21 Temmuz 2019 Pazar

Metal Fırtına 2 Kayıp Naaş (Orkun Uçar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Metal Fırtına 2 Kayıp Naaş

Kitabın Yazarı : Orkun UÇAR

Kitabın Özeti :

Türkiye Cumhuriyeti'nin ABD ile yaptığı savaşta olayın başkahramanı Gökhan‘ın
Washington‘u bir bombayla yıkmasına karşılık olarak AmerikaTürkleri çok kızdıracağını bildiği halde Anıtkabir’i bombalar.

İsrail Atatürk’ün naşını eski bir mit üyesi olan ve aranan Cengiz’in yardımıyla kaçırır. İsrail'liler Cengiz’i başından iki kurşunla vurarak giderler.

Cengiz suratının bir bölümü parçalanmasına rağmen ölmemiştir. Cengiz intikam hırsı ile hayatta kalmayı başarmıştır. Gri takımın lideri ve eski kayın pederi olan Kurt’a giderek durumu anlatır. Atatürk’ün naşının Seyaret Matkal adında bir İsrail operasyon timi tarafından kaçırıldığını anlatır.

Kurt amaçlarının ne olduğunu bilmeden hem Atatürk’ün naşını bulmak hem de neden kaçırıldığını anlamak için Atatürk’ün naşının peşine düşer. Cengiz naşın nakledildiği bir soğuk hava kamyonundan bahsetmiştir. Bu kamyonda şirkete ait izleme cihazı olduğu için kamyonun gittiği yer tespit edilir. Kamyonun geldiği yer bir gen araştırma merkezidir.

İçerden birilerinden alınan bilgilere göre naaş hala bu merkezdedir. Kurt operasyon emri verir. Ortalık kararınca operasyon yapılacaktır. Beklenmeyen bir şey olur. Kamyon önünde ve arkasında birer jeep ile tesisten çıkar. Kurt çabuk bir plan yaparak durumu lehine çevirir.

Operasyon ana yolla tali yolun birleşim noktasına kaydırılır. Küçük bir çatışma sonucu naaş elde edilir. Ertesi sabah başbakan bir açıklama ile naaşın bombalama öncesi Anıtkabir den başka bir yere nakledildiğini açıklar. Naaşın şimdi Etnografya müzesinde olduğunu bildirir.

Bundan sonra olayın içine Metal Fırtına 1 den tanıdığımız Gökhan Birdağ girer. Kurt, Gökhan‘a İsrail‘e gitmesini ve Atatürk ten alınan dna örneklerinin ve bu şirketin yok edilmesi için görev verir.

Gökhan Amerika‘yı öldüğüne inandırmak için bir plan hazırlar ve uygulamaya koyar. Bir dağ evinde gerçekleştirdiği planı sayesinde dünya onun öldüğüne inanmıştır. Fakat Aleksander Lynam buna inanmamıştır. Aleksander Lynam da Gökhan'ın peşindedir. Gökhan babasını kaçırmıştır. Lynam iyi bir dedektif tutar bu dedektif geçmiş dönemlerin izini sürerek Gökhan‘ın izini bulur.

Gökhan karısının yanına gider. Gökhan Fransa‘da altı ay önce kaza yaparak ortalıktan kaybolmuştur ve şimdi tekrar ortaya çıkmıştır. Kurt onun için gerekli olan evrakları hazırlayıp Gökhan‘a ulaştırır. Gökhan karısına tatile çıkacaklarını söyler. Bu haber karısını oldukça mutlu etmiştir. Tatile İsrail’e giderler.

Gökhan karısıyla birlikte otele yerleştikten sonra daha önceden Kurt‘un ayarladığı kendisine yardım edecek olan bir Mossad ajanı ile tanışır. Bu ajan Gökhan'a buradaki gen araştırma merkezini anlatır. Burası Gadna merkezidir.

Gökhan’ın yeni görevi Gadna merkezini yok etmektir. Gökhan‘a yardım eden kişi Elijah‘tır. Elijah yakaladığı bir Gadna'da çalışan doktor sayesinde Mescid-i Aksa'ya yapılacak olan saldırıyı öğrenir. 6 bomba yüklü kamyon Mescid-i Aksa'da patlatılacaktır.

Bu sırada Cengiz, Seyaret Matkal timinin lideri olan Herod’u alarak eski Türklerin uyguladığı bir işkence yöntemini uygular. Herod’un kafasını kazır ve deve boyunu derisini Herodun kafasına geçirir. Herod’un kafasında kuruyan deri Herod un kafasını iyice sıkar ve yapışır. Birkaç gün içinde Herod‘un saçları çıkmaya başlar. Deve derisini delemeyen saçları beynine doğru uzar ve acıları dayanılmaz olur. Birkaç gün için de Herod, Cengiz‘in her söylediğini yapan bir köleye mankurta dönüşmüştür.

Cengiz de Herod u alarak İsrail’e gider. Cengiz'in suratı kimsenin tanıyamayacağı bir haldedir. Zaten çoğu insan yüzüne bakmaya bile korkar. Cengiz kedini hava alanında Türkiye'de öldürülmüş olan Malvin olarak tanıtır. Yurt dışındaki bir görevden geldiklerini söylerler.

Gökhan Gadna‘yı yok etmek için geldiği İsrail'de yeni bir olayla karşılaşır. Artık Mescid-i Aksa eylemini de engellemek durumundadır. Bir plan yaparak altı kamyondan ikisini kamyonların bulunduğu garajda, birini Jabotinsky‘nin mezarında, üçünü de Gadna'da patlatmaya karar verirler.

Küçük bir operrasyondan sonra kamyonları ele geçirirler. Elijah’ın birkaç dostu ve akrabası ile kamyonları gereken yerlere götürürler. Patlamalar gerçekleştirilir.

İsrail patlamaların şokunu atlatamadan Cengiz, Herod‘u da yanına alarak Golem projesinde katkısı olan Ariel Şaron’a suikast düzenlerler. İsrail'liler Herod'u ve Cengiz'i kurşun yağmuruna tutarlar.

Bu arada Aleksander Lynam'ın tuttuğu dedektif Gökhan’ın karısını öldürürür.
Dedektif otelde Gökhan‘ı bayıltıcı iğneyle uyutarak Aleksander Lynam'ın yanına götürür. Burda Aleksander Lynam İstanbul boğazında patlatılacak olan bomba yüklü gemiden bahseder. Gökhan, Aleksander Lynam'ın elinden kurtularak bu eylemi Kurt'un yardımıyla sonlandırır.

Kurt, Gökhana yeni bir kimlik ve yeni bir hayat hazırlar. Gökhan artık Gökalp olarak Kurt ve kızının yanında yaşamını sürdürür.

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız...

Metal Fırtına 1 (Orkun Uçar ve Burak Turna) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili



Kitabın Adı : Metal Fırtına

Kitabın Yazarları : Orkun Uçar ve Burak Turna

Kitap Hakkında Bilgi :

Metal Fırtına,  23 Mayıs 2007 tarihinde başlayan ABD ve Türkiye arasında patlak veren savaşı konu eden politik kurgu bir kitaptır.

Metal Fırtına’nın en ilginç yanlarından biri de kahramanların; R. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, George W. Bush, Condeleezza Rice, Donald Rumsfeld gibi gerçek karakterlerden oluşmasıdır.

Orkun Uçar ve Burak Turna tarafından kaleme alınan Metal Fırtına, yayımlandığı dönemde büyük yankı uyandırmıştı.

Bu ilk kitaptan sonra yazarlar ayrı ayrı Metal Fırtına serisine devam etmişlerdir.

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir? öğrenmek için tıklayınız...

Kitabın Özeti :

23 Mayıs 2007 günü Kuzey Irak’taki Türk askerî birliği, müttefik ABD’nin saldırısına uğrar. Amerikan 101. Hava İndirme Tümeni, Irak’ın kuzeyindeki Türk Deniz Piyade Tugayı’na saldırmıştır.

Saldırının yapıldığı saatlerde, ABD’de Metal Fırtına operasyonunun ayrıntıları görüşülmektedir. Operasyonun hedefi İstanbul ve Ankara’yı ele geçirmektir.

Türkiye’ye yönelik operasyonun arkasında bir madencilik ve enerji şirketinin ortaklarından olan Lynam adında bir işadamı vardır. Saldırı haberi üzerine Ankara’da Genelkurmay Başkanlığındaki harekât merkezinde toplantılar yapılır. Öncelikle diplomatik yolların kullanılması düşünülmektedir. Bu sırada Irak’taki Türk birliklerine yönelik saldırılar ise devam etmektedir. Bunun üzerine Başbakan, ABD’nin saldırıları ve Türkiye üzerindeki emelleri hakkında basına açıklamalar yapar. Bu sırada Türk istihbaratının başına yeni atanmış olan Çetin Kutlu elinde bir dosya ile Başbakanı beklemektedir.

Türk istihbarat timi Gri Tim üyesi olan ve görevi gereği Fransa’da yaşayan Gökhan Birdağ, aldığı bir emir ile Ermeni asıllı bir silah tüccarının bürosuna girer ve bir dosya bulur. Dosyada, Türkiye’deki bor, uranyum ve toryum madenlerinin işletme hakkının 2007 Aralık ayından itibaren bir madencilik şirketine ABD tarafından satıldığı yazmaktadır. İşte MİT Müsteşarının elindeki dosya bu dosyadır. Dosya Amerikan saldırısından dört ay önce ele geçirilmiştir. Ancak dosya aylarca içerideki hainler tarafından sümen altı edilmiştir. Amerikan saldırısının ana hedefi Türkiye’deki zengin maden yataklarını ele geçirmektir.

Amerikan saldırıları tüm şiddetiyle devam etmektedir ve diplomatik yollardan da bir sonuç alınamamıştır.

Amerika’nın Türkiye’ye saldıracağını dört ay önceden öğrenen Gökhan Birdağ yanındaki atom bombasıyla Amerika'da bir çiftlikte uygun zamanı beklemektedir. Eğer saldırılar sona erdirilmezse New York ve Washington’da bombaları patlatacaktır.

Amerikan Ordusu, Anıtkabir’i de bombalamıştır. Bu arada İstanbul’a hava saldırısına başlamıştır.

Gökhan Birdağ Washington’da merkezî bir yere atom bombasını yerleştirir. Bombanın patlamasıyla Washington’daki bir çok önemli merkez yok olur. Amerikan istihbarat elemanları Gökhan Birdağ’ın saklandığı yeri tespit eder ve yakalamak için harekete geçerler. Savaşı Florida’daki bir merkezden takip eden ABD Başkanı Türkiye’ye tehditler yağdırır.

Türk ve Amerikan orduları arasındaki savaş tüm şiddetiyle sürerken, Türkiye’nin Rusya, Çin, Almanya ve Fransa ile görüşmeleri de devam etmektedir. Rusya Devlet Başkanı Başbakana, bor, uranyum ve toryum madenlerinin işletiminde bu ülkelere pay verilmesi durumunda yardım edeceklerini bildirir. Anlaşma sağlaması üzerine dört ülkenin temsilcileri Birleşmiş Milletler binasında ABD’ye ültimatom verirler. ABD bu ültimatom karşısında çaresiz kalır. ABD Başkanı istifaya zorlanır ve böylece savaş sona erer.

Amerikan istihbaratının elinden bir Alman ajanın yardımıyla kurtulan Gökhan Birdağ hasta yatağında savaşın bittiği haberini alır. Gökhan Birdağ’a yardım eden Alman ajan ona bazı fotoğraflar gösterir. Fotoğraflarda yer alan kişi, savaşın arka planındaki isim olan Adrian Lynam’dır. Bunu öğrenen Gökhan Birdağ intikam almak için yemin eder.

Orkun Uçar ve Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitapları Nelerdir?


Metal Fırtına 1

Tarih, 23 Mayıs 2007… Yer, Kerkük'ün kuzeydoğusu…
Kuzey Irak'taki kargaşa devam ederken, bölgede bulunan Türk birlikleri ani bir Amerikan saldırısına uğrar. Türk birlikleri "müttefik"lerinden hiç de beklemedikleri bir darbe almıştır.
CNN International hemen haber geçmeye başlar: "Kuzey Irak'ta çatışma… 13 ABD askeri öldü, 30 yaralı var. Ordu yetkilileri, Amerikan güçlerine saldıran 35 Türk askerinin öldürüldüğünü açıkladı."
Amerikalıların niyeti Türkiye'deki zengin bor minerallerini ele geçirmektir. Bunun için her şeyi göze almışlardır. İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere tüm Türkiye'yi savaş alanına çevirmeyi bile…. Ve Metal Fırtına Operasyonu başlar…

Metal Fırtına ilk olarak Orkun Uçar ve Burak Turna tarafından beraber yazılmıştır. İlk kitaptan sonra yazarlar ayrı ayrı Metal Fırtına serisi kitaplar yazmaya devam etmişlerdir. Aşağıda ayrı ayrı iki yazarın yazdığı Metal Fırtına kitaplarının tanıtımları bulunmaktadır.

Orkun Uçar'ın Yazdığı Metal Fırtına Kitap Seti 

1- Metal Fırtına 2 / Kayıp Naaş


Metal Fırtına 2 / Kayıp Naaş özeti için tıklayınız...

Tarih 27 Mayıs 2007. Anıtkabir, ABD tarafından bombalanmış, Atatürk’ün naaşı ortadan kaybolmuştur.

Devlete bağlı gizli bir teşkilata (Gri Takım) çalışan Türk ajanı Gökhan Birdağ’ın görevi ise kayıp naaşı bulmaktır. Komutan Kurt’un anlattıkları Gökhan’ı yeni bir hedefe yöneltir.

Kayıp Naaş Operasyonu’nun ardındaki şeytani planı öğrenen Gökhan, Ortadoğu’ya gidip çıban başı olan İsrail’i vuracaktır.

Üç büyük dinin merkezi, kutsal şehir Kudüs, tarihinin en kanlı, en acımasız hesaplaşmalarından birine tanık olacaktır.

2- Metal Fırtına -3 / Kızıl Kurt 


Metal Fırtına -3 / Kızıl Kurt özeti için tıklayınız...

Bu kez düşman Rus Mafyası…

Orta Asya için ölümcül güç mücadelesi

Gökhan merdivende uzaklaşan koşar adım sesleri duydu. Adamlardan biri yukarı çıkıyordu. Artık zaman kaybedemezdi.

Belindeki el bombasını hızla çıkarıp pimini çekti. Biraz bekledikten sonra bombayı içeri yuvarladı ve duvara neredeyse yapışık halde odanın diğer ucuna doğru koştu.

Bomba hemen patlamış, Gökhan da sarsıntıdan kurtulmak için yere yatmıştı. Yattığı yerden göz açıp kapayıncaya kadar kalktı ve geri, kapıya koştu. Kapıdan çıktığında göz gözü görmüyordu.

Dumanlar arasında ancak siluetler şeklinde gördüğü bedenlere neredeyse rastgele ateş etmeye başladı. Birkaç saniye sonra, yerde ilk cesetle beraber üç tanesinin daha yattığını gördü, hiçbiri tanınacak halde değildi.

3- Metal Fırtına 4 - Turan


Metal Fırtına 4 - Turan özeti için tıklayınız...

Ekip lideri kolunu diğerlerine uzatıp parmaklarını açtı. Yumruk yaptığı anda ateş başlayacaktı. Diğerleri onu gözlüyordu ama birdenbire liderlerinin kafasının boynundan kayıp yere düştüğünü gördüler, ardından bedeni yana devrildi. Tam önündeki toprak sanki canlanmış ve onun canını almıştı.

“Kızıl Şaman Koray çıplak vücudu kurbanlarının kanıyla boyanmış halde ayakta duruyordu. Elindeki kısa kılıçtan hâlâ kan damlıyordu. Çekik gözlü cansız suratlara baktı. Çin gizli istihbarat servisi GRI’ya bağlı ölüm timiydi bu. Bekliyordu bu saldırıyı. Ama kurdun inine böyle girilemezdi.”

Binlerce insan geride iz bırakmayan bir katil tarafından yok ediliyor.
Dünya korku içinde.
Tek umut Gökhan Birdağ liderliğindeki Türk timinde!
Kızıl Şaman Koray ne saklıyor?
Şaman kehanetlerindeki kıyamet “Kalgançı Çak” geldi mi?!

4- Metal Fırtına 5 - Tengri


Türk'ün Tanrısı Geri Dönüyor!

Orkun Uçar Metal Fırtına, Kayıp Naaş, Kızıl Kurt ve Turan’dan oluşan serisinin son kitabı Tengri’de Umut Altın ile birlikte okuru destansı bir maceraya davet ediyor.

Gizemli Ela Gözlüler, günümüz Türkiye'sinde Kutadgu Bilig ve Divanü Lûgati’t-Türk'te saklanan kadim sırrın peşindeyken; nükleer savaş sonrası ölümcül tehlikelerle dolu dünyada Gökhan Birdağ ve Kızıl Şaman Koray, canavarlarla mücadele ederek hedeflerine ulaşmak zorundadır.

Bu kutsal görevde Ela Gözlülerin, Gökhan ve Kızıl Şaman'ın tek düşmanı insanlar değildir…

Metal Fırtına 5 – Tengri seriye yakışır görkemli ve epik bir finalde, kahramanlarımız Gökhan ve Kızıl Şaman Koray'ı okurla son kez buluşturuyor!
Türk tarihinin en eski eserleri, kayıp zamana ait hangi sırrın koruyucusu?
Koray, “Sonsuz göğün altında dört rüzgâr gibi özgür olalım,” diye mırıldanarak üzerindeki koruyucu giysiyi çıkartmaya başladı. Bu sırada ilk radyasyon ölçümünü yapmakla meşgul olan Gökhan, ne yaptığını görünce şaşkınlıkla ona baktı. “Delirdin mi sen?” diye bağırdı.

Koray gülümsedi, “Buna ihtiyacımız yok,” dedi.
“Tüm yolculuğu bunun içinde geçiremem.”
“Radyasyon…”
“Biz tek kullanımlık kahramanlarız. Başarır ya da ölürüz.” 

Burak Turna'nın Yazdığı Metal Fırtına Kitap Seti

1- Metal Fırtına-2 – Kurtuluş 


Metal Fırtına-2 – Kurtuluş özeti için tıklayınız...

Metal Fırtına 2 Kurtuluş, ilk kitaptan bu yana merak edilen soruların cevaplarını heyecanlı ve sürükleyici yepyeni bir olay örgüsüyle sunuyor. Abdullah Gül ve ekibi, kimlerin elinde?

ABD’nin Türkiye’yi işgal girişimi üzerine diplomatik müzakerelerde bulunmak amacıyla Vaşington, DC’a hareket eden Abdullah Gül ve ekibi enterne edilmişti. Ekibin başına neler geldi, Dışişleri Heyeti ile ilgili planlar neydi? Planların arkasında kim vardı ve bağlantıları nerelere kadar uzanıyordu? Vaşington, DC’da patlayan bomba neleri değiştirdi?

Vaşington’da patlayan atom bombasının sistemi zora sokması ve Türkiye işgalinin çıkmaza girmesi sonucu Başkan Bush görevden çekilmek zorunda kalmıştı. Yeni ABD hükümeti kimlerden oluşuyor, neyi hedefliyor? Türkiye hızla toparlanırken ateş bu sefer nerelere sıçrıyor? Amerikan yönetimine el koyan gizli bir grup, kimsenin beklemediği bir anda tekrar harekete geçerken yeni hedef neresi? Türk, Amerikan ve Rus politikacılar zamana karşı yarışıyor. Gri Takımın içinde köstebek mi var? Ortadoğu’ya nihai barışı getirmek isteyen Türkiye bunu başarabilecek mi?

2- Metal Fırtına-3 – Karşı Saldırı


Metal Fırtına-3 – Karşı Saldırı özeti için tıklayınız...

"Gelecek öngörülebilir mi? Metal Fırtına 3 Karşı Saldırı''yı okuyun ve buna siz karar verin."

Yazdığı Metal Fırtına kitabıyla olası bir Amerika -Türkiye savaşını öngörüp Beyaz Saray''ı bile ürküten ve dünyayı sallayan, Üçüncü Dünya Savaşı''yla Avrupa''daki göçmenlerin eylemlerini tahmin eden Burak Turna bu sefer de okuyucuyu dünyanın en sıcak çatışma bölgelerine götürerek, heyecanlı bir aksiyon kurgusunun içine sokuyor.

Kötülük baronu, bütün operasyonlarda kendisini engellediğini düşündüğü Gri Takım’dan kurtulmak için bir plan geliştirir. Afrika’nın Atlas Okyanusu’na açılan Gambiya isimli küçük ülkesinde pek az kişinin bildiği bir Türk eğitim birliği vardır. Kötülük baronu, bu birliğin subaylarını kaçırttırır ve Türk Özel kuvvetlerinin onları kurtarması için girişim başlatmasını sağlar. İlk amacı bu özel birliği pusuya düşürmektir.

Ancak esas amacı bu komployu Gri Takım’ın öğrenip engellemeye çalışmasını sağlamak ve Gri Takım''ı, savaş alanına geldiğinde yok etmektir.

Peki Gri Takım, bu büyük tuzaktan kurtulup karşı saldırıya geçebilecek mi? Kurt, bu ölümcül mücadeleden sağ kurtulabilecek mi? Mert ve Gökhan’ın ilişkileri nasıl bir şekil alacak?

Metal Fırtına 3''ü okumaya başladığınızda zamanın nasıl geçtiğini anlamayacak ve bir sonraki sayfayı heyecanla bekleyeceksiniz.

3- Metal Fırtına-4 – Gizli Güç


Metal Fırtına-4 – Gizli Güç özeti için tıklayınız...

Son kitapta tuzağa düşürülen Gri Takım’ın hangi üyeleri kurtuldu?

Dünyayı diz çöktürmeye yeminli Elan Rahu Gri Takım’ı ortadan kaldırabilecek mi?

Gizli Silahlar kınlarından çıkıyor mu?

Türkiye’nin Gizli Gücü harekete geçecek mi?

“Metal Fırtına” kahramanları Gökhan ve Mert ne yapacak?

Tüm bu soruların ve daha pek çoklarının sevapları kitabın içinde…

Okuyucuların ellerinden bırakamayacakları yepyeni bir macera sizleri bekliyor.

4- Metal Fırtına-5 – Karanlık Savaş


Metal Fırtına-5 – Karanlık Savaş özeti için tıklayınız...

“Metal Fırtına” serisinin beşinci kitabı, okuyuculara unutamayacakları bir serüven yaşatmaya hazır…

Gri Takım, dünyanın çeşitli yerlerinden ajanlarını bir araya getiriyor ve kötülüğün kalesine doğru yola çıkıyor…

Süper Güçlerin casusluk örgütleri ve özel kuvvet birimleri, onların bu yolculuğuna engel ya da yardımcı olmak için, kıyasıya bir mücadelenin içine giriyorlar…

Tarihin karanlık dehlizlerinden çıkan, ruhani güçlerin birbirleri ile savaşı, Gri Takım’ı dönülmez noktaya sürüklüyor…

Bu kitaptan sonra, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…

Metal Fırtına serisi, KARANLIK SAVAŞ ile birlikte dönüm noktasına geliyor…

5- Metal Fırtına-6 - Uyanış

Gökhan ve Mert , Gerçekliğin paramparça olduğu bir dünyaya gözlerin açıyor.

Kimliklerin birbirine karıştığı, akıl oyunlarının ölümcül stratejilere dönüştüğü bir dünyada, Türklerin Anadolu’daki varlığına kast edecek korkunç bir sırra ulaşmak ne kadar kolay olabilir.

Bildiğimiz politik oyuncuların yerini gerçek oyunculara bıraktığı hızlı bir aksiyon, derin sorgulamaların da kapısını aralıyor.

Metal Fırtına 6 : Uyanış Metal Fırtına serisinin en iyi kitaplarından birisi olmaya aday.

Ölümcül Sırra ulaşması gereken sadece Gökhan ve Mert mi?

Bu sırrı kim kim neden gizledi?

Zihnimizin kalıplarını parçalamadan o sırra ulaşabilecek miyiz?

Cevaplara ulaşmak için ilk gereken şey ; Uyanış...
6- Metal Fırtına-7 – Ateş Kapanı 

Metal Fırtına serisinde büyük bir dönüm noktası… "

Metal Fırtına 7: Ateş Kapanı" Gökhan ve Mert, o güne kadar adını bilmedikleri düşmanlarının elinde can mı verecekler?

Gerçek düşman kim?

Metal Fırtına''nın gerçek kahramanları yoksa şimdiye kadar bizim de adını bilmediğimiz başkaları mı?

Eğer sıradan bir insan olarak kendinizi kaosun içinde bulsaydınız neye dönüşürdünüz?

Bir anda canavara dönüşmüş insanların arasında kalsaydınız?

Ya, kendinizi insan zihninin zorlanmaya başlayacağı bir kurgunun ortasında bulsaydınız…?

Bu romanı okuyanın yapacağı ilk şey, sekizinci kitabın ne zaman yazılacağını sormak olacak!

7- Metal Fırtına-8 – Hakikat Muhafızları

Metal Fırtına 7'de herkesin peşinden koştuğu sır gerçeğe dönüşmeye başlarken, düşman güçlerin tahmin edemediği faktör neydi?

Bir toplumun birbiri ile tüm iletişimi kesildiğinde onları hâlâ birbirine bağlayacak olan sırrı kimse bilmiyordu. Ancak nihai darbe sonrasında ortaya çıkan tepki hiçbir insanın aklına getiremeyeceği türdendi.

Ve savaşın sisi arasında, hakikati bir bal arısı gibi taşıyan, kitlelerin zihinlerinde tahmin edilemez güçleri harekete geçiren gölge savaşçılar...

Onların silahları, bilgileri, mermileri bilinçleriydi...

General Massimo, Türkiye üzerinde gerçekleştirdiği operasyonun dış dünyaya ve tarihe sızmaması için büyük çaba gösteriyor ama olaylar kontrolünden çıkıyordu...

Düşman uzun süredir ilk kez soğuk terler dökmeye başlamıştı...

Burak Turna'nın Yazdığı Diğer Kitaplar 

1- Nükleer Darbe 

Güç onu kendi çıkarları uğruna pervasızca kullanan liderlerin elinde ne hale gelir?

Dünya yönetimini ele geçirmek için nükleer savaş planlayan güçler, planlarını uygulamaya koyuyor… Türk ordusu ve Rus ordusu; Avrupa ordularına, kendi topraklarında ağır kayıp verdiriyor… Çin, Amerikan topraklarının bir bölümünü işgal ederek, tarihte bir ilke imza atıyor… Dünyanın süper güçleri, Akdeniz sularında birbirine giriyor ve nükleer silahlar ateşlenmek üzere silolarından çıkıyor… Dünyayı yönetmek isteyenlerin ‘Nükleer Darbe’ planı böylece uygulamaya koyuluyor…

Peki Türk özel askeri timi ‘Bölüm 18’ bu korkunç planı engelleyebilecek mi?

Yazdığı romanlarla dünya gündemine oturan Burak Turna bu kez nükleer silahlara sahip olan ülkelerin bu silahın dünya ülkeleri arasında yayılmasını engellerken, nükleer silahları kullanarak kendi halklarını da baskı altında tuttuklarına işaret ediyor ve Batı ordularının, Doğu orduları karşısında ‘başarılı olamayabileceği tezini’ işliyor.

Nükleer Darbe belki de yakın gelecekte yaşanacakların bir özetini sunuyor.

2- Üçüncü Dünya Savaşı 

Burak Turna’nın ortaya attığı ve gerçekleşen
7 kehanetin yer aldığı
Üçüncü Dünya Savaşı
yeni baskısıyla karşınızda…
Yeni bir dünya savaşı kapıda...

1215 Magna Carta''dan bugüne uzanan ilişkiler zinciri Doğu ve Batı medeniyetlerini karşı karşıya getiriyor. Avrupa Birliği dağılmak üzere. Avrupa''nın Katolik ve Protestan havzasında giderek yükselen Neo-Nazi hareket, Türkler, Ruslar ve Afrikalılar başta olmak üzere tüm yabancı unsurlara karşı düşmanca faaliyetlere girişiyor. Derhal hareketlenen Rusya, Avrupa içlerine doğru ilerlemekte. Bütün bu olaylara kayıtsız kalamayan Türkiye, kilit bir hareketle savaşın gidişatına yön veriyor.

Pasifik''te ise ABD ve Çin arasındaki amansız güç mücadelesi, tarafları savaş formasyonuna geçirmiş bile. Uzay araçlarının, yepyeni tekniklerin kullandığı bir uzay savaşı patlamak üzere. Dünyaya yön vermeye çalışan ezoterik örgüt Ölüm Kardeşliği, tüm tarafları tahrik ediyor ve dünyayı, görülmedik bir felakete sürüklüyor.

Garip bir elektrik vardı havada, bütün dünya atmosferine yayılan. Herkes büyük bir şeyler olmasını bekliyordu. Büyük bir kötülüğün dünyanın yüzeyine yayıldığını hissedebiliyordu sıradan insanlar. Fırtına öncesi sessizlik gibi... Ve belki de yeni bir dönem başlayacaktı, belki de insanlık dönemi kapanacaktı. Kimse kıyametin yakında olup olmadığını bilmiyordu ama Papa Ratzinger''in sağlığının gittikçe kötüleşmesi, 112. ve son Papanın gelmek üzere olduğu inanışlarını güçlendiriyordu.

3- Sistem A 

SistemA gibi bir felsefe kitabı, Türk düşünce tarihinde ilk kez yazılıyor. Felsefenin batı kökenlerinde, bir Türk düşünür ilk kez bu kadar cesur bir girişime kalkışıyor. Burak Turna’nın beyin laboratuarında kurguladığı deneysel felsefe çalışmasının sonuçları devrimsel olabilir ancak bu sonucun ortaya çıkması için çok uzun zaman gerekebilir. Ve pek çok emek. Ancak okuyucuların göreceği gibi, Burak Turna’nın ulaştığı bir sonuç daha sonra saygın bilimsel makalelerde bilim adamları tarafından aynen yazıldı.

SistemA, düşünce ile madde arasındaki en etkili iletişim aracı olmaya aday.

4- Süleyman Operasyonu 

Türkiye ile İsrail Savaşırsa Ne Olur?

MİT ve MOSSAD arasında geçen bir mücadelenin öyküsü

Türkiye ile İsrail Savaşırsa Ne Olur? sorusuna cevap aradığı haber konusu ile hayatı allak bullak olan Süleyman, İsrailli kadın gazeteci sevgilisi, Deniz Kuvvetleri''nde astsubay olan babası, çalıştığı gazetedeki istenmeyen adam halleri arasında gidip gelen derin bir duygusal gerilim altındadır.

Masum bir şekilde haber sorusunun cevabını ararken, aslında dev bir istihbarat savaşının tam merkezinde olduğunu asla bilemez...

MOSSAD, Süleyman Operasyonu ismini verdiği bir harekat sayesinde, Akdeniz''deki enerji yataklarıyla ilgili insiyatifi ele geçirmeyi ve MİT''e karşı üstünlük elde etmeyi ummaktadır...

Oğluna sevgisini gösteremeyen bir babanın, İsrail''e bağlı kalmakla duygularını yaşamak arasında ezilen bir sevgilinin ve nefret dolu bir gazete genel yayın yönetmeninin tam ortasında umutları tükenmekte olan Süleyman, bu mengeneden nasıl kurtulacağını düşünmektedir.

Süleyman Operasyonu başladığında ise dünya değişecektir...

5- Parvus’un Askerleri İstanbul Düştü

23 Nisan 1909… İstanbul için sıradan bir gündü… Şehrin etrafı yine onu almak için gelen bir orduyla çevrilmişti...

İtalya önderliğinde, binlerce Makedon ve Sırp eşkıyası, onlara katılan dünyanın tüm büyük güçlerine ait donanmalar ve askerler, tek bir hedef için toplanmıştı: İstanbul’u almak ve Osmanlı Devleti’ne son vermek…

Roma, 500 yıllık rakibi Osmanlı’ya ölümcül darbeyi vuracak operasyon için düğmeye bastığında ise Yıldız Sarayı’nda yalnız bir Sultan vardı. Sultan II. Abdülhamid, 33 yıllık iktidarının sonuna geldiğini biliyordu…

Ancak sonu gelen sadece onun iktidarı değil, Devleti Ali’nin bizzat kendisiydi…

Tüm bu büyük olayların içinde sessiz sedasız, gölgelerin arasında karanlık işler yapan bir isim vardı. Alexander Israel Parvus…

Osmanlı’dan sonra kurulacak düzenin ilk adımlarını, Osmanlı’yı yıkmak için bir araya getirdiği, farklı kimliklere bürünmüş karanlık güçlerle beraber atacaktı… Onlar Parvus’un Askerleri’ydi…

6- Osmanlı'nın Gizlenen İşgali 1909 

Osmanlı'nın 1909 yılındaki işgali, varlığını gizli biçimde sürdüren Roma İmparatorluğu'nun iradesi ve onun emrindeki G8 devletleri tarafından mı gerçekleştirildi?

1.Dünya Savaşı, Osmanlı'nın 1909 yılında gerçekleşen ve uzun yıllar süren işgalini gizlemek için düzenlenen bir kurmaca mıydı?

Çanakkale Savaşları aslında 1912 yılında İtalya'nın Çanakkale'deki Osmanlı kalelerini bombalaması ile mi başladı?

1909 işgalinde Amerikan askerleri Gattling silahı kullanarak Osmanlı askerlerinin imhasını askeri şifre yoluyla Amerika'ya bildirdi mi?

Osmanlı İmparatorluğu 1909 yılında ortadan kaldırıldı ve tarihle beraber tüm insanlık kandırıldı mı?

Jön Türkler aslında Makedon ve Ermeni Terör örgütlerine verilen şifreli isim miydi?

1909 İşgali'nin Roma tarafından hedeflenen ama 1909’da tamamlanmayan son kısmı için aynı güçler tekrar harekete mi geçti?

Burak Turna, Osmanlı'nın Gizlenen İşgali-1909 isimli kitabıyla tüm dünya tarihini kökünden sarsacak bir bilgiyi kamuoyuna sunuyor.

Yazar, 1909 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyanın büyük ülkelerinin askerleri ve donanmaları tarafından, terör örgütleri ile ortaklık içerisinde işgal edildiğini ve bu işgalin askeri şifreler yoluyla tamamen tarihten gizlendiğini ortaya koyuyor.

 Osmanlı'nın Gizlenen İşgali-1909 kitabında yazar, büyük devletler arasında gerçekleşen askeri şifrelerin çözümlemesini okurlarıyla paylaşarak, onlara 105 yıldır tüm dünyanın gözlerinden gizlenmiş bir sırrı tüm yönleriyle açıklıyor.

7- Çanakkale’nin Gizlenen Gerçeği - 1915 Büyük Resim

1915 yılında yaşanan trajedinin arkasında tarihin en büyük örtme operasyonlarından birisi mi gerçekleştirildi? Çanakkale Savaşları gerçekte hangi tarihte başladı ve 1909 işgali ile bağlantısı neydi? Savaşın tarihe yansıtılmayan gizli tarafları kimlerdi? Savaşı Anzaklar kazandı ve bu gizlendi mi? Sır perdesi, ilk kez bu eserde aralanıyor…

Orkun Uçar'ın Yazdığı Diğer Kitaplar

1- Sin – Sarı İstilâ

Derzulya’da kutsal kötülerin savaşı devam ediyor… “En büyük ego bile fark edilmeyi ister.”

Mabedin derinliklerindeki daire şeklindeki bir odada Sin’in gördüğü en şaşırtıcı yaratık vardı. Cavlaklar onu insan sanıyordu, çünkü tıpkı robot gibi gerçeğinin üzeri örtülmüştü. Sin’in gördüğü ise bütün vücudunu kaplayan dövmelerinden alevler çıkan canlı bir ateşti.

“Sen ve ben,” diye fısıldadı… “Levh-i Mahfuz.” Bedenindeki dövme harfler yavaş yavaş ortaya çıkmıştı. Hepsi mora yakın alevler içindeydi.

Bir şarkı mırıldanıyordu. Odadaki meşaleler sönmüştü, tek ışık kaynağı onun bedeniydi. Sin Sufi adına büyü denen bir gücün harekete geçtiğini anlamıştı. “Ağır bir yüküm var,” dedi. “Binlerce yıldır taşıyorum onu. Paylaşmam gerekiyor. Heykel kadar hareketsiz ve bebek kadar çaresiz görünsen de çok güçlüsün. Sin, binlerce yıldır beklediği ilahım. Sende onun damgası var.” Yakıcı parmakları, derisinin üzerindeki Sin yazısı üzerinde geziyordu. Bu harfleri tanıyordu. “Ama önce sana bir hikâye anlatmalıyım.”

2- Asi

SAVAŞ, DEHŞET VE KORKU... DERZULYA’DA GÜÇSÜZLERE YER YOK!!!

Sarp alaylı bir ifadeyle güldü. “Anlamıyorsun değil mi? Milyarlarca insanın ölümünden bahsediyorsun. Öyle bir düzenden bahsediyorsun ki, insanların zalim yöneticilere ve korkunç, küçük tanrılara taparak yaşayacağı dehşet çağı... Sürgündeki var veya yok, kendi kafandaki çarpık bir fantezi dünyası oluşturuyorsun. İyi ama benim farkım ne olacak o zaman John. Herkes avcı olacak. Kötülük sıradan olacak. Oysa biliyor musun belki de ben kötülüğü, avcılığı farklı olmak için seçmişimdir. Çoğunluk olan şey sıradandır John. Ben şu anda farklıyım, olağanüstüyüm, hâkim olan ahlakın, iyi ve kötü kavramlarının dışındayım. Bu dünyanın kendi yarattığı yaşam stilinin tek temsilcisi olan bir türüm. Asiyim. Oysa senin düzenin beni sıradan yapacak. Dejenere olmaya, çürümeye ve çürütmeye mahkûm iktidar yapacak. Ben bu olamam. “Ben sıradan olamam.”
Metal Fırtına serisinin en sıra dışı kitabı "Metal Fırtına 8: Hakikat Muhafızları"

NUTUK (Mustafa Kemal ATATÜRK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili 9. Bölüm


Kitabın Adı : NUTUK

Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK

Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT
9. BÖLÜM: TBMM NİN AÇILMASI VE YENİ DEVLETİN ÖRGÜTLENİŞİ : (Ana metin, s.: 49-50; 71; 66)

Efendiler, açılışının ilk günlerinde Meclis'e, Türkiye'nin izlemesi gereken siyasal ilke konusundaki görüşlerimi sundum. Bilindiği gibi Osmanlılar döneminde türlü siyasal yollar izlenmişti ve izlenmekteydi. Ben, bu yollardan hiçbirinin yeni Türkiye devletinin izleyeceği yol olamayacağı kanısına varmıştım. Osmanlı Padişahları hem Avrupa'yı, hem İslam dünyasını buyruğu ve yönetimi altına almak amacını güttü. Değişik ulusları ortak ve genel bir ad altında toplayarak eşit hak ve koşullar içinde tutup güçlü bir devlet kurmak, parlak ve çekici bir siyasal görüştür. Ama aldatıcıdır. Dahası, ulaşılamayacak bir amaçtır. Bu, yüzyılların çok acı ve kanlı olaylarla ortaya koyduğu bir gerçektir. İslamcılık ve Turancılık siyasetinin başarı kazandığı tarihte görülebilmiş değildir. Bizim açık ve uygulanabilir gördüğümüz siyasal yol, ulusal siyaset' tir: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı korumak; 19 20 ulus ve ülkenin gerçek mutluluk ve bayındırlığına çalışmak; gelişigüzel ve ulaşılamayacak istekler ardında ulusu uğraştırıp zarara sokmamak; uygar dünyadan uygar ve insanca davranış, karşılıklı dostluk beklemek.

Efendiler, hükümet kurma konusunda da tutulması gerekli yol, Osmanlı devletinin ve halifeliğin yıkıldığını kabul edip, yeni temellere dayalı yeni bir devlet kurmaktı. Ama durumu olduğu gibi söylemek, amacın büsbütün yitirilmesine yol açabilirdi. Çünkü genel düşünce ve eğilim, henüz halife-padişahın özürlü olduğu yolundaydı. Meclis'te hemen halife-sultan makamıyla bağlantı kurma ve İstanbul hükümeti ile uzlaşma akımı başlamıştı. Hükümet kurulması konusunda bunları göz önünde tutmakla birlikte, asıl amacı koruyan önerimi yazılı olarak Meclis'e sundum.

Kısa bir tartışma sonunda kabul edilen bu önergeye bakıldığında, temel ilkelerin şöylece yer aldığı görülür:
1- Hükümet kurmak zorunludur.
2- Geçici bir devlet başkanı ya da Padişah vekili ortaya çıkarmak uygun değildir.
3- Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin üstünde bir güç yoktur.
 Not: Halife-padişah, baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman, Meclis'in düzenleyeceği yasal ilkeler içindeki yerini alır.

Efendiler, bu ilkelere dayalı bir hükümetin niteliği kolaylıkla anlaşılabilir: bu, ulusal egemenlik temeline dayalı olan halk hükümetidir; cumhuriyettir. Zaman geçtikçe bu ilkelerin neleri kapsadığı anlaşılmaya başladı. İşte o zaman tartışmalar ve olaylar birbirini izledi.

Meclis, bu açıklamalarımı ve önerimi yaptıktan sonra beni başkanlığa seçmekle, bana olan genel güvenini gösterdi. Ayrıca kısa süre içinde Vatan Hainliği Yasasıyla İstiklal Mahkemeleri yasasını çıkararak, devrimlerin doğal gereklerini yapmaya koyuldu.

Efendiler, bütün grupların ve Meclis üyelerinin çoğunun bu iki ilke üzerinde birleşmelerini sağladım. Ama ikinci noktayı anlamlı bulanlar oldu. Bunlar, düşüncelerini açığa vurmamakla birlikte, bu noktadaki anlam ve amacın gerçekleşmemesi için hemen işe koyulmakta gecikmediler.

Erzurum milletvekili Hoca Raif Efendi ve kimi arkadaşları örgütümüzün Erzurum Merkez Kurulu'nun adını "Muhafaza-i Mukaddesat", yani Kutsal Değerlerin Korunması derneği olarak değiştirmeye kalkıştılar. Ben bunu öğrenince hemen Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'nın dikkatini çektim ve adı geçenleri bu tür girişimlerden vazgeçirmesini rica ettim.

Meclis, açıldıktan dört ay sonra, "Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluş ve Niteliğine İlişkin Yasa" başlıklı bir tasarı hazırladı. Tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni olağan dışı koşulların ürünü, dolayısıyla geçici sayıyordu. Kimi Meclis üyeleri daha da ileri giderek, Meclis'in yetki ve görevlerini belirten birinci maddeye "Halifelik ve padişahlığın kurtulmasına.. değin" yolunda açıklık getirilmesini istiyorlardı. 'Halife ve Padişah vardır ve var olacaktır. Bu makam işler duruma getirilinceye kadar, Ankara'ya toplanmış olan bir takım kişiler, geçici önlemlerle çalışacaklardır' demek istiyorlardı.

Buna karşı olan görüşte ise açıklık yoktu. "Padişahlık ulusa geçmiştir; Padişahlık kalmamıştır. Halifelik de Padişahlık demektir; böyle olunca onun da varlığının bir anlamı yoktur" diye apaçık konuşulamıyordu.

Otuz yedi gün süren tartışmalar sonunda, 25 Eylül 1920 günü, bir gizli oturumda bu konuda kimi açıklamalar yapmayı yararlı gördüm ve başlıca şu düşünceleri belirttim: Türk ulusunun ve onun biricik temsilcisi olan yüce Meclis'in, yurt ve ulusun bağımsızlığını, yaşamını güvenceye almaya çalışırken, halifelik ve padişahlıkla bu denli çok ilgilenmesi sakıncalıdır. Eğer amaç bugünkü halife ve padişaha bağlılığı dile getirmek ise, bu kişi haindir; düşmanların, yurt ve ulusa kötülük yapmak için kullandıkları araçtır. Öyleyse O'nu yerinden indirip hemen başkasını seçeriz demek istiyorsanız, bugünkü halife ve padişah haklarından vazgeçmeyerek bildiğiniz çalışmalarını sürdürebilir; o zaman ulus ve yüce Meclis, asıl amacını unutup halifeler sorunuyla mı uğraşacak? Ali ve Muaviye çağını mı yaşayacağız? Kısacası bu sorun geniş, ince ve önemlidir; çözümü bugünün işlerinden değildir." 

NUTUK (Mustafa Kemal ATATÜRK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili 8. Bölüm


Kitabın Adı : NUTUK

Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK

Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT

8. BÖLÜM: ULUSAL MÜCADELENİN LİDER KADROSU (Ana metin, s.: 6-7; 11; 9-10; 18-20; 32; 40-41; 50; 70) 

Efendiler, ilk iş olmak üzere bütün orduyla ilişki kurmak gerekiyordu. 21 Mayıs 1919'da Erzurum'da 15. Kolordu komutanına yazdığım bir şifre telgrafta genel durumumuzun aldığı korkunç biçimden çok üzgün olduğumu bildirdim; bu son görevi ulusa ve yurda karşı borçlu olduğumuz en son vicdani görevi yerine getirmek için kabul ettiğimi belirttim; bunu yakın bir ortaklaşa çalışmayla yapabileceğimizi, bir an önce Erzurum'a gitmek istediğimi söyledim; beni şimdiden aydınlatacak konular varsa bildirilmesini rica ettim.

23 Mayıs 1919 günü Ankara'daki 20. Kolordu Komutanına, Samsun'a geldiğimi, kendisiyle daha sıkı ilişki kurmak istediğimi bildirdim. Trakya'daki askeri güç ve komuta durumunu bilmiyordum.

Edirne'deki Kolordunun komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya 18 Haziran 1919 günü şifreyle verdiğim yönergede şunları vurguladım: "Ulusal bağımsızlığımızı boğan ve yurdun bölünmesi tehlikelerine yol açan İtilaf Devletlerinin yaptıklarını, İstanbul hükümetinin de tutsak ve güçsüz durumunu biliyorsunuz. Ulusun yazgısını böyle bir hükümetin eline bırakmak, çöküşe boyun eğmek demektir. Trakya ve Anadolu'daki ulusal örgütleri birleştirmek ve ulusun sesini bütün gürlüğü ile dünyaya duyurmak üzere güvenilir bir yer olan Sivas'ta birleşik ve güçlü bir kurul oluşturulması kararlaştırılmıştır. Bağımsızlığa ulaşıncaya değin bütün ulusla birlikte, özveriyle çalışacağıma and içtim. Artık benim için Anadolu'dan ayrılmak söz konusu olamaz."

27/28 Haziran gecesinin sabahında Erzurum'a doğru yola çıkıldı.

25 Haziran'a dek Amasya'da kaldım. O günlerde İçişleri Nazırı olan Ali Kemal Bey, benim görevime son verildiğini, artık hiçbir isteğimin yerine getirilmemesini bildiren bir şifre genelge yayınlamıştı; ulusal direniş örgütlerinin de halkı haraca kesen, boş yere kırdıran, yasa dışı kurullar olduğunu söylüyordu. Ali Kemal Bey'in genelgesi görevlilerin ve halkın kafasını gerçekten karıştırmıştı. Ulusal girişimi baltalayıcı gösteri ve etkinliklerin en önemlisi Sivas'ta düzenlenmeye başlamıştı.

İstanbul hükümetinin Elazığ valisi olarak gönderdiği Kurmay Albay Ali Galip, Sivas'ta benim 'hain, başkaldırmış, zararlı bir kimse' olduğum yolunda dıvarlara yaftalar yapıştırmış. Vali Reşit Paşa'ya da, ben Sivas'a gelir gelmez kollarımı bağlayıp tutuklaması gerektiğini söylemiş.

25 Haziran günü Sivas'ta bir takım uygunsuz olaylar olduğunu öğrendim. Beşinci Tümen Komutanının seçme subay ve erlerden kurulu bir atlı piyade birliği hazırlayıp Sivas'a göndermesini sağladım. Oraya gidişimizin hiçbir yere bildirilmemesi, Amasya'da da açıklanmaması için gerekli önlemi aldım. Öyle ki Sivas'a hareket ettiğimi bildiren telin de, ben Sivas'a vardığım sırada valinin eline geçecek bir saatte çekilmesini düzenledim.

Sivas'ta Ali Galip Beyle Reşit Paşa, bana karşı ne yapılması gerektiğini tartışırlarken, Reşit Paşa'ya Sivas'a geldiğimi bildiren telgrafımı verirler. Reşit Paşa teli Ali Galip Bey'e uzatır ve "İşte kendisi geliyor; buyurun tutuklayın!" der. Ve saatine bakarak ekler: "Geliyor değil, gelmiş olacaktır!" Bunun üzerine Ali Galip, "Ben tutuklarım dedimse, kendi ilim içinde tutuklarım demek istedim." deyince toplantıda bulunanları bir heyecan kaplar. Hep birden, "Haydi öyleyse karşılamaya gidelim!" diyerek toplantıya son verirler.

Sivas'a vardığımızda, caddenin iki yanı büyük bir kalabalıkla dolmuş, askeri birlikler tören duruşu almış bulunuyordu. Otomobillerden indik. Yürüyerek askeri ve halkı selamladım.

Bu görünüş, Sivas'ın saygıdeğer halkının ve Sivas'ta bulunan yiğit subay ve erlerimizin bana ne denli bağlılık ve sevgi duyduğunu gösteren canlı bir tanıktı. Sivas'ta örgütlenme ve nasıl davranılacağı konularında gerekenlere yönerge verdikten sonra, hiç uyumadan geçen 27/28 Haziran gecesinin sabahında Erzurum'a doğru yola çıkıldı. 

İstanbul hükümetince görevden alınan Erzurum ve Bitlis valileri Münir ve Mazhar Müfit Beyler, bana katılmak üzere Erzurum'da bekliyorlardı. Bu iki vali beyle On beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım, Husrev ve Dr. Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan davranış yolunu anlattım.

Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa karşı göze alınması zorunlu özverileri açıkladım. Ulusal amaç için ortaya atılacakları yok etmek isteyenler bugün yalnız Saray, İstanbul hükümeti ve yabancılardır; ama bütün halkın aldatılarak bizim karşımıza geçirilebileceğini de göz önünde tutmak gerekir. Öne atılacak olanların, her ne olursa olsun amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son soluklarını verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe hiç girişmemeleri kuşkusuz daha iyidir. Çünkü hem kendilerini, hem de ulusu aldatmış olurlar.

Sıvas Kongresine çağrı, sivil ve askeri makamlar yanında İstanbul'da bulunan Abdurrahman Şeref Bey, Ahmet İzzet Paşa, Halide Edip Hanım, Kara Vasıf Bey gibi kişilere de şifreyle gönderildi. Ancak bu kişilere ayrıca genelge niteliğinde bir de mektup yazdım.

Bu mektupta özetle şu noktaları vurguladım:
1. Yalnız toplantı ve gösterilerle büyük amaçlar hiçbir zaman gerçekleştirilemez.
2. Büyük amaçlar ancak doğrudan doğruya ulusun bağrından doğan ortak güce dayanırsa kurtarıcı olur.
3. İstanbul artık Anadolu'ya egemen değil, bağımlı olmak zorundadır.
4. Size düşen özveri pek büyüktür."

25/26 Temmuz tarihinde Bekir Sami Bey, Amasya'dan bana bir görüşünü iletiyordu.

Bekir Sami Bey diyordu ki "Bağımsızlık istenmeğe ve yeğ tutulmağa değer. Ancak tam bağımsızlık isteyecek olursak, ülkemizin birçok parçalara ayrılacağı kesindir. Belli bir süre için Amerika'nın güdümünü istemeği, ulusumuz için en yararlı çözüm yolu olarak kabul ediyorum. "

Derken Efendiler, Kara Vasıf Bey bir kez daha söz alarak "Bütün devletler bizi bağımsız bırakacaklarını söyleseler bile yine güdümsüz yapamayız dedi.

Efendiler, Meclis'in toplanma yeri konusunda o güne değin örgütümüzden gelen yanıtlar dört görüşün varlığını gösteriyordu: İstanbul dışında, İstanbul'da, İstanbul yakınlarında ve hükümet uygun bulursa İstanbul dışında. Ben, Meclis'in İstanbul'da saldırıya uğrayacağını ve dağılacağını kesinlikle bekliyordum. Böyle bir durumda başvurulacak önlemi de kararlaştırmıştım. Hazırlığımız ve düzenlemelerimiz de başlamıştı. Ankara'da toplanmak..

İşte bu görevi yaparken, ulusun yanlış anlamasına yol açmamak için bir önlem de düşünmüştüm: Meclis başkanlığına seçilmek. Amacım, dağıtılacak olan milletvekillerini, Meclis Başkanı niteliği ve yetkisiyle yeniden toplanmaya çağırmaktı. Gerçekte İstanbul'a gitmeyecektim. Ama bunu açığa vurmadan zaman kazanacaktım. Bana bu yolda çalışacaklarına söz vererek İstanbul'a giden arkadaşlardan bir-ikisi dışında hiçbirisi bu konudan söz bile etmediler.

Efendiler, o günlerde Trakya'nın durumuna da bir göz gezdirelim: Derneğimizin Trakya Merkez Kurulu'na ve oradaki Kolordu Komutanına verdiğimiz yönerge, Trakya'nın geleceğinin bütün ülkenin geleceğiyle birlikte düşünülebileceği ilkesine dayalıydı.

Trakya bütünüyle düşman eline geçse bile, yalnız orası için önerilecek hiçbir çözüm yolu kabul edilmeyecekti. Trakya'daki komutanın kararının da böyle olduğu bildirilmekteydi. Ama son zamanlarda komutan Cafer Tayyar Paşa, yabancıların verdiği güvence üzerine yapılan bir çağrıyı kabul edip İstanbul'a gitmiş, ancak dönüşünden sonra durumu bize bildirmişti.

Anlaşıldığına göre, Doğu Trakya'nın yalnız başına varlığını koruyamayacağı, ancak Batı Trakya'yla birlikte bir yabancı yönetim altında yaşayabileceği düşünceleri aşılanmıştı. Herhalde moral yıkıcı bir takım propagandalar yapılmıştı. Cafer Tayyar Paşa da Trakya'ya döndükten sonra kolordunun komutasını üzerine almamış. Böylece Trakya'nın geleceği, İstanbul siyasal çevrelerinin etkisine bırakılmış.

20 Temmuz'da Tekirdağ'a bir tümen çıkarıp Edirne yönünde yürümeğe başlayan Yunan ordusu, birlikleriyle daha önce Edirne'ye gelmiş olan Şükrü Naili Bey'in uyanıklık ve direnciyle durdurulabildi. Ne var ki Cafer Tayyar Paşa, kendi birlikleriyle ilişki kurmadı; kendisi Havza yakınlarında atla dolaşıyorken, birliklerinin bir bölümü ile düşmana tutsak oldu; geri kalan birlikleri ise Bulgarıstan a sığındı. Trakya da baştan başa Yunanlıların eline geçti.

Efendiler, Trakyanın özel güçlükler ve koşullar içinde bulunduğuna kuşku yoktu. Ama bu özellik ve güçlükler, hiçbir zaman Trakya'daki ordunun, askerliğin ve yurtseverlik namusunun gereklerini yerine getirmesine engel olamazdı. Eğer bu yapılmamış ise, ulus ve tarih önünde bunun tek sorumlusu Cafer Tayyar Paşa'dır.

Tarihte bütün bir yurdu, çok üstün düşman güçleri karşısında, son avuç toprağına değin yiğitçe ve namusluca savunup, yine de varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o nitelikte bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenlerde, komutanlık etme niteliği bulunsun! Lafla, politikayla, düşmanın aldatıcı sözlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz.

Efendiler, bir komutanın tutsak düşmesi de anlayışla karşılanabilir; ancak askerlik görev ve gereklerini yapıp uygulamakta elindeki gücü, son süngü ve son soluğa dek kullandıktan sonra, kendi kanını akıtmak fırsatını bulamadan düşman eline düşerse...

Bir Türk komutanının, herhangi bir kötü rastlantı ve şanssızlık sonucu bile olsa, ordusunu kullanmaksızın düşmana tutsak olmasını biz anlayışla karşılasak da, tarih bunu hiç bağışlamaz ve bağışlamamalıdır. Türk Devrim tarihinin gelecek kuşaklara ileteceği sözler ve uyarmalar işte budur!

Efendiler, hükümet kurma konusunda da tutulması gerekli yol, Osmanlı devletinin ve halifeliğin yıkıldığını kabul edip, yeni temellere dayalı yeni bir devlet kurmaktı. Ama durumu olduğu gibi söylemek, amacın büsbütün yitirilmesine yol açabilirdi.

Efendiler, Londra Konferansının olumlu bir sonuca ulaşmadığını biliyorsunuz. Ama Kurul Başkanı ve Dış İşleri Bakanı Bekir Sami Bey, kendi başına, İngiltere, Fransa ve İtalya devlet adamlarıyla buluşup konuşmuş, her biriyle ayrı ayrı birtakım sözleşmeler imzalamış bulunuyordu.

İtilaf Devletlerine ekonomik ve hukuksal ayrıcalıklar tanıyan bu sözleşmeleri hükümetimizin uygun görüp onaylaması olanaksızdı.

NUTUK (Mustafa Kemal ATATÜRK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili 7. Bölüm


Kitabın Adı : NUTUK

Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK

Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT

7. BÖLÜM: İLK ZAFER: DOĞU ANADOLU NUN KURTARILIŞI (Ana metin, s.: 54-56) 

Efendiler, yüce kurulunuza Doğu cephemizden de biraz bilgi vereceğim: Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı ve Erzurum Milletvekili olan Celalettin Arif Bey, 15 Ağustos 1920 günü, sürekli başağrısı gerekçesiyle Meclis'ten iki ay izin aldı. Erzurum milletvekillerinden Hüseyin Avni Bey'in de kendisiyle birlikte gönderilmesini istiyordu. Hüseyin Avni Bey'in herhangi bir özrü yoktu; kendisini ben özel bir görevle gönderdim.

Erzurum'a varan Celalettin Arif Bey, bana, 10, 15 ve 16 Eylül günlerinde, Erzurum halkı arasında büyük kaynaşma olduğunu bildiren şifre telgraflar göndermeğe başladı. Doğudaki kolordumuzda korkunç bozulmalar ve yolsuzluklar varmış. Halk, kendisinin oraya gitmekte olduğunu öğrendiği için beklemeğe başlamış. Yakınmalar dikkate alınmazsa Ankara'ya olan güven ortadan kalkabilirmiş. Buna karşı halk ile görüşerek eski Adana valisi Nâzım Bey'in Erzurum valiliğine getirilmesine karar vermişler; bu hükümetçe onaylanıncaya kadar da vali vekilliğini kendi üzerine almış.

Doğrusu Efendiler, ben bu bildirilenlere hiç inanmadım. Celalettin Arif ve Hüseyin Avni Beylerin birer yol bulup Ankara'dan Erzurum'a gitmeyi sağlamış olmalarını anlamlı buldum ve şaştım.

Üstelik ayni günlerde Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa da, Celalettin Arif Bey'in Doğu İlleri Valiliğine atanmasını önermekteydi; bu kişinin, kendi komutasındaki ordunun büyük yolsuzluklara ve bozukluklara batmış olduğunu söyleyerek kendi tutumundan yakındığını bilmiyor görünüyordu.

Efendiler içinde bulunduğumuz durum çok önemli ve ağırdı. Durumu asıl ağırlaştıran neden, ayni günlerde Doğu Cephesinde Ermenilere karşı saldırıya geçmeğe karar vermiş ve hazırlığa geçmiş olmamızdı. Bunun için hazırlanmakta ve önlemler almakta idik. Doğu Cephesi Komutanına da gerekli buyruklar verilmişti. Hükümetin Adalet Bakanı ise, ileriye yürütülen bu ordunun sözde hırsızlığını, görevlilerinin yolsuzluklarını ortaya çıkarmak üzere ve yasadışı bir yolla vali-vekilliğini üstleniyordu!

Beraberinde götürdüğü Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey ise, Milli Eğitim Bakanı Rıza Nur'a gönderdiği şifre telde şunları söylüyordu: "İslam halkına zulüm yapan Ermeniler karşısında ordunun yüreksizlik göstermesi ve yolsuzluklara meydan verilmesi, pek kötü etki yapmış ve her özveriye katlanan Erzurum halkını ayaklanmaya götürmüştür. Kâzım Paşa'da Doğu işlerini yönetebilecek güç bulunmamaktadır."

Efendiler, Celalettin Arif Bey, ancak Büyük Millet Meclisi ordusunun Ermenilerle yapılan savaşı kazandığını gözleriyle gördükten sonra, Hüseyin Avni Bey'le Erzurum'dan ayrılmıştır. Meclis'te de karşıt tutum takınarak ve Kâzım Karabekir Paşa'ya saldırılarda bulunarak Meclisi çok oyalamışlardır.

Efendiler, Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz cephesinden baskın biçiminde yaptıkları genel saldırıda başarı sağladılar. Doğu Cephesinin bu hoş olmayan raporunu okurken, Celalettin Arif Bey'in de ayni günlü ultimatomunu alıyordum! Ermeniler geri püskürtüldüler. Ordumuz 28 Eylül sabahı ileri yürüyüşe geçti. O gün de Erzurum'dan elli imzalı telgraf Ankara'ya saldırıyordu. Ne kötü rastlantı!.. Sanki bu baylar, bize karşı Ermenilerle sözleşmiş gibi!..

Ordu 29 Eylülde Sarıkamış'a girdi; Göle alındı. Ama bir ay burada kaldı. Buna Celalettin Arif Bey ve arkadaşlarının yarattığı durumun yol açtığını kestirebilirsiniz.

Nitekim Kâzım Karabekir Paşa, 30 Eylül günlü şifresinde, Celalettin Arif Bey'e aynen şunları yazacaktır: "Erzurum halkı adına kırk-elli imzayla çekilen açık telgraf, dış düşmanların milyonlar harcayarak elde edemeyeceği bir belgedir!"

Efendiler, savaş alanında buyruk bekleyen Doğu Ordumuz, 28 Ekim günü Kars üzerine yürüdü. Düşman direnmeksizin Kars'ı bıraktı.

7 Kasım'da birliklerimiz Arpaçay'a kadar olan bölgeyi ve Gümrü'yü aldı.

Ermeniler bir gün önce savaşı bırakmak ve barış yapmak için başvurmuşlardı. Görüşmeler sonunda Gümrü Andlaşması imzalandı. Bu, Ulusal Hükümet'in yaptığı ilk andlaşmadır. Ermenistan, Gümrü andlaşmasıyla, Osmanlı Devleti'nin 1877 savaşında yitirmiş olduğu yerleri de bize, ulusal hükümete bırakmış ve aradan çıkarılmıştır.

8 Şubat 1921 tarihinde de Türkiye - Gürcistan andlaşması için görüşmeler başladı ve verdiğimiz kesin bir ültimatom üzerine Ardahan ve Artvin'i geri aldık. 

NUTUK (Mustafa Kemal ATATÜRK) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili 6. Bölüm



Kitabın Adı : NUTUK

Kitabın Yazarı : Mustafa Kemal ATATÜRK

Düzenleyen : Dr.Tuğrul BAYKENT

6. BÖLÜM: SÖMÜRGECİLERİN ULUSAL DİRENİŞİ TANIMASI (Ana metin: s.: 64-65; 70; 77-78) 

Tevfik Paşa, 27 Ocak 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak bana açık bir telgraf gönderdi. Telgrafında, "İtilaf Devletleri, 21 Şubatta Londra'da toplanacak konferansa, Osmanlı delegeleri yanında Ankara'nın yetkili temsilcilerinin de katılmasını istiyorlar" diyor, yanıtımızı makine başında beklediğini söylüyordu.

Tevfik Paşa'ya şu yanıtı verdim: "Ulusal iradeye dayanarak Türkiye'nin alınyazısını eline alan yasal ve bağımsız tek kuvvet, Ankara'da sürekli çalışmakta olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. İstanbul'da herhangi bir kurulun hiçbir bakımdan yasal ve hukuksal niteliği yoktur. Kurulunuza düşen yurt ve vicdan görevi, bu gerçeğe uyarak, hemen ulus ve ülke adına başvurulacak yasal hükümetin Ankara'da olduğunu kabul edip bildirmektir."

Tevfik Paşa'ya özel olarak da şu telgrafı çektim: Konferansta ülkeyi ayrı ayrı temsil edecek iki kurulun ne denli sakıncalar doğuracağını, sizin gibi saygıdeğer bir kişinin tam olarak anladığına inanıyoruz. Padişah Hazretlerinin, ulusal iradenin belirdiği tek yer olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanıdığını resmi olarak bildirmesi artık gerekli olmuştur. Bu yapılmazsa, padişah-halifenin durumunun sarsılması tehlikesinden haklı olarak korkulur; bundan doğacak sorumluluk, önceden kestirilmesi olanaksız tüm sonuçlarıyla birlikte, doğrudan doğruya Padişah Hazretlerinin olacaktır.

Tevfik Paşa 27 Ocak günlü telgrafındaki görüşleri yeniden bildirince, Bakanlar Kurulu adına Fevzi Paşa imzasıyla verdiğimiz yanıtta şunları istedik:
1- Londra Konferansına katılacak Türkiye Delegeler Kurulu, yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince seçilip gönderilecektir.
2- Bizim göndereceğimiz bu kurulun, bütün Türkiye çıkarlarını temsil edecek tek kurul olduğunu da İtilaf Devletlerine bildireceksiniz.
3- Bu kesin ve değişmez kararlara uymazsanız, ülkenin ve ulusun esenliği adına doğacak tarihsel sorumluluk tümüyle kurulunuzun olacaktır.

Efendiler, Dışişleri Bakanı olan Bekir Sami Bey'in başkanlığında bağımsız bir delegeler kurulu kuruldu. Bu kurul, Londra Konferansına özel olarak çağrıldığımızda katılmak üzere Roma'ya gönderildi. Kurul, İtalya Dışişleri Bakanı Kont Sforza aracılığıyla, konferansa resmi olarak çağrıldığımız kendilerine bildirildikten sonra, Londra'ya gitmiştir.

Efendiler, Londra Konferansının olumlu bir sonuca ulaşmadığını biliyorsunuz. Ama Kurul Başkanı ve Dış İşleri Bakanı Bekir Sami Bey, kendi başına, İngiltere, Fransa ve İtalya devlet adamlarıyla buluşup konuşmuş, her biriyle ayrı ayrı birtakım sözleşmeler imzalamış bulunuyordu. İtilaf Devletlerine ekonomik ve hukuksal ayrıcalıklar tanıyan bu sözleşmeleri hükümetimizin uygun görüp onaylaması olanaksızdı.

Açıkça söylemeliyim ki, Bekir Sami Bey'in bu sözleşmelerle Ankara'ya dönmüş olması, beni olağanüstü şaşırtmıştır. Kendisi, imzaladığı sözleşmelerin ülkenin yüksek çıkarlarına uygun olduğunu söylüyor, bunu Meclis'te de savunup kanıtlayabileceğini öne sürüyordu.

Görüşünün yanlış ve mantıksız olduğunda kuşku yoktu. Meclis'te onaylanmak şöyle dursun, kendisinin Dışişleri Bakanlığından düşürüleceği kesindi. Ama o günlerin koşulları, Meclis'i siyasal görüşme ve tartışmalara boğmaya elvermediği için, Bekir Sami Bey'e görüşlerinin yersizliğini kendim söyledim ve bakanlıktan çekilmesini istedim. Bekir Sami Bey bu önerimi kabul etti ve çekilme yazısını verdi.

Efendiler, Sakarya zaferinden sonra Batı ile kurduğumuz olumlu ve verimli ilişki, 20 Ekim 1921'de imzalanan Ankara Anlaşması'dır. İkinci İnönü zaferinden sonra Rusya ile Moskova Anlaşması imzalanmış ve Doğudaki durumumuz açıklığa kavuşmuştu. İtilaf devletlerinden de ilkelerimizi kabul edebileceklerle anlaşmayı istiyorduk. Özellikle Adana, Antep ve dolaylarını yabancı işgalinden kurtarmak bizim için önemliydi. Bu illerimizi işgal eden Fransızların da türlü nedenlerle bizimle anlaşma eğiliminde oldukları anlaşılıyordu.

Bu başarılar üzerine Fransızlar 1920 Mayısından başlayarak bizimle ilişki kurup görüşme yolları aradılar. Fransa hükümeti, eski bakanlarından Bay Franklen-Buyon'u önce özel olarak Ankara'ya gönderdi.

İlk toplantımızda kendisine, bizim için temel noktanın Ulusal And'ın kapsamı olduğunu bildirdim. "Yeni bir Türkiye devleti doğmuştur; bu yeni Türkiye, her bağımsız devlet gibi haklarını tanıtacaktır." dedim.

Uzun görüşme ve tartışmalardan sonra Ulusal And'ın tüm maddeleri birer birer okunarak görüşüldü ve tartışıldı. Üzerinde en çok durulan madde, yabancılara tanınmış olan ayrıcalıkların kaldırılarak tam bağımsızlığımızın tanınması maddesi oldu. Franklen-Buyon, bu sorunların incelenip düşünülmeğe değer olduğunu söyledi.

Buna yanıt olmak üzere özetle şunları söyledim: "Tam bağımsızlık, bizim bugün bütün ulusa ve tarihe karşı üstlendiğimiz görevin asıl ruhudur. Bütün ulus bireyleri, bugün yalnız bir nokta çevresinde toplanıp, sonuna dek kanını akıtmağa karar vermiştir: O nokta, tam bağımsızlığımızın sağlanıp korunmasıdır. Tam bağımsızlık demek, elbette siyasal, mali, ekonomik, yargısal, askeri, kültürel, vb. her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksun olmak, ulusun ve ülkenin gerçek anlamında bütün bağımsızlığından yoksun olması demektir."

Bay Franklen-Buyon bu sözlerim karşısında ciddi ve içtenlikli olarak kimi görüş ve düşünceler belirtti; bunun bir zaman sorunu olduğunu söyledi. Ankara'ya gelen bir Fransız kuruluyla önce 20 günlük bir ateşkes anlaşması yaptık. Ne bekleniyordu? Belki de beklenen, Türk ulusal varlığının Birinci ve İkinci İnönü'den sonra, daha büyücek bir başarı ile pekiştirilmesiydi.

Gerçekten de Bay Franklen-Buyon'un imzalayacağı Ankara Anlaşması, büyük ve kanlı Sakarya Savaşı'ndan 37 gün sonra, 20 Ekim 1921'de oluşan bir belgedir.

Bu anlaşma ile siyasal, ekonomik, askeri ve öbür alanların hiçbirinde, bağımsızlığımızdan hiçbir ödünde bulunmaksızın yurdumuzun değerli parçalarını işgalden kurtarmış olduk.

Bu anlaşmayla Batı devletlerinden biri, ilk kez olmak üzere, ulusal isteklerimizi tanıyıp onaylamış oldu. Büyük Millet Meclisi hükümetinin dışişleriyle ilgili ilk kararı da, Moskova'ya bir kurul göndererek Rusya ile ilişki kurmak olmuştu.

Moskova Antlaşmasının ön imzası 24 Ağustos 1920'de yapılmış, kesinleşmesi ise 16 Mart 1921'e kalmıştır.

İyi Geceler Bay Tom (Michelle Magorian) Kitap Sınavı Yazılı Soruları ve Cevap Anahtarı

Kitabın Adı: İyi Geceler Bay Tom Kitabın Yazarı: Michelle Magorian Kitap Sınavı Soruları ve Cevap Anahtarı 1. Will'in kollarındaki morlu...