6 Haziran 2019 Perşembe

Çölde Uyuyan Sır (Tom Holland) Kitap Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Çölde Uyuyan Sır

Kitabın Yazarı : Tom HOLLAND

Kitabın Konusu :

Mısır tarihi ve firavunlara duyduğu ilgi, çalışmalarındaki başarı nedeni ile Mısır eski baş müfettişi olan Howard Carter lanetli bir firavun mezarı bulur. Roman bu mezarın hikayesini ve sahibini anlatır.

Kitabın Konusu :

Howard Carter gece boyunca rüyasında hep bir şeyler arayıp durdu. Rüyasında taş bir labirent içerisinde kaybolmuştu. Burada silinmiş papirüslerden, mumya sargılarından başka hiçbir şey yoktu. Ama yinede labirent içerisinde yürümeye devam ediyor, taşlara gömülmüş gizli bir firavun mezarının kendisini beklediğini biliyordu.

Bu beklentiyle yürümeye devam ederken mezara yaklaştığını hayal ediyordu. Aniden bir parıltı görür gibi oldu. Bu bir altın parıltısıydı. Bu güne dek sarf etmiş olduğu çabaların semeresini almanın verdiği mutlulukla sevindi. Ancak parıltı aniden kayboldu. Yıkılmıştı kollarını öne doğru uzattı, ama altın falan yoktu. Tam bu sırada altın sarısı kanaryasının ötüşü ile uyandı. Kuşunun kendisine şans getireceğini umuyordu.

Altı yıldır aradığı gizli altın mezarını bulmak için şanstan daha fazlasına ihtiyacı olduğunu düşündü. Zira kendisini kazı çalışmaları için finanse eden Lord Carnarvon’un daha fazla sabrı yoktu. Kazı çalışmalarının yürütüldüğü vadide daha önce yağmalanmamış hiçbir mezar yoktu. Fakat o yinede aradığı mezarın orada olduğunu biliyordu. Kazı çalışmalarını yürüten işçilere su taşıyan çocuk bir an için durarak, su testisini bıraktı. Yaptığı iş ona saçma geliyor, o da diğerleri gibi kazı çalışmalarına katılmak istiyordu. Çevresine imrenen gözlerle baktı. Yüzünü buruşturarak can sıkıntısı ile ayağıyla toprağı eşelemeye başladı. Birden kumların ortasında bir kaya parçası hissetti. Eğilerek elleri ile toprağı eşelemeye devam etti, İşte mezarı bulunmuştu.

Howard Carter kazı alanına gelirken çalışmaya devam eden işçilerine moral vermek için kanaryasını da getirmişti. Girişin ilk kısmı temizlenip ortaya çıktığında aşağıya indi. Kapının üzerinde krallar vadisi mezarlığının simgesi üzerinde olan mührü gördü. Ama burası da daha önceki yıllarda yağmalanmış olabilirdi. Yaptığı ilk araştırmalardan sonra, bu mezarın daha önce hiç açılmamış olduğu kanaatine vardı. Çalışmaya devam ederken parmakları bir şeye değmişti. Tüm dikkati ile o bölgeyi temizledi. Bir süre sonra bir tablet bulduğunu anladı. Tablet bozulmamıştı. Yavaş yavaş yerinden çıkardı. Üzerinde ki bir satır hiyeroglifi okudu. Tablette; kim firavunun mezarına dokunursa ölüm ona hızlı kanatlarıyla gelecektir yazıyordu.

Ona bakan işçiler yüzünün sararmış olduğunu gördüler, Carter, Ahmet Gurgar’ın tüm ısrarlarına rağmen yazının anlamını söylemedi. Merdivenlerden çıktı ve “Doldurun orasını“ diye emretti. Lord Carnarvon gelinceye dek hiçbir şey yapılmayacaktı: Tableti bir bez parçasına sararak evine ***ürmeye karar verdi. Evine dönmek için yola çıktı ve vardığında bir kuşun ani kanat çırpışlarını duyarak ona doğru baktı. Kuş, yerlilerin “Teyrelmat” dedikleri anlamı “ Ölü Kuşu” olan çoban aldatan kuşuydu. Yerliler onun uğursuz olduğuna inanırlardı. Akşam evinde Lord Carnarvon’a gönderilmek üzere aradıkları şeyi bulduklarını anlatan bir telgraf hazırladı. Telgrafı ertesi sabah erkenden göndermeliydi öylede yaptı. Bir süre sonra, Lord Carnarvon’dan iki hafta sonra İskenderiye’de olacağına dair bir cevap aldı. Lord Carnarvon’un beklentilerini boşa çıkarmamak için bu süreyi kazı çalışmaları için gerekli hazırlıkları yapmak için kullanacaktı. Ancak kazı alanından getirdiği tableti aldığı için pişmanlık duyuyor. Bilime ve mantığa yürekten inanan bir insan olmasına rağmen yerlilerin hissettikleri korkuyu azda olsa paylaşıyordu. Ancak bu kadarı bile onu rahatsız ediyor. Geceleri rüyasında berbat şeyler görüyordu. Ondan kurtulmaya karar vererek evden ayrıldı. Nil üzerinde sefer yapan bir tekneye binerek, hiç kimsenin kendisini görmediği bir anda, tableti Nil nehrine bıraktı.

Aynı anda Howard Carter’in evinde uşağı veranda da oturmuş kafesinde ötüp duran kanaryanın namelerini dinliyordu. Birden hafif ve insan çığlığına benzer ses duydu, ayağa kalkarak kuşun bulunduğu odaya baktı. Kafesin içinde koskocaman bir şey vardı, yaklaşınca bunun bir kobra yılanının kafası olduğunu ve aynı anda da ağzında kımıldamadan duran kanaryayı fark etti. Yılan kuşu bırakarak kafesten aşağı doğru süzüldü. Uşak geriye doğru çekilerek masanın üzerinden kendisini korumak için bulduğu ilk şeyi aldı, yılan ilerlemeye devam ediyordu. Ancak uşağın yanından geçerek pencereye doğru gitti, ve aşağıya doğru süzüldü. Uşak yılanın gidişini görmek için pencereye yaklaştı ama hiç bir şey yoktu. Sanki yılan uçmuştu, tekrar kafese döndü, zavallı kuş ölmüştü. Elinde tuttuğu şeye baktı, küçük bir heykelcikti. Heykeldeki insan figürünün kafasında bir taç, üzerindeyse başını kaldırmış bir kobra yılanı bulunuyordu.

Howard Carter, eğitiminin yetersiz oluşundan her zaman üzüntü duymuştu. Ancak bu noksanını yıllarca süren kişisel çalışmaları sayesinde ortadan kaldırmıştı. Mısır sanatlarına olan ilgisi, daha çocukluk yıllarına dayanıyordu. Londra’da kitap ve dergilere resim çizen ve taşrada da ressam olarak çalışan babası sayesinde, kent dışında birçok büyük köşkte kalıyor ve böylece zengin İngiliz lordlarının sahip olduğu Mısır sanatlarıyla ilgili yapıtları yakından görebiliyordu. Onyedi yaşındayken bir araştırma ekibi ile birlikte Mısır’a gitme şansını da ona teknik resim çizmede ki kabiliyeti sağlamıştı. Böylece Mısır’a bulunmuş olan Kral mezarlarındaki resimleri kopyalama görevi ile ilk adımını atarak, krallar vadisinde keşfedilmiş bir çok firavun mezarını yakından görme imkanını buldu. İngiliz ekibinin başında bulunan Percy Newberry, Howard Carter’daki Mısır sanatları aşkını, ilk günden itibaren sezmiş ve ona diğer asistanlarına gösterdiği ilgiden daha fazlasını göstermişti. Bir gün onu yanına çağırarak, aynı bölgede kazı çalışmaları yapan ünlü fransız arkeolog Flinders Petrie’nin yanına ***ürdü. Howard Carter, burada daha çok yabancısı olduğu Mısır tarihi ile ilgili bir çok şey öğrenecek, bulunması yaşamının anlamı ve tek hedefi olacak olan kral Tutankhamon’un varlığını öğrenecekti. Percy Newberry’nin de Howard Carter’den farkı yoktu. Aslında onunda hedefi ve krallar vadisinde bulunmasının tek amacı Tutankhamon’un babası olan ve tarihte kafir kral olarak bilinen Akhenaton’un mezarını bulmaktı. Kral Akhenaton’un kafir olarak anılmasının nedeni, atalarının inandığı tanrılara tapmayarak tek bir tanrının varlığına inanmış olmasıydı. Bu uğurda hükümranlığı esnasında Mısır uygarlığının başkentini dahi bulunduğu yerden başka bir yere taşımış ve atalarının inandığı tanrılara (Amon) ait tapınakları tahrip ettirmişti. Akhenaton inandığı tek tanrıya “Aton” adını vermiş, bu uğurda Akhenamon olan ismini dahi Akhenaton olarak değiştirmişti. Ancak oğlu olan Tutankhaton babasının ölümünden sonra ona ihanet etmiş ve başkenti tekrar eski yerine taşıyarak Tutankhaton olan ismini Tutankhamon olarak değiştirmişti.

Bu sebeple Akhenaton’un ölümünden sonra onunla ilgili olan tüm kayıtlar Mısır tarihinden çıkarılmış yaptırdığı eserler ortadan kaldırılmıştı. Mısır tarihindeki bu boşluktan dolayı bir çok kimsenin Akhenaton isimli bir Mısır firavununun yaşamış olduğundan dahi haberi yoktu. Bu sebeple Percy Newberry, Akhenaton ile ilgili çalışmalarını gizli yürütüyordu. Bu çalışmalardan Howard Carter dışında hiç kimsenin haberi yoktu. Ancak bir gün diğer iki asistan vadinin sonunda bir firavun mezarının bulunduğundan bahsettiler. Bulunan mezar Akhenaton’a aitti. Bunun üzerine Percy Newberry Mısır’ı birdaha hiç gelmemek üzere terk ederek İngiltere’ye döndü. O günden sonra, Howard Carter Mısır ‘daki çalışmalarına Flinders Petrie’nin yanında devam etti, ve bu yıllar boyunca Mısır, Mısır tarihi ve Tutankhamon hakkında bir çok şeyler öğrendi. Tüm bu deneyimlerinden sonra tıpkı Percy Newberry gibi, Tutankhamon’un mezarını bulmak onun için yaşamının tek hedefi haline geldi. Ancak, çok kısa bir süre hükümdarlık süren Tutankhamon’un izini bulmak kral Akhenaton’dan geçiyordu. Zaten, Tutankhamon ve kardeşi Smankare aynı soydan gelen Mısır fravunlarının en sonuncusuydular. Ancak, Howard Carter Kral Tutankhamon’un yaşamına giden yolda tek ipucu olan ve daha önce bulunan kral Akhenaton’un mezarında kayda değer hiçbir iz ve işaret bulamadı. Gerçekten de birileri ona ait her şeyi silmek istemişlerdi. Uzun araştırmaları sonunda bulduğu bir takım arapça yazıları tercüme ettirmesi de son derece güç oluyordu. Zira, kendisi henüz Arapça bilmiyor, Flinders Petrie de çok eski Arapça kullanılarak yazılmış bu yazıları tercüme edemiyordu. Bu tür yazıları yerli halka tercüme ettirmek isterken onların yüzlerindeki korku ve çekinmeye yakından şahit oluyor. Hatta bazen para da verse tercüme ettiremiyordu.

Sonunda birileri onun Mısır ve Mısır sanatlarına olan ilgisini fark etmiş olacak ki, daha yirmi beş yaşındayken Mısırda eski eserler baş müfettişliğine getirildi. Böylece çalışmalarını çok daha rahatlıkla yapabilecek, ve kendisi dışındaki arkeologlarca bulunabilecek, kral mezarlarını da kolaylıkla gezerek Tutankhamon’a ait emareleri bulabilecekti. Eski eserler baş müfettişliği yaptığı yıllar boyunca her firavun mezarında bulduğu ve dikkatini çeken bir şeyle karşılaştı. Bu bir tür muska olup bir güneş resmi ve altına diz çökmüş iki insan figüründen ibaretti.

Eski Mısır’da güneş, Aton demekti. Altında Arapça yazılarda olsa böyle bir resim ona çok ilginç geliyor, buralara niçin ve neden bırakıldığını anlayamıyordu. Bu yıllar boyunca bulduğu izler onu, Kahirede’ki El Hakim Camii ne ***ürüyordu. Zaten bu sıralarda da Fransız turistler ile firavun mezarlarının resmi görevlileri arasında çıkan bir tartışma yüzünden eski eserler baş müfettişliğinden istifa etmek zorunda kalarak Kahire’ye döndü ve El Hakim Camiine gitti. Ancak bu ziyaretleri esnasında, Kahire’deki yerli halkın bu camiden garip bir şekilde korktuklarını ve çekindiklerini gözlemledi. Daha da ilginci camiye ait minarelerinin birisinin içerisinde, daha önce krallar vadisinde gördüğü güneş resmi ile altında diz çökmüş iki insan figürünün olmasıydı. Howard Carter, El Hakim camiinde kimseye anlatmadığı bir takım garip olaylar ile karşılaştı. Ancak, burada gördüğü ve birkaç kez muhatap olup ilginç bir şekilde ortadan kaybolan yaşlı adam tarafından kendisine okuması için, eski Arapça ve elle yazılmış ilginç bir kitap verildi. Howard Carter kitabı okumaya başladı. Kitap kendilerini tanrı ilan eden firavunların dahi ölüme yenik düştüklerini ve gerçekte Allah’tan başka yol gösterici olmadığına işaret ederek başlıyordu. Kitabın kahramanları, Mısır’da saltanat süren halifelerin altıncısı ve Mısır tarihin de “Müslüman Caligula” adıyla kötü bir şöhreti olan El Hakim Bi-Emrillah, halife El-Hakim’in ablası Sitt El-Mülk ve maceraları genellikle bin bir gece masallarından alınmış hayali kahraman Harun El-Vahel idi. İçerisinde belirtilen bu şahıslar arasındaki ilişkilere parelel olarak birer tanrı olduğu düşünülen ve insanoğlu, eski Mısır topraklarında, düzensiz ve akıldan uzak bir halde yaşarken, gökteki yıldızlardan inerek, insanlığa düzenli bir şekilde yaşamayı öğreten ve birbirleriyle kardeş Osiriş, Set ve İsis’in soyundan gelen ve Tutankhamon ile sona eren ölümsüz olduklarına inanılan Mısır firavunlarını ve onların geldikleri bu soydan kaynaklanan ölümsüz olmakla ilgili gizemli sırlarından bahsediyordu. Harun El-Vahel halife El-Hakim Bi-Emrillah’ın babası, yine halife olan El-Aziz’in sadık bir kumandanıydı ve ölmeden önce halife El-Azize’e oğlu El-Hakim’i koruyup, onun her dediğini yapacağına dair söz vermişti.

Nihayet Harun El-Vahel yeni halife El-Hakim’in emriyle içerisinde ruhlarını teslim eden insanların yaşadığı ve bu insanların Allah’a değil de Lilith’e taptıkları gizemli kente sefer düzenledi. Bu seferi esnasında, aldığı tüm yaralara rağmen kalbi deşilmedikçe asla ölmeyen garip yaratıklarla savaşarak zorda olsa onları yendiler. Sefer dönüşünde halife Harun El-Vahel’e gerçek isteğini söyledi. İstediği şey eski Mısır firavunlarının soyuna ait olduğuna inanılan ve Allah’ın gizli adının bilinmesine bağlı olan ölümsüz olmaktı. Halife, bunu ortaya çıkarması için Harun El-Vahel’i görevlendirdi. Harun’a tüm dünyayı dolaşmasını ve Allah’ın gizli adını öğrenmeden geriye dönmemesini emretti.

Bu amaçla Harun dünyanın her yerini dolaştı. Fakat, bu gizemin ortaya çıkmasının tehlikesini öğrenmekten başka hiçbir şey yapamadı. Dönüşünde bunları halifeye anlattı, yanından ayrıldı ve uzunca bir süre halifeyi görmedi. Harun dünyayı dolaşırken çok iyi bir hekim olmuştu ve bundan sonra yaşamını insanların hastalıklarını tedavi etmekle geçirmeye başladı. Günün birinde, gittiği bir hasta evinde göğsünde ince bir yara olan bir kız çocuğu ile karşılaştı. İlk muayenesinden sonra hiçbir şey yapamayacağını anladı ve umutsuzluğa düştü. Bu sırada eve aynı hastalıktan müzdarip bir adam geldi. Adam rüyasında kendisine Harun El-Vahel’in yanına gitmesinin ve onun tarafından tedavi edileceğinin söylendiğini anlatıyordu. Harun adama nazikçe onu tedavi edemeyeceğini anlattı, ancak adam yine rüyasından bahsetti ve onun için kendisine rüyasında da söylendiği gibi bir cariye getirdiğini söyledi. Harun, rüyadan hiçbir anlam çıkaramıyordu. Hastanın getirdiği cariye son derece güzel hiçbir erkeğin reddedemeyeceği kadar çekici bir kadındı. Harun birden üzerinde ki pelerinin ruhunu teslim etmiş insanların şehrine düzenlediği seferde giydiği pelerin olduğunu hatırladı. Orada tapınaklarını yok ederken, rahipleri tarafından kaynatılan ölümsüzlük iksiri dökülürken pelerinine sıçramıştı. Hemen pelerinini çıkardı kaynatılarak merhem yapılmasını söyledi. Yapılan merhem iki hastanın da göğsüne sürülünce derhal ikisi de iyileşti.

Bundan sonra Harun tedavi ettiği adamın kendisine hediye ettiği ve adı Leyla olan ve daha sonra Harun’un da anlayacağı gibi aslında bir insan olmayıp, cin olan Leyla (Nefertiti-veya-İsis) ile evlendi.

Ondan Haide isminde bir kız çocuğu oldu. Ancak karısı Leyla kendisini dünyadaki her şeyden daha çok sevmesini istiyor, böyle olmaz ise ebediyen gideceğini söylüyordu. Bu şekilde yıllar geçerken bir gün gelen haberciler halifenin kendisini çağırdığını söylediler. Derhal saraya gitti. Halifenin kız kardeşi Sitt-El Mülk hastaydı ve Harun içeriye girince prensesin göğsünde ki ince yarayı görüp umutsuzluğa düştü. Daha önce karşılaşıp ölümsüzlük iksirinin sıçradığı pelerini yardımıyla iyileştirdiği hastalıkla karşı karşıyaydı. Halifeye hiç bir şey yapamayacağını söyledi. Bunun üzerine halife ölümsüzlük iksirini buluncaya dek kızı Haide’ye el koyacağını eğer kardeşi ölür ise Haide’nin de öldürüleceğini emretti. Bir gece sarayda prensesin odasında bırakılan muhafızlar garip bir şekilde öldüler.

Bunun üzerine Harun odadaki perdenin arkasına geçerek beklemeye başladı. İlerleyen saatlerde prensesin üzerinde göğsündeki kanı emen bir gölge gördü. Daha dikkatli bakınca onun karısı Leyla (İsis-Nefertiti) olduğunu anladı. Derhal atılarak ona ne yaptığını ve nasıl bir varlık olduğunu sordu. Eğer prenses iyileşmezse dünyadan çok sevdiği kızları Haide’nin de öldürüleceğini söyledi. Bunun üzerine kendisini dünyadaki her şeyden çok sevmesini isteyen Leyla onu ebediyen terk etti. Harun kızı Haide’yi kurtarmak için, gizli sırrı aramak maksadıyla tekrar yollara koyuldu ve öğrenerek tekrar geriye döndü. Halife ona sırrı öğrenip öğrenemediğini sordu, o da öğrendiğini, hikayesini anlatacağını söyledi. Bunun üzerine Halife Kahire’ deki tüm camilerden tanrılığını ilan ettirip başkaldıranları kılıçtan geçirtti. Ertesi akşam Harun halifeye hikayesini anlatmaya başladı, hikayenin içerisinde Mısır firavunlarının başlangıcı olan Osiris, Set ve İsis’in gökyüzünden dünyaya inmelerinden aynı soydan gelen ve hikayede tanrı olup, Allah’ın gerçek ismini bildikleri için ölümsüz olan ve Tutankhamon ile son bulan tüm Mısır firavunlarının ve aynı soydan gelip, Amon’a tapmayıp tek bir tanrıya Aton’a (Güneş) tapan Akhenaton’a kadar tüm Mısır firavunlarının ve onların hükümranlıklarındaki Mısır uygarlığından bahsediliyordu.

Ancak Amon’a tapmayan Akhenaton sayesinde bu soy ortadan kalkmış, Akhenaton insan kanı ile yıkanıp vücudunun diriliğini asla kaybetmeyen bu soydan geldiği halde bunu hiçbir zaman yapmayarak, neslinin tükenmesine kendi annesininde kalbini deşerek ölümüne neden olmuştu. Ancak Harun tüm bu macerası esnasında bir İfrit’e dönüşmüştü ve hikayenin sonunda da sırrı halifeye söylemedi. O günden sonrada halifeyi bir daha gören olmadı.

Sonunda Lord Carnarvon gelmişti, artık mezar açılabilir içerisinde ki tüm eski sırlar gün yüzüne çıkarılabilirdi. Çalışmalara büyük bir titizlikle başlandı, mezarın ilk odasına girildiğinde içerisinin paha biçilmeyecek kadar değerli mücevherlerle dolu olduğu ve Kral Tutankhamon’ a ait olduğu anlaşıldı. Ancak Howard Carter’ı burada bulunan hazineden çok bulmayı umduğu tarihsel gerçekler ilgilendiriyordu. Akıllı bir arkeolog ve bilim adamı olarak halk hikayelerinde anlatılan bu hurafelere asla inanmıyor, ama her halk hikayesinin altında da tarihsel bir gerçek olduğunu biliyordu. İçeride bulunan şeyler karşısında yaşlı Lord Carnarvon da çok heyecanlanmıştı. Ancak, kralın mumyasının bulunduğu lahit odasına daha girilmemişti. O gün saat çok ilerlediğinden Carter bunun ertesi gün yapılacağını söyledi. Lahit odasına giriş kapısının dışarıdan görünmemesi için ustabaşı Ahmed GURGAR’a orayı gizletti ve Gürgar’ ın tüm ısrarlarına rağmen, o gece girmeyi kabul etmedi. Gürgar o gece Carter’in yanına bir kere daha gelerek, lahit’in bulunduğu odaya derhal girmeleri gerektiğini söyledi. Ancak Carter kabul etmedi. Ertesi gün mezara gittiklerinde gizledikleri girişin açılmış olduğunu görünce Carter çok sinirlendi, Gurgar’a bunun aralarında kalmasını söyledi. Bir yandan da alınan tüm güvenlik önlemlerine rağmen kimin girmiş olabileceğini düşünüyordu. Ancak Gurgar’a göre girilmemiş, içeriden çıkılmıştı. Çünkü toprak dışa doğru dökülmüştü. Carter buna asla inanmadı. Lahit bölmesine girildiğinde de aradığı sırla ilgili hiçbir kayda rastlayamadı. Artık ona kalan tek şey Tutankhamon’un mezarını bulmuş olmanın kendisine kazandırdığı prestijdi.

80 Günde Devr-i Alem (Jules Verne) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : 80 Günde Devr-i Alem

Kitabın Yazarı : Jules Verne

Kitabın Konusu :

Bay Phileas Fogg 1872 yılında, İngiltere'de yaşayan zengin bir adamdır. Bay Fogg dünyanın en nazik insanıdır. Gösterişide pek sevmez. Hakkında pek az şey biliniyordu. Her zamanki gibi biriç oynarken bir hırzıslık olayı masada konuşulmaya başlandı. Dedektif de olanları dinliyordu. Bir iddia üzerine Bay Fogg dünyayı 80 günde gezeceğini söylemişti. Yanına yardımcısınıda alır. Şüphe içindeki dedektifte onları takip edecektir. Bakalım hırsız herçekten onlar mıydı? Zamanında geri dönebilecekler mi?


Kitabın Özeti :


Phileas Fogg, kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği zengin ve kibar bir İngiliz beyefendisidir. Son derece düzenli bir hayat sürmesi, titiz ve dakik yaşayan biri olmasıyla ünlüdür. Bir gün, üyesi olduğu "Londra Kulübü"nde, gerçekleştirilmesi imkânsız gibi görünen bir konuda, servetinin yarısını ortaya koyarak iddiaya girer: Dünyanın çevresini 80 günde dolaşacaktır, hem de bunu, önceden bir plan program yapmadan gerçekleştirecektir. "Beyler, 21 Aralık günü beni burada bekleyin" demeyi de ihmal etmez.

Fogg, tek bir gecikme ya da tek bir aksilik sonucu her şeyini kaybetmesine neden olacak bu imkânsız yolculuğa yardımcısı Passeportaut eşliğinde koyulur.

Bu arada, bir dedektif Fix, bir banka soyguncusunun peşindedir. Banka soyguncusu, Bay Foog'a çok benzemektedir. Bu yüzden, dedektif Fogg ve yardımcısını adım adım izlemektedir. Hatta, "soyguncuyu buldum" diye merkezine haber verip, tutuklamak için izin ister. Çünkü yaptığı istihbarata göre, Fogg İngiltere'den çok acele çıkmıştır ve de yanında büyük miktarda da para taşımaktadır.

Üç kahramanımızın bindiği gemi Afrika'ya varmıştır. Afrika'dan 14 Ekim'de Aden'e, oradan 20 Ekim'de Hindistan'ın Bombay limanına varırlar. Dedektif Fix, Hindistan polisinden Fogg'un tutuklanmasmı ister. Hind polisi, İngiltere'den emir gelmeden bu işi yapamayacaklarını belirtip, reddeder.

Bombay'da, Fogg'un yardımcısı, treni beklerlerken, bir tapınağa ayakkabı ile girdiği için, ayakkabıları çıkartılarak tapınaktan sille tokat atılır. Bunu efendisine söylemez.

Trene binip, Hindistan'ın içlerine doğru yola koyulurlar. Ancak, tren hattı henüz tamamlanmadığı için, Tren belli bir yerde durur. Daha ileri gitmesi mümkün değildir. Araya araya bir fil bulup, satın alırlar. Ve yola koyulurlar. Hedef Kalküta'dır.

Yolda, fil duraklar. İnsan kokusu almıştır. Saklanırlar. Bir kafile, aralarında bir ceset ve kurban edecekleri bir genç kız den geçip gider. Sabaha kadar bekleyip kızı kurtarırlar. Artık dört kişi olmuşlardır. Kalküta'ya varırlar. Rehber ve fili geri gönderirler. Kız yanlarında kalır. Kızın adı Aouda'dır. Kız, hayretler içindeydi. Bir gün önce ölmüş olacaktı. Bugün ise yabancı insanlarla bir arada bulunuyordu.

Akşam, gemiye binirj gitmelerine beş saat varken, yanlarına yaklaşan bir polis onları müdüriyete davet etti. Durum anlaşılmıştı. Dedektif Fix, Fogg'u tutuklatamayınca, yardımcısının tapınağa, ayakkabı ile girmesi konusunu işleyerek, rahiplerin şikâyetçi olmasını sağlamış, böylelikle de polis olaya el koymuştu. İki bin pound ödeyerek kefaletle serbest kaldılar.

Hemen bir gemiye binip Hong Kong'a doğru yola düştüler. Dedektif Fix yine peşlerindeydi. Hong Kong'da kendilerini götürecek, gemiyi beklerlerken, Detektif Fix, Bay Fogg'un yardımcısıyla ahbaplığı ilerletir. Ona polis olduğunu açıklar. Yardımcı, efendisine geminin kalkış saatini bildiremesin diye de onu sarhoş edip, oyaladı. Bu esnada, bay Fogg Hong Kong çarşılarında alışveriş için gezmektedir.

Gece yatar. Sabah gemiyi kaçırdığını anlar. Fix yanma yaklaşır. Sevincini belli etmeden, onunla konuşur. Çünkü en yakın gemi bir haftadan önce gelmeyecektir.
Fogg bir kayık kiralar. Bilmeden, Fix'i de kendileri ile birlikte gitme teklifini, Fix mennuniyetle kabul eder. Küçük tekne ile yola çıkarlar.


Yardımcı ise, gemidedir. Gece uyanmış, koşa koşa kendisini gemiye atmıştır. Efendisinin olmadığını ancak, gemi hareket ettikten sonra anlayabilmiştir. Ama iş işten geçmiştir. Geminin vardığı yerde, Amerika'ya gitmek için gemi aramaya başlar. Parası olmadığı için, aşçılık yapmaya bile razıdır. Böyle dolaşırken, bir sirke uzun burunluların alınacağı ilanını görür. Müracaat eder ve karın tokluğuna çalışmaya razı olur.

Bir gün akşam, gösteriden sonra, seyirciler arasında oturan Efendisi Bay Fogg'u görünce hayretlere düşer. Yine bir araya gelirler. Albay Stamp Proctor isimli birisi ile kavga ettiler….

Hep birlikte, General Grand gemisi ile Amerika'ya doğru yola çıkarlar. 3 Aralık'ta San Fransisco'ya ulaşırlar. Tüm aksaklıklara rağmen, Fogg'un hedeflediği tarihte bir sapma olmamıştır.

Fakat, aksilikler de bitmemişti. Amerika'da kavga ettikleri Albay, peşlerindeydi. Nitekim trende Bay Fogg'la karşılaşırlar ve düello için trenin arkasına doğru yürürler. Tam bu esnada, Kızıl­derililer trene saldırır. Fogg'un yardımcısının cesareti sayesinde bu saldırı püskürtülür. Bu arada Albay yaralanmış, yardımcısı ise kaybolmuştur.

Fogg treni kaçırma pahasına gider ve yardımcısını bulur. Bu sefer temin ettikleri bir kızakla yollarına devam edip ve Omaha'ya vardılar.. Omaha'dan da trenle Şikago'ya kadar geldiler. 10 Aralık'ta ise New York'taydılar. Ancak, gidecekleri gemiyi kaçırmışlardı.

Ama, Bay Fogg'un durmaya niyeti yoktu. 8000 dolara bir gemi kiralar ve ertesi gün yolculuğa çıkarlar. Hiçbir limana yanaşıp yakıt ikmali yapmadıkları için, yolda geminin kömürü biter. Bay Fogg, bu sefer de gemiyi sahibinden 60 bin dolara satın alır. Ve gemi, üst tarafında ağaçtan yapılma ne varsa yakarak yoluna devam edip, İrlanda'ya kadar varır. Artık yol yaklaşmıştı. İrlan­da'dan önce bir trene, sonra da bir gemiye binerek Liverpool'a vardılar. Liverpool'da, dedektif Fİx Bay Fogg'a yanaşıp ismini sordu ve "İngiliz Kraliçesi adına sizi tutukluyorum" dedi.

Fogg'un canı çok sıkılmıştı. Saatini önüne koymuş, durmadan bakıyordu.
Birkaç saat geçmemişti ki, Fix içeri girerek, "Sizden özür diliyorum bayım, gerçek hırsız üç gün önce yoklanmış" dedi. Fogg ayağa kalktı ve Detektife esaslı bir yumruk atarak onun ayaklarını yerden kesti.

Hemen istasyona koştular. Tren yoktu. Bay Fogg özel bir tren tuttu. Dokuza on kala Londra'ya vardılar. Ancak, geç kalmış ve bahsi kaybetmişti.
Evine geldi ve odasına kapandı. Ertesi gün Aouda ile konuşmaya başladı.

"Seninle ilgili çok güzel düşüncelerim vardı. Ancak, şimdi her şeyini kaybetmiş birisiyim. Sana ancak, az bir para verebilirim."
Aouda, "hayatımı kurtardınız, sizden daha başka ne isteyebilirim. Hem ben sizi seviyorum " dedi.

Evlenmeye karar verdiler. Bir gün sonra, akşam evleneceklerdi.

Fogg'un beş arkadaşı, dakikaları sayıyorlar, Fogg'un artık gelemeyeceğini hesap ediyorlardı. Tam saatinde, Fogg içeri girdi ve "geldim" dedi.

Bu nasıl olmuştu. Gayet basit. Fogg ve arkadaşları bir gün erken gelmişlerdi. Ancak, Bay Fogg, bunun farkında değildi. Yardımcı ertesi gün kendisini az bir zaman kala ikaz etmese, yine farkında olmayacaktı.

Ve Bay Fogg artık tekrar zengin bir adamdır.

Kitaptaki Karakterler, Kişiler:

Phileas Fogg: Zengin kendine güvenen maceracı bir kişi.

Dedektif Fix:
Yanlışlıkla Phileas Fogg u hırsız zannetmiş ve onun peşinden dünya gezisine katılmıştır.

Alternatif Akımda Omik Direnç, Endüktif Reaktans, Kapasitif Reaktans, Empedans Nedir? Örnek Soru

Alternatif akımda yükün temel devre elemanları olan direnç, bobin ve kondansatör olmasına göre üç değişik direnç ortaya çıkar. Bunlar ;

Omik Direnç : 

Akım ve gerilimin aynı fazda olduğu, açı farkı oluşturmayan yüklerin oluşturduğu dirençtir.

Isıtıcılar, akkor telli lamba, iletken tellerin içdirenci omik direnç oluşturur.

R harfi ile gösterilir.

Birimi ohm'dur.

Endüktif Reaktans :

Alternatif akımda bobinin direncine endüktif reaktans denir. 

Elektrik motorları, balast, kontaktör gibi cihazlar endüktif reaktans meydana getirir.

XL ile gösterilir.

Birimi ohm'dur.

Formülü XL = 2.π.f.L

π= Pi sayısı 3,14
f = Frekans
L = Bobinin endüktansı

Örnek : Frekansı 50 Hz. olan bir A.A. devresindeki 40mH endüktansı olan bir bobinin endüktif reaktansını hesaplayınız.

40mH = 0,04H

XL = 2.π.f.L
XL = 2. 3,14 . 50 . 0,04
XL = 12,56 ohm


Kapasitif Reaktans :

Alternatif akımda kondansatörün direncine kapasitif reaktans denir. 

Xc ile gösterilir.

Birimi ohm'dur.

Formülü Xc = 1 / 2.π.f.C

π= Pi sayısı 3,14
f = Frekans
C = Kondansatörün kapasitesi

Örnek : Frekansı 50 Hz. olan bir A.A. devresindeki 100µf (mikro farad) kapasitesi olan bir kondansatörün kapasitif reaktansını hesaplayınız.

100µf  = 0,0001 f

Xc = 1 / 2.π.f.C
Xc = 1 / 2. 3,14 . 50 . 0,0001
XL = 31,8 ohm

Empedans : 

Alternatif akım devrelerinde toplam dirence empedans denir.

Dirençlerin toplamı aralarındaki açı farklarından dolayı vektörel olarak yapılır.

Z harfi ile gösterilir.

Birimi ohm'dur.

Z = U / I

Dirence bağlı formülleri devrede omik direnç, endüktif reaktans ve kapasitif reaktansın bulunup bulunmamasına ve seri devre, paralel devre bağlantısına göre değişir.

Seri devrede empedans formülleri ;


Paralel devrede empedans formülleri ;


5 Haziran 2019 Çarşamba

Sofi'nin Dünyası (Jostein Gaarder ) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişiler


Kitabın Adı : Sofi'nin Dünyası

Kitabın Yazarı : Jostein Gaarder

Kitabın Konusu :

BM taburunda binbaşı olarak görev yapan Albert Knag’ın okullarda verilen felsefe eğitimi yetersiz bulmaktadır. Toplumun felsefenin önemini yeterince benimsememesinden dolayı Sofi adındaki bir kızın felsefe tarihi içindeki heyecanlı ve bir o kadar da düşündürücü olan serüveninin yer aldığı felsefe tarihi üzerine bir roman yazmaktadır. Bu kitabı onbeşinci yaş gününde kızı Hilde’ye armağan etmesi anlatılmaktadır.

Arka Kapak Bilgisi:

"Benzer insanların", yüzeysel bilgilerin geçerli olduğu çağımızda, "3000 yıllık geçmişinin hesabını yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır" diyen Goethe'nin günübirlik insanlarından olmama yolunda ciddi bir adım.

15. yaşgününü kutlamaya hazırlanan Sofi, bir gün posta kutusunda "Kimsin" yazılı bir not bulur. Bu sorudan hareketle, bütün bir felsefe tarihinde sorulmuş soruları ve cevapları, sürükleyici bir roman kurgusu içinde anlatan Jostein Gaarder, Umberto Eco'nun "Gülün Adı"nda Ortaçağ teolojisini romanlaştırma gücünü bu kitabında felsefede gösteriyor.

Gaarder (1952) özellikle gençliğe yönelik kitaplarıyla tanınan Norveçli bir felsefe öğretmeni.

"Sofi'nin Dünyası" yayınlandığı 1991 yılından bu yana aralarında Korece, Rusça, Japonca, Arapça gibi diller de olmak üzere kırka yakın dile çevrilmiş ve yayınlandığı her ülkede en çok satan kitap olma başarısını elde etmiştir.

Kitabın Özeti: 

Sofie Amundsen, her şeyin her zamanki olağanlığında aktığı bir günde okuldan döner ve posta kutusunda bir zarf bulur: “Kimsin sen?”

İşte bugüne kadar oldukça sıradan bir yaşam sürdüğünü düşünen Sofie, bu iki kelime karşısında sarsılır. Bu zarf çok büyük bir yolculuğun ilk bileti olur ve asla da son değildir. Sofie, zarflar almaya devam eder ve bir felsefe kursunun içinde olduğunun bilincine varır. İyi de kimdir Sofie’ye bu oyunu oynayan? Sofie yaklaşmakta olan 15. Doğum günü için babasının ona bir sürpriz yaptığını düşünür ama olaylar gerçeklikten sapmaya başladığında bunun hiç de basit bir sürpriz olmadığının farkına varır. Sofie, olur olmadık yerlerde bu zarflardan bulmaya devam eder. Ayrıca zarflarda tıpkı kendisi gibi 15 yaşına basacak olan Hilde diye bir kızdan da bahsedilmektedir. Sofie’ye göre ortada büyük bir karışıklık vardır. Sofie, bu karışıklığı çözmek için posta kutusuna kimin zarfları bıraktığını görmek ister ve beklemeye başlar. Yaşlı ve oldukça garip görünümlü birini gören Sofie peşinden koşsa da bu gizemli adamı yakalayamaz.

Sofie birgün yatağının altında bir kaset bulur ve kasetin içerisindeki videoda gördükleri Sofie’yi iyice tedirgin eder. Alberto ismindeki filozof Atina sokaklarında yüzyıllar öncesinde dolaşmakta ve Platon ile Sofie’yi tanıştırmaktadır.

Sofie ve Alberto’nun felsefi yolculuğu mitlerden doğa filozoflarından günümüze kadar dayanmaktadır. Mektuplaşmalara son veren Alberto ve Sofie felsefe derslerine yüz yüze devam etmeye karar verirler. Felsefe dersleri saatler sürmektedir çünkü Hilde ve Sofie’nin 15. Yaş gününe çok az kalmıştır. Alberto’ya göre binbaşının ne yapacağı hiç belli değildir. Tabi tüm bunlar Sofie için hala belirsizlikken kafasını daha da karıştıran olaylar yaşar: Yerde bulduğu paranın Hilde tarafından kaybedilen para olduğunu öğrenir, Alberto’nun köpeği Hermes’in kendisiyle iletişime geçtiğini görür. Sofie, tüm bunları yaşarken annesi artık bu gizemli hallerden çok tedirgin olmaya başlamış ve Sofie’ye 15. Yaş günü partisine Alberto’yu da davet etmesi gerektiğini söylemiştir.

Sofie için durum iyice karmaşıklaştığında kitap Hilde’nin gözünden yansıtılmaya başlanır. Sofie ve Alberto Knax, Hilde’nin babası Binbaşı Albert Knag’ın kızına hazırladığı 15. Yaş günü hediyesinin bir parçasıdır. Binbaşı kızına BM tarafından görevlendirildiği Lübnan’daki taburundan bir kitap yazmaya karar vermiştir. Kitap, Sofie isimli bir genç kızın başından geçen olaylardan bahsetmektedir. Hilde, kitabı elinden düşüremez ve bir çırpıda öyküyü bitirmeye kararlıdır. Aynı zamanda da Alberto ve Sofie’nin durumuna oldukça üzülmüş onları bir kitabın içerisine sıkıştıran babasına öfkelenir. Babasına bir oyun oynamaya karar verir ve tıpkı Sofie’nin başına gelenler gibi babası havaalanındayken ona farklı noktalarda bulabileceği notlar bırakır.

Alberto ve Sofie ise binbaşının öyküsünden kaçmanın planlarını yapmaktadır. Her şeyi Sofie’nin doğum günü partisinde sonlandırmaya karar verirler. Doğum günü partisinde bir sürü beklenmedik olay gelişir. Sofie ve Alberto için özgürlük zamanı gelmiştir. Sofie, evcil hayvanları ve annesi ile vedalaşır, onların gerçek olmadığını bilmesine rağmen Sofie için oldukça duygusal bir andır. Binbaşı kitabı şöyle noktalar: “Sanki yer yarıldı da içine girdiler.” Bu cümle Sofie ve Alberto için binbaşının en başından beri elinde tuttuğu iplerden kurtuluşun sihirli sözcükleridir. Binbaşı Sofie ve Alberto’ya fark etmeden de olsa başka bir dünyada varoluşlarını sürdürme imkânı vermiştir.

Hilde ve babası bahçede göle karşı otururken ve büyük patlamadan bahsederken Sofie ve Alberto onları izlemektedir. Artık işler tersine dönmüştür. Dışarıdan izlenebilen ve gözlenebilen tek yaşam artık ‘Sofie’nin Dünyası’ değildir.

Tuna'dan Uçan Kuş (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Tuna'dan Uçan Kuş

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitabın Özeti :

Boris soylu bir ailenin çocuğudur. Mohaç’ta Tuna kıyısında bulunan, ünlü Pirak çiftliği dayısınındır. Ailece orada yaşarlar. Mohaç Osmanlı toprağıdır. Bölgeyi yöneten Osmanlı Beyi halka zarar vermez. Yaşamları eskisi gibi devam eder. Yüklü vergi öderler.

Devşirme yöntemiyle kimi ailenin erkek çocuklarına el konulur. Boris güzel, akıllı, yetenekli bir çocuktur, bu özellikleri çevrede dillere destan olmuştur. Devşirme işiyle görevli Turnacıbaşı Ferhat Ağa Boris’i devşirme almak ister. Fakat Boris’in ailesi onun Osmanlı’ya devşirme olarak vermek istemez. Sonunda annesi kendi memleketine hizmet için yetiştireceği oğlunun; feryatlar, acılar içinde götürülmesine engel olamaz.

Ferhat Ağa’nın on üç yaşındaki Boris üzerindeki bu ısrarcı tavrının nedeni ondan parlak bir gelecek ummasıdır. Çok değerli bir turnacıbaşıdır, insanların yüz ifadelerinden, vücutlarındaki işaretlerden gelecekte nerede, nasıl biri olacaklarını görebilir. Boris’in hareketleri, konuşmaları, fiziksel özellikleri ondaki cevheri yansıtmaktadır.

Ferhat Ağa o yöreden, yaşları sekiz ile on sekiz arasında yüz oğlan devşirir. İstanbul’a yol almaya başlarlar. Yolculuğun üçüncü akşamı Boris’in kaçmış olduğu anlaşılır. Boris halk tarafından tekinsiz bir yer olarak bilinen Obrak ormanına ulaşır. Hortlakların kol gezdiğine inanılan bu ormana peşine takılan iz sürücülerin girmeyi göze alamayacaklarına inanır. Çeşnik köyüne yakın bu ormanda Obrak ayısı avlanır. Tuzaklar vardır. Boris bu tuzaklardan birine yakalanır. Açlık susuzluk korkular içinde yaşam savaşı verir. Tuzağın üstüne düşen dalların yapraklarıyla soğuktan korunur, bunlardan yiyerek açlığını bastırır. Tuzakları kontrole gelecek avcılara umudunu bağlar.

Tuzağa düşüşünün beşinci gününde avcılar tarafından bulunur. Bulunduğu haberini alan kolluklar Boris’i alarak yollarına devam ederler. Kafile Edirne’ye yaklaşıyordur. Rodop dağlarında saldırıya uğrarlar, silahlı çatışma olur, yirmi oğlan kaçırılır ve Boris’de onların arasındadır.

Bu olay sonucu Ferhat Ağa görevinden alınır. Mısır’ın çöl sınırında bir kalede Dizdarlık görevi verilir. Ferhat Ağa kaçırılan çocukları bulmaya kararlıdır.

Kaçırılan çocuklar Gelibolu’da köle tüccarlarına oradan Afrika’ya götürülür. Sonunda Habeşistan sarayına satılırlar. Habeş dinini öğrenip İslam dinini bellerler. Saray hizmetlerinde çalıştırılırlar. Çalgı söyleme, çalma, şarkı söyleme, köçeklik de yaptırılırlar.

Boris; en büyükleri onbeşer, ötekileri, on, on bir, on iki yaşlarındaki yirmi çocuğun elebaşı konumundadır. Acımasız Habeş yasalarında saraydan kaçmanın cezası diri diri gömülmek de olsa “özgürlük düşleri” ve kaçıp kurtulma umutları vardır.

Ramazan ayı gelir. Her Ramazan olduğu gibi Mısır Valisi, Habeş Hükümdarı’na, Padişah’ın armağanlarını götürür. Ferhat Ağa kervanın güvenliğini sağlamakla görevlidir. Mısır Valisi, Ferhat Ağa ve tüm görevliler Habeş sarayında ağırlanırlar. Onlara hizmet eden kölelerin kaçırılan yirmi devşirme olduğunu ve Boris’in de onların arasında olduğunu keşfeden Ferhat Ağa olur. Durumu Mısır Valisine açar. Çocukları oradan kurtarmak için Habeş Sarayında görevli iki Osmanlı casusundan (Mimar Hasan ve Veysel) yardım alınır. Boris’e kaçış planı hakkında onlardan haber beklemesi öğütlenir.

Ramazan Bayramı gelir. Boris kaçış planını bekliyordur. Bir ay kadar sonra söz verilen yerde plan Boris’e ulaştırılır. Boris planı arkadaşlarına anlatır ve saraydan kaçarlar. Fakat kaçtıkları anlaşılır. Yakalanan çocuklar diri diri gömülme cezasına çarptırılırlar. Baş mimar Hasan ve Veysel bu durum için planı önceden hazırlamışlardır. Habeş hükümdarını ikna edip cezanın şehrin ortasına kazılacak bir mezara gömülme olmasını kararlaştırırlar. Çocuklar her şeyden habersiz ölüm korkusu yaşarken tüneller sayesinde mezardan kaçırılırlar.

Ferhat Ağa onları Asmaraba kalesinde karşılar. 2 gün Mısır’da kalırlar. Ve İstanbul’a doğru yol alırlar. Yol boyunca Ferhat Ağa’dan alacakları eğitim, Osmanlı sarayında onları bekleyen görkemli yaşam hakkında bilgi edinirler. Devşirmeler adetler ve töreler doğrultusunda derlenip toparlanır. Boris’in yeni adı Behram’dır. Ferhat Paşa Turnacıbaşı görevine döner.

Berham’ım göz kamaştırıcı yükselişi başlar. Türkçe, Arapça, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca öğrenir. Matemetik, din, beden geliştirme dersleri alır, hepsinde başarılıdır. Şehzade ile iyi bir dostluğu vardır.

Berham’ın eğitimi ilerlerken farklı yetenekleri de ortaya çıkar. On sekiz yaşında gemi planları çizip, maketler yapıyordur. Padişaha bunları sunmuş ve takdirini almıştır. Ferhat Ağa, Berham’ın başarısıyla gururlanır.

Padişahın güvenini ve takdirini kazanan Berham’a karşılığında “nişancılık” makamıyla ödüllendirileceği bir görev verir. İstanbul’daki hırsızlık olayını çözme görevi.

Berham gizemli hırsız olayını çözmeye koyulur. Zenginden alıp fakire dağıtan, izini belli etmeyen, kılık değiştiren hırsızın peşine düşer. Direnci, sabrı, eğitimi, aklıyla olayları çözer. Roma’nın bu bölümü Galata’da geçer. Behram yaptığı gözlemler sonucu hırsıza yataklık yapan Mişon’a ondan da üç şüpheli kişiye ulaşır.

Bu işin içinde olduğunu düşündüğü, dört ay sonucunda şüpheli gördüğü dokumacı Memnune, kızı Destegül ve pekmez satan oğlu Bilal’in yaşadığı evin karşısındaki eve taşınır ve onları izlemeye başlar. Hırsıza hazırladığı tuzak başarıyla sonuçlanır ve onu yakalar. Hırsız Destegül’dür. Memnune’nin bir zamanlar Padişah’ın gözdesi olan bir cariye olup Valide Sultan’ın oyunuyla gözden düşürüldüğünü, Destegül ve Bilal’in de Padişahın çocukları olduğunu öğrenir. Destegül bu işe babasından öç almak için girmiştir. Berham Destegül’ün yüreğindeki acıları anlar. Destegül hırsızlığı fakirlere yardım için yapsa da yasalar karşısında cezalandırılacaktır. Berham bu olaya başka bir çözüm bulmak istiyordur. Berham yine ince zekasıyla durumu Padişaha aktarır.

Tüm öğrendiklerini masal gibi bir düş şeklinde Padişaha anlatır. Padişah Memnune’yi ve bir zamanlar ona aşık olduğunu hatırlar; hırsızın kızı olduğunu anlar. Hırsız için verilecek kararı Berham’a bırakır. Memnune ve çocukları doğduğu topraklara Bosna’ya gönderirler. Bu olay da herkesi mutlu edecek bir şekilde çözen Behram bir kez daha Padişah’ın güven ve sevgisini kazanmıştır. Ve görevini başarması sonucu nişancılığa getirilir, henüz yirmi iki yaşındadır.

Behram gönlünün sultanını arıyordur. Saray terzisinde bu kişiyle karşılaşır. Onun akıllı, görgülü, bilgili, yetenekli, okuma-yazma bilen, saraya nakış işleyen bir hanım olduğunu öğrenir. Tanışırlar ve evlenmeye karar verirler. Nişan sarayda yapılır. Tüm konuklar hazırdır; fakat kızın babası yoktur. Padişah durumu idare etmek için kızı safiye Sultan’ı Berham’a verdiğini söyler. Behram Padişah’a bağlılığından buna karşı çıkmaz. Düğün gecesi gerçek ortaya çıkar. Terzide beğendiği hanım Safiye Sultan’dır.

Romanda Behram’ın hayatı çerçevesinde Osmanlı devletinin durumu, hanedan yaşamı, halkın düşüncelerinde de bir pencere açılıyor. Halk barışsever Padişahından bir sefer bekliyor. Bu sırada Padişahın kardeşi Emir ülkeden kaçar. Düşman Acem Şahıyla Osmanlıya karşı birleşir. Acem ve Osmanlı arasında bir savaş gerçekleşir.

Emir yaralanıp ölür. Behram yeteneklerine bir de savaş deneyimi ve kahramanlığını ekler.

Vezirlik makamı, savaş madalyaları, padişahın kızıyla mutlu bir evlilik, bir de oğlu vardır. Ama içinin bir köşesinde ailesine özlemi yaşar. Behram’ın yolunda giden hayatı yeni zorluklara gebedir. Maketlerini yaptığı gemiler artık 50 teknelik bir filoya dönüşmüş, bir hayali daha gerçekleşmiştir. 40 günlük bir deneme seferine çıkılır. Bu seferde, Behram’ı kıskanan ve yükselip Başvezirlik makamına gelmesini istemeyen Kaptanı Derya’nın oyunu sonucu Behram korsanlara esir alınır. Kaptanı Derya Filistin’e sürülür ve deniz yolculuğu sırasında ölür.

Behram’dan haber alınamaz, artık öldüğüne inanılır. Safiye Sultan onun hala yaşadığına inanıyordur.

Behram’ın tutsak düştüğü korsan gemisinde Podova Kardinali de vardır. Kontlar, Senyörler işbirliği yapıp kardinali kurtarmak için özel bir filo kurarlar. Kardinal, Behram ve arkadaşları korsanlardan kurtarılır.

Behram kardinalin yardımı ve desteğiyle bir süre İtalya’da kalır. Mohaç’ta devşirme günlerinden dört arkadaşıyla Sicilya’da tersanede çalışırlar, para kazanırlar. Amaçları biriktirdikleri parayla görkemli bir gemi yapıp İstanbul’a başları dik ve onurlu dönmektir. Yaptıkları gemilerin namı duyulur. İdris adında Tunuslu bir tüccarla tanışırlar. İdris’e tekne yaparlar. Sicilya’da Müslüman olduklarını saklamak zorunda kalan Behram kendini Nemçeli bir bilim adamı olarak tanıtmıştır.

İbadetlerini gizli yapıyorlardır. Bir tesadüf sonucu İdris onları namaz kılarken görür. Bu sır onların arasında bir güven bağı oluşturur. İdris aslında amacının ülkesini İspanyol zulmünden kurtarmak olduğunu, özgürlük düşleri kurduğunu ve depoladığı silahları Behram ve arkadaşlarına anlatır. Onları Tunus’a davet eder. Behram ve arkadaşları Tunus halkına yardım etmek amacıyla Tunus’a giderler. Behram’ın liderliğinde halkı eğitirler, asker yetiştirirler, tersane kurarlar. Tunus özgürlüğüne kavuşur. Fakat yapılan savaşta Behram’ın bir arkadaşı ölür. Tunus’ta dirlik ve düzen kurulunca Behram; İsmail ve İbrahim arkadaşlarına orayı emanet edip; görkemli bir gemi ve değerli armağanlarla İstanbul’a döner. Behram, Tunus Beyliğini Osmanlı devletine bağlar. Kaptanı Derya olarak göreve başlar. Oğlu, yeni doğan kızı ve eşiyle mutlu günler yaşar.

Padişah vefat eder. Veliaht Şehzade başa gelir. Behram’la gençlik yıllarına dayanan çok içten dostlukları vardır. Behram’ı Başveziri yapar. Behram 32 yaşındadır. Birlikte üç savaşa katılırlar, ülke için çalışırlar.

20 yıl geçer. Yeniçeri Ağası başkaldırır. Padişah tahttan indirilir. Oğlu olmadığı için yerine kardeşi Karesi Sancak Bey’i geçirilir. Behram Paşa Malta’ya sürülecektir, ona bir ölüm tuzağı hazırlanmıştır. Bu kötü günler sırasında Safiye Sultan hastalanıp ölür. Behram’ın oğlu Mehmet’i Padişah dayısı koruyordur, kızı Valide Sultanladır.

Behram kendine hazırlanan ölüm tuzağını dostlarının yardımıyla bozar ve Yeniçeri Ağasının kendi kurduğu tuzağa kendisinin düşmesini sağlar. Yeniçeri Ağası öldürülür. O günden sonra Behram’ı gören olmaz.

Avrupa, Asya, Afrika kıtalarını gezen türlü zorlukları aşan behram Tuna kıyısına yerleşir. Bir ev alır. Kendine tuzak hazırlandığını öğrenince kitaplarını Rumeli’ye kaçırmıştır. Kırklareli’nde bir köyde, kaptan Paşalığı sırasında yanında çalışan leventlerden birinin evinde saklamıştır. Bu kitapları yeni evine yerleştirir, kapılarını herkese açar. Dil, din, millet ayrımı yapmaksızın bilgisini aktarır. Önce “gezgin” sonra “bilgin” adiyla anılır. Yazdığı matematik, coğrafya kitapları Topkapı Endenin’de okutuluyordur.

Böylece on beş yıl geçer. Ünü Osmanlı Padişahına gider. İstanbul’a çağrılır fakat gitmez. 2 yıl sonra Padişah Behram’a gider. Israrla kimliğini öğrenmeye çalışır. Fakat Behram kimliğini saklar.

Tuna kıyısında kurduğu bilim yuvasında 10 yıl daha yaşar. Ölmesine yakın Müslüman töresine göre gömülmek istediğini söyler ve o zaman herkes Müslüman olduğunu öğrenir.

Mohaç Sancak Beyine mühürlü bir paket bırakır. İçinde “Tuna’dan uçan bir kuştum...” cümlesiyle başlayan yaşamı vardır. Bunun Padişaha gönderilmesini ister. Ölümünden sonra bu isteğinin yerine getirilmesini ister ve gerçekleşir. Padişah, Bilginin Behram Paşa olduğunu öğrenir. Behram Paşa hayatını roman gibi yazdığı kağıtlarda son istediğini de belirtmiştir. Yaşam öyküsünün efsaneleşip dilden dile yayılması....” bu isteği de gerçekleşir.

Behram Paşa ölmeden önce son düşü annesinin de isteği olan yurduna dönüp oradaki insanlara da faydalı olabilmek arzusunu da gerçekleştirmiştir.

Mo'nun Gizemi (Gülten Dayıoğlu) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Mo'nun Gizemi

Kitabın Yazarı : Gülten Dayıoğlu

Kitabın Özeti :

Gülten Dayıoğlu Dünya Yazarlar Toplantısı'na katılmak için eşiyle birlikte Avustralya’ya gitmektedir. Uçakta Burç isimli bir genetik mühendisiyle karşılaşır. Görünümü ve anlattıklarının ilginçliği yazarın aklından çıkmaz. Burç’un genetik klon olduğundan şüphelenir. Sonra Burç altı kaset içeren hikayesini yazara postalar. Gülten Dayığlu bu hikayeyi romanlaştırır.

Hikaye Cennet Adası’nda başlar. Adada annesiyle tatilde olan Burç, annesiyle tatilde olan Amerikalı Daphne (Defne) ile tanışır. Birbirlerinden hoşlanan gençler arkadaşlıklarını sürdürürken bir akşamüstü adaya gizemli dört kişinin gizlice geldiğini görürler ve onları izlemeye karar verirler. Ancak gizemli dörtlü de onları farketmiş ve şüphelenmiştir. Gizemli dörtlünün başında Yuma isimli Japon bir bilimkadını vardır.
Mo yaratığı diye bilinen, eskiçağlarda hem karada hem denizde hem havada yaşayabilen, başındaki dokuz çıkıntıyla gökyüzünden ışın çekebilen, ancak evrim aşamasında soyu tükenen olağanüstü bir varlığın fosilinin peşindedirler. Eski kocası Yuen de Çinli bir bilimadamı olup aynı hayalin peşindedir ve aralarında rekabet vardır.

Bir ay önce Maldiv’de Mo yaratığının fosili bulunup müzeye konmuştur. Yuma, Mo yaratığı fosilini incelemek ve içinde bulunabilecek canlı hücrelerden yeni Mo lar hatta İN-MO-SAN yani genetiği Mo ile karıştırılmış insanüstü yaratık türetme hayalindedir.

Gençler adada temizlik işçisi Nahobi ile tanışırlar. Nahobi onlara Mo ile ilgili efsaneler aktarır ve yakın adalardan Male’ deki evine ninesinden bunları dinlemeye çağırır. Bu arada gençler anneleri ile birlikte müzeyi gezerken Bayan Jane (Defne’nin annesi) bir yerli tarafından saldırıya uğrar ve aniden ortaya çıkan Tom onu kurtarır ve onlarla arkadaş olur. Oysa bu gizemli dörtlünün planlarının bir parçasıdır.

Nahobi adadaki tapınaktaki Mo taşını onlara gösterir. Mo taşının içinde yavru Mo fosili vardır. Aslında Nahobi Yuen’in adamıdır ve fosili bulan Yuen ; İNMOSAN projesini Yuma’nın başarabileceğini düşündüğünden yavru fosile ulaşması için böyle bir oyun kurmuştur. Ertesi gün tapınaktan Mo taşı çalınır ve Nahobi gizemli dörtlü de kayıplara karışır. Ancak Tom gençlerin adreslerini almayı başarmıştır.

Gençler Papağan Adasında yapılan piknikte yaşadıkları romantik anlardan sonra hüzünle ülkelerine dönerler. Ancak hem ayrıldıkları için üzgün hem de Tom onların adresini aldığı için endişelidirler. İnternet aracılığıyla sürekli haberleşirler ve endişelerinin sonucunda Burç sırdaşı olan kuzeni Ece’ye danışır ve gençler tüm hikayeyi ailelerine aktarırlar.

Adada geçirdikleri ölüm tehlikesini de göz önüne aldıklarında aileler de çok endişelenir ve araştırmaya girişirlerse de dörtlünün otel kayıtları düzmece çıkar. Bunun üzerine çocuklarına koruma tutarlar. Yine de bir gün Burç ve Defne aynı anda Yuen tarafından kaçırılır. Bu arada Yuma ve ekibi Japon hükümetinin de desteğiyle yavru Mo hücrelerinden Mo oluşturmayı başarmışlardır.

Yune ise Çin hükümetinin desteğiyle labaratuardaki bu çalışmaları yakından izlemektedir. Yuma gençlerin Yuen’in ajanı olduğuna inanmaktadır ve Yuma onları İNMOSAN projesinde kullanmak için kaçırmıştır ve onlara Mo geni aşılamaya başlar. Gençlerin görüş alanları zihinleri ve ciltlerinde değişiklikler başlar. Bir gün Nahobi Sema Hanım’a telefonla gençleri Yuma’nın Japonya’ya kaçırdığını söyler. Ailelerin hükümetlere yaptığı baskı sonucunda serbest bırakılırlar. Yaşamlarına devam eden gençler arkadaşlıklarını sürdürseler de aşktan söz etmezler artık.

Kendilerine aşılanan Mo genleri bunu baskılar. İkisi de New York’ta genetik mühendisliği okur ve olağanüstü başarılarla birinci olarak mezun olurlar. Mezuniyet gününde Nahobi karşılarına çıkarak Yuen tarafından onlara iş teklifi yapar. İnmosan projesinde görev almayı kabul ederler. Önce yine Cennet Adasında birlikte bir tatil yaparlar ve aşklarını hatırlarlar. Yuen de Yuma da gençlerin bebekleri olmasını istemektedirler bu bebek ilk İNMOSAN olacaktır ancak bu gerçekleşmez.
Adadan dönüşte bir kez daha Yuma tarafından kaçırılırlar bu kez Yuen de kaçırılmıştır. Bu aslında bu göstermelik bir kaçıştır. Nahobi çift taraflı ajanlık ederek Yuen’i buna razı etmiştir. Uçaktaki yavru Mo yaratıkları ise gençlerin içini sevgiyle doldurmuştur.

Mo'nun Gizemi (Gülten Dayıoğlu) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı için tıklayınız...

Kompanzasyon İçin Gerekli Kondansatör Gücü Nasıl Hesaplanır? Formülleri Nelerdir?

Endüktif yükün Cosφ1=güç katsayısı, P=aktif gücü ve istenen Cosφ2=güç katsayısı bilindiğinde, sistemin kompanzasyonu için bağlanması gereken kondansatör gücü formüllerle hesaplanabilir

Yukarıda verilen güç üçgeni şeklinden faydalanarak kondansatör gücü formüllerini bulabiliriz.



P = Aktif güç

φ1 = Endüktif yükün açısı

φ2 = Kompanzasyon sonrası yükün açısı

QL = Kompanzasyon yokken çekilen reaktif güç


QT = Kompanzasyon sonrası çekilen reaktif güç

QC = Kompanzasyon için gerekli kondansatör gücü


S1 = Kompanzasyon yokken çekilen görünür güç

S2 = Kompanzasyon sonrası çekilen görünür güç

Formüller;

S= P / Cosφ1

S= P / Cosφ2



QL = S1 . Sinφ1 veya

QL = P . Tanφ1

QT = S2 . Sinφ2 veya

QT = P . Tanφ2

QC = QL - QT   veya

QCP . (Tanφ1 - Tanφ2)

NOT: Kullanılan gerilim değeri alternatif akımın etkin değeri olduğundan kondansatöre gelebilecek maksimum gerilim değeri dikkate alınmalıdır. Seçilen kondansatörlerin delinme geriliminin uygulanan gerilimin 1,42 katına eşit veya fazla olması gerektiği unutulmamalıdır. (Uc ≥ 1,42.U)

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...