5 Nisan 2019 Cuma

Beyaz Diş (Jack LONDON) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


KİTABIN ADI : BEYAZ DİŞ

KİTABIN YAZARI : JACK LANDON

KİTABIN KONUSU :

İlkel bir dünyaya kavuşmak için uygarlıktan kaçacağı yerde, insanların arasına katılmak için ormanı terk eden vahşi bir köpeğin acı, buruk, şaşılası bir yaşamı anlatmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ :

Karanlık ladin ağaçları ormanı, donmuş nehrin her iki yakasında yer alıyordu. Arazi öylesine cansız, ıssız ve soğuktu ki hüzün kelimesi bile onu tanımlamada yetersiz kalıyordu. Sessizlik her yanı sarmıştı.

Ama yine de bu uzak yabani topraklarda dirençli bir yaşam vardı. Görünümleriyle kurttan farksız bir köpek sürüsü donmuş nehir boyunca ilerliyordu. Hayvanların sık tüylü postları buz tutmuştu. Solukları havayla karışınca buharlaşıyor, sonra incecik buz taneciklerine dönüşüp tüylerine yapışıyordu. Deri koşumları, yine deri kayışlarla peşleri sıra sürükledikleri bir kızağa bağlanmıştı.

Gece olunca köpeklerden biri kaybolur. Günden güne de kaybolmaları devam etmektedir. Sahiplerinden Bill kurt sürüsünü ürkütmek ve hıncını onlardan almak için onları vurmaya kara verir. Ama bu onun sonu olur.

Daha sonra dişi kurt ve diğer sürünün üyeleri başka bir kızak grubunun geldiğini fark edince onların peşini bırakırlar. Sürünün diğer üyeleriden olan Tek göz ve Genç kurt dişi kurtla birlikte olabilmek için bir mücadeleye girişirler. Bu mücadeleyi Tek göz kazanır. Dişi kurtla birlikte dört adet yavruları olur. Yavru kurt mağradan çıkmadığı ve dünyayı tanımadığı için çok toydur. Ama daha sonra mağradan çıkar ve tehlikeli dünyayı kendi gözleriyle görür. Kıtlık zamanı vaşak yavrularını yerler fakat annesiyle dişi kurt ve beyaz diş dövüşmek durumunda kalırlar. Bu dövüşü vaşak hayatını kaybederek öder. Bu olaydan sonra ise dişi kurt’un yani “kishe”nin sahipleri gelir ve beyaz dişi ve annesini kamplarına götürürler. Beyaz diş günden güne daha vahşileşir ve Lip lip’in ve kamptaki diğer köpeklerin öfkesini üstüne çeker. Bunun sebebi ise babsının bir kurt olmasıdır. Kampta gün geçtikçe Beyaz diş’in ünü git gide yayılır. Yalnız bu ün kötü bir ündür. Çadırlardan balık, et vb gibi yiyecekleri çalar, diğer köpeklerle boğuşur, oları kimi zaman öldüresiye döver. Kampta beliren kıtlıklerda kampı terk eder ve kıtlık bitene kadar oraya uğramaz. Böyle yapmasının nedeni ise kaptaki insanların aç kalınca köpekleri de yemeleridir. Bir gün Beyaz Diş ile Kishe ayrılmak zorunda kalırlar. Beyaz Diş annesinin ardından gitmeye kalkar ama sahibi Gri Kunduz gitmesine izin vermez. Daha sonra ise Gri Kunduz elindeki malzemeleri satmak için kuzey ülkesine gider ve yanında Beyaz Diş de vardır.

Kuzey ülkesi sınılı yaz aylarında altın arayıcılarının gözde yerlerinden biri olmuştur. Buraya yüzlerce altın arayıcısı gelir. Bu umt ülkesin de Gri Kunduz elindeki malları satarak iyi bir gelir elde eder. Beyaz Diş orada da rahat durmaz. Alltın aramaya gelen kişilerin narin, zayıf, korkak köpeklerine derslerini verir. Beyaz Diş’in bu durumunu gören kuyzey ülkesinin yerlilerinden Güzel Smith bu halini Gri Kunduz’a onu kendisine satması için konuşur. Gri Kunduzun karalı tutumu karşısında ise taktik değiştirerek Gri Kunduz’a içki verir ve onu alıştırır. Bir aya kalmadan Güzel Smith Gri Kunduz’un elinde ne varsa ne yoksa hepsini alır ve verdiği içkilerin parasına karşılık Beyaz Diş’I ister. Mecburen Gri Kunduz bu isteği yerine getirmek zorunda kalır.

Beyaz Diş Güzel Smith’i ilk gördüğünden beri hiç hoşlanmamaktadır. Üç defa kaçma girişiminde bulunur ama yine Güzel Smith kaçan köpeği Gri Kunduzdan tekrar alır. Bu arada da öfkesi ve diğer canlılara karşı olan düşmanlığı giderek artar. Eski sahibini kendisini verdiği için ona karşı nefret duyuyordur. Yeni sahibi ise onu günden güne daha da kızdırır ve onu köpek dövüşlerine çıkarır.

Beyaz Diş karşısına çıkan bütün rakiplerini teker teker öldürür. Dövüşlerde başka şansıda yoktur. Sadece yenen hayatta kalır diğerinin ise oradan ölüsü çıkar. Beyaz Diş yine bir dövüşte yalnız bu seferki zorlu bir rakip olan bir doberman cinsi köpekle dövüşür ve bu köpek onu gafil avlar. Doberman Beyaz Diş’in can alıcı bölgesi olan boğazını kapar. Beyaz Diş ne yaptıysa onun elinden kurtulamaz. O civardan geçmekte olan kızaklı iki kişi Beyaz Diş’in yardımına koşarlar. Onu sahibinden az bir para karşılığı zorla alırlar. Güzel Smith Beyaz Diş’i vermeyi ilk başta kabul etmese de sonunda razı olur ve onu satar.

Beyaz Diş yeni sahibi olan Scott’i ilk başta kabul etmez. Kendisini cezalandırmalarını bekler. Halbuki Scott Beyaz Diş’in bu haliyle yaşayıp yaşamayacağını düşünür çünkü Beyaz Diş fazla hırpalanmış, boğazında yarası vardır. Buna rağmen Beyaz Dişyaşamayı başarır ve yeni sahibinin sevgisi sayesinde yavaş yavaş uysallaşmaya başlar. Beyaz Diş sahibinin evini koruyup gözetlerken sahibi ise onun bakımını üstlenmiştir.

Gün gelir Scott işi gereği Kaliforniya’ya ailesinin yanına gitmeye karar verir. Ama Beyaz Diş sahibinin ilk gitme girişiminden tecrübe alarak onun kendisini tekrar terk edeceğini sezer. İstediği gibi sahibiyle birlikte ailesinin yanına gider. Oradaki kurallara çabuk alışır. Diğer köpeklerle kavga etmez, tavukları yemez, başka issanlara saldırmaz, eğer hırsız değillerse tabii.

Haberlerde Scott’ın babasının mahkum ettiği bir katil hapisten kaçar ve zanlı Scott’ın evine girer. Ev halkı o gece büyük bir gürültü ve iki el silah sesiyle uyanırlar. Salona girip baktıklarında Beyaz Diş’in yaralı olarak yattığını katilin ise boylu boyunca kanlar içinde yere serili bulurlar. Beyaz Diş’i hemen veterinere götürürler. Doktor ameliyata alınması gerektiğini fakat bu durumda ameliyat iyi geçse dahi yaşayamayacağı kanısındadır. Lakin Beyaz Diş’in yaşama gücü bu vahim durumunda devreye girerek onun hayatta kalmasını sağlar ve eşi olan kangal köpek ve yavruları ile birlikte olayların yorgunluğu yüzünden güneşin ılıklığında derin bir uykuya dalar.

KİTABIN ANAFİKRİ


Hayattaki zorluklara karşı ne olursa olsun elimizden gelenin en iyisini yapmamız gerekir. Doğadaki her canlı vahşi bile olsa sevgiye muhtaçtır.


KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Beyaz Diş: Zeki, çevik, vahşi kurt

Kische: Beyaz Diş’in annesidir.

Tek göz: Beyaz dişin babasıdır.

Lip Lip: Beyaz Diş’in kamptaki peşini bırakmayan düşmanıdır.

Gri Kunduz: Beyaz Diş’in ve annesinin sahibi aynı zamanda güçlü, adil, cesur bir insandır.

Matt: Scott’ın yardımcısıdır. Beyaz Diş’in ilk başta sevmediği fakat sonra onun iyi bir insan olduğunu fark ettiği bir kişidir.

Scott: Beyaz Diş’in en son sahibidir. Beyaz Diş ondan sevginin ve koşulsuz itaatin ne olduğunu öğrenmiştir.


KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
Jack London

Çocukluğu ve gençliği, onu denize bağlayan Batı Kıyısı’nda geçti. Ortaokuldan sonra okulu bıraktı, ama kendini yetiştirmeyi bırakmadı. Tam bir kitap ve kütüphane kurduydu. Bu arada adını Jack olarak değiştirdi. Beş yıllık bir aradan sonra, 19 yaşında liseye döndü. Liseden sonra Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’ne de başladı.

Ama o zamana dek limanda ve fabrikalarda amelelik yapmış, inci kaçakçılığına karışmış, Pasifik seferi yapan gemilerde miço olmuş, mevsimlik işçilerin arasında ülkenin pek çok yerini dolaşmış biri olarak üniversiteyi çok sıkıcı ve ruhsuz buldu. Altı ay dayandığı üniversiteyi “hevesten yoksun aklın gönülsüz arayışları”nın sürdüğü bir yer olarak tanımladı. Yine aynı sıralarda okumanın yanısıra yazmaya da merak sardı. Durmaksızın öyküler, fıkralar, şiirler yazıp yayıncılara yolluyor, ama sürekli reddediliyordu. 1897′de Alaska’da altın peşine düştü. Altın bulamadı ama, eserlerinde ustalıkla kullanacağı pek çok deneyim ve öyküyle geri döndü. 1899′da büyük bir dergiyle anlaşarak düzenli olarak hikayelerini yayınlatmaya başladı. Öyküleri yayınlanmaya başladıktan sonra hayatı boyunca, ne olursa olsun günde en az bin kelime yazmayı adet edindi. Bu sıkı disiplini sayesinde de bu denli üretken olabildi. Kısa sürede tanındı. “Halkla ilişkiler” (yani PR) işini çok iyi kullandı. Sinema endüstrisinin geleceğini gören ve romanlarının filme alınmasını sağlayan ilk edebiyatçılardandı. 1900′de Bess Maddern ile ilk evliliğini yaptı. Ama bu bir mantık evliliğiydi. Beş yıl sürdü. Joan ve Bess adında iki kızı oldu. Bess ile evliyken tanıştığı ve “can yoldaşım” dediği Charmian Kitteridge ile 1905′te evlendi. Charmian sıkı bir can yoldaşıydı. Birlikte, bugün pek yaygın olan aile tipi gezi teknelerinin ilk örneği olan Snark’ı yaptırıp 1907′de Hawaii’ye yelken açtılar, 1905′ten başlayarak koskoca bir çiftlik kurdular. Charmian üç de kitap yazdı. London 22 Kasım 1916′da, yani daha kırk yaşındayken böbrek yetmezliğinden öldü.

Kitapları

Martin Eden Demir Ökçe
Güneş Çocuğu Deniz Kurdu
Beyaz Diş Yanan Gün Işığı
Ay Vadisi Dehşet Ülkesi
Cinayet Vadisi Vahşetin Çağrısı
Halk Avcısı Sevginin Katıksızı
Büyük Serüven Ademden Önce
Ateş Yakmak Direniş
Alın Teri Şampiyon
İntihar Alaska Kid
Tanrılar ve Köpekler Kız Kar ve Kan
Düş Ülkelerine Yolculuk Can Yoldaşı
Doğu Yakası

Beyaz Diş (Jack LONDON) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Biz İnsanlar (Peyami Safa) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


KİTABIN ADI : Biz İnsanlar

KİTABIN YAZARI : Peyami Safa

KİTABIN KONUSU: 

İstanbul’da yaşayan Orhan adında bir muallimin yaşam öyküsü ve başından geçen olaylar anlatılmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ: 

Kitabın ana kahramanı olan Orhan İstanbul’da muallimlik yapmaktadır. Son derece düşünceli ve öngörülü bir yapıya sahiptir. Bir gün okulda bir tartışma çıkar. İlkokul öğrencilerinden biri olan Cemil, arkadaşı Tahsin’e “Eşek Türk!” der ve Tahsin de Cemil’e taş atar. Tahsin’in attığı taş Cemil’in yanağını deler. Orhan Cemil’i alır ve önce hastahaneye, sonra da Cemil’in ailesinin yanına giderler. Orada Cemil’in yeğeni Vedia’yı görür ve ikisi de birbirinden hoşlanırlar. 

Cemil’in ailesi son derece Fransız hayranı bir ailedir. Evin hanımı Samiye hanımın, Tahsin’in babası Mustafa’yı daha önceden kovmuş olduğunu öğrenen Orhan, Tahsin’e sahip çıkar. Bunun yanısıra Cemil’in ailesiyle de iyi geçinir. Zamanla diğer aile üyeleriyle de tanışır. Özellikle Vedia ile görüşmektedir.

Günler geçmiş, Tahsin’in babası Mustafa hapisten çıkmıştır. Orhan ona iş bulur. Bu arada Vedia ile aralarındaki ilişki gelişir ve her akşam buluşurlar.

Bir gün Vedia hastalanır ve hastahaneye kaldırılır. Hastalığı ağırdır. Doktorlar, yaşayacağı hakkında pek fazla ümitlenmezler. Orhan her gün onun yanında kalır. Daha sonra arkadaşı Necati onu ziyarete gelir. Vedia’nın bilinci yerinde değildir. Orhan ile sohbet eder; ancak Orhan birden kalp krizi geçirir. Necati doktorları çağırır ve Orhan’ı Vedia’nın odasındaki şezlonga yatırırlar. Bir gece Orhan aniden fenalaşır. Ayağa kalkar ve bağırmaya çalışır; ancak bağıramaz. Birden gözleri kararır ve merdivenlerden yuvarlanır. Sabahleyin onun cansız vücudunu görenler onun ölmüş olduğunu anlar ve cesedini morga yatırırlar. Doktorların iyileşemez dediği Vedia ise iyileşmiştir. Doktorlar ona kendini nasıl hissettiğini sorarlar ve umulmadık bir biçimde hastalığı atlattığını söylerler. Vedia gülümser ve Orhan’ı sorar; ancak hiç kimse bu sualine cevap vermez.

KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Orhan:
Son derece öngörülü, bilgiye önem veren düşünceli bir insandır.

Vedia: Duygusal ve içine kapanık bir kızdır.

Samiye hanım: Fransız hayranı, zengin bir kadındır.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Peyami Safa

(1899- 15 Haziran 1961): Yazar. İstanbul'da doğdu. Meşhur şair İsmail Safa'nın oğludur. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. İstanbul'da öldü.

Başlıca eserleri: Gençliğimiz , Şimşek, Sözde Kızlar , Mahşer, Bir Akşamdı, Süngülerin Gölgesinde, Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü, Canan, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih-Harbiye , Atilla, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya'nın Koltuğu, Yalnızız, Biz İnsanlar.

Bugünün Saraylısı (Refik Halit KARAY) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı :
BUGÜNÜN SARAYLISI

Kitabın Yazarı :
Refik Halit KARAY

Kitabın Konusu :

Orta gelirli İstanbul’da yasayan bir aileye, sonradan görme zengin bir akrabanın kızı olarak gelen bir kız ve bu ailenin yargı değerlerini nasıl alt üst edişi konu ediliyor.Kızın aileye gelir olarak sağladığı katkılar,kaprisleri ve güzel olmasından dolayı bir çok talip çıkması aile içinde nasıl etkiler yaptı anlatılıyor.

Kitabın Özeti :

Postacının bile pek seyrek uğradığı evlerine postacı bir gün bıraktığı mektup evde şaşkınlık uyandırır. Mektupta Ata Efendinin teyze oğlu Yaşar kızını İstanbul’a yollayacağı yazmaktadır. Ayrıca yanında üç yüz lira göndermektedir. Böyle bir şeyi istemeyen Ata Efendi evde oluşabilecek problemlerden kaygılanmaktadır. Ama zengin olan teyze oğlunun göndereceği para hiçte göz ardı edilecek bir miktar değildir. Ayrıca kız güzel ise evde bulunan huzurun kaçabileceğini düşünmektedir.

Ayşen emrivaki bir şekilde gelir. Evde tahmin edilenden çok farklı bir kız çıkar karşılarına. Oldukça güzel olan kız evdekilerde dahil olmak üzere bir çok kişinin ilgisini kazanır. Eve yeni bir gelir kapısı da açılmış olur. Yaşar’ın İstanbul’daki iş ortaklarından da kızın geçimi için para vermektedirler. Ata Efendi’de kıza tutulur bu arada. Ata Efendi çalıştığı yerde güvenilir birisidir. 

Bir gün patronun oğlu Ayşen ile tanışır. Bu da iş yerinde Ata Efendi’ye bir karizma kazandırmıştır. Ata Efendi patronu ve patronun oğlu ile daha sık bir araya gelirler ve patronun oğlu Rüştü kıza taliptir. Rüştü ile Ata Efendi oldukça ahbap olurlar. Ata Efendi terfi eder. Rüştü bir yere götürse Ata Efendi ve ailesine kimseye para ödetmez ve bir zengin gibi yaşamaya başlarlar. Daha sonra elçi Sait Reşit ile ilişkisi olan Ayşen yanlış bir karar verir ve elçi ile evlenerek yurt dışına çıkarlar.

Ayşen bu ilişkiden mutlu olmaz ve Rüştü ile Ata Efendi kızı geri döndürmek için uğraşırlar. Ayrıca evde kız gidince eski haline dönmüş parasızlık baş göstermiştir. Kız da geri dönmek istemektedir. Evdekiler kızı özlemişlerdir. Ayşen geri döner. Patronun oğlu Rüştü ile evlenir. Böylece herkesin istediği olmuş olur.

Kitabın Ana Fikri :

Para ve fiziki güzellikler insanların hayatına olumsuzluk ve huzursuzluk getirebilir.Bu gibi güzellikleri olması gerektiği gibi karşılamalı ve ne oldum delisi olmadan bunlardan faydalanılmalıdır. Çıkar her ne olursa olsun ahlaki değerlerden taviz verilmemelidir.

Kitaptaki Olayların ve Şahısların Değerlendirmesi :

Ata Efendi : Evin babası.

Üftade Hanım : Evin annesi.

Feride : Ata Efendi’nin Kızı.

Atıf : Ata Efendi’nin Damadı.

Yaşar : Ata Efendi’nin teyze oğlu.

Ayşen : Yaşar’ın Kızı.

Rüştü : Ata Efendi’nin patronunun oğlu.

İsmail : İşyerinin katiplerinden.

Mesture Hanım : İsmail beyin hanımı.

Berin : Mesture hanımın kardeşi.

Deniz : Berin hanımın kızı.

Alımsızoğulları : Yaşar Beyin ortakları.

Sait Reşit Bey : Mısır elçisi.

Kitabın Yazarı Hakkında Bilgi : Refik Halit Karay

1888 yılında Beylerbeyi’nde doğan Refik Halid, 18. yüzyıl sonlarında bir kolu Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesindendir. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i Hukuk’ta okuyan yazar, Meşrutiyet sıralarında gazeteciliğe başlamıştır. Kısa sürede üne kavuşmuş, Fecri Ati edebiyat topluluğu kurucularından olmuştur. Kirpi adıyla taşlamaları ve siyasal yazıları sonucu İttihat Ve Terakki hükümetince Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderilmiş, ancak 1. Dünya Savaşı’nın son yılında İstanbul’a dönebilmiştir. Dönüşünde bir süre öğretmenlik yapmıştır. Başyazarlık ve Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yapan Refik Halid, bu ara tanınmış Ay dede mizah dergisini de çıkarmıştır.

Bazı siyasal davranışları yüzünden memleketten ayrılmak zorunda kalan yazar, Halep’e yerleşerek Vahdet gazetesini çıkarmıştır. Hatay’ın Türkiye topraklarına katılmasında katkıları olmuştur. 1938 yılında yurda dönen Refik Halid, çeşitli dergi ve gazetedeki günlük yazıları ve 20 kadar romanı ile yaşamını sürdürmüştür. 1965 yılında ölen yazar;tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin kuvveti ile ün yapmış, Modern Türk Edebiyatı’nın temel taşlarından biri olmuştur.

30 Mart 2019 Cumartesi

Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Grigoriy PETROV) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Kitabın Yazarı : Grigoriy PETROV

Kitabın Özeti :
Finlandiya'nın tarihinin son aşaması Fin Kültürü'nün hayranlık uyandıran gelişimini ve düşünce gelişimini yakından incelemiş bir yazarın izlenimleridir. Bu izlenimlerin ağırlık merkezi, bir zamanlar bataklıklar diyarı olan Finlandiya'yı "Beyaz Zambaklar Ülkesi"ne dönüştüren kültürel ve sosyal çalışmaların anlatımıdır. Bu çalışmalar arasında Finli aydınlarla halk arasındaki sıcak ilişki ve yakınlaşmanın büyük yeri vardır.

a. Finlandiya'nın Tarihi;

Bugünkü Fin toprakları yüzlerce yıl Rusya ile İsveç arasında doğal bir kale hizmeti görmüştür. Bölgede geniş bataklıklar ve girilmesi zor ormanlar olduğundan ne Ruslar, ne de İsveçliler bu topraklardan ordularını ve ihtiyaç maddelerini geçirememişlerdir.
1808 yılından itibaren Finlandiya bir Rus eyaleti oldu. Bu durum 1. Dünya Savaşına kadar sürdü. Bu süreçte Finlandiya Çar 1. Aleksandr tarafından verilen imtiyazlar nedeniyle kendi içinde bağımsız oldu, yasalarını ve yönetimini kendisi belirleme hakkına kavuştu.

Finler, asırlar boyu kimi zaman İsveçlilerin, kimi zaman da Rusların egemenliğinde kalmışlardır. Bu süre zarfında savunma ve diplomasi alanında çaba içinde olmayıp, bütün güçleriyle milli bir Fin kültürü meydana getirmeye çalışmışlardır.

b. Finlandiya'nın Coğrafyası ve Sosyal Durumu ;

Avrupa'nın en kuzeyinde bulunan Finlandiya'nın sert iklimi vardır. Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile don görülür. Çoğu yerler sarp granit kayalarla kaplıdır. Kalan yerler ise oldukça çukur ve bataklıktır. Ülkede maden namına hemen hemen hiçbir şey yoktur. Tarım güçlükle yapılabilmektedir. Halkı da hiçbir zaman tam bağımsızlıklarını elde edememiştir. Kimi zaman bir komşusunun, kimi zaman da diğer komşusunun yönetimi altında bulunmuştur.

Finler kendilerine "Suomi" derler ve çok sevdikleri ülkelerini "Suomi" diye tanımlarlar ki bu "Bataklık arazi" anlamına gelmektedir. Finlerin sahip oldukları büyük kültür ve medeniyet, halkın bizzat kendi çabasının ürünüdür. Finlandiya'da hiç kimse içki içmez. 1907 yılında çıkarılan bir yasayla insana sarhoşluk veren her türlü içkinin satılması yasaklanmıştır.

c. Lider Halk arasındaki bağlantının incelenmesi;

Bu kitapta, bir milletin kamu kuruluşlarının, okullarının ve askeri kurumlarının birbiriyle işbirliği yaparak ülkeyi kalkındırmak ve yükseltmek için neler yaptıklarını açıkça göstermiş, özellikle Finlandiya'nın yükselmesi için bazı kişilerin gösterdikleri fedakarlık ve başarılardan söz edilmektedir. Bazı kahraman ruhların, Fin milletini nasıl kahraman millet haline getirdikleri anlatılmıştır.

Carlyl'a göre millet cansız bir kil tabakasından ibarettir. Eğer ona bir sanatçının eli değmeyecekse, sonsuza dek şekilsiz ve hareketsiz kalacaktır. Ama Cesar (Sezar), Napoleon, Büyük Petro, Sokrates ve Muhammed gibi bir sanatkar, bir büyük adam, bir önder, bir kahraman çıkıp da bu kili eline alacak olursa, ona istediği şekli verebilir.
Evet, büyük adam bir kahramandır, bir yıldırımdır. Ama halk kitlesi ne kil tabakası, ne de saman yığını değildir. O, yıldırımı meydana getiren milletin kendisidir. Ne zaman bulut kümesi, elektrik oluşturursa yıldırım da kendiliğinden oluşur. Eğer bulutlar elektrikle yüklü değilse, hiçbir zaman şimşek veya yıldırım oluşmaz, yalnızca bulut nemli bir buhar halinde kalır.

Milletler de böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık özelliklerini taşıyorsa ondan yıldırımlar doğar, kahramanlar çıkar. Eğer halk kitlesi nemli bir buhar yığınından ibaretse, hiçbir güç ondan yıldırım çıkartamaz.

Ülkenin refah ve mutluluğunun ve toplumun onur ve şerefinin halkın iradesine bağlı olduğunu kanıtlayan çarpıcı bir örnek olması açısından küçük ve yoksul bir ülkeyi gösterebiliriz. Burası iki milyonluk bir nüfusa sahip olan Finlandiya'dır.

d. Kitapta incelenen sosyal olaylardan örnekler;

Bataklık ve ölüm vadisi, yoksulluk ve sefalet yuvası olan Finlandiya diye bilinen, yeryüzünün kuzeyinde, kışı uzun, toprakları verimsiz ve çorak bir ülkede; köy kooperatiflerinin, köy öğretmenlerinin, gönüllü doktorların gayret ve aydınlatmalarıyla, bugün nasıl mutluluklar ve güzellikler ülkesi olduğu görülür. 

Halk gücünün en küçük ortaklık ve belirtisinin aynı yıl içinde ne şekilde biri, yüze, bine, on bine, milyona çıkarttığını servetler ve mutluluklar fışkırttığını, demokrat bir millet ne demektir, topyekün bir millet nasıl yükselir, aydınların halka karşı rolü nedir, gerçek yurtseverlik nasıl olur? Halka gerçek hizmet nasıl yapılır? 

Bir avuç aydının kendilerini halka adayan fedakarlıklarıyla, bütün bir çalışma ve üstün gayretler sayesinde Fin ailesi gaflet uykusundan uyanmış ve büyük bir hızla ilerleme ve yükselmeye başlamıştır.

Bu kitapta; harap olmuş bir ülkeyi imar eden, yurdun gelişmesi ve yükselmesi için hiçbir sınıf farkı gözetmeden hep birlikte ve aynı amaçla çalışan; bataklıkları kurutan, sarı tenli, uçuk dudaklı, zayıf bilekli insanlarla çalışarak, bataklıklarını gül bahçelerine ve zümrüt ovalar haline; sarı tenli insanlarını tunç rengine, uçuk dudaklı çocuklarını yakut kızıllığına, zayıf bilekli çocuklarını demir bileklere dönüştüren bu çalışkan Finlerin milli şuurunun bu kadar olağanüstü ve benzersiz olduğu anlatılmakta.

Eserin en güzel bölümlerinden biri de, askeri kışlaların nasıl bir halk okulu olduğunu anlatan kısımlardır. Eski Finli Subayların eğitimi eksikti. Okuldan çıktıktan sonra hiç okumaya, araştırıp düşünmeye yönelmezler, hiçbir toplumsal ve ulusal idealleri yoktu. Yalnızca mağrurca kılıçlarını şakırdatmasını bilirler, şık üniformaları içinde sürekli para harcamaktan başka şey bilmezler, dans salonlarında dans etmekte üstlerine yoktu. Çoğu içki ve kumardan başını kaldırmazdı, Askerlere karşı sürekli kırıcı, kaba ve hatta zalimce davranırlardı, Askerler terhis olduktan sonra Vatan Ana, subaylara, generallere "Evlatlarımı nasıl yetiştirdiniz, sizin ellerinize teslim ettiğimiz yüzbinlerce civanıma ne öğrettiniz?" diye soracaktır.

Kışlayı bir halk okuluna dönüştürme, hatta üniversite haline getirme ideali, Öyle ki, her bir asker, kışlada yaşadığı günleri yaşamı boyunca sevgi ve övgüyle ansın; kışladan öğrendiklerini hayatında başarıyla uygulayarak gurur duyması düşüncesinden hareketle; halk; bereket versin, onu kışla ıslah etti, o eğitimini kışladan aldı, askerliği sırasında dürüst, atik, çalışkan ve kibar olmayı öğrendi..., desin ve bu sözler birer atasözü olsun.

Finlandiya, doğal zenginliklerinden yoksun, kıraç göllerle dolu bir ülke, bir zamanlar işgal altında, yabancı kamçısı altında inlemekteymiş. Bu ülke 60-70 yıl içinde akıllara durgunluk veren bir devrim yapmış, ileri ülkelerle yaptığı yarışta rekor kırmış. Bu ilerlemeyi de öyle büyük bilim adamları, güçlü liderleri olmadan yapmış, ama güçlü nesiller, büyük yurtseverler, çalışmayı seven yurttaşlar, inançları granit gibi sağlam bir toplum lurulmuştur. Ülkenin yetiştirdiği bu insanlar, isimsiz kahramanlar, yer altında çalışan işçiler, halkın aydınlanması için çalışan kültür savaşçılarıdır. Yalnızca yurtlarını ve halklarını düşünmüşler ve bu uğurda her şeylerini feda etmekten çekinmemişlerdir.
Finler uzun yıllar milli kültürlerinin gelişmesi ve ilerlemesi için çalışmışlar ve bugün birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek bir uygarlık derecesine ulaşmışlardır. Artık büyük ve küçük komşularının saldırısıyla, özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetme tehlikesinden kurtulmuşlardır.

Bereketli Topraklar Üzerinde (Orhan Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bereketli Topraklar Üzerinde

Kitabın Yazarı :
ORHAN KEMAL

Kitabın Özeti :

Sivas’ın köylerinden birinde erkekler çalışmak için çeşitli iş bölgelerine giderler. Bunlardan üçü çocukluk arkadaşı İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali'dir. Hemşehrilerinden birinin Çukurova’da fabrikası olduğunu bildiklerinden hemşehrileri iş verir umuduyla yorganlarını ve yolluklarını alır, yola koyulurlar.

Üç arkadaştan sadece Yusuf daha önce Sivas’ta cer atölyesinde kısa bir süre çalışmıştır. Diğerleri şehri hiç görmemiştir. Umutlarını gerçekleştirmek için uzun ve zorlu tren yolculuğuyla Adana’ya inerler. Yolculuk boyunca trendeki yolcuların anlattıklarını hayretle dinleyerek hiç fikirleri olmayan şehir hayatı hakkında birşeyler öğrenmeye çalışırlar. Şehire gittiklerinde birbirlerinden ayrılmamalarını, temkinli olmalarını, birbirlerine destek olmalarını konuşurlar. Yusuf daha önce gurbete giden emmisinin anlattıklarını, şehir yaşantısının farklı olduğunu arkadaşlarına anlatır.

Şehire indiklerinde gördüklerinden çok etkilenirler. Şaşkınlıkla binaları, otomobilleri, sokaktaki kadınları seyrederler. Daha sonra gördükleri kişilere sora sora hemşerilerinin fabrikasını bulurlar. Hemşerilerinin çok zengin olduğunu, çok işçi çalıştırdığını, kendisi ile görüşmenin mümkün olmadığını anlarlar. Görüşmenin bir yolunu bulmaları lazımdır. Çeşitli yollar denerler, sonuç alamazlar. Görevlileri bir türlü aşamazlar. Sonunda kendilerini fabrikaya yaklaşmakta olan hemşerilerinin özel otomobilinin önüne atarlar ve istediklerinin sadece iş olduğunu anlatırlar. Hemşerileri üç arkadaşı içeri alır. Çırçır fabrikasında iş verir. 

Artık üç arkadaş hayallerini gerçekleştirebileceklerini düşünerek rahatlamışlardır. Irgatbaşı işlerini gösterir. Fabrikadaki makinalar, çalışan kadın ve çocukları görünce afallarlar. Irgatbaşı işin köydeki gibi kolay olmadığını ve her hafta, haftalıklarını aldıklarında ona avanta vermeleri gerektiğini anlatır. Bu fikir üç arkadaşı rahatsız etmiştir. Şehirde insanlar başkasının sırtından geçinmenin fırsatlarını kaçırmıyorlardı. Şehir köydeki gibi değildi. Önce karşı gelmek isteselerde, sonunda kabul etmek zorunda kalırlar. Fabrikada çeşitli yerlerde, çok zor şartlarda, ayrı ayrı çalışırlar ve akşamları kiraladıkları ahırda buluşurlar. Şehirdeki insanları tanımaya, anlamaya çalışırlar. Çünkü köylerindeki doğal ortam, samimiyet, insanlık, yardımlaşma ve saygı yoktur burada. Şehirde hayat başkasının cebindeki parayı kendi cebime nasıl koyarım düşüncesi üzerine kuruludur. İnsanlar bencildir.

Köyden çok farklı olan yaşam şartlarında hayallerini süsleyen gaz ocağını, analarına alacakları elbiseyi düşünerek çalışırlar. Ancak sulu kozada çalışan Köse Hasan çok kötü hastalanır. İşe gidemez duruma gelir. Arkadaşları bir süre ona baksalarda, daha fazla ücret veren bir iş bulur ve hasta arkadaşlarını bırakır giderler. Yeni işlerinde de avanta alan ustabaşına göz yumarlar. Kabullenemeselerde düzen böyleydi, başka çareleri yoktu. Yeni işleri inşaat işçiliğiydi. Bir süre sonra hasta arkadaşlarının öldüğünü duyarlar.

Pehlivan Ali sürekli kumar oynayan ustalardan birinin nikahsız karısına tutulur. Bir gün ustanın karısını alır ve kaçar. Buğday tarlasında çalışmaya başlar. Şehire geldiklerinde çok yadırgadıkları şeyleri kendileri yapmaya başlarlar. Pehlivan Ali’nin yanında götürdüğü kadına işveren göz koyar. Kadın çiftlikte kalıp, rahat etmek için işverenle birlikte olmaya başlar. Bu arada Ali pavyonlara gitmeye başlar. Bütün kazandığını orda harcar.

Buğday tarlasında ağaların ırgatlara insanlık dışı davranışlarına, kurtlu ekmek, taşlı pilav yediren, iki haftalık işi çok çalıştırmakla bir haftada bitirtmeye çalışanlara karşı mücadele veren, patoz makinasını çalıştıran ustalar işten atılır. Patoz makinasına desteleri koyma işi, fazla gündelikle Pehlivan Ali ve arkadaşlarına verilir. İşi öğrenen ve ağanın övgülerini alan Pehlivan Ali coşku ile çalışırken, yorgunluktan dengesini kaybeder ve bacağını patoz makinasına kaptırır. Bunu gören ağa kan kaybedeb Ali’yi arabasını kirletir diye arabasına alıp doktora götürmez. Kan kaybedeb Pehlivan Ali ölür. Daha önce kovulan işçiler de haksızlığı hazmedemez ve bütün yığınları ateşe verirler.

Duvar ustası İflahsızın Yusuf sıla özlemi çökünce köye dönmeye karar verir. Çok istediği gazocağı ile eşine ve çocuklarına giysi ve toka alır. Kendiside baştan aşağıya yeni giysiler giyinir. Tren garına gider. Sivas’a gidecek trenin kalkmasını beklerken, Pehlivan Ali’nin yanında çalışan bir işçiyi görür. Ali’yi sorar. Öldüğünü öğrenince çok üzülür ve köye gidip gitmemekte tereddüt eder. Çünkü Çukurova’ya gitmek için arkadaşlarını kendisi ikna etmişti. Şimdi onlar ölmüştü. Fakat böyle olmasını kendisi istememişti. Trene bindi. Sivas’a, ordanda köyüne gitti. Eşi ve çocukları çok sevindi. Köse Hasan’ın karısı ve Pehlivan Ali’nin anası onların neden gelmediğini sormaya geldiklerinde sevinci üzüntü olmuştur. 

Köydeki yaşam ne kadar sade, samimi ise şehirde bunların tam tersidir. Şehir acımasızdır, ilişkiler çıkar üzerine kurulmuştur, insanlar bencildir. Bunu yaşam onlara çok pahalıya, canları pahasına öğretti. Köyden çıkarken bunları nereden bileceklerdi. Ne yazıktır ki üç arkadaşın sadece birisi köyüne dönebilmişti.

Budala (Fyodor Dostoyevsky) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : BUDALA

KİTABIN YAZARI : DOSTOYEVSKİ

KİTABIN KONUSU :

Romanın kahramanı Prens Mışkin, saralıdır. Tedavi gördüğü İsviçre'den döndüğünde elindeki giysi çıkınından başka hiçbir şeyi yoktur. Yaşamı kendi iç dünyasını seyre dalmakla geçmektedir. İnsanlarla her türlü alışverişten arınmıştır. Budalalık derecesinde iyi olan Prens Mışkin, tam bir ermiş kişidir, sevmekten başka bir şey gelmez elinden. Müthiş bir zeka sahibidir. Çevresindekiler, onu her zaman yadırgarlar, ama onsuz da edemezler. Kendisi de saralı olan Dostoyevski, romanının kahramanına kendi kişiliğinden pek çok şey koymuştur. Prens Mışkin'in anıları, aslında Dostoyevski'nin anılarıdır. Prens Mıskin'in romanının bir yerinde anlattığı, siyasal görüşlerinden dolayı kurşuna dizilme cezası alan bir adamın öyküsü, aslında Dostoyevski'nin başından geçmiş bir olaydır. Bir tutku romanı olan Budala, Dostoyevski'nin yazdığı ilk büyük aşk romanıdır.

KİTABIN ÖZETİ :

Hasta prens Mişkin Rusya’dan İsviçre’ye Şnayder adlı bir doktorun kliniğine yollanır. Prens çok acı çeken bir insandır ve ara sıra hastalığıyla ilgili nöbetler geçirmektedir. Nöbet geçirdikten sonra budalalaşır ve afallar. Çocukları çok seven prens köydeki çocukların kalbini kazanmasıyla iyileşme sürecini de hızlandırır.

Köydeki yoksul bir kızla ilgilenmesinden dolayı da çevresi tarafından ayıplanmaktadır. Nedeni ise kızın annesinin ölümünden sonra lanetlenmiş olmasıdır. İsviçrede üç sene kalan prens bir çok acılarla Rusya’ya döner ve soyunun son bireyiyle tanışmak için atılımlarda bulunur. Onunla tanışması aynı evde yaşayan Ganya ile tanışmasına da vesile olur. Ganya prense Nastasya’nın portresini gösterir ve prens artık Nastasya’ya çoktan vurulmuştur. Onu her ne pahasına olursa olsun aramaya başlar ve sonunda da bulur ve evlenme teklif eder. 

Buhranlı bir dönemde olan Nastasya bu teklifi kabul eder gibi yapıp reddeder ve Rogo Jin adındaki biriyle evlenmeye karar verir. Bu evlilikten sonra tekrar Mişkin’e kaçan Nastasya daha fazla dayanamayarak tekrar geri döner.

Hala Moskova’da bulunan Mişkin Nastasya’yı aramak için Petersburg’a gelir. Prens Mişkin Nastasya’yı aradığını bir sır gibi saklamaktadır. Bu günlerde Prens Mişkin bazı özel günlerde evinde partiler verir ve bu partilere de kitabındaki bütün kahramanları çağırır. Bu kişilerden Aglea adındaki kadın ise Prensi deliler gibi sevmektedir ve ona “Yoksul Şövalye” gibi imalarda bulunmaktadır. Bunları ise mektuplarında sık sık dile getirmektedir. 

Sonunda Aglea ile Prens Mişkin nişanlanmaya karar verirler. Böylece Prens ikinci kez Ganya’nın sevdiği kadını elinden alır. Ancak bu nişandan da vazgeçen Mişkin Nastasya ile evlenmeye karar verir. Ancak aynı zamanda Aglea’yı çok sevdiğini de bilmektedir. Nastasya ile evlenecekleri sırada Rogo Jin gelir ve Nastasya’yı sessizce alır gider. Mişkin bunu sakince karşılar ve birşey diyemez. Rogo Jin Nastasya’yı Petersburg’ta öldürür ve bunu da Prens gelince öğrenir ve tekrar krize girerek budalalaşır. En sonunda Şnayder’in kliniğine gönderilir. Aglea ise Polonyalı bir Coutla evlenir. Rogo Jin ise 15 yıllığına İsviçre’ye sürülmüştür.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :

Rus edebiyatının en büyüklerinden olan Dostovyevski, 1821 Moskova doğumludur. Orta sınıf bir aileden gelen yazarın babası, yoksullar hastanesinde cerrahtı. Dostovyevski ilk eğitimini ailesinden aldı. Romanlarının tümünde, ailesinin çektiği sıkıntıların ve tanık oldukları yoksulluğun etkisi görülebilir. Çok çalkantılı geçmiştir Dostovyevski’nin hayatı. 17 yaşında askeri akademiye girmiş ama oradaki katı disipline uyamayıp ayrılmış, Norodniklerin siyasi görüşlerini benimsemiş, 1849’da idama mahkum edilmiş ve tam idam sehpasında öğrenmiştir cezasının sürgüne çevrildiğini. Ölümün kıyısından dönen ve Sibirya’daki sürgün yaşantısında zor günler geçiren Dostovyevski’nin siyasi görüşlerinin temelden farklılaştığını söyleyebiliriz. Kişiliğini derinden etkileyen epilepsi nöbetlerinin sıklaşması da bu tarihte başlar. Artık mistik bir dünya görüşü egemendir Dostovyevski’nin metinlerinde.

Bugün dünyanın en çok satan yazarları arasında olan Dostovyevski, 1881 yılında geçim sıkıntıları içinde hayata veda etti.

Doğu Ekspresinde Cinayet (Agatha Christie) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI : Doğu Ekspresinde Cinayet

KİTABIN YAZARI : Agatha Christie

KİTABIN ÖZETİ :

Cinayete kurban olan kişi, Bay Rachett adıyla anılmaktadır. Ve daha sonra gerçek adının Cassetti olduğu ortaya çıkacaktır. Kendisinin öldürüleceğinin farkına varmış ve korunması için aynı trende bulunan dedektif Poirot’a yirmibin dolar teklif etmiş, fakat Bay Poirot adamın tehlikeli biri olabileceğini dedektiflik içgüdüsünün de yardımıyla sezinleyerek kabul etmemiştir.

Cassetti’nin öldürülme sebebi, daha önce çocuk kaçırma olaylarına karışmış olmasıdır. En son ise Amerika’nın tanınmış ailelerinden Armstrong’ların kızını kaçırmış ve fidye istemiştir. Daha sonra ise de çocuğu öldürmüştür.

Cinayetin aydınlatılma işini Ekspresin müdürlerinden olan Bay Bouc, Poirat’a teklif eder. O da bunu kabul eder ve ipuçlarını o anda trende bulunan doktoru da yanlarına alarak, üçü araştırmaya başlarlar. Cinayeti ortaya çıkarabilecek dört ipucu bulunur.

Bunlar bir kondüktör elbisesi düğmesi, bir pipo temizleyici, üzerinde H harfi bulunan değerli bir mendil ve cinayetin saatini bulmalarına yardımcı olabilecek 01:15’i gösteren durmuş saat, doktor da yaptığı incelemeler sonucunda cinayetin 00:00 ile 02:00 arasında işlenmiş olduğunu ortaya koyar.

Şimdi bir de trende bulunan yolculara göz atalım: Albay Arbuthnot Hindistan’daki görevini bitirerek İngiltere’ye dönmekte, daha sonra aralarında bir ilişki anlaşılan Mary Debenham ise, 25 yaşlarında mürebbiyelik yapan biridir. Mac Queen Rachett’in sekreteri, Prenses Natalia Dragomiroff, yaşlı, soğukkanlı ve son derece çirkin olmasına rağmen güçlü bir kişiliğe sahiptir. Caroline Hubbard, hep kızından bahseden orta yaşlı geveze bir kadın, Masterman ise Rachett’ın uşağıdır. Michel yıllardan beri aynı hatta çalışan kondüktördür. Trende seyahat eden 13 yolcudan diğer altısının isimleri ise, Greta Ohlsson, Kont ve Kontes Andrenyi, Cyrus Hardman, Foscarelli, ve Hildegarde Schmidt’tir.

Delilleri incelemeye ve tanıkları dinlemeye başlayan üçlü, ipuçlarını yavaş yavaş çözerek sonuca ulaşmaya başlarlar. Bu süreçte İstanbul Calais vagonundaki yolcuları tek tek sorgular, cinayetin işlendiği gece koridorlarda gezen kırmızı kimonolu bir kadın saptanır. Cinayeti iki kişinin işlediği kanısına varırlar. Bunun sebebi cesedin üzerindeki bıçak yaralarının fasılalarla açıldığıdır. Tariflere göre cinayeti işleyen esmer, kısa boylu, zayıf ve ince kadın sesli biridir. Bu da cinayeti biri kadın biri erkek iki kişinin işlediği kanısını ortaya koyar.

Cesette on iki adet yara bulunmakta, vagondaki tek pipo içicisinin Albay Arbuthnot olduğu anlaşılır. Düğmelerin bulunduğu üniformayı ise sadece kondüktör giymektedir. Trende H harfiyle başlayan isme sahip biri de bulunmamakta, tüm kapıları kilitli olan trene dışarıdan yolcu binmediğine göre, katil vagonun içerisindedir. İçerideki on üç kişiden biridir ama hangisi?

Kitabın bundan sonraki bölümleri daha da ilginç ve sürükleyicidir. Hercule Poirot hemen her yolcunun bu cinayeti işleyebileceği ihtimaline karşın olanca titizliğiyle onları dinlemeye devam eder. Her birinin cinayeti nasıl ve ne amaçla yapabileceklerini kurgular; ancak hiçbirinin bu işi yapmamış olduklarına dair veriler de mevcuttur. Dışarıdan biri de vagona binmediğine göre bu cinayeti kim planlanmış ve yapmıştır?

Kitap oldukça ilginiç ve akla gelmeyecek bir biçimde sonlanır. Poirot ince zekası sayesinde cinayeti çözmüş, en son vagondaki tüm yolcuları yemek salonuna toplar ve cinayeti açıklar. İki ihtimal vardır, birincisini salondakilere anlattığında yolcular bunu fazla inandırıcı bulmaz. İkinci ihtimal ise doğru senaryodur. Fakat bu da yolculardan hiçbirinin işine gelmez.

Her zaman gerçekler doğru olanı ya da olması gerekeni ortaya koymamakta, veya bazı işler öyle olması gerektiği için olmuştur. Birinci ihtimalin tüm yolcular, dedektif, ekspresin müdürü ve doktor tarafından kabul edilmiş olmasının sebebi budur.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...