıkan sonuç şuydu: 

Feribot, 28 Eylül’de gece saat 00.50’de, sert dalgalar nedeniyle su almaya başladı. 

Feribota giren sular 50 santim yüksekliğe ulaştı ve feribot yan yatmaya başladı. 

Su miktarının artmasıyla birlikte tahliye işlemi başladı. 

Ancak 987 yolcudan sadece 137’si su almaya başlar başlamaz hemen feribotu terk etti. 

Geri kalan 852 yolcu ise, gemi kaptanının “panik yapmayın, dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanarak, su boşaltma işlemini izlediler. 

Saatler ilerledikçe, feribot daha da yan yattı ama 852 yolcu izlemeye devam etti. 

Sonunda saatler 01.50’yi gösterirken tamamen yan yatarak sulara gömüldü. 

Feribotun su aldığını ve yan yatmaya başladığını görmelerine rağmen, son saniyeye kadar rahat rahat batışı izleyenler, psikoloji ders kitaplarında “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer almıştır. 

Halen o insanların davranış şekillerine psikoloji ilmi (mensupları), mantıklı bir izah getirememişlerdir.”

Toplu davranış, denebilir.

Kaptana / uzmana güven, denebilir.

Genel panik şoku, denebilir.

Felaketten kurtulurken rahatının kaçacağını, ıslanacağını düşünmüş olabilir.

Birileri gelir bizi kurtarır diye düşünmüş olabilir.

Ancak asıl soru şu:

Başımıza gelen felaketlerde biz nasıl davranıyoruz?

Gerekli tedbirleri alıyor muyuz? 

Yoksa kendi felekatimizi kayıtsızca seyrediyor muyuz?

3 Eylül 2018 Pazartesi

Dunning–Kruger Sendromu Nedir? Cehalet ve Bilginin Özgüvene Etkisi, Bu İnsanların Özellikleri


"Dunning–Kruger etkisi" ya da "Dunning–Kruger sendromu", Cornell Üniversitesinin iki psikologu Justin Kruger ve David Dunning’in tanımladığı bir algılamada yanlılık eğilimidir.

Cornell University’de görevli psikologlar Justin Kruger ve David Dunning’in tarihe geçmelerine ve 2000 yılında Nobel almalarına neden olan tanı, “Cahil cesareti” olarak tanımlanıyor. Teorileri özetle, “cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır” diyor.

Bizde de bu etkiyi anlatan çok güzel deyim ve atasözleri mevcut. Mesela "cahil cüretkar olur kendini alim sanır" demiş atalarımız ya da "boş başak dik durur dolu başak eğik durur" demişler. Özgüven zehirlenmesi tabiri de bu etkiyi izah eden deyişlerden ya da "kifayetsiz muhteris".

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmalarıhalinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise "en alçakgönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıtverdiklerini düşünüyorlardı.


Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve yaptıklarını  övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!

Dunning–Kruger sendromu bulguları

-Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

-Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

-Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.

-Nitelikleri, eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Dunning–Kruger sendromu olan insanların özellikleri

1. Her şeyi en iyi kendilerinin bildiklerini iddia ederler.

"Biz biliriz", "en iyi biz biliriz"," tabii ki biz biliriz", vb. sözleri bu kişilerden sıkça duyarsınız.

2. Bilgiyi, eğitimi aşağılama eğilimindedirler.


Mesela bir kişinin 3 dil bilmesini, üniversite mezunu olmasını, hatta profesör olmasını kötü bir şeymiş gibi gösterme eğiliminde olurlar. Bilginin aşağılanacak bir şey olduğunu savunurlar ve çevresindekileri de buna inandırmaya çalışırlar.

3. Bu kişiler çok gürültü patırtı çıkarır, bu gürültü içerisinde çok iş yaptığı havası estirmeye bayılırlar.

Mesela bir kişi sizin verdiğiniz 10 lira ile bir başka kişiye 1 liralık yardımda bulunur, ama sizin verdiğiniz 10 liranın 100 katı gürültü çıkarır. Dünyanın en büyük işini yapmış gibi davranır. Daha genelleştirirsek, yapması gerekeni yapıp, sanki bu ilk defa onun aklına gelmiş gibi ortalığı ayağa kaldırır.

4. Her şeyi kendisi halletmek ister.
Kişi ne kadar az bilgi sahibi ise, her alana el atması o kadar büyük olur. Bir alanda uzman kişiler, kendi alanlarının dışındaki işleri uzmanlarına bırakma eğilimindeyken, bu sendromdan muzdarip kişilerin matematikten mimariye, kimyadan sağlığa kadar her alanda üstün fikirleri vardır ve kendilerine sorulmadan yapılan her iş biraz eksiktir.
5. Her şeye hazırlıklıymış gibi davranmaya bayılırlar.

Hakkında hiçbir fikri olmayan, öngöremediği olaylar karşısında bile sanki bu olayı yıllar öncesinden görmüş gibi davranmayı severler. Hiçbir hazırlığının olmadığı konularda sanki bunun geleceğini biliyormuş da ona göre hazırlıklarını yapmış gibi hareket etmeye düşkündürler. Sizi de buna inandırmak için çırpınırlar.
6. Üstlerine karşı saygıda asla kusur etmezler ama altındakileri ezme konusunda üstlerine yoktur.

Gücü gücüne yetene deyiminin hayata geçmiş halidir bu kişiler. Kendinden yüksek konumdakilere daima gülücükler dağıtırken, altında kalanları ezmede hiçbir beis görmezler. Ama sorduğunuzda böyle bir şeyin olmadığını iddia ederler.

7. Bugün ak dediğine yarın kara der, ama demediğini iddia eder.

Dönüşleri muhteşemdir bu kişilerin. Söylediği yalanı unutan yalancı gibi dün söylediğini bugün inkar eder, bunu yüzüne vuranları iftira atmakla suçlar, çevresindekileri de buna inandırmak için o kişiyi başka alanlardaki eksiklilkleri, zaafları ile vurmaya çalışır.

8. Başarısız olması halinde, başarısızlığını hiç yaşanmamış hale getirmeye çalışır.

Yani başarısızlığını tarihin sayfalarından silmek için elinden geleni yapar. Beşer şaşar lafı ona göre değildir, o hiç şaşmaz, şaşsa bile bunu sizin hatırlamanızı istemez. Çünkü o başarısız olamaz!
9. Kendi doğrularının, düşünce ve eylemlerinin doğruluğuna kati olarak inanırlar.

Kesinlikle yanlış yapmaları mümkün değildir. Onların inandığı, doğru kabul ettiği şeyler kesinlikle doğrudur. Bunlar yalanlanmış olsa bile, sırf kendisi inanmış olduğu için asla yanlışlığını kabul etmez, onun yerine sizi kendi yalanına inandırmak için çırpınır.

10. Herkesin gördüğü, şahit olduğu bir şeyi inkar edebilir, mesele sizi buna inandırabilmektir.

Mesela 40 kişilik bir sınıfta, 15 kişiyi hiç sevmediğini, onların rezil kişiler olduğunu söyleyen kişimiz, sınıf başkanlığına aday olduğunda, 40 kişiyi de ayrı ayrı sevdiğini iddia edecek, ama sen 15 kişi hakkında atıp tutuyordun diyenleri ise yalancılıkla suçlamakta hiçbir sakınca görmeyecektir.

Ve son olarak Dunning-Kruger etkisini destekleyen iki görüşü paylaşalım;

“Cehalet, genellikle bilgi sahibi olmaktan daha çok özgüvene sebep olur.” Charles Darwin

“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.” Bertrand Russell

31 Ağustos 2018 Cuma

Oyunlaştırma - Gamification nedir? Eğitimde Oyunlaştırma


Oyunlaştırma (Gamification) nedir?

Oyunlaştırma herşeyden önce “oyun” değildir. Ancak oyunlarda kullanılan ödüllendirme sistemleri ve rekabet unsurlarını, dijital oyun tasarım tekniklerini de kullanarak iş dünyası başta olmak üzere oyun dışı unsurlara dahil edip, onları etkileşimli ve cazip hale getirmektir.

Neden Oyunlaştırma?

Geleneksel motivasyon unsurlarının günümüz dünyasında geçerliliğinin kalmadığı bir süredir yayınlanan iş dünyası ve kişisel gelişim kitaplarıyla vurgulandığı gibi, yapılan bilimsel araştırmalarla da kanıtlanıyor. Herhangi bir unsuru oyunlaştırmak, ona karşı olan algıyı değiştirerek içsel bir tetikleme yaratıyor ve bu da onu daha cazip hale getiriyor.

Daniel H. Pink’in Drive: Nasıl Motive Oluruz? Nasıl Motive Ederiz? (2009) kitabında yer alan ifade, oyunların içsel motivasyonumuzu nasıl tetiklediğini çok iyi özetliyor:

“İş, birinin yapmaya mecbur olduğudur. Oyun ise birinin yapmaya mecbur olmadığıdır.”

Oyunlaştırma nasıl uygulanıyor?

Oyunlarda kullanılan seviye, rütbe, ödül gibi motive edici ve rekabete yöneltici unsurlar; oyunla ilgisi olmayan internet siteleri, sosyal medya, yazılım ve yakın bir gelecekte örneklerini sıkça görmeyi beklediğimiz iş dünyası alanlarında uygulanıyor.

E-Ticaret sitelerinde yorum ve tavsiye yazılarına verilen puanlar, bankaların yeterli hediye puan toplamanız halinde kartlarınızı bir üst seviyeye çıkarması, Foursquare gibi uygulamaların siz yer bildirimi yaptıkça rozet vermesi gibi, standart deneyimin içine ödül ve seviye yükseltmeleri ekleyerek yapılabiliyor.

Oyunlaştırma uygulamalarında tıpkı oyunlardaki gibi ilerleme çubukları, puan tabloları, seviye göstergeleri ve rozetler gibi dijital görsel oyun teknikleri kullanılıyor.

Genellikle fast-food restoranları ve perakende marketlerde yapılan “Ayın Elemanı” uygulaması oyunlaştırmanın iş dünyasındaki kullanımına örnek olarak gösterilebilir. Bu örnekte çalışanlar herhangi bir zorunluluk olmadan her ay en iyi performansı göstererek listede adlarının ve fotoğraflarının yer alması için bir rekabete dahil oluyorlar. Bu da firmaya daha yüksek verimlilik olarak geri dönüyor.

Eğitimde Oyunlaştırma

Eğitim Oyunlaştırma, eğitim ve öğretim için sıradan bir süreç olarak görülmemenin yanı sıra, öğrencilerin ilgisini çekmek, ilgi alanlarına teşvik etmek, dikkatlerini korumak ve besleyici bir çevrede olumlu bir tutum sağlamak görevlerini içerir. Bu hedeflerin anahtarı, yalnızca eğitmen ve öğrenciler arasında değil aynı zamanda öğrencilerin kendileri arasında da geri beslemeyi ve takviyeyi teşvik eden zengin bir iletişim ortamı sürdürme çabasıdır. Bu sosyal etkileşimli mekanizmalar, teşvik ve disiplin için uygun kontrol seviyesiyle eğlenceli öğrenme durumları yaratmak için etkili yollarla tasarlanabilir.

İngilizce’de ‘play’ ve ‘game’ kavramları Türkçe’de isim olarak ‘oyun’ diye çevriliyor ancak arada önemli bir fark var. ‘Game’de bir kural, bir amaç varken; ‘play’de yok. Play’in insanların rahat bir şekilde, herhangi bir amaç ya da kural olmadan oynaması olduğu söylenebilir.

Şöyle düşünelim, bir balon, balonu sınıfın ortasına bırakıyoruz, “çocuklar oynayın” diyoruz, elleriyle balona vuruyorlar ve oynuyorlar. Ne zaman ki çocuklara, “balonu yere değdirmeyin” denilirse o zaman ‘play’ birden ‘game’ oluyor. Hatta daha eğlenceli hale getirmek için aralarından iki kişi seçip, “sizler de balonu yere düşürmeye çalışacaksınız” denilirse oyuna ‘engel’ eklenmiş oluyor. Hatta buna süre de ekleyip, “1 dakikanız var, bu süre içinde balon yere değmeyecek” talimatı da verilebilir. Şimdi düşünün ki bu balonlar farklı özelliklere sahip, her bir balonun üzerinde değişik konular ya da cevaplar yazıyor ve çocuklar doğru balonu özellikle yere düşürmemeye çalışıyor. Böylelikle oyun eğitsel hale geliyor.

Oyunlaştırma; elementlerin oyun olmayan bir ortamda kullanılması olarak ifade edilebilir. Puanlar, başarılar, ödüller, geri bildirim, içerik açma, liderlik tablosu, koleksiyon, rozetler, avatar, seviyeler, kombolar, rastgelelik, hikâye gibi. Bunlar birbirleriyle uyumlu ve pedagojik olarak uygun bir şekilde eğitimde kullanıldığında da eğitimde oyunlaştırma yapılmış oluyor.

Öğrencilerin birbirleri ile yarıştırılmaları bunun rekabete, hırsa ve çıkar çatışmasına dönüşmesine, birbirleriyle dalga geçmelerine neden olabilir. Özellikle küçük yaşlarda, öğrencilerin henüz bu gibi durumları duygusal olarak anlamlandıramadıkları ya da yanlış anlamlandırabilecekleri seviyede oyun elementlerini derslere entegre etmemek daha doğru olur. Ancak daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde oyunlaştırmanın işe yaradığını kanıtlayan örnekler ve akademik çalışmalar da mevcut. 

Eğitimde oyunlaştırmadan ille de yararlanacaksak becerilere odaklanmak daha akılcı olabilir. Problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcılık gibi becerileri teşvik etmek için oyunlaştırmadan yararlanılabilir.

3 Ağustos 2018 Cuma

Bozulan Eşyalarını Tamir Eden/Ettiren 1944-1960 Doğumlu BB Kuşağının Gençlere Anlattıkları


BB kuşağı dediğimiz 1944-1960 doğumlu insanların;

* Delinen pantolonlarına yama vurmaları, 
* Yıpranan giysilerini onarmaları, 
* Sökülen ayakkabılarını dikmeleri, 
* Patlayan futbol topunu sağlamlamaları, 
* Bozulan radyoyu tamir ettirmeleri, 
sırf yoksulluktan değildi. Sadece tutumluluktan da değildi.

Onlar bunları yapmakla, kendinden sonraki nesile çok önemli bir mesaj veriyorlardı. Onlara; Eşleriyle araları açıldığında, alternatiflere yönelmeden aralarını düzeltmelerinin mümkün olduğuna, Çocuklarıyla aralarına kara kediler girdiğinde bu durumun vakit geçirmeden telafi edilmesinin gerekliliğine, Arkadaşlarıyla, komşularıyla, dostlarıyla bağları koptuğunda; yenilerini aramakla vakit kaybetmeyip, aralarındaki bağları tekrardan bağlamalarının kaçınılmaz olduğuna…müthiş bir örnek olması için, onların böyle bir yetenek geliştirmeleri için onlara “prototip” olmaya da çalışıyorlardı.

Yani bir yandan yeni neslin;
* Onarıcı,
* Telafi edici,
* Tamir edici,
* Arabulucu, 
özellik kazanmasına önayak oluyorlardı.

Onların bu çabalarının “çaresizlikten”, yokluktan, fakirlikten, cimrilikten ileri geldiğini düşünen 1965-2000 kuşağı olan “X” ve “Y” nesli, bu sinyali alamadı.

Bu nedenle yeni kuşak nesil;
* Eşiyle bozuştuğunda,
* Arkadaşıyla atıştığında,
* Komşusuyla kavga ettiğinde, 
ortamı yumuşatmayı, aralarını düzeltmeyi, barışabilmeyi düşünemediğinden, beceremediğinden onları “değiştirmeyi” seçmek gibi stratejik bir hatanın içine düşebiliyor.

Söz gelimi;
* Bana arkadaş mı yok?
* Başka komşu mu yok sanki.
* Hiç dert değil, elimi sallasam ellisi.
* Küserse küssün…    
gibi “sanal efelik” taslayarak fıtratını bozabilmektedir. Bu nedenle önceki kuşak onlar için “Nereden türedi bu nesil?” diyerek hayretini ifade etmek zorunda kalabiliyor. Yani onların beceriksizliğine vurgu yapıyor.

Galiba;

“Tamirciliği” unutan yeni kuşağı gelecekte zor günler bekliyor.

Bu yazıyı güzel mirası için 1944-1960 doğumlulara ve tamirciliği unutan gençlere hatırlaması gönderin….

Ebubekir Ertem

24 Temmuz 2018 Salı

ÖSYM 2018 DGS Sınavı Soruları Ve Cevapları, 2 Yıllık Ön Lisans Mezuniyetinden 4 Yıllık Üniversiteye


21 Temmuz 2018 tarihinde uygulanan Meslek Yüksekokulları ile Açıköğretim Önlisans Programları Mezunlarının Lisans Öğrenimine Dikey Geçiş Sınavının (2018-DGS) Temel Soru Kitapçığı yayınlandı.

DGS sınavı; İki yıllık Meslek Yüksek Okulu mezunu öğrencilerin 4 yıllık üniversite mezunu olmak için ve daha çok Meslek Lisesi öğrencilerinin iki yıllık Meslek Yüksek Okulu mezuniyeti sonrasında 4 yıllık fakülteye geçip mühendis olmak için girdiği bir sınavdır.

Her ilden adayın iştirak edebilmesi için bu sene 81 ilde düzenlenen DGS sınavında adaylara 60 sayısal, 60 sözel olmak üzere 120 soru yöneltildi.

Ön lisans mezunu adayların katıldığı Dikey Geçiş Sınavı (DGS) 21 Temmuz 2018 Cumartesi günü düzenlendi. 2 yıllık eğitimlerini 4 yıllığa tamamlamak isteyen vatandaşların katılım sağladığı 2018 DGS sınavı soru ve cevap anahtarı için aşağıdaki linke tıklayınız...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...