19 Nisan 2019 Cuma

İyiler Ölmez (Mustafa Kutlu) Kitap Yazılı Test Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı


Kitabın Adı : İyiler Ölmez

1- İyiler Ölmez adlı eserin yazarı kimdir?
A) Mustafa Kutlu
B) İskender Pala
C) Mustafa Aydoğan
D) Mehmet Uzun
E) Refik Halit Karay

2- Aşağıdakilerden hangisi hikayenin bölümlerinden değildir?

A) Sıtkı
B) Civan
C) Hacı Kadir
D) Doktor
E) Fotoğrafçı Sarhoş Mustafa

3- Dörtler Makamı nedir?
A) İyilikleri ile halk tarafından sevilmiş dört kişinin mezarının olduğu yer.
B) Ut, klarnet, bağlama ve darbukadan oluşan dörtlü bir müzik grubu
C) Dinde yer alan tarikat,şeriat, marifet ve hakikat kavramlarıdır.
D) Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’dan oluşan dört büyük takım
E) Hacı Kadir’in kahvesinde bir masanın adı

4- Sıtkı ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?
A) Evin tek çocuğu idi.
B) Ressamdır
C) Sevda adlı kıza aşık olmuş, sevda vurgunudur.
D) Babası İstanbul’da kapıcılık yapan biridir.
E) Aslen Kastamonuludur.

5- Ruhi Bey Sıtkı’nın tarzını hangi ünlü ressama benzetiyordu?

A) Michelangelo
B) Abidin Dino
C) Salvador Dali
D) Leonardo Da Vinci
E) Van Gogh

6- Aşağıdakilerden hangisi hikayenin ana kahramanlarının özelliklerinden değildir?
A) Yardımlaşmayı çok sevmeleri
B) Haftanın bir gününü sohbete ayırmaları
C) Sosyal projeler üretmeleri
D) Haksızlığa tahammül etmemeleri
E) Cömert, eli açık insanlar olmaları

7- Yazarın hikayedeki üslubuyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Ayrıntıya fazla yer vermez.
B) Hikayeyi olay üzerine kurar.
C) Genelde kısa cümleler kullanır
D) Hikayede araya girip okuyucu ile konuşmaz
E) Türk filmine benzeyen olaylar kurgular

8- Hikayede yazarın başka hikayelerine de ad olan hangi kavramlar geçmektedir?

A) Vitrinde olmak- Tirende bir Keman
B) Zafer Yahut Hiç- Akasya ve Mandolin
C) Uzun hikaye- Ya Tahammül Ya Sefer
D) Chef- Dem Bu Demdir
E) Bir Demet İstanbul – Yokuşa Akan Sular

9- Hikayedeki olaylar nerede yaşanmaktadır?
A) Küçük Ali Mahallesinde
B) Şahin Ali Mahallesinde
C) İlhanlı Mahallesinde
D) Cicibey Mahallesinde
E) Selçuklu Mahallesinde

10- Civan ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?

A) Üç yaşındayken annesi ve babası tarafından terk edilmiştir.
B) Hacı Kadir Civan’ı evlatlık edinmiştir.
C) Marangozluk ve Hacı Kadir’in kahvesinde garsonluk yapmıştır.
D) Çocukluğunda bütün mahalleyi bezdirmiştir.
E) Sabri ile ortak olup marangozu devralmışlardır.

11- Terzi Tahsin yere atılan sigara izmaritini Civan’ın çıplak ayakla söndürebileceği üzerine iddiaya girerdi. Bu durum karşısında haksızlığa tahammül edemeyen …………………. Terzi Tahsin’e iyi bir dayak atmıştır.
Yukarıda boş bırakılan yere ne gelmelidir?

A) Hacı Kadir
B) Sabri
C) Sıtkı
D) İsmail
E) Artist Erol

12- Hikayenin ana kahramanları ve mesleklerinin eşleştirilmesinden hangisi yanlıştır?

A) Sabri – koleksiyoncu
B) Hacı Kadir- Kahve ve otel işletmecisi
C) Sıtkı- ressam
D) Mustafa – Fotoğrafçı
E) Civan- Marangoz

13- Civan ………………………’a, Sıtkı ………………………….’a, Atalay ……………………………..’a aşık olup vurgun yemiştir.
Bu cümlede boş bırakılan yerlere sırasıyla hangi isimler gelmelidir?
A) Destegül, Sevda, Suna
B) Suna, Semiha, Leyla
C) Sevda, Destegül, Leyla
D) Ayla, Leyla, Ceylan
E) Destegül, Songül, Birgül

14- Aşağıdakilerden hangisi hikayede olumsuz kişiliğe sahip olan bir kahramandır?
A)Mehdi Usta       B)Sarhoş Mustafa 
C)Hacı Kadir         D)Civan                  E)Artist Erol

15- Doktora niçin ‘Cuma Günü Doktoru’ deniyor?
A) Cuma gününü kendine ayırıp o gün çalışmadığı için.
B) Annesinin mezarına her Cuma ziyaret gittiği için
C) En sevdiği gün Cuma olduğu için.
D) Cuma günü hastalardan ücret almadığı için
E) Cuma gününü sevgilisini hatırlayıp eve kapandığı için

16- Aşağıdakilerden hangisi hikayenin kahramanlarının çaldığı müzik aletlerinden değildir?

A)Klarnet         B) Darbuka 
C)Bağlama      D)Ut              E) Keman

17-Aşağıdakilerden hangisi kitabın sonunda Müslümanlara verilen tavsiyelerden değildir?
A) Türbeleri ziyaret edin
B) Türbeler insana yaşamı hatırlatır
C) Türbelerden, ölülerden yardım ve şefaat istemeyin.
D) Türbelerdeki ağaç dallarına bez bağlamayın
E) Türbelerde Fatiha okuyun, yardım ancak Allah’tan istenir.

18- Mustafa’nın gittiği düğünlerde düğün sahibini kırmamak için içki içmesi sonucu içki alışkanlığı başlıyor. Buradan hangi dersi çıkarmalıyız?
A) Sevdiğimiz insanların hatırını kırmamak için her dediklerini yapmalıyız.
B) Hatır için çiğ tavuk bile yenir.
C) Zararını bildiğimiz bir şeyi en iyi arkadaşımız teklif etse bile kabul etmemeliyiz.
D) İçki, sigara gibi zararlı alışkanlıkları bir kere denemekle bir şey olmaz.
E) İçki, sigara maddeler bağımlılık yapmaz.

19- Hacı Kadir’in kahvesindeki Sıtkı’nın masasını adı ve ilkesi nedir?

A) Masanın adı ‘Cuma İnsanları’, ilkesi ‘iyiler ölmez’
B) Masanın adı ‘Hayat Mektebi’, ilkesi ‘önce ahlak’.
C) Masanın adı ‘ İmece Masası’, ilkesi ‘yardımlaşma’
D) Masanın adı ‘Dostluk’, ilkesi ‘iyiler ölmez’
E) Masanın adı ‘Ressamın köşesi’, ilkesi ‘Sevdalı olan gelsin’.

20- Aşağıdakilerden hangisi hikayeden çıkarılacak derslerden değildir?

A) Dünyada iyi işler yapan insanlar unutulmaz, ölünce arkalarından dua edilir.
B) En zor işler bile el ele verilince kolay hale gelir.
C) Hayatta insanın sırtını dayayabileceği dostları olmalı.
D) İnsan sadece kendisi için yaşamamalı, yaşatmaya da çalışmalıdır
E) Birinde kötü bir alışkanlık varsa o insandan hayır gelmez.

21- Hikayedeki kişilerin aklına bir fikir geldiğinde ilk olarak ne yapıyorlar?

A) Hacı Kadir’in kahvesinde toplanıp istişare (fikir alış verişi) yapıyorlar.
B) Önce oturup menemen yiyor, sonra düşünüyorlar.
C) Herkes evine çekilip neler yapabileceğini düşünüyor.
D) Sokağa çıkıp insanlardan yardım istiyorlar.
E) Belediyeye, valiliğe veya zenginlere başvuruyorlar.

22- Hikayenin sonunda ne oluyor?
A) Kahramanlarımız görevlerinin bittiğini söyleyip memleketlerine dönüyor.
B) Hacı Kadir’in ölümü ile birbiriyle irtibatı koparıyorlar.
C) Birilerinin iftirası ile hapse giriyorlar.
D) Arabaları uçuruma düşüyor ve ölüyorlar.
E) O mahallede hala yaşamaktadırlar.

23- Aşağıdakilerden hangisi kahramanlarımızın gerçekleştirdiği sosyal projelerden değildir?

A) Yardıma muhtaç olanlara yemek dağıtmak
B) Hastaları ücretsiz tedavi etmek
C) Yaşlılar için huzurevi açmak.
D) Hasta yakınlarına kalacak misafirhane yapmak
E) Yetim çocuklar için yetimler bayramı yapmak

24- Aşağıdakilerden hangisi hikayede geçen türkü sözlerinden değildir?
A) Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir.
B) Bülbülüm altın kafeste, öter aheste aheste
C) Ankara’da yedim taze meyvayı
D) Yine şafak söktü sunam uyanmaz
E) Hasret çeken gönül derde dayanmaz

25- Yazar, hikayenin kahramanlarının aşklarını hangi şairin aşk anlayışına benzetiyor?

A)Karacoğlan         B)Nedim 
C)Yunus Emre        D)Mevlana          E)Fuzuli

Cevap Anahtarı :

1 A     11 C     21 A
2 C     12 A     22 D
3 A     13 A     23 C
4 D     14 E     24 B
5 E     15 D     25 E
6 B     16 E
7 D     17 B
8 C     18 C
9 D     19 B
10 B    20 E


İyiler Ölmez ( Mustafa Kutlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri için tıklayınız...

18 Nisan 2019 Perşembe

Kırık Hayatlar (Halid Ziya Uşaklıgil) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler

Kitabın Adı : Kırık Hayatlar

Kitabın Yazarı : 
Halid Ziya UŞAKLIGİL

Kitabın Konusu : 


Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın son döneminde geçmektedir. Osmanlı’nın son döneminde Türk halkında batıya karşı körü körüne bir özenti oluşur. Batıdan alınması gereken teknoloji, ilim, bilim değilde; bizim yaşantımıza ters düşen kültürü taklit edilir. Özellikle İstanbul’da zengin diye nitelendirilen ve kendilerini halktan daha üstün gören bir gurup, kendilerine batıda yapılan çılgın eğlenceleri örnek alıp, hemen her yerde görgüsüzce eğlenmeye çalışıyorlardı. Bu durum özellikle Türk aile yapısına aykırıydı ve bunun sonucu olarak bu tabakada aile bağları iyice zayıflamış hatta kopmuştu. Çirkeflik başını almış gidiyordu. Eşler birbirine sadık kalmıyor, hatta eşini aldatmak, ailesine bağlı kalmamak bir başarı olarak görülüyordu. Kitap o günün bu acı tablosunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.

Kitabın Özeti : 

Ömer Behiç yıllardır hayalindeki eve nihayet kavuşmuştu. Yatılı okulda okuduğu yıllarda hayal ettiği sıcak yuvasına kavuşmak için çok beklemişti. Bu gün onun en büyük hayaline kavuştuğu gündü.

Ömer Behiç bir doktordur. Ailesi onun siyasal okuyup önemli bir memur olarak devlet dairesinde çalışmasını istiyordu. Böylece onun hayatını kurtaracağını düşünüyorlardı. Fakat o ailesinden gizli olarak tıbbiyenin sınavlarına girer ve kazandığı gün gelir, ailesine haber verir. Bundan sonra ailesi de onun seçimini kabul etmek zorunda kalır. Okulda çok başarılı bir öğrencidir. Geçmişinden gelen eziklikten dolayı pek sosyal bir insan değildir. Arkadaşları onu inek diye nitelendirir. Onu sosyal etkinliklere katılmaya ikna edebilen tek kişi vardır. O da arkadaşlarının tabiri ile ‘Piç Bekir’dir. Okulun son senesinde Ömer Behiç Babasını kaybeder. Okul bittikten sonra Fransa’ya master yapmaya gider. Burada iken de annesini kaybeder. Ona artık sahip çıkacak kimse yoktur. Fransa’da fakirlik içinde zorlukla eğitimini devam ettirir. Nihayet Fransa’daki eğitimini bitirip İstanbul’a geri döner. 

Halası artık onun evlenmesi gerektiğini düşünür ve onun için Vedide’yi istemeye giderler. Ömer Behiç Vedide’yi ilk gördüğü anda ona vurulur. Vedide el değmemiş, ailesi zengin olmasına rağmen İstanbul’un o karmaşık eğlence hayatına dalmamış bir kızdır. Bu tanışmanın sonu evlilikle biter. O şimdi hayallerine karısını da eklemiştir. İşte bu gün sekiz yıllık arkadaşı ile ortak hayalleri gerçekleşmiştir.

Ömer Behiç evinin bir bölümünü de muayenehane olarak da kullanmaktadır. Burada birçok zengin hastalarını tedavi etmesinin yanında da fakir hastaları da ücretsiz tedavi etmektedir. Bu mutlu günlerinde karısı ile birlikte etraflarındaki kötü olayları düşünüp, bu olayların kendi ailelerinin başına gelmemesi için de dua etmektedirler.

Ömer Behiç bir gün yolda eski bir arkadaşına rastlar. Bu doktor arkadaşı İstanbul sosyetesinde çapkınlıkları ile ünlü ve bundan büyük gurur duyan bir şahıstır. Tabiki bu Piç Bekir’den başkası değildir. Karşılaştıkları günden itibaren Bekir Servet ile sık sık görüşmeye başlarlar. Bekir ona hovardalıklarını anlattıkça Ömer Behiç ona çok acımaktadır. 

Son zamanlarda Bekir Servet İstanbul’da zenginliği ile ve çapkınlığı ile tanınan bir ailenin uçarı kızı olan Nebile ile aşk yaşamaktadır. Bir gün Bekir Servet, Ömer Behiç’e bir hastasını bakması için daha doğrusu ondan görüş almak için rica eder. Gittikleri ev Nebile’nin evidir. Nebile rahat tavırları ile Ömer Behiç’i oldukça şaşırtmıştır. Bekir Servet ile Nebile onun karşışında aşk oyunları yapmaktan geri kalmamışlardır. İşleri bitip çıkarken Nebile’nin küçük kardeşi Neyyir ortaya çıkar. Ömer Behiç onu görür görmez içinde fırtınalar kopar, eve geldiğinde hâlâ onu düşünmektedir. 

Bir süre sonra Neyyir hasta olduğu bahanesi ile Ömer Behiç’i eve çağırır. Kontrol sırasında çok yakınlaşırlar ve Neyyir’in çıplak vücuduna dokunan Ömer Behiç, ona daha da vurulur. Kız ona bir adres verir ve orada buluşmalarında herşeyin daha farklı olacağını söyler. Böylece yasaklı aşk başlar. Bu sırada Bekir Servet Müzzan isimli dul bir kadına aşık olur ve onunla evlenip geçmişine bir sünger çeker. Bu durumda Ömer Behiç yasak aşkını arkadaşı ile dahi paylaşamaz.

Kara bulutlar ailenin başındadır. Ömer Behiç’in iki kızı vardır. Küçük olan kızlarının eski bir hastalığı tekrar başlar. Çocuk günden güne erir ve doktorlar bir çare bulamazlar. Ömer Behiç’in yasak aşk cephesi de kötü geçmektedir. Neyyir zengin biri ile evlenma hazırlıklarına başlar. Fakat ilişkileri hâlâ sürmektedir. Bu kötü olaylar Ömer Behiç’i harap eder. Neyyir’in etkisi ile ailesini hatta hasta kızını ihmal eder. Karısı ise bu yasak aşktan haberdar olmuştur bile. Aynı evde iki yabancı gibidirler. Küçük kızlar kısa bir süre sonra vefat eder. Vedide iyice kendi iç âlemine dalar. Tüm gün odasına çekilip, namaz kılıp, kur’an okumaya başlar. Bu sırada Neyyir de evlenmiş fakat yasak aşkını hâlâ sürdürmek istemektedir. Ömer Behiç onun her teklifini geri çevirir. Neyyir’in son mesajında onu son defa olarak görmek istediği yazmaktadır. Ömer Behiç bunu kabul eder. Fakat onu görünce tekrar bu ilişkinin başlamasından da korkmaktadır. Tam Neyyir’in yalısına giderken karar değiştirip kızının mezarına gider. Yaptığı her şeye pişman olur ve mezarın başında saatlerce ağlar. Acele ile evine geri döner. Hızla Vedide’nin odasına dalar. Vedide her zamanki gibi seccadesinin üstündedir. Çok eskiden olduğu gibi başını melek karısının dizlerine koyup ağlamaya başlar. Vedide ilk önce tepki vermez, daha sonra ise sıcak göz yaşlari Ömer Behiç’in yüzüne damlamaya başlar. Karı-koca birbirlerine sarılıp ağlamaya başlarlar. Ömer Behiç bir şeyi daha yeni farkeder. Vedide’nin simsiyah olan lüle lüle saçaları çoktan ağarmıştır…

Kitabın Kahramanları, Kişileri : 


Ömer Behiç:
Kültürlü, bir şeyler öğrenme arzusu ile yanan, idealist olmayan bir kişidir.

Vedide: Ailesi için her şeyini feda edebilecek kültürlü, iyi yetişmiş bir annedir.

Bekir Servet: Hayatı günü gününe yaşayan, kadınlara gereken değeri vermeyen, çapkın bir İstanbul beyefendisidir.

Neyyir: Minyon tipli, karşısındakini kendine bağlamayı çok iyi başaran, güzel, fakat Türk aile toplumuna aykırı bir yaşantısı olan bir genç kızdır.

Nebile: Kardeşine göre biraz daha şişman olan ve kardeşi kadar etkileyici olmayan, yaşantısı kardeşi gibi olan bir genç kızdır.

YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ -
Halid Ziya UŞAKLIGİL (1866-1945)

Servet-i Fünun romancılarındandır. İstanbul’da doğdu ve yine bu şehirde öldü. İlk tahsilinden sonra Fatih Askeri Rüştiyesi’ne gitti ve 17 yaşında okuldan ayrıldı. 1884’te ‘Nevruz’ gazetesini, daha sonra ’Hizmet’ ve ‘Ahenk’ gazetelerini kurdu. İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı. İdadi’de Türk Edebiyatı dersi okuttu. Reji Müdürlüğü başkatibi oldu.Servet-i Fünun dergisine girdi ve en büyük romanları burada yayımlandı. Kitaplarındaki kişileri her zaman gerçek hayattan seçmiştir. Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Almanca, Arapça ‘da birçok eserleri vardır. 

Doğunun Limanları (Amin Maalouf) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Doğunun Limanları

Kitabın Yazarı : Amin Maalouf

Kitabın Özeti : 

Yazar, kitabında bir kişinin hayat hikayesini, yaşamını anlatmaktadır. Bu kişiye 1976 haziranında metroda rastlamış ve onu bir tarih kitabındaki resminden hatırlamıştır. Yazar bu kişiyi yani İsyan Kitabdar’ı takip etmiştir. Kitabdar, yazara bir sokağın nerede olduğunu sormuştur. Bu sokağın ismi “Hubert Hughes Sokağı Direnişçi 1919-1944”tür. Kitabdar’da eski bir direnişçidir.

Yazar, Kitabdar’ı rahat bırakmamış, onunla tanışmış ve sohbete başlamıştır. Kitabdar, dört gün içinde Paris’teki otuz direnişçi ismi taşıyan cadde ve sokağı gezecektir. Bir kahveye gidip otururlar. Yazar, Kitabdar’ın direnişçi olduğunu bildiği için onun hayatını anlatmasını ister. İsyan Kitabdar, tüm yaşamını bu dört gün içinde anlatacaktır. Kitabdar anlatmaya başlar:

Osmanlı padişahı Abdülaziz tahtan indirilmiştir. Bazı nedenlerden dolayı yerine yeğeni tahta oturmuş ve bunun üzerine padişah odasına kapatılmıştır. Kimsenin yanına gelmesini istememektedir. Ancak kızı İffet’i çok sevdiğini bilenler onun odaya girmesini istemişlerdir. İffet odaya girdiğinde büyük bir çığlık atar, babası iki bileğini keserek intihar etmiştir. Bu olaydan sonra neşeli, hoş, akıllı İffet gitmiş, yerine suskun, aklını yitirmiş bir kız gelmiştir.

Annesi kızının iyileşmesi için deli doktoru Kitabdar’ı çağırmıştır. Doktor iyileştirmek için Adana’daki köşküne götürmeyi önermiş ve anneside kabul etmiştir. Ama ne var ki günün birinde İffet hamile kalmıştır. Kitabdar’ın kuramlarına göre çocuk doğurmanın şoku ile İffet eski haline dönebilecekti. Nihayet çocuk doğar ama pek bir faydası olmamıştır. Çocuğun babasız olduğu söylenemezdi, çünkü İffet’le nikahlanmışlardı.  Artık kimse kapılarından adım atmaz olmuştu. Doğan çocuk ise İsyan’ın babasıydı.16 yaşına girdiğinde babası vefat etti. Ermeni olan fen öğretmeni Nubar’la aralarında sıkı dostluk başlamıştı. Nubar’ın 10 yaşında bir kızı vardı, Cecile. Beş yıl sonra babasının arkadaşı ile evlenirler. Babası, Beyrut’ta bir kaşane yaptırmıştı ve oraya taşındılar. Nubar onlarla oturmak istememiş ve mütevazi bir ev kiralamıştı. Aynı zamanda valinin resmi fotoğrafçısı olmuştu.

1914 yazında savaş başlamıştı. Cecile, İsyan’ın ablasına hamileydi. İsyan, 1919’da doğmuştu ve Cecile 1922 Eylülünde son çocuğu olan Salem’i doğurmuştu. Son doğum esnasında Cecile ölmüş, evin yeni hanımı ablası İffet olmuştu. 

Babası, annesinin ölümüne neden olduğu için Salem’i hiç sevmezdi. O da küçük yaşta hırsızlık, kavga gibi kötü suçlar işlemiş ve hapse girmişti. Bu yüzden babası bütün ümidini İsyan’da toplamıştı.

1936-1937 yıllarında İsyan, Bakarlaryanın 1. ve 2. sınavlarında ülkenin en iyi notunu almıştı. Babasından Montpellier tıp fakültesine gitmek için izin aldı ve temmuz sonunda gemi ile Marsilya’ya gitti. Oradan trenle Montpellier’e geçti. Burada bir ev kiralamıştır. Ev sahibesi Madam Berroy idi. Fakültede çok çalıştığı için ismi kısa zamanda ineğe çıkmıştı.

Bir akşam Bertnard isimli bir adamla tanıştılar. Bertnard o zamanın öncü direnişçilerindendi. İsyan’ın düşünceleri beğenisini kazanmış, onu direnişçi saflarına katmak istiyordu. Bu bir örgüttü, özgürlük örgütü. Ona bazı kağıtlar verdi,okumasını ve sonrada dağıtmasını söyledi. O da artık bir direnişçi olmuştu ve bu savaştaki ismi Bakü’ydü. Bu sistem böyle bir yıl devam etti.

Günün birinde bir jandarmanın oturduğu binaya girdiğini görmüş ve oradan uzaklaşmıştı. Bir ay önce kaldığı bir örgüt evine gitmişti. Burada bir çift ve yanlarında bir kız vardı. Kız çok hoşuna gitmişti ve ismi Clara idi. O gece geç vakte kadar sohbet ettiler. Ertesi sabah kerkes kendi yoluna ayrılmıştı. Clara’da bir direnişçiydi. Bakü örgütte çok başarılı olmuş artık önemli görevlerde yer almaktaydı.

Bir gün savaş başlamış ve nihayet kurtuluşa ulaşılmıştı. Daha sonra İsyan Montpellier’e geri dönmüş ve Madam Berroy’ı görmeye gitmişti. O yokken olanlar hakkında bilgi edinmiş ve kendinin yani Bakü’nün çok ünlü biri olduğunu anlamıştı. Herkes onu bir kahraman gibi görmekteydi. Ertesi gün gemi ile Beyrut’a dönmüştü. Limanda büyük bir kalabalık onu bekliyordu. Herkes onu alkışlıyor,sevinçlerini gösteriyorlardı. Oradan babasıyla birlikte eve döndüler. İsyan diğerlerinin nerede olduğunu sormuştu. Nubar ve büyükannesi Amerika’ya gitmiş, ablası ise Mısırlı Mahmut’la evlenip oraya gitmişti. Kardeşi Salem zaten onbeş yıl hapse atılmıştı. Babası yaşlı kaçık annesiyle evde yalnız kalmıştı. Geldiğinden on gün sonra büyükannesi İffet vefat etmiş ve defin töreninin bir padişah kızına yapıldığı unutulmamıştı.

Definin ertesi günü Clara, İsyan’ın yanına gelmişti. Beraber bahçeye çıkıp konuştular. Clara,Hayfa’ya gidiyormuş ve vapuru Beyrut Limanı’na demir atmıştı. Dayısıyla birliktelerdi ve limanın karşısındaki otelde kalıyorlardı. Bir süre daha sohbet ettiler ve Clara ayrıldı. İsyan onu bir daha görememe korkusu içindeydi. Ertesi günü bir taksiye atlayarak Clara’nın yanına gitti. Ona “bana yaz”demişti ve adresini vermişti. Clara da İsyan’ın dudağına bir öpücük kondurarak otele doğru koşmaya başlamıştı.

İki ay sonra Clara mektup atmıştı. Mektubunda Arap-Yahudi kavgalarını sona erdirmek için çabaladığı yazılıydı. Bu arada Kitabdar’da konferanslar vererek yaşadığı maceraları anlatıyordu. Çeşitli semtlerden, kentlerden ve köylerden çağrılar geliyordu. Bu sayede tüm ülkede tanınan biri olmuştu.

Bir gün konferanslarından birinde Clara’yı gördü ve konferansı kısa kesdi. Clara’yı babasıyla tanıştırdı. Clara bir konferansını dinlemek istemişti ve konferansında hayatını anlatmasını istiyordu. Kabul etti ama heyecanlanmamak için Clara’dan bakmamasını istemişti. Konferansa başladığında hayatını değil Clara’ya olan sevgisininde bahsediyordu. Ve Clara’ya evlenme teklif etti. Clara’da bir süre bekledikten sonra evet yanıtını verdi.

Evliliklerinin nasıl olacağını düşünmeye başladılar. Beyrut’ta resmi nikah yoktu bu yüzden Fransa’ya gitmeye karar verdiler ve gerekli evrakları hazırlamak için ayrıldılar. 20 Haziran’da, Paris’te, Horloge Rıhtımı’nda öğlen buluşacaklardı. Bu yerin Horloge Rıhtımı olması nedeni eski bir hikayede iki sevgilinin orada buluşmalarıydı. O gün buluştular ve evlendiler. Sonra Beyrut’a geri döndüler. Döndükten sonra kitabdar malikanesinde büyük bir şölen verildi, mutlu bir yaşam başlıyordu. Ta ki genel af ilanı ile kardeşinin eve dönmesine kadar. Bu olaydan sonra Clara ile İsyan Hafya’ya gitmeye karar verdiler, orada mutlu bir yaşama başladılar ve Clara hamileydi.

Birgün Kahire’den yani ablasından bir telgraf geldi. Babasının hasta olduğu yazmaktaydı ve İsyan derhal Beyrut’a hareket etti, Clara’sız. Babası felç geçirmiş ve birkaç ay sonra vefat etmiştir. Ablası daha sonra Kahire’ye geri dönmüştür. Babasının ölümü ile İsyan rahatsızlanmış ve ruhsal dengesi bozulmaya başlamıştır. Bir tane kız çocuğu olduğu haberi mektupla kendisine gelmişti. İsmini Kitabdar’ın istediği gibi Nadya koymuşlardı. Mektupta birde kızının fotoğrafı vardı. Aynı zamanda İsrail-Arap Savaşı patlak verdiği için Hafya’yada gidememektedir. Kardeşi Salem İsyan’nın bu halinden yararlanarak mirasa konmak istemiş ve İsyan’ı Dr.Dawwab’ın kliniğine göndermişti. Burada zengin ailelerin deliren hastaları yer almaktadır. Her sabah hastalara yüksek dozajda uyuşturucu madde veriliyor ve herkes ruh gibi ortalıklarda dolaşıyordu. Bu yüzden zor ve yavaş konuşuyor, yürüyor ve kitap okuyordu. Bertnard İsyan’ı ziyarete gelmiş onun bu haline çok üzülmüştür. Ayrılırken Bertnard’a sağ iç cebindeki kızının fotoğrafını göstermiş ama Bertnard bunun bir yardım çağrısı olduğunu anlamamıştı. İsyan’ın oradan kurtulup normal yaşama dönmek istediğini anlamamıştı.

Kitabdar yaşamadan iyice sıkılmış ve artık ölmek istiyordu. İş bu haldeyken kararını değiştirecek bir olay gerçekleşti. Kızı Nadya üniversiteye yazılmak için Paris’e gelmişti. Clara, Nadya’dan Bertnard’ı görmesini istemiştir. Bertnard’ın yanına gittiğinde babasının durumunu öğrenmiş ve özellikle fotoğraf hikayesi Nadya’nın çok ilgisini çekmişti. Babasını oradan kurtarma savaşına başlayacaktı. Oda arkadaşı Christine Paris’in en büyük kuyumcularından birinin kızıydı. Nadya, kimlikleri değiştirmeyi teklif etmiş ve Christine kabul etmişti. Christine’nin pasaportundaki resmi çıkarıp Nadya’nın kini taktılar. Artık kimse Nadya’dan şüphelenmeyecekti. Nihayet 1968’de uçakla doğuya hareket etti. Beyrut’a geldiğinin ertesi günü Dr.Dawwab’ın kliniğine gitti. Doktor para düşkünü olduğu için onu hoş karşılamıştı. Nadya ise babasının sorunları olduğunu ve uygun bir yer aradığını söylemişti. Beraber kliniği gezmeye başladılar. Nadya hastaların olduğu odaya geldiğinde Kitabdar kitap okumaktaydı. Bir vesile ile onunla muhabbet etmiş ona bir kitap vermişti. Bu sırada Kitabdar kitabı açtığında yazarın isminin yukarısında “Nadya K.” yazılıydı ve kızı olduğunu anlamıştı. Ama durumu fark ettirmemek için sesini çıkarmıyordu. Nadya gittikten sonra hemen mektubu okumuş ve kendi için savaş verdiğini anlamıştı.

Yaşama bağlılığı artmıştı ve ona yardım etmek istiyordu. Öncelikle ilaçların dozunu azaltmaya başladı. Nadya klinikten sonra Bertnard’ın yanına gidip olanları anlatmıştı. Berdnard babasını oradan çıkarmanın bir faydası olmadığını söylemiş ve Nadya oradan ayrılmıştı. Nadya genç bir adamla tanışımış onunla evlenmiş ve Brezilya’ya gitmişlerdi. Burada hamile kalmıştı. Doğacak çocuğun adını Bakü koycak ve babasını böylece yaşatacaktı. Bu sırada çatışmalar tekrar başlamış, silah sesleri kliniğe kadar gelmekteydi. Dr.Dawwab ve elemanlar orayı terk edip kaçmışlardı. Sabah olunca Kitabdar “gidiyorum” diyerek oradan ayrıldı. Başkente gidiyordu ve vardığında Fransız Büyükelçiliğine gitti. Burada onu Bertnard’ın yanına götürdüler. Bertnard, Clara’dan söz etmek istemiş ama Kitabdar lafını keserek sadece adresini istemişti. Clara’ya mektup yazıp, randevu vermişti. Buluşma zamanını düşünmüş ve 20 Haziran öğle vakti, Horloge rıhtımı yazmıştı. Evet yarın 20 Haziran’dı ve dördüncü gün bitmişti.

Yazar rıhtımın karşısından dürbünle oraya bakıyor, yavaş yavaş köprüye doğru ilerliyor ve ortasında duruyor. Az sonra kır saçlı bir kadın İsyan’a doğru yaklaşıyor ve birbirlerine sarılıyorlar, ağlıyorlar. “El ele mi gidecekler yoksa herbiri kendini yoluna mı?” diye merak ediyor. Ama bu kadarının yeterli olduğunu, uzaklaşması gerektiğini düşünüyor.

Yoldan geçenler var, durmuş onlara bakıyorlar, meraklı, duygulanmış. Ama ben onlara aynı biçimde bakamam; ben yoldan geçen biri değilim ki…

Kitabın Kahramanları, Kişileri :


İSYAN KİTABDAR: Hayatını anlatan kişidir. Yardımsever ve görevinde başarılı olmuş bir direnişçidir. Girişken ve verdiği savaştan dönmeyen bir kişidir.

İFFET: İsyan’ın büyükannesidir. Padişah kızıdır ama babasının ölümünden sonra ruhsal dengesi bozulmuştur.

DR. KİTABDAR:
İsyan’ın babasıdır. İffet’i iyileştirmek için çaba göstermiş vefakar bir insdandır.

NUBAR: Ermeni fen öğretmenidir. Yenilikçi ve Dr. Kitabdar gibi medeni bir insandır.

CECİLE: İsyan Kitabdar’ın annesi ve Nubar’ın kızıdır. Son çocuğu olan Salem’ı doğururken ölmüştür.

İFFET:
Cecile’nin kızı ve İsyan’ın ablasıdır. Annesinin ölümü ile evin yeni hanımı olmuştur. Mısırlı Mahmut’la evlenmiş ve mutlu bir yaşam yaşamıştır.

SALEM: Cecile’nin oğlu ve İsyan’ın kerdeşidir. Annesinin ölümüne sebep olmuştur. Aile yapısından farklı bir yapıya sahiptir ve küçük yaşta kötü alışkanlıklar kazanmıştır.

BERTNARD: İleri ve öncü bir direnişçidir. İsyan’la araları çok iyidir. Savaşını sonuna kadar sürdüren bir insandır. 

CLARA: Bir direnişçi ve İsyan’ın karısıdır. Çok güzel ve çekici bir kızdır. Nadya isimli bir kızı vardır.

MADAM BERROY: İsyan’ın Montpiller’deki kiraladığı evin sahibesidir.

NADYA: İsyan’ın ve Clara’nın kızıdır. Babası gibi girişken ve korkusuz bir kızdır.

DR.DAWWAB: Zengin ailelerin deliren kişilerine bakan ,cimri para göz bir insandır. Kendinden başka kimseyi düşünmemektedir.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGi: Amin Maalouf

1949’da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı; 1976’dan beri Paris’te yaşıyor. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.

Yapıtlarında çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini başarıyla işleyen Maalouf, ilk kitabı Les Croisades vues par les Arabes(1983,Arapların Gözüyle Haçlılar) ile tanındı ve bu kitabın çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986’da yayımlanan ve aynı yıl Fransız-Arap Dostluk Ödülü’nü kazanan ikinci kitabı (ilk romanı) Leon I’Africain (Afrikalı Leo) ise bugün bir “klasik” kabul edilmektedir.

Maalouf’un 1988’de yayımlanan ikinci romanı Samarcande (Semerkant) da coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Maalouf’un sonraki kitapları yine romandı:Les Jardins de lumiere (1991, Işık Bahçeleri) ve Le Premier Siecle apres Beatrice (1992, Beatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl).

17 Nisan 2019 Çarşamba

Eylül (Mehmet Rauf) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Eylül

Kitabın Yazarı : Mehmet Rauf

Kitabın Özeti :

Süreyya ve karısı Suat’ la birlikte babasının evinde oturmaktadır. Ama bu halden memnun değildirler. Babası hem yaşlı, hem dediği dediktir. Onun yüzünden her yaz bir tane taş ocağına benzeyen köye gelirler ve orada sıkıntıdan patlarlar. Suat bu arada başka olaylardan da sıkılmaktadır. Suat’ ın kardeşi Hacer akrabası olan Necip Bey’ le gönül eğlendirmektedir. Hacer evli ve eşi de onun için herşeyini verecek nitelikte bir eştir. Daha sonraları Suat ile Süreyya birlikte mutlu bir şekilde yaşayabilmenin yolunu aramışlar ve bulmuşlardır. Suat Hanım gizlice babasından para isteyip eşi için bir yalı kiralar. Kocası bu duruma çok sevinir.

Necip de hem dostarı hemde akrabaları olarak Suat ve Süreyya’ nın yanına gelir. Süreyya için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir. Süreyya bu alışkanlıklarını sürdürürken Suat da Necip’le birlikte piyano çalmaktadır.

Başbaşa geçen bu uzun yaz tatilinin sonlarında Necip Bey birşeylerin olduğunu, Suat Hanım’a aşık olduğunu anlar. Bu durumdan kurtulmaya çalışsada başarılı olamaz. Sonunda çare olarak onların yanından ayrılmaya karar verir. Giderkende Suat’ın eldivenlerinden bir tanesini izinsiz olarak hatıra olması için alır.

Daha sonraları Necip’in tifoya tutulduğu öğrenilir. Süreyya ve Suat buna çok üzülürler. Tehlike devresi geçince Necip’in yanına giderler. Necip hastalığın etkisiyle sinir yorgunluğu içerisindedir. Hacer Necip’in hastalığı sırasında yanında bulunmuş ve o sıralarda Necip’in kendiden geçmiş olduğu zamanda yastığının altından bir bayan eldiveni bulmuştur. Hep birlikte hasta hakkında konuşurlarken Necip’in annesi eldiveni gösterir. Suat kendi eldivenini görünce şok olur ve olayı anlar fakat kimseye sezdirmez. O sırada Necip’te sapsarı olur utancından ve çaresizliğinden ne yapacağını bilemez.

Necip hastalıktan sonraki iyileşme devresini yalıda geçirilmek üzere mecbur edilir. Halbuki O, onlardan kaçmak için uğraşmaktadır.

Bir yaz sessiz ve olaysız bir şekilde geçmiştir. Eylül gelince Süreyya konağa gider. Bu gidiş beklenen bir gidiş değildir. Suat bu duruma anlam veremez. Daha gitmeden önce kışı bile beraber geçireceklerini söylemiştir. Ama Süreyya birşeyleri sezmiş olup, o yüzden gitmiştir.

Konağa geri dönülür. Necip artık eskisi kadar yalıya gelmemektedir. Hele Hacer’in davranışları , onların her bakışlarından anlam çıkarmaya çalışan tavrı her ikisini de deliye döndürür. Birbirlerini buldukları anda , ister istemez kaybedeceklerdir. Suat kendisinden kalan , Necip’in aldığı eldivenin diğerini de verir. Bunun sebebi ise artık hayatın Suat için yaşamaya değer bir tarafı kalmamasıdır.

O gece konakta yangın çıkar.Herkesi bir telaş ve korku alıp götürür. Canlarını zor kurtarırlar. Ama Suat ortalıklarda yoktur. Süreyya alevlerin içine doğru Suat diye inlemektedir. Ama cesaret edemez. Necip bir haykırışla içeriye fırlar . Her ikiside çöken tavanın altında can verirler.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Suat : Kocası Süreyya ile mutlu bir evlilik sürdürürken Necip Bey’e aşık olur.

Necip : Akrabaları olan Süreyya ve Suat’ın yanına gelip , Suat’a aşık olan bir adamdır.

Süreyya :
Suat’ın kocasıdır. Onun için yelkenle gezmek ve balık tutmak vazgeçilmez bir zevktir.

Hacer : Suat’ın kardeşi ve Necip ile gönül eğlendiren bir kadındır.

Uzun Hikaye (Mustafa Kutlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Uzun Hikaye

Kitabın Yazarı : Mustafa Kutlu

Kitabının Özeti :

Ali hem yetim hem de Bulgar muhaciridir. Dedesi Pelvan Sülüman ile Bulgaristan'dan Türkiye'ye kaçmışlardır. Kendi babasını küçük yaşta kaybeden Ali Türkiye'ye geldikten sonra diğer akrabalarından bir türlü haber alamamıştır.

Pelvan Sülüman İstanbul'a gelince hemşehrileri yardımıyla Eyüp Sultan'da bir ahşap ev bulur. Torunu ile birlikte orada yaşamaya başlar. Bunca sene geçimini hayvancılıkla sağlamış olan Pelvan Sülüman, burada da hayvancılık yapmak ister.

Ahıra bir koyun alır. Zaman geçtikçe koyunların sayısı artar. Dede torun birlikte yaşayıp giderler. Ali de orta okulu bitirmiştir.

Her şey yolunda giderken Pelvan Sülüman'ın vefat etmesi üzerine Ali artık tamamen yalnız kalır. Evdeki bütün hayvanları satar ve bir daha o eve girmez.

Askerliğini bitirir. Avukat yardımcılığı, katiplik gibi mesleklerde çalışır. Yalnız daktilosunu yanından ayırmaz. Hep bir şeyler yazar.

Münire ise Ali'nin sevdiği kızdır. Sarı saçlı ve mavi gözleri onun güzelliğini tamamlayan özellikleridir.

Münire ile Ali Eyüp'ten tanışırlar. Münire'nin ailesinin Eyüp'te bir sineması vardır. Münire'nin ağabeyleri Eyüp'ün belalılarından oldukları için Münire'yi sıkı bir yönetim altında tutarlar.

Münire ile Ali bu ağabeylere karşı birbirlerini severler. Günün birinde ağabeyleri Münire'yi zengin bir adamın oğluyla evlendirmeyi ister. Münire buna karşı çıksa da işe yaramaz. Dayak üstüne dayak yer. Her yeri morluklar içinde kalır.

Bu olayları duyan Ali çok sinirlenir. Herkes sinemada tıklım tıklım film izlerken perdeler tutuşarak yanmaya başlar. Ali sinemayı yakmıştır. Daha sonra Münire ile kaçmışlardır. Ali'nin bu yaptıkları Eyüp'te efsaneleşmiş herkesin dilinde "sinemayı yakıp Münire'yi kaçıran Bulgaryalı Ali'nin efsanesi" dolaşır olmuş.

Bu yaşananlardan sonra ağabeyleri durur mu? İkisinin peşine düşmüşler. Münire ile Ali izlerini bulamamaları için bir yere bağlı olarak yaşayamamışlar. O kasaba bu köy derken günler birbirini kovalamış. Bu yüzden Ali doğru düzgün bir işe girememiş. Bir erkek çocukları olmuş ve o da yollarda büyümüştür.

İkili bir vagon evde geçimini sürdürmeye başladı. Çocukları beş yaşlarındaydı. Ali ise bir kasabada orta okul kâtipliği yapmaya başladı. Çalıştığı yerde yabani otlar içinde kalan bir bahçe vardı. Bu bahçe Ali'nin çok dikkatini çekti. Bahçeye çeki düzen vermek için müdürle konuştu. Müdür ilk başta pek olumlu bakmasa da kabul etti. Ali ve orada çalışan yardımcılar bahçeye güzelce meyveler ektiler. Gün geçtikçe müdür bu olanlardan böbürlenip herkese bahçeyi kendisinin yaptığını söylemeye başladı. Meyvelerden de kimseye vermez oldu.

Ali, haksızlığı kaldıramazdı. En nefret ettiği şey buydu. Müdürün karşına geçip meyveleri herkese eşit olarak dağıtması gerektiğini söyledi. Eşit kelimesini duyan müdür Ali'ye sosyalist misin sen yoksa tarzında bir soru yöneltti.

Aslında Ali sosyalist olmasa bile o sinirle evet sosyalistim dedi. Müdüre diklenen Ali kısa bir süre sonra işten çıkartıldı. Bu olaydan sonra lakabı sosyalist Ali olarak kaldı.

Müdürün yaptıklarını kendine yediremeyen Ali gece yarısı bahçede ekili olan bütün ürünleri toplayıp kaçtı.

Artık burada barınamazlardı. Ailesi ile birlikte kasabayı terk etmek zorunda kaldı. Çocuğu ve karısıyla bir trenin yolunu buldu. Karısı Münire hamileydi. Ali trende istasyon şefi ile ahbap oldu. Bir vagondan evde kalmaları için müsaade etti. Burada günler güzel geçmeye başladı. Ancak hayat bu... Hep güzel gidecek sanılır. Ne yazık ki sonu güzel bitmedi. Münire bir gece ansızın fenalaştı. Evin ağır işlerinden dolayı olacak ki bedeni buna dayanamamıştı.

Ali ile Münire'yi şehre gönderdiler. Oğlu ise bir komsuda annesi ve babasının gelmesini bekliyordu. Günler sonra Ali geldi. Eve tek gelmişti ve ağlıyordu. Münire hayata gözlerini yummuştu.

Günler geçti. Ali'nin oğlu on altı yaşındaydı. Liseye gidiyordu. Ali o dönemler Sarıkaya otelinde dava vekilliği yapıyordu. Emin Sarıkaya ise otelin sahibiydi. Gençliğinde parasının birçoğunu boş yerlerde harcamış olan Emin Efendi'nin şimdilerde evinde pek bir şeyi kalmamıştı. Ama yine de hatırı sayılır bir adamdı.

Baba-oğul bu göçebe hayatlarında her gittikleri yerde ev bulmakta zorluk çektikleri için Emin Efendi'nin yardımıyla Çerçi Abdullah adında bir işportacının evini tuttular.

Çerçi Abdullah'ın Celal adında bir oğlu vardı. Celal'de kas erimesi hastalığı vardı. Yoksulluktan dolayı bir çare bulunamamıştı. Ali'nin oğlu ile hemen arkadaş oldular. Celal bir pencere kenarında oturuyor, boncuk dizip bileklik yapıyordu. İşportacı babası ise bu bileklikleri satıyordu.

Celal ile Ali'nin oğlu aynı kıza aşık oldular. Sanat okulundan savcının kızı Ayla. Okulun en güzel kızlarından birisi. Celal, Ayla'yi görünce uzun süre boncuk takamaz yapacağı işi şaşırırdı. Cemal bir gün Ali'ye yaptığı bileziklerden birisini verip Ayla'ya götürmesini istedi. Celal'in çok az bir sürelik ömrü kalmıştı. Ayla anlayışlı bir kız olduğundan bileziği kabul etti. Ali'nin oğlu ise hem yaptığı işten dolayı mutlu oluyor hem de üzülüyordu.

Çerçi Abdullah, Ali ve Emin Efendi işportacı Çerçi'ye yardım etmek için el ele verdiler. Ona kışın rahat etmesi için el emeğiyle dükkan açacaklardı. Bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Derken çarşı ağası İskender Zapuroğlu zavallı Çerçi'ye aklını taktı. Bu işin olmaması için elinden geleni ardına koymadı. Emin Efendi bu toprağın kendisine ait olduğunu söylese de dinletemedi. Ama esas Zapuroğlu'na direnen kişi Ali'ydi. Çünkü Ali haksızlığa gelemiyordu.

Zapuroğlu Ali'ye takmıştı. Onu rahat bırakmadı. Ali artık gitmeleri gerektiğini anlamıştı. Oysa Ali'nin oğlu ilk aşkı Ayla'yı nasıl bırakıp gideceğini bilmiyordu.

Ali'nin oğlu Mustafa artık liseyi bitirmiş genç bir delikanlı olmuştu. Üniversite sınavına iki kez girmiş ve kazanamamıştı. Büyüdükçe babasına benzetilmekten gurur duyuyordu.

Yeni gittikleri yerde Ali bir kitabevi satın aldı. Buraya yeni kitap türleri getirmek istiyordu. Amacı bir kültür ocağı oluşturmaktı. Zamanla dükkandaki bütün işleri hallettiler. Dükkanın adını küçük kitapçı koydular. Tabelayı yapmak için Turan isminde bir genç geldi. Turan, Osman adında bir ressamın yanında çıraklık yapmış ustası ölünce de dükkanın başına geçmişti.

Mustafa ile dost oldular. Turan, kasabadaki kuaför Mualla'nın kızı Suna'ya aşık olmuştu. Onun için her türlü romantikliği yapmış olmasına rağmen Suna onu sevmemişti. Suna oyuncu olmak, şöhrete kavuşmak istiyordu. Bir gün ansızın kaçtı. Suna'nın kaçması Turan'ın içinde yara açtı. Etkisinden uzun süre kurtulamadı.

Ali ile Mustafa'nın açtıkları kitabevi artık sinek avlar duruma gelmişti. Kimse kitap almıyordu. Kasaba okuyan bir toplum değildi. Ali bir gazetede yazmaya başladı. Yazdığı siyasi görüşleri yüzünden ihbar edildi. Küçücük kasabanın hapishanesine mahkûm edildi. Mustafa ise kimsenin uğramadığı bu kitabevinde yalnız kalmıştı.

Bir gün Selma Hanım ve yanında başörtülü bir kız kitabevine girdi. Kızın ismi Feride idi. Mustafa bu gizemli kızdan çok etkilendi. Feride dükkana tek başına gelmeye başladı. Mustafa ise ona ithafen Çalıkuşu romanını okuması için verdi. Kitabın arasına onsuz yapamadığını yazdı. Feride ise kısa bir süre sonra notuna olumlu bir cevap vermişti. Böylece aralarında bir ilişki başlamış oldu.

Bir gün Feride ile Selma Hanım yolda yürürken kasabanın sarhoşu Selami peşlerine takılmıştı. İki kadın zorla kendilerini kitabevine attılar. Selami cebinden silahını çıkardı ve Mustafa'yı tehdit etmeye başladı. Olaylar büyümeden polis geldi. Selami'yi götürdüler.

Bu olayların üstüne Mustafa ve Feride sokağa çıkamaz hale geldiler. Bu yaşananlar Mustafa'yı cesaretlendirdi. Babasının annesini kaçırdığı gibi o da Feride'yi kaçıracaktı. Ama Feride Mustafa ile kaçmayı kabul etmedi. Mustafa'yı çok sevdiğini ama kocaya kaçan kız olmak istemediğini söyledi.

Bunun üzerine Mustafa babasını ziyarete gitti. Bütün olanları anlattı. Artık bu kasabada durmak istemediğini söyledi. Ali, kendisinin gençliğinde yaptığı cesareti oğlunun da göze aldığına şaşırdı. Gülerek "demek kaçıracaktın he" dedi.

Mustafa'ya bir tanıdığının adresini verip burada ona is vereceklerini söyledi. Oğluyla vedalaştı. Ona daktilosunu verdi. Her zaman daktiloyla yazmasını istedi. Sözlerine, bu alete yazdığında ben konuşuyorum demektir diye ilave etti. Mustafa tren ile İstanbul’a gitmek için harekete geçti.

Babasının ona verdiği daktiloyla ne yazacağını bilmiyordu. Yazsam da neye yarar düşüncesindeydi. Düşündü ve kendi hayat hikayesini yazmaya karar verdi. Gittiği bu yerde de hangi işe girerse girsin başarabileceğinden yüreği emindi.

Uzun Hikâye: Topluma uymayıp, düzene baş kaldırışlığın getirdiği bir göç öyküsüdür. Yazar, hem yaşam koşullarının ağırlığını anlatmış hem de Ali karakteri ile okuyucuya cesareti tanıtmıştır.

Ali, topluma uymayan ve herkes gibi haksızlığa göz yummayan bir adam olduğundan dolayı gittiği hiçbir yerde barınamıyordu. Bu yüzden hayatı göçebe olarak geçti. Ama bundan asla mutsuz olmadı. Çünkü o herkes gibi değildi. Herkes gibi olmaması ona verilmiş en büyük ödüldü belki de.


Kitap ve Yazarı Hakkında Bilgi :

Mustafa Kutlu ,1945 yılında Erzincan'da doğdu. Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde Edebiyat bölümünden mezun oldu. Edebiyat öğretmeni olan Mustafa Kutlu hikayeleri ve denemeleriyle tanınmıştır. Aynı zamanda yazarın incelemeleri ve senaryoları da bulunmaktadır.

Mustafa Kutlu Uzun Hikaye isimli eserini 2000 yılında yazmıştır. Kurgusu dram olan bu hikaye 2012 yılında Osman Sınav yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarılmıştır.

Başrollerinde Ali karakterini Kenan İmirzalıoğlu, Münire karakterini ise Tuğçe Kazaz canlandırmıştır. Uzun Hikâye adlı sinema filmi çoğu izleyici tarafından beğenilmiş ve ün kazanmıştır.

Uzun Hikaye (Mustafa Kutlu) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1 için tıklayınız...

Uzun Hikaye (Mustafa Kutlu) Kitap Yazılı Test Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 2 için tıklayınız...

Uzun Hikaye (Mustafa Kutlu) Kitap Yazılı Test Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1



1. Metnin başkahramanı da olan çocuk saçlarını nasıl tasvir etmiştir?

A) Uzun ve seyrek          B) Kirpi gibi dik duruyor
C) Siyah ve sık                 D) Kumral ve kısa

2. ‘’Ne zaman annem aklıma düşse o ……………. hatırlıyorum.’’Hikayeye göre noktalı yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?

A) Çocukluğumu           B) İstanbul’u
C) Vagondan evi            D) Tren yolculuğunu

3. Çocuk makasçının kızının konuşamamasının nedenini aşağıdakilerden hangisine bağlamaktadır?

A) Küçükken babasından yediği tekme ve tokatlara
B) Kalıtsal bir özellik olduğunu düşünmektedir
C) Küçükken geçirdiği talihsiz bir kazaya
D) Çevresinde konuşacak kimsenin olmamasına


4. Vagondan evde yaşadıkları dönemlerde babasının işten eve dönüşlerinde, hiç unutmadan çocuğa alıp getirdiği şey aşağıdakilerden hangisidir?

A) Elma           B) Kitap
C) Şeker          D) Balon

5. Ali Bey’in dedesinin adı hangi seçenekte doğru olarak belirtilmiştir?

A) Pehlivan Selim         B) Hattat Remzi
B) Halis Ağa                   D) Pelvan Sülüman

6. Ali Bey’in dedesinin öldüğü durum ve yer aşağıdakilerden hangisidir?

A) Trenle yolculuk yaparken
B) Bahçenin çitlerini tamir ederken
C) Bahçedeki tavuklara yem verirken
D) Cami şadırvanında abdest alırken

7. Aşağıdakilerden hangisi çocuğun babası Ali Bey’in yaptığı mesleklerden biri değildir
?

A) Kasaplık               B) Katiplik
C) Puantörlük          D) Muhasebe yardımcılığı

8. Çocuğun annesinin adı hangi seçenekte doğru olarak verilmiştir?

A) Munise         B) Münire
C) Saime           D) Sabire

9. Aşağıdakilerden hangisi hikayedeki çocukla ilgili (hikayenin başkahramanı) doğru bir bilgi değildir?

A) Bir zamanlar vagondan evde yaşamışlar
B) Küçük yaşta annesini kaybetmiştir
C) Kardeşleri içerisinde en küçüğüdür
D) On altı yaşında cılız ve hırslı bir çocuktur

10. Hikayede adı geçen ‘’Üçgen Erdoğan’’ ın yaptığı meslek hangisinde doğru olarak verilmiştir?


A) Çaycı çırağı               B) Kasap çırağı
C) Motorcu çırağı         D) Kaportacı Çırağı

11. On üç, on dört yaşlarında amansız bir hastalığa yakalanmış. Kas erimesi var çocukta. O yılların şartları, yoksulluk çaresizlik içinde devasını bulamamışlar. Oğlan gözlerinin önünde eriyip gidiyormuş. Biz tanıştığımızda artık yürüyemez hale gelmişti. Okumaya meraklı, içedönük, duygulu bir çocuk.’’

Hikayede kendisinden bu şekilde bahsedilen kişi kimdir?


A) Celal        B) Cemal
C) Celil         D) Cafer

12. Çocuk, çok merak ettiği için gizlice aldığı ve babasına ait birçok yazının ve özel bilginin yer aldığı özel dosyayı nerede saklamıştır?

A) Kümesin içinde
B) Elma ağacının dalında
C) Tezgahın altında
D) Bahçe duvarının köşesinde

13. Çerh bozuldu dünya ıslah olmuyor
Fukara ehlinin yüzü gülmüyor
Ruhsati de ne dediğin bilmiyor
Yazı belli değil hat belli değil

Hikayedeki çocuk yukarıdaki şiiri nerede görüp okumuştur?


A) Arkadaşının kitabında
B) Babasının dosyasında görmüştür.
C) Okul kütüphanesinde
D) Kahvenin duvarında

14. Babayla çocuğun yerleştikten sonra bir kitabevi açtıkları yerin adı hangi seçenekte doğru verilmiştir?

A) Yeşil belde
B) Korucular köyü
C) Hanyeri kasabası
D) Yukarı Çavuldur köyü

15. Çocukla babası, açtıkları kitabevine aşağıdaki isimlerden hangisini vermişlerdir?


A) Küçük Kitapçı             B) Umut Kitap
C) Güneş Kitabevi          D) Uğur Kitapçılık

16. Aşağıdakilerden hangisi hikayede adı geçen ‘’ Kara Turan’’ ile ilgili doğru bir bilgi değildir?

A) Annesi kömür işinde çalışmıştır.
B) Küçük yaşta babası terk etmiştir.
C) Tabelacı Osman’ın çırağı olmuştur.
D) Kasabanın en zengin adamıdır.

17. Çocuğun babası Ali Bey’in hapse düşmesine neden olan olay hangi seçenekte doğru olarak verilmiştir?

A) Kitabevi açtığı için
B) Gazetede yazdığı yazılar nedeniyle
C) Girdiği bir kavga yüzünden
D) Borçlarını ödeyemediği için

18. Çocuğun Sevim Hanım’la dükkanına ilk defa gelen Feride’ye raftan indirerek verdiği ve ‘’Bu benim hediyem olsun.’’ dediği kitabın adı hangi seçenekte doğru belirtilmiştir?


A) Sol Ayağım
B) Yer Altında Bir Şehir
C) Çalıkuşu
D) Fareler ve İnsanlar

19. Ceza evinde kendisini ziyaret ederek kasabadan ayrılmak istediğini belirten oğluna Ali Bey kendisini hatırlaması için ne vermiştir?


A) Mızıkasını
B) Bir roman
C) Dedesinden kalma madalya
D) Daktilosunu

20. Babasıyla da görüştükten sonra kasabadan ayrılma kararı alan çocuk hangi şehre gitmek için yola çıkmıştır?

A) İstanbul        B) İzmir
C) Bursa            D) Ankara

CEVAP ANAHTARI


  1B       2C      3A      4C      5D      6D      7A      8B       9C    10D
11A    12B    13B    14C    15A    16D    17B    18C    19D    20A

Başka Uzun Hikaye (Mustafa Kutlu) Kitap Yazılı Test Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Toprak Ana (Cengiz Aytmatov) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler

Kitabın Adı : Toprak Ana

Kitabın Yazarı : Cengiz AYTMATOV

Kitabın Konusu :


Roman, İkinci Dünya Savaşı (1939 – 1945) sırasında savaşta üç oğlunu, kocasını ve gelinini kaybeden bir kadının toprakla yaptığı söyleşiyi anlatıyor.

Kitabın Özeti :

Tolunay genç bir köylü kızıdır ve Savankul'a aşık olur ve evlenirler.Tek idealleri vardır. O da kendi topraklarını sürebilecekleri kendilerine yetecek bir tarladır.

Evliliğin ardından Tolunay üç erkek çocuk doğurur. Bu çocuklar zamanla büyürler ve bu sırada Savankul köye ilk traktörü getirir. Artık toprak daha kolay işlenmektedir. 

Çocuklar büyüdüklerinde en büyükleri olan Kasım babası gibi biçerdövercilik yapmaya başlar. Muslubeg çiftliğin komsomolunda sekreter olarak çalışıyordu. En küçükleri olan Caynak şehirde okuyor, öğretmen olmaya çalışıyordu.

Kasım Aliman isminde güzel bir kızla evlenmişti. Hala traktörle çalışıyordu. Tolunay bu halinden çok mutluydu. Bundan ddaha mutlu olamayacağını düşünüyordu. Günler bu şekilde gecerken bir gün savaşın patlak verdiği haberi öğrenilir. Tüm köylerden orduya insanlar çağırılıyordur ve Kasım'da askere çağırılır. Onun ardından Savankul ve Muslubeg'de askere giderler. Evde sadece Tolunay, Aliman ve Caynak kalmıştır. Artık tüm köylüler cephedeki askerler için çalışıyorlardır.

Savaş sürerken Caynak da evdekilerden habersiz askere gider. Savaşın sebep olduğu açlık ve sefalete köylüler zor dayanmaktadır. Bir gün Savankul ve Kasım'ın cephede şehit oldukları haberi gelir. İki kadında bu haberle yıkılırlar. Bir süre sonra Caynak'ın da savaşta kaybolduğu haberi gelir.Yeni hayatlarında artık birer dul kadındırlar. Tolunay gelini için üzülmektedir. Kocasını kaybeden Aliman kendisini çok yalnız hisseder. Bu arada köylerine bir çoban gelmiştir ve Aliman'la bu çoban arasında bir ilişki yaşanır. Aliman hamile kalır.

Herşeye rağmen Tolunay gelinine sahip çıkar. Aliman'ın karnının şişmesini görmemezlikten gelir. Aliman bu halinden çok utanmaktadır. Bir gece Aliman'ın yatağından kalktığını gören Tolunay, Aliman'nın doğum yaptığını görür. Doğumda zorlanan Aliman'ı kasabaya götürmeye çalışırken çocuk doğar ama Aliman ölür.

Kitabın Kahramanları, Kişiler :

TOLUNAY: Kitabın ana kahramanıdır. Gençliğinde çok güzel ve çalışkan bir kadınmış.

SAVANKUL:
Kara bıyıklı esmer bir yiğit. Azimli ve çalışkan.

KASIM: Babasın benziyor. Karısını seven iyi bir evlat.

MUSLUBEG: Ağabeyi gibi o da babasına benziyor. Müzikten hoşlanan bir insan.

CAYNAK: Daha çok annesine benziyor.

ALİMAN: Genç, esmer bir dağ kızı.

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...