8 Nisan 2019 Pazartesi

Anayurt Oteli (Yusuf Atılgan) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


Kitabın Adı : Anayurt Oteli

Kitabın Yazarı : Yusuf Atılgan

Kitap Hakkında Bilgi :

Yusuf Atılgan Anayurt Oteli’yle toplum içinde yalnızlaşan ve bu yalnızlıkla ruh hali bozulan insanın dramını işlemiştir. Romanın teması yalnızlaşma ve yabancılaşmadır.

Romanda insanın karşısına çıkan tesadüflerle hayatının değişmesi ve bundan sonraki hayatının o tesadüflere göre şekillenmesi anlatılmıştır.

Eser MEB’in tavsiye ettiği Yüz Temel Eser arasına girmiştir. Ayrıca Ömer Kavur tarafından filme aktarılmış ve tüm zamanların en iyi 3. Türk filmi seçilmiştir.

Romanın mekânı için kesin ifade edilmese de Ege’de bir yerler olduğu tahmin ediliyor. Çünkü Rumların yaşadığı bir yerden bahsediliyor. Ayrıca Yunan işgaline uğramış olduğu ve İzmir’e yakın olduğu ifade ediliyor.

Zaman olarak ise 1960’lı yıllara atıflar yapılıyor.

Kitabın Konusu :

Roman topluma açılamayan, kendi halinde yaşayan, bu yüzden de yalnızlık çeken bir insanın işlediği suçları konu edinmektedir. Zebercet adlı otel sahibi kahraman işlediği suçlardan dolayı kendisini vicdanında yargılar ve hayatına son verir. Sosyalleşemeyen insanın sürüklendiği bunalım ve ve bunalımın ağır sonuçları işlenmiştir.

Kitabın Özeti :

Zebercet ailesinin tek çocuğudur. Annesi onu yedi aylıkken doğurmuştur. Belki de bu yüzden hep acelecidir ve bu özelliği sebebiyle hayatında hep eleştirilere maruz kalmıştır. Aynı zamanda Anayurt otelinin sahibidir. Bu otel Zebercet’e babasından kalmıştır. Vakti zamanında köyde bir yangın çıkmış, bütün evler yanmış, bu otel ayakta kalmıştır.

Otele gecikmeli Ankara treniyle yirmi altı yaşında bir kadın gelmiştir. Kadın uzun boylu hafif balık etli, saçları ve kirpikleri uzun güzel ve alımlı bir kadındır. Kadın ertesi gün otelden ayrılıp bir hafta sonra tekrar döneceğini söyler. Kadından sonra otele emekli subay olduğunu söyleyen yaşlı bir adam daha gelir. Adam her gün otel lobisine, Zebercet’in yanına inip sohbet etmek ister ancak Zebercet adamla sohbet etmez. Çünkü Zebercet, insanlarla iletişimi zayıf içine kapanık bir adamdır.

Otelde bir de temizlik işleriyle uğraşan (romandaki tabiriyle ortalıkçı) Zeynep adında bir kadın vardır. Zeynep geçmişinde çok sıkıntı ve acılar çekmiş talihsiz bir kadındır. İlk kocası onu bakire olmadığı için bırakmış ikinci kocası da onu hayatından çıkarmıştır. Bir akrabası Zeynep’i alıp bu otele çalışması için yerleştirmiştir. Zeynep işini düzgün yapan tertipli düzenli bir kadındır.

Otel sahibi Zebercet otele bir hafta önce gelen kadına kafayı takmıştı. Ondan çok hoşlanmış, onun hayaliyle yatıp kalkıyordu. Kadın bir hafta sonra geleceğini söylediği halde gelmemiştir. Zebercet sürekli kadının yollarını gözlüyor, o gelecek diye her sabah tıraş oluyor süsleniyor, yeni elbiseler giyiyor, kendince heyecanlanıyordu. Hatta kadının odasında kalıp değişik düşüncelerle hayal edip kendisini cinsel olarak tatmin ediyordu. Kadın Zebercet’te bir saplantı haline gelmişti. Oteldekiler de onun bu telaşlı ve heyecanlı halini her gün fark ediyorlardı.

Birkaç gün sonra otelde kalan emekli subay da otelden ayrıldı. Zebercet bu adamın da ayrılmasıyla iyice yalnız kaldı. Yalnızlık onu bir nevi bunalıma sürükledi. Bunalımdan oteli kapattı ve kapısına “Kapalıyız” yazdı. Otele gelen müşterilere kapalıyız, yer yok gibi bahaneler uyduruyordu. Bunalımdan ne yapacağını şaşıran Zebercet otelden çıkıp aşevine giderek içki içip sarhoş oldu. Oradan çıkıp bir adamın peşine takıldı. Takıldığı adam onu horoz dövüşünün yapıldığı bir yere götürüp horoz dövüşü izlettirdi. Oradan da çıkan Zebercet, on yedi yaşında bir delikanlıyla tanıştı. Onunla sinemaya filan gitti. Kafası yerinde olmayan Zebercet kendini kaybederek cinsel bir sapıklığa sürüklenip on yedi yaşındaki çocuğa cinsel eğilim duymaya başladı.

Otele döndüğünde ortalıkçı kadını gördü. Onu zorla soyup adeta tecavüz ederek onunla birlikte oldu. Yaptığından hala pişman olamayan sapık adam, kadını öldürerek bir yere sakladı. Akrabaları Zeynep’in nerde olduğunu sormak için otele geldiklerinde onları bir bahaneyle geçiştirdi. Zeynep’i öldürdüğünü kimseye söylemedi. O günlerde otele polisler gelip “Burada yaşlı bir adam kaldı mı?” diye sordular. O da evet kaldı ve bir gün alelacele çıkıp gitti dedi. Polisler o adamın katil olduğunu söylediler. Adam kendi kızını boğarak öldürmüş, bir süre otelde kalmış ve sonra da izini kaybettirmişti. Zebercet daha sonra anladı adamın neden apar topar otelden ayrıldığını.

Zebercet o günlerde katıldığı bir mahkemede karısını gerdek gecesinde öldüren bir adamın yargılanmasına şahit oldu. Ama adam karısını neden öldürdüğünü mahkemeye heyetine söylemiyordu. Zebercet bu olaylara şahit olurken adeta kendisi yargılanıyormuş gibi hissederek, bunalıma girdi. Ruh hal iyice bozulmuştu. Onun bu çirkin işleri yaptığını kimse bilmiyordu ama o kendinden, kendi vicdanından kaçamıyordu.

Günlerden bir gün Zebercet dışarda gezerken yaşlı bir adamla tanıştı. Yaşlı adam ona kimlerden olduğunu sordu. O da Keçicilerden olduğunu söyleyince adam: “Sizin sülalenizde kendini asarak öldüren bir adam var mıydı?” diye sordu. Zebercet de o adamın dayısı olduğunu söyledi. Dayısı Faruk, Semra adındaki bir kıza âşık olmuş, ancak kıza kavuşamayacağını anlayınca kendisini asmıştı. Yaşlı adam Zebercet’e ailesindeki bütün bu olayları yaşla adam bir bir anlatır. Dayısı Faruk kendini astığında ise henüz on dokuz yaşındadır. Zebercet bu yaşananları dinleyip düşündükçe kendisini yargılamaktan bir türlü kurtulamıyor, kendisini dayısının yerine koyarak canına kıymayı bile düşünüyordu. Geçmişte yaşadığı olaylar onun vicdanını hep rahatsız ediyordu.

Eskiden yani çocukluğunda babasıyla geçirdiği manevi ramazan günlerin hatırladı. O günleri özlemişti. O kutsal yaşantıdan bu çirkin olaylara bürünmüştü hayatı. Kendisini otele kapatarak saçma sapan işler yapmaya başladı. O güne kadar otelde kalanların listesini çıkarmaya başladı ve bir süre sonra bundan da usandı.

Ney yapacağını bilemez bir bunalım halinde kendisini öldürmeye karar verdi. Artık yapacak bir şeyi ve hayatta ulvi bir gayesinin olmadığını düşünerek, Zeynep’i öldürdüğü odaya kendisini kapatıp orada kendini asarak öldürdü.

ROMAN ŞAHISLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Zebercet:
Babadan kalma otelinde iş sahibi olmuş ancak topluma açılamamış, ruhsal sorunları olan, yalnız ve sapık bir adamdır. Bekâr, otuzlu yaşlarda, pek konuşmayan ve insanlarla iletişim kuramayan bir tiplemedir. Fizik olarak biraz zayıfça kuru yüzlü, açık benizli, kahverengi gözlüdür. Cinsel olarak duyguları doyurulmamış, sapkın hisleri olan ve ayrıntıya önem veren birisidir. Daima gizli düşünceler içindedir ve bu düşünceleri kimseye açamayan kapalı bir karaktere sahiptir.

Ortalıkçı Kadın (Zeynep):
Geçirdiği kötü yaşantı sebebiyle akrabaları tarafından otele çalışmak için yerleştirilmiş, orta boylu, uzun yüzlü bir kadındır. Otelin temizlik işlerini yapar, tertipli ve düzenlidir. Otelin çatı katında kalmaktadır ve uykusu çok ağırdır. Uykusunun ağır olmasından dolayı Zebercet tarafından uykuda kullanılan, sonra da öldürülen talihsiz bir kadındır.

Ankara Treniyle Otele Gelen Kadın:
Zebercet’in aklından çıkmayan, otelde bir gece kalmış daha sonra uğramamış olan yirmi altı yaşında güzel bir kadındır.

Emekli Subay:
Emekli subay olduğunu kendisi söyler. Otelde uzunca bir süre kalır. Bol kitap okur ancak katil ruhlu birsidir. Kendi kızını boğarak öldürmüştür.

Diğer Kahramanlar: On yedi yaşındaki genç, Zebercet’le sohbet eden yaşlı, Zebercet’i horoz dövüşüne götüren adam…

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - Yusuf Atılgan

1921’de Manisa’da doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Manisa ve Balıkesir’de tamamlamıştır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Üniversite yıllarında Türkiye Komünist partisi lehine faaliyetlerde bulunduğu iddiasıyla tutuklanmış, bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra öğretmenlikten de ihraç edilmiştir. 1946’da Manisa – Hacıharmanlı köyüne yerleşip burada çiftçilikle uğraşmıştır. 1976’da ise İstanbul’a dönerek mütercim, redaktör ve danışman olarak çalışmıştır. 1989’da evinde kalp krizi geçirerek ölmüştür.

Yazdığı şiir ve öyküler edebiyat dergilerinde yayımlanmıştır.

Eserleri
Anayurt Oteli
Aylak Adam
Bodur
Minareden Öte

Bir Bilim Adamının Romanı / Mustafa İnan (Oğuz ATAY) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili, Kişiler


Kitabın Adı : Bir Bilim Adamının Romanı

Kitabın Yazarı : Oğuz Atay

Kitap Hakkında Bilgi :

Oğuz Atay’ın kaleme aldığı Bir Bilim Adamının Romanı Türkiye’de yazılmış en başarılı biyografik eserlerden sayılır. Atay romanda hocası Mustafa İnan üzerinden bir devrin siyasi ve sosyal yaşamını da yansıtır. Bir bilim adamının biyografik hayatını roman tekniğine aktarmıştır. Romana ayrıca Mustafa İnan’ın resimlerini de koyarak olayları ve şahısları somutlaştırmıştır.

Romanda kırsal kesimden gelip, kentte zekâsı ve çalışmasıyla büyük başarılara imza atmış, dünyaca tanınmış bir dehanın dramatik öyküsü anlatılır.

Roman iki kısım halinde anlatılmıştır. Birinci kısım Mustafa İnan’ın eğitim hayatının sonuna kadarki süre, ikinci kısım ise bu devreden sonraki ölüme kadar olan süreçten oluşmaktadır.

Yazar romanında akademik eğitim veren çevrelere de eleştirel mesajlar vermiştir.

Kitabın Konusu :


Romanda Akademisyen Mustafa İnan’ın hayatından hareketle 1910 ve 1967 yılları arasındaki Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yönleri ele alınmıştır. Mustafa İnan’ın köyden çıkarak bilim adamı olma yolundaki serüveni tüm gerçekliğiyle aktarılmıştır. Mustafa İnan’ın mücadele azmi, idealistliği, dürüstlüğü ve ahlakı öne çıkarılmıştır. Yoksulluk içinde ülkesi ve insanları için çalışan bir adamın yaşadığı zorluklar ve başarılar konu edilmiştir.

Kitabın Ana Fikri :

Hayatta herkesin bir ideali olmalı ve bu ideale ulaşmak için çok çalışmalıdır. İnsan kendisinden çok topluma faydalı olmak için gayret etmeli, karşısına gelen her sıkıntıya ve mihnete göğüs germelidir. Bütün bunları yaparken kişiliğinden, değerlerinden ve ahlakından ödün vermemelidir. Doğru bildiği yoldan ölüme dek ayrılmamalıdır.

Kitabın Özeti :

Olaylar fen fakültesi giriş sınavı sonuçlarını öğrenmek isteyen öğrencilerin beklediği bir kuyrukla başlar. Kuyrukta konuşması ve duruşuyla Mustafa İnan’a benzeyen bir çocuk da vardır. Diğer çocuklar onun haline bakarak sınavı kazanamayacağını düşünmektedirler. Yan binada da Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun ödülleri verilmektedir. O sırada bilimle uğraştığı her halinden belli olan orta yaşlı bir adam çocuğun yanına gelerek Mustafa İnan’dan söz eder. Bu törende Bilim Hizmet Ödülü ölümünün dördüncü yılında Mustafa İnan’a verilmektedir. Bu tören ve orta yaşlı adam aracılığıyla çocuk Mustafa İnan hakkında birçok şey öğrenir.

Mustafa İnan’ın hayatı bu noktada devreye girer. 1911 yılında posta memurluğu yapan Hüseyin Avni Bey’in oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Anadolu’da o yıllarda tıbbı imkânsızlıklar ve salgın hastalıklardan dolayı ailenin ilk altı çocuğu ölmüştür. Bu yüzden Mustafa İnan’ın yaşaması ailesi için bir mucizedir. Mustafa küçük yaşında damdan düşmüş ve onun da ölmediğine ailesi şükretmiştir. Belki bu yüzden biraz çelimsiz ve bakımsız bir çocuk olarak yetişmiştir. Adana Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Mustafa’nın çocukluğu Birinci Dünya savaşı yıllarına denk gelir. Açlık ve sefaletin kol gezdiği ülkede Mustafa da zayıf kalmıştır. Küçük yaşta bu sıkıntıları yaşadığı için olgun ve ağırbaşlı bir çocuk olarak büyümüştür. Mustafa daha çocukken babası iş sebebiyle başka şehirlere gitmek zorundadır ve annesi düşman tarafından işgal edilmiş bu şehirde çocuklarıyla birlikte kalır. Bir süre sonra dayanamayıp çocuklarını da alıp bu şehirden kaçar. Konya’ya yerleşirler. Konya da maddi sıkıntı çeken anne Mustafa’yı bir kuyumcunun yanına verir. Kuyumcu’da çalışan Mustafa aynı zamanda okumaktadır. Mustafa, Mevlana’nın tesriyle Divan Edebiyatına ilgi duymaya başlar.

Mustafa okuduğu yıllar boyunca defter kullanmaz çünkü hafızası çok güçlüdür, deftere gerek duymaz. Ailesine masraf açmamak için kitap da almaz. Okula erkenden giderek yatılı öğrencilerin kitaplarını okuyup derslerine çalışırdı.

Bu zorlu ve sıkıntılı savaş yılları Mustafa’yı erkenden olgunlaştırmıştır. Öğrencilik yıllarındaki okuma hevesiyle sadece kendine değil arkadaşlarına da faydası dokunmaktadır. Konuları anlamayan arkadaşlarına dersleri anlatarak onlara adeta öğretmenlik yapar. Okumaya karşı olan iştiyakı çevresinde fark edilmeye başlamıştır. Arkadaşlarını okuma konusunda yüreklendirip onların ufuklarını da açmaktadır.

Mustafa 19 yaşına geldiğinde babasının ölümüyle sarsılır. Ailenin bütün yükü ve geçimi Mustafa’nın üzerine kalmıştır. Mustafa bilim adamı olmayı istemektedir. Bu bilgi ve alt yapı Mustafa’da varken ailesinin geçimi için en kolay yoldan para kazanabileceği fen fakültesini tercih etmeyi düşünür. Liseyi de birincilikle bitirmiştir. Onun çok zeki ve çalışkan olduğunu bilen arkadaşları, fen fakültesine gitmesine razı olmazlar, gizlice onu Mühendislik fakültesine kaydettirirler.

Mühendislik fakültesine başlayan Mustafa derslerde çok başarılıdır. Hocaları bile ona doçent diye hitap etmektedir. Üniversite öğrencisiyken bir ideali vardır. Bildiklerini öğretmek yani öğretmenlik yapmaktır. Kendi imkânlarıyla Almanca kursuna gider. Adım adım ideallerine doğru ilerlemektedir. Pozitif bilimlerde kendini geliştirmekte, lise öğrencilerine ders vererek masraflarını karşılamakta ve ailesine katkıda bulunmaktadır. Üniversitede ve akademisyenlerdeki aksayan yönleri çok iyi gözlemlemektedir.

Mustafa’nın ders verdiği lise öğrencilerinden biri de Jale’dir. Jale ile düzeyli bir hoca öğrenci ilişkisi içerisindedirler. Jale ile zamanla yakınlaşmaya başlarlar. Jale eğitimini tamamlamak için Almanya’ya gider. Mustafa ise Jale’nin ailesini sürekli ziyaret eder, ailesiyle de samimi olurlar. Jale ile Mustafa bu arada mektuplaşmaya başlarlar. Bir süre sonra Mustafa da yurtdışında doktora eğitim almak için İsviçre’ye gider. Oradayken Jale’yi ziyaret eder.

İlk önce Mustafa İnan daha sonra jale Hanım İstanbul’a dönerler ve evlenmeye karar verirler. Jale Hanım varlıklı bir aileden geldiği halde ailesine bakmak zorunda olan Mustafa ile evlenmeyi kabul eder. Maddi sıkıntılar ve Mustafa’nın ailesi sebebiyle düğünleri biraz zor olur. Evliliklerinin ilk yılları da oldukça zor geçer. Mustafa İnan’a zaman zaman zengin olma yolları açılsa da o bu yolları tercih etmez. İsviçre’de iken çok iyi şartlarda ve refah içinde çalışma şartları sağlansa da o bu teklifi kabul etmeyi devletine ihanet sayar. Tek amacı üniversite hocası olup devletine hizmet etmektir. Evleri çalıştığı okula uzak olduğu için işe yürüyerek gelir gider ama başka yollara tevessül etmez. Çalıştığı üniversiteye büyük katkılar yapmaya başlamıştır.

Üniversitede ilk doktorayı yaptırıp ilk kürsüyü kurar. Üniversite için fedakârca çalışmakta, eve yorgun ve geç dönmekte ve sağlığını çalışmaları için feda etmektedir. Bir yandan kendi alanıyla, diğer yandan edebiyat, felsefe, tarih, dil, matematikle ilgilenir, okumalar yapar. Yahya Kemal’in sohbetlerine katılır. Öğrencilerinin de çok yönlü olarak yetişmeleri için çaba harcar. Bir yandan da makaleler yazar, ilmi çalışmalar yapar. Türkiye’den diğer ülkelere yapılan beyin göçü Mustafa İnan’ı çok üzmektedir. Bu konu onun için milli bir meseledir.

Mustafa İnan Hoca’ya vekillik ve bakanlık teklifleri gelir ancak o kendisini bilime ve öğretmeye verdiği için bu tekliflerle ilgilenmez. Hayatını hep maddi zorluklar içinde geçirmiştir. Hayatının son döneminde bir ev sahibi olur. Evin borçlarını ödeyememekten dolayı üzülür. Çünkü parayı ve borçlanmayı hiç sevmez.

Bir kış günü Mustafa Hoca hastalanır. Tedavisi için Almanya’ya gitmesi gerekmektedir. O yurtdışında tedavi olmaktansa kendi memleketinde tedavi olmayı tercih etmektedir. Almanya’da hocaya lösemi teşhisi konulur. Ancak İnan’ın bu teşhisten haberi yoktur. O Türkiye’ye dönüp öğrencilerine kavuşacağı günü umutla beklemektedir. Hastalığı iyice ilerleyen, morfinle acıları dindirilen İnan 1967 yılının 5 Ağustos sabahı uykudan bir daha uyanamaz ve hayata veda eder.

Hayatı boyunca kendi ülkesinde yaşamak ve can vermek isteyen bu adam bir Frenk diyarında can vermiştir. Hoca öldükten sonra karısı Jale Hanım’a da yüklü fatura borçları gelir. Öldüğü hastaneden bile üç gün sonra ancak çıkarılır ve oğlu Hüseyin tarafından yıkanarak defnedilir. Kıymeti öldükten sonra anlaşılan Mustafa İnan için bütün ülke yas tutmuştur.

ROMANDAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Mustafa İnan: hayatını bilime, fenne, öğrenmeye ve öğretmeye adamış, idealist bir insandır. Tamamen ülkesi için çalışmaktan başka gayesi olmayan ve ülkesinin dünya milletleri nezdinde gelişmesi için çalışan bir bilim adamıdır. Maddiyata ve zenginliğe önem vermeyen, zengin olması için yapılan bütün teklifleri reddeden, hayatı ekonomik zorluklar içinde geçmiş mütevazı ve yüksek karakterli bir insandır.

Jale Hanım: Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen dürüstlüğü, idealistliği ve kişiliği sebebiyle Mustafa İnan’la evlenmeyi kabul eden fedakâr bir kadındır. Mustafa İnan’ın liseden öğrencisi olarak başlamış daha sonra eşi olmuştur. Kocasının bütün sıkıntılı hayatına sabırla tahammül etmiş bir eştir.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ - 
Oğuz Atay (1934 – 1977) 

Babası çeşitli dönemlerde milletvekilliği yapmış Cemil Atay’dır. Liseyi Ankara Maarif Koleji, üniversiteyi İTÜ İnşaat Fakültesi’nde okudu. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayımlandı. Topografya adlı eserinde akademisyenlik mesleğini anlattı.

Tutunamayanlar romanıyla 1970’te TRT Roman Ödülü’nü kazandı. Berna Moran ise bu romana yönelik Türk romanını çağdaş düzeye getiren bir eser olarak niteledi. Tutunamayanlar, post modern romancılığın başlangıcı olarak kabul edilir. En başarılı eserleri arasında sayılan Tehlikeli Oyunlar 1973 yılında yayımlanmıştır. Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro eseri devlet tiyatrolarında sahnelenmiştir. Türkiye’nin Ruhu adlı eserini yazarken beynindeki bir ur nedeniyle 1977 yılında hayata veda etmiştir.

Eylembilim ve Günlük adlı kitapları kendisi öldükten sonra yayımlanmıştır. Yazar hayattayken kitapları ancak ir baskı yapabilmiş, öldükten sonra defalarca basılmıştır. Yine ölümünden sonra Yıldız Ecevit oğuz Atay’ın biyografisi olan Ben Buradayım eserini yazmıştır. Eserlerinde toplumsal eleştiri, ironi ve mizah bir aradadır. Kastamonu Valiliği 2007 yılından bu yana oğuz Atay adına edebiyat ödülleri vermektedir.

Eserleri

Tutunamayanlar
Tehlikeli Oyunlar
Bir Bilim Adamının Romanı
Korkuyu Beklerken
Oyunlarla Yaşayanlar
Günlük
Eylembilim
Türkiye’nin Ruhu

Yer Demir Gök Bakır (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


KİTABIN ADI : 
Yer Demir Gök Bakır

KİTABIN YAZARI : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :

Roman 1963 yılında yayınlanmıştır. Yaşar Kemal’in Dağın Öteki Yüzü adlı üçlemesinin ikinci kitabı olan Yer Demir Gök Bakır romanında; ümitlerini kaybetmiş olan köylülerin köyde bir ermiş ortaya çıkararak onun işaretleri ve sözleri ile hareket etmesini anlatır. Üçlemenin diğer romanları ise Orta Direk ve Ölmez Otu adlı kitaplardır. Toplumcu gerçekçi bir bakış açısıyla yazılan romanda Yaşar Kemal’in doğal anlatımına ve yerel diline rastlamaktayız. Roman aynı zamanda Yaşar Kemal ile Zülfü Livaneli tarafından senaryo haline getirilerek 1988 yılında sinema filmine uyarlanmıştır.

Romanın diğer bir özelliği ise Fransa’da Fransız Eleştirmenler Derneği tarafından yazıldığı yılda en güzel roman olarak seçilmiş olmasıdır. Yaşar Kemal sosyal gerçeklik bakış açısıyla zamane yöneticilerine ve feodal yapıya bir eleştiri getirmiştir. Paranın yönetiminde, kapitalizmin acımasızlığını Çukurova’nın Yalak köyü insanı ile anlatmaya çalışmıştır.

Kitabın Konusu :


Çukurova’nın Yalak köyünde köylülerin zengin bir feodal ağa tarafından sömürülmesi ve bu sömürgenin altında ezilen köylünün düştüğü durumlar romanın konusunu oluşturmaktadır.

Kitabın Ana Fikri :


İnsanların emeklerini sömüren ve onları kandıran kişiler bir gün gelir bunun bedelini itibarıyla, parasıyla ve hatta canıyla öderler. Herkese emeğinin karşılığını vermeli ve hiç kimseden onun kaldıramayacağı bir yükü istememelidir.

Kitabın Özeti :

Çukurova’daki Yalak köylüsü yıllardan beri pamuk iş ile uğraşmaktadır. Köyün ve köylünün emeğini ve parasını sömüren Adil Efendi o sene de köylüye borç vermiş ve ürün toplama zamanında borcunu alacağını söylemiştir. Lakin o yıl Koca Halil ve Muhtar Sefer yüzünden köylüler beklediği hasadı toplayamamış ve Adil Efendi’ye borçları iyice artmıştır. Herkes Adil Efendi’ye olan borcunu nasıl ödeyeceğini düşünmekte ve ondan çok korkmaktadır.

Koca Halil köylünün düştüğünü bu durumdan kendisini suçlayarak köylünün karşısına çıkacak yüzü yoktur. Bu suçluluk duygusunu o kadar abartmıştır ki artık onlarla bir daha karşılaşmamak için öldüğü haberini oğlu vasıtasıyla köye duyurmuştur. Adına mevlit bile okutmuştur ancak Hoca Halil’in öldüğüne inanmayan Meryem’ce Ana onun gibi bir dinsiz için mevlit okutan köylüye ve kızar ve kimseyle konuşmaz. Bu arada Koca Halil kendisini ambara kilitler ve günlerce karanlıkta kalır. Oğlu Koca Halil’i bu oyundan vazgeçirmek ister ancak o bir türlü ikna olmaz. Oğlu bütün kusurun muhtarda olduğunu söyler. Koca Halil ise her şeyi kendisinin yaptığını düşünerek kabul etmez. Köylünün bu zararına sebebiyet verdiği için onu öldüreceklerini inanmıştır ancak köylü Koca Halil’i aklına bile getirmez.

Koca Halil’in gelini Fatma onu bu ıstıraptan kurtarmaya karar verir ve bütün köylüleri evin önünde toplar. Koca Halil ortaya çıkar, köylüler ona dua ederler ve ona hiçbir suç yüklemezler ancak Koca Halil bundan bile memnun olmaz. Kendisiyle şimdilik alay ettiklerini daha sonra öldüreceklerini düşünerek kendisini dağlara ve yollara vurur, gözden kaybolur ve bir daha hiç kimse ondan haber alamaz.

Köylülerin tek düşündüğü şey Adil Efendi’nin bir gün köye gelip onların her şeylerini alacağı düşüncesidir. Köylüler bir yandan Adil Efendi’nin haksız yere bir sürü para alacağını düşünürler. Diğer yandan ona olan borçlarını nasıl ödeyeceklerini tasa ederler. Bir kimseye borçlu kalmanın verdiği rahatsızlık köylü için yeter de artar. Köylü bugüne kadar kimseye borçlu kalmamıştır. Bundan sonra borçlu kalmak, çevre köylere ve kasabaya rezil olmaktır.

Muhtar Sefer bir gün bütün köylü toplayarak Adil Efendi’ye karşı köylülerin nesi var nesi yoksa saklamasını söyler. Köylüler buğdaylarını, eşeğini, arpasını ve diğer mallarını saklayınca Adil Efendi gelip köyü perişan halde bulacak ve kimseden bir şey istemeden çekip gidecektir. Köylü buna inanır ve Muhtar Sefer’in dediğini yaparlar.

Evlerin arkasında çukurlar açılıp bazı eşyalar oraya saklanır. Köy ıssız ve sessiz bir şekilde Adil Efendi iyi beklemeye başlar. Herkesin üstü başı yırtık, ayaklar yalın ve perişan bir halde dolaşmaktadır. Ancak Taşbaşoğlu ile Muhtar Sefer kılıklarını hiç değiştirmezler.

Aradan günler geçer, Adil Efendi köye gelmez. Köylü bu şekilde beklemekten sıkılmaya ve kızmaya başlamıştır. Muhtar köylünün bu öfkesini Taşbaş’ın üzerine yöneltmek ister ancak köylü her şeyin farkındadır. Diğer yandan civar köyler ve kasaba Yaylak köyünün bütün eşyalarını sakladığını duymuş ve köy rezil olmuştur. Artık beklemeye dayanamayan köylüler muhtara çok sinirlenmeye başlamıştır. Muhtar bu sefer fikir değiştirerek köylüye her şeyi açığa çıkarmalarını, hatta Adil Efendi’nin kapısına götürmelerini söyler. Köylünün bu şekilde adının çıkmasını ancak böyle atlatabilirdi.

Taşbaşoğlu ise köylünün muhtarın sözünü dinlememesini ve ona inanmamalarını söyler ancak köylü muhtarın dediklerinden dışarı çıkmaz. Taşbaşoğlu, Muhtar Sefer’in bu hilelerini ve dolaplarını köylünün önüne getirir ama köylü yine ondan vazgeçmez ve Taşbaşoğlu bunu hazmedemez.

Bir gün Taşbaş’ın karısı bir kavgada yaralanır ve Taşbaş o günden sonra köylüye bela okumaya başlar. Köylü Taşbaş’a hak verir ancak bir yandan da onu öldürmek isterler; lakin bunu yapamazlar. Taşbaş’ın dualarının sanki gerçek olacağını düşünürler. Taşbaş’tan kendilerine bir zarar geleceğini düşünerek ondan sürekli kaçarlar. Artık köyde Taşbaş’ın dedikleri uygulanmaya başlanır.

Adil köye gelmeyecektir. Muhtarın yalanı ortaya çıktıkça köylü muhtardan uzaklaşmaya başlar ve Taşbaşoğlu’na yaklaşırlar. Taşbaşoğlu gün geçtikçe söylediği sözlerle ve davranışlarıyla köylü diye bir ermişlik intibaı uyandırır. Bu sefer Muhtar Sefer Taşbaşoğlu’nun kendi yerine geçeceğini düşünerek köylüyü ona karşı kışkırtmaya başlar ancak köylü onu dinlemez. Taşbaşoğlu hakkında ermişlik hikâyeleri yayılmaya başlar. Muhtar bu gidişe bir dur demezse kendi yerine Taşbaşoğlu’nun geçeceğini ve kendisinin de öldürüleceğini düşünür ve köy kurulunu toplayarak Adil Efendi’nin yanına gider. Adil Efendi hiç beklenmedik bir şekilde köylünün borçlarını sildiğini, hatta köylüye yeni borç vereceğini ve köye de gelmeyeceğini söyler. Çünkü köyde birilerinden korkmaktadır.

Taşbaşoğlu’nun ermişlik üzerine hikâyeleri köyden köye su gibi yayılmaya başlar. Sefer bu hikâyeleri Taşbaş’ı oğlunun kendi uydurarak yaydığını düşünür. Köylüyü Taşbaşoğlu’ndan uzaklaştırmak için üçüncü kadınla evlenir ve köye bir ziyafet verir. Lakin köylü bu ziyafette bile Taşbaşoğlu ve onun ermişliği hakkında sohbetler eder. Bunun üzerine Muhtar Sefer, Adil Efendi’yi köye getirip köylülerin düşüncelerini değiştirmeyi planlar. Köy kurulundan birkaç adamını Adil Efendi’ye yollar. Bir adamını da Taşbaşoğlu’nu öldürmesi için görevlendirir ancak Taşbaşoğlu ölmez. Lakin zaman geçtikçe Taşbaşoğlu bu ermişlik rivayetlerinden sıkılmaya başlar. Herkes onun kerametlerinden bahseder. O da kendisinin böyle birisi olmadığını bildiği için korkmaktadır. Herkes ona saygıyla ve tuhaf bir şekilde bakmaktadır. Karısı ve çocukları bile onun ermiş olduğuna kanaat getirmiştir.

Taşbaş bu girdiği durumdan bir çıkış aramaktadır ancak sözleri ve gösterdiği davranışlardan dolayı çoğu onun keramet gösterdiğine inanmıştır. Köylüye “Ben ermiş değilim” demesine rağmen köylü onu yüceltmeye devam etmektedir. Namı diğer köylere de yayılmaya başlayan Taşbaşoğlu’nun evine hastalar gelir ve ondan şifa dilerler. İşin enteresan tarafı onun evine gelen hastalar iyileşip giderler. Artık Taşbaş da kendisinin bir ermiş olduğuna kanaat getirmeye başlar.

Diğer yandan Sefer, adamlarıyla ve köyü kışkırtma yollarıyla Taşbaş’ı öldürmeye çalışmış ve bunu başaramamıştır. Son çare olarak jandarmaya gidip Taşbaş’ı şikâyet eder. Yüzbaşı Taşbaş’ı ilk önce uyarıp bir daha ermişlik ve keramet hareketleri göstermeyeceğine dair söz ister. Bir süre sonra Muhtar tekrar şikâyet eder. Bunun üzerine iki jandarma hasta kılığında köye gelerek Taşbaşoğlu’nun üfürükçülük yaptığına şahit olurlar. Jandarma erleri bu sefer Taşbaş’ı alır, götürürler.

Taşbaş köyden ayrılmadan önce son kez köylülerin muhtarla bir daha konuşmamasını, konuşanın ve görüşenin başına her türlü belanın geleceğini söyler ve köyden ayrılır. Taşbaşoğlu jandarma ile birlikte giderken orman içinde gökyüzünü kara bulutlar kaplar ve bir sağanak yağmaya başlar. Jandarma ile birlikte Taşbaş da bir mağaraya girer, korunurlar. Jandarma erleri uyuyunca Taşbaş karakolda dayak yiyip hapis yapmaktansa, oradan kaçıp kendisini karlı dağlara ve yollara teslim eder. Çok yorgun ve halsiz bir şekilde sürüne sürüne bir mağaraya sığınır. Köylü bir daha Taşbaş’tan haber alamaz. Bahar gelmiştir köylü de yine Adil’e olan borçların korkusu, un, bulgur ve arpa derdi başlamıştır. Halil’in ölmediği haberi de köyde duyulmuştur. Halil başka bir köye sığınmış ve hayatına orada devam etmiştir. Hatta gidip Adil Efendi’den köylüyü Halil kurtarmıştır.

ROMAN KAHRAMANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ


Koca Halil: Romanın ana kahramanlarından birisi olan Koca Halil son derece karakterli ve insanlara verdiği zararlar sebebiyle kendisini suçlu hisseden bir kişidir. Köylüye hasat zamanında muhtarla birlikte zarar verdiğini düşünerek kendisinin öldüğü haberini duyurmuş, bir süre ahırda karanlıkta kalmış, daha sonra başını alıp köyden uzaklaşmış ve başka bir köye sığınmıştır. Yaptığı hatalardan dolayı insanların yüzüne bakamayan ve kendisini affetmeyen bir adamdır.

Muhtar Sefer: Köylüye verdiği zararlardan dolayı onlardan hiç utanmayan ve onları korkutmak için çeşitli söylentiler uyduran, kendi çıkarlarını düşünen bir adamdır. Zengin olan Adil Efendi ile anlaşmaya çalışmış, köyde herkesin itibar ettiği Taşbaşoğlu’nu öldürmeye yeltenmiş ancak bunların hiçbirisini başaramamış; bencil ve karaktersiz bir adamdır. Söylediği yalanlardan ve attığı iftiralardan dolayı köyde itibarını kaybetmiştir.

Taşbaşoğlu: Köyde muhtarın yalanlarına ve uydurmalarına karşı köylüyü bilinçli tutmaya çalışmış ve bunu da başarmış olan bir kişidir. Ancak söylediklerinin doğru çıkması sebebiyle köylü ona bir ermişlik atfetmiş ve bu ermişlik onun üzerine yapışıp kalmıştır. Muhtar Sefer’in şikâyeti üzerine Taşbaşoğlu üfürükçülük yaptığı gerekçesiyle jandarma tarafından tutuklanmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. Taşbaşoğlu insanları kandırmayan, doğruları söyleyen ve her zaman haksızlığın karşısında yer alan karakterli ve düzgün bir adamdır.

Adil Efendi: Zengin olduğu için ekim dikim zamanında köylülere borç veren, hasat zamanında ise borçlarını fazlasıyla alan; bir bakıma köylüleri sömüren bir feodal ağadır. Ancak Koca Halil’in ona söylediği bir şeylerden dolayı köye gelememiş, köylünün bütün borçlarını silmiştir. Muhtarın bütün kışkırtmalar rağmen köylüyü sıkıştırmamıştır.

Romanın diğer kahramanları: Meryem’ce Ana, Koca Halil’in oğlu, jandarma yüzbaşısıdır.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ


Yalak köylüsünün Muhtar Sefer ve Koca Halil yüzünden beklediği hasadı toplayamaması ve Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyememesi

Koca Halil’in kendisini suçlayarak öldüğü haberini köyde yayması ve köyden kaçması

Muhtar Sefer’in Adil Efendiye karşı köylüyü bir plan içerisine sokması

Köylünün bu plan gereği eşyalarını saklayıp Adil Efendi’ye perişan olarak gözükmeye çalışması ancak Adil Efendi’nin köye hiç gelmemesi

Muhtarın söylediği yalanlardan dolayı köylünün öfkelenmesi ve artık mallarını saklamaması

Taşbaşoğlu tarafından muhtarın uydurduğu bu yalanların ve planlarım ortaya çıkarılması

Taşbaşoğlu’nun söylediği sözler ve davranışlarından dolayı derviş olarak köyde ve civar köylerde nam salması

Muhtarın Taşbaşoğlu’nu öldürmeye çalışması ancak başaramaması

En sonunda Taşbaşoğlu’nu üfürükçülük yaptığı gerekçesiyle jandarmaya şikâyet etmesi ve tutuklattırması

Taşbaşoğlu’nun jandarmanın elinden kaçarak izini kaybettirerek ve bir daha kendisinden haber alınamaması romanın olay örgüsünü oluşturan olaylar zinciridir.

Yazar Hakkında Bilgi - 
Yaşar Kemal (1923 – 2015) 

Romancı, senarist, öykü yazarı. Çukurova da doğan yazar çocukluk döneminde Diyarbakır, Urfa daha sonra da İslâhiye’de kalmıştır. Yaşar Kemal öğrencilik dönemlerinde ırgat kâtipliği, memurluk, kontrolörlük ve vekil öğretmenlik gibi birçok işte çalışmış; hayatın zorluklarıyla pişmiş bir yazardır. Küçük yaşlardan beri edebiyatla ilgilenmeye başlamış, ilkokulda ilk şiirini yazmıştır.

Türk edebiyatının en velut ve tanınan yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal, edebiyat hayatına Türk Sözü gazetesinde başlamıştır. Onu edebiyat hayatında tanıtan ilk eseri Sarı Sıcak’tır Daha sonra İnce Mehmet roman serisi ile bütün Türk ve dünya edebiyatına adını duyurmuştur. İnce Mehmed’i 8 yılda yazmıştır. Sömürülen halka, ezilen insanlara destek olmak için romanlarını yazdığını belirtir.

Romanlarında yüksek zümreden olan kişiler değil hep halk kahramanları yer almıştır. Türk ve dünya edebiyat çevreleri tarafından yüzlerce ödül almış, ancak Nobel Edebiyat ödülünü alamamıştır. 2011’de Fransa’da Lecon de Hannover ödülüne layık görülmüş, Türkiye’de de 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü almıştır.

Başlıca Eserleri


Sarı Sıcak
Bütün Hikâyeleri
Taş Çatlasa
Binbir Çiçekli Bahçe
Bugünlere Bahar İndi
İnce Mehmet 1-2-3-4
Akçasazın Ağaları 1-2
Deniz Küstü
Teneke
Yılanı Öldürseler
Yer Demir Gök Bakır
Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana
Yağmurcuk Kuşu
Tek Kanatlı Bir Kuş
Ağrı Dağı Efsanesi
Binboğalar Efsanesi
Üç Anadolu Efsanesi
Çakırcalı Efe

Anna Kareninna (Lev Nikolayeviç Tolstoy) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Anna Kareninna

Kitabın Adı :
Lev Nikolayeviç Tolstoy

Kitap Hakkında Bilgi :

Rus edebiyatının tanınmış romanlarından olan Anna Karenina, realist bir eserdir. Tolstoy, bu eserinde kişileri tek tek ruhsal açıdan incelemiş, romanına psikolojik boyut kazandırmıştır. Anna Karenina’da dürüst bir ev liliğin getirdiği mutlulukla evlilikteki yasak aşkın yol açtığı yıkım anlatılır. Bu romandan 19. yüzyıl Rus aile yapısı hakkında bilgiler edinilebilir.

Kitabın Özeti :

Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup şık ve güzel bir kadındır. Kibarlığı ve saygıdeğer kişiliği ile çevresinde hayranlık uyandırmaktadır. Kocası, yüksek bir devlet memurudur. Anna Ka-renina’nın monoton bir evlilik hayatı vardır; bütün mutluluğu evinde ve çok sevdiği çocuğunda bulmaktadır.

Bir gün, Anna Karenina’ya, ağabeyi ile yengesinin aralarının açıldığı haberi gelir. Anna onları barıştırmak için Moskova’ya gider. Orada Vronski adında yakışıklı, genç bir kontla tanışır. Kontun, Anna’nın akrabası olan bir genç kızla seviştiği haberi ortalıkta dolaşmaktadır. Aslında Kont Vronski, ilk görüşte Anna’ya hayran olmuş ve genç kadına kur yapmaya başlamıştır. Önceleri ilgisiz davranmaya çalışan Anna, bir süre sonra dayanamaz, Vronski’nin aşkına karşılık verir. Bu durum birçok dedikoduya neden olur. Genç kadın bunları umursamaz. Hatta durumu, kocasına bile anlatır. Ağırbaşlı, dedikodudan korkan bir adam olan kocası, karısının itirafları karşısında sarsılır, ama belli etmez. Çevreye karşı itibarlarının sarsılmaması için boşanmayı reddeder. Kocası, Anna’ya, çocuğunun geleceğini düşünerek bu ilişkiye son vermesini ister. Fakat Anna, Vronski’yle birlikte İtalya’ya kaçar.

Anna ile Vronski İtalya’da gözlerden ırak yaşarlar. Dönüşlerinde hiç kimse onlarla arkadaşlık yapmak istemez; dışlanırlar. Bu durum Anna’nın sinirlerini iyice bozar. Sevgilisiyle aralarında huzursuzluk başlar. Vronski de kayıtsız, içe dönük bir kişi olmuştur. Anna, Vronski’nin artık kendisini sevmediğini düşünmeye başlar. İyice bunalıma girer. Yaptıklarından büyük pişmanlık duyar ve sonunda intihar eder. Anna’nın ölümünden sonra Vronski de manevi bir çöküntü içine girer. Çareyi orduya yazılmakta bulur.

Savant Sendromu - Şans Eseri, Kaza ile Deha Olmak - Savant Sendromu Olan Kişiler ve Özellikleri


Savant Sendromu

Savant sendromu çoğu insan tarafından bilinmeyen bir sendromdur. Bazı insanların bazı olaylardan veya durumlardan sonra, sonradan üstün zekâlı hale gelmesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak bu üstün zekâları belli bir alana yönelik olur. Genelde daha önceden hiç tecrübe etmedikleri ve bilmedikleri bir alanda kendilerini üstün yetenekli olarak bulabilirler. Gelişimsel ve zihinsel yetersizliklerin yanı sıra çoğu insanda hiç rastlanmayan sıra dışı zihinsel becerileri olan kişilerde çoğunlukla savant sendromu görülmektedir. Genel zekâ seviyesi aslında normalin altında olan bu kişiler, belli alanlarda inanılmaz bir bilgi düzeyine sahip olurlar. Genel vakalara bakıldığında yarısının otizm bozukluklarından, kalan yarısının da bazı gelişimsel bozukluklardan, zekâ geriliklerinden veya sinir sistemi ile ilgili bazı hastalık ve yaralanmalardan kaynaklandığı sonucuna varılır. Erkeklerde kadınlara göre görülme olasılığı 6 kat daha fazladır.

Savant sendromu olan kişilerin hangi alanlarda yeteneklerinin ortaya çıktığını belirtecek olursak beş alanın mevcut olduğunu belirtebilir. Müzik becerileri, sanat becerileri, takvim hesaplama becerileri, matematik becerileri ile mekanik ve mekânsal beceriler bu alanları oluşturmaktadır. Savantlar da özelliklerine göre üçe ayrılarak incelenebilirler. Becerileri olan savantlar, yetenekli savantlar ve olağanüstü savantlar olarak kendi aralarında üç farklı sınıfa ayrılabilirler. Savant sendromunun nasıl oluştuğuna dair birçok araştırma yapılmaktadır. Ancak bunun ile ilgili kesin bir sonuca ulaşılamamıştır. Yeteneklerinin sonradan kaybolması ise çok istisnai bir durumdur.
Savant Sendromu ve Otizm

Savantlığın otizm spektrum bozukluğu olan bireylerde yaygın görüldüğünden bahsetmiştik. Araştırmalara göre otizmli bireylerin %10’u savanttır. Savant bireylerde yapılan araştırmalara göre %50’sinin aynı zamanda otizm spektrum bozukluğuna sahip olduğu belirlenmiştir. Bu araştırmaya göre otizm ile savantın ufak bir noktadan birbiri ile bağlantılı olduğu söylenebilir. Ancak biri diğerini getiriyor gibi bir yargı kullanmak doğru olmayacaktır.

Otizmin ilk olarak incelenmeye başladığı zamanlarda bazı otizmli çocukların üstün yetenekler gösteren davranışlar sergiledikleri gözlemlenmiştir. Müzik, hafıza, matematik, sanat gibi konularda üstün bir yetenek gösteren bu bireyler savant olarak adlandırılmıştır. Savant bireyler arasında en çok görülen özellik ise mükemmel bir belleğe sahip olmalarıdır.Otizmli bireylerle birlikte yapılan çalışmalarda ulaşılan sonuçlar, otizmli bireylerde görülen savant yetisinin daha çok sanat üzerine olduğunu göstermektedir. Otizmin genel ve en çok bilinen özelliklerinden biri sürekli kendini tekrarlayan davranışların yapılmasıdır. Savant olan otizmli bireylerde kişilerin isimleri, doğum günleri gibi akıllarında tuttukları takvimsel bilgileri sürekli tekrarlama eğiliminde olabilirler. Savantların ve otizmi olan bireylerin sözel alanda yaşadıkları belli bir sıkıntıları vardır. Bu da zekâ testi uygulamalarında bariz bir şekilde onların sonuçlarını etkilemektedir. Zekâ testlerinde de değerlendirilen alan oldukça dar bir alan olduğu için zekâ geriliği yaşadıkları düşünülmektedir.

Bilinen Savant Sendromu Olan Kişiler


Düşünün ki, kafanızı kazayla bir yere çarptınız ve birkaç gün kendinize gelemediniz. Uyandığınızda ise her şeyi farklı görmeye başlıyorsunuz. Birden hiç çalamadığınız müzik aletlerini çalmaya, resim yapmaya ya da çözülemez matematik sorularını çözmeye başlıyorsunuz.

Bu bir şehir efsanesi değil, gerçek ve aslında bir hastalık.

On dokuzuncu yüzyıl kadar geç bir tarihte “savant” sözcüğünün anlamı günümüzde kullanılan biçiminden çok farklıydı. Bilgili bir insan için söylenecek en yüksek övücü sıfattı.

1927 tarihli The Natural History ofa Savant adlı kitabın yazarı Charles Richet’ın dediği gibi bir savant çeşitli alanlarda ustalaşmış, soyut fikirler edinmiş, “enerjisini gerçekleri bulmaya vakfetmiş” olan kişiydi.

Ne var ki, son yüzyılda sözcüğün anlamı değişti. 1887 yılında adını taşıyan kromozom bozukluğuyla tanınan John Langdon Down, “idiot savant” sözcüğünü ilk kez kullanmıştı. Pek kibar bulunmayan “idiot” sözcüğü zamanla tanımın dışında kaldı.

Günlük yaşamda belleklerimizin köreldiği, eğitimli bellek fikrinden tümüyle uzaklaştığımız dünyada “savant” tanımı zihinsel ve sanatsal başarı belirtisi olmaktan çıkıp bir tuhaflık durumu, bir sendrom olarak kullanılmaya başlandı.

Savant sendromu, gelişimsel ya da zihinsel yetersizliklerin yanında çoğu insanda bulunmayan sıra dışı zihinsel becerileri olan kişileri tanımlamakta artık. Bu durum doğuştan ve doğum sırasında olabilir veya bebeklik, çocukluk veya yetişkinlik dönemlerinden daha sonra beyin zedelenmesi ile ortaya çıkabilir.

Hiç kimse dağlar kadar rastgele rakam yığınlarını ve bir bakışta bir şiiri ezberleyecek ya da zihniyle fotoğraf çekecek bir yetenekle dünyaya gelmiyor. Yine de literatürü araştırırken inanılmaz bellekleriyle kuralları yıkan birkaç savant karşınıza çıkıyor. Bu bireylerin en dikkati çeken yönü “fark etmeden anımsamak” adı verilen olağanüstü belleklerinin hemen hemen her zaman ciddi bir özürle birlikte bulunması.

Kim Peek

Tom Cruise ve Dustin Hoffman’ın oynadığı ‘Yağmur Adam – Rain Man ’ filmine esin kaynağı olan Kim Peek, otizmli bir savantdı. Kim Peek o kadar yetenekliydi ki, aynı anda iki sayfayı (her gözü bir sayfa) okuyabiliyor ve anında hafızasına alabiliyordu. Ancak bu adam gündelik işlerini yerine getirebilmek için babasına bağlı yaşıyordu. 2009’da 54 yaşında ölen Kim Peek’in hafızasında 9 binden fazla kitap bulunuyordu. İnsan beyninin sırlarını anlamaya çalışana NASA ölümünün ardından beynini incelemeye aldı.

Daniel Tammet


Daniel karmaşık çarpma ve bölme işlemlerini hiç çaba harcamadan kafasından yapabiliyor. On bine kadar herhangi bir sayının asal olup olmadığını derhal size söyleyebiliyor. Yıldırım hızıyla yaptığı matematik işlemlerinin yanı sıra on yabancı dil konuşuyor ve yeni bir dili bir hafta içinde öğrenebiliyor. Ayrıca Manti adını verdiği, kendine özgü bir dil bile geliştirmiş durumda.

Çocukluğunda geçirdiği ve temporal lop epilepsisi olarak teşhis edilen birkaç havaleden sonra bu yeteneği kazanan Daniel Savant sendromlu yaşayan 100 dahi listesinde bulunuyor. Kendisinin bir konuşmasına göz atmak isterseniz:

Savant sendromunu açıklamak için bir kuram geliştirmenin zorluklarından biri farklı bireylerde farklı biçimlerde ortaya çıkmasıdır. Yine de aralarında Kim’in de bulunduğu tüm savantlarda görülen bir nöroanatomik anomali vardır: Beynin sol yarıküresi hasarlanmıştır. İlginç olan yönü ise savantların görsel ve uzamsal abartılı yeteneklerinin neredeyse tümüyle beynin sağ tarafına bağlı olması ve beynin sol tarafına bağlı olan dilsel yetenekler konusunda daima sıkıntı çekmeleri. Savantlar arasında konuşma bozuklukları yaygın olduğundan Daniel gibi geveze, rahat konuşan biri olağandışı kabul edilir.

Derek Amato

En ilginç savant örneklerinden biri de Derek Amato. Kendisi satış eğitmenliği yapan normal bir insanken hayatı 2006’ da tam 39 yaşındayken, kafasını şiddetlice havuzun kenarına çarpmasıyla değişti. iyileştikten sonra daha evvel müzikle ilgisi olmamasına rağmen piyanoyu yılların sanatçısı gibi çalmaya başladı.

Aslında bu biçimde tek örnek Amato değil. Örneğin, Newyork’ ta bir ortopedi cerrahı olan Tony Cicoria yıldırım çarpması sonucu yaralanmasının hemen ardından klasik piyanoyu kendi kendine çalmayı öğrenmişti. Alonzo Clemens ise, üç yaşında fena şekilde düştüğünden kalıcı bilişsel hasara uğramış fakat bu nedenle mükemmel hayvan heykelleri yapmaya başlamıştı.
Buğra Çankır

Buğra Çankır, 24 yaşında bir otizmli. İletişim konusunda doğuştan gelen güçlükleri var. 10 yaşındayken üstün yetenekli müziksel özellikleri olduğu anlaşıldı. ‘Perfect Pitch’ ya da ‘Mutlak Kulak’ olarak adlandırılan ve doğadaki tüm sesleri herhangi bir referansa ihtiyaç duymadan nota olarak tanımlayabilme diye açıklanan bu yeteneği, 2004 yılında Kaliforniya Üniversitesi San Francisco Genetik Araştırma Merkezi’nin testiyle belgelendi.

Ardından, matematik, müzik veya görsel alanda yetenekli olan ve genelde otizmli çocuklarda görülen ‘savant sendromu’ ile ilgili araştırmalar yapan Wisconsin Medical Society tarafından 2007 yılında bu özelliği nedeniyle dünyadaki savantlar arasında gösterilerek, literatüre geçti.

George Widener

Widener, takvimlere, nüfus bilgilerine, istatistiklere tutkun bir sanatçı savant. Rakamlarla oynamak onun için müzik dinlemek gibi bir şey, onun beyni kâğıt üzerindeki sayıları, desenleri ya da ifadeleri bizlerden farklı görüyor. George aynı zamanda harika bir ressam. İnce detayları çok iyi algılayıp, onları bir teknik resim misali kağıda dökebiliyor. O dünyayı aslında geometrik şekiller üzerinden algılıyor bir bakıma. George’un çizimleri bir fotograf makinesi gibi tüm detayları taşıyor.

Stephen Wiltshire

Otistik olan Wiltshire, 8 yaşından beri bina resimleri çiziyor. Herhangi bir şehrin tüm binalarını çizebilmesi için helikopter ile şehrin üzerinde 20 dakika dolaşması yeterli.
Tommy McHugh

1949 doğumlu İngiliz Tommy McHugh, sıradan bir hayat sürerken başına gelen bir olay sonrası sanat dehasına dönüşen bir başka savant. Geçirdiği beyin kanamasının ardından hayata tekrar dönen Tommy nekahat süresinin devamında sürekli çılgınlar gibi yazmaya ve sürrealist resimler çizmeye başladıve bu çalışmalarını 2012’de kanser nedeniyle ölünceye kadar sürdürür.
Leslie Lemke

Müziğin harika çocuğu Leslie Lemke hem görme hem de zeka özürlü ve on beş yaşına kadar yürüyememiş ama en karmaşık parçaları bir kez · dinledikten sonra çalabiliyor.
Flo ve Kay Lyman

Tek yumurta ikizi otistik savantlar geçmişte ya da gelecekte herhangi bir tarih verdiğinizde hangi güne denk geldiğini anında söyleyebilir. Aynı zamanda deha düzeyinde bir otobiyografik hafızaya sahipler ve söylediğiniz herhangi bir tarihte ne giydiklerini, havanın nasıl olduğunu, o gün neler yaptıklarını ve ne yediklerini sayabiliyorlar.

Konu ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz National Geograhic – Dehanın Sırları/ Şans Eseri Deha adlı belgesele de göz atabilirsiniz.

6 Nisan 2019 Cumartesi

Ağrı Dağı Efsanesi (Yaşar Kemal) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Ağrı Dağı Efsanesi

Kitabın Yazarı : Yaşar Kemal

Kitap Hakkında Bilgi :


Roman ilk defa 1970 yılında yayınlanmıştır. İçinde barındırdığı mitolojik ögeler ve halk edebiyatı motifleri ile aynı zamanda bir destan özelliği gösteren roman yayınlandığı günden itibaren her dönemde sürekli okunan eserler arasında yerini almıştır. Romanda dönemin örf ve adetleri siyasi yapısı bölgenin coğrafi özellikleri ve insanların iç dünyasına ayna tutmuş ve bunlara karşı eleştiri niteliğinde göndermeler de yapmıştır. 1975 yılında Memduh Ün tarafından sinema filmi olarak da çekilen Ağrı Dağı Efsanesi Yaşar Kemal’in en çok okunan eserleri arasında yer almaktadır.

Kitabın Konusu :


Ağrı Dağı’nın eteklerinde yaşayan Ahmet ile Beyazıt ilçesinin ağası Mahmut Han’ın kızı Gülbahar arasında yaşanan mücadele dolu aşk hikâyesi romanın konusunu oluşturmaktadır.

Kitabın Ana Fikri :


İnsan sevdası ve gelenekleri uğrunda bazen canını hiçe sayarak büyük bir hayat mücadelesi verebilir. İnançları ve gelenekleri hiçe sayarak mücadelemize karşı çıkan insanlarla biz de mücadele etmeli ve haklı olduğumuz davada onları alt etmeliyiz. İnsan sevdiği kişinin uğrunda bütün fedakârlıkları katlanmalı ve ona kavuşmasını bilmelidir.

Kitabın Özeti :

Ağrı’nın Sorik köyünde yaşayan Ahmet, bir gün kapısının önünde bekleyen bir at görür. Atın dizginleri sırma işlemeli, eyeri gümüş, eyerinin altındaki keçe ise güneş suretinde ve Hayat Ağacı işlenmiş bir şekildedir. Atı ilk gören Sofi, Ahmet’e kasabadan ünlü bir aşiret ya da zengin bir misafirin geldiğini düşünür. Ahmet ise olanlardan habersiz bir şekilde kaval çalmaktadır. Kavalın sesi kesilir ve Sofi, Ahmet’in misafirlerinin olmadığını öğrenir. At bir başına kapının önünde beklemektedir. Bu durumda Sofi, Ahmet’e Hak’tan bir armağan geldiğini söyler.

Önce atı aşağıdaki yola bırakıp atın geri dönmesini beklerler. At geri dönerse ve bunu üç defa yaparsa at Ahmet’in olmalıydı. At her seferinde aşağı yoldan kapının önüne kadar gelir. Geleneklere göre bir kişinin kapısının önüne gelen at artık onun olmuştur. Ahmet bu ata sahip çıkar; hayatı pahasına da olsa vermeyi düşünmez. At Ahmet’in evinde altı ay boyunca bekler ve atın sahibine dair hiçbir haber alınamaz.

Bir gün Beyazıt paşası Mahmut Han’ın adamları Ahmet’in evine gelir ve atı almaya geldiklerini söylerler. Ahmet bu atın kendisine yadigâr kaldığını, onu hiçbir şekilde onlara iade etmeyeceğini söyler. Bu cevabı duyan paşa gelenekten haberi olmasına rağmen bir dağ köyünde oturan Ahmet’in bu tavrı karşısında öfkeden deliye döner. Bu durumu çözmek için dostu olan Kürt beylerini saraya çağırır ve atı Ahmet’ten almalarını ister. Kürt beyleri Ahmet’in haklı olduğunu bilirler ama paşaya karşı ses çıkaramazlar.

Ahmet’e atı geri vermesi için bir elçi gönderirler ancak Ahmet bu elçiye aldırış etmez. Kürt beylerinden umduğunu bulamayan Mahmut Han, yanına Kürt beylerini ve askerlerini alarak tekrar Ahmet’in köyüne gider. Köyde yaşayan bir tek canlı bile yoktur. Bütün evleri ateşe vermiştir. Köyde sadece Sofi vardır. Sofi’nin ellerini bağlayıp boynuna lale geçirerek zindana atarlar.

Bu arada paşa askerlerle birlikte beyleri de yanına alarak Ağrı Dağı’nın eteklerindeki köyleri dolaşırlar ancak o köylerde bomboştur. Kızgınlıktan deliye dönen ve sararıp solan Mahmut Paşa, umutsuz bir şekilde dağ köylerini arar; fakat hiçbir şey bulamaz. Durumun vahim olduğunu anlayan beyler, kendi aralarında anlaşıp paşaya Beyazıt’a geri dönmesini 3-4 ay içerisinde Ahmet’i ve köylüleri bulup ona teslim edeceklerini söylerler. Paşa çaresiz bu teklifi kabul eder ve saraya dönüp beklemeye başlar.

Bu arada Sofi, zindanda yatmaktadır ve paşanın kızlarından olan Gülbahar, her gün gizli bir şekilde kendi elleriyle yaptığı yemekleri Sofiye götürmektedir. Sofi de Gülbahar’a kavalı ile Ağrı Dağı’nın Öfkesi ezgisini çalmaktadır. Daha sonraki günlerde paşa Ahmet’in, atın ve köylülerin Şemdinli’de olduğu haberini alır. Milan beyinin oğlu Musa Şemdinli’ye giderek Ahmet’le görüşür. Paşa’nın kendisi ile sadece tanışmak istediğini, köylülerin de artık köye geri dönmesi gerektiğini söyler. Sofi’nin de zindanda olduğunu öğrenen Ahmet, Musa Bey’in samimiyetine inanarak onunla birlikte saraya gider. Paşa bu teklifi ile hem Ahmet’i hem de Musa Bey’i kandırmış, ikisini de Sofi’nin yanında zindana attırmıştır. Kızı Gülbahar’a da artık Sofi’den uzak durmasını emretmiştir. Lakin Gülbahar Ahmet’in de Ağrı Dağı Öfkesi’ni çaldığını duyunca Ahmet’e karşı ince duygular beslemeye başlar.

Zindancı Başı Memo ise Gülbahar’a sevdalıdır. Gülbahar Memo’ya tüm kıymetli eşyalarının bulunduğu keseyi uzatarak onu Ahmet’le görüştürmesini ister. Bu teklifi duyan Memo yıkılır ancak keseyi almadan zindanın anahtarlarını Gülbahar’a uzatır. Gülbahar ile Ahmet zindanın kulesinde sabaha kadar el ele sohbet ederler. Bu buluşmalar birkaç gün boyunca devam eder. Paşa ise Ahmet’e ve köylülere atı getirmezlerse hepsinin başının vurulacağını söylemiştir. Ne yapacağını ve bir çıkmazın içinde bulunduğunu fark eden Gülbahar, bu durumdan kurtulmak için kardeşi Yusuf’a gider. Yusuf Gülbahar’ı dinleyince çok korkar ve bu sevdadan vazgeçmesini ister. Gülbahar’ın teklifini Yusuf kabul etmeyince Gülbahar son çare olarak Demirci Hüso’ya gider. Demirci Hüso onu kervan şeyhine göndererek kervan şeyhi mührünü Hüso’ya verir ve atı getirmesini söyler. Hüso daha dağlara giderek atı geri getirir. Bu mutlu haberi alan Gülbahar ve Ahmet artık kavuşacaklarını düşünmektedirler lakin sevinçleri kursaklarında kalır. Paşa gelen atın kendisine ait olmadığını söyleyerek onları idam ettirme kararını uygulayacağını açıklar.

Gülbahar yine Memo’ya başvurur. Memo’nun yanına giderek Ahmet’i, Musa’yı ve Sofi’yi serbest bırakması karşılığında onun her istediğini yapacağını söyler. Ne Musa Gülbahar’a sevdalı olduğu için saçından birkaç tel vermesi karşılığında onların hepsini serbest bırakır. Sabah olup cellatlar tutsakları asmaya geldiğinde, Memo tutsakları serbest bıraktığını söyler ve kendini kale burçlarında aşağı atarak öldürür.

Bütün bu olaylardan Gülbahar’ın kardeşi Yusuf da çok korkmuştur. Babasına her şeyi tek tek anlatır. Paşa’da aldığı bu haberler üzerine kızı Gülbahar’ı zindana attırır. Bu haber tüm Ağrı Dağı ahalisince duyulur. Ağrı, Erzurum, Van, Erzincan ve Kars’taki tüm halk, sessiz bir şekilde saraya doğru yürüyerek Gülbahar’ı zindandan çıkarırlar. Ahmet ile Gülbahar ahali tarafından Hoşap Kalesi Beyi’ne götürülür. Hoşap Beyi kendisine edilen bu emanetleri hiçbir şekilde paşaya vermeyecek ve gelenekleri uyacaktır. Akşam olunca Ahmet ile Gül Bahar’ı aynı yatağa yatırır ancak aralarında bir kılıç koyar.

Gülbahar ile Ahmet günlerce Hoşap Kalesi birinin evinde kalır. Çaresiz kalan paşa en sonunda Ahmet’i bir sınavdan geçirmeye karar verir. Şimdiye kadar kimsenin çıkamadığı Ağrı Dağı’nın tepesine çıkmasını ve orada bir ateş yakmasını söyler. Gülbahar’a kavuşmak için bu teklifi kabul eden Ahmet akşama kadar Ağrı Dağı’nın tepesine çıkar ve ateşi yakar bütün ahali bu olayı izler ve ateşin yandığını görür. Gülbahar ile Ahmet sonunda kavuşmuştur. Birlikte Küp Gölü’nün üzerindeki meraya kadar at üzerinde giderler ancak yolda giderken de mağaraya ulaştıklarında hiçbir söz etmezler. Gülbahar artık daha fazla dayanamaz ve ne olduğunu öğrenmek ister. Ahmet ise Memo’nun onları neyin karşılığında serbest bıraktığını Gülbahar’a sorar. Gülbahar Memo’ya ne isterse vereceğini söylediğini ancak Memo’nun hiçbir şey istemediğini söyler. Buna inanmayan Ahmet kendisini Küp Gölü sularına bırakarak kayıplara karışır.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ

Sorik köyünde yaşayan Ahmet’in, kapısında bir gün bir at belirmesi ve geleneklere göre bu ata Ahmet’in sahip çıkması ve kimseye vermemesi

Bu atın Beyazıt Paşası Mahmut Han’a ait olduğunun anlaşılması

Mahmut Han’ın Kürt beylerini toplayarak Ahmet’ten atı istetmesi ancak Ahmet’in atı onlara vermemesi

Mahmut Han’ın Ağrı Dağı eteklerindeki köyleri dolaşması ve evleri ateşe vermesi

Köylülerin Şemdinli’ye kaçması

Mahmut Hanım köylüleri ve Ahmet’i kandırarak sadece görüşmek istediğini ve bu yüzden Ağrı’ya dönmeleri gerektiğini söylemesi

Köyde tek kalan kişi olan Sofi’nin Mahmut Paşa tarafından zindana atılması

Ağrı’ya dönen Ahmet’in de zindana atılması

Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar’ın Ahmet’e âşık olması

Gülbahar’ın kendisini seven zindancı Memo’yu kandırarak Ahmet’le günlerce buluşması

Ahmet’e kavuşmak için Gülbahar’ın kardeşi Yusuf’a gitmesi ancak Yusuf’un babasından korktuğu için bu işe karışmaması

Gülbahar’ın daha sonra Hüso’ya başvurması ve Hüso’nun atı getirmesi

Paşa’nın atın kendisine ait olmadığını söylemesi

Gülbahar’ın zindancı Memo vasıtasıyla Ahmet’i serbest bıraktırması

Ahmet’in zindandan kaçıp Hoşap Kalesi beyine sığınması

Gülbahar’ın ise babası tarafından zindana atılması

Bu olay üzerine çevre şehirlerin de ahalisinin toplanıp saraya yürümesi ve Gülbahar’ı zindandan çıkarması

Paşanın çaresiz kalıp Ahmet’e Gülbahar’a kavuşması için bir şart koşması

Bu şartı kabul eden Ahmet’in Ağrı Dağı’nın tepesine çıkıp orada ateş yakması ve paşanın şartını yerine getirmesi

Gülbahar ile Ahmet’in kavuşması ancak Ahmet’in niçin zindandan çıkarıldığını anlayamaması

Gülbahar’ın neyin karşılığında onu zindandan çıkarttığını sorması ve kafasında şimşekler çakarak kendisini Küp Gölü sularına bırakarak hayatına son vermesi romanının ana vakasını oluşturan olaylar örgüsüdür.

ROMAN KAHRAMANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Ahmet: Ağrı Dağı eteklerinde Sorik köyünde yaşayan bir gençtir. Kapısının önünde bir at bulmasıyla geleneklere uyarak bu atı vermeyen Ahmet, atın sahibi olan paşa aile çok mücadele etmiş ve paşanın kızını sevmiştir. Hem geleneklerini korumak hem de sevdiği kıza kavuşmak için çok mücadele etmiş, paşanın öne sürdüğü, istediğini şartları yerine getirmiş ve en sonunda mücadelesinde başarılı olmuştur ancak Gülbahar’ın onu hapisten çıkarmak için ne yaptığını düşünerek kendi hayatına son vermiştir. Düzgün karakterli ve romanda mücadele edip kazanan karakteri canlandırmıştır.

Gülbahar: Beyazıt Paşası Mahmut Han’ın kızı olan Gülbahar romanın ana karakterlerinden olup Ahmet’e âşık olmuş bir kızdır. Ahmet’e kavuşmak için her türlü mücadeleyi vermiş babasını bile karşısına almış ve birçok kişi ile işbirliği yapmıştır. Sevdiği kişiye kavuşmuş ancak kavuştuğu gün kaybetmiştir. Gözü pek kimseden korkmayan sevdası ve inancı için her türlü riski ve tehlikeyi göze alan bir genç kızdır.

Mahmut Han: Beyazıt ilçesinin paşası olan Mahmut Han atının gitmesinden dolayı Ahmet’ten atını istemiş ancak alamamıştır. Bunun için geleneklere karşı çıkıp çok mücadele etmiş ancak Ahmet’in ve kızı Gülbahar’ın direnci karşısında daha fazla duramamıştır. Bu yüzden kızını Ahmet’e vermeyi kabul etmiştir. Romanda güçlü olan lakin küçük insanların hakkını yiyen ve onları hor gören bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hoşap Kalesi’nin Beyi:
İnsanlara değer veren ve inanç ve gelenekler uğrunda kimseden korkmayan bir adamdır. Ahmet’in ona sığınmasına karşın onu hiç kimseye vermemiş. Gülbahar ile Ahmet’i günlerce evinde korumuştur.

Sofi: Kendi halinde yalnız yaşayan, kaval çalan bir çobandır. En yakın arkadaşı Ahmet yüzünden zindana atılmış, iyi kalpli doğru ve dürüst bir insandır.

Yusuf Gülbahar’ın Kardeşi Yusuf:
Babasından çok korkmaktadır. Kız kardeşi için gerekli fedakârlığı yapmayan, babasının haksız yere olan kavgasından tarafta yer almıştır.

Hüso: Gülbahar’ın Ahmet’e kavuşması için ona yardım etmiş ve Ahmet’e ait olduğunu düşündükleri atı paşaya getirmiştir. Zindancı

Memo: Gülbahar’a yürekten sevdalı olan Memo onun için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdır. Lakin sevdasını içinden yaşamaktadır. Gülbahar’a bir türlü açılmamıştır. Bu yüzden bir gün kale surlarından kendini atarak canına kıymıştır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ -  Yaşar Kemal (1923 – 2015) 

Romancı, senarist, öykü yazarı.

Çukurova da doğan yazar çocukluk döneminde Diyarbakır, Urfa daha sonra da İslâhiye’de kalmıştır. Yaşar Kemal öğrencilik dönemlerinde ırgat kâtipliği, memurluk, kontrolörlük ve vekil öğretmenlik gibi birçok işte çalışmış; hayatın zorluklarıyla pişmiş bir yazardır. Küçük yaşlardan beri edebiyatla ilgilenmeye başlamış, ilkokulda ilk şiirini yazmıştır.

Türk edebiyatının en velut ve tanınan yazarlarından birisi olan Yaşar Kemal, edebiyat hayatına Türk Sözü gazetesinde başlamıştır. Onu edebiyat hayatında tanıtan ilk eseri Sarı Sıcak’tır Daha sonra İnce Mehmet roman serisi ile bütün Türk ve dünya edebiyatına adını duyurmuştur. İnce Mehmed’i 8 yılda yazmıştır. Sömürülen halka, ezilen insanlara destek olmak için romanlarını yazdığını belirtir.

Romanlarında yüksek zümreden olan kişiler değil hep halk kahramanları yer almıştır. Türk ve dünya edebiyat çevreleri tarafından yüzlerce ödül almış, ancak Nobel Edebiyat ödülünü alamamıştır. 2011’de Fransa’da Lecon de Hannover ödülüne layık görülmüş, Türkiye’de de 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü almıştır.

Yaşar Kemal Hikâyeleri
Sarı Sıcak
Bütün Hikâyeleri

Yaşar Kemal Ağıtları
Taş Çatlasa
Binbir Çiçekli Bahçe

Yaşar Kemal Şiirleri
Bugünlere Bahar İndi

Romanlar
İnce Mehmet 1-2-3-4
Akçasazın Ağaları 1-2
Deniz Küstü
Teneke
Yılanı Öldürseler
Yer Demir Gök Bakır
Fırat Suyu Kan Ağlıyor Baksana
Yağmurcuk Kuşu
Tek Kanatlı Bir Kuş

Destansı Romanları
Ağrı Dağı Efsanesi
Binboğalar Efsanesi
Üç Anadolu Efsanesi
Çakırcalı Efe

Aşamalar (Afet ILGAZ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler



Kitabın Adı : 
Aşamalar

Kitabın Yazarı : Afet ILGAZ

Kitap Hakkında Bilgi :

İlk defa 1977 yılında yayınlanmıştır. Afet Ilgaz, edebiyat ve aydın çevrenin içinde bulunduğu açmazları, sapkınlıkları ve çelişkileri dile getirmiştir. Roman 604 sayfadır. Kitapta dönemin toplum yapısına siyasi oluşumlarına ve Marksizm anlayışına da eleştirel gönderilerde bulunmuştur. Dönemin beğenilerini ve içinde bulunduğu açmazları yansıtması açısından başarılı bir roman olarak karşımıza çıkmaktadır.

Afet Ilgaz’ın romanda değindiği bir diğer mesele ise kendisini devrimci olarak nitelendiren yazarların özel ve toplum hayatındaki yaşam tarzlarında çok farklı insanlar oldukları ve mazbut bir yaşantının aksine kadına, paraya, mala, mülke sahip olmanın onlar için çok değerli olduğunu anlatmıştır.

Kitabın Konusu :


Bir dönemde aydınlar ve yazarlar çevresinde yaşanan çarpık ilişkiler bu insanların sağlıklı olmayan düşünce ve davranışları dışarıya yansıtılmayan problemleri ve dönemin çeşitli yönleri romanın konusunu oluşturur.

Kitabın Ana Fikri :


Hayatta aydın, okumuş, diplomalı dediğimiz birçok kişinin aslında kendi içinde açmazlarla çelişkilerle ve sapkın düşüncelerle dolu olduğunu görebiliriz. Onların da hayatta hata yapabileceklerini, hatta bizden daha fazla yanlışlarının olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü her insanın bir zaafı vardır ve insan o zaafı etrafında sürekli vaktini harcar ve kimi zaman da o zaafları yazarın hayatına, yazarlık kariyerine mal olabilir. İnsan yüksek bir kesimde de olsa, siyasetin, sanatın, edebiyatın içinde de olsa, akıl ve ruh sağlığını ve içindeki maneviyatı kaybetmemelidir.

Kitabın Özeti :


Sevda küçük oğlu Fazlı’ya doğum günü partisi vermektedir. Gösterişe ve zenginliğe meraklı olan bu kadının hayatı çelişkilerle doludur. Partideki tavırları Sevda’nın çelişki ile dolu ruhunu dışarı yansıtan göstergeleridir. Sevda’nın kocası Arif ise onun gibi çelişkili olan bir insan değil, aksine akıl ve ruh sağlığı yerinde olan, halinden memnun ve şükür sahibi bir adamdır. Arif İzmit’te bir fabrikada mühendis olarak çalıştığı için sık sık oraya gidip gelmekte ve iyi bir gelir elde etmektedir. Arif ile Sevda’nın kendi aileleri de maddi olarak varlıklı ailelerdir.

Arif ile Sevda evlendikten sonra Sevda Arif’in anne ve babasını da İstanbul’a taşınmaları için ikna etmiştir. Çünkü kendi babası ve annesi de İstanbul’da oturmaktadır. Sevda, Arif ile birlikte İstanbul’a taşınınca hayatının bundan sonraki kısmının çok mutlu geçeceğini düşünür ancak Sevda doğuştan beri bir türlü mutlu olamayan, memnuniyetsiz ve kendisini sürekli üzecek bir şeyler bulan, şımarık ve alıngan yetişmiş bir kızdır. Bunda ailenin tek kızı olmasının payı büyüktür. Sevda annesinin tabiriyle sürekli bir şeyleri düzeltmeye çalışan, genç kızlığında yüzünde çıkan sivilceler yüzünden sürekli ağlayan ve üzülen, burnundaki kemiği ameliyatla aldıran bütün her şeye sahip olmasına rağmen hala üzgün olan bir kızdır. Kocasının iyi olması, çocuklarının sağlıklı, evi ve arabasının olması ve hiçbir hastalığının olmaması; buna rağmen Sevda’nın hala hayattan memnun olmaması annesini şaşkınlığa sevk etmektedir. Sevda Hayattan tat almamakta, sürekli yeni arayışlar içerisinde olan bir kadındır.

İstanbul’a yerleştikten sonra üniversitede birlikte okuduğu arkadaşlarıyla görüşmeye başlar. Bu arkadaşları vesilesiyle kendisini gazete ve edebiyatçılardan oluşan aydın bir çevrenin içerisinde bulur. Aydınların kuracakları dernek çalışmalarına katılır. Boş vakti olduğu için onlarla sık sık bir araya gelir ve dernek çalışmalarında görev alır. Vakitlerini bu şekilde değerlendirirken yine bir arayış içerisinde bulunmaktan vazgeçmez.

Bir gün gördüğü bir erkekle evlilik hayali kurar. Başka bir gün başka bir erkekle yemek yediğini düşünür. Bu şekilde hayaller kurarken karşısına yazar olan hakkı Kotar çıkar. Hakkı Kotar’la sık görüşmeye başlar ve ikisi birbirlerinden hoşlanırlar. Hakkı Kotar’la birlikte olurlar. Artık Hakkı ile evlenme planları kurmaktadırlar. Kocası sürekli İzmit’e gidip geldiğinden Sevda rahat buluşmaktadır. Hakkı Kotar bir roman yazarıdır ve o da karısı ile mutsuz olduğunu söyler. Hakkı da eşinden ayrılacağını Sevda’ya söyler. Her ikisi de eşlerinden boşanıp evleneceklerdir. Lakin her şey düşünülmüşken Hakkı birden Ankara’da olan eşinin yanına gider ve bir daha Sevda’ya hiçbir haber göndermez. Sevda İstanbul’da onu sürekli arar. Evine mektuplar bırakır lakin Hakkı’ya ulaşması mümkün değildir.

Sevda bu tecrübeden sonra kendisini batan bir kayığa benzetir. Her gün yavaş yavaş su almakta ve kimsenin haberi olmadan sulara gömülüp gitmektedir. Bazen de aklı başında bir şekilde düşününce deniz kıyısında güzel bir evde oturduğunu, arabasıyla sürekli gezebildiğini, iki tane cıvıl cıvıl ve neşeli çocuğa sahip olduğunu ve bunların çoğu kişide olmadığını düşünerek küçümsenmeyecek bir mutluluğun içinde olduğunu da bilmektedir ve kendinden utanmaktadır.

Yazarlar ve aydınlar çevresinde Sevda’nın karşısına yeni, saygın bir kişiliği olan roman yazarı Mehmet Meriç çıkmıştır. Mehmet Meriç eşinden ayrılmış Ferda adlı bir kadınla yeni bir evlilik yapmıştır. Ferda ile çocukları olmasına rağmen mutsuz bir hayat yaşamaktadırlar. Mehmet Meriç gözü sürekli dışarıda ve kadınlarda olan hovarda bir insandır. Kadınlara göre karizmatik ve çekici bir yanı da vardır. Bu yanını kullanarak kadınlarla beraber olmakta ve Ferda’yı aldatmaktır. Romanlarından elde ettiği iyi bir gelirle rahat bir yaşam sürmektedir.

Mehmet Meriç’in eşi Ferda ise doktorluk yapmaktadır. Kocasına bağlı iyi niyetli bir kadındır. Onun bu bağlılığına rağmen Mehmet Meriç sürekli onu aldatmaktan ve son olarak Sevda ile aşk yaşamaya başlamıştır. Sevda Mehmet Meriç ile evlenmeyi planlar. Mehmet Meriç ona karısından ayrılacağını söyleyerek söz verir. Buna inanan Sevda, kocası Arif’ten ayrılır. Arif bu ayrılığın üzerine Sevda’nın oturduğu evi ve eşyaları alır. Mehmet Meriç ile henüz evlenmeyen Sevda, mutsuz bir hayata adım atar.

Sevda’nın yakın arkadaşlarından olan Gülsüm ise Marx’ın düşünce ve öğretilerine inanan, bu sebepten kocası ile sık sık tartışan ve öğretmenlik yapan bir kadındır. Gülsüm öğretmenliğin bilincindedir ancak katıldığı bir boykot yürüyüşü sebebiyle İstanbul’un kenar mahallelerinden bir okula sürülür. Kocası Ekrem ise ciddi bir hastalığa yakalanmıştır. Gülsüm hem Ekrem’e bakmakta hem de birkaç dolmuş değiştirerek okula gitmektedir. Bu şekilde yaşamakta çok zorlanmaktadır. Okuldan bir öğretmen arkadaşının tesiriyle partilere ilgi duymaya başlar ve CHP’nin toplantılarına ve yürüyüşlerine katılır.

Sevda bu hayata daha fazla dayanamaz ve kahrından ölür. Çocuklar ile Arif yaşamaya devam ederler. Gülsüm ise bir otelde çay içerken Mehmet Meriç ile karşılaşır ve tanışırlar. Mehmet Meriç tuzağına düşürecek yeni bir kadın bulmuştur.

ROMANIN OLAY ÖRGÜSÜ


Sevda’nın mühendis olan Arif ile evlenip İstanbul’a yerleşmesi

Arif’in iyi bir gelire sahip olması ve Sevda’ya ev, araba, istediği kadar parayı vermesi ancak Sevda’nın buna rağmen yine de mutsuz ve memnuniyetsiz bir kadın olması

Sevda’nın sürekli yeni arayışlar içinde erkeklerle düşüp kalkma hayaliyle yaşaması

Üniversiteden arkadaşları vesilesiyle yazar ve aydın bir çevre ile tanışması orada dernek faaliyetlerine katılması

Hakkı Kotar isimli bir yazarla aşk yaşayıp birlikte olması ve eşlerinden boşanıp birbirlerine evlenme sözü vermeleri ancak Hakkı’nın bir gün ansızın Ankara’ya gitmesi ve bir daha hiç dönmemesi

Bir süre sonra Sevda’nın Mehmet Meriç adlı hovarda bir yazarla tanışması

Mehmet Meriç’in Sevda’yı eşinden boşanma vaadi ile kandırması ve Sevda’nın bu söz üzerine Arif’ten boşanması

Mehmet Meriç’in Sevda ile evlenmemesi

Arif’in Sevda’nın elinden bütün malları ve çocukları alması

Sevda’nın kahrımdan ölmesi

Sevda’nın arkadaşı Gülsüm’ün öğretmenlik yaparken çeşitli sol gruplara meyledip kötü bir okula ve semte sürülmesi

Kocası Ekrem’in hastalanması ve Gülsüm’ün bir gün bir otelde çay içerken Mehmet Meriç’in ağına düşmesi romanın ana vakasını oluşturan olay örgüsüdür.

ROMAN ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ


Sevda: Ailesinin tek kızı olan Sevda varlıklı bir hayat sürmüş, bu yüzden şımarık ve alıngan bir yapıya sahiptir. Her istediği olan Sevda bir türlü tatmin olmamış ve sürekli yeni arayışlar içerisinde aklını ve ruhi dengesini kaybetmiştir. Kocasından, çocuklarından, oturduğu evden ve arabasından mutlu olmayan Sevda; çeşitli erkeklerle düşüp kalkmış ve onlar tarafından terk edilmiştir. Bu da Sevda’nın günden güne kahrolmasını sağlamıştır. Hiçbir zaman elindeki ile yetinmemiş, şükretmesini bilmemiştir. Bu yüzden genç yaşında hayatını kaybetmiştir.

Arif: Varlıklı bir aileden gelen Arif, kendisi de iyi bir mühendistir. Dönemin şartlarına göre iyi bir gelire sahiptir. İzmit’te çalıştığı için karısı tarafından aldatılan Arif, temiz kalpli, iyi niyetli bir adamdır. Karısının aşırılıklardan, doymazlığından ve memnuniyetsizliğinden şikâyetçidir. Lakin ona hiçbir zaman sıkıntı vermemiştir. Sevda’nın kendisinden ayrılması üzerine ondan arabayı, evi ve eşyaları almış; çocuklarla birlikte İzmit’e gitmiştir.

Hakkı Kotar: İstanbul’da çalışan bir yazardır. Ailesi ve karısı Ankara’da olduğu için İstanbul’da Sevda ile birlikte olup karısını aldatmış, daha sonra Sevda’yı da terk ederek ailesinin yanına gitmiştir.

Mehmet Meriç:
İki defa evlilik yapmış ama hala gözü dışarıda ve kadınlarda olan bir yazardır. Romanları iyi sattığın için maddi bir kaygısı da yoktur. Yiyip içip gününü gün eden ve kadınlarla eğlenen Mehmet Meriç, Sevda ile tanışınca ona karısından ayrılmak vadi vererek, onu kocasından boşatmış ancak onunla evlenmemiştir. Mutsuz bir hayat yaşamış ve Sevda onun yüzünden ölmüştür.

Gülsüm: Sevda’nın arkadaşı olan Gülsüm, İstanbul’da öğretmenlik yapmaktadır. Sol gruplara ve Karl Marx düşüncesine meylettiği için İstanbul’un kötü bir semtine sürülmüştür. Kocasının hastalığı ve okula gitmekte zorlandığından dolayı günleri kötü geçmektedir. Bir gün çay içerken bir kafede Mehmet Meriç ile tanışacak ve onun ağına düşecektir.

Ekrem: Gülsüm’ün kocası olan Ekrem ciddi bir hastalığa yakalanmış ve evde yatalak olarak kalmıştır. Gülsüm tarafından Mehmet Meriç ile aldatılmıştır. Karısının sol temayüllerine çok kızmaktadır.

Mehmet Meriç’in Karısı Ferda: Doktorluk yapmakta olan, iyi niyetli ve temiz kalpli bir kadındır. Kocasına gayet bağlı ve bir çocuğu olmasına rağmen kocası tarafından aldatılmakta ve mutsuz bir hayat yaşamaktadır.

Romanın diğer kahramanları; Sevda’nın anne ve babası, Sevda’nın çocuklarıdır.

YAZAR HAKKINDA BİLGİ -  Afet Ilgaz (1937-) 

Yazar, Romancı.

Çanakkale’de doğan yazar, Çapa Öğretmen Okulu ve Çapa Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe ve Klasik Diller Bölümünde bir süre okuyan Afet Ilgaz yurdun çeşitli yerlerinde anaokulu öğretmenliği, yöneticiliği ve yayıncılık yaptı. Halen bir kitabevi işletmekte olan Ilgaz, başlangıçta benimsediği Sosyalist dünya görüşünü terk edip 1990’dan itibaren İslamcı bir çizgide yazmaya ve yaşamaya başlamıştır. Yeni Şafak ve Milli Gazete’de yazıları yayınlanan Ilgaz, 1990’da yayımladığı Ad, Semud, Medyen adlı romanıyla yeni görüşlerini anlatmıştır.

İlk yazılarını 1954’te Dünya gazetesinde yayımlayan yazar, daha sonra çeşitli dergilerde yazarlık yapmış, ilk öykülerini ise 1955’te Varlık, Türk Dili, Gelecek Yansıma, Sanat ve Toplum gibi dergilerde tefrika etmiştir. 1965’te Başörtülüler adlı hikâyesi ile Türk Dil Kurumu hikâye ödülünü ve 1973’te Yol adlı romanıyla Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Romanı ve Romancısı Ödülü’nü almıştır.

İlk evliliğinden iki erkek çocuğu olan Ilgaz, daha sonra Rıfat Ilgaz ile evlenmiş ve ika kız çocuğu olmuştur.

Öyküleri
Eşiktekiler
Ahmet Beylerin Bedriye
İtalya Notları
Başörtülüler
Toprak İnsanları
Halk Hikâyeleri
Çeribaşı Abdullah’la İdamlık İsmail

Romanları
Aşamalar
Ölü Bir Kadın Yazar
Garip Bir Dava
Bir Feministin Doğruya Yakın Portresi
Sendika
Ad Semud Medyen
Yol
Yolcu
Menekşelendi Sular
Çocuk Kitapları
Annem, Annem
Değişen Sevgililer
Çocuklar Da Savaştı
Karadayı
Hak
Filiz Büyüyor

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...