13 Nisan 2019 Cumartesi

Onlar da İnsandı (Cengiz Dağcı) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Onlar da İnsandı

Kitabın Yazarı : Cengiz Dağcı

Kitap Hakkında Bilgi :


Kitap, yazarın kendi köyünde geçmektedir. Bu köy vasıtasıyla, Kırım'ın Ruslar tarafından nasıl ele geçirildiği, nasıl Ruslaştırıldığı anlatılır. Eserde pek çok milletin bir arada yaşadığı topraklarda yaşanan eziyetleri ve zulmü anlatılmıştır.

Kitabın Özeti :


Bekir, adı Macik olan çok sevdiği ineğini yakın köylerden birine götürmüş, oradan geri dönmektedir. Macik, doğum yapacağı için çok mutludur. Bekir'in bir tütün tarlası vardır. Tütünleri toplama zamanıdır. Fakat ailesi üç kişiden ibaret olduğu için işleri yavaş gitmektedir. Bunları düşünerek yürürken bir gün, üstü başı perişan iki Rus'la karşılaşır. Bekir, onlann kendi topraklarını almak için geldiğini zanneder ve çok korkar. Çünkü civar köylerden birine Ruslar gelmiş, Türklerin topraklarını istila etmiştir. Kızı Ayşe'yi bu Ruslarla konuşması için gönderir. İsimleri İvan ve Kala Mata olan Ruslar iş aramak için köye gelmişlerdir.

Bekir, bu iki Rus'a acır ve onlara tarlasında iş, evinde yer verir. Köylü bu durumdan hiç memnun olmaz. Fakat Ruslar sayesinde Bekir'in tarladaki işleri kolaylaşır. Ruslar'ın gelmesiyle evde bazı aksaklıklar de olmaya başlar. Macik çok kötü hastalanır, ancak Seyd Ali sayesinde iyileşebilir. Esma, Bekir'e Rusları kovmasını, yoksa uğursuzlukların devam edeceğini söyler.

Bir süre sonra, Bekir'in tarlasında iki Rus görünmeye başlar. Tarlayı ölçmektedirler. Bekir, tarlasını alacaklarından korkar, ne olursa olsun tarlasını Ruslara vermemekte kararlıdır. Bekir, adamların elindeki metreyi görünce onları sihirbaz zanneder. İki adam, ona Kuşkaya'yı tarlasına devireceklerini söyler, o asla inanmaz.

Tütünlerin demet yapılma zamanı gelince köylüler yıllık ihtiyaçları almak için Yalta'ya gitmektedirler. Bekir, yalnız başına gider. Çıfıt Lepik isimli bir Yahudiden gerekenleri alır, Çıfıt Lepik, onu gaza getirerek daha çok mal satar. Oradan ayrılınca uzun zamandır arası açık olan Seyd Ali ile karşılaşır. Araları yumuşar, kucaklaşıp ağlaşırlar.

Bu arada, İvan tarladan dönen Ayşe'ye saldırır, onu döver. Ayşe, korkusundan durumu babasına söyleyemez. Öteden beri sevdiği Remzi ile evlenmek için annesini ikna eder. Kısa süre sonra da Remzi ile evlenerek onların evine gelin gider.
Köyde yol yapımı başlamıştır. Ruslar hırsızlık yapmaya başlar. Bir gün, Seyd Ali'nin küçük oğlu İvan'ı döver. İvan, Bekir'in evine sığınır. Ona masum biri imiş gibi davranır. Bekir, bir ara dayanamayıp İvan'i döver. İvan kısa bir süre sonra eve otomobille gelir. Yanında Rus komiseri vardır. Yol yapımı devam ettikçe Ruslar yavaş yavaş köye hâkim olmaya başlamışlardır. Ruslar, İvan'a da köyün yönetimini vermişlerdir. İvan, köyde her türlü rezilliği, zulmü yapmaktadır. Ruslar da, köyde Müslümanları yeni yaptıkları hapishaneye atmaya başlamışlardır.

Köyde bir gün deprem olur. Hapishane duvarı yıkılır, Türkler kaçar. Deprem sırasında Bekir'in evinin duvarı da çöker, Kala Mata yıkıntının altında kalarak ölür. Remzi ile Bekir cesedi gömmek için bir Rus mezarlığına giderler. Yolda bir uçurumun kenarında duran Remzi'ye İvan araba göndererek ölümüne sebep olur.

Bahar geldiğinde köyde yine yol yapımı devam etmektedir. Remzi ölmüştür. Ayşe ise hamiledir. Remzi ölünce Bekir'in evine dönmüştür. Asfalt, köyün içine İyice sokuldukça Ruslar çoğalır. Zamanla yol vasıtasıyla köyde istilalara başlarlar. Vapurlarla bir sürü Rus köylüsü köye gelir. Pek çok evi ve dükkânı yağma ederler. Köyde hayvanlar, mallar çalınmaktadır.

Bekir, üzgün üzgün dolaşırken Rusların Kuşkaya'yı dinamitleyip tarlasına zarar vereceklerini görür. Bekir tarlasını kimseye vermemekte kararlıdır. Rusların ikazına rağmen tarlasını bırakmaz. Dinamitlenen kayanın parçalarının altında can verir.

Kış gelince, Esma ve Ayşe, Seyd Ali'nin evine taşınırlar. Ayşe'nin doğum vakti yaklaşmıştır. Köyde Lenin'in ve komi-nizmin propagandaları yapılmaya başlanır. Türkler Rusların bu anlattıklarından hiçbir şey anlamaz. Köyün etrafı Ruslarca çevrilmiştir, pek çok Türk öldürülmüş, büyük kısmı da hapse atılacaktır. Böyle bir ortamda doğum yapan Ayşe çocuğunu Çilingir'in Selim'e teslim eder. Köyde tüm Türkler sürüleceği için toplanır. Enver, boyun eğmeyince öldürülür. Kızıltaş'a Ruslar yerleşmiştir. Ruslar çok memnundur. Roman yazarın diliyle şu cümlelerle son bulur:

"Evet onlar da insanlar. Pavlenkolar, İvanlar, Kostüyükler, Vasil Dimitrouiçler, Stepanlar belki bunu gülünç görecekler; ama nasıl görürlerse görsünler ben eserimi tekrar sakin bir dua ile bitirmek istiyorum.

Romanımı kapatırken, 'Tanrı'm' diyorum, onlarda insan, acı onlara. Kendileri gibi başkalarının da insan olduklarına inandır onları."

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Bekir: Romanın başkahramanıdır. Kırk beş yaşlarında bir Kırım köylüsüdür. En önemli özelliği vatanına ve topraklarına düşkünlüğüdür. Biraz saf ve cahil; fakat cesur, azimli bir karakteri vardır. Ruslardan nefret eder.

Esma: Bekir'in eşidir. Kırk yaşlarında bir köylü kadındır. Tarla ve ev işleriyle uğraşır. Zaman zaman otoriter; zaman zaman vatanına bağlı bir tip olarak anlatılır.

Ayşe: Bekir ve Esma'nın 17 yaşındaki kızıdır. Çok güzel, narin bir genç kızdır. Okuma yazma bilen, Rusların fikir ve zulümlerinin farkında olan biridir. Milletine ve topraklarına ailesi gibi çok bağlıdır.

Remzi: Ayşe'nin kocasıdır. Çoban Seyd Ali'nin de oğludur. Doğru, dürüst, kuvvetli, yardımsever bir kişidir.

Çoban Seyd Ali: Altmış yaşlarında, orta hâili, ailesine düşkün, dürüst bir kişidir. Az konuşan, yalan söylemekten kaçınan biridir. Çobanlık yapar. Aynı zamanda hasta hayvanları da iyileştirir.

Sabri: Seyd Ali'nin oğludur.

Enver: Otuz yaşlarında, cesur, kuvvetli, mağrur bir Tatar'dır. Toprağına çok bağlıdır. Aynı zamanda geniş görüşlü, olayları değerlendirebilen bir kişidir.

Çilingir: Romanda hemen her olayda belirir. Köyün önde gelenlerindendir. Ateşli, sabırsız bir kişidir. Topraklarına ve köyüne aşırı bağlıdır. Diğerlerinin aksine Rusların fikirlerinden haberdardır.

İvan: Romanda kötülüğü temsil eden bir kişidir. Oldukça kirli, pis, zalim, korkunç, nankör bir insandır. Bir Rus olarak köylüye her türlü zulmü yapar.

Kala Mata: İvan'ın babasıdır. Kirli, ayyaş biridir. Karl Marks'a benzediği için köylüler 'Kala Mata' lakabını koymuşlardır.

Beyaz Gemi (Cengiz Aytmatov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler

Kitabın Adı : Beyaz Gemi

Kitabın Yazarı : Cengiz Aytmatov

KİTABIN KONUSU :


Roman, San-Taş Vadisi'nde etrafındaki beş-altı insanla yaşamak zorunda olan, dedesinden başka seveni olmayan, gerçek hayatında mutsuz olan fakat hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini konu almaktadır.

KİTABIN ÖZETİ :

Çocuk, San-Yaş Vadisi'nde dedesi, üvey ninesi, Orozkul, Bekey hala, Seydahmet, Gülcemal ve köpeği Beltek ile berabar yaşamaktadır. 

Vadide sadece üç ev vardır. İlk evde dedesi ve üvey ninesi ile çocuk;ikincide Mümin dedenin büyük kızı Bekey hala ile kocası korucubaşı Orozkul; üçüncüde ise tembel işçi Seydahmet ile karısı Gülcemal ve küçük kızları yaşamaktadırlar. Çocuk bu küçük dünyada mutlu olmaya çalışmaktadır. 

Hiç arkadaşı yoktur ve okula henüz başlamamıştır. En büyük zevkleri dedesinin kendisine dere kıyısında yaptığı gölette yüzmek; "Deve, Kurt, Eyer ve Tank" isimlerini verdiği kayalarıyla konuşmak; dedesinden masal dinlemek ve dağa çıkıp dedesinin dürbünüyle kasabaya, Isık Göl'e ve San-Taş Vadisi'ne daha yakından bakmaktır. Her akşam eline dürbününü alıp, dağ başına çıkar ve Isık Göl'de ancak beş-altı dakika görünüp kaybolan beyaz gemiye bakar.
Annesi ve babası onu çok küçük yaşlarda terketmişlerdir. Annesi şehirde kendine yeni bir yaşam kurmuştur. Çocuk babsının beyaz geminin kaptanı olduğuna, bir gün başı insan başı olan bir balık olup beyaz gemiye kadar yüzeceğine ve babasıyla konuşacağına inanmaktadır. Dedesi çok iyi kalpli, çalışkan,köse bir insandır. Çevresindekiler ona Kıvrak Mümin lakabını takmışlardır. Damadı Orozkul'un yanında çalışır ve onun emirlerini yerine getirir. Orozkul şişman, koca kafalı içki içmeyi çok seven, çabuk sinirlenen bir korucubaşıdır. 

Mümin'in kızı ve Orozkul'un karısı olan Bekey kısır bir kadındır. Orozkul bunu Bekey'in suçu olarak bilir ve her akşam içip onu döver. Orozkul arada bir arkadaşlarıyla içmeye gider ve sarhoş olunca yanındakilere birer tomruk sözü verir. Tomruğu kesip dağdan indirme, çayın karşısına geçirme ve kamyona yükleme zamanı gelince de verdiği söze pişman olur ama iş işten geçmiştir. 

Arada bir vadiye şehirden "Maşin Mağaza" denilen içi ıvır zıvır dolu bir araba gelir. Bir gün yine Maşin Mağaza geldiğinde dedesi çocuğa bir okul çantası alır. Ertesi yıl çocuk okula başlar. Çocuk dedesinden masal dinlemeye bayılır. Her akşam artık ezberlediği "Boynuzlu Maral Ana" masalını dinler . Dedesine göre hepsi Boynuzlu Maral Ana'nın soyundan gelmektedirler. Çocuk da buna inanmaktadır. Masala göre Maral Ana San-Taş Vadisi'ni terketmiştir ama onları sürekli korumaktadır. Mümin çocuğu her gün atıyla okula götürüp getirmektedir. Okul çok uzaktadır ama hiç geç kalmamıştır.

Çocuk bir gün yol kenarındaki kayalarıyla oynarken San-Taş yakınlarından kuru ot almaya gelen beş-altı kamyonluk bir konvoy görmüştür. Çocuk en öndeki kamyonun peşine takılıp koşmaya başlar. Çocuğu gören şoför durur ve çocukla biraz konuşur. Şoför genç ve yakışıklı biridir. Adı Kulubeg'dir. Çocuğa dedesini tanıdığını, kendisinin de Boynuzlu Maral Ana'nın soyundan geldiğini söyler ve ayrılır.

Ertesi gün Mümin dede ile Orozkul yine dağdan bir ağaç indirirler. Bu sırada uzun zamandan beri ormanda görülmeyen maralları görürler fakat işleri olduğundan onlarla ilgilenemezler. Akşam olmuştur. Dede, Orozkul'a söyleyip çocuğu okuldan almaya gitmek ister fakat Orozkul ağacı indirmeleri gerektiğini söyleyip izin vermez. Tomruğu çaydan geçirirlerken tomruk çayda kayalara takılır. Çıkarmak için çok uğraşırlar ama çıkaramazlar. Dede vaktin çok ilerlediğini farkeder, daha fazla dayanamaz ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp Orozkul'dan izin almadan çocuğu almaya gider. 

Çocuk akşama kadar okulun kapısında dedesini beklemiş ve ağlamaktan gözleri şişmiştir. Dede yolda çocukla öğretmenine rastlar. Çocuğu öğretmeni eve getirmektedir. Dede öğretmenden özür dileyip çocuğu alır ve yola koyulurlar. Çocuk dedesine küsmüştür. Hiç konuşmamaktadır. Dede çocuğun gönlünü almak için Boynuzlu Maral Ana'yı gördüğünü söyler. Çocuk bu habere çok sevinir. Dedesine ormana gitmek için yalvarır fakat akşam olduğu için eve dönerler. Eve geldiklerinde Orozkul'u sabahki olaydan dolayı çok sinirlenmiş bulurlar. Orozkul o gün Bekey halayı yine dövmüştür. Çocuk evin bu durumuna çok üzülür ve yatmaya gider.

O gece müthiş bir tipi çıkar. Gece yarısı Kulubeg ve arkadaşları yolda kaldıkları için Mümin dedenin evine sığınırlar. Kulubeg ve arkadaşlarının gelmesiyle evdeki hava biraz yumuşar. Sabah kamyoncular evden ayrılırlar. Aynı gün Orozkul'un tomruk sözü verdiği arkadaşı tomruğu almak için gelir. Adı Koketay'dır. İri yapılı, esmer biridir. Tomruk ise hala önceki gün bıraktıkları yerde çayın içinde beklemektedir. 

Tomruğu almak için Orozkul, Koketay ve Seydahmet yola koyulurlar. Dede de Orozkul'un kendini affedeceği düşüncesiyle peşlerine takılır. Orozkul kıyıda emirler yağdırırken Mümin dede, Seydahmet ve Koketay tomruğu çıkarmaya çalışmaktadırlar. O sırada çayın karşısında birkaç tane maral görürler ama işlerini bırakamayacaklarından marallarla ilgilenemezler. Biraz uğraştıktan sonra tomruğu çıkarıp kamyona yüklerler.

Çocuk o gün hastadır ve önceki gün akşamdan beri evde yatmaktadır. Akşam üzeri kahkaha sesleriyle uyanır ve bahçeye çıkar . Herkes neşe içindedir ve hepsi de sarhoştur. Dede ise et dolu bir kazanın yanına çökmüş sessizce kazanın altındaki ateşle oynamaktadır. Çocuk hemen dedesinin yanına gider. Ona seslenir fakat dede duymaz. Birkaç defa daha seslenir fakat dede hiç cevap vermez. Çocuk kötü birşeyler olduğu hissine kapılır. Az ilerde Bekey'i, Seydahmet'i,Gülcemal'i ve Koketay'ı görür. Hepsi de yiyip içmekte ve eğlenmektedirler. Çocuk önce neler olduğunu anlamaz. Avlunun dışında henüz kanı kurumamış geyik derisini, bağırsak eşeleyen Beltek'i ve elindeki baltayla Maral Ana'nın boynuzlarını kırmaya çalışan Orozkul'u görünce neler olduğunu tahmin eder. Çocuk bu korkunç manzara karşısında dayanamayıp içeri kaçar ve yorganın altına girip ağlamaya başlar. 

Bu arada Kulubeg'in gelip onu kurtaracağını ve Orozkul'a haddini bildireceğini hayal etmektedir. Az sonra sofra içeri kurulur. Çocuk hayalinden yine kahkahalarla uyanır. O sırada Seydahmet olanları anlatmaktadır. Çocuğun bir türlü anlam veremediği olaylar şöyle cereyan etmiştir: Tomruğu çıkardıktan sonra Seydahmet ile Mümin dede ormana çalışmaya giderler. Bu arada maralları yine görürler. Seydahmet onları vurmak ister, dede ise buna karşı çıkar. Seydahmet dedeyi dinlemeyip maralların peşine düşer. Dede de Seydahmet'in arkasından gider. Seydahmet maralları vuracaktır ama sarhoş olduğu için nişan alamaz ve tüfeği dedeye verip maralları vurması gerektiğini, vurmazlarsa kaçıracaklarını ve Orozkul'un dedeyi affetmeyeceğini söyleyip dedeyi kandırır. Dede ise maralları vurursa Orozkul'un onu affedeceğini ve herşeyin düzeleceğini düşünerek marallardan birini istemeye istemeye vurur.
Çocuk bunları duyunca çıldıracakmış gibi olur ve dışarı kaçar. Dedesini yerde toz toprak içinde yatarken bulur. Ona birkaç defa yine seslenir ama dede yine duymaz. Olanlara dede kendi de inanamamaktadır. Çocuk dedesinden bir tepki alamayınca balık adam olup babasına ulaşacağını düşünerek koşar ve kendini dereye atar. Hızla akan su çocuğu alıp götürür fakat çocuk hiç bir zaman balık olmayacaktır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :


Romanda olaylar belli bir sıra dahilinde anlatılmamış; atlamalar yapılmıştır. Buna rağmen okuyucu olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanmamaktadır. Kitaptaki olaylar genelde bir-iki kişi arasında yaşanmış küçük olaylardır. Olayların tasviri iyi olduğu için okuyucu olayları kolayca hayal edebilmektedir.

KİTAPTAKİ KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :

MÜMİN DEDE : Çok iyi kalpli, yardımsever, çalışkan bir insandır. 60-70 yaşlarında köse bir ihtiyardır. Damadı Orozkul'un yanında çalışmaktadır. Vadideki üç evin birinde ikinci karısı ve torunu ile yaşamaktadır.

ÇOCUK : 5-6 yaşlarında, kısa boylu, kepçe kulaklı, çirkin bir çocuktur. Hiç arkadaşı yoktur. Hayalperest ve mutsuzdur. Doğayı çok sever.

OROZKUL : Şişman, koca kafalı, içki içmeyi çok seven, insanlardan ve doğadan nefret eden, sinirli, umursamaz biridir. Korucubaşıdır fakat ormana en çok o zarar vermektedir.

BEKEY : Orozkul'un karısı ve Mümin'in kızıdır. Kısırdır, sabırlı ve hoşgörülü bir kadındır.
SEYDAHMET : Uzun boylu, çirkin biridir. Tembeldir. Orozkul'un ve dedenin yanında çalışmaktadır. Bir karısı ve bir kızı vardır.

GÜLCEMAL : Seydahmet'in karısıdır. Günlerini genelde çocuğun ninesine ve Bekey'e yardım etmekle ve kızına bakmakla geçirir.

KULUBEG : Genç , yakışıklı ve güçlü bir şofördür. Mümin dede ve çocuk gibi boynuzlu maral ananın soyundan geldiğine inanmaktadır.

KOKETAY : Orozkul'un arkadaşıdır. İri yapılı, esmer tenli bir adamdır.

Romanda ayrıca çocuğun annesi, babası, boynuzlu maral ana, köpeği Beltek, kayaları "Eyer, Tank, Deve, Kurt" karakterlerinden de bahsedilmektedir ama bu karakterler hakkında çok fazla bilgi sunulmamıştır.

CENGİZ AYTMATOV HAKKINDA KISA BİLGİ :

Dünyanın yaşayan büyük edebiyatçılarından Kırgız, Türk romancısıdır. Kırgızistan'ın Talas bölgesinde, Şeker adlı köyde 12 Aralık 1928'de dünyaya gelmiştir. 10 Haziran 2008, Nürnberg, Almanya'da vefat etmiştir.

Babası Törekul Aytmatov ; Annesi, Tatar Türklerinden Nagim Gamzeyova hanımdır. 

Çocukluk yılları 2. Dünya harbine rastlayan ve 1945'te savaşın bitmesiyle yeniden eğitim hayatına dönen Aytmatov, 1950'de Kırgızistan Ziraat Enstitüsü'nü bitirmiş bir ziraatçıdır. Ancak edebiyata olan tutkusu onu ziraatçılıktan ziyade edebiyata çekmiş ve edebiyat eğitimi almak için Devlet Edebiyat Enstitüsü'ne devam etmiştir.

Eserlerini Rusça ve Kırgızca kaleme alan Cengiz Aytmatov, eserlerinde başta Ruslaştırma politikası olmak üzere, Kırgız Türkleri'nin tabii hayatlarını, yabancılaşmayı, modernizm karşısında tabiatın tahrib edilişine kadar pek çok meseleyi eserlerinde usta bir uslübla kaleme alma başarısını göstermiş nadir sanatkarlardan biridir. 

Faust (Johann Wolfgang von Goethe) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler

Kitabın Adı : Faust

Kitabın Yazarı : Johann Wolfgang von Goethe

Kitap Hakkında Bilgi : 

1749-1832 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman ozanı, oyun yazarı Johann Wolfgang von Goethe'nin Faust adlı şiirsel oyunu dünya klasikleri arasında önemli bir yer tutar. Faust, Goethe'nin butün eserlerinin bir birleşimi olarak kabul edilir.

Yazar, bu romanı çok genç yaşta yazmış, daha sonra olgunlaştığı zaman yeniden ele alarak son şeklini vermiştir. Goethe'nin kendi iç dünyasından ve yaşamından izler taşıyan roman, aslında manzum biçimde bir tiyatrodur. İnsanı simgeleyen Faust'la şeytanın savaşı anlatmaktadır.

Kitabın Özeti :


Roman, 'Tiyatroda ön oyun' başlıklı bölümle başlamaktadır. Bu bölümde, tiyatro müdürü, ozan ve palyaço arasında diyaloglar vardır. Tiyatro müdürü, sahnelenecek bir oyun üzerinde ozan ve palyaço ile konuşur. Her oyunda onlara yardım ettikleri için mutludur. Fakat aralarında görüş ayrılıkları vardır. Tiyatro müdürü, sahnelenecek oyunun seyirciyi merak ettirecek olaylardan oluşması gerektiğine inanmaktadır. Ona göre tiyatro, halkın ruhunu doyurmalıdır. Ozanın ise kusursuz bir yapıtın, uzun yılların ve emeğin sonucunda olunabileceğini düşünmektedir. Seyircinin beklentisi yeterli değildir ona göre. Palyaço ise seyircinin sadece eğlenceyi istediğine inanır. Neticede, tiyatro müdürü bütün imkânları kullanarak iyi bir oyun düzenlemelerini istemektedir.

Oyun, gökyüzünde mukaddime ile başlar. İsrafil, Cebrail, Mikail ve Mefistofeles arasında bir diyolog geçer. Mefistofeles ile diğer melekler arasındaki farklılık bu konuşmayla ortaya çıkar. Konuşmalardan Mefistofeles'in şeytan olduğu anlaşılır. Konuşmaya Tanrı da katılır. Mefistofeles, Tanrı ile bir yarışa girer. Bir insanı yoldan çıkartacaktır şeytan. Gökyüzü kapanır ve melekler dağılır.

Yüksek tavanlı, dar, gotik tarzında bir odada Faust tek başına oturmaktadır. Pek çok ilme vâkıf olan Faust, kendisinin aslında bir şey bilmediğini düşünmektedir. Bu yüzden, artık öğrencilere bir şeyler anlatamayacağına inanmaktadır. Ayrıca eski huzurunu yitirmiştir. İlahî olana karşı şüphe içindedir. Bugünlerde bu boşluğu doldurmak için büyülerle ilgilenmektedir. Nosrtadamus'un el yazmasını açar. Doğayı nasıl kavrayabileceğini düşünür. Doğa ruhunun işaretini söyleyince gizemli bir ruh ortaya çıkar. Ruh onun kendisine benzemediğini söyler. Aralarındaki konuşmayı duyan Wagner içeri girer. Faust'un bir tirad okuduğunu sanır. Faust, Tanrı'yı, varlığın anlamını sorgulamaktadır. Paskalya kutlamalarının olduğu o gün, o, Hristiyanlıktan uzaklaşmış durumdadır.

Şehir kapısının önünde pek çok insan törenlerde eğlenmek için gelmiştir. Neşe içinde, eğlenmeyi hayal etmektedirler. Bu ilkbahar günlerinde Faust ve Wagner de bu kalabalığa katılır. Halk, babası ve kendisi halka büyük yardımları olmuş bu doktoru yanlarında görmekten dolayı çok mutludur. Oysa Faust onların iyi niyetleri karşısında çok üzgündür. Çünkü aslında bir doktor olan babası ona göre pek çok kişinin ölümüne neden olmuştur. Wagner'le bunları konuşurken garip bir köpeğin geldiğini görür.

Faust, fino köpeği ile çalışma odasına girer. İncil'i açan Faust, onu farklı anlamlandırmaya başlar. Şüpheler içinde kıvranmaktadır. Köpek, bir öğrenci kılığına bürünür. Faust, onun kötü bir ruh olduğunu anlar. Önce köpek, sonra öğrenci kılığına bürünen varlık, Tanrı ile bir insanı yoldan çıkarma anlaşması yapan Mefistofeles'tir. Mefistofeles, Faust'la konuşarak onu kandırmaya başlar. Mefistofeles onu haz ve eylemlere sürükleyebileceğini ve mutlu anlar yaşatabileceğini söyler. Bu süreç içinde hep yoldaşı olabilecektir. Ancak bir anlaşma yapmalıdır onunla. Faust, gözünü boyayarak onu kandırabilirse anlaşmayı kabul edeceğini söyler. Mefistofeles kanla yazılmış yazılı bir anlaşma da ister ondan.

Mefistofeles önce akıl ve bilimi bırakmasını ister ondan ve çalışma odasından birlikte ayrılmaya karar verirler. Faust hazırlanmak için gittiğinde odaya gelen bir öğrenciyi Mefistofeles kısa sürede kandırır ve şeytanhğıyla onu yoldan çıkarır. Faust ve Mefistofeles pelerinlerini açarlar ve uçarak bir meyhaneye giderler. Neşeli bir topluluk içine girerler. Mefistofeles oradaki insanların nefislerini kullanarak onlara en iyi içki ve şarap mahzenlerini gösterir. Gerçekte bir hayal olan bu görüntülere ellerini uzattıklarında görüntüler ateş olur; çünkü cehennemden gelmişlerdir.

Meyhaneden sonra Faust ve Mefistofeles, cadıların kazan kaynattıkları bir mutfağa giderler. Çok çirkin görüntüleri olan bir cadı ailesi ile karşılaşırlar. Faust 30 yıl önceki gibi kendini dinç hissetmek için bu kazanda kaynatılan iksiri içmek zorundadır. Faust orada bulunan büyülü bir aynada arzularını harekete geçiren bir kadın hayali görür. Faust, büyülü iksiri içer. İksiri içtikten sonra bütün kadınları çok güzel görmeye başlar. Mefistofeles, onu yoldan çıkarmaya başlamıştır.

Caddede gezen Faust yolda Margarete'i görür, onu çok güzel bulur ve yanına yaklaşır. Ona eşlik etmek ister. Ahlaklı bir kız olan Margarete buna müsaade etmez. Faust, Mefistofeles'e o kızı kendisine ayarlamasını söyler. Mefistofeles, bunun zaman alacağını; çünkü kızın dindar olduğunu söyler. Faust, tamamen arzularının esiri olmuştur.

Mefistofeles, Margarete'i baştan çıkarmak için çok pahalı bir mücevheri gösterişli bir kutu içinde dolabına koyar. Fakir bir kız olan Margarete hayretler içinde kalır. Mücevherleri kimin koyduğunu anlayamaz. Önce nefsine çok hoş gelir, takar. Sonra annesine verir. Dini bütün bir kadın olan annesi de mücevherleri kiliseye bağışlar. Bu arada Margarete, Faust'u unutamamaktadır. Onun çok yakışıklı olduğunu düşünmektedir.

Margarete'e yeni bir mücevher daha gelmiştir. Komşusu Marthe'nın yanına gider ve bu sefer mücevherleri vermek istemediğini anlatır. Onun evine gelip canı isteyince mücevherleri takacaktır. O da yavaş yavaş yoldan çıkmaktadır. Bu arada Mefistofeles, Marthe'nın evine gelir. Ona kocasının öldüğünü söyler. Şahit olarak da arkadaşı Faust'u getirecektir. Kadına sadece ölüm yalanını uydurmakla kalmaz, kocasının onu aldattığını da söyler.

Akşam, olunca Mefistofeles ve Faust güya şahitlik yapmak için Marthe'nın evine giderler. Faust, Margarete'i kandırır. Ona onu sevdiğini söyler. Bir süre sonra Margarete'e sahip olur. Fakat arzularını yenemeyen Faust, bütün insani değerlerini kaybetmediğinden vicdan azabı duyar. Margarete'in kirlendiğini ve bir de çocuk beklediğini ağabeyi öğrenir. Mefistofeles, Faust'la Margarete'in abisinin yan yana gelmesine sebep olur ve Faust'a zorla onu öldürtür.

Faust, şeytan yüzünden her çeşit kötülüğü yapmıştır. Kendini kötü hissetmektedir. Margarete'in hapiste olduğunu ve idam edileceğini öğrenir. Onu kurtarmak için Mefistofeles'le bulunduğu hücreye giderler. Margarete, yaşadığı olaylardan sonra yarı deli hâlinde, pişmanlık içinde kıvranmakta, günahlarının bağışlanması için Allah'a dua etmektedir. Faust'la gelmeyeceğini, günahlarının cezasını bu dünyada çekmek istediğini söyler. Melekler, Margarete'in yüce katta kurtulduğunu söylerler. Faust şeytanla birlikte oradan ayrılır.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Faust: Hukuk, felsefe, tıp ve ilahiyatla ilgilenen, doktorasını yeni bitirmiş bir kişidir. Ancak düşüncelerinde ilahî olana karşı şüpheler vardır. Gençliğinde var olan huzur ve manevi rahatlığı artık kaybetmiştir. Çekingen mizaçlı, ama genelde iyi yürekli bir insandır.

Mefistofeles: Faust'u yoldan çıkarmak için her şeyi deneyen şeytandır. Ona çeşitli biçimlere girerek görünür. Kadın, içki, büyü gibi yöntemlerle insanları tanrıdan uzaklaştıran, ayağından sakat biridir.

Margarete: Çok duygulu, fakir bir ailenin kızdır. Dinine ve ahlaki kurallara fazlasıyla önem veren; ancak nefsine yenik düştüğü için cezalandırılan bir kızdır.

Wagner: Faust'un yakın arkadaşıdır. Saf, duygularıyla hareket eden bir insandır.

Marthe: Kocası yanında olmayan, kendi hâlinde yaşayan, arabulucu fakir bir kadındır. İhtirasları ile Margarete'i de yönlendirir.

Vadideki Zambak (Honore De Balzac) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Vadideki Zambak

Kitabın Yazarı : Honore De Balzac

Kitap Hakkında Bilgi :

Balzac'ın romanlarında genel olarak şu temalar dikkati çekmektedir: Kır hayatı, özel hayattan manzaralar, felsefi incelemeler, analitik incelemeler.

Kır hayatının ön planda olduğu romanlarından başta geleni Vadideki Zambak'tır. Realist bir üsluba sahip Honore De Balzac'ın Vadideki Zambak adlı eseri ilk kez 1835 yılında yayınlanmıştır. Romanın olayları 1809-1836 yılları arasında geçmektedir.

Roman, 19. yüzyıl Fransız edebiyatının iki büyük yöneliminin, romantizm ile realizm akımının kavşak noktasında ortaya çıkar ve dünyanın en ünlü aşk romanlarından biri olarak gerçek yerini alır.

Kocasıyla mutlu olmayan Henriette'yle kendisinden çok daha genç olan Felix'in imkânsız aşkını anlatır.

Balzac, bu yapıtında "aşk"a derin bir gerçekçilik kazandırırken, çağının toplumsal koşullarını yansıtmaya da büyük özen gösterir.

Kitabın Özeti :


Felix de Vandennesse aristokrat ailesinin sıcak sevgisinden yoksun, otoriter bir ortamda yetişmiş, içine kapanık bir gençtir. Yüksek öğrenimini Paris'te tamamladıktan sonra Tours'a ailesinin yanına döner. Bir gün katıldığı baloda güzelliğiyle kendisini büyüleyen genç bir kadınla karşılaşır. Bu karşılaşmaların arkası da gelir ve tanışırlar.

Henriette, evlidir. Kocası bencil ve huysuz bir adamdır. Henriette mutsuz bir hayat sürmesine karşın kocasına bağlıdır. 

Felix, Kontes Henriette de Mortsauf adındaki bu genç kadının güzelliğini, vadinin adı olan "Zambak"la özdeşleştirir. Felix, Hen riette'nin sağlam kişiliği ve ağırbaşlılığı karşısında duygularını bastırarak onunla arkadaşlık etmekle yetinmeye çalışır. 

Henriette, Felix'i adeta çocuğu gibi sever ve ona büyük bir güven duyarak tüm sırlarını açar. Bir gün, Felix sarayda görev almak üzere Paris'e gitmeye karar verir. Bu ayrılık ikisi için de çok güç olur. Henriette yolda okuması şartıyla Felix'e bir mektup verir. Bu mektupta ona duyduğu derin aşkı bir anne sevgisi olarak nitelemeye çalışır ve Felix'e görevinde başarılı olması için öğütler vererek birtakım yollar önerir.

İki yıllık bir ayrılıktan sonra tekrar görüşürler. Henriette'nin kocası uzun süren bir hastalığa yakalanınca Henriette ile Felix arasındaki ilişki daha da derinleşir. Fakat bir süre sonra Felix, Paris'e dönmek zorunda kalır. 

Felix, Paris'teki hayatı sırasında, Lady Dudley adında bir kadınla tanışır. Onun gösterişinden etkilenir ve ona âşık olduğunu zanneder. Bu olayı öğrenen Henriette kederinden hastalanır. Çünkü Felix'in aşkına gönlünce karşılık verememiştir; ama onu kızına eş olarak seçmiştir. 

Henriette'nin hastalandığını öğrenen Felix, Tours'a gelir. Ancak geç kalmıştır, ölmek üzere olan Henriette son nefesini vermeden Felix'i sevdiğini ve affettiğini itiraf eder, kızıyla evlenmesini vasiyet eder. Fakat kızı, annesinin ölümüne sebep olan bir adamla evlenmek istemez. Bunun üzerine Felix Paris'e döner. Orada, kendini edebiyata, bilime, politikaya vererek avutmaya çalışır.

Gülistan (Sadi-i Şirazi) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Gülistan

Kitabın Yazarı : Sadi-i Şirazi

Kitap Hakkında Bilgi :

Sadi-i Şirazi'nin en meşhur eseri Gülistan'dır. Eserde düz yazı ile şiir karışık olup bir ön söz ve sekiz bölümden meydana gelir. Eserin bölümlerinden de anlaşılacağı gibi konular daha çok ahlak ve terbiye ile ilgilidir. Ayrıca anlatılmak istenen her konuyla ilgili hikayelere de yer verilmiştir. Bu hikayelerin bir kısmı yazarın kendisine aitken, bir kısmı da duyduklarına ve okuduklarına dayanmaktadır. Eser üslup bakımından da mükemmeldir, bölümler sıralanırken, birbirleri ile olan ilgileri dikkate alınmış ve düz yazı ile şiirler arasında bir denge sağlanmıştır. Ayrıca fikirler kısa ve veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Bütün dünya kütüphanelerinde el yazması örneklerine rastlanan eserin, yaklaşık 200 defa basıldığı söylenmektedir. Eser birçok şair tarafından Türkçeye çevrilmiş ve açıklaması yapılmıştır.

Kitabın Bölümleri :

1. Hükümdarların Hâl ve Hareketleri
2. Allah Dostlarının Ahlakı
3. Eldekiyle Yetinmenin Güzellikleri
4. Susmanın Faydası
5. Aşk ve Gençlik
6. Güçsüzlük ve İhtiyarlık
7. Terbiyenin Önemi
8. Sohbet Yöntemi

Gülistan'ın içeriği

Hikaye

Allah dostlarından birine bir başkası hakkında şikâyette bulundum ve dedim ki: "Falan adam benim hakkımda kötü şeyler söylemiş." Allah dostu bana dedi ki: "O ne kadar kötü olursa olsun, sen onu iyiliğinle utandırmaya çalış."

Şiir

Sen iyi bir insan olmaya çalış
Kötü düşünceli insanlara fırsat verme
Sazınm ahengi doğru olursa
Mızraba boyun eğmek zorunda kalmaz

Hikaye

Şam'da yaşayan mutasavvıflardan birine "Hakiki tasavvuf nedir? diye sordular. Bu mutasavvıf şöyle cevap verdi: "Bizden önceki Allah dostlarının dış görünüşleri perişan ve dağınık görünmesine rağmen, gönülleri toplu ve güzeldi. Şimdi mutasavvıf geçinen bazı insanlann ise dış görünüşleri çok güzel ve düzgün, gönülleri ve içi perişan ve dağınıktır."

Şiir

Madem ki gönlüm elinde olmadan bir yerlere gidiyor
Nerede olursa olsun onu güzel şeylerle meşgul edeceksin
Eğer onu kötü şeylerden temizleyebildinse
Halk içinde olsan bile Hakk'la olacaksın

Hikaye

Bir papağanla bir kargayı aynı kafese koymuşlardı. Papağan, karganın çirkin görüntüsünden sıkılıyor ve diyordu ki: "Ne çirkin bir yüz, ne iğrenç bir görüntü. Keşke aramız doğu ile batı kadar açık olsaydı da senin yüzünü görmeseydim."

Şiir

Bir insan sabahleyin kalksa ve yüzüne baksa
Sabahın aydınlığı ona zindan olur
Senin gibi bir uğursuzla aynı kafeste mi olacaktım
Senin gibi çirkini bulmaya imkân var mı?

İşin ilginç yanı karga da papağandan memnun değildi. Devamlı ah çekerek talihsizliğe üzülüyor ve: "Bu ne talihsizlik, benim şerefime uygun olan kendim gibi bir karga ile bir bağ duvarı üzerinde zıplaya zıplaya gezmekti.

Şiir

İyi bir insanı hapse atmakla
Kötülerin arasına atmak aynı derecedir

Her ikisi de birbirleri için: "Acaba günahım neydi de böyle ahmak, kendini beğenmiş saçma sözlü bir yabancının arkadaşlığıyla mecbur oldum." demekteydi

Şiir

Eğer bir duvarda senin resmin bile olsa
Kimse o duvarın altına gelmek istemez
Eğer sen cennetlik olursan,
Cennete gidecek pek az insan bulunur

Bu örneği şunun için verdim: Alimler, cahillerden ne kadar nefret ederlerse, cahiller de âlimlerden yüz kat daha fazla nefret ederler.

Şiir

Allah dostlannın meclisi her ne kadar gül bahçesi gibi de olsa
Çirkin insanların nazarında orası bir dikenliktir
Sen onlardan nasıl nefret edersen
Onlar da senin varlığından o derece nefret ederler

Şiir

Allah dostlarının meclisi bir çiçek bahçesi gibidir
Kötü insan içlerine girmiş bir inek gibidir
O kötü insan onların arasında buz gibi donmuştu
Bir ilkbahar içinde soğuk rüzgâr gibiydi

Hikâye

Bir gün gençliğin verdiği cahillikle anneme karşı sert konuştum. Gönlü kırılarak bir köşeye çekildi ve ağlamaya başladı. Sonra da dedi ki: "Demek ki çocukluk zamanını unuttun da şimdi beni böyle azarlarsın ha?"

Şiir

Gönlü kırık anne ağlayarak
Kötü söz söyleyen oğluna: Ey gözümün nuru
Çocuklukta senin için yaptıklarımı düşünseydin
Dilin benim üstüme böyle uzanmazdı
O zamanlar sen zavallı ve yardıma muhtaçtın
Bugün ise ben yardıma muhtacım, sen ise güçlüsün

Hikâye

Cimri bir zenginin nazlı bir çocuğu hastalanmıştı. Adamın dostları dediler ki: "Bu çocuğun iyileşmesi için Allah'tan yardım iste. Bunun için de ya fakirlere yardım etmeyi ya da Kur'an'dan ayetler okumayı vesile yap." Adam düşünmeye başladı ve sonra da dedi ki: "En iyisi ben Kur'an'dan bir hatim indireyim, yani onu baştan sona okuyayım. Diğer taraftan kurban kessem de olur; ancak şimdi sürü çok uzakta, buraya getirmek zor olur."
Bu sözler bir bilgenin kulağına gider. Bilge kişi hemen nükteli bîr cevap verir ve: "Bu cimri adam Kur'an'ı hatmetmeyi şunun için tercih etmiştir: Kur'an bu tür insanların dilinin ucundan gelir, hâlbuki keseceği kurban, ta canının içinden çıkacaktı."

Şiir

Ey gafil sen bütün mallarını versen
Yine Allah'ın sana verdiği nimetlerin birini bile ödeyemezsin
Hâlbuki sen malından vermek yerine
Bir Fatiha dense yüz tanesini birden okuyorsun

Sokrates'in Savunması (Platon, Eflatun) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Sokrates'in Savunması

Kitabın Yazarı : Platon (Eflatun)

Kitap Hakkında Bilgi :

Yunan filozof Platon (Eflatun) tarafından yazılmıştır. Sokrates'in bir grup Atinalı bazı kişiler tarafından şehrin tanrılarına inanmayışı  ve gençlerin ahlakını bozması nedeniyle suçlanmasını anlatmaktadır. Atina demokrasisi tarafından yargılanması ve cezalandırılması konu alınmıştır. Ancak suçlayanların kim olduğu tam olarak bilinmemekte; ama suçlayanların başında Meletos'un olduğu düşünülmektedir. 

Euthyphron adlı eserin devamı niteliğindedir. Kitap, Euthyphron ve Kriton ile birlikte bir üçleme oluşturur. Euthyphron mahkeme öncesini, Sokrates'in Savunması mahkeme sürecini, Kriton mahkeme sonrasını anlatır.

Ünlü komedi yazarı Aristophanes de Sokrates'i Sofistlerle (Şüphecilerle ) aynı kabul etmiştir. Sokrates'in kötü, yalancı bir insan olduğu, her şeye karıştığı, eğriyi doğru diye gösterdiği gibi suçlamalar ortaya çıkmıştır.

Aristophenes, eserine Sokrates'in öğrencilere para karşılığında ders verdiğini, öğrencilerin aklını karıştırdığını yazmaktadır. Oysa Sokrates'in kimseye verecek bilgisi yoktur.

Kitabın Özeti :

Bir gün, Sokrates'in bir arkadaşı halka Sokrates'ten daha bilgili kimsenin olup olmadığını sormuştur. Tanrı sözcüsü Sokrates'ten daha bilgili kimse olmadığını söylemiştir. Sokrates bu olanlardan sonra bilgili bir insan olmadığı hâlde Tanrı'nın neden böyle söylediğini düşünüp durmuştur. Sürekli kendinden daha bilgili birisini arar. Sonunda görür ki hiç kimse bilgili değildir. Yalnız kendisinin ayrıcalığı, bilgili olmadığını bilmesidir.

Sokrates daha bilgiliyi arama sürecinde çok düşman kazanmıştır. Çünkü pek çok kişinin gerçekte bilgisiz olduklarını ortaya çıkarmıştır. Önce sokratesin savunması adamlarının bilgisizliğini ortaya çıkarmıştır. Sonra şairlere gitmiş, onların şiirlerini yalnız içgüdü ile yazdıklarını göstermiştir. Sanat sahiplerinin de aynı kusuru taşıdıklarını, bilmedikleri şeylerden dem vurduklarını ispatlamıştır. Sokrates aslında asıl bilgiye sahip olanın Tanrı olduğunu düşünmektedir. Bu süreçte, Sokrates kafasını meşgul eden soruların cevabını ararken çevresinde olan bitenlerin farkına varmamıştır. Etrafındaki pek çok kişi, onun gençleri doğru yoldan ayırdığını, tanrıların yerine yeni tanrılar koyduğunu söylemektedir. Bu söylentiler onu mahkemeye sürükler. Sokrates, mahkûm olursa suçlandığı gibi tanrıtanımaz olduğu için değil üzerine kin çektiği içindir. Bu gelişmeler karşısında, Sokrates çok soğukkanlıdır. Ölmek veya mahkûm olmak onun umrunda değildir, o sadece doğruların peşindedir. Tehlike karşısında yılmamak, korkmamak onun prensibidir. Ona göre insanların en çok korktuğu şey olan ölüm aslında kaçınılacak bir şey değildir. O sadece kötülük yapmaktan korkar.

Sokrates, ideallerinden dönmemekte kararlıdır. O, asla Tanrı dışında kimseye boyun eğmez. Hakkında atılan iftiralar hep asılsızdır. Sokrates'in sürekli öğrencileri olmadığı gibi malı mülkü de yoktur. O dünya hayatına önem vermeyen bilge birisidir. Yargıçları yumuşatmak amacıyla asla mahkemeye ailesini ve çocuklarını getirmez. Karan, tamamıyla yargıçların iradeleri elinde olan Tanrı'ya bırakır.

Sokrates, mahkemece suçlu görülür. O bunu beklemektedir ve hemen hiç tepki göstermez. O, herkesten farklı bir kişidir. İnsanların geneli gibi makama, mevkiye, dünya hayatına hiç önem vermemiştir ki şimdi üzülsün, insanlara, hep ahlakı, erdemi öğütlemiştir. Böyle bir insana ancak sokratesin savunmasıin hesabına çalıştığı için ödül verilmelidir. Mahkeme, para cezası vermez; çünkü parası yoktur. Sürgün etmez; çünkü sürgüne gittiği yerlerde yine halkı yönlendirecektir. Sonunda ölüm cezası verilir. 0, ölüm cezasına rağmen başkaları gibi ağlayıp sızlamamıştır. Yaptığı hiçbir şeyden dolayı pişmanlık duymaz. Platon'a göre Sokrates'in öldürülmesi İçin oy kullananlar çok acı çekecektir. Kurtulması için oy kullananlar ise gerçek birer yargıçtır.

Sokrates'e göre ölüm bir ceza değildir. Sadece bir yolculuktur. Ayrıca öteki dünyada soru sormak yüzünden mahkûm edilme tehlikesi de yoktur. Sokrates, Atinalılardan son bir şey diler: Çocukları erdemden, doğruluktan ayrılırsa kendisinin Atinalılara gösterdiği gibi onlara yol göstersinler. Çocukları kendilerine fazla değer verir ve bu dünyada bir hiç olduklarını unuturlarsa onları azarlamalarını ister Atinalılardan.

Sokrates, idam esnasında ölüme giderken yargıçlar da hayata giderler. Ancak Platon'a göre, bunların hangisinin daha güzel ve doğru olduğunu ancak Tanrı bilir.

Kelile ve Dimne (Beydaba) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Kelile ve Dimne

Kitabın Adı : 
Beydaba

Kitap Hakkında Bilgi :

Kelile ve Dinme M.Ö. 1 yüzyıl civarında yaşadığı düşünülen Beydeba tarafından kaleme alınmış fabl tarzında hikâyeler barındıran bir hikâye kitabıdır.

Beydeba'nın yaşadığı zaman hakkında birçok ihtilaf bulunmakta ise de kitabın Depşelem isimli bir Hint hükümdarı zamanında yazıldığı düşünülmektedir. Zira eserin hükümdara sunulduğu ve hükümdara bir tür nasihat niteliğinde olduğu öne sürülmüştür.

Fabl türünün ilk ve en önemli örneklerinden olan Kelile ve Dimne'deki hikâyeler siyasetten erdeme kadar birçok farklı konuyu ele almıştır.

Eser, adını ilk bölümündeki bir hikâyenin kahramanı olan iki çakaldan almıştır; "doğrunun ve dürüstlüğün" simgesi "Kelile" ile "yanlışın ve yalanın" simgesi "Dimne".

Sanskritçe yazılmış olan eser ilk önce Pehlevice'ye, sonra Pehlevice'den Arapça'ya ve daha sonraları Arapça'dan Farsça'ya çevrilmiştir. Batı dillerine olan tercümeleri bu son Farsça çeviriden yapılmıştır. Edebi otoritelerce, Ezop ve La Fontaine fabllarının, Kelile ve Dimne`den ilham alınarak yazıldığı öne sürülür.

Hükümdarlar için hazırlanmış olan ahlakla ilgili bir Hint masal kitabıdır. Kelile ve Dimne ismi masalın iki baş kahramanı, yani iki çakal olan Kalilag ve Damnag'dan adını almıştır. Bu masal kitabı öncelikle Sanskritçe'den Pehleviceye ve Pehleviceden Arapçaya tercüme edilmiştir. Ardından Batı dillerine de çevrilen eser, hem Doğuda hem Batıda büyük bir rağbet görmüştür.

Hikâyeler Bin bir Gece Masalları'nda olduğu gibi iç içe girmiş çerçeve hikayelerden oluşur. Pança-Tantra beş bölümle bir girişten müteşekkildir. Her bölümde bir çerçeve hikaye, onun içinde de hikâyecikler, manzum hikmetler vardır. Hikâyenin yazılış gayesi, Mehapur hükümdarının tembel üç şehzadesini adam etmektir.

Kelile ve Dimne bölümleri:

I. Bölüm: Dostluğun bozuluşu. Kahramanlar: Kral Aslan, müşaviri boğa ve nedimleri iki çakal. Doğu dillerine çevrilirken esere bu çakalların adı verilmiş: "Kelile ve Dimne"
II. Bölüm: Nasıl dost kazanılacağı hakkında
III. Bölüm: Savaş ve barış
IV. Bölüm: Kazandıklarımızın kaybı
V. Bölüm: Tedbirsizlik hakkında

Kelile ve Dimne'den Hikâye Örnekleri :

Vaktin birinde Hindistan ülkesinde Debşelem Şah adında bir hükümdar yaşardı. Halkı ve ülkesi için çalışmayı çok severdi. Gecesini gündüzüne katardı. Bu yüzden ülkesi geliştikçe gelişmişti. Halkı da oldukça mutluydu. Debleşem'in ilginç bir özelliği vardı. Çok çalışmanın yanı sıra eğlenceden de çok hoşlanırdı.

Günlerden bir gün, bir eğlence kurdurdu. Yediler, içtiler. Sofrada kuş sütü bile vardı. Çalgıcılar türlü şarkılar çaldılar, söylediler. Padişah eğlence bittikten sonra bazı bilgin ve düşünürleri huzuruna çağırttı. Onlarla söyleşmek istedi.

Konu cömertliğin yararlarıydı. Bilginler ve düşünürler eli açık olmak gerektiğini savundular. Bu konuda çok ileri gittiler. O denli övdüler ki cömerdi, padişah Debşelem heyecanlandı, bütün hazinelerinin kapısını açtırdı. Ne varsa hazinesinde halka dağıttı. Yoksullar zengin oldu. Zenginler daha da zenginleştiler. Ülkede bir tek yoksul kalmadı.

Padişah Debşelem o gece bir rüya gördü. Düşünde nur yüzlü bir ihtiyar Debşelem'e şöyle diyordu:

- Ey yüce padişah, hazineni Allah yolunda halka dağıttın. Bundan Allah çok hoşnut kaldı. Ve seni ödüllendirecek. Sabah kalkar kalkmaz atına bin. Doğuya doğru git. Orada seni bir hazine bekliyor. Dünyanın bütün hazinelerinden daha büyük bir armağandır bu sana.

Debşelem Şah sabah uyanır uyanmaz yola düştü. Doğuya doğru yol almaya başladı. Günlerce at sürdü. Sonunda yüce bir dağa kavuştu. Dağın eteğinde karanlık mı karanlık bir mağara gördü. Önünde güleç yüzlü, ak sakallı bir ihtiyar oturuyordu. Debşelem, ihtiyarın yanına gitti. Hâlini hatırını sordu. Gönlünü sevindirdi. İhtiyar da padişaha derin, anlamlı sözler söyledi. Tatlı bir söyleşi başladı aralarında. Debşelem Şah, hazineyi unutmuştu. Ayrılmak üzereyken yaşlı bilge, padişaha seslendi:

- Padişahım bu mağaranın çevresinde eşsiz bir hazine gizli. Benim dünya malında gözüm yok. Adamlarınıza emredin, hazineyi buldurun. Debşelem, ihtiyar bilgenin bu sözleri üzerine rüyasını anlattı. İhtiyar bilgenin sözünü ettiği hazine, Debşelem'e düşünde vadedilen hazineydi. Derhâl adamlarına haber gönderdi. Geldiler, aramaya başladılar gömüyü. Dört bir yandan kazıya başlandı. Günlerce sürdü kazı. Sonuçta altın, gümüş ve türlü mücevherlerden oluşan eşsiz bir hazine ortaya çıkarıldı.

En çok mücevher, mahzendeydi. Mahzende ayrıca değerli taşlarla süslü bir sandık da bulunmuştu. Sandığın çelikten bir kilidi vardı. Usta bir çilingir getirildi. Sandık açıldı. Mahfaza içinde bir hokka çıktı. Hokkayı padişah Debşelem'e verdiler. Padişah hokkayı açtı. içinden beyaz renkte ipek bir levha çıktı. Levhada İbranice yazılar vardı. Padişah, İbranice bilmiyordu. Yazıda neler olduğunu ancak bir çevirmen bulunduktan sonra anlayabildiler. Tercüman levhadaki yazının anlamını şöyle özetledi:

"Ben, hükümdar Hoşing Cihandar'ım. Bu hazineyi Hindistanlı büyük hükümdar Debşelem Ray için gömdürdüm. Ona hazineye sahip olacağı düşünde bildirilecek. Hazineyle birlikte ona bir de vasiyet bırakıyorum. Bu öğütleri dikkatle okusun. Mücevherlere kalbini bağlamasın. Dünyada her şey gelip geçicidir. Üzerinde fena damgası olan hiçbir şeye bağlanmamak gerekir. Bir gün insanı bırakır gider. O bizi bırakmadan biz kalbimizden onu söküp atmalıyız. Bu vasiyetteki gerçeklere bağlanananlar dünya durdukça saygıyla anılırlar."

. Vasiyetname on dört bölümden oluşuyordu. Debşelem ve çevresindekiler çevirmenin okuduklarını ilgiyle dinliyorlardı. Tercüman okumayı sürdürdü. Padişah Debşelem ilgiyle dinliyordu. Vasiyet, dinleyenleri çok etkilemişti. Yazıyı çeviren adam, bu öğütlerin bir eki olduğunu söyledi. Onu da dilimize çevir, dediler. Tercüman vasiyetin ekini de okudu:

- Bu öğütleri daha iyi anlatmak için on dört tane öykü vardı. Eğer hükümdar Debşelem onları da öğrenmek istiyorsa, Serendip Dağı'na gitmelidir. Debşelem Şah: Çok ilginç, dedi. Derin bir düşünceye daldı. Öğütler kendisini çok etkilemişti. Mağaradan çıkan hazinenin hepsini halka dağıttı. Kendisine hiçbir şey kalmamıştı. Serendip Dağı'nı düşünüyordu. Levhada yazılanların ne anlama geldiğini tam olarak kavramayı çok istiyordu. O hikâyeler. Onları mutlaka öğrenmeliydi. Yola çıkmak istediğini açıkladı. Bu konuda vezirlerinin düşüncelerini öğrenmek istedi. Onları çağırttı. Düşüncelerini sordu. Vezirler, bu konuda karar verebilmek için bir gün süre istediler. Padişah izin verdi.

Ertesi gün vezirler tekrar huzura geldiler. Başvezir söz aldı. Padişahım, dedi, vasiyetteki öğütleri daha iyi anlamak güzel bir şey, bunun için de Serendip Dağı'na yolculuk yapmanız gerekecek. Çileli bir yolculuk olacak bu. Doğrusu gönlümüz razı değil.
Vezir konuşurken padişahın zihninde hep Serendip Dağı vardı. O öyküleri öğrenmek istiyordu. Başvezir ilginç bir öneride bulundu:

- Eğer uygun görürseniz, İki Güvercin hikâyesini size anlatayım. Konuyla ilgisi olduğunu sanıyorum.

Padişah, vezire öyküyü anlatması için izin verdi. Başvezir İki Güvercin hikâyesini anlatmaya başladı.

Ayı İle Dost Olan Bahçıvan

Zamanın evvelinde, mekânın bir yerinde yalnız mı yalnız, mutsuz mu mutsuz bir bahçıvan yaşarmış. Hayatta kimi kimsesi yokmuş adamcağızın. Bütün ömrünü, bağı bahçesi için harcamış gitmiş. Günün birinde yalnızlık tak etmiş canına. Gitmiş sabah erkenden bahçesine. İki elinin arasına almış başını, düşmüş yalnızlıktan kurtulma tasasına.

"Şimdiye dek bütün gücümü, enerjimi bu bahçeye harcadım. Çeşit çeşit meyveler, çiçekler yetiştirdim. Yalancı bir cennet yaptım bağımı. Fakat ne oldu sonunda? Mutsuzluğuma çare oldu mu bu güllük gülistanlık bahçe?" diyerek tasalı tasalı düşünmüş.

"Olmaz!" demiş içinden bir ses, "Yalnızlık çekilmez, cennette bile!" bahçıvanı almış bir tasa. Mutlaka bu yalnızlıktan kurtulacak. Kötü dahi olsa beraberlikle bölecek yalnızlığını. Ne yapmalı, ne etmeli, bilmem ki nereye gitmeli, diye düşünürken bakışları, karşıda yükselen yüce dağa çevrilmiş ansızın. Nasıl olduğunu bilmeden, kendisini dağa doğru giderken bulmuş. "Nasıl olsa sonuçta beni yalnızlıktan kurtaracak bir eş bulurum." ümidiyle yola koyulmuş. Bir de dönüp bakmış ki arkasına bağı bahçesi görünmüyor. Dağın eteklerine vardığında bahçıvan, içindeki yalnızlık daha da artmış.

Bir süre ara vermiş yolculuğuna, yanında getirdiği azık torbasını çözüp sofrasını yapmış, karnını doyurmaya koyulmuş. Derken, çok geçmemiş aradan, sevimli bir ayı görünmüş ağaçların arasından. Tıpış tıpış gelip adamın sofrasına kurulmuş. Bahçıvanın dili tutulmuş. Ne diyeceğini şaşırmış. Ayı ile birlikte paylaşmış azığını. Bir müddet sessizce oturmuşlar. Bahçıvan kalkıp gidecek olmuş. Ayı, konuşmuş:

- Nereden geliyor, nereye gidiyorsun?
Şaşırmış adam "Ayı konuşur mu?" diye zihninden geçen düşünceyi bir tarafa itip:
- Uzaktan geliyorum, dağa gidiyorum, demiş.
- Ne yapacaksın dağda?
"Allah Allah, sorgu meleği sanki!" diye düşünmüş adam, ayı için:
- Yıllardır yalnız yaşadım. Artık canıma tak etti. Bir arkadaş bulmaya gidiyorum, demiş.
Ayının yarasına parmak basmış sanki, hop oturmuş hop kalkmış hayvancağız. Bahçıvan bakmış, ayının gözünden yaşlar süzülüyor.
- Yahu niye ağlıyorsun, diye sormuş.
- Benim de, demiş ayı, derdim aynı. Ben de yalnızım, ovada bir arkadaş bulurum ümidiyle ben de dağdan geliyordum. Adam düşünceye dalmış bir zaman, sonra aklına ilginç bir fikir gelmiş:
-Ne dersin, bizi kader buluşturdu galiba, gel arkadaş olalım. Ayı da sevinçle kabul etmiş bu öneriyi. Ve birlikte dönmüşler bahçıvanın çiftliğine. Günler yel gibi akıp giderken. Bahçıvanın mutluluğu bir ölçüde de olsa yerine gelmişken. Hiç olmaz bir şey olmuş. Bahçıvan uyuduğu zaman, ayı, üzerine konan sinekleri kovalarmış. Yine bir gün bu işi yaparken bakmış ki sinekler bir türlü kaçmıyor. Yerden kaptığı bir kayayı, bahçıvanın sinek üşüşen alnına indirivermiş.
Ayı ne yaptığını bilir mi? Adamcağız böylece göçüp gitmiş öteki dünyaya. Kehle, bu hikâye ile arkadaşına hainlerle kurulacak dostlukların sonunda zararlı olacağını anlatmak istemişti. Kurnaz çakal Dimne, bunu anlamıştı.
-Yani dedi Kelile'ye sen de çok safsın. Ben, efendime kötülük etmek ister miyim hiç?
- Bak Dimne, dedi Kelile; beni kandıramazsın. Alnımda enayi yazıyor mu bir bak bakalım. Aldanıyor görünebilirim, fakat asla kolay kolay oyuna gelmem. Tıpkı akıllı tacir gibi.
- Akıllı tacir mi, o da kim, diye sordu Dimne.
Kelile, anlaşılan yeni bir masal daha anlatacaktı arkadaşına.
- Dinle, dedi Kelile, iyi dinle, sana kurnaz bir tacirin öyküsünü anlatacağım.
Sabırlı Yılan
Vaktiyle bir yılan yaşlanmış, kurbağa avlayamaz olmuştu. Öteden beri kurbağa dışında bir şey yemeyen hayvan, açlıktan neredeyse ölecek bir duruma gelmişti. Kurbağa eti ve kurbağa kanı. Bundan başka hiçbir şey yılanın iştahını çekmiyordu. Günlerce düşündü taşındı. Bir çare bulmak için açlığına, bin bir türlü plan kurdu aklınca. Sonunda kurnaz kurnaz gülümsedi. Aklına ilginç bir fikir gelmişti. "En çıkar yol bu." diye düşündü. Kalkıp kurbağalar padişahının huzuruna vardı. Önce yılanı görünce ürktü padişah.
- Korkmayınız efendim, dedi yılan, benden size zarar gelmez. Kurbağaların hükümdarı şaşırdı.
Nasıl olurdu, ezeli düşmanıydı yılan onların.
- Ben, dedi, artık yaşlandım, geri kalan ömrümü size hizmet ederek geçirmek istiyorum.
Herkes şaşkınlık içindeydi.

Yılan:
- Hayret ettiniz farkındayım. Fakat size öykümü anlatınca bana hak vereceksiniz.
Günün birinde bir kurbağanın peşine düşmüştüm. Amansız bir şekilde izlerken, kaybettim onu. Dervişin evine girmişti. Ben de arkasından içeri daldım. Ağzıma yumuşak bir şey dokundu. Hemen ısırdım meğer dervişin küçük çocuğunun ayağı olmasın mı! Adam beni farketti. Kaçmaya çalışırken etkili bir tılsım yaparak yakaladı. "Sana." dedi "Aklını başına getirecek bir ceza vereceğim. Bundan böyle, kurbağalara binek olarak hizmet edeceksin. Eğer kaytarırsan, tekrar sihir yaparak yakalar, bu kez öldürürüm seni." Ben de bunun üzerine derhâl buraya geldim. Artık emrinizdeyim. Nereye isterseniz oraya taşırım sizi.

Yılanın bu kurnaz öyküsüne kurbağalar kandı. Zavallı padişah, bundan böyle nereye giderse yılanla gider oldu. Bir anda çabucak gezmeleri çok sevindirmişti onları. Yılan bir şey yemiyordu bu sırada. İyice zayıflamıştı. Padişah:
-Yahu açlıktan ölecek bir duruma geldin. Niçin bir şey yemiyorsun, diye sordu.
Yılan kendisini açındırarak:
-Efendimiz, dedi, kurbağadan başka bir şey yiyemem ben. Dervişe, sizin hizmetinizde olacağıma dair söz verdim. Bu durumda kurbağa da avlayamıyorum. Yapacağım bir şey yok.
Kurbağaların padişahı yılana acıdı:
- Ölmek üzerek olan kurbağaları sana vereceğim, dedi. Ve o günden sonra sadece ölmek üzere olanları değil, sağlıklı kurbağalardan da birer ikişer armağan etmeye başladı yılana.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...