8 Nisan 2019 Pazartesi

Savant Sendromu - Şans Eseri, Kaza ile Deha Olmak - Savant Sendromu Olan Kişiler ve Özellikleri


Savant Sendromu

Savant sendromu çoğu insan tarafından bilinmeyen bir sendromdur. Bazı insanların bazı olaylardan veya durumlardan sonra, sonradan üstün zekâlı hale gelmesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak bu üstün zekâları belli bir alana yönelik olur. Genelde daha önceden hiç tecrübe etmedikleri ve bilmedikleri bir alanda kendilerini üstün yetenekli olarak bulabilirler. Gelişimsel ve zihinsel yetersizliklerin yanı sıra çoğu insanda hiç rastlanmayan sıra dışı zihinsel becerileri olan kişilerde çoğunlukla savant sendromu görülmektedir. Genel zekâ seviyesi aslında normalin altında olan bu kişiler, belli alanlarda inanılmaz bir bilgi düzeyine sahip olurlar. Genel vakalara bakıldığında yarısının otizm bozukluklarından, kalan yarısının da bazı gelişimsel bozukluklardan, zekâ geriliklerinden veya sinir sistemi ile ilgili bazı hastalık ve yaralanmalardan kaynaklandığı sonucuna varılır. Erkeklerde kadınlara göre görülme olasılığı 6 kat daha fazladır.

Savant sendromu olan kişilerin hangi alanlarda yeteneklerinin ortaya çıktığını belirtecek olursak beş alanın mevcut olduğunu belirtebilir. Müzik becerileri, sanat becerileri, takvim hesaplama becerileri, matematik becerileri ile mekanik ve mekânsal beceriler bu alanları oluşturmaktadır. Savantlar da özelliklerine göre üçe ayrılarak incelenebilirler. Becerileri olan savantlar, yetenekli savantlar ve olağanüstü savantlar olarak kendi aralarında üç farklı sınıfa ayrılabilirler. Savant sendromunun nasıl oluştuğuna dair birçok araştırma yapılmaktadır. Ancak bunun ile ilgili kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Yeteneklerinin sonradan kaybolması ise çok istisnai bir durumdur.
Savant Sendromu ve Otizm

Savantlığın otizm spektrum bozukluğu olan bireylerde yaygın görüldüğünden bahsetmiştik. Araştırmalara göre otizmli bireylerin %10’u savanttır. Savant bireylerde yapılan araştırmalara göre %50’sinin aynı zamanda otizm spektrum bozukluğuna sahip olduğu belirlenmiştir. Bu araştırmaya göre otizm ile savantın ufak bir noktadan birbiri ile bağlantılı olduğu söylenebilir. Ancak biri diğerini getiriyor gibi bir yargı kullanmak doğru olmayacaktır.

Otizmin ilk olarak incelenmeye başladığı zamanlarda bazı otizmli çocukların üstün yetenekler gösteren davranışlar sergiledikleri gözlemlenmiştir. Müzik, hafıza, matematik, sanat gibi konularda üstün bir yetenek gösteren bu bireyler savant olarak adlandırılmıştır. Savant bireyler arasında en çok görülen özellik ise mükemmel bir belleğe sahip olmalarıdır.Otizmli bireylerle birlikte yapılan çalışmalarda ulaşılan sonuçlar, otizmli bireylerde görülen savant yetisinin daha çok sanat üzerine olduğunu göstermektedir. Otizmin genel ve en çok bilinen özelliklerinden biri sürekli kendini tekrarlayan davranışların yapılmasıdır. Savant olan otizmli bireylerde kişilerin isimleri, doğum günleri gibi akıllarında tuttukları takvimsel bilgileri sürekli tekrarlama eğiliminde olabilirler. Savantların ve otizmi olan bireylerin sözel alanda yaşadıkları belli bir sıkıntıları vardır. Bu da zekâ testi uygulamalarında bariz bir şekilde onların sonuçlarını etkilemektedir. Zekâ testlerinde de değerlendirilen alan oldukça dar bir alan olduğu için zekâ geriliği yaşadıkları düşünülmektedir.

Bilinen Savant Sendromu Olan Kişiler


Düşünün ki, kafanızı kazayla bir yere çarptınız ve birkaç gün kendinize gelemediniz. Uyandığınızda ise her şeyi farklı görmeye başlıyorsunuz. Birden hiç çalamadığınız müzik aletlerini çalmaya, resim yapmaya ya da çözülemez matematik sorularını çözmeye başlıyorsunuz.

Bu bir şehir efsanesi değil, gerçek ve aslında bir hastalık.

On dokuzuncu yüzyıl kadar geç bir tarihte “savant” sözcüğünün anlamı günümüzde kullanılan biçiminden çok farklıydı. Bilgili bir insan için söylenecek en yüksek övücü sıfattı.

1927 tarihli The Natural History ofa Savant adlı kitabın yazarı Charles Richet’ın dediği gibi bir savant çeşitli alanlarda ustalaşmış, soyut fikirler edinmiş, “enerjisini gerçekleri bulmaya vakfetmiş” olan kişiydi.

Ne var ki, son yüzyılda sözcüğün anlamı değişti. 1887 yılında adını taşıyan kromozom bozukluğuyla tanınan John Langdon Down, “idiot savant” sözcüğünü ilk kez kullanmıştı. Pek kibar bulunmayan “idiot” sözcüğü zamanla tanımın dışında kaldı.

Günlük yaşamda belleklerimizin köreldiği, eğitimli bellek fikrinden tümüyle uzaklaştığımız dünyada “savant” tanımı zihinsel ve sanatsal başarı belirtisi olmaktan çıkıp bir tuhaflık durumu, bir sendrom olarak kullanılmaya başlandı.

Savant sendromu, gelişimsel ya da zihinsel yetersizliklerin yanında çoğu insanda bulunmayan sıra dışı zihinsel becerileri olan kişileri tanımlamakta artık. Bu durum doğuştan ve doğum sırasında olabilir veya bebeklik, çocukluk veya yetişkinlik dönemlerinden daha sonra beyin zedelenmesi ile ortaya çıkabilir.

Hiç kimse dağlar kadar rastgele rakam yığınlarını ve bir bakışta bir şiiri ezberleyecek ya da zihniyle fotoğraf çekecek bir yetenekle dünyaya gelmiyor. Yine de literatürü araştırırken inanılmaz bellekleriyle kuralları yıkan birkaç savant karşınıza çıkıyor. Bu bireylerin en dikkati çeken yönü “fark etmeden anımsamak” adı verilen olağanüstü belleklerinin hemen hemen her zaman ciddi bir özürle birlikte bulunması.

Kim Peek

Tom Cruise ve Dustin Hoffman’ın oynadığı ‘Yağmur Adam – Rain Man ’ filmine esin kaynağı olan Kim Peek, otizmli bir savantdı. Kim Peek o kadar yetenekliydi ki, aynı anda iki sayfayı (her gözü bir sayfa) okuyabiliyor ve anında hafızasına alabiliyordu. Ancak bu adam gündelik işlerini yerine getirebilmek için babasına bağlı yaşıyordu. 2009’da 54 yaşında ölen Kim Peek’in hafızasında 9 binden fazla kitap bulunuyordu. İnsan beyninin sırlarını anlamaya çalışana NASA ölümünün ardından beynini incelemeye aldı.

Daniel Tammet


Daniel karmaşık çarpma ve bölme işlemlerini hiç çaba harcamadan kafasından yapabiliyor. On bine kadar herhangi bir sayının asal olup olmadığını derhal size söyleyebiliyor. Yıldırım hızıyla yaptığı matematik işlemlerinin yanı sıra on yabancı dil konuşuyor ve yeni bir dili bir hafta içinde öğrenebiliyor. Ayrıca Manti adını verdiği, kendine özgü bir dil bile geliştirmiş durumda.

Çocukluğunda geçirdiği ve temporal lop epilepsisi olarak teşhis edilen birkaç havaleden sonra bu yeteneği kazanan Daniel Savant sendromlu yaşayan 100 dahi listesinde bulunuyor. Kendisinin bir konuşmasına göz atmak isterseniz:

Savant sendromunu açıklamak için bir kuram geliştirmenin zorluklarından biri farklı bireylerde farklı biçimlerde ortaya çıkmasıdır. Yine de aralarında Kim’in de bulunduğu tüm savantlarda görülen bir nöroanatomik anomali vardır: Beynin sol yarıküresi hasarlanmıştır. İlginç olan yönü ise savantların görsel ve uzamsal abartılı yeteneklerinin neredeyse tümüyle beynin sağ tarafına bağlı olması ve beynin sol tarafına bağlı olan dilsel yetenekler konusunda daima sıkıntı çekmeleri. Savantlar arasında konuşma bozuklukları yaygın olduğundan Daniel gibi geveze, rahat konuşan biri olağandışı kabul edilir.

Derek Amato

En ilginç savant örneklerinden biri de Derek Amato. Kendisi satış eğitmenliği yapan normal bir insanken hayatı 2006’ da tam 39 yaşındayken, kafasını şiddetlice havuzun kenarına çarpmasıyla değişti. iyileştikten sonra daha evvel müzikle ilgisi olmamasına rağmen piyanoyu yılların sanatçısı gibi çalmaya başladı.

Aslında bu biçimde tek örnek Amato değil. Örneğin, Newyork’ ta bir ortopedi cerrahı olan Tony Cicoria yıldırım çarpması sonucu yaralanmasının hemen ardından klasik piyanoyu kendi kendine çalmayı öğrenmişti. Alonzo Clemens ise, üç yaşında fena şekilde düştüğünden kalıcı bilişsel hasara uğramış fakat bu nedenle mükemmel hayvan heykelleri yapmaya başlamıştı.
Buğra Çankır

Buğra Çankır, 24 yaşında bir otizmli. İletişim konusunda doğuştan gelen güçlükleri var. 10 yaşındayken üstün yetenekli müziksel özellikleri olduğu anlaşıldı. ‘Perfect Pitch’ ya da ‘Mutlak Kulak’ olarak adlandırılan ve doğadaki tüm sesleri herhangi bir referansa ihtiyaç duymadan nota olarak tanımlayabilme diye açıklanan bu yeteneği, 2004 yılında Kaliforniya Üniversitesi San Francisco Genetik Araştırma Merkezi’nin testiyle belgelendi.

Ardından, matematik, müzik veya görsel alanda yetenekli olan ve genelde otizmli çocuklarda görülen ‘savant sendromu’ ile ilgili araştırmalar yapan Wisconsin Medical Society tarafından 2007 yılında bu özelliği nedeniyle dünyadaki savantlar arasında gösterilerek, literatüre geçti.

George Widener

Widener, takvimlere, nüfus bilgilerine, istatistiklere tutkun bir sanatçı savant. Rakamlarla oynamak onun için müzik dinlemek gibi bir şey, onun beyni kâğıt üzerindeki sayıları, desenleri ya da ifadeleri bizlerden farklı görüyor. George aynı zamanda harika bir ressam. İnce detayları çok iyi algılayıp, onları bir teknik resim misali kağıda dökebiliyor. O dünyayı aslında geometrik şekiller üzerinden algılıyor bir bakıma. George’un çizimleri bir fotograf makinesi gibi tüm detayları taşıyor.

Stephen Wiltshire

Otistik olan Wiltshire, 8 yaşından beri bina resimleri çiziyor. Herhangi bir şehrin tüm binalarını çizebilmesi için helikopter ile şehrin üzerinde 20 dakika dolaşması yeterli.
Tommy McHugh

1949 doğumlu İngiliz Tommy McHugh, sıradan bir hayat sürerken başına gelen bir olay sonrası sanat dehasına dönüşen bir başka savant. Geçirdiği beyin kanamasının ardından hayata tekrar dönen Tommy nekahat süresinin devamında sürekli çılgınlar gibi yazmaya ve sürrealist resimler çizmeye başladıve bu çalışmalarını 2012’de kanser nedeniyle ölünceye kadar sürdürür.
Leslie Lemke

Müziğin harika çocuğu Leslie Lemke hem görme hem de zeka özürlü ve on beş yaşına kadar yürüyememiş ama en karmaşık parçaları bir kez · dinledikten sonra çalabiliyor.
Flo ve Kay Lyman

Tek yumurta ikizi otistik savantlar geçmişte ya da gelecekte herhangi bir tarih verdiğinizde hangi güne denk geldiğini anında söyleyebilir. Aynı zamanda deha düzeyinde bir otobiyografik hafızaya sahipler ve söylediğiniz herhangi bir tarihte ne giydiklerini, havanın nasıl olduğunu, o gün neler yaptıklarını ve ne yediklerini sayabiliyorlar.

Konu ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz National Geograhic – Dehanın Sırları/ Şans Eseri Deha adlı belgesele de göz atabilirsiniz.

6 Nisan 2019 Cumartesi

Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Ağrı Dağı Efsanesi

Kitabın Yazarı : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :


Roman ilk defa 1970 yılında yayınlanmıştır. İçinde barındırdığı mitolojik ögeler ve halk edebiyatı motifleri ile aynı zamanda bir destan özelliği gösteren roman yayınlandığı günden itibaren her dönemde sürekli okunan eserler arasında yerini almıştır. Romanda dönemin örf ve adetleri siyasi yapısı bölgenin coğrafi özellikleri ve insanların iç dünyasına ayna tutmuş ve bunlara karşı eleştiri niteliğinde göndermeler de yapmıştır. 1975 yılında Memduh Ün tarafından sinema filmi olarak da çekilen Ağrı Dağı Efsanesi Yaşar Kemal’in en çok okunan eserleri arasında yer almaktadır.

Kitabın Konusu :


Ağrı Dağı’nın eteklerinde yaşayan Ahmet ile Beyazıt ilçesinin ağası Mahmut Han’ın kızı Gülbahar arasında yaşanan mücadele dolu aşk hikâyesi romanın konusunu oluşturmaktadır.

Kitabın Ana Fikri :


İnsan sevdası ve gelenekleri uğrunda bazen canını hiçe sayarak büyük bir hayat mücadelesi verebilir. İnançları ve gelenekleri hiçe sayarak mücadelemize karşı çıkan insanlarla biz de mücadele etmeli ve haklı olduğumuz davada onları alt etmeliyiz. İnsan sevdiği kişinin uğrunda bütün fedakârlıkları katlanmalı ve ona kavuşmasını bilmelidir.

Kitabın Özeti :

Ağrı’nın Sorik köyünde yaşayan Ahmet, bir gün kapısının önünde bekleyen bir at görür. Atın dizginleri sırma işlemeli, eyeri gümüş, eyerinin altındaki keçe ise güneş suretinde ve Hayat Ağacı işlenmiş bir şekildedir. Atı ilk gören Sofi, Ahmet’e kasabadan ünlü bir aşiret ya da zengin bir misafirin geldiğini düşünür. Ahmet ise olanlardan habersiz bir şekilde kaval çalmaktadır. Kavalın sesi kesilir ve Sofi, Ahmet’in misafirlerinin olmadığını öğrenir. At bir başına kapının önünde beklemektedir. Bu durumda Sofi, Ahmet’e Hak’tan bir armağan geldiğini söyler.

Önce atı aşağıdaki yola bırakıp atın geri dönmesini beklerler. At geri dönerse ve bunu üç defa yaparsa at Ahmet’in olmalıydı. At her seferinde aşağı yoldan kapının önüne kadar gelir. Geleneklere göre bir kişinin kapısının önüne gelen at artık onun olmuştur. Ahmet bu ata sahip çıkar; hayatı pahasına da olsa vermeyi düşünmez. At Ahmet’in evinde altı ay boyunca bekler ve atın sahibine dair hiçbir haber alınamaz.

Bir gün Beyazıt paşası Mahmut Han’ın adamları Ahmet’in evine gelir ve atı almaya geldiklerini söylerler. Ahmet bu atın kendisine yadigâr kaldığını, onu hiçbir şekilde onlara iade etmeyeceğini söyler. Bu cevabı duyan paşa gelenekten haberi olmasına rağmen bir dağ köyünde oturan Ahmet’in bu tavrı karşısında öfkeden deliye döner. Bu durumu çözmek için dostu olan Kürt beylerini saraya çağırır ve atı Ahmet’ten almalarını ister. Kürt beyleri Ahmet’in haklı olduğunu bilirler ama paşaya karşı ses çıkaramazlar.

Ahmet’e atı geri vermesi için bir elçi gönderirler ancak Ahmet bu elçiye aldırış etmez. Kürt beylerinden umduğunu bulamayan Mahmut Han, yanına Kürt beylerini ve askerlerini alarak tekrar Ahmet’in köyüne gider. Köyde yaşayan bir tek canlı bile yoktur. Bütün evleri ateşe vermiştir. Köyde sadece Sofi vardır. Sofi’nin ellerini bağlayıp boynuna lale geçirerek zindana atarlar.

Bu arada paşa askerlerle birlikte beyleri de yanına alarak Ağrı Dağı’nın eteklerindeki köyleri dolaşırlar ancak o köylerde bomboştur. Kızgınlıktan deliye dönen ve sararıp solan Mahmut Paşa, umutsuz bir şekilde dağ köylerini arar; fakat hiçbir şey bulamaz. Durumun vahim olduğunu anlayan beyler, kendi aralarında anlaşıp paşaya Beyazıt’a geri dönmesini 3-4 ay içerisinde Ahmet’i ve köylüleri bulup ona teslim edeceklerini söylerler. Paşa çaresiz bu teklifi kabul eder ve saraya dönüp beklemeye başlar.

Bu arada Sofi, zindanda yatmaktadır ve paşanın kızlarından olan Gülbahar, her gün gizli bir şekilde kendi elleriyle yaptığı yemekleri Sofiye götürmektedir. Sofi de Gülbahar’a kavalı ile Ağrı Dağı’nın Öfkesi ezgisini çalmaktadır. Daha sonraki günlerde paşa Ahmet’in, atın ve köylülerin Şemdinli’de olduğu haberini alır. Milan beyinin oğlu Musa Şemdinli’ye giderek Ahmet’le görüşür. Paşa’nın kendisi ile sadece tanışmak istediğini, köylülerin de artık köye geri dönmesi gerektiğini söyler. Sofi’nin de zindanda olduğunu öğrenen Ahmet, Musa Bey’in samimiyetine inanarak onunla birlikte saraya gider. Paşa bu teklifi ile hem Ahmet’i hem de Musa Bey’i kandırmış, ikisini de Sofi’nin yanında zindana attırmıştır. Kızı Gülbahar’a da artık Sofi’den uzak durmasını emretmiştir. Lakin Gülbahar Ahmet’in de Ağrı Dağı Öfkesi’ni çaldığını duyunca Ahmet’e karşı ince duygular beslemeye başlar.

Zindancı Başı Memo ise Gülbahar’a sevdalıdır. Gülbahar Memo’ya tüm kıymetli eşyalarının bulunduğu keseyi uzatarak onu Ahmet’le görüştürmesini ister. Bu teklifi duyan Memo yıkılır ancak keseyi almadan zindanın anahtarlarını Gülbahar’a uzatır. Gülbahar ile Ahmet zindanın kulesinde sabaha kadar el ele sohbet ederler. Bu buluşmalar birkaç gün boyunca devam eder. Paşa ise Ahmet’e ve köylülere atı getirmezlerse hepsinin başının vurulacağını söylemiştir. Ne yapacağını ve bir çıkmazın içinde bulunduğunu fark eden Gülbahar, bu durumdan kurtulmak için kardeşi Yusuf’a gider. Yusuf Gülbahar’ı dinleyince çok korkar ve bu sevdadan vazgeçmesini ister. Gülbahar’ın teklifini Yusuf kabul etmeyince Gülbahar son çare olarak Demirci Hüso’ya gider. Demirci Hüso onu kervan şeyhine göndererek kervan şeyhi mührünü Hüso’ya verir ve atı getirmesini söyler. Hüso daha dağlara giderek atı geri getirir. Bu mutlu haberi alan Gülbahar ve Ahmet artık kavuşacaklarını düşünmektedirler lakin sevinçleri kursaklarında kalır. Paşa gelen atın kendisine ait olmadığını söyleyerek onları idam ettirme kararını uygulayacağını açıklar.

Gülbahar yine Memo’ya başvurur. Memo’nun yanına giderek Ahmet’i, Musa’yı ve Sofi’yi serbest bırakması karşılığında onun her istediğini yapacağını söyler. Ne Musa Gülbahar’a sevdalı olduğu için saçından birkaç tel vermesi karşılığında onların hepsini serbest bırakır. Sabah olup cellatlar tutsakları asmaya geldiğinde, Memo tutsakları serbest bıraktığını söyler ve kendini kale burçlarında aşağı atarak öldürür.

Bütün bu olaylardan Gülbahar’ın kardeşi Yusuf da çok korkmuştur. Babasına her şeyi tek tek anlatır. Paşa’da aldığı bu haberler üzerine kızı Gülbahar’ı zindana attırır. Bu haber tüm Ağrı Dağı ahalisince duyulur. Ağrı, Erzurum, Van, Erzincan ve Kars’taki tüm halk, sessiz bir şekilde saraya doğru yürüyerek Gülbahar’ı zindandan çıkarırlar. Ahmet ile Gülbahar ahali tarafından Hoşap Kalesi Beyi’ne götürülür. Hoşap Beyi kendisine edilen bu emanetleri hiçbir şekilde paşaya vermeyecek ve gelenekleri uyacaktır. Akşam olunca Ahmet ile Gül Bahar’ı aynı yatağa yatırır ancak aralarında bir kılıç koyar.

Gülbahar ile Ahmet günlerce Hoşap Kalesi birinin evinde kalır. Çaresiz kalan paşa en sonunda Ahmet’i bir sınavdan geçirmeye karar verir. Şimdiye kadar kimsenin çıkamadığı Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmasını ve orada bir ateş yakmasını söyler. Gülbahar’a kavuşmak için bu teklifi kabul eden Ahmet akşama kadar Ağrı Dağı’nın tepesine çıkar ve ateşi yakar bütün ahali bu olayı izler ve ateşin yandığını görür. Gülbahar ile Ahmet sonunda kavuşmuştur. Birlikte Küp Gölü’nün üzerindeki meraya kadar at üzerinde giderler ancak yolda giderken de mağaraya ulaştıklarında hiçbir söz etmezler. Gülbahar artık daha fazla dayanamaz ve ne olduğunu öğrenmek ister. Ahmet ise Memo’nun onları neyin karşılığında serbest bıraktığını Gülbahar’a sorar. Gülbahar Memo’ya ne isterse vereceğini söylediğini ancak Memo’nun hiçbir şey istemediğini söyler. Buna inanmayan Ahmet kendisini Küp Gölü sularına bırakarak kayıplara karışır.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ

Sorik köyünde yaşayan Ahmet’in, kapısında bir gün bir at belirmesi ve geleneklere göre bu ata Ahmet’in sahip çıkması ve kimseye vermemesi

Bu atın Beyazıt Paşası Mahmut Han’a ait olduğunun anlaşılması

Mahmut Han’ın Kürt beylerini toplayarak Ahmet’ten atı istetmesi ancak Ahmet’in atı onlara vermemesi

Mahmut Han’ın Ağrı Dağı eteklerindeki köyleri dolaşması ve evleri ateşe vermesi

Köylülerin Şemdinli’ye kaçması

Mahmut Hanım köylüleri ve Ahmet’i kandırarak sadece görüşmek istediğini ve bu yüzden Ağrı’ya dönmeleri gerektiğini söylemesi

Köyde tek kalan kişi olan Sofi’nin Mahmut Paşa tarafından zindana atılması

Ağrı’ya dönen Ahmet’in de zindana atılması

Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar’ın Ahmet’e âşık olması

Gülbahar’ın kendisini seven zindancı Memo’yu kandırarak Ahmet’le günlerce buluşması

Ahmet’e kavuşmak için Gülbahar’ın kardeşi Yusuf’a gitmesi ancak Yusuf’un babasından korktuğu için bu işe karışmaması

Gülbahar’ın daha sonra Hüso’ya başvurması ve Hüso’nun atı getirmesi

Paşa’nın atın kendisine ait olmadığını söylemesi

Gülbahar’ın zindancı Memo vasıtasıyla Ahmet’i serbest bıraktırması

Ahmet’in zindandan kaçıp Hoşap Kalesi beyine sığınması

Gülbahar’ın ise babası tarafından zindana atılması

Bu olay üzerine çevre şehirlerin de ahalisinin toplanıp saraya yürümesi ve Gülbahar’ı zindandan çıkarması

Paşanın çaresiz kalıp Ahmet’e Gülbahar’a kavuşması için bir şart koşması

Bu şartı kabul eden Ahmet’in Ağrı Dağı’nın tepesine çıkıp orada ateş yakması ve paşanın şartını yerine getirmesi

Gülbahar ile Ahmet’in kavuşması ancak Ahmet’in niçin zindandan çıkarıldığını anlayamaması

Gülbahar’ın neyin karşılığında onu zindandan çıkarttığını sorması ve kafasında şimşekler çakarak kendisini Küp Gölü sularına bırakarak hayatına son vermesi romanının ana vakasını oluşturan olaylar örgüsüdür.

ROMAN KAHRAMANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Ahmet: Ağrı Dağı eteklerinde Sorik köyünde yaşayan bir gençtir. Kapısının önünde bir at bulmasıyla geleneklere uyarak bu atı vermeyen Ahmet, atın sahibi olan paşa aile çok mücadele etmiş ve paşanın kızını sevmiştir. Hem geleneklerini korumak hem de sevdiği kıza kavuşmak için çok mücadele etmiş, paşanın öne sürdüğü, istediğini şartları yerine getirmiş ve en sonunda mücadelesinde başarılı olmuştur ancak Gülbahar’ın onu hapisten çıkarmak için ne yaptığını düşünerek kendi hayatına son vermiştir. Düzgün karakterli ve romanda mücadele edip kazanan karakteri canlandırmıştır.

Gülbahar: Beyazıt Paşası Mahmut Han’ın kızı olan Gülbahar romanın ana karakterlerinden olup Ahmet’e âşık olmuş bir kızdır. Ahmet’e kavuşmak için her türlü mücadeleyi vermiş babasını bile karşısına almış ve birçok kişi ile işbirliği yapmıştır. Sevdiği kişiye kavuşmuş ancak kavuştuğu gün kaybetmiştir. Gözü pek kimseden korkmayan sevdası ve inancı için her türlü riski ve tehlikeyi göze alan bir genç kızdır.

Mahmut Han: Beyazıt ilçesinin paşası olan Mahmut Han atının gitmesinden dolayı Ahmet’ten atını istemiş ancak alamamıştır. Bunun için geleneklere karşı çıkıp çok mücadele etmiş ancak Ahmet’in ve kızı Gülbahar’ın direnci karşısında daha fazla duramamıştır. Bu yüzden kızını Ahmet’e vermeyi kabul etmiştir. Romanda güçlü olan lakin küçük insanların hakkını yiyen ve onları hor gören bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hoşap Kalesi’nin Beyi:
İnsanlara değer veren ve inanç ve gelenekler uğrunda kimseden korkmayan bir adamdır. Ahmet’in ona sığınmasına karşın onu hiç kimseye vermemiş. Gülbahar ile Ahmet’i günlerce evinde korumuştur.

Sofi: Kendi halinde yalnız yaşayan, kaval çalan bir çobandır. En yakın arkadaşı Ahmet yüzünden zindana atılmış, iyi kalpli doğru ve dürüst bir insandır.

Yusuf Gülbahar’ın Kardeşi Yusuf:
Babasından çok korkmaktadır. Kız kardeşi için gerekli fedakârlığı yapmayan, babasının haksız yere olan kavgasından tarafta yer almıştır.

Hüso: Gülbahar’ın Ahmet’e kavuşması için ona yardım etmiş ve Ahmet’e ait olduğunu düşündükleri atı paşaya getirmiştir. Zindancı

Memo: Gülbahar’a yürekten sevdalı olan Memo onun için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır. Lakin sevdasını içinden yaşamaktadır. Gülbahar’a bir türlü açılmamıştır. Bu yüzden bir gün kale surlarından kendini atarak canına kıymıştır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ -  Yaşar Kemal (1923 – 2015) 

Romancı, senarist, öykü yazarı.

Çukurova da doğan yazar çocukluk döneminde Diyarbakır, Urfa daha sonra da İslâhiye’de kalmıştır. Yaşar Kemal öğrencilik dönemlerinde ırgat kâtipliği, memurluk, kontrolörlük ve vekil öğretmenlik gibi birçok işte çalışmış; hayatın zorluklarıyla pişmiş bir yazardır. Küçük yaşlardan beri edebiyatla ilgilenmeye başlamış, ilkokulda ilk şiirini yazmıştır.

Türk edebiyatının en velut ve tanınan yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal, edebiyat hayatına Türk Sözü gazetesinde başlamıştır. Onu edebiyat hayatında tanıtan ilk eseri Sarı Sıcak’tır Daha sonra İnce Mehmet roman serisi ile bütün Türk ve dünya edebiyatına adını duyurmuştur. İnce Mehmed’i 8 yılda yazmıştır. Sömürülen halka, ezilen insanlara destek olmak için romanlarını yazdığını belirtir.

Romanlarında yüksek zümreden olan kişiler değil hep halk kahramanları yer almıştır. Türk ve dünya edebiyat çevreleri tarafından yüzlerce ödül almış, ancak Nobel Edebiyat ödülünü alamamıştır. 2011’de Fransa’da Lecon de Hannover ödülüne layık görülmüş, Türkiye’de de 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü almıştır.

Yaşar Kemal Hikâyeleri
Sarı Sıcak
Bütün Hikâyeleri

Yaşar Kemal Ağıtları
Taş Çatlasa
Binbir Çiçekli Bahçe

Yaşar Kemal Şiirleri
Bugünlere Bahar İndi

Romanlar
İnce Mehmet 1-2-3-4
Akçasazın Ağaları 1-2
Deniz Küstü
Teneke
Yılanı Öldürseler
Yer Demir Gök Bakır
Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana
Yağmurcuk Kuşu
Tek Kanatlı Bir Kuş

Destansı Romanları
Ağrı Dağı Efsanesi
Binboğalar Efsanesi
Üç Anadolu Efsanesi
Çakırcalı Efe

Aşamalar (Afet ILGAZ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler



Kitabın Adı : 
Aşamalar

Kitabın Yazarı : Afet ILGAZ

Kitap Hakkında Bilgi :

İlk defa 1977 yılında yayınlanmıştır. Afet Ilgaz, edebiyat ve aydın çevrenin içinde bulunduğu açmazları, sapkınlıkları ve çelişkileri dile getirmiştir. Roman 604 sayfadır. Kitapta dönemin toplum yapısına siyasi oluşumlarına ve Marksizm anlayışına da eleştirel gönderilerde bulunmuştur. Dönemin beğenilerini ve içinde bulunduğu açmazları yansıtması açısından başarılı bir roman olarak karşımıza çıkmaktadır.

Afet Ilgaz’ın romanda değindiği bir diğer mesele ise kendisini devrimci olarak nitelendiren yazarların özel ve toplum hayatındaki yaşam tarzlarında çok farklı insanlar oldukları ve mazbut bir yaşantının aksine kadına, paraya, mala, mülke sahip olmanın onlar için çok değerli olduğunu anlatmıştır.

Kitabın Konusu :


Bir dönemde aydınlar ve yazarlar çevresinde yaşanan çarpık ilişkiler bu insanların sağlıklı olmayan düşünce ve davranışları dışarıya yansıtılmayan problemleri ve dönemin çeşitli yönleri romanın konusunu oluşturur.

Kitabın Ana Fikri :


Hayatta aydın, okumuş, diplomalı dediğimiz birçok kişinin aslında kendi içinde açmazlarla çelişkilerle ve sapkın düşüncelerle dolu olduğunu görebiliriz. Onların da hayatta hata yapabileceklerini, hatta bizden daha fazla yanlışlarının olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü her insanın bir zaafı vardır ve insan o zaafı etrafında sürekli vaktini harcar ve kimi zaman da o zaafları yazarın hayatına, yazarlık kariyerine mal olabilir. İnsan yüksek bir kesimde de olsa, siyasetin, sanatın, edebiyatın içinde de olsa, akıl ve ruh sağlığını ve içindeki maneviyatı kaybetmemelidir.

Kitabın Özeti :


Sevda küçük oğlu Fazlı’ya doğum günü partisi vermektedir. Gösterişe ve zenginliğe meraklı olan bu kadının hayatı çelişkilerle doludur. Partideki tavırları Sevda’nın çelişki ile dolu ruhunu dışarı yansıtan göstergeleridir. Sevda’nın kocası Arif ise onun gibi çelişkili olan bir insan değil, aksine akıl ve ruh sağlığı yerinde olan, halinden memnun ve şükür sahibi bir adamdır. Arif İzmit’te bir fabrikada mühendis olarak çalıştığı için sık sık oraya gidip gelmekte ve iyi bir gelir elde etmektedir. Arif ile Sevda’nın kendi aileleri de maddi olarak varlıklı ailelerdir.

Arif ile Sevda evlendikten sonra Sevda Arif’in anne ve babasını da İstanbul’a taşınmaları için ikna etmiştir. Çünkü kendi babası ve annesi de İstanbul’da oturmaktadır. Sevda, Arif ile birlikte İstanbul’a taşınınca hayatının bundan sonraki kısmının çok mutlu geçeceğini düşünür ancak Sevda doğuştan beri bir türlü mutlu olamayan, memnuniyetsiz ve kendisini sürekli üzecek bir şeyler bulan, şımarık ve alıngan yetişmiş bir kızdır. Bunda ailenin tek kızı olmasının payı büyüktür. Sevda annesinin tabiriyle sürekli bir şeyleri düzeltmeye çalışan, genç kızlığında yüzünde çıkan sivilceler yüzünden sürekli ağlayan ve üzülen, burnundaki kemiği ameliyatla aldıran bütün her şeye sahip olmasına rağmen hala üzgün olan bir kızdır. Kocasının iyi olması, çocuklarının sağlıklı, evi ve arabasının olması ve hiçbir hastalığının olmaması; buna rağmen Sevda’nın hala hayattan memnun olmaması annesini şaşkınlığa sevk etmektedir. Sevda Hayattan tat almamakta, sürekli yeni arayışlar içerisinde olan bir kadındır.

İstanbul’a yerleştikten sonra üniversitede birlikte okuduğu arkadaşlarıyla görüşmeye başlar. Bu arkadaşları vesilesiyle kendisini gazete ve edebiyatçılardan oluşan aydın bir çevrenin içerisinde bulur. Aydınların kuracakları dernek çalışmalarına katılır. Boş vakti olduğu için onlarla sık sık bir araya gelir ve dernek çalışmalarında görev alır. Vakitlerini bu şekilde değerlendirirken yine bir arayış içerisinde bulunmaktan vazgeçmez.

Bir gün gördüğü bir erkekle evlilik hayali kurar. Başka bir gün başka bir erkekle yemek yediğini düşünür. Bu şekilde hayaller kurarken karşısına yazar olan hakkı Kotar çıkar. Hakkı Kotar’la sık görüşmeye başlar ve ikisi birbirlerinden hoşlanırlar. Hakkı Kotar’la birlikte olurlar. Artık Hakkı ile evlenme planları kurmaktadırlar. Kocası sürekli İzmit’e gidip geldiğinden Sevda rahat buluşmaktadır. Hakkı Kotar bir roman yazarıdır ve o da karısı ile mutsuz olduğunu söyler. Hakkı da eşinden ayrılacağını Sevda’ya söyler. Her ikisi de eşlerinden boşanıp evleneceklerdir. Lakin her şey düşünülmüşken Hakkı birden Ankara’da olan eşinin yanına gider ve bir daha Sevda’ya hiçbir haber göndermez. Sevda İstanbul’da onu sürekli arar. Evine mektuplar bırakır lakin Hakkı’ya ulaşması mümkün değildir.

Sevda bu tecrübeden sonra kendisini batan bir kayığa benzetir. Her gün yavaş yavaş su almakta ve kimsenin haberi olmadan sulara gömülüp gitmektedir. Bazen de aklı başında bir şekilde düşününce deniz kıyısında güzel bir evde oturduğunu, arabasıyla sürekli gezebildiğini, iki tane cıvıl cıvıl ve neşeli çocuğa sahip olduğunu ve bunların çoğu kişide olmadığını düşünerek küçümsenmeyecek bir mutluluğun içinde olduğunu da bilmektedir ve kendinden utanmaktadır.

Yazarlar ve aydınlar çevresinde Sevda’nın karşısına yeni, saygın bir kişiliği olan roman yazarı Mehmet Meriç çıkmıştır. Mehmet Meriç eşinden ayrılmış Ferda adlı bir kadınla yeni bir evlilik yapmıştır. Ferda ile çocukları olmasına rağmen mutsuz bir hayat yaşamaktadırlar. Mehmet Meriç gözü sürekli dışarıda ve kadınlarda olan hovarda bir insandır. Kadınlara göre karizmatik ve çekici bir yanı da vardır. Bu yanını kullanarak kadınlarla beraber olmakta ve Ferda’yı aldatmaktır. Romanlarından elde ettiği iyi bir gelirle rahat bir yaşam sürmektedir.

Mehmet Meriç’in eşi Ferda ise doktorluk yapmaktadır. Kocasına bağlı iyi niyetli bir kadındır. Onun bu bağlılığına rağmen Mehmet Meriç sürekli onu aldatmaktan ve son olarak Sevda ile aşk yaşamaya başlamıştır. Sevda Mehmet Meriç ile evlenmeyi planlar. Mehmet Meriç ona karısından ayrılacağını söyleyerek söz verir. Buna inanan Sevda, kocası Arif’ten ayrılır. Arif bu ayrılığın üzerine Sevda’nın oturduğu evi ve eşyaları alır. Mehmet Meriç ile henüz evlenmeyen Sevda, mutsuz bir hayata adım atar.

Sevda’nın yakın arkadaşlarından olan Gülsüm ise Marx’ın düşünce ve öğretilerine inanan, bu sebepten kocası ile sık sık tartışan ve öğretmenlik yapan bir kadındır. Gülsüm öğretmenliğin bilincindedir ancak katıldığı bir boykot yürüyüşü sebebiyle İstanbul’un kenar mahallelerinden bir okula sürülür. Kocası Ekrem ise ciddi bir hastalığa yakalanmıştır. Gülsüm hem Ekrem’e bakmakta hem de birkaç dolmuş değiştirerek okula gitmektedir. Bu şekilde yaşamakta çok zorlanmaktadır. Okuldan bir öğretmen arkadaşının tesiriyle partilere ilgi duymaya başlar ve CHP’nin toplantılarına ve yürüyüşlerine katılır.

Sevda bu hayata daha fazla dayanamaz ve kahrından ölür. Çocuklar ile Arif yaşamaya devam ederler. Gülsüm ise bir otelde çay içerken Mehmet Meriç ile karşılaşır ve tanışırlar. Mehmet Meriç tuzağına düşürecek yeni bir kadın bulmuştur.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ


Sevda’nın mühendis olan Arif ile evlenip İstanbul’a yerleşmesi

Arif’in iyi bir gelire sahip olması ve Sevda’ya ev, araba, istediği kadar parayı vermesi ancak Sevda’nın buna rağmen yine de mutsuz ve memnuniyetsiz bir kadın olması

Sevda’nın sürekli yeni arayışlar içinde erkeklerle düşüp kalkma hayaliyle yaşaması

Üniversiteden arkadaşları vesilesiyle yazar ve aydın bir çevre ile tanışması orada dernek faaliyetlerine katılması

Hakkı Kotar isimli bir yazarla aşk yaşayıp birlikte olması ve eşlerinden boşanıp birbirlerine evlenme sözü vermeleri ancak Hakkı’nın bir gün ansızın Ankara’ya gitmesi ve bir daha hiç dönmemesi

Bir süre sonra Sevda’nın Mehmet Meriç adlı hovarda bir yazarla tanışması

Mehmet Meriç’in Sevda’yı eşinden boşanma vaadi ile kandırması ve Sevda’nın bu söz üzerine Arif’ten boşanması

Mehmet Meriç’in Sevda ile evlenmemesi

Arif’in Sevda’nın elinden bütün malları ve çocukları alması

Sevda’nın kahrımdan ölmesi

Sevda’nın arkadaşı Gülsüm’ün öğretmenlik yaparken çeşitli sol gruplara meyledip kötü bir okula ve semte sürülmesi

Kocası Ekrem’in hastalanması ve Gülsüm’ün bir gün bir otelde çay içerken Mehmet Meriç’in ağına düşmesi romanın ana vakasını oluşturan olay örgüsüdür.

ROMAN ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ


Sevda: Ailesinin tek kızı olan Sevda varlıklı bir hayat sürmüş, bu yüzden şımarık ve alıngan bir yapıya sahiptir. Her istediği olan Sevda bir türlü tatmin olmamış ve sürekli yeni arayışlar içerisinde aklını ve ruhi dengesini kaybetmiştir. Kocasından, çocuklarından, oturduğu evden ve arabasından mutlu olmayan Sevda; çeşitli erkeklerle düşüp kalkmış ve onlar tarafından terk edilmiştir. Bu da Sevda’nın günden güne kahrolmasını sağlamıştır. Hiçbir zaman elindeki ile yetinmemiş, şükretmesini bilmemiştir. Bu yüzden genç yaşında hayatını kaybetmiştir.

Arif: Varlıklı bir aileden gelen Arif, kendisi de iyi bir mühendistir. Dönemin şartlarına göre iyi bir gelire sahiptir. İzmit’te çalıştığı için karısı tarafından aldatılan Arif, temiz kalpli, iyi niyetli bir adamdır. Karısının aşırılıklardan, doymazlığından ve memnuniyetsizliğinden şikâyetçidir. Lakin ona hiçbir zaman sıkıntı vermemiştir. Sevda’nın kendisinden ayrılması üzerine ondan arabayı, evi ve eşyaları almış; çocuklarla birlikte İzmit’e gitmiştir.

Hakkı Kotar: İstanbul’da çalışan bir yazardır. Ailesi ve karısı Ankara’da olduğu için İstanbul’da Sevda ile birlikte olup karısını aldatmış, daha sonra Sevda’yı da terk ederek ailesinin yanına gitmiştir.

Mehmet Meriç:
İki defa evlilik yapmış ama hala gözü dışarıda ve kadınlarda olan bir yazardır. Romanları iyi sattığın için maddi bir kaygısı da yoktur. Yiyip içip gününü gün eden ve kadınlarla eğlenen Mehmet Meriç, Sevda ile tanışınca ona karısından ayrılmak vadi vererek, onu kocasından boşatmış ancak onunla evlenmemiştir. Mutsuz bir hayat yaşamış ve Sevda onun yüzünden ölmüştür.

Gülsüm: Sevda’nın arkadaşı olan Gülsüm, İstanbul’da öğretmenlik yapmaktadır. Sol gruplara ve Karl Marx düşüncesine meylettiği için İstanbul’un kötü bir semtine sürülmüştür. Kocasının hastalığı ve okula gitmekte zorlandığından dolayı günleri kötü geçmektedir. Bir gün çay içerken bir kafede Mehmet Meriç ile tanışacak ve onun ağına düşecektir.

Ekrem: Gülsüm’ün kocası olan Ekrem ciddi bir hastalığa yakalanmış ve evde yatalak olarak kalmıştır. Gülsüm tarafından Mehmet Meriç ile aldatılmıştır. Karısının sol temayüllerine çok kızmaktadır.

Mehmet Meriç’in Karısı Ferda: Doktorluk yapmakta olan, iyi niyetli ve temiz kalpli bir kadındır. Kocasına gayet bağlı ve bir çocuğu olmasına rağmen kocası tarafından aldatılmakta ve mutsuz bir hayat yaşamaktadır.

Romanın diğer kahramanları; Sevda’nın anne ve babası, Sevda’nın çocuklarıdır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ -  Afet Ilgaz (1937-) 

Yazar, Romancı.

Çanakkale’de doğan yazar, Çapa Öğretmen Okulu ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe ve Klasik Diller Bölümünde bir süre okuyan Afet Ilgaz yurdun çeşitli yerlerinde anaokulu öğretmenliği, yöneticiliği ve yayıncılık yaptı. Halen bir kitabevi işletmekte olan Ilgaz, başlangıçta benimsediği Sosyalist dünya görüşünü terk edip 1990’dan itibaren İslamcı bir çizgide yazmaya ve yaşamaya başlamıştır. Yeni Şafak ve Milli Gazete’de yazıları yayınlanan Ilgaz, 1990’da yayımladığı Ad, Semud, Medyen adlı romanıyla yeni görüşlerini anlatmıştır.

İlk yazılarını 1954’te Dünya gazetesinde yayımlayan yazar, daha sonra çeşitli dergilerde yazarlık yapmış, ilk öykülerini ise 1955’te Varlık, Türk Dili, Gelecek Yansıma, Sanat ve Toplum gibi dergilerde tefrika etmiştir. 1965’te Başörtülüler adlı hikâyesi ile Türk Dil Kurumu hikâye ödülünü ve 1973’te Yol adlı romanıyla Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Romanı ve Romancısı Ödülü’nü almıştır.

İlk evliliğinden iki erkek çocuğu olan Ilgaz, daha sonra Rıfat Ilgaz ile evlenmiş ve ika kız çocuğu olmuştur.

Öyküleri
Eşiktekiler
Ahmet Beylerin Bedriye
İtalya Notları
Başörtülüler
Toprak İnsanları
Halk Hikâyeleri
Çeribaşı Abdullah’la İdamlık İsmail

Romanları
Aşamalar
Ölü Bir Kadın Yazar
Garip Bir Dava
Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi
Sendika
Ad Semud Medyen
Yol
Yolcu
Menekşelendi Sular
Çocuk Kitapları
Annem, Annem
Değişen Sevgililer
Çocuklar Da Savaştı
Karadayı
Hak
Filiz Büyüyor

Bir Akşamdı (Peyami Safa) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Bir Akşamdı

Kitabın Yazarı : Peyami Safa

Kitap Hakkında Bilgi :

Peyami Safa’nın Canan, Şimşek ve Fatih-Harbiye romanlarında olduğu gibi dönemin Doğu-Batı kültürü arasındaki ikilemde ve çelişkide kalmış insanının portresini çizdiği romanı 305 sayfadan oluşmuştur. İlk defa 1924 yılında yayınlanmıştır.

Peyami Safa romanda başarılı ruh tahlilleri ile ve tasvirleri ile okuyucuyu adeta dönemin ve dönem insanının içine çekmektedir. Diğer romanlarında olduğu gibi Peyami Safa bir akşamdı romanında da insanın inanç ve inançsızlık ekseni içerisindeki geldikleri noktaları başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Olayları ve dönemin insanın içinde bulunduğu çelişkileri Meliha karakteri üzerinden, Batı ve Roma hayranlığını ve bunun kötü kullanımını Kamil üzerinden, Doğulu bilinçli ve geleneklerine bağlı olan insan karakterini ise Cevat üzerinden anlatmıştır.

Romandaki olaylar İzmit, İstanbul, Fransa ve İnönü savaşlarının yaşandığı İç Anadolu bölgelerinde geçmektedir. Romanda Türk kültürü ile Fransız kültürünün kesiştiği ve çakıştığı noktaları görmekteyiz. Romanda kültür mirasımızı korumak ve yabancı kültürlere nasıl bir bakış açısı geliştireceğimizi Peyami Safa’nın Cevat karakteriyle vermiş olması, kendi düşüncelerini yansıtması bakımından önemlidir. Romanda dönemin siyasi ve sosyal olaylarına da temas edildiği için tarihi bir yönü de bulunmaktadır.

Kitabın Konusu :

Roman İzmit’ten İstanbul’a kaçan ve yeni arayışlar içerisine giren, yaşadığı hayattan sıkılan Meliha adlı kızın İstanbul’da sevdiği kişi tarafından aldatılması ve İstanbul’da kötü tecrübeler yaşaması, kadınlık duygularını kaybetmesi yani kendisine macera arayan genç bir kızın İstanbul’da yaşadığı hazin dramı konu edinir.

Kitabın Ana Fikri :

Hayatında çok fazla tecrübe yaşamamış, insanların ikiyüzlülüklerini, riyakârlıklarını ve sahtekârlıklarını görmemiş kişiler; diğer insanların onlara söylediği en ufak sözlere kanarlar ve onların peşinden giderler. O uyanık insanlar, saf olan insanı kandırır ve senelerce kullanabilir. Onun hayatına dair birçok şeyi elinden alabilir; geleceğini, hayallerini, umutlarını ve en önemlisi de temiz ruhunu kirletebilirler. O yüzden yaşadığımız çevrede kendinize yakın hissettiğiniz ve dost bildiğimiz kişilerden başkasıyla macera aramaya kalkmamalıyız. Bunun bedelini hayatımızla ödeyebiliriz. Herkesin her söylediğine inanmamalıyız. Bize sunulan tekliflerden ayakları yere basan ve mantıklı olanları tercih etmeliyiz.

Kitabın Özeti :


Roman Meliha’nın sayıklamaları ile başlar. Bir akşamdı. Oda boş, kafes delikleri mavi gündüzün son ışıklarıyla beraber sanki odadan eşya da çekiliyordu. Levhalar duvarların kararan zeminine batıyorlar, minderler sönüyor, iskemleler dağılıyor ve hepsi bulanarak şekilsiz bir uçuşla kayboluyorlar.

Roma’nın başında sık sık tekrar edilen bu ibareler, Meliha’nın yaşadığı pişmanlıkları anlatmak için yazılmıştır. Roman, ana kahraman Meliha’nın hikâyesidir. Meliha’nın pişmanlıklarla dolu hayatı, Kamil adında uzun boylu, yakışıklı bir zabit olan bir akrabalarının onlara ziyarete gelmesi ile başlar. Meliha’nın babası sürekli bir hastalığa yakalanmış ve öksürmekten kendine gelemeyen bir adamdır. Annesi ise babasına değer vermeyen, gününü gün etmeye çalışan, şen şakrak, aklı iki karış havada bir kadındır. Meliha her gün bu iki insanla aynı şeyleri yapıp monoton bir hayat geçirmekten bu usanmıştır. Yeni bir şeyler yaşamak, yeni arayışlar içine girmek, yeni hayatlarla tanışmak ve bu sıkıcı yaşam tarzına bir son vermek için Zabit Kemal ile bir gece ansızın İstanbul’a kaçar ve orada bu hüzün dolu hayatına bir son vereceğini düşünür. Ancak İstanbul’a giden Meliha babasını hasta halde bırakıp gitmenin vicdan azabını sürekli içinde yaşamıştır.

İstanbul’a gittikten sonra Kamil’in bütün karakterini yavaş yavaş tanıyan Meliha, İstanbul’da mutluluk bulmaya değil huzursuzluğa gitmiştir. Kamil onu hayal kırıklığına uğratmıştır. Kamil Roma İmparatorlarına özenerek onlar gibi davranmaya çalışan bir askerdir. Şık giyimli, ağzı iyi laf yapan, eğlenceye, kadına ve lüks yaşantıya düşkün olan Kamil; Meliha’yı adeta bir metres gibi kullanarak onu İstanbul’a geldiğine pişman etmiştir. Bir de Kamil’in Balkan Savaşları esnasında tanıştığı ve ondan bir çocuğu olduğu Fransız kadın ansızın İstanbul’a gelir ve Meliha ile aynı evde kalmaya başlar.

Meliha bunalıma girmeye başlamıştır. Hasta babasını Bu yüzden mi terk etmiştir? Meliha Kamil’in sözlerinin onu kandırmak için birer palavra olduğunu, onun kendisini bırakıp İnönü Savaşı’na katıldıktan sonra anlar. Kendince Kamil’den intikam almak için Kamil’in en yakın arkadaşlarıyla görüşmeye ve onlarla gönül eğlendirmeye çalışır. Lakin Kamil’in arkadaşları ise avını bekleyen bir atmaca gibi Meliha’nın içinde bulunduğu durumdan faydalanarak onu bir peçete gibi kullanıp bırakırlar.

Diğer yandan Meliha’nın babası sürekli öksürük nöbetleri geçirmekte ve Meliha’nın kaçmasının en büyük sebebinin eşi yani Meliha’nın annesi olduğunu düşünmektedir. Meliha’nın gitmesini bir türlü hazmedemeyen ve onun hasretiyle hastalığı günden güne kötüleşen zavallı baba; kızının yokluğuna daha fazla dayanamaz ve bu ıstırapla dünyaya gözlerini kapar. Meliha babasının cenazesine, yani İzmit’e büyük bir pişmanlık, kader ve üzüntü ile gider. İnsanların onun yüzüne tüküreceği endişesini de içinde taşıyarak babasının ölümünün bir gün sonrasında yetişebilir. Meliha’nın içindeki vicdan azabı, pişmanlık ve ıstırap hiçbir şekilde teselli bulmaz.

Meliha hayatının en büyük acılarından birisini yaşar. Annesi ile birlikte İstanbul’a giderler. Annesi ile yaşamanın kendisine iyi geleceğini düşünür ancak annesi de onun bunalımlarına çare olamaz. Kamil’in ondan uzaktayken yaptığı çapkınlıklar, Meliha’yı sürekli yalanlarıyla atlatmaya çalışması, hatta onu başka erkeklerin beğenisine sunması ve eski eşiyle hala aynı anda görüşmeye devam etmesi Meliha’nın içindeki nefret ateşini arttırmaktadır. İçindeki ıstırabı ve bunalımı bir nebze olsun dindirmek, dışarıda çeşitli insanlarla vakit geçirmeye çalışan Meliha, depresyona girmekten kendisini kurtaramaz. Eski çocukluk arkadaşlarından birisi, Meliha’ya bu zor günlerinde destek verip onunla gerçekten ilgilendiği halde, Meliha yaşamış olduğu kötü tecrübelerden yola çıkarak o gence hiçbir zaman inanmaz ve onu da diğerleriyle aynı kategoriye koyar. Genç bir gün ölüm döşeğindeyken Meliha’yı son bir kez görmeyi arzular ancak Meliha gence bunu çok görerek büyük bir soğuklukla bu teklifi reddeder.

Kamil Meliha’ya yaşattığı bunca ıstırap ve kötü tecrübeden sonra savaş sırasında Meliha’ya mektuplar yazmaya devam eder. Onu gerçekten çok sevdiğini, onun için her şeyi yapabileceğini anlatır ancak Meliha artık bu yalanlara ve palavralara prim vermemektedir. Kamil savaşta şehit düşer ancak Meliha ona karşı en ufak bir üzüntü hissetmez. Meliha Kamil sayesinde bütün manevi ve ince duygularını kaybetmiş, duygusuz bir kadın haline dönüşmüştür.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ


Meliha’nın ailesiyle birlikte İzmit’te yaşaması

Annesinin taşkınlıkları ve babasının hastalığından dolayı İzmit’te yaşamaktan çok sıkılması ve yeni arayışlar içerisine girmesi

Bu düşünceler içindeyken uzaktan akrabaları olan Zabit Kamil’in karşısına çıkması

Zabit Kamil ile birlikte çeşitli hayaller kurarak İstanbul’a kaçması

Orada mutlu ve güzel bir yaşantı beklerken Kamil’in onu hayal kırıklığına uğratması

Kamil’in Meliha ile evlenmeyip onu metresi gibi kullanması ve aynı zamanda onu başka kadınlarla aldatması

Meliha’yı terk edip İnönü Savaşı’na katılması

Meliha’nın Kamil’den intikam almak için başka erkeklerle gezip tozması ancak o erkeklerin de onu hayal kırıklığına uğratması

Meliha’nın zaman zaman babasını hastalığına üzülmesi ve onu bırakıp kaçtığına pişman olması

Babasının hastalıktan ölmesi, Meliha’nın cenazeye bir gün sonra gidebilmesi ve babasının ölümüne çok üzülmesi

Kamil’in Meliha’yı diğer erkeklerden kıskanmaması

Meliha’nın bu yaşadıklarından dolayı çöküntüye girmesi ve duygularını kaybetmesi

Meliha’yı gerçekten seven bir gencin onun aşkıyla yatağa düşmesi ve ölmesi ancak Meliha’nın buna aldırış etmemesi

Kamil’in ise savaşta ölmesiyle Meliha’nın artık bütün manevi duygularını kaybetmesi ve Kamile bir nebze bile üzülmemesi romanın ana vakasını oluşturan olaylar zinciridir.

ROMAN ŞAHISLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ


Meliha: İzmit’te yaşayan ana kahraman Meliha, yaşadığı hayattan sıkılan, yeni arayışlar içerisine girme macerası ile Kamil’in peşine takılan ve ıstırap dolu bir hayata yelken açan bir genç kızdır. Kamil’in yalanlarıyla ve yaşam tarzıyla kendi hayatını da mahvetmiştir. Ona saf duygularla kanıp İstanbul’a kaçmış, anne babasını terk etmiştir.

Kamil: Meliha’nın uzaktan akrabası olan Kamil, orduda zabitlik yapmaktadır. Kadınlara düşkünlüğü, Roma medeniyetine olan hayranlığı ve yalancılığı ile Meliha’yı kandırmış ve İstanbul’a götürmüştür. Meliha’yı sürekli aldatmış ancak yalanlarıyla onu durdurmaya çalışmış; eski eşiyle ve Meliha ile aynı anda görüşen, karakteri bozuk bir insandır.

Meliha’nın Babası: Temiz kalpli ve kendi halinde yaşayan bir insandır. Meliha’ya çok bağlıdır. Yıllarca yatalak hasta bir şekilde öksürük nöbetleri geçirmektedir. Meliha’nın İstanbul’a gidişine en çok o üzülmüştür. Duygularını ve düşüncelerini sürekli kendi içinde yaşar. Meliha’nın kahrından vefat etmiştir.

Cevat: Kamil’in en yakın arkadaşlarından biri olan Cevat; güvenilir, bilinçli, mütefekkir bir insandır. Çevresi tarafından sevilir. Kamil savaşa gittiğinde Meliha’ya en çok destek olan kişidir.

Ferdi: Kamil’in yakın arkadaşlarından olan Ferdi, onun yokluğunda Meliha ile yakınlaşarak onu etkilemeye çalışmış, onu kullanmak için her türlü dalavereyi çevirmiştir. Kamil gibi yalancı bir insandır.

Bent: Kamil’in Balkan Savaşları sırasında tanıştığı ve bir çocuğunun olduğu Fransız bir kadındır. Türkiye’ye gelerek Kamil ile birlikte yaşamaya başlayıp Meliha’yı çileden çıkartır. 

Meliha’nın Annesi: babasına göre şen şakrak, aklı bir karış havada, Batı hayranı bir kadındır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - Peyami Safa (1899 – 1961)

 Yazar, romancı, edebiyatçı, fikir adamı.

Servet-i Fünun şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. İki yaşında babasını kaybetmiştir. Çocukluk döneminde yakalandığı bir kemik hastalığı sebebiyle doktorlar kolunun kesilmesini salık vermiş ancak o bunu kabul etmemiştir. Bu hastalığı ve hastane anılarını 9. Hariciye Koğuşu adlı romanında kaleme almıştır. Hastalık ve maddi imkânsızlıklardan dolayı vefa İdadisindeki öğrenimine devam edememiş ailesini geçindirmek zorunda kalmıştır.

Bir süre matbaada çalışmış, posta nezaretinde görev yapmıştır. Bu görevlerin ardında birkaç yıl öğretmenlik yapmıştır. Öğretmenlik yaparken Fransızca örenmiştir. İlhami Safa ile beraber 20. Asır adlı gazeteyi çıkarıp, orada imza kullanmadan hikâyeler tefrika etmeye başlamıştır. Bu tefrikaların tutulmasıyla, Server Bedi takma adını kullanarak yazamaya devam etmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde hikâye ve romanları da tefrika edilmiştir. Hayatını geçim sıkıntısıyla geçiren yazar, oğlunun ölümü üzerine sarsılmış ve kendisi de vefat etmiştir.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanını Nazım Hikmet’e ithaf ederek, sosyal gerçekçi bir çizgi takip etmiştir. Diğer romanlarında ise Doğu Batı sorunsalı, insanın ruhi ve manevi sorunlarını ele almış, güçlü ve isabetli ruh tahlillerinde bulunmuştur. Matmazel Noraliya’nın Koltuğu adlı romanında ise mistisizme yönelmiştir. Geçimini sağlamak için takma adlı yazdığı Cingöz Recai ve Cumbadan Rumbaya adlı hikâye serileri çok sevilmiş ancak yazarın tanıtımı yeterince yapılmamıştır.

Peyami Safa’nın Başlıca Romanları

Şimşek
Gençliğimiz
Matmazel Noraliya’nın Koltuğu
Fatih – Harbiye
Dokuzuncu hariciye koğuşu
Sözde kızlar
Mahşer
Yalnızız
Biz insanlar
Bir akşamdı
Bir Tereddütün Romanı

Avare Yıllar (Orhan Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Avare Yıllar

Kitabın Yazarı : Orhan Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :


Avare yıllar adlı roman, Orhan Kemal'in diğer eserlerinde olduğu gibi Adana ve Çukurova bölgesindeki sıradan ve küçük insanların yaşadığı büyük sıkıntıları dile getirmektedir. Romanda yerel bir ağız kullanan yazar Orhan Kemal bir bakıma kendi gençliğini anlatmıştır.

Avare Yıllar Orhan Kemal’in ilk eserlerinden biridir. Küçük Adamın Romanı adlı üçlü serinin ikinci kitabıdır. Birincisi Baba Evi, üçüncüsü ise Cemile’dir. Roman sıradan insanların gerçek hayatlarından esinlenerek yazıldığı için karakterler de gerçekçidir.

Yazar romanda insan ve toplum ilişkilerini, ekonomik zorlukların insan hayatına yansımasını ve insanın iç dünyasının geçirdiği evreleri romanda başarıyla anlatmıştır. Romanın hem gerçek hayatı konu alması hem de Orhan Kemal’in gençlik yıllarından izler taşıması otobiyografik bir anı gibi anı gibi değerlendirilmesine sebebiyet vermiştir.

Kitabın Konusu :


Romanda daha önceleri varlıklı ve sonra sıkıntılı ve yoksul bir aileye dönüşen insanların hayata tutunmak için verdiği yaşam mücadelesi konu edilmektedir. Romanın kahramanı olan gencin öğrencilik yıllarındaki yoksulluğu, parasızlığı ve okula olan isteksizliği; daha sonra bir iş bulup Boşnak bir kıza aşık olması ve onunla evlenip mutlu bir yuva kurması anlatılmaktadır.

Kitabın Özeti :

Avare Yıllar romanında ana kahramanın ismi belirtilmemektedir. Romanda ana kahraman genç olarak geçmektedir. Romandaki olaylar gencin aile ve arkadaş çevresi etrafında gelişir. Olayların geliştiği mekânlar olarak Adana ve İstanbul kullanılmıştır.

Genç, Adana’da babaannesi ile birlikte yaşamaktadır. Kardeşleri babası ve annesi önce Beyrut’a ardından Kudüs’e gitmişlerdir. Bir zamanlar varlık içinde yaşayan gencin ailesi babanın siyasi olaylara karışması sebebiyle sürgüne gönderilmiştir. Babanın ülkeden ve Türkiye’deki işlerden uzaklaşması sebebiyle, aile ekonomik bir darboğaza girmiştir.

Roman kahramanımız bu gelişmelerden sonra yaşamın yükünü ve acısını sırtında taşımak zorunda kalmıştır. Varlıklı ve zengin bir yaşamdan geçim sıkıntısı içine düşen kahramanımız tek başına hayata tutunmaya çalışmaktadır. Roman kahramanı genç, Hasan Hüseyin ve Gazi üç kafadar arkadaştır. Gazi ve Hasan Hüseyin genci okuldan kaçıp sigara içmeye alıştırmışlardır. “Okula gidiyorum” diyerek evden ayrılan genç, arkadaşlarıyla birlikte kahveye gider. Akşama kadar kahvede gününü gün ederler, daha sonra da eve dönerlerdi. Onların en büyük Tutkusu futbol oynamak, koşmak ve kahvede vakit geçirmekti. Futboldan aldıkları küçük paralarla harçlıklarını biriktirirler.

Giritli Kahvesi, gençlerin okuldan kaçarak takıldıkları bir yerdir. Kahvenin karşısındaki buğday tarlası içinde bulunan kırmızı kiremitli evde ise onların sevdiği kızlar vardır. Genç ve Gazi Okulu bırakarak İstanbul’a gitmeyi hayal etmektedirler. Ancak bu hayallerini gerçekleştirebilmeleri için para kazanmaları gerekmektedir. Bu amaçla bir işe girip çalışmak ve İstanbul’a gidecekleri parayı biriktirmek isterler. Bir dokuma fabrikasında iş bulurlar; önce işi öğrenmeleri ve işle ilgili sınava girip sınavı kazanmaları gereklidir. İşi öğrenir ve sınavı kazanırlar.

Bir gün bir iş kazasına şahitlik ederler. Dokuma işinde daha önceleri çalışmış olan işçilere iş kazalarının nasıl olduğunu sorarlar. Onlar daha bu fabrikada iş kazası nedeniyle ölen birçok kişinin olduğunu söylerler. Gencin babaannesi başıboş davranışlarla bir çözüm bulmak amacıyla onu halasının yanına göndermek ister. Ailesi ise gencin öğrenimini tamamlaması için tüm gücü ile çalışmaktadır. Gencin babaannesi halasına mektup yazar; halası da mektuba olumlu cevap verir. Gencin halası yol harcamaları için gereken parayı zaman kaybetmeden gence yollar.

Bu sırada bu parayı öğrenen Gazi gencin aklını çelerek, bu paranın İstanbul’a gitmek için kendilerine yeteceğini söyleyerek onu kandırır. Sevgilileriyle vedalaşarak onlara İstanbul’a çalışmaya gideceklerini söylerler. Geleceğe ilişkin birçok planlarını onlarla paylaşırlar. Gazi ile genç, Hasan Hüseyin’e haber vermeden İstanbul vapuruna binerler. Vapurda Zümrüt isminde bir bayan ve bu bayanın ailesiyle tanışırlar. Kadın gence ve Gazi’ye çok iyi davranır. Onlar ne isterlerse yapar. Gazi, kadının genç ve güzel kızından hoşlanmaya başlar. Böylece birkaç günü mutlu bir şekilde geçirirler. Kadın ve ailesi portakal bahçeleri ile süslenmiş küçük bir ilçede inerler. Kadının ve ailesinin gidişine üzülürler. Yolculukta paraları bitmiştir; bu yüzden vapurda yük indirip bindirme işinde çalışarak harçlıklarını çıkarırlar.

Yine vapurda Hasan isminde biriyle arkadaş olurlar. Hasan’ın İstanbul’da kömür işçisi olan arkadaşı Nevzat gence ve Gazi’ye yardımcı olur. Gençler İstanbul Aksaray’da dolaşırken bir dükkânın önünde Kasafan Cemal’e rastlarlar. Kasafan Cemal’le birlikte eski arkadaşları olan Yirmialtılık’ın yanına giderler. Yirmialtılık bir lokantada çalışmaktadır. Beykoz yakınlarında bulunan bir ayakkabı fabrikasının ustalarıöğleyin yemek yemeye Yirmialtılık’ın çalıştığı lokantaya gelirler. Genç ve Gazi Yirmialtılıklık sayesinde bu fabrikada iş bulmayı hayal ederler ancak ümitleri boşa çıkar. Yirmialtılıklık fabrikanın patronu ile konuşmaya bile niyetli değildir. Hala işsiz olan genç ve Gazi lokantanın tavan arasında birkaç gece kalırlar. Yirmialtılık’ın patronu bu işe kızınca Yirmialtılıklık’tan vapur parası alıp yola koyulurlar ve tekrar Nevzat’ın yanına giderler. Nevzat gencin ve Gazi’nin karınlarını bir güzel doyurur.

Genç ve Gazi Beyazıt’ta aç bir şekilde otururken Giritli Kahvesi’nden tanıdıkları arkadaşları Necip’i hatırlarlar ve onu aramaya çalışırlar. Haliç Feneri’nde olduğunu hatırladıkları Necip’in yanına giderler. Necip onlara sıcak davranır ve bir gece misafir eder. Gazi ile genç bu arada iş ararlar ama yine iş yoktur. Çaresiz Adana’ya dönmeyi düşünürler.

Adana’ya döndüklerinde Gazi, babasından Genç de babaannesinden bir güzel azar işitir. Gazi’nin babası onu çalışması için dayısına gönderir. İki genç döndüklerinde iki haber alırlar: Birincisi sevdikleri başkaları ile beraberdir; ikincisi ise sürekli gittikleri Giritli kahvesinin sahibinin tutuklanmış olduğudur.

Gencin annesi de Adana’ya gelmiştir. Annesi ona okuması ve bir iş sahibi olması gerektiği hakkında nasihatlerde bulunur. Annesinin geliş sebebi ekonomik sıkıntılardır. Kudüs’te bulunan ailesi için işler yolunda gitmemektedir. Maddi açıdan sıkıntı içinde olan ailenin paraya ihtiyacı vardır. Gencin erkek kardeşi Niyazi de Kudüs’te zorlu koşullar altında seyyar satıcılık yapmaktadır.

Bu arada gencin annesi vakti zamanında kendilerinin olan ama ellerinden alınan bir araziyi geri almak için uğraşır. Bunun için mahkemeye başvurur, bazı yerlere dilekçe yazar ancak davasında başarılı olamaz. Daha önce bu arazi için babaannesi de mücadele etmiştir ama bir şey çıkmamıştır. Maddi sıkıntılar içerisinde kıvranan aile artık yiyecek bulamaz duruma gelmiştir.

Bir gece aç uyurlar ve gecenin sabahında gencin annesi eski bir dosttan borç ister. Eski dost borç vermediği gibi gencin babasının yaptıklarından dolayı da onları eleştirerek dostluğunu sonlandırdığını söyler ve kapıyı yüzlerine kapatır. Anne iyice çaresiz ve halsiz durumdadır. Bu yaşanan olaylar genci de okuldan soğutmaktadır.

Okula gitmenin gereksiz ve anlamsız olduğunu düşünen genç okulu bırakarak annesinin sevk etmesi ile köydeki başıboş arazilerle ilgilenmek için köye gider. Köye gittiğinde babasının eski bir arkadaşıyla karşılaşır ve onda bir gece misafir kalır. Evde kalırken evin kızına karşı farklı duygular beslemeye başlar. Kız bu duygularına karşılık vermeyince genç evi terk eder; arazilere sahip çıkmak için geldiği köyden hiçbir şey kazanmadan gider.

Annesi ve kız kardeşleri de Kudüs’e dönerler. Genç kahvede otururken İzzet Usta adlı Bilge bir kişiyle tanışır. İzzet Usta ona yol gösterir ve genç bir fabrikaya muhasebe memuru olarak girer. İşe girdiği fabrikada bir işçinin kızını sever. Her gün onu arkasından takip eder, bazen evlerinin önünde onu bekler. Kız 14 yaşındadır ve Boşnak’tır. Kızın da onu sevdiğini hisseder. Boşnak kız gence gelip kendisini babasından istemesini söyler. Genç babaannesine bu isteğini bildirir ancak babaannesi bu kızın bir fabrikada işçi olduğunu duyunca bu isteme işine karşı çıkar ancak genç oldukça kararlıdır. Babaannesinin karşı gelmesine rağmen genç ile Boşnak kızı evlenmeye karar verir. Bu düğüne mecbur kalan babaanne borç aldığı takılar ve eşyalarla düğünü yapar. Düğün bitince alınan eşyalar geri verilir ancak Boşnak kızı ve genç bu eşyalara hiç üzülmez. Onlar birbirine kavuştuğu için çok mutludurlar; dünyanın tadını çıkarmaya karar vermişlerdir.

ROMAN ŞAHISLARI HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER


Genç: Romanın ana kahramanıdır. Uzun ince bir öğrencidir. Öğrenciliğinde ve gençliğinde açlık çekmiştir. Romanda adı verilmemiştir ve ailesinden uzaktadır. Ailesi sürgün hayatında, kendisi memleketinde yoksulluk çekmektedir. Futbol oynamayı çok sever; bazen harçlığını futboldan çıkartır. Okulla ve eğitim ile arası pek de iyi değildir. Çünkü kendisi işsiz ve aç gezmektedir. Bu durum onun kendine olan güvenini kaybettim iştir. Kendini işe yaramaz ve kıyafetleri ile fiziki görünüşü ile küçük görmektedir. Ailesine de yardım edemeyişi onu daha çok bunalıma sokmaktadır. Bu yüzden içine kapanık ve çekingen bir karakteri vardır.

Gazi: Genç gibi zayıftır; çok fazla sigara içer. Gencin en yakın arkadaşlarındandır. Hayalperest bir kişiliğe sahip olduğu için genci de kandırıp İstanbul’a götürmüştür. Okulla arası iyi değildir. Gence göre biraz çapkındır.

Babaanne: Eski yaşantısını çok özlemektedir. Ekonomik sıkıntılarla birlikte torununa bakmaya çalışmaktadır. Saçlarına ak düşmüş, yaşamın bütün zorluklarını çekmiş, onurlu bir kişiliğe sahiptir.

Hasan Hüseyin: Gözlüklüdür. Gencin en yakın arkadaşlarından ve akıllı olanlardandır. Gence ve Gazi’ye göre daha sağduyuludur.

İzzet Usta: Aklı başında mahir ve gençleri seven bir ustadır. Bu yüzden gence önayak olmuş, fabrikada işe girmesini sağlamıştır. Oğlunu iş kazasında, kızını ise tren kazasında yitirmiştir. Düzensiz bir yaşamı vardır.

Boşnak Kız: Beyaz tenli 14 yaşında bir kızdır. Becerikli bir ev hanımı olabilecek niteliktedir. Yoksul bir çevreden gelmektedir. Ağabeyi ile babasının baskısından dolayı kendisini gence kaptırır ve kimseye aldırmayıp onunla evlenir.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - Orhan Kemal

1914 Adana – Ceyhan doğumlu olan yazarın babası milletvekilliği, bakanlık ve parti başkanlığı yapmış olan Abdülkadir Kemal Bey’dir. Partisi kapatılan Abdülkadir Kemal Bey ailesiyle birlikte Suriye’ye kaçmış Orhan Kemal de bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kalmıştır. Burada basımevinde çalışmıştır.

1932’de Türkiye’ye dönmüş ve Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik yapmıştır. Burada yabancı rejimler lehine propaganda ve askeri isyana muharrik suçundan beş yıl hüküm giydi. Çeşitli şehirlerdeki cezaevlerinde kaldı. Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı. Hapisten sonra çeşitli yerlerde işçilik ve hamallık, kâtiplik, nakliyecilik yaptı. Geçimini yazarlıkla sürdürmeye başladı. 1966’da bir arkadaşıyla hücre çalışması ve Komünizm propagandası yaptıkları suçlamasıyla tekrar cezaevine girdi. 1966’da tekrar serbest bırakıldı. Bulgar Yazarlar Birliği’nin daveti üzerine gittiği Sofya’da hastalığı nedeniyle öldü.

Eserlerinde hayatı her yönüyle ele almaya çalışmıştır. Köy ve işçi yaşantısını şehirleşmeyle bağlantılı olarak işlemiştir. Toplumcu Gerçekçi akımı yazarlarındandır. Eserlerine genellikle gerçek hayattaki yaşantıları doğal, sürükleyici bir üslupla yansıtmıştır.

Orhan Kemal Hikayeleri

Çamaşırcının Kızı
Ekmek Kavgası
Sarhoşlar
Çamaşırcının Kızı
Koğuş
Grev
Arka Sokak
Kardeş Payı
Babil Kulesi
Dünyada Harp Vardı
Mahalle Kavgası
İşsiz
Önce Ekmek
Küçükler Ve Büyükler

Orhan Kemal Romanları
Baba Evi
Avare Yıllar
Murtaza
Cemile
Bereketli Topraklar Üzerinde
Suçlu
Vukuat Var
Gavurun Kızı
Küçücük
Dünya Evi
El Kızı
Hanımın Çiftliği
Eskici Ve Oğulları
Gurbet Kuşları
Sokakların Çocuğu
Kanlı Topraklar
Bir Filiz Vardı
Müfettişler Müfettişi
Yalancı Dünya
Evlerden Biri
Arkadaş Islıkları
Sokaklardan Bir Kız
Üç Kâğıtçı
Kötü Yol
Kaçak
Tersine Dünya

5 Nisan 2019 Cuma

İki Yeni Gelinin Anıları (Honore de Balzac) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


KİTABIN ADI :
İki Yeni Gelinin Anıları

KİTABIN YAZARI : Balzac

KİTABIN ÖZETİ

Romanda manastır eğitiminden sonra farklı yaşam, aile ve evliliklere sahip iki genç kızın mektuplaşmalarından oluşur. Lous’in ailesi Pariste’dir. Louis hep bu modern yaşama alışmıştır. Lous, Paris’in renkli hayatını özler ve ailesinin yanına döner. Arkadaşı Renee’de kendi kasabasına döner. Renee, sade köy hayatı ile huzur ve mutluluğu evlilikte bulacağını düşünmektedir.

Louis, Paris’ten Renee’ye mektuplar yazar. Fikirlerini paylaşır. Renee’nin hayatını renklendirmek ister. Mektuplaşmalarda birbirlerine nasihatlar verir, hayat tecrübelerini paylaşırlar. İki genç kızın mektupları, evlilik ile ilgili görüşleri; Paris-Taşra bakış açısından anlatılır.

Paris’e giden Louis, Paris’in; sosyal, siyasi, kültürel hayatını tanımaya çalışır. Aile bağları kuvvetli değildir. İki yüzlü bir çevre içinde kalır. Aşkla ilgili romanlar okur. Annesi düşestir, güzel bir kadındır. Onun zarafetini ve güzelliğini kendiyle karşılaştırır. Kendi sadeliğinin Paris’te fark edilmediğini düşünür.

Renee, ihtişamdan uzaktır. Mektuplarında Louis’e, aşkı Tanrısal bir güç, mucize olarak ifade eder. Louis, evliliği sıkıntılı ve bayağı bir hayat olarak görür. Renee ise toplumun kurallarına uygun olarak bir ay içinde evlilik kararı alır ve bu karar Louis’i şaşırtır.

Renee evli olarak yazdığı mektuplarda; sakin bir hayat yaşadığını fakat ruhu ve fikrini geliştiren hayatının nimetlerinden söz eder. Aşkı önceleyen Louis, kendininkini tutkulu bir aşk, Renee’ninkini evli bir kadının kocasına duyduğu aşk olarak tanımlar. Renee ise evliliğin amacının hayat; aşkın amacının zevk olduğunu söyler.

Renee manastıra dönmemek için, toplum kurallarına uyarak yaptığı evliliğin iyi bir hal almasının eşin elinde olduğunu söyler. Louis, bunu evlilikte incelik ve aşk olmaz diyerek yorumlayacaktır. Renee ise eşinin hayat ortağı olduğunu ve hayatın yükünü beraber taşıyan kişi olarak niteler. Zamanla kocasına aşık olur. Birbirini tanıyan, güvenen; erkek ve kadın hayata bambaşka açıdan bakabiliyor.

Louise, aşkın tatlılığı ile hayat sürer. Renee ise bunu evlilik hayatının verdiği yükümlülüklerle yaşar . Louise göre evlilik aşktır ve aşkın mekanı gökyüzüdür. Renee’nin mekanı ise yeryüzüdür. Hep bir anlama ve çaba gerektirir. Yani bu aşamada aslında biz Louis için biraz daha havai bir tip ve Renee için biraz daha (Louise göre) gerçekçi bir tip diyebiliriz.

Louise annelik duygusu tatmıyor ve bunun içinde aşk herşeyden üstün diye yorumluyor. Renee ise annelik duygusunu ve bunun getirdiği sorumlulukları yaşamıştır.

Romanın sonunda; hayatında hep aşkı öncelemiş ve sorumluluktan, gerçek hayattan kaçmış olan Louise; gerçek mutluluğa ulaşamaz. Toplum düzenine ayak uyduran, herşeyi kuralında, gerçekçi ve sahici yaşayan Renee ise gerçek mutluluğa erişen taraf olacaktır.

****

Louise manastırdan yeni çıkmıştı. Sevincinden uçuyordu. Ailesi tarafından zorla manastıra yerleştirildiğinden bu yana o cehennemden kurtulmaya çalışıyordu. Her ne kadar manastır halasına ait olsa da sonuçta yapayalnızdı ve eline geçen ilk fırsatta bu manastırdan kurtulacağını düşünüyordu. Bu tür girişimleri halasının gözünden de kaçmamıştı. Her ne kadar manastır dış dünyanın kötülüklerine karşı bir kalkan görevi görse de halası onun istemeyerek burada kalmasına gönlü razı gelmiyordu. Sonunda olanlar oldu ve halası daha fazla dayanamayıp Louise’in anne babasını ikna etti. Artık Louise özgürdü, istediğini yapabilirdi ama dikkatli olmalıydı; ne de olsa özgürlüğünü yeni kazanmıştı. Anne ve babasının onu karşılaması da hayli ilginç oldu.

Ailesi ona çok sıcak davranmıştı. O da bunları boşa çıkarmayacak şekilde karşılık veriyordu. Aslında, ailesinin hareketlerinin yapmacık olduğunu görüyor fakat aldırmıyordu. Çünkü yeni kazanmış olduğu özgürlüğünün onlara ters düşerek elinden gitmesinin istemiyordu. Zaman içinde Paris’in büyüsüne kapıldı. Sürekli balolardan balolara koşuyordu. Ne de olsa aradaki farkı kapatmalıydı. Louise her ne kadar güzel bir kadın olsa da annesi onu gölgeliyor gibiydi. Otuzbeş yaşındaki bir kadın için hala çekici ve göz kamaştırıcıydı. Bir akşam odasında otururken kapısı çalındı ve içeri babası girdi. Çok şaşırmıştı. Babası yıllardır aynı evde olmalarına rağmen hiç yanına gelmemişti. Zaten Louise’in en büyük moral ve sevgi kaynağı bir süre önce ölen büyükannesiydi.

Büyükannesi bir zamanlar Paris’in en güzel kadınlarından biriydi. Aslında Louise’ye göre yaşlılığında dahi hala çok güzel bir kadındı. Louise hep ona özenir ve onun gibi olmaya çalışırdı. Büyükannesi öldüğü sırada Louise manastrıdaydı ve çok üzülmüştü. Büyükannesi ona oldukça yüklü bir miras bırakmıştı ama şu ana kadar kimse ona bundan bahsetmemişti. Babası bu yüzden gelmişti. Geliş nedenini açıkladığında Louise üzülmüştü. Çünkü babasının kendisine biraz olsun ilgi göstereceğini ummuştu. Buna ihtiyacı vardı. Bu güne kadar ailesi ona hiç ilgi göstermemişti ve o da hep bunun özlemini duyuyordu. Fakat gene umduğunu bulamamıştı. Babası hemen konuya girdi. Kendisine bırakılan mirasın devlet tahviline yatırıldığını ve faizinin ise gene hesabına yatırılıp değerlendirildiğini açıkladı. Ancak bu parayı kullanmasına bir süre daha izin verilmiyordu. Daha sonraki bir zamanda Louise’in evlilik konusu gündeme geldi, fakat o evlenmek istemiyordu.

Bunun için de elinden geldiğince kararında inat ediyordu. Ancak ailesi ona bir öneri sundu ve o da bunu kabul etmek zorunda kaldı. Anlaşılacağı üzere tekrar manastır konusu gündeme geldi. Evlilik hazırlıkları başlamış ve olağanca hızıyla sürüyordu. Evleneceği adam ise her şeyin farkındaydı ancak Louise’i seviyordu. Bu karşılıksız bir sevgi olsa bile. Louise hayatından memnunmuş gibi görünüyordu ama kocasının artık dayanacak gücü kalmamıştı. Bu karşılıksız sevgiden bıkmıştı. Evlilik çatırdamaya başlamıştı. Yavaş yavaş kavgalar baş göstermeye başladı. Louise’in de dayanacak gücü kalmamıştı. Artık bu evliliğin bitmesi gerekiyordu. Ne de olsa aile baskısı da kalmamıştı. Onu kim tutabilirdi ki? Sonunda beklenen son geldi ve boşandılar. Her iki taraf ta kendi yaşamını kurdu.

Louise bütün malını mülkünü satıp devlet tahvili aldı. Bu iyi bir yatırımdı, çünkü Louise bu sayede normal aylık kazancının iki katını kazanıyordu. Bu kadar hareketli bir yaşamdan sonra huzurlu bir insan olarak yaşamaya başladı. Fakat bu kez de ölüm bütün soğukluğuyla çevresini sardı. Yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak yaşama gözlerini yumdu.

Elimizde bulunan kitap, Louise’nin ailevi baskılar yüzünden istemediği halde manastıra kapatılmasını, manastırdan kurtulduktan sonra evliliğe doğru sürüklenişini ve boşandıktan sonra ise rahat ve huzurlu bir yaşam yakalayamadan hayattan ayrılışını anlatmaktadır.

Kanlı Topraklar (Orhan Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler

Kitabın Adı : Kanlı Topraklar

Kitabın Yazarı : Orhan Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :

Orhan Kemal’in kaleme almış olduğu Kanlı Topraklar adlı roman 1963 yılında yayınlanmıştır. Orhan Kemal’in diğer romanlarında olduğu gibi bu romanında da Çukurova yöresinde fabrikalarda çalışan insanların yaşantısını, emekçi ve işçi niteliğindeki insanların nasıl kandırıldığı anlatılmaktadır. Kitapta Kayseri ve Çukurova’daki Ermeni Tehciri’ne de atıflar yapılmıştır. Siyasete ve dönemin iktidarına da göndermeler yapılan kitapta Orhan Kemal, insanların para, mal ve mülk için neler yapabileceğini gözler önüne sermiştir.

Romanda karakterlerin genellikle tamamı kötü yönü ağır basan tiplemelerdir. Dönemin ahlak anlayışına ve insanların karakterine de dokundurmalar yapılmıştır. Bu karakterleri Şehnaz ve Nuri üzerinden, bir kadının ve bir erkeğin dünyaya bakış açısıyla okuyucuya yansıtan Orhan Kemal; diğer tiplemeleri ile de adeta dönemin ve yörenin panoramasını kitapta canlı bir şekilde yansıtmıştır.

Kitabın Konusu :

Çukurova’da zengin bir Ermeni’nin fabrikasına konan Nedim Bey ve onun işbirlikçisi Topal Nuri’nin gariban insanların hakkını yemesi, kadın ve paraya olan düşkünlükleri, çeşitli planlar kurarak masum ve saf insanları kandırması ve bazılarının da ölümüne neden olması romanın konusunu oluşturur.

Kitabın Ana Fikri :

Gözünü kadın, para ve mal hırsı bürümüş olan insanlar çeşitli planlar kurarak saf ve temiz insanları kandırıp onların bütün imkânlarını elinden alırlar. Bu insanlara karşı uyanık olmalı ve bir anda zengin olma hevesine kapılıp onların planları içerisine girmemeliyiz. Onlar bir şekilde kendilerini kurtarırlar ancak biz onların planlarını bir parçası olarak hayatımızın sonuna kadar kötü bir şekilde yaşamaya mahkûm olabiliriz.

Kitabın Özeti :

Olaylar 1930’lu yıllarda Çukurova’da geçmektedir. Bir çırçır fabrikasının sahibi Nedim Bey; zamanında beş parasız geldiği bu topraklarda şimdi bir fabrika sahibi olmuş ve altında çalışan işçilerle övünür durumdadır. Nedim Bey’i şehirde yaşayan herkes tanır, çevresinde partilerle ve siyasetle de ilgili olan Nedim Bey, bu fabrikaya savaştan kaçıp giden Ermenilerden almıştır. Bir zamanlar fabrikada çalıştığı ve patronu olan Ermeni’nin göç etmesi sonucunda türlü hileler ve dolaplar çevirerek pek fazla bir çaba harcamadan fabrikanın sahibi olur. Fabrikada işçilik yaptığı günleri unutan Nedim Bey emrinde çalışan işçilere her türlü küfür ve hakareti yapmaya başlar. Koruyup kolladığı, kanatlarının altında kimseye laf ettirmeyen tek bir kişi vardır: O da Çırçır Kâtibi Nuri Bey’dir.

Nuri Bey’in eskiden beri bacağından biri sakattır ve aksayarak yürümektedir. Bu nedenle çevresindekiler ona Topal diye hitap eder ve namı böyle bilinir. Kendinden büyük bir kadınla evlidir ve çocuğu olmamıştır. Nedim Bey’e yakınlık göstermesinin birçok sebebi vardır. Nuri Bey’in ağzı iyi laf yapmaktadır. Patronuna iltifat eder, onun gururunu okşar. Patronu da onunla vakit geçirmekten hoşlanır. Patronunun tüm ihtiyaçlarını karşılamayı kendine görev bilmiştir. Nedim Bey ise Kayseri’nin zengin ailelerinden birisinin kızı olan Pamuk Hanım ile evlidir ve üç çocuğu vardır. Buna rağmen gözü dışarda, yeme içme, eğlence ve hovardalığa ve kadınlara olan düşkünlüğü çok fazladır. Onun bu zafiyetini bilen Nuri Bey her zaman onun istediği şekilde konuşur ve nabza göre şerbet verir. Fabrikada çoğu zaman çalışmaz ve patronun odasında yiyip içip sohbet etmekle vaktini geçirir. Dışarıdan görenler ise Nedim Bey ile Nuri’nin hemşeri olmalarından dolayı samimi olduklarını düşünürler.

Nuri Bey, çevresine karşı daima çalışkan, namusuna düşkün, bilgili, doğru ve dürüst bir adam profili çizmektedir. Kimse onun yapacağı ve düşündüğü şeytanlıklardan haberdar değildir. Herkes ona sonuna kadar inanmaktadır. O ise gerçekte böyle bir adam değildir. Namuslu olmak, dürüst olmak onun umurunda değildir. Onun amacı Nedim Bey’i hoş tutup fabrikada çalışmak ve işini sürdürmek de değildir. Onun bütün gayesi yıllardan beri aşağı görülmenin, fakir yaşamanın bedelini çevresindekilere ödetmek istemesidir. Bunun da zengin olmaktan geçtiğini düşünür. Nuri Bey için en büyük gaye bu dünyada zengin olup insanlara hükmetmektir. Patronundan aldığı güçle fabrikadaki herkesi emri altına almış, onlara kafa tutmuş; özellikle Kantarcı Mustafa Bey ile çok çekişmektedir.

Kantarcı Mustafa Bey, fabrikada kantar başında ürünleri tartmakla vazifelidir. Aslında Nuri Bey ile aynı pozisyona sahip olmalarına rağmen Mustafa Bey sürekli daha çok çalışır ve ondan daha az kazanır. Sabah erkenden işe gelir, gecenin geç saatine kadar çalışır. Helal lokma kazanmak Mustafa Bey için her şeyden daha önemlidir ancak bu çalışmasına rağmen yine de Nuri Bey’den daha düşük görülmektedir.

Mustafa Bey’in genç ve güzel bir karısı vardır lakin karısı onun fakirliğinden ve imkânsızlıklarından dert yanar. Ona sürekli hakaretlerde bulunup koca yerine koymaz. Bir yandan da gözü dışarıdaki erkeklerdedir.

Kantarcı Mustafa bir gün sokakta gezerken Nuri Bey’in gizli bir iş yaptığına şahit olur. Başka fabrikada çalışan biriyle gizli saklı bir yerde para alışverişi yaptığını görmüştür. Onun bir açığını bulmanın sevinci ile sabahleyin ilk işi patronu Nedim Bey’e gitmek olur. Kantarcı Mustafa, Nedim Bey’i ve gördüğü her şeyi anlatır. Bu şikâyetiyle onun en yakın adamı olmak ve terfi almak ümidini beslemektedir. Lakin tam tersi olur ve Nuri Bey’e iftira atmakla suçlanır. Nedim Bey’e göre ortada bir açık yoktur. Çünkü Nedim Bey ile Nuri Bey birlikte bu işi çevirmektedir. Başka bir fabrikaya oranın bir çalışanı aracılığıyla kötü ürünler satmaktadırlar. İşçiye verilen para da bizzat Nedim Bey tarafından gönderilmiştir. Nedim Bey ile Nuri’nin bu kadar samimi olmalarının sebeplerinden birisi de bu gizli anlaşmadır. İkisi de ceplerine girecek paranın hesabı ile dostluk kurmaktadır. Nuri şikâyet edildiğini anlar ve patronundan korkmaya başlar. Çünkü Nuri patrondan ayrı olarak o fabrikadaki işçi ile kendi hesabına çalışmaktadır.

Başka bir gece mahallede Nuri Bey Mustafa’yı görünce onu bir meyhaneye götürür. Mustafa Bey hayatında içkiye elini sürmemiş bir adamdır ve o gece içmeye başlar. Nuri Bey çevirdiği bütün gizli işleri patronun isteği üzerine yaptığını anlatır. Kendisine şikâyet ettiği için de Mustafa’nın kovulacağını ancak kendisinin buna engel olduğunu söyler. O gece sabaha kadar paradan, puldan, maldan, mülkten bahsederler. Paraları biriktirip ve fabrikadan mal çalıp parayı birlikte değerlendirerek bir iş kurmayı teklif eder. Mustafa ise gerçekten saf bir şekilde Nuri Bey’e inanır. Onunla birlikte hareket etmeyi kabul eder. Kabul etmesindeki en büyük sebeplerden birisi de karısının onu sürekli aşağılayıcı fakirliğinden yakınmasıdır. Alkolün etkisiyle kendisini kaybeden Mustafa sabaha doğru Nuri’yi zorla evine kahve içmeye davet eder. Ona ettiği bu tekliften dolayı minnetini göstermek ister. Vakit epeyce geçtir ve Mustafa’nın karısı geldiklerinde uyumaktadır. Mustafa mutfağa gider ve kahveyi yapmaya başlar. Aslında karısı Şehnaz uyumayıp onların geldiğinden haberdardır. Mustafa mutfakta kahveyi yaparken Nuri ile Şehnaz birbirlerine temas ederler ve uzun zamandır Nuri’de gönlü olan Şehnaz onunla ertesi gün buluşmayı kabul eder.

Nuri için bu hayatta en önemli şeyler paradır ve güzel kadınlarla vakit geçirmektir. Şehnaz’a göre ise güçlü ve zengin erkeklerle birlikte olmak; bu hayattaki en güzel şeylerdendir. Şehnaz gönlünü Nuri’ye kaptırmış ve onun sözünden kocasıyla birlikte hiç çıkmamaktadırlar. Mustafa’nın maaşı da Nuri’nin hesabına yatmaktadır. Birlikte iş kurma hevesiyle Nuri’ye güvenmiş ve bütün parasını onun eline tutuşturmuştur ancak Nuri başka hesaplar içindedir.

Nuri Şehnaz’dan hevesini aldıktan sonra onu patronu Nedim Bey’e götürerek tanıştırır. Mustafa, Nuri ile birlikte fabrikadan mal çalıp kendiişlerini kurma hayaliyle fabrikadan hırsızlık yaparken Topal Nuri tarafından ihbar edilir ve yakalanıp hapse atılır. Şehnaz da Mustafa hapse girince ondan boşanır ve Nedim Bey’in ona aldığı evde yaşamaya başlar. Şehnaz artık günlerini Nuri ile Nedim Bey arasında gidip gelmekle geçirmektedir. Nuri Bey ise zengin olma yolunda Mustafa hapisteyken büyük adımlar atmıştır. Kendi karısından da boşanarak her geçen gün patronu Nedim Bey’in gözüne giren Topal Nuri, onun kızını alarak damadı olur ancak Nuri Bey bu edindikleri ile yine yetinmez ve yörenin zenginlerinden paşa torunu olan Hakkı Bey’in kanlı topraklarına gözünü dikmiştir. Bu topraklarda çiftlik kurmak ve bölgenin asil insanı olmak tutkusundadır. Nedim Bey damadı Topal Nuri için Hakkı Bey’in kanlı topraklarını satın almış ancak bu da Topal Nuri’ye yetmemiştir. Bu toprakları işleyen ve geçimini sağlayan köylüleri birbirlerine düşürerek onları köyden kovmak ister. Bu amaçla gidip Sinan Efendi’nin evini yakar. Sinan Efendi de bu olay üzerine Yaşar’ı öldürür. Yaşar’ın yaşlı anası ise Sinan Efendi’nin karısı ve iki kızını vurarak üç can feda edilmiş olur.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ

Nedim Bey’in köyden Çukurova’ya gelmesi ve bir fabrikada çalışması

O sırada patronu olan Ermeni’nin savaştan dolayı o topraklardan kaçması ve Nedim Bey’in türlü hilelerle fabrikayı ele geçirmesi

Aynı fabrikada çalışan Topal Nuri ile iyi anlaşmaları ve Nuri’yi gizli işlerde kullanması

Nuri’nin de bu fabrikadan mal çalarak zengin olma hayali kurması

Aynı fabrikada çalışan Kantarcı Mustafa’nın Topal Nuri’nin gizli işlerini anlaması ve patrona şikâyet etmesi

Topal Nuri’nin bu şikâyetten dolayı Mustafa ile zengin olma planı yapması

Topal Nuri Kantarcı Mustafa’yı kandırarak onun bütün maaşını kendi hesabına alması ve paraları kendinde toplaması

Kantarcı Mustafa’nın karısıyla yakınlaşıp sevgili hayatı yaşaması

Mustafa’ya bir hırsızlık yaptırarak onu suçüstü yakalatması ve hapse attırması

Karısı Şehnaz’ın Mustafa’dan boşanıp Nuri ile dost hayatı yaşaması

Nuri’nin Şehnaz’dan hevesini aldıktan sonra onu Nedim Bey’le tanıştırması ve Nedim Bey’in Şehnaz’a bir ev tutması

Nedim Bey’in gözüne girerek onun kızı ile evlenmesi

Bununla yetinmeyerek gözünü Hakkı Paşa’nın torununun topraklarına dikip orada çiftlik kurma hayalini beslemesi

Kayınpederi Nedim Bey’e Hakkı Bey’in arazilerini satın aldırması ve oradaki köylüleri birbirine düşürerek o topraklardan uzaklaştırması ve kendine ait çiftliğini kurması romanın ana vakasını oluşturan olay örgüsüdür.

ROMAN ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Nedim Bey: Çukurova’da 1930’lu yıllarda işçi olarak girdiği fabrikaya Ermeni patronunun kaçması sonucunda patron olmayı başarabilmiş uyanık bir Kayserilidir. Paraya, mala, mülke ve kadınlara çok düşkündür. Para kazanmak için her türlü hileyi ve düzeni kurabilen bir karakteri vardır. Kendisi gibi hileci olan Topal Nuri ile anlaşmış ve cebini doldurmaya çalışmıştır. Haksız yolla insanların sırtından para kazanan, emeği ile çalışan insanları hor gören ve küçümseyen bir adamdır.

Topal Nuri: Nedim Bey’den daha hırslıdır. O da Nedim Bey gibi paraya, şöhrete ve kadına düşkün olan genç bir adamdır. Fabrikadaki en yakın rakibi Kantarcı Mustafa’yı bir plan kurarak hapse atılmış ve karısıyla birlikte olmuştur. Para ve şöhret hırsıyla hayatta istediğini elde etmiş; büyük bir çiftliğe sahip olmuştur. Amaçlarına ulaşmak için her türlü hile, dolap ve namussuzluğu yapmıştır. Nedim Bey’in hemşerisi olan Topal Nuri onu bir şekilde ikna edip kızıyla da evlenerek onun servetini koymayı başarmıştır.

Kantarcı Mustafa: Nedim Bey’in fabrikasında alnının teri elinin emeği ile çalışan, sabah erken gelen, akşam geç çıkan; emektar bir ustabaşıdır. Kimsenin malında ve namusunda gözü olmayan Mustafa saf bir adamdır. Bu yüzden kötü insanlarla birlikte hareket etmiş, onların kötü planlarının bir parçası haline gelmiş ve hapse düşerek hayatını mahvetmiştir. Karısını da kaybetmiştir.

Şehnaz: Kantarcı Mustafa’nın karısı olan Şehnaz, paraya, pula ve varlıklı erkeklere düşkün bir kadındır. Kocasını sürekli aşağılamakta, onu adam yerine koymamaktadır. Bu hırsı yüzünden Topal Nuri’nin ve Nedim beyin metresi durumuna düşmüştür. Mal ve para için namusunu ve karakterini ayaklar altına almıştır.

Sinan Efendi, Yaşar, Yaşar’ın karısı ve kızı ve babaannesi; romanın diğer kahramanlarındandır.

Yazar Hakkında Bilgi : 

Orhan Kemal (1914 – 1966) Yazar, Romancı.

1914 Adana – Ceyhan doğumlu olan yazarın babası milletvekilliği, bakanlık ve parti başkanlığı yapmış olan Abdülkadir Kemal Bey’dir. Partisi kapatılan Abdülkadir Kemal Bey ailesiyle birlikte Suriye’ye kaçmış Orhan Kemal de bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kalmıştır. Burada basımevinde çalışmıştır.

1932’de Türkiye’ye dönmüş ve Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik yapmıştır. Burada yabancı rejimler lehine propaganda ve askeri isyana muharrik suçundan beş yıl hüküm giydi. Çeşitli şehirlerdeki cezaevlerinde kaldı. Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı. Hapisten sonra çeşitli yerlerde işçilik ve hamallık, kâtiplik, nakliyecilik yaptı. Geçimini yazarlıkla sürdürmeye başladı. 1966’da bir arkadaşıyla hücre çalışması ve Komünizm propagandası yaptıkları suçlamasıyla tekrar cezaevine girdi. 1966’da tekrar serbest bırakıldı. Bulgar Yazarlar Birliği’nin daveti üzerine gittiği Sofya’da hastalığı nedeniyle öldü.

Eserlerinde hayatı her yönüyle ele almaya çalışmıştır. Köy ve işçi yaşantısını şehirleşmeyle bağlantılı olarak işlemiştir. Toplumcu Gerçekçi akımı yazarlarındandır. Eserlerine genellikle gerçek hayattaki yaşantıları doğal, sürükleyici bir üslupla yansıtmıştır.

Orhan Kemal’in Başlıca Eserleri

Baba Evi
Avare Yıllar
Cemile
Murtaza
Hanımın Çiftliği
Koğuş
Ekmek Kavgası
Arka Sokak
Kardeş Payı
Eskici ve Oğulları

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...