24 Nisan 2019 Çarşamba

Aya Yolculuk (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Ay'a Yolculuk

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitabın Konusu :

Ay'a Yolculuk, uzayın gizemine ilgi duyan insanın, bu sonsuzluğa yönelişinin coşkusunu anlatan ilk roman özelliğini taşımaktadır.

İnsanoğlunun Ay'ın yüzeyine ayak basmasından 104 yıl önce yazılan bu roman, edebiyatta bilimkurgu türünün öncüsü Jules Verne'in (1828-1905) en ünlü eserleri arasında yer almaktadır.

1865 yılında kaleme alınan romanda, Amerikan İç Savaşı sonrasında emekli askerlerin toplandığı "Silah Kulübü" üyelerinin, yeniden gündeme gelme ve silah çalışmalarını canlı tutma çabaları sonucu ortaya atılan, yaşama geçirilmesi güç, "düş" denilebilecek "Ay'a mermi gönderme" projesi ile başlayan olaylar anlatılıyor.

Kitabın Özeti :


Ay'a Yolculuk, yirmi sekiz bölümden oluşuyor. Büyük bir insan topluluğunun Ay'a gönderilecek olan bir mermi için yaptıkları hazırlıkları ve yaşadıkları heyecanı konu alıyor.

I. BÖLÜM

ABD'de İç Savaş zamanında kurulan Topçu Kulübü'nün üyeleri savaş sona erince yapacak bir şeyler ararlar. Bunun sonucunda kulüp başkanı tüm üyeleri önemli bir toplantı yapmak için bir araya toplar.

II. BÖLÜM

Başkan, üyelere Ay'ı fethetme fikrini sununca tüm üyeler bu fikri coşkuyla karşılarlar.
III. BÖLÜM

Topçu Kulübü'nün Ay'a mermi yollama fikrine diğer insanlar da büyük ilgi gösterir.

IV. BÖLÜM

Topçu Kulübü üyeleri öncelikle Cambridge Gözlemevi'ne başvurarak gerekli bilgileri edinirler.

V. BÖLÜM

Ellerindeki bilgileri değerlendirirler.

VI. BÖLÜM

Ay artık bütün toplumun ilgi odağı olur. Her yerde Ay ile ilgili bilgiler yer almaya başlar.

VII. BÖLÜM

Başkan küçük bir kurul oluşturur, bu kurul bir toplantı yaparak merminin hangi özelliklere sahip olması gerektiğine karar verir.

VIII. BÖLÜM

Kurul yeniden bir toplantı yaparak topun hangi özelliklere sahip olması gerektiğine karar verir.

IX. BÖLÜM

Kurul son bir toplantı yaparak barutun cinsine ve miktarına karar verir. Böylece geriye sadece uygulama kısmı kalır.

X. BÖLÜM

Topçu Kulübü'nün girişimi tek bir kişi dışında herkes tarafından desteklenmektedir. Bu kişi de kulübün başkanı Barbicane'yle sürekli rekabet halinde olan Yüzbaşı Nicholl'den başkası değildir.

XI. BÖLÜM

Topçu Kulübü üyeleri deneyin gerçekleştirileceği alanı seçmek için bir araya gelirler ve deney için en uygun yerin Florida olduğuna karar verirler.

XII. BÖLÜM

Bir yandan da deney için gerekli paranın sağlanması amacıyla bağış toplarlar.

XIII. BÖLÜM

Başkan gerekli anlaşmaları yaptıktan sonra birkaç kişiyle birlikte Florida'ya gider. Orada keşif yaparak en uygun yerin Taş Tepesi olduğuna karar verirler.

XIV. BÖLÜM

Kısa süre içinde Taş Tepesi'nde çalışmalar başlar ve bazı aksilikler çıksa da planlanan zamandan önce kazma işlerini tamamlarlar.

XV. BÖLÜM

Çalışmalar hızla devam eder ve döküm işi de sona erer.

XVI. BÖLÜM

Tüm bunlar olurken insanlar merakla Florida'ya akın eder, böylece Topçu Kulübü gerekli parayı toplamaya devam eder.

XVII. BÖLÜM

Beklenen güne çok az bir zaman kala başkan Barbicane'nin eline bir telgraf ulaşır. Bu telgraf Michel Ardan isimli birinin merminin içinde Ay'a gideceğini, bunun için merminin konik yapılmasını istediğini belirtmektedir.

XVIII. BÖLÜM

Michel Ardan isimli Fransız, bu talebiyle tüm ilgiyi üzerinde toplar. Kısa süre sonra da Florida'ya ulaşarak Barbicane ile görüşür.

XIX. BÖLÜM

Michel Ardan oradaki kalabalığa heyecan verici bir konuşma yapar ve büyük bir destek görür.

XX. BÖLÜM

Ama ona karşı çıkan biri vardır, bu kişi sadece ona değil bu deneye yani aslında Barbicane'ye karşı çıkmaktadır. Sonunda bu kişi Barbicane ile konuşur. Barbicane onun Yüzbaşı Nicholl olduğunu anlayınca ona ertesi gün ormanda buluşup düello yapmayı teklif eder.

XXI. BÖLÜM

J. T. Maston, Barbicane ile Nicholl'ün yapacakları düello sonucunda deneyin yarım kalacağını bildiği için Michel Ardan ile birlikte onları bulmaya çıkar. Önce Nicholl'ü sonra ise Barbicane'yi bulurlar. Michel Ardan onların arasındaki rekabeti sonlandırmak için kendisiyle birlikte Ay'a gelmelerini teklif eder. İkisi de bu teklifi kabul eder.

XXII. BÖLÜM

Bu olayın ardından bir gün mermi atışı denemesi yaparlar.

XXIII. BÖLÜM

Ay'a gidecek olan mermi hazırlanınca Taş Tepesi'ne getirirler. Diğer hazırlıkları da tamamlarlar. J. T. Maston sekiz gün boyunca merminin içinde kalır, böylece kurulan hava sisteminin de sorunsuz olduğu kanısına varırlar.

XXIV. BÖLÜM

Bir yandan da hazırlanan dev teleskobu büyük zorluklarla Kayalık Dağları'na çıkarırlar.

XXV. BÖLÜM

Türlü zorluklarla barutları Taş Tepesi'ne çıkarırlar ve topa yerleştirirler. Merminin içindeki tüm hazırlıkları da tamamlayarak mermiyi de yerleştirirler.

XXVI. BÖLÜM

Nihayet herkesin heyecanla beklediği vakit gelir. Üç yolcu mermiye yerleşir. Son hazırlıkları tamamlarlar, herkes son saniyeleri sayar ve görevli Murchison düğmeye basar. Daha önce duyulmamış bir ses ve görülmemiş bir görüntü ortaya çıkar.
XXVII. BÖLÜM

Merminin fırlatılması büyük bir çevrede çeşitli ve şiddetli zararlara sebep olur. Hava değişir, mermiyi gözlemlemek imkansız olur.

XXVIII. BÖLÜM

Nihayet uzun bir bekleyişten sonra merminin hedefine ulaşamadığını, ayın çekimine kapılarak sürekli ayın etrafında döndüğünü görürler. Bu haber tüm dünyaya yayılır. Herkes merminin içindeki üç kişi için üzülür. J. T. Maston ise arkadaşlarına güvenerek onlardan haber alacağı günü bekler.

Günler geçtikçe yolculuklarının hedefine yaklaşıyorlardı. Ancak yönlerini bir gök taşının çarpmasıyla değiştirmek zorunda kaldılar. Dünyaya doğru dönüp bir denize zorunlu iniş yaptılar. Bir gemi tarafından bulunup denizden çıkartıldılar.

19 Nisan 2019 Cuma

Bir Çöküşün Öyküsü (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bir Çöküşün Öyküsü

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitabın Konusu : 

Kitapta, yalnızlık psikolojisi ve etkilerinin doğurduğu bir olay sonucu gelişen intihar ve öncesinde yaşadığı durumlardan dolayı depresif haller içinde olan karakterlerden birinin hayatı işlemiştir. 

Bir Çöküşün Öyküsü, son derece akıcı ve bir okuyuşta bitirilebilecek bir eser. Kitabı okurken çoğu zaman kendinizi öyküdeki karakterin yerine koyup, sanki kendi sonunuzu okuyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Kalabalıklar arasında yalnız kalmanın tasavvurunu çok derinden hissedecek ve anlayacaksınız. 

Kitabın Özeti : 

Madam Prie, bir zamanlar Paris prensesi olarak yaşamını geçirmiş, şatolarda eğlencelerin ve güzelliğin emsali olmuş bir bayandır. En iyi yerlerde gezer, en iyi alışverişleri yapar, en iyi giyinir ve şüphesiz en iyi baloları Paris gecelerinde veren kişide kendisidir. Hayatı boyunca birçok kez insanları küçümsemiş, kimseden emir almamış, kendini hayatta tutan şeyin insanlara hükmetmek ve önünde eğilişlerini görmek olduğunu öne süren Prenses Prie, bu bol huzurlu ve şatafatlı saltanatının biteceğini tahmin etmemektedir.

Her şey rüya gibi devam ederken bir köye gönderilmesi onun için ilk zamanlar bir ödül gibi görünse de, sonraları bir ceza olacak ve hayatının en kötü dönemine adım atacaktır. Öykü, Prenses Prie’nin Normandiya’ya sürgün edilmesi ile başlar. Uzun bir yolculuktan sonra kendini burada mutlu hissetmeye başlar. İlk iki gün tarlalarda bir çocuk gibi koşar. Bedenine ağır gelen kilolarca kıyafetlerden kurtularak hafifler. Buranın havası, toprağı, yemeği her şey lezzetli gelir ona. Ama bir hafta sonra Paris gecelerini, danslarını, eğlencelerini, erkeklerin ona hayranlıkla olan bakışlarını özlemeye başlar. Buradan çok sıkılır ve mektup yazıp Paris’ e yollar. Kraldan gelen mektup karşısında yıkılır. Kral devletin parasını çok fazla harcayıp, zaruri şeylere yatırım yaptığı için onu sürgün etmiştir. Akıbeti hakkında detaylı bilgiyi ve saraya ne zaman döneceğini iki yıl içinde düşünüp karar vereceğini söyler. Prie, için bu bir sürgün değil, ölümdür.

Bu sürede iktidarı yerle bir olacak. Leş kargaları koltuğuna oturup onun gidişini kutlayacaktır. Bunalımlı zamanlarına adım atan Prie, dua etmesi için köydeki papazı yanına çağırtır. Papazın yanında utangaç bir yeğeni vardır ve onu da papaz olarak yetiştirmek istiyordur. Prie bu utangaç çocuğu görür görmez içindeki vahşi emretme ve otorite kurma duygusu yeniden güçlenir. Ona hükmetmek ve kendisine itaat etmesini ister. Bu belki de şu sıralar onu kendine getirecek tek şeydir. Papaza çocuğun bütün eğitim masraflarını kendisinin karşılayacağını ve Paris’ e yazı yazıp orada tahsilini tamamlaması için yardım edeceğini söyler. Papaz ve yeğeni çok minnettar kalır. Bu süreden sonra bu utangaç köylü çocuk Prie’ nin adeta bir köpeği olur. Böyle bir süre köylü çocuk onun her dediğine uysa da zamanla ona itaat etmez ve söylediği şeylere karşı çıkar. Birgün yine Prie onun kendisine itaat etmesini buyurur ve buna itiraz eden köylü çocukla kavga etmeye başlar. Papazın yeğeni Prensesi yumruklar, döver ve oradan ayrılır. Prie kendini hiçbir zaman böyle çaresiz hissetmemiştir. Burada yavaş yavaş çürüyordur. Eski iktidarını hiçbir zaman kazanamayacağını anlar. Bir köylü çocuğuna bile sözü geçmiyordur. Bu hayata böyle devam edemeyeceğini ve kralın onu affetmeyeceğini anlar. Günlerce odasından çıkmaz ve düşünür. İntihar edecektir. Bu hayat ona ölümden daha kötü gelmeye başlar. Ancak bir prensesin ölümü aslında intiharı bu kadar kolay olamaz diye düşünür. Paris’ e haber yollar ve köydeki şatoda büyük görkemli bir balo düzenleyeceğini söyler. Herkesi davet eder ve büyük bir tiyatro gösterisi hazırlar. Başrolde kendisi oynar ve oyunun sonunda bu karakter kendini bıçakla öldürür. Uzun bir uğraştan sonra balo hazırlanır ve ülkenin her yerinden asiller gelmeye başlar. Üç gün boyunca mükemmel bir balo düzenlenir. Prie’ nin amacı bu baloda insanlara öleceği tarihi söyleyecek, insanlar onun bir kehanette bulunduğunu düşünecek ve onun ölümü yıllarca tüm Paris’ te yankılanacak ve ismi istediği itibara kavuşacak. Baloda sürekli ölümünden bahseder ve 7 Ekim ‘ de öleceğini söyler. İnsanlar pek aldırış etmez ve bir şaka olduğunu düşünür. Tiyatro oyunu bitince insanlar onu çok güzel bir intihar sahnesi oynadığı için tebrik eder. Günler sonra ölecek olan Prie bunlara umursamaz bir gülümseyişle karşılık verir.

7 Ekim’ i beklemek, öleceği günü beklemek ona çok zor gelir. Son gecesinde papazın yeğenini şatoya çağırtır. Onunla son gece birlikte olur. 7 Ekim sabahı ondan bir gün daha yanında kalmasını ister. Bunun karşılığında bütün servetini ona verip belki de ölümden vazgeçecektir. Gözünü para hırsı bürüyen köylü genç bir an önce Paris’ e gitmek ister. Prie bunun karşılığında ona değerli taşlarla ve takılarla dolu bir kutu servet verir ve onu Paris’ te bir manastıra bırakmasını ister. İçine de papaza ona bol bol dua etmesini isteyen bir kart koyar.

Prie en güzel kıyafetlerini giyer, en güzel kokularını sürünür. Zehir dolu kutuyu açıp hepsini yer. Anında etkisini gösteren zehir ona korkunç bir ölüm yaşatır. Can çekişirken tutunduğu perdenin iplik parçaları tırnaklarının arasına dolar. Ağzı ve çenesi yamulur. Uşaklar gelip ölüm haberini Paris’ e ilettiğinde ise her şey çok farklı olur. O gün kentte bir hokkabaz’ ın gösterisi vardır ve bu haber onlara ulaştığında biraz şaşırıp tekrar gösterilerini izlemeye devam ederler. Prie’ nin tahmin ettiği gibi yıllarca konuşulup, onun ölüm tarihini bilen bir kahin olduğunu kimse düşünmez. İktidar aşkı onun hem ölümü hem de bir çöküşü olur.

Amok Koşucusu (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Amok Koşucusu

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitabın Konusu : 

Stefan Zweig’in Amok Koşucusu adlı kitabı altı kısa hikayelerden oluşuyor. Bütün hikayelerinde çökmüş hayatları, bunalımlı insanların ruh halini anlatıyor. Yok etme arzusundan yol olma arzusuna savrulan hayatları konu alıyor. Amok Koşucusu ile kişilik çözümlerine, umulmadık sonlara, trajik olaylara alışacaksınız. 

Kitabın Özeti : 

İlk hikaye olan Bir Çöküşün Öyküsü'nde Paris prensesinin saplantılı iktidarının saraydan uzağa sürgün edilmesiyle birlikte çöküşünü anlatıyor. Prenses Prie devletin parasını çarçur edip halkı telaşlandırdığı için kral tarafından sürgün edilir. Prie saray şatafatına, iltifatlara alışan bir prenses olduğu için bu sürgün ona çok ağır gelir. Soyluluğunun günden güne azalması, erkeklerin onu artık arzulamaması onun gücünü yitirir. Aynı güce tekrar sahip olmak için köylüleri, insanları, aşağılamaya devam eder. Kendini yükseltmek için tekrar sarayın parasını saçmaya insanlara vaatlerde bulunmaya başlar. Ancak bütün çabaları boşa gider, kimse artık ona eski saygı ve hürmeti göstermez. Gün geçtikçe gücü azalan ve silikleşen prenses intihar etmeye karar verir. Bulunduğu yere soyluları çağırarak balolar düzenler ve herkese 7 Ekim tarihinde öleceğini söyler. İnsanların onu ölüm tarihini bildiği için efsane olarak hatırlamasını ve ölümü ile damga vurmasını ister. Ancak o gün geldiğinde prenses Prie intihar eder ve herkes onun zavallı ölümünden konuşur. Efsane olmayı beklerken iki günde unutulup gider.

İkinci öykü ise Madalya’dır. Bu hikayede Fransız bir komutanın çaresiz kalmış halleri anlatılır. Askerleri Alman ordusuna esir düşer ve Almanlar, askerleri işkence ederek öldürüp çıplak bir şekilde ağaca asarlar. Türlü işkenceler çeken askerlerini gören komutan ölmekten beter olur adeta yıkılır. Kendisi zor kaçmıştır alman askerlerinin elinden. Ormanda geçirdiği ilk gün şokunu atlatamaz ve bilinci bozuk bir şekilde ilk geceyi ormanda geçirir. Günler geçer ve ormanda nereye gideceğine dair hiçbir şey bilmez. Ertesi gün atlı bir alman askerinin orman yakınından geçtiğini görür. Onu öldürerek kıyafetlerini giyer. Atına atlayıp yiyecek bir yer aramak üzere yola çıkar. Zar zor bir köy bulur ve orada birkaç parça yiyecekle karnını doyurur. Ancak Alman köyünde duramayacağını anlar ve şerefli bir şekilde askerlerini yanına gidip ölüme terk eder kendini. Bu arada imkansız bir olay gerçekleşir. Atlı küçük bir Fransız birliği görür. Çılgına döner. Sevinçten şaşırır ve deli gibi Fransız birliğine doğru koşmaya başlar. Gözü hiçbir şey görmez. Bağırarak, çılgına dönmüş bir şekilde koşar. Fransız askerleri kendine yapılan bir saldırı olarak görür ve komutanı yaklaşmadan vururlar. Çünkü komutan Alman askeri kıyafeti üzerinde iken Fransız birliğine doğru koşmuştur. Şerefli bir Fransız komutan iken Alman zannedilip öldürülmesi de acı vericidir.

Kitap ile aynı adlı Amok Koşucusu öyküsünde ise yine kişisel ve psikolojik çözümlemelere yer verilir. İyilik yapmanın görev olup olmadığı sorgulanır ve bu konu üzerinden insanın sorumluluklarına değinilir. Napoli Liman'ından Oceania’ya yolculuk eden bir gemide gerçekleşen olaylar gündeme ağır bir şekilde oturmuştur. Kitap bu olaydan önce gemide yolculuk yapan birinin yaşadıklarını anlatmasıyla aktarılır. Gemideki yolcu kabininde durmaktan sıkılıp geminin gizli ve insanların göz önünde bulunmayan bir kısmını keşfeder bu yolcu. Yıldızları izlemeye başlar ve tam gecenin büyüleyici güzelliğine kapıldığı esnada orada tek olmadığını fark eder. Başka bir adam daha önceden keşfetmiştir orayı. İkisinin arasında o gece koyu bir sohbet ve arkadaşlık başlar. Güvertedeki adam korkunç bir yüze sahiptir ve kekeleyerek konuşur. Buna rağmen bu adam yaşadıklarını ve içinde kalan sırları bu gemide tanıdığı yabancıya anlatmak ister. Bu korkunç yüzlü adam aslında doktordur. Avrupalılara insanlık ve uygarlık misyoneri olma hayali varken hayat onu bu fikirlerinden uzaklaştırır. Küçük bir kasabada doktorluk yaptığı esnada bir kadın onunla konuşmaya gelir. Zengin ve asil bir kadındır ve tüm çevre tarafından tanınır. Kadın doktora, kocasından olmayan bir bebeği karnında taşıdığını ve bu bebeği kimse duymadan almasını ister. Doktor yasal olmadığını söyleyerek kabul etmez. Kadın çok dil döker ama nafile. Bunun üzerine odadan çıkarak doktora sert bir şekilde bağırır ve ona ihtiyacı olmadığını gururlu ve kendinden emin bir biçimde söyler. Doktor onun bu tavrına çok kızsa da bir kadının boyun eğmeyişini görür ve içinde ilk defa bir kadına karşı böyle belirsiz duygular hisseder. O diğer kadınlardan gerçekten çok farklıdır. Kadın kapıyı çarpıp çıktıktan sonra peşinden koşup onu yakalamaya çalışır. Ancak onu elinden kaçırır. Ona yardım etmediği için kendini çok suçlu hisseder. Günlerce her yerde arar ve inanılmaz derecede kimseye benzemeyen ve tüm kadınlardan farklı olan bu asil bayana gitgide aşık olur. En sonunda şehir dışında olduğunu öğrenir ve yanına gider. Doktor ona yardım etmek istediğini ve o bebekten kurtulması için elinden geleni yapacağını söylese de kadın kabul etmez. Doktora güvenmez ve bu sırrı açığa çıkaracağını düşünerek itibarının zedelenmesini istemez. Doktor ise çılgınlar gibi yardım etme arzusundan vazgeçmez. Şehirde kalmaya ve oraya tayin istemeye karar verir. Böylece onun her daim yanında olacak ve koruyacaktır. Amacı ona yakın olmak, sırrını kimseye söylemeyeceğine inandırmaktır.

Kadın ona güvenmediği için ucuz ve kötü şartlarda olan bir yere bebeğini aldırmak üzere gider. Ancak burada enfeksiyon kapar ve çok kan kaybeder. Bunu duyan doktor koşarak yanına gittiğinde o hayata gözlerini yummak üzeredir. Doktordan sırrını saklamasını ve kimsenin öğrenmemesi için elinden geleni yapmasını ister ve vefat eder.

Kocası bu muamma ölümden şüphelenir ve cesedi otopsi incelemesi için gemiyle Avrupa’ya göndermeye karar verir. Doktor ise o sırrı korumak adına mesleğini, parasını, her şeyini geride bırakır. O gemiye binip tabuttaki kadının cesedini otopsiye gitmeden kaçıracaktır. Kendini bu yaptıklarından dolayı Amok Koşucusuna benzetir. Zamanında bir adam çılgın bir biçimde koşmaya başlar ve önüne gelen her şeyi herkesi hançerden geçirir. Ağzı köpüklü, çılgınca ve amaçsızca koşar, koşar, koşar ve önüne geçen herkesi öldürür. O yüzden o şehrin insanları ona deli anlamına gelen 'Amok’ adını verirler. Amok Koşucusu adını buradan bu olay ile alır. Doktorda tıpkı Amok gibi çılgınca bu kadının peşinden koşar. Ertesi gece gemide bu olay duyulur. Bir tabutun kaçırılmaya çalışılırken denizin dibine çakıldığını, tabutla beraber çalanın da denize düştüğü söylenir. Şüphesiz bu tabutla beraber denizin dibine düşen adam Amok koşucusundan başkası değildir.

Olağanüstü Bir Gece (Stefan Zweig) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı :
Olağanüstü Bir Gece

Kitabın Yazarı : Stefan Zweig

Kitabın Özeti : 

1914 yılında Rava-Ruska'da bir Avusturya hafif süvari alayıyla katıldığı çarpışmalarda şehit düşen Baron Fredrich M. von R.nin yazı masasında bulunan notlar daha sonra ailesi tarafından gözden geçirilmesi istenerek yazara verilmiş. Stefan Zweig de sadece altı saatlik bir zaman dilimini kapsayan bu olağanüstü geceyi sadece ismini değiştirerek Olağanüstü Bir Gece kitabı ile yazıya dökmüş. 

Baron Fredrich'in hikayesi ise şöyle;

Tarihler 7 Haziran 1913 ü gösterdiğinde otuz altı yaşındaki barona erken ölen ailesinden bir miras kalmıştı. Kendisi bu fırsatı iyi değerlendirerek subaylık mesleğinden vazgeçmiş ve kendince emekliye ayrılmıştı. Ailesi soylu bir sınıftan geliyordu, normalde de durumu oldukça iyiydi. Üstüne bir de bu miras gelince tamamen zengin ve soylu bir aristokrat olmuştu. Tüm ilgi alanını lüks ve çok nadir uğraşlara ayırıyordu. Mesela antikacılardan nadir parçalar bularak bunları uygun bir sistemle dizmek ona çok keyif verirken, o günlerin en çok okunan kitaplarına ilk sahip olmak da bir diğer uğraşıydı. Tabii birde kadınlar vardı. Kadınlar kesinlikle ilgi alanına giriyordu. Fakat tüm bu zengin yaşayış bir süre sonra onu derin bir durgunluğa soktu. Tam altı ay sürecek bu uzun durgunluk döneminde tüm heveslerinden uzaklaştı. Artık ne kitaplar ne pahalı antikalar ne de kadınlar ona heyecan veriyordu. Sıradan bir hayatın tam içindeydi. Ta ki o olağanüstü geceye kadar.

O gün evden bir anlığına çıktı ve etrafın oldukça kalabalık olduğunu faytonların soyluları ve sosyeteden tanıdığı simaları sırayla götürdüklerini gördü. O da hemen bir faytona atladı. Arabacının sorusu ise bütün olayı açıklıyordu. Arabacı " At yarışlarına değil mi efendim? "demişti. Baron da bu soruya başını sallayarak cevap vermiş ve kendisini bir anda yarışlarda bulmuştu. Aslında altı ay öncesine kadar böyle olayları hiç kaçırmazdı. İçeri girdiğinde herkesin sıralarına oturduğunu, çok özenle giyindiklerini görmüştü. Yarışın başlamasıyla tüm soylular sanki bambaşka insan oluvermişlerdi. Bağırıyor, kazanmasını istedikleri atın ismini haykırıyorlardı. Bu heyecan bir anda baronu etkiledi. Çünkü onun uzun zamandır hissedemediği bir duyguyu tüm bu insanlar yaşıyorlardı. Ardından yarışlara biraz ara verildi. Bu ara esnasında baronun gözü bir hanımefendiye takılmıştı. Çok güzel ve alımlı olan bu kadın adeta gözleriyle barona cilve yapıyordu. Bu durum yine hoşuna gitti baronun. Çünkü gizli bir oyun ona heyecan vermişti. Fakat kadının yanında birden şişman ve kel bir adam belirdi. Elini kadının omzuna atmasıyla baron onun kadının kocası olduğunu anladı. Artık oyun bitmiş ve heyecanını yitirmişti. Yarışlar tekrar başlarken bir anda kargaşa oldu. Şişman ve kel adam o karmaşayla elindeki tüm kuponları düşürdü. Bir tane kuponda baronun ayağına denk geldi. Eline aldığı sırada yarış başladı. Maçı takip etmeye ve heyecanlanmaya başladı. Çünkü kuponundaki at yeniyordu. Yarış bitti ve tüm ikramiyeyi baron aldı.

Bu suç işleme duygusu ve yaşadığı heyecan ona tekrar bilet aldırttı. Yine maçı o kazandı ve çok fazla parası oldu. Fakat baron bu durumdan hiç memnun değildi. Soylu birisine hiç yakışmıyordu bu durum. Üzgün bir şekilde panayır gibi bir yere girdi. Burada insanların arasına karışmak ve durgunluğunun nedenini anlamaya çalışıyordu. Gece yarısına kadar yanına kimse gelmedi. Hatta insanlar ondan uzaklaşıyor gibiydi. Çünkü kıyafeti ve duruşuyla soylu biri olduğunu belli ediyordu. Dükkanlar ve lunapark kapanınca baronun yanında biri geldi. Bu bir fahişeydi. İlk kez birinin dikkatini çektiği için heyecan duydu ve onun peşinden gitti. Fakat biraz uzaklaşınca arkasında iki kişinin olduğunu gördü. Kadına çok yüklü bir para verdi ve arkasındaki iki kişiye de acıyarak onlara da para verdi. Para alan bu aciz insanların yüzündeki mutluluk ona çok büyük bir his yaşattı.

O akşam gördüğü herkese yardım etmek istedi. Baloncunun tüm balonlarını satın aldı, kek satan yaşlı kadının önünden kek alarak yüklü bahşiş bıraktı. Evlerin camlarından içeri paralar attı. En sonunda hayatının amacını ve kendi benliğini buldu. O akşamdan sonra çok mutlu ve bilinçli bir insan olarak yaşamaya devam etti. Hiç yalnızlık çekmedi aksine artık sokakta gördüğü her insanla muhabbet ediyor, yardımlaşıyor ve artık yalnızlık duygusunu zerre kadar hissetmiyordu.

Bülbülü Öldürmek (Harper Lee) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Bülbülü Öldürmek

Kitabın Adı : Harper Lee

Kitabın Özeti :

Scout’un ağabeyi Jem’in on üç yaşındayken kolu kırılmıştır. Aralarında kolunun neden kırıldığını konusunda farklı nedenler söylerler. Babaları Atticus ikisinin de haklı olduğunu söyler. Evde Jem, Scout, babaları Atticus ve aşçıları Calpurnia ile birlikte Maycomb isimli küçük bir kasabada yaşamaktadırlar. Anneleri onlar küçükken ölmüştür.

Her yaz mahalle komşularının yeğeni Dill gelir ve onunla oynarlar. Bütün yaz komşuları Boo Radley’i dışarı çıkarmak için uğraşırlar. Babaları Atticus bir avukattır ve çok yoğun çalışmaktadır. O yıl Scout okula başlar. Öğretmeni okumayı bildiğini fark edince ona kızar okumasını yasaklar. Okula gitmek istemez, babası akşamları okuyacaklarına söz verince okula gitmeye ikna olur. Ama okulda çok sıkıntı yaşamakta diğer öğrenciler de onunla dalga geçmektedir.

Okula giderlerken önünden geçtikleri bir ağaca birileri hediyeler ve şeker koyar ancak Nathan Radley ağaçtaki o kovuğu çimentoyla kapatır. Dill o yaz yine gelir ama Scout’la çok oynamazlar artık. O da Bayan Maude’nin terasında yaz boyunca ikindi vakitleri oturarak onunla sohbet eder.

O kış ihtiyar Bayan Radley ölür. Bayan Maude’ nin evinde yangın çıkar, çocuklar ve komşular ona yardımcı olurlar. O sıralar Atticus’un zenci bir adamın davasına bakması istenir. Bu duruma Maycomb’ lular çok tepki gösterirler. Okuldaki çocuklar da Scout ve Jem’le dalga geçer. Babaları aldırış etmemelerini ve dik durmalarını söyler. Komşuları Bayan Dubose’dan ikisi de çok korkmaktadırlar ama Bayan Dubose babalarının bu davaya bakmasıyla ilgili laf edince Jem Bayan Dubose’un bahçesindeki çiçekleri yolar ve dağıtır. Babaları özür dilemesini ister Jem den. Bayan Dubose Jem’in her gün gelip kendisine kitap okumasını ister. Scout’ la beraber her gün gidip kitap okur ama Bayan Dubose kısa bir zaman sonra ölür. Babaları Bayan Dubose’ un çok yaşlı ve hasta olduğunu yıllardır ağrılarını dindirmek için morfin kullandığını, artık acılarının dindiğini söyler.

Bir gün Calpurnia çocukları kendi gittiği kiliseye götürür. Çocuklar orda diğer zencilerle tanışır ve onların iyi insanlar olduklarını öğrenir. Babalarının davasına baktığı Tom Robinson Bay Ewell’in kızına tecavüzden suçlanmaktadır. Ama işin aslında kız Tom’ a iftira atmaktadır ama zenci olması sebebiyle kimse inanmaz. O sıralar çocuklara göz kulak olmak için Alexandra Hala gelir. Scout’un bir erkek gibi davranmasını istemez, atık bir hanımefendi gibi davranması gerektiğini söyler, elbise giydirmeye çalışır.

Mahkeme günü gelince tüm Maycomb sanki panayır izlemeye gider gibi mahkemeye izlemeye gider. Gizlice Scout, Jem ve Dill de mahkemeyi izlemeye giderler. Herkesin ifadeleri alınır. Ancak jüri üyeleri Tom’u, tüm deliller aksini gösterse de, suçlu bulur. O dönemlerde bir zenci suçlu bulunursa cezası idamdır. Tom idam edilir. Çocuklar bu duruma çok üzülürler.

Ekim ayının sonlarında okulda bir gösteri yapılacaktır, Scout jambon kılığına girecektir. O gün akşam Jem’ le ikisi giderler. Dönüşte yol çok karanlıktır, Scout kıyafeti çıkarmak ister. O esnada birisi çocuklara saldırır. Daha sonra ise aniden adam durur biri gelir ve onları kurtarır. Çocuklar karanlıktan kimseyi göremezler. Babaları gelir, Jem’in kolu kırılmıştır. Onu tedaviye alırlar. Scout abisi için çok endişelenir. Ama doktor ve babası iyi olacağını söylerler. Bu esnada çocuklara saldıran Bay Ewell’ in ekmek bıçağı karnına saplanmış cansız bir şekilde yerde yatmakta olduğunu görürler. Atticus Jem’ in yapmış olmasından endişelenir ama Bay Ewell çocukları öldürmeye çalışırken ayağı takılmış ve bıçağın üzerine düşmüştür. Bay Tate olayı aydınlatır, kimsenin suçlu olmadığını söyler. Çocukları kurtaransa Boo Radley’ dir. Scout onu görünce çok sevinir. Ağaç kovuğuna hediyeleri koyanın da Boo olduğunu anlar. Scout onunla terasta oturur. Babasına Boo’nun çok iyi bir insan olduğunu söyler.

Beyhude Ömrüm (Mustafa Kutlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Beyhude Ömrüm

Kitabın Yazarı : Mustafa Kutlu

Kitabın Özeti : 

Hikayede geçen köy, dağ başında, köy kurulacak bir yer olmamasına karşın havası ve çeşmesinden akan suyuyla güzel bir yerdir. Yüksekte olduğu için her tür sebze ve meyve yetişmez. Yetişen sebzeler de çeşme suyundan çekilen sular yoluyla yetişmektedir.

Hikayenin kahramanı (ismi verilmiyor) Gülpaşa Çavuş’un oğludur. Babası savaşta çok cengaver olmasına karşın orada yakalandığı hastalıklar sonrası köyüne döner döndükten kısa bir süre sonra vefat eder.

Gülpaşa Çavuş’un oğlunun bir tarlası vardır. Yığma duvar çekili, kasabaya giden yolun kıyısındaki çukurda. Tarlalar çukurda ve kıraç olduklarından ürünler verimsiz. Yine de iri taneli buğdaylarıyla görkemli ürünler alabiliyorlar. Çavuş’un oğlu, birgün sigarasını yakıp dinlenmek üzere gölgeye çekildiğinde ıslak kayayı fark eder. Aslında hep orada durmakta olan bir kayadır bu fakat bu kez farklı bir şekilde göze çarpar. Kaya daima ıslak ve yosunludur, zaten bu yüzden adı da Islak Kaya’dır. Çavuş’un oğlu bu kaya üzerine düşünürken birden aklına bu kayanın altında su olabileceği ve hayalindeki cennet gibi bahçeyi buraya kurabileceği gelir. Askerde tattığı üzüm ve narı belki de burada yetiştirebilecektir. Bu düşünceyle sevinç içerisinde kayanın dibini kazmaya karar verir.
Bu fikrini gerçekleştirebilmesi hayli zordur fakat bir kere kafaya koymuştur. Harman sonu düğünü olacak kızı, işlerin yetişmesi, kaynatasının itirazı, aralarının bozuk olduğu muhtar, köylünün konuşması, kanunlar derken pek çok engeli kafasından geçirir ve hepsinin üstesinden geleceği inancıyla yola koyulur.

Bu konuyu babasının arkadaşı olan ve her şeyden haberdar olan Berber Hacı’ya danışır. O da kendisine destek verip bir sakınca olmadığını söyleyince gerekli alet edevatı toplayıp Islak Kaya’nın başına geçer. Ferhat misali kazmayla kayayı delmeye çalışır.

Köy sakinlerinden Deli Derviş adında, kimilerinin deli, kimilerininse derviş kabul ettiği bir zat vardır. Köyün imamı Emrullah Hoca himayesinde kimseye zararı dokunmayan bu zat, Çavuş’un oğlunu kayayı delmeye çalışırken gören ilk kişi olur. Niyeti o söylemeden anlar ve o da duasını edip gider. Yine onu kayayı delmeye çalışırken görenler arasında Çerçi Cemil ve Tahsildar Atıf da vardır. Gülpaşa Çavuş’un definecilik geçmişi bulunduğundan oğlunun da define aradığını düşünürler ve bu haberi köye yaymak için hareket ederler. Gülpaşa Çavuş ile nişanlısı Zeynep, beşik kertmesi olmasına karşın birbirlerini sevmişlerdir. Ancak Muhtar Halil’in de Zeynep’te gözü vardır ve kızı sıkıştırmaya kalkar. Bu sebepten dolayı Gülpaşa Çavuş’tan meydan dayağı yer ve bu olaydan sonra iki aile arasında husumet başlar. Çerçi Cemil gelip de define haberini verince Muhtar Halil de ıslak kayanın altını kazmaya karar verir.

Gece yarısı Muhtar Halil ile Çerçi Cemil ıslak kayayı kazmak için epey uğraşır fakat umduklarını bulamazlar. Bu olay, Muhtar Halil’i iyice çileden çıkarır ve Çavuş’un oğlunun başına bir çorap örmek ister. Köyde onun define aradığı haberini herkese yayar. Ama bundan da umduğunu bulamaz, Çavuş’un oğlu kazmaya devam eder. Ancak kazı sırasında çok zorlandığı da olur, dinamit kullanarak patlattığı da. Sonunda amacına ulaşıp suyu çıkarır. Artık cennetten bir köşe saydığı bahçe idealine kavuşması mümkündür.

Yaz gelip de oraya istediği bahçeyi kurmaya çalışınca Muhtar Halil yeniden harekete geçer. Üstelik Çavuş’un oğlunun kayını Şahin, Muhtar Halil’in kızıyla İstanbul’a kaçmış, husumet bir kat daha artmıştır. Muhtar Halil akrabalarını toplayarak Çavuş’un oğluna bu yeni kurduğu bahçede dayak atar, yataklık hale getirirler. Bahçenin nöbetini tutma işi de Deli Derviş’e kalır. Bahçe gerçekten görenleri hayran bırakacak cinstedir. Her tür sebze ve meyveyi yetiştirir. Bir tek narı yetiştiremez, üzüm de istediği gibi değildir ama onun dışında her şey çok güzeldir.

Muhtar Halil, zorbalığını mahkemeye de taşır ve bu bahçenin kendisine ait olduğu iddiasıyla Çavuş’un oğluna dava açar. Buradan da umduğunu bulamaz ve davayı kaybeder. Aynı dönemde Muhtar’ın iki oğlu da İstanbul’a kaçar. Aslında pek çok kişi, zengin bir geleceğe sahip olma umuduyla İstanbul’a kaçmakta ya da göçmektedir. Gençlerin bir bir İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere taşınmasıyla köyün de eski havası, tadı kalmaz. Çavuş’un oğlu ise bunlara aldırış etmez, o, kurduğu cennetten bahçesine adeta âşıktır ve tüm meşgalesi de onu güzelleştirmektir. Bazıları onun tüm ömrünü bu uğurda boşu boşuna harcadığını düşünse de o halinden memnundur.

Çavuş’un oğlu, iki oğlunu da İstanbul’a gitme sevdasından vazgeçiremez ve karısıyla tek başına kalır. Köyde kalanlar zaten çok az kişidir ve bunlar da bakacak kimsesi olmayan, köyde kalmaya mahkûm olanlardır. Kasabaları önce kaza, sonra nahiye, sonra da köy olur. Evler harabeye döner. Kuzular melemez olur. Çok geçmeden Çavuş’un oğlunun hanımı da hastalanır ve tedavilere rağmen kurtarılamaz. Çavuş’un oğlu, bahçeye başı bağlı biridir ve çocuklarının ısrarlarına karşın İstanbul’da durmayıp köyüne döner. Aradan yıllar geçer. Artık iyice yaşlanmıştır. Çok sevdiği bahçesine görmeye bile gidemez hale gelir. Havayı iyi bularak bahçesine gittiği bir gün ayağı kayar ve düştüğü yerden kalkamaz. Köyde kimsesi olmadığı için imdadına yetişen de olmaz. Oracıkta, bahçeyi yapmaya karar verdiği günleri hatırlayarak kar altında kalır ve ölür. Ve bir bahçeye gömülür.

Beyhude Ömrüm (Mustafa Kutlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

İyiler Ölmez ( Mustafa Kutlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : İyiler Ölmez

Kitabın Yazarı : Mustafa Kutlu

Kitabın Konusu :

Mustafa Kutlu'nun 2016'da çıkan "İyiler Ölmez" adlı hikaye kitabında bir Anadolu kentinde bir kahvehanede yolları kesişen dört kader ortağının hikâyesini anlatıyor. Bu dört kişiden üçü sevda vurgunu biri de felek vurgunu yemiştir. "Karşılıksız yapılan iyilik, merhamet" temalarını merkeze alan bu kitapta Mustafa Kutlu, yine son derece yalın ve sade bir üslupla yer yer iç konuşma ve çokça diyalog tekniğinin kullanıldığı bir anlatımı tercih etmiştir.

"İyiler Ölmez" kitabında Mustafa Kutlu; Sıtkı, Civan, Fotoğrafçı Sarhoş Mustafa, Doktor, Dörtler Makamı taşıyan başlıklarla hikayeyi kurgulamış. Hikaye karakterlerinin hayat hikayelerini ayrıntılı bir şekilde anlatan Kutlu, hikayedeki yan karakterleri de es geçmiyor. Hepsini detaylı bir şekilde aktarıyor. Hikayedeki her bir karakter eski Yeşilçam filmlerinden çıkmış gibi.

Kitabın Özeti :

Hikayenin ilk bölümü olan "Sıtkı"da Anadolu'dan İstanbul'a göç edip kapıcılık ve ayakkabı boyacılığı yaparak geçimini sağlamaya çalışan yoksul bir ailenin tek çocuğu olan Sıtkı'nın müthiş ressamlık yeteneği ve bu yeteneğinin harcanması anlatılıyor. Hikayede Mustafa Kutlu'nun olay akışını kesip müdahale ederek kendi kurgusuna itirazı da ilginç bir anlatım tekniği olarak öne çıkıyor.

İkinci bölüm "Civan" başlığını taşıyor. Evliliğin ilk aylarında iyi anlaşan bir anne babaya sahip Civan, sonraki zamanlarda alkolik olan babasının dayaklarına daha fazla dayanamayıp aynı mahallede başka bir adamla Almanya'ya kaçan annesinin ardından mahalledeki Kör Maklube tarafından büyütülen bir çocuktur. Serpilip büyüyen bir delikanlı olan Civan pek çok işte çalışır, Destegül isimli bir kıza aşık olur; fakat fakir olan Civan'a kızı vermezler. Civan mahalledeki iyi insanların destekleriyle kendi işini kurar ve hayatına devam eder. Ressam Sıtkı'yla da Hacı Kadir'in kahvehanesinde tanışır.

Fotoğrafçı Kör Mustafa adlı bölümde Mustafa'nın hikayesini okuyoruz. Babası adliyeden emekli Mustafa'nın babası İhsan Bey daha sonra birinin yardımıyla fotoğrafçı olur. Mustafa annesini altı yaşında kaybeder. Sonra babası başka bir kadınla evlenir ama evlendiği kadın eski kocasıyla görüşmeye devam etmektedir. Mahalledeki söylentiler artınca İhsan bey duyduklarının doğru olduğu görür ve adamı öldürür. Hapse girer, Mustafa'ya babasının arkadaşı olan kalfa bakar. Mustafa'nın gözlerindeki rahatsızlık artar, neredeyse göremeyecek hale gelir. Kendini alkole veren Mustafa'ya "kör mustafa"lakabını takarlar. Evlenmek istese de kimse Mustafa'yla evlenmeye yanaşmaz.

Sıtkı'yla Mustafa'nın yolu da Mustafa'nın fotoğrafçı dükkanında kesişir. Bir fotoğrafını büyütmek için dükkana gelen Sıtkı'yla Mustafa daha sonra arkadaş olurlar.

Ekibin dördüncü kişisi olan Doktor da bu bölümde olay akışına dahil olur. Doktor cuma günleri hastalara ücretsiz bakan merhametli ve iyi bir insandır.

Doktor başlığıyla verilen doktorun tüm hikayesi yine ayrıntılarıyla anlatılır. Onun da iç burkucu bir hikayesi vardır, yanlış bir evlilikten son anda dönüp tayin isteyerek kendini bu Anadolu kentinde bulur ve Hacı Kadir'in kahvehanesine gelir. Diğerleriyle de burada tanışır. İstanbul'daki annesinin isteğiyle cuma günleri hastalardan para almayan doktor tüm şehrin gözdesi halinde gelir. Hastane bahçesine meyve ağaçları dikmek ister. Yanına aldığı üç kişiyle meyve fidanı almaya gittikleri bir gün arabasıyla kamyonun altında kalırlar ve yanındakilerle beraber ölür. Bunun üzerine mezarları yapılır. Adı da "Dörtler Makamı" olarak kalır. Dörtler'i rüyasında gören bir ziyaretçi bu makamın üzerine bir türbe yapar. Ve hikaye anlatıcının şu notuyla biter. “Böyledir. Bizde iyiler ölmez. Evliya olup aramızda yaşarlar.”

İyiler Ölmez (Mustafa Kutlu) Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...