29 Ağustos 2019 Perşembe

Allı ile Fırfırı (Oğuz Tansel) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : Allı ile Fırfırı

Kitabın Yazarı : Oğuz Tansel

Kitabın Özeti :

Eski zamanlarda bir padişahın tek kızı varmış. Bu kız hem güzel, hem de zevzekmiş. Evlenecek yaşı geldiğinde, kimseyi beğenmediği için bir türlü evlenmiyormuş. Padişah bu duruma kızıyor, ancak biricik kızına bir şey söylemek istemiyormuş. Padişah kızını büyük bir düğünle evlendirip mürüvvetini görmek istiyormuş. Ancak kızı evlenmeye bir türlü yanaşmıyormuş. Bu durum padişahı çok üzüyormuş. Ancak, gun gelir canına tak der ve kızına evlenmeyi mecbur eder. Babasının çok üzüldüğünü gören kız, babasını daha fazla üzmemek için evlenmeye karar verir ve 'Yarın sabah bu sarayın karşısından geçen ilk ergen erkekle evleneceğim.' der.

Ertesi gün sabah erkenden uyanmış, beklemeye başlamış. Sarayın karşısından al kuşaklı biri geçmiş. Kız, hemen hizmetçilerini gönderip adamı saraya çağırarak ona durumu anlatmış ve onunla evlenmek istediğini söylemiş. Adam, bu teklifi bir şartla kabul etmiş. Adam, “Olur amma, benim evim barkım buralara çok uzak, ben buralı değilim” der. Bunun üzerine kız adamın evini, yurdunu görmek ister. Bir arabaya binerek, adamın memleketine doğru yola çıkarlar. Az gitmişler, uz gitmişler, altı ay yol, bir güz gitmişler. Nihayet araba çıkamayacak bir yere varınca, aradabadan inip, yaya olarak yürüye yürüye bir demir kapının önüne gelmişler. Al kuşaklı adam, iri bir anahtar çıkararak kapıyı açmış ve içeri girmişler. Allı, kıza kırk tane anahtar vermiş. Otuz dokuz kapıyı açabileceğini, ancak asla kırkıncı kapıyı açmaması gerektiğini söylemiş. Kız, tamam demiş.

Allı, her gün sabah gidip, akşam geliyormuş. Kız da birer birer odaları açıp, geziyormuş. Günler sonra, merakını yenemeyip kırkıncı odanın kapısını da açmış. Bir de ne görsün, al kuşaklı adam, açılmış bir mezarın başında bir ölünün ciğerini yiyor. Korkusundan ödü patlamış. Hemen kapıyı kapatıp, yerine dön­müş.

Akşam olunca, yaptıkları konuşmada, Allı kızın odayı açtığını anlar ve seni yiyeceğim der. Kız, “madem öyle bana on bi dakika izin ver, ihtiyacımı görüp geleyim, kaçmamdan korkuyorsan ip bağla” diye belirtir. Allı kabul eder. Kız, ayakyoluna (tuvalete) iner. Belindeki ipi bir ağaca bağlar ve olanca gücüyle kaçmaya başlar. Yolda rastladığı yaşlı bir kadına, bütün elmas ve bileziklerini verir ve onunla elbiselerini değiştirir. Yaşlı kadın, ayrıca kıza üç tane ceviz verir ve “başın derde girdiğinde, bu cevizler sana yardımcı olur” der. Kız, “sağol” deyip tekrar yola koyulur. Kız, durmadan kaçarak bilmediği bir ülkeye gelmiş. Vara vara, bir padişa­hın sarayına varır ve yalvara yalvara mutfakta aşçı yardımcılığı yapmaya başlar.

Bu padişahın evlenme çağına gelmiş bir tek oğlu varmış. Padişah, oğlundan evlenmesini istemiş. Oğlu da 'Şehrin tüm kızları güreş meydanında toplansın, en çok beğendiğimle evleneceğim.' demiş. Ertesi gün şehrin kızları meydanda toplanmış. Padişah gelini olmak ümidiyle bütün kızlar süslü püslü halleriyle padişah oğlunun önünden geçmeye başlamışlar.

Kız da koynundaki cevizlerden birini çıkarmış. Ceviz bir anda mavi bir at olmuş. Kız ata binip meydana gitmiş. Herkes kıza hayran kalmış ama kız çok hızlı hareket ettiğinden padişahın adamları bu kızın kim olduğunu anlayamamışlar. Oğlan, bunun üzeri­ne seçme törenini bir hafta erteletiyor. Bu bir hafta boyunca, gece rüyasında, gündüz hayallerinde hep kızı görüyor. Oğlan, bu kızı beğendiğinden haftaya bir daha tören düzenleyeceğini söylemiş. Eğer bu kız o tören alanına gelirse onu bulup onunla evleneceğim demiş. Ertesi hafta kız, ikinci cevizi çıkarmış ve ceviz kırmızı bir at şeklini almış. Kız aynı şekilde meydandan geçmiş ve herkesi kendine hayran bırakmış. Ama padişahın adamları kızı yine yakalayamamışlar. Üçüncü hafta kız üçüncü cevizi çıkarmış ve ceviz beyaz bir at şeklini almış. Kız bu beyaz atla yine meydandan geçmiş ve herkesi hayran bırakmış. Ama bu sefer de yakalanmamış. Bunun üzerine padişahın oğlu sevdasından yataklara düşmüş. Babası bu duruma çare bulmak için bir falcı kadın çağırmış.

Bu bilge kadın gelerek bu oğlanı hasta edenin bu konakta olduğunu söylemiş. Yarışma günü sarayda tek başına kalan kızın bir çorba kâsesiyle oraya gelmesini istemiş. Kız, yanına gelince ona adını sormuş. Kız, adının Fırfırı olduğunu söylemiş. Bu esnada kızın koynundan üç ceviz odanın ortasına düşmüş. Kadın, kızı zorlayınca kız, olanları anlatmış. Bunun üzerine Fırfırı ile padişahın oğlu büyük bir düğünle kırk gün kırk gece eğlenerek evlenmişler.

Kızı elinden kaçıran Allı, Fırfırı'yı devamlı arıyormuş. Sora sora, gelin ol­duğu şehre gelir ve kızın burada gelin olduğunu anlar. Nihayet kızın yaşadığı konağı bulmuş ve çeşitli kılıklarda ve şekillerde konağa girmeye çalışmış. Bir ayna haline gelmiş. Padişahın oğlu onu satın alarak saraya getirmiş. Evinin duvarına asmış. Ancak ayna kıza “seni yiyeceğim” deyince, aynayı saraydan atarlar. Bu sefer Allı bir düve kılığına girer. Oğlan düve­yi satın alır ve getirtip, sarayıın avlusuna bağlatır. Fırfırı düveyi tanır ve attırır. Allı bu sefer bir halı olur, yine konağa girer, kız yine kocasına halıyı göndermesini ister. Ancak, kocası bu sefer, karısının dediklerine kulak asmaz. Gece, herkes derin uykuya dalınca, Allı konaktakilerin uyanma güçlerini hepsini toplar ve bir kavanoza doldurur. Herkes uyurken Fırfırı'yı yemek için halı şeklinden canavar şekline geçmiş. Fırfırı'yı uyandırıp odanın ortasındaki kazana girmesini söylemiş. Fırfırı kazana nasıl gireceğini bilmediğini söyleyer. Fırfırı, Allı'ya “Nasıl girileceğini göster gireyim” der. Allı kazana nasıl gireceğini gösterirken, Fırfırı bir tekme ile Allı’yı kazana yuvarlar. O haşlandıkça, ortalık kıp kırmızı ışık olur. Fırfirı kocası ve diğer konaktakileri uyandırmaya çalışır, ancak hiçbir uyanmaz. Gözüne kavanoz ilişir ve durumu anlar. Kavanozun kapağını açınca, kocası da dahil konaktaki her­kes birer birer uyanır ve düğün bayram ederler.

87 Oğuz (Rakım Çalapala, Nimet Çalapala) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili


Kitabın Adı : 87 Oğuz

Kitabın Yazarı : Rakım Çalapala, Nimet Çalapala

Kitap Hakkında Bilgi :

87 Oğuz; fakir bir çocuğun öğrenim hayatını ve çektiği zorluklara rağmen okulunda birinci oluşunu güzel bir üslupla anlatan bir çocuk romanıdır.


Kitabın Özeti :

Sabah saatlerinde Oğuz'un evinde çalar saat çalmaktadır. Hanife Hanım saatin sesini duyunca şaşırır. Tatlı uykusundan hiç uyanmak istememektedir. Oğuz'un saati ise annesinin uyumasına müsaade etmeyecek şekilde uzun uzun çalmaktadır. Oldukça yaşlanmış olan Hanife Hanım Oğuz'u uyandırır.

Oğuz on yaşındadır. Bugün dört ay geçtikten sonra yeniden okula başlayacaktır. Bu yüzden heyecanlı ve mutludur. Annesi her zamankinin aksine onun için kahvaltı hazırlamıştır. Babası ona bir sürü nasihatte bulunur. Oğuz, her sene olduğu gibi bu sene de kendisine yeni defter ve kitap alınmayacağını bilmektedir. Kendi kendine karar verir: Çok çalışacaktır.

Mektebe vardığında bütün arkadaşlarını görür ve çok mutlu olur. 87 numaralı Oğuz sınıfının en yaramaz; fakat en sevilen öğrencilerinden biridir. Pek çok arkadaşının tatilde büyüdüğünü fark eder. Bazılarında da daha farklı değişiklikler vardır. İlk derste öğretmenleri Nezihe Hanım da hepsine yeni ders yılında daha çok çalışmaları gerektiğini anlatır. Nezihe Hanım her birine sevgi dolu gözlerle bakar. İlk ders genellikle sohbetle geçer.

Oğuz, ilk gün evine gittiğinde evde çok az yemek olduğunu görür. Bu duruma çok şaşırmaz. Annesi her zamanki gibi onun için özenerek yemek hazırlamamıştır. Oğuz da kalan az bir yemeğe bir sürü ekmek daldırıp üzerine de çokça su içince karnını doyurmuş olur. Odasının da sabah bıraktığı gibi olduğunu görür. Annesi yatağını toplamamıştır. Oğuz başını yastığa koyar koymaz uyuyakalır.

Üç gün sonra Oğuz artık uyanmak için saati kurmak zorunda değildir. Kendiliğinden okuluna gitmek için uyanabilmektedir. Uzun bir süre Oğuz öğretmeninin söylediği kitap ve defterlerinin alınması için evde ağlar. Fakat annesi ve babası hiç etkilenmezler onun bu hâlinden ve her sene olduğu gibi kitap, defter alınmaz Oğuz'a.

On beş gün geçmiştir. Bir gün okula oldukça kibar giyimli bir kadınla, yanında süs bebeğine benzeyen zayıf bir çocuk çıkagelir. Kadın zengin bir aileden gelmektedir. Eşinin iş durumu nedeniyle bir süre o semtte kalacakları için çocuğunu okula yazdırır. Sürekli çocuğuna dikkat etmeleri, yaramaz çocuklarla arkadaşlık ettirmemeleri için öğretmeninden ve müdürden ricalarda bulunur. Kadın gidince Nezihe Hanım çocuğu Oğuz'un sınıfına getirir ve Oğuz'un sırasına oturtur. Adının Selim olduğunu öğrendikleri bu çocuk sınıftaki çocuklara hiç benzememektedir. Tıpkı kırılmaya hazır bir biblo gibidir. Birkaç ders çocuklar bütün dikkatlerini çocukta toplamışlardır. Sonra çocuğun derslerinin çok kötü olduğunu anlayınca çocuğun bütün sihri bozulur. Sınıf eski hâline döner.

Oğuz Selim'i hiç sevmez. Bu çocuk kendisine hiç benzememektedir. Hasta olma, düşme endişesiyle hiç oyun oynamayan çocuk üstelik her öğlen bir düğün alayını doyuracak kadar yemek yemeye hizmetçisi tarafından zorlanmaktadır.

Günler geçmektedir. Oğuz'un Selime karşı duyguları değişmemektedir. Onu küçük düşürecek ufak çaplı oyunlar dahi tertip etmektedir. Nihayet Cumhuriyet Bayramı gelir ve Nezihe Hanım sınıfı değişik yerlere gezdirmeye götürür.

Havalar soğumaya başlar ve kış gelir. Oğuz yırtık pabuçları ile çok kötü havalarda dahi okula gelirken Selim hasta olur düşüncesiyle annesi tarafından okula gönderilmemektedir. Zaten dersleri epeyce kötü olan Selim bu şekilde tamamen derslerden geri kalmaktadır.

Bu arada Oğuz'un babası zengin bir adamın dar geldiği için ucuza satılan paltosunu Oğuz'a alınca dünyalar Oğuz'un olur. En yeni elbisesi olan bu paltoyu hiç çıkarmak istememektedir. Bu arada bir de sınıf programı olur. Programda en ön koltuklarda Oğuz'un anne ve babası oturmaktadır. Oğuz çok sevinir. Programda en güzel rol onundur. Programın akışı şöyledir:

1. İstiklal Marşı
2. Haftanın Günleri
3. Kır Şarkıları
4. Ben Bir Aslanım (Monolog)
5. Kümesteki Gürültü (Komedi)
6. Güneş (şiir)
7. İskoç Oyunları
8. Zeybek Oyunları
9. Kılıklar
10. Sınıfın Şarkısı

Programın en güzel oyuncusu Oğuz olmuştur. Oğuz'un en mutlu günüdür. Programın sonunda Nezihe Hanım gelenlere çocuklarına sahip çıkmaları üzerine nasihatlerde bulunur.

Birkaç gün sonra okulda garip bir şey olur. Oğuz arka sıralarda hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Öğretmenleri gibi bütün öğrenciler Oğuz'un bu hâline şaşırırlar. Çünkü Oğuz yaşadığı bütün zorluklara rağmen o güne kadar hiç ağlamamıştır. Oğuz bir türlü neden ağladığını söylememektedir. Az sonra Nezihe Hanım kötü haberi duyar. İşleri kötü giden Selim'in babası en sonunda intihar etmiştir. Bu haberi önceden duyan Oğuz bu yüzden ağlamaktadır.

Selim birkaç gün sonra üzgün bir şekilde okula gelir. Bütün arkadaşları ve öğretmeni ona destek olurlar. Fakat artık Selim'in en büyük destekçisi sıra arkadaşı 87 Oğuz'dur. Selim ve ailesi babasının ölümü üzerine bütün mallarını borçları yüzünden kaybetmişlerdir. Selim'in annesine ait evden başka ellerinde hiçbir şey kalmamıştır. Bu evin de birkaç odasını kiraya vermek suretiyle geçinmeye çalışacaklardır.

Artık Oğuz Selime sürekli ders çalıştırmakta, onun sınıfını geçebilmesi için olağanüstü gayret sarf etmektedir. Kendisi de Selim'den temiz, titiz olmayı öğrenmiştir. Oğuz'daki bu değişim ister istemez yaşlı annesini de değiştirmiş, oğlunun her şeyi beğenmediğini gören kadın daha titiz davranmaya başlamıştır. Nihayet okulun son günü gelir. Oğuz heyecan içinde Selim'in sınıfı geçip geçemeyeceğine dair haberi beklemektedir. Sonunda Oğuz sınıfın birincisi olurken Selim de Oğuz'un sayesinde iyi dereceyle sınıfını geçmiştir.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Oğuz : Yoksul bir ailenin tek çocuğudur. Anne ve babasının çok yaşlı oluşu çocuğun gelişiminde olumsuz etkilere neden olmuştur. Bununla birlikte, çok çalışkan, azimli, zeki ve yaramaz, hareketli bir çocuktur.

Selim : Zengin bir ailenin çocuğudur. Aşırı hassas, duygusal, bakımlı bir çocuktur.

Nezihe Hanım : Oğuz'un idealist öğretmenidir.

28 Ağustos 2019 Çarşamba

Huzur Sokağı (Şule Yüksel Şenler) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili ve Kişileri


Kitabın Adı : Huzur Sokağı

Kitabın Yazarı : Şule Yüksel Şenler

Kitap Hakkında Bilgi :

Huzur Sokağı adlı eser; Bilal adında imanlı bir gencin kendi yaşam tarzından uzak olan bir kıza aşık olmasını ele alıyor. Aynı zamanda bizlere evdeki hesabın çarşıya uymayacağını da vurguluyor.

Şule Yüksel Şenler 29 Mayıs 1938' de Kayseri'de doğmuştur. Aslen Kıbrıslı olan yazar, 21 yaşında gazetecilik yapmaya başlamıştır. 1960'lı yıllarda yazıları ve konferanslarıyla tanınmıştır.

Eser yönetmen Yücel Çakmaklı tarafından, başrolünde Türkan Şoray'ın oynadığı ''Birleşen Yollar'' adıyla sinemaya aktarılır.

Kitabın Özeti :

Huzur Sokağı, İstanbul’un kenar mahallelerinden birinde kırık, dökük sararmış evlerin sıralandığı bir sokaktı. Bu sokak o kadar sevgi doluydu ki herkes birbirini sevip sayıyordu. Ama bu özelliklerin dışında en önemli şey bu sokağın kalpleri iman dolu yaşayan insanlar vardı. Bu yüzden bu sokağa huzur sokağı denirdi.

Bu sokağın baş kahramanı olan, herkes tarafından sayılan sevilen mahalledeki kadınların en iyi damat adayı, genç kızlara mükemmel bir eş olabilecek özelliklerini taşıyan Bilal adında kimya mühendisliğini okuyan bir genç vardı.

Bilal İstanbul kimya fakültesinde okuyan inançlı olduğu için okulunda birçok sorunla karşılaşan biridir. Hatta Necati dışında hiçbir arkadaşı bile yoktur. Necati bazı konularda çok cahil olduğu için Bilal ona çok şey öğretmektedir. Mesela, Necati’nin kız arkadaşı gece hayatına çok düşkündür. Bu düşkünlüğü Necati’yi de sarsmaktadır. Ama en sonunda Necati’nin kız arkadaşı gerçeği, hakiki olan dünyayı benimseyerek Necati ve Bilal’e katılmıştır. Bu olayın üstüne Necati evlilik kararı alarak bu kızla evlenir. Birçok zorluk çıksa da zorlukların üstesinden teker teker gelmeyi başarırlar.

Bilal’in oturduğu evin karşısında bom boş bir arazi vardır. Bu araziye ilerleyen zamanlarda bir apartman dikilir. Ama bu apartmana taşınan insanlar, bu sokaktaki insanlar gibi değildir. Apartmana taşınan insanlar, sosyetik, zengin ve İslami hayatı yaşayanlara küçümseyen gözlerle bakan insanlardır. Bir sabah Bilal uyurken bir kadının sesiyle irkilir. Karşı apartmanda oturan bir genç kız evde her kime sesleniyorsa yüksek sesle bağırmaktadır. Bilal onu görür görmez vurulmuş, kalbi hızlı çarpmaya başlamıştır. Bir iki dakika geçtikten sonra adı Feyza olan bu kız da Bilal’i görür ve onun da kalbi hızlı bir şekilde çarpmaya başlar.

Bilal de Feyza da artık birbirlerinin hayalleriyle yaşamaya başlamışlardır. Aslında apartmandaki bütün kızlar Bilal’i tanımakta Bilal’in nasıl bir kız istediğini aralarında konuşmaktadırlar. Bilal’in istediği kız nasıl bir kızdır merak etmektedirler. Bilal kapalı, namazını kılan, bir kızla evlenmek istemektedir. Böyle bir evliliği annesi de istemektedir. Bilal de Feyza da aşklarını birbirlerinden gizleyemezler. Fakat Feyza’nın böyle bir özelliği yoktur aksine Feyza, Bilal’i zamane gençleri gibi giyinmeye ve davranmaya zorlamaktadır. Bu yüzden Bilal’e türlü türlü can sıkacak oyunlar oynamaya başlamıştır. Arkadaşlarıyla bu konuşmayı yapan Feyza kendisini açığa vermiştir. Çünkü Bilal’in dadısı her şeyi duymuştur. Dadısı bütün bu olanları gidip Bilal’e anlatır. Bilal bunu duyar duymaz hayal kırıklığına uğrar. Ama Feyza ona gerçekten aşık olmuştur.

Bilal her şeyi öğrenmiş ve bu aşktan vazgeçmeye başlamıştır. Bu ayrılığın karşısında Feyza çaresizlik ve pişmanlık içinde günden güne erimeye başlar. Aradan bir süre geçtikten sonra Bilal annesinin kendisine bulduğu kapalı, namaz kılan bir kızla evlenir. Bu olay karşısında Feyza da mühendis olan Selim beyle evlenmeye karar verir. İkisi de artık birbirlerinde bağımsız bir hayat yaşamaya başlamışlardır. İkisinin de kalbi hala birbiri için gizli gizli çarpmaktadır. Bilal’in evliliği çok uzun sürmeyecektir. Çünkü Bilal’in eşi doğum yaparken hayata gözlerini kapatarak Bilal’i ve oğlunu yapa yalnız bırakmıştır.

Feyza ise evlenmek istemese de mecbur olduğu için evlenmiş ve bu evliliğinde hiç de mutlu olmamıştır. Feyza’nın eşi Selim Bey göründüğü gibi değildir. Feyza’nın Bilal’i sevdiğini bildiği için onu çok üzmüştürr. Bu evliliği Feyza istemese de Selim’den bir kız çocuğu olmuştur. Feyza, Selim’den çok zarar gördüğü için ondan boşanmaya karar verir. Ama Selim bu karara tepki gösterir. Feyza’nın gözünü boyamak için her yolu dener. Yinede Feyza kararından vazgeçmez ve Selim den boşanır.

Selim ise bu boşanma kararının arkasında Bilal’in olduğunu düşünür ve Bilal’e ve oğluna büyük bir intikam planı yapmaya başlar.

Bilal oğlunu çok iyi yetiştirmiş, dini bütün imanlı bir çocuk olarak büyütmüştür. Bu gencin ismi Nusret’tir. Nusret bir hastanede doktor olmuştur. Feyzan’ın kızı Hilal ise eğitim hayatı ve kendini yetiştirme yönünden büyük bir zorluk çekmiştir. Çünkü Hilal'in başı kapalı namazlı abdestli olduğu için onu hiçbir okul kabul etmemiştir.

Annesi Feyza, Bilal’i kaybettikten sonra çok pişman olmuş, ibadetlerini yapmaya başlayan, tesettürlü bir kadın olmuş ve kızını da bu şekilde büyütmüştür. Eskiden çok hata yaptığından kızının da böyle durumlara düşmemesi için kızını bu konularda eğitmiştir.

Bir gün Feyza aniden fenalaşır. Hilal onu hastaneye getirir. Feyza bir süre hastanede yatar. Bu sürede Hilal ve Nusret hastanede tanışıp birbirlerine aşık olurlar. Nusret'e güzel bir iş teklifi gelir. İlaç firmasının müdürü olacaktır. Bir gece iki adam ilaçların yerine uyuşturucu yerleştirir. Nusret suçsuz olduğu halde hapis yatar. Bu işi planlayan kişi Selim'dir.

Selim'in yanında çalışan Hatice isimli kadın her şeyi öğrenip Feyza'ya anlatır. Feyza ise bir plan yapar ve Selim'in konuşmasını Hatice kadının yardımıyla ses kaydına alır. Duruşmada Nusret ile konuşurken, Bilal'in Nusret'e oğlum diye seslenmesi üzerine Feyza her şeyi anlar. Feyza mahkemede tanıklık edeceği sırada Selim'in adamları tarafından vurulur. Feyza mutsuz ölmemiştir. Kızını Bilal'in oğluna teslim ederek damadını kurtarmıştır.

Kitabın Kahramanları, Kişileri :

Bilal : İslami kimliği temsil eden dürüst ahlaklı, dindar imanlı bir insan, inançlarına uygun davranmadığı için aşkından bile feragat etmeyi bilen samimi bir dindar. Uzun boylu, yakışıklı

Feyza : İlk gençlik yıllarında modaya ve çağdaş hayata uygun yaşamı tercih ettiği için Bilal’i de bu çizgiye getirmeye çalışmış ama Bilal’i kaybettiği için istemediği bir evlilik yapmıştır. Sonradan pişman olarak hidayete ermiş, Selim’den olan kızı Hilal’i İslami esaslara uygun olarak yetiştirmiştir.

Hilal : Feyza’nın kızıdır. Tesadüf sonucu Bilal’in ölen eşinden olma oğlu Nusret’e âşık olan imanlı tesettürlü bir genç kızdır.

Nusret : Doğum sonrasında annesini kaybetmiş, Babası Bilal sayesinde hem dini yönden hem de beşeri ilimler yönünden iyi eğitim görmüş ve doktor olmuştur. Tesadüf sonucu ve bilmeden babasının gençlik aşkı Feyza’nın kızı Hilal’e aşık olup evlenmiştir. Kalbi temiz, imanlı çok iyi bir insandır.

Nazım : Nusret’in arkadaşı ve iyi bir aile dostudur.

Selim : Feyza’nın kocası, kindar, haset, gaddar biridir. Sonunda Feyza’yı vurmuştur. Kötü kalpli, kumarbaz bir insandır.

Dede Korkut Hikayeleri - Dış Oğuz’un İç Oğuz’a Âsi Olup Beyrek’in Öldüğü Destan


Dış Oğuz’un İç Oğuz’a Âsi Olup Beyrek’in Öldüğü Destan

Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse Kazan evini yağmalatırdı. Kazan tekrar evini yağmalattı. Amma Dış Oğuz beraber bulunmadı. Sadece İç Oğuz yağmaladı. Ne zaman Kazan evini yağmalatsa helallisinin elini tutar, dışarı çıkardı, ondan sonra yağma ederlerdi. Dış Oğuz beylerinden Aruz, Emen ve diğer beyler bunu işittiler, dediler ki bak bak, şimdiye kadar Kazan’ın evini beraber yağma ederdik, şimdi niçin beraber olmayalım dediler. Söz birliği ile bütün Dış Oğuz beyleri Kazan’a gelmediler, düşmanlık eylediler.

Kılbaş derler bir kişi var idi. Kazan der: Bre Kılbaş bu Dış Oğuz beyleri daima beraber gelirlerdi, şimdi niçin gelmediler dedi Kılbaş der: Bilmez misin niçin gelmediler. Evini yağmalattığın zaman Dış Oğuz beraber bulunmadı, sebep odur dedi. Kazan der: Düşmanlık beslediler öyle mi dedi. Kılbaş der: Hanım ben varayım, onların dostluğunu düşmanlığını öğreneyim dedi. Kazan der: Sen bilirsin, var dedi.

Kılbaş bir kaç adamla ata binip Kazan’ın dayısı Aruz’un evine geldi. Aruz da altın gölgeliğini dikmişti, oğlanlarıyla oturmuştu. Kılbaş gelip Aruz’a selam verdi. Der: Kazan darda kaldı, mutlaka dayım Aruz bana gelsin dedi. kara başım bunaldı, üzerime düşman geldi, develerimi bağırttılar, kara koçta cins atlarımı kişnettiler, kaza benzer kızımız gelinimiz darda kaldı, benim kara başıma gör neler geldi, dayım Aruz gelsin dedi. Aruz der: Bre Kılbaş o vakit ki Üç Ok, Boz Ok bir araya gelse o vakit Kazan evini yağmalatırdı, suçumuz neydi ki yağmada beraber olmadık dedi. Daima Kazan’ın başına sıkıntılar gelsin, dayısı Aruz’u daim ana dursun, biz Kazan’a düşmanız belli bilsin dedi. Kılbaş burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :

Der:

Bre kavat
Kalkıp Kazan Han yerinden doğrulu verdi
Ala Dağda çadırını otağını dikti
Üç yüz altmış altı alp erenler yanına toplandı
Yemek içmek arasında beyler seni andı
Üstümüze düşman falan gelmedi
Ben senin dostluğunu düşmanlığını denemeğe geldim
Kazana düşman imişsin bildim

dedi. Kalkıp hoşça kol diyip gitti.

Aruz müteessir oldu. Dış Oğuz beylerine adam gönderdi: Emen gelsin. Alp Rüstem gelsin, Dönebilmez Dülek Evren gelsin, geri kalan beyler hep gelsin dedi. Dış Oğuz beyleri hep toplandı. Alaca büyük otağlarını düzlüğe dikti. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Dış Oğuz beylerini ağırlayıp ziyafet verdi. Der: Beyler ben sizi niye çağırdım biliyor musunuz? Dediler: Bilmiyoruz. Aruz der: Kazan bize Kırbaş’ ı göndermiş, elim günüm yağmalandı, kara başım bunaldı, dayım Aruz bana gelsin demiş. Emen der: Ya sen ne cevap verdin? Aruz der ki: Kılbaş’a dedim ki ne zaman ki Kazan evini yağmalatırdı. Dış Oğuz beyleri beraber yağmalardı beyler gelir Kazan’ı selamlar giderdi, şimdi suçumuz ne oldu ki beraber bulunmadık, bre kavat biz Kazan’a düşmanız dedim. Emen der: İyi demişsin. Aruz der: Beyler ya siz ne dersiniz Beyler der: Ne diyelim, mademki sen Kazan’a düşman oldun, biz de düşmanız dediler. Aruz ortaya Kur’an getirdi, hep beyler el basıp and içtiler, senin dostuna dost ve düşmanına düşmanız dediler. Aruz bütün beylere kaftan verdi. Döndü der: Beyler Beyrek bizden kız almıştır, güveyimizdir, amma Kazan’ın inançlısıdır, gelsin bizi Kazan ile banştırsın, diyelim getirelim, bize itaatkar olursa ne ala, olmazsa ben sakalını tutayım siz kılıç üşüştürün parçalayın, aradan Beyreği kaldıralım, ondan sonra Kazan ile işimiz hayır ola dedi.

Beyreğe mektup gönderdiler. Beyrek odasında yiğitleri ile yiyip içiyordu. Aruzdan adam geldi, selam verdi. Beyrek selam aldı. Dedi: Hanım, Aruz size selam ediyor, kerem etsin Beyrek gelsin bizi Kazan ile barıştırsın diyor. Beyrek pekala dedi. Atını çektiler, bindi. Kırk yiğitle Aruz’un evine geldi. Dış Oğuz beyleri otururken girip selam verdi. Beyreğe Aruz der: Biliyor musun seni niye çağırdık? Beyrek der: Niye çağırdınız? Aruz der: Hep şu oturan beyler Kazan’a asi olduk, and içtik. Kur’an getirdiler, sen de and iç dediler. Kazan’a ben asi olmam diye and içti, söyledi:

Der :

Ben Kazanın nimetini çok yemişim
Bilmez isem gözüme dursun
Kara koçta cins atına çok binmişim
Bilmez isem bana tabut olsun
Güzel kaftanlarını çok giymişim
Bilmez isem kefenim olsun
Alaca büyük otağına çok girmişim
Bilmez isem bana zindan olsun
Ben Kazandan dönmem belli bil

dedi. Aruz öfkelendi, kavrayıp Beyreğin sakalını tuttu. Beyler Seyreğe kıyamadı. Beyrek Aruz’un öfkelendiğini burada bildi. Söylemiş:

Der:

Aruz bana bu işi edeceğini bilseydim
Kara koçta cins atıma binerdim
Yapısı sağlam demir giyimimi giyerdim
Kara çelik öz kılıcımı belime bağlardım
Alın başa sağlam miğferimi geçirirdim
Kargı dalı altmış tutam mızrağımı elime alırdım
Ela gözlü beyleri yanıma katardım
Kavat ben bu işi duysam sana böyle gelir miydim
Aldatarak er tutmak karı işidir
Karından mı öğrendin sen bu işi kavat

dedi. Aruz der: Bre herze merze söyleme, kanına susama, gel and iç dedi. Beyrek der: Vallah ben Kazan uğruna başımı koymuşum, Kazan’dan dönmem, ister yüz parça eyle dedi. Aruz gene öfkelendi. Beyreğin sakalını sımsıkı tuttu. Beylere baktı, gördü kimse gelmiyor. Aruz kara çelik öz kılıcını çekip Beyreğin sağ oyluğunu kesti. Kara kana bulandı Beyreğin başı bunaldı. Beyler hep dağıldı, herkes atlı atına bindi. Beyreği de bindirdiler, ardına adam bindirip kucakladılar. Kaçtılar. Beyreği otağına yetiştirdiler. Cübbesini üzerine Örttüler. Beyrek burada söyledi:

Der:

Yiğitlerim yerinizden halkın
Ak boz atımın kuyruğunu kesin
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aşın
Akıntılı güzel suyu delip geçin
Kazanın divanına koşup varın,
Ak çıkarıp kara giyin
Sen sağ ol Beyrek öldü diyin

Söyleyiniz: Namer Aruz dayından adam geldi. Seyreği istemiş, o da varmış, hep Dış Oğuz beyleri toplanmış, bilmedik, yeme içme arasında Kur’an getirdiler, Kazan’a biz asi olduk and içtik, gel sen de and iç dediler, içmedi ben Kazan’dan dönmem dedi, namert dayın hiddetlendi, beyreği kılıçladı, kara kana bulandı darda kaldı, yarın kıyamet gününde benim elim Kazan Han’ın yakasında olsun benim kanımı Aruz’a koyarsa dedi. Bir daha söylemiş. Der:

Yiğitlerim Aruz oğlu Başat gelmeden
Elim günüm yağmalanmadan
Develerde develerimi bağırtmadan
Kara koçta cins atımı kışnetmeden
Akça koyunlarım meleşmeden
Akça yüzlü kızım gelinim ağlaşmadan
Akça yüzlü güzelimi Aruz oğlu Başat gelip almadan
Elimi günümü yağmalamadan
Kazan bana yetişsin
Benim kanımı Aruza koymasın
Akça yüzlü sevgilimi oğluna alı versin
Ahiret hakkını helal etsin
Beyrek padişahlar padişahı hakka vasıl oldu
Belli bilsin

dedi.

Beyreğin babasına anasına haber oldu. Ak evinin eşiğinde feryat koptu. Kaza benzer kızı gelini ak çıkardı kara giydi. Ak boz otının kuyruğunu kestiler. Kırk elli yiğit kara giyip mavi sorındılar. Kazan Bey’e geldiler. Sarıklarını yere vurdulor, Beyrek diye çok ağladılar. Kazon’ın elini öptüler, sen sağ ol. Beyrek öldü dediler. Namert dayın hile yapmış, çağırarak bizi aldılar, vardık. Dış Oğuz beyleri size asi olmuşlar, bilmedik. Kur’an getirdiler, biz Kazan’a asi olduk, sen de bize itaat et dediler, and içtiler. Beyrek ekmeğini çiğnemedi, onlara itaat etmedi, dayın namert Aruz öfkelendi. Beyreği oturduğu yerde kılıçladı, bir oyluğunu düşürdü, sen sağ ol hanım, Beyrek Hakka vasıl oldu, benim kanımı Aruz’a koymasın dedi. dediler. Kazan bu haberi işitti, mendilini eline alıp hüngür hüngür ağladı, divanda feryat figan kıldı. Hep orada olan beyler ağlaştılar. Kazan vardı odasına girdi, yedi gün divana çıkmadı, ağladı oturdu.

Beyler toplandı divana geldi. Kazan’ın kardeşi Kara Göne der: Kılbaş var söyle ağam Kazan gelsin çıksın, bir yiğit senin yüzünden aramızdan eksildi, hem vasiyet eylemiş, benim kanımı koymayasın, alasın demiş, varalım düşmanı haklayalım de, dedi Kılbaş der: Sen kardeşisin, sen var dedi. Velhasıl ikisi beraber vardılar. Kazan’ın odasına girdiler. Selam verdiler, sen sağ ol hanım dediler. Bir yiğit aramızdan eksildi, senin yolunda baş verdi, hayatının kanını alalım size ısmarlamış, benim kanımı alsın demiş ağlamakla bir şey mi olur, kalkıp gel yukarı dediler. Kazan der: Uygundur, acele cephaneyi yükletsinler beyler hep binsinler dedi.

Bütün beyler bindi. Kozan’ın yağız al atını çektiler, bindi. Boru çalındı, davul vuruldu. Gece gündüz demediler, koşturma oldu. Aruz’a ve bütün Dış Oğuz beylerine haber oldu, işte Kazan geldi dediler. Onlar da asker toplayıp boru çaldırıp Kazan’a karşı geldiler. Üç Ok, Boz Ok karşılaştılar.

Aruz der; Benim İç Oğuz’dan hasmım Kazan olsun Emen der: Benim hasmım Ters Uzamış olsun. Alp Rüstem der: Benim hasmım Ense Koca oğlu Okçu olsun dedi. Her biri bir hasım gözetti.

Alaylar bağlandı, ordular dizildi, borular çalındı, davullar dövüldü. Aruz Koca meydana at tepti. Kazan’a seslenip bre kavat sen benim hasmımsın, sen gel beri dedi. Kazan kalkan tuttu, mızrağını eline aldı, başının üzerinde çevirdi. Der: Bre kavat namertlikle er öldürmek nasıl olur, ben sana göstereyim dedi. Aruz Kazan’ın üzerine at sürdü. Kazan’ı kılıcladı, zerre kadar kestirmedi öteye geçti. Sıra Kazan’a geldi. Altmış tutam alaca mızrağını koltuğa kıstı. Aruz’a bir mızrak vurdu. Göğsünden şimşek gibi öteye geçti. At üzerinden yere yıktı. Kardeşi Kara Göne’ye işaret etti. Başını kes dedi. Kara Göne attan indi, Aruz’un başını kesti. Dış Oğuz beyleri bunu görüp hep attan indiler, Kazan’ın ayağına kapandılar, suçlarının affını dilediler, elini öptüler. Kazan suçlarını bağışladı. Seyreğin kanını dayısından aldı. Aruz’un evini talan ettirdi, elini gününü yağmalattı. Yiğit beyler ganimet aldı. Kazan yeşil düzlüğe, güzel çimene çadır diktirdi, otağını kurdu. Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı. Gazi erenlerin başına ne geldiğini söyleyi verdi.

Hani dediğim bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Akibet, uzun yaşın ucu ölüm, sonu ayrılık.

Dua edeyim hanım: ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürcekli ananın yeri cennet olsun. Kadir Mevla seni namerde muhtaç etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Amin amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün. Derlesin toplasın günahınızı Muhammed Mustafa’ya bağışlasın hanım hey!…

Dede Korkut Hikayeleri - Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan


Salur Kazan Esir Olup Oğlu Uruz’un Çıkardığı Destan

Meğer Hanım Tırabuzan tekürü beyler beyi olan Han Kazan’a bir şahin göndermişti. Bir gece yiyip içip otururken şahinci başına der: Bre yarın sabah şahinleri al, tenhaca ava binelim dedi.

Erkenden bindiler, av yerine vardılar. Gördüler bir sürü kaz oturuyor. Kazan şahini bıraktı. Alamadı şahin havalandı. Gözetlediler, şahin Toman’ın Kalesine indi. Kazan gayet müteessir oldu. Şahinin ardına düştü.

Dere tepe aştı, kafir eline geldi. Giderken Kazan’ın karanlık gözünü uyku bürüdü. Beyler dediler: Hanım dönelim. Kazan der: Biraz daha ileri varalım dedi. Baktı bir kale gördü. Der: Beyler gelin yatalım dedi. Kazan’ı küçücük ölüm tuttu, uyudu. Meğer hanım, Oğuz beyleri yedi gün uyurdu. Onun için küçücük ölüm derlerdi.

Meğer o gün Toman’ın Kalesinin tekürü ava binmişti. Casus geldi, der: Bre bölük atlı geldi, içinde beyleri yattı uyudu. Tekür adam gönderdi, kim olduğunu anlayın dedi. Gelenler bildi ki bunlar Oğuz erenlerindendir. Gelip teküre haber verdiler. Tekür de hemen askerini topladı, bunların üzerine geldi. Kazan’ın beyleri baktılar gördüler ki düşman geliyor. Dediler: Kazan’ı bırakır gidersek evinde bizi kovarlar. en iyisi budur ki burda ölelim dediler. Kafiri karşıladılar, cenk ettiler. Kazan’ın üzerine yirmi beş beyini şehit ettiler. Kazan’ın üzerine düştüler, uyuduğu yerde tuttular, elini ayağını sımsıkı bağladılar, bir arabaya yüklettiler, arabaya muhkem urganla sardılar. Arabayı çektiler, yürüyü verdiler.

Giderken araba gıcırtısından Kazan uyandı. Gerindi bu elindeki urganları hep kopardı. Arabanın üzerine oturdu, elini eline çaldı, kah kah güldü.

Kafirler derler: Ne gülüyorsun? Kazan der: Bre kafirler, bu arabayı beşiğim sandım, sizi yamrı yumru dadım dayam sandım dedi. Neyse, Kazan’ı getirdiler, Toman’ın Kalesinde bir kuyuya bıraktılar. Kuyunun ağzına bir değirmen taşı koydular. Yemeğini suyunu değirmen taşının deliğinden veriyorlardı.

Bir gün tekürün karısı der: Varayım Kazan’ı göreyim, nasıl bir insandır ki bunca adamlara darbe vuruyormuş dedi. Hatun gelip zindancıya kapıyı açtırdı. Seslendi, der: Kazan Bey nedir halin, dirliğin yer altında mı hoştur, yoksa yer üstünde mi hoştur, hem şimdi ne yiyorsun, ne içiyorsun ve neye biniyorsun dedi. Kazan der: Ölülerine yemek verdiğin vakit ellerinden alıyorum, hem ölülerinizin yorgasına biniyorum, yaşlılarını yedekte çekiyorum dedi. Tekür’ün karısı der: Dinin için Kazan Bey, yedi yaşında bir kızcağızım ölmüştür, kerem eyle ona binme dedi. Kazan der: Ölülerinizde ondan yorga yoktur, hep ona biniyorum dedi. Kadın der: Vay, senin elinden ne yer yüzünde dirimiz ve ne yer altında ölümüz kurtulurmuş dedi. Geldi Tekür’e der: Kerem eyle o tatarı kuyudan çıkar, kızcağızın belini koparıyor yer altında kızcağızıma biniyormuş, diğer ölülerimizi topluyormuş, hem ölülerimiz için verdiğimiz yemeği ellerinden çekip alıp yiyormuş, onun elinden ne ölümüz ne dirimiz kurtulurmuş, dinini aşkına o eri kuyudan çıkar dedi. Tekür beylerini topladı, der: Gelin Kazan’ı kuyudan çıkarın, bizi övsün Oğuz’u yersin, ondan sonra şart eylesin bizim memleketimize düşmanlığa gelmesin dedi.

Vardılar Kazan’ı kuyudan çıkarıp getirdiler. Dediler : And iç ki bizim memleketimize düşmanlığa gelmeyesin, hem bizi öv Oğuz’u yer, seni bırakı verelim var git dediler. Kazan der: Vallah billah doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyeyim dedi. Dediler : Vallah Kazan iyi and içti dediler. Şimdi Kazan Bey, hadi bizi öv dediler. Kazan der: Ben yer yüzünde adam övmem, bir adam getirin bineyim, sizi öveyim dedi. Vardılar bir er kafir getirdiler. Bir eyer, bir gem dedi, getirdiler. Kafirin arkasına eyer koydu, ağzına gem vurdu, eyer kayışını çekti. Sıçradı arkasına bindi. Ökçesini ökçesine vurdu, kaburgasını karnına yapıştırdı. Gemini çekti, ağzım ayırdı. Kafiri öldürdü, çöktü üzerine oturdu. Der: Bre kafirler kopuzumu getirin, sizi öveyim dedi. Vardılar kopuzu getirdiler. Eline alıp burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Bin bin erden düşman gördümse övünüm dedim
Yirmi bin er düşman gördümse koklamadım
Otuz bin er düşman gördümse ona saydım
Kırk bin er düşman gördümse gözümü kısıp baktım
Elli bin er gördümse el vermedim
Altmış bin er gördümse söyleşmedim
Seksen bin er gördümse ürpermedim
Doksan bin düşman gördümse donanmadım
Yüz bin er gördümse yüzümü dönmedim
Yüzü dönmez kılıcımı elime aldım
Muhammed’in dini aşkına kılıç vurdum
Ak meydanda yumru başı top gibi kestim
O zaman bile erim beyim diye övünmedim
Övünen erenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kafir öldür beni
Kara kılıcını çal boynuma kes başımı
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok

dedi. Bir deyiş daha söylemiş, der:

Yüksek yüksek kara dağdan taş yuvarlansa
Kaba ökçemi oyluğumu karşı tutan Kazan er idim
Firavun şişler yükleyip yerden, çıksa
Kaba ökçem ile perçin kılan Kazan er idim
Koca koca beyler oğlu kavga kılsa
Kamçı vurup dindiren Kazan er idim
Yüce dağları duman tutsa
Kapkara sis deli kopsa
Kara koç atımın kulağı görünmez olsa
Gayrı eren kılavuzsuz yol şaşırsa
Kılavuzsuz yol başaran Kazan er idim
Yedi başlı ejderhaya yetişip vardım
Heybetinden sol gözüm yaşardı
Hey gözüm namert gözüm kalleş gözüm
Bir yılandan ne var ki korktun dedim
O zaman bile erim beyim diye övünmedim
Övünen erenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kafir öldür beni yitir beni
Çal kılıcını kes başımı
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Oğuz erenleri dururken seni övmem yok

dedi. Kazan burada bir daha söylemiş:

Arkaç Kırda çalkanır umman denizinde
Sarp yerlerde yapılmış kafir şehri
Sağa sola çırpıntı vurur yüzgeçleri
Su dibinde döner bahrileri
Tanrı benim diye su dibinde çığrışır asileri
Önünü koyup tersini okur kızı gelini
Altın aşık oynar Sancıdanın beyleri
Altı defa Oğuz vardı alamadı
O kaleye altı tane erle ben Kazan vardım
Altı güne koymadım onu aldım
Kilisesini yıkıp yerine mescit yaptım ezan okuttum
Kızını gelinini ak göğsümde oynattım
Beylerini kul ettim
O zaman bile erim beyim diye övünmedim
Övünen erenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kafir öldür beni yitir beni
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok

dedi. Kazan yine söylemiş, der:

Arkaç Kırda döndürdüğüm bre kafir senin baban
Şakağına imrendiğim senin kızın gelinin
Akça Kale Sürmelide at oynattım
At ile Karun eline baskın yaptım
Ak Hisar Kalesinin burcunu yıktım
Ak akçe getirdiler puldur dedim
Kızıl altın getirdiler bakırdır dedim
Ela gözlü kızını gelinini getirdiler aldanmadım
Kilisesini yıktım mescit yaptım
Altını gümüşü yağmalattım
O zaman bile erim beyim diye övünmedim
Övünenleri hoş görmedim
Eline geçmiş iken bre kafir öldür beni yitir beni
Kendi aslımı kendi kökümü yermem yok
Seni övmem yok

dedi. Kazan Bey burada bir daha söylemiş, der:

Ak kayanın kaplanının erkeğinde bir köküm var
Ortaç Kırda sizin geyiklerinizi durdurmaya
Ak sazın aslanında bir köküm var
Kaz alaca kısrağını durdurmaya
Azman kurt yavrusunun erkeğinde bir köküm var
Akça yünlü on bin koyununu gezdirmeye
Ak sungur kuşunun erkeğinde bir köküm var
Alaca ördek kara kazını uçurmaya
Kudretli Oğuz elinde bir oğlum var Uruz adlı
Bir kardeşim var Kara Göne adlı
Yeniden doğanını diriltmeyeler
Eline geçmiş iken bre kafir öldür beni yitir beni
Kılıcından sapacağım yok
Kendi aslımı yermem yok

dedi. Bir daha söylemiş, der:

İt gibi güv güv eden çerkes hırslı
Küçücük domuz şölenli
Bir torba saman döşekli
Yarım kerpiç yastıklı
Yontma ağaç Tanrılı
Köpeğim kafir
Oğuzu görür iken seni övmem yok
Bundan sonra öldürürsen bre kafir öldür beni
Öldürmezsen Kadir korsa öldüreyim kafir seni

dedi. Kafiler der: Bu bizi övmedi, gelin bunu öldürelim dediler.

Kafir beyleri toplandılar geldiler. Yine dediler: Bunun oğlu var, kardeşi var, bunu öldürmek olmaz dediler. Getirdiler domuz damına hapse attılar.

At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Kazan’ın ölüsünü dirisini kimse bilmedi. Meğer hanım Kazan’ ın bir oğlancığı var idi. Büyüdü yiğitcik oldu. Bir gün ata binip divana gelirken bir kişi der: Sen Han Kazan’ın oğlu değil misin dedi. Uruz kızdı, der: Bre kavat benim babam Bayındır Han değil midir? Dedi. Yok, o ananın babasıdır, senin dedendir. Uruz, bre ya benim babam ölü müdür diri midir dedi. Dedi: Diridir, Toman’ın Kalesinde esirdir dedi. Böyle deyince oğlan ağladı, melül oldu. Atını çevirdi geri döndü. Anasına geldi. Burada anasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Bre ana ben Han oğlu değilmişim
Han Kazan oğlu imişim
Bre kavat kızı bunu bana niçin söylemiyordun
Ana hakkı Tanrı hakkı olmamış olsaydı
Kara, çelik öz kılıcımı çekeydim
Birdenbire güzel başını keseydim
Alca kanını yer yüzüne dökeydim

dedi. Anası ağladı. Der: Oğul baban sağdır, amma söylemeğe korkardım, kafire varırsın, kendini vurursun helak olursun, onun için sana söylemiyordum canım oğul dedi. Amma amcana adam gönder, gelsin, görelim ne der dedi.

Adam gönderdi amcasını çağırdı. Geldi. Uruz der: Ben babamın esir olduğu kaleye gidiyorum. Birlikte istişare ettiler. Bütün beylere haber oldu. Uruz babasına gidiyor, silah ve teçhizatla gelin dediler. Asker toplandı geldi. Alp Uruz çadırlarını açtırdı, cephanesini yükledi. Kara Göne asker başı oldu. Boru çaldırıp göçtüler, yola girdiler.

Yol üzerinde kafirin kilisesi var idi. Keşişler beklerdi. Gayet sarp kilise idi. Attan inip tacir elbisesi giydiler. Bezirgan suretinde katır, deve çektiler geldiler. Kafirler gördüler gelenler tacire benzemez, kaçtılar kaleye girdiler, kapılarını sımsıkı kapadılar. Burca çıkıp kimlersiniz dediler. Bunlar cevap verdi: Bezirganlarız dediler. Kafirler yalan söylüyorsunuz diyerek taşa tuttular. Uruz attan indi, der: Hey babamın altın gadehinden şarap içen, beni seven attan insin, bunun kapısına birer gürz vuralım dedi. On altı yiğit sıçrayıp attan indiler. Kalkan tuttular, gürzlerini omuzlarına attılar, kapıya geldiler. Birer gürz vurup kapıyı ufattılar, içeri girdiler. Buldukları kafiri öldürdüler. Ağız açtırmadılar. Malını yağmaladılar. Askerin üzerine geldiler kondular.

Meğer bir sığırtmaçları var idi. Gördü ki kaleyi aldılar, kaçtı teküre vardı, kilisenin alındığını haber verdi. Ne oturuyorsunuz, üzerinize düşman geldi, başınızın çaresine bakın dedi. Tekür beylerini topladı, bunlarla nasıl uyuşalım dedi. Beyler dediler: Bunun uyuşması odur ki Kazan’ı çıkaralım, onlarla başbaşa bırakalım. Bu sözü uygun gördüler. Vardılar Kazan’ı çıkarıp tekürün önüne getirdiler. Tekür der: Kazan Bey üzerimize düşman geldi, bu düşmanı üzerimizden ayırırsan seni bırakı verelim dediler. Hem haraca itaatkar olalım, sen de and iç ki bu bizim memlekete düşmanlığa gelmeyesin dediler. Kazan der: Vallah billah doğru yolu görür iken eğri yoldan gelmeyelim dedi. Kafirler Kazan iyi and içti diye sevindiler. Tekür askerini toplayıp meydana geldi, çadır diktirdi. Kafir askeri Kazan’ın etrafına toplandı. Kazan’a giyim getirdiler. Kılıç ve mızrak ve çomak ve sair cenk aletini giydirip donattılar.

Bu sırada Oğuz erenleri alay alay geldi. Gümbür gümbür davullar çalındı. Kazan gördü ki askerin önünce bir ak boz atlı, ak sancaklı, üzeri sağlam demir giyimli, Oğuz’un önünce geldi, çadırını diktirdi, saf bağladı durdu. Onun ardınca Kara Göne geldi, saf bağladı durdu. Hemen burada Kazan atı meydana sürdü, hasım, diledi. Boz atlı Beyrek at tepti meydana girdi. Kazan burada söylemiş, görelim ne söylemiş:

Der:

Kalkıp yerinden doğrulan yiğit ne yiğitsin
Yapısı sağlam demir giyimini giyen yiğit ne yiğitsin
Adın nedir yiğit söyle bana

dedi. Beyrek burada söylemiş, der:

Bre kafir sen beni bilmez misin
Parasarın Bayburt Hisarından fırlayıp uçan
Adaklısını başkaları alırken çekip alan
Pay Püre Han oğlu Bamsı Beyrek bana derler
Gel beri bre kafir dövüşelim

dedi. Kazan burada bir daha söylemiş. Der: Bre yiğit, önünce bu askerin bir ak sancaklı alay çıktı, çadırını başkalarından önce dikti, ak boz ata binen o yiğit ne yiğittir, kimin nesidir, yiğit başın için söyle bana. Beyrek der: Bre kafir kimin nesi olacak, beyimiz Kazan’ın oğludur dedi. Kazan gönlünden der: Elhamdülillah benim oğlancığım büyük er olmuş dedi. Beyrek bre kafir daha ne kadar onu bunu soracaksın bana dedi, Kazan’ın üzerine at sürdü. Altı kanatlı gürzünü eline alıp Kazana vurdu. Kazan kendisini tanıtmadı. Kavradı, Beyreği bileğinden tuttu, çekti çomağını elinden aldı, Beyreğin ensesisine bir çomak vurdu. Beyrek atın boynunu kucakladı, çekilip döndü. Kazan der: Ya Beyrek, var beyine söyle gelsin dedi.

Bunu gördü. Eylik Koca oğlu Dönebilmez Dülek Evren meydana girdi. Kazan burada söylemiş, der:

Şafak vakti yerinden kalkan yiğit ne yiğitsin
Büyük cins atını oynatarak gelen yiğit ne yiğitsin
Erin erden adını saklaması ayıp olur
Adın nedir yiğit söyle bana

dedi. Dülek Evren der:

Bre kafir benim adımı bilmez misin
Kendi kendisine hor bakan memleketten çıkan
Elli yedi kalenin kilidini alan
Eylik Koca oğlu Dönebilmez Dülek Evren bana derler

dedi. Mızrağını eline alıp at sürdü. Kazan’a saplayayım dedi, saplayamadı, öteye geçti. Kazan at tepti, mızrağını çekip elinden aldı, tepesine vurdu, parça parça oldu utandı. O da çekilip döndü.

Kazan yine er diledi. Düzen oğlu Alp Rüstem at tepti meydana girdi. Kazan burada gene söyledi, der:

Kalkıp yerinden doğrulu veren
Cins atına sıçrayıp binen
Ne yiğitsin
Adın nedir söyle bana

dedi. Alp Rüstem der:

Kalkıp yerinden doğrulu veren
İki kardeş bebeğini öldürüp zelil gezen
Düzen oğlu Alp Rüstem bana derler

dedi. O da Kazan’a at sürdü. Yeneyim dedi. yenemedi. Kazan Bey buna da bir darbe vurdu. Der: Bre kavat, var beyine söyle gelsin dedi. O da döndü.

Kazan tekrar er diledi. Uruz’un gemini amcası Kara Göne tutmuştu. Çekti ansızın elinden aldı. kılıcı sıyırdı babasının üzerine at sürdü. Davrandırmadı, omuzuna kılıç indirdi. Giyimini kesti, omzuna dört parmak kadar yara açtı. Alca kanı şırıldadı koynuna indi. Uruz gene döndü ki bir daha çalsın. Kazan burada seslenip oğluna söyler, görelim hanım ne söyler:

Der:

Kara dağımın yükseği oğul
Karanlıklı gözlerimin aydını oğul
Alpım Uruz aslanım Uruz
Ak sakallı babana kıyma oğul

dedi. Uruz’un şefkat damarları kaynadı, kara süzme gözleri kan yaş doldu. Attan yere indi. babasının elini öptü. Kazan da attan atladı yere indi. Oğlunun boynunu öptü. Beyler Kazan ile oğlunun üzerine at sürdüler, etraflarını çevirdiler. Hepsi attan inip Kazan’ın elini öptüler. Yürüyerek kafire at sürdüler, kılıç vurdular. Derelerde tepelerde kafire kırgın girdi. Kaleyi aldılar. Kilisesini yıkıp mescit yaptılar.

Kanlı kafirin elinden babasını çekip aldı. Kudretli Oğuz eline gelip çıktı. Akça yüzlü anasına müjdeci geldi. Kaza benzer kızı gelini Kazan’a karşı gelip elini öptüler, ayağına kapandılar, Kazan güzel çimene çadır otağ diktirdi. Yedi gün yedi gece toy düğün edip yeme içme oldu. Dedem Korkut geldi kopuz çaldı, gazi erenlerin başına ne geldiğini söyledi.

Hani övdüğümüz bey erenler
Dünya benim diyenler
Ecel aldı yer gizledi
Fani dünya kime kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya

Ölüm vakti geldiğinde arı imandan ayırmasın. Kadir seni namerde muhtaç etmesin. Beş kelime dua kıldık, kabul olsun. Amin amin diyenler Tanrı’nın yüzünü görsün. Günahınızı adı güzel Muhammed Mustafa hürmetine bağışlasın hanım hey!…

Dede Korkut Hikayeleri - Begil Oğlu Emren’in Destanı


Begil Oğlu Emren’in Destanı

Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Ak otağını kara yerin üzerine diktirmişti. Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz beyleri toplanmıştı.

Dokuz Tümen Gürcistan’ın haracı geldi. Bir at, bir kılıç, bir çomak getirdiler. Bayındır Han çok müteessir oldu. Dedem Korkut geldi neşeli havalar çaldı, hanım niye müteessir oluyorsun dedi. Der: Nasıl müteessir olmayayım, her yıl altın akçe gelirdi, yiğide beye verirdik, hatırları hoş olurdu, şimdi bunu kime verelim ki hatırı hoş olsun dedi. Dede Korkut der: Hanım bunun üçünü de bir yiğide verelim dedi. Oğuz iline karakol olsun dedi. Han Bayındır kime verelim dedi. Sağına soluna baktı, kimse razı olmadı. Begil derlerdi bir yiğit var idi, ona baktı, der: Sen ne dersin? Begil razı oldu. Kalktı yeri öptü Dedem Korkut himmet kılıcını beline bağladı, çomağı omzuna koydu, yayı koluna geçirdi.

Koç aygırı çektirdi bu da bindi. Hasımını akrabasını ayırdı, evini çözdü, Oğuz’dan göç eyledi. Berdeye, Genceye varıp vatan tuttu. Dokuz Tümen Gürcistan ağzına varıp kondu, karakolluk eyledi. Yabancı, kafir gelse başını Oğuz’a armağan gönderirdi. Yılda bir kerre Bayındır Han’ın divanına varırdı.

Yine Bayındır Han’dan adam geldi acele gelesin diyerek. Sonra Begil geldi, peşkeşini çekti. Bayındır Han’ın elini öptü. Han da Begil’i misafir etti, güzel at, güzel kaftan, bol harçlık verdi. Üç gün de Begil’i av şikar etiyle misafir edelim beyler dedi. Av ilan ettiler.

Vakfa ki av hazırlığı oldu, kimi atını över, kimi kılıcını, kimi çekip ok atmasını över. Salur Kazan ne atını övdü, ne kendisini övdü, amma Begil’in hünerini söyledi.

Üç yüz altmış altı alp ava binse, kanlı geyik üzerine yürüyüş olsa, Begil ne yay kurardı, ne ok atardı, hemen yayı bileğinden çıkarırdı boğanın yabani geyiğin boynuna atardı, çekip durdururdu. Zayıf ise kulağını delerdi avda belli olsun diye, amma semiz olsa boğazlardı. Eğer beyler geyik avlasa, kulağı delik olsa, Begil sevincidir diye Begil’e gönderirlerdi.

Kazan Bey der: Bu hüner atın mıdır, erin midir? Hanım, erindir dediler. Han der: Yok, at işlemese er övünmez, hüner atındır dedi. Bu söz Begil’e hoş gelmedi. Begil der: Alplar içinde bizi kuskunumuzdan balçığa batırdın dedi. Bayındır Han’ın bahşişini önüne döktü, hana küstü, divandan çıktı. Atını çektiler, ela gözlü yiğitlerini alıp evine geldi.

Oğlancıkları karşı geldi, okşamadı. Ak yüzlü hatunu ile konuşmadı. Hatun burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Altın tahtımın sahibi beyim yiğit
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verim sevdiğim
Kalkıp yerinden doğrulu verdin
Ela gözlü yiğitlerini yanına aldın
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aştın
Akıntılı güzel sudan geceleyin geçtin
Ak alınlı Bayındır Hanın divanına geceleyin vardın
Ela gözlü beyler ile yedin içtin
Kavimli kavmi ile atıştı mı
Garip başın kavgada kaldı mı
Hani hanım altında güzel atın yok
Üstünde altın miğfer cübbesi yok
Ela gözlü beylerini! okşamazsın
Akça yüzlü güzelinle söyleşmezsin
Nedir halin

dedi. Begil söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Kalkıp yerimden doğrulu verdim
Yelesi kara cins atıma sıçrayıp bindim
Arku Beli Ala Dağdan geceleyin aştım
Ak alınlı Bayındırın divanına dört nala vardım
Ela gözlü beyler ile yedim içtim
Kavimliyi kavmi ile iyi gördüm
Hanımın nazarı bizden dönmüş gördüm
Eli günü terk ederek Dokuz Tümen Gürcistana gidelim
Oğuza asi oldum belli bilin

dedi. Hatun der: Yiğidim bey yiğidim, padişahlar Tanrı’nın gölgesidir, padişahına asi olanın işi rast gelmez, arı gönülde pas olsa şarap acar, sen gideli hanım çapraz yatan alaca dağların avlanmamıştır, ava bin gönlün açıtsın dedi. Begil baktı hatun kişinin aklı, sözü iyidir. Cins atını çektirip sıçradı bindi, ava gitti.

Av avlayarak gezerken önünden bir pareli geyik çıktı. Begil buna at sürdü. Boğanın ardından erişti, yay kirişini boynuna attı. Boğanın canı acımıştı, kendisini bir yüksek yerden attı. Begil atın gemini yenemedi, beraber uçtu. Sağ oyluğu kayaya dokundu kırıldı.

Begil kalktı, ağladı, der: Büyük oğlum, büyük kardeşim yok. Hemen okluğundan gez çıkarıp atının eyerinin arkasındaki kayışları çekti kopardı. Kaftanının altından ayağını sımsıkı sardı. Var kuvvetiyle atının yelesine düştü. Avcılardan ayrı, tülbendi boğazına geçti, yurdunun ucuna geldi.

Oğlancığı Emren Yiğit babasına karşı geldi. Gördü benzi sararmış, tülbendi boğazına geçmiş. Arkadaşlarını sorup oğlan burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Kalkıp yerinden doğrulu verdin
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Çapraz yatan ala dağlar eteğine ava vardın
Kara elbiseli kafirlere rastladın mı
Ela gözlü yiğitlerini kırdırdın mı
Ağız dilden bir kaç kelime haber bana
Kara başım kurban olsun babam sana

dedi. Begil oğluna söylemiş, görelim hanım ne söylemiş :

Dedi:

Oğul oğul ay oğul
Kalkıp yerinden doğrulu verdim
Kara dağlar önüne ava bindim
Kara elbiseli kafirlere rastlamadım
Ela gözlü yiğitlerimi kırdırmadım
Sağdır esendir yiğitlerim oğul kaygılanma
Üç gündür keyfim yok oğul
At üzerinden beni tut döşeğime çıkar

dedi. Aslan yavrusu yine aslandır, babasını at üzerinden kavradı tuttu, yatağına çıkardı. Cübbesini üzerine bürüdü, kapısını örttü.

Beri yandan yiğit beyler gördüler ki av bozulmuş, her biri evli evine geldi.

Begil beş gün oldu divana çıkmadı. Ayağının kırıldığını kimseye söylemedi.

Bir gece yatağında acı acı inledi, ah etti. Hatunu dedi: Bey yiğidim, kalabalık düşman gelse dönmezdin, butuna alaca ok saplansa inlemezdin, insan koynunda yatan helallisine sırrını söylemez mi olur, nedir halin dedi Begil der: Güzelim attan düştüm, ayağım kırıldı dedi.

Kadın elini eline çaldı hizmetçiye söyledi. Hizmetçi çıkıp kapıcıya söyledi. Otuz iki dişten çıkan bütün yurda yayıldı, Begil attan düşmüş ayağı kırılmış diye. Meğer kafirin casusu var idi. Bu haberi işitip vardı Tekür’e haber verdi. Tekür der: Kalkarak yerinizden doğrulun, yattığı yerde Bey Begil’i tutun, ak ellerini pazusundan bağlayın, ansızın güzel basını kesin, alca kanını yer yüzüne dokun, etini gününü yağmalayın, kızını gelinini esir edin dedi.

Meğer Begil’in de orada casusu hazırdı. Begil’e haber gönderdi, der: Başınızın çaresine bakın, üzerinize düşman geliyor dedi. Begil yukarı baktı, gök ırak yer katı dedi. Oğlancığını yanına getirip söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Oğul oğul ay oğul
Karanlıklı gözlerimin aydını oğul
Güçlü belimin kuvveti oğul
Gör Ahir neler oldu
Neler koptu benim başıma

dedi.

Kalkıp oğul yerimden doğrulu verdim
Boynu kırılsın al aygıra sıçrayıp bindim
Av avlayıp kuş kuşlayıp gezer iken
Bunaldı sürçtü beni yere çaldı
Sağ oyluğum kırıldı
Benim kara başıma neler geldi
Kara kara dağlardan haber aşmış
Kanlı kanlı sulardan haber geçmiş
Demir Kapı Derbendinden haber varmış
Alaca atlı Şökli Melik müthiş pusu kurmuş
Pususundan kara dağlara duman düşmüş
Yattığı yerde Bey Begili futun demiş
Pazusundan ak ellerini bağlayın demiş
Kan alaca yurdunu yağmalayın demiş
Akça yüzlü kızını gelinini esir edin demiş
Kalkıp oğul yerinden doğrulu ver
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bin
Çapraz yatan Ala Dağı geceleyin aş
Ak alınlı Bayındır Hanın divanına geceleyin var
Ağız dilden Bayındıra selam ver
Beyler beyi olan Kazanın elini öp
Ak sakallı babam darda de
Elbette ve elbette Kazan Bey bana yetişsin dedi de
Gelmez isen memleket bozulup harap olur
Kızım gelinim esir gitti belli bil

dedi. Burada oğlan babasına söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Baba ne söylüyorsun ne diyorsun
Bağrım ile yüreğimi ne dağlıyorsun
Kalkıp yerimden doğrulmam yok
Yelesi kara cins atıma binmem yok
Arku Beli Ala Dağı anlayarak aşmam yok
Ak alınlı Bayındırın divanına varmam yok
Kazan kimdir benim onun elini öpmem yok
Altındaki al aygırı bana ver
Kan terletip koşturayım senin için
Yapışı sağlam demir giyimini bana ver
Yen yakalar diktireyim senin için
Kara çelik öz kılıcını bana ver
Birdenbire başlar keseyim senin için
Kargı dalı mızrağını bana ver
Göğsünden er mızraklıyayım senin için
Ak tüylü delici okunu bana ver
Erden ere geçireyim senin için
Ela gözlü üç yüz yiğidini bana ver arkadaşlığa
Muhammed dini yoluna savaşayım senin için

dedi. Begil der: Öleyim ağzın için oğul, belki de benim geçmiş günümü andırtmazsın dedi. Bre giyimimi getirin oğlum giysin, al aygırımı getirin oğlum binsin, memleket ürkmeden oğlum meydana varsın girsin dedi.

Oğlanı donattılar. Babası ile anası ile geldi görüştü, ellerini öptü. Üç yüz yiğidi yanına aldı, meydana vardı. Al aygır ne zaman düşman kokusunu alsa ayağını yere döverdi, tozu göğe çıkardı. Kafirler der: Bu at Begil’indir, biz kaçarız. Tekür der: Bre iyi bakın, bu gelen Begil ise sizden önce ben kaçarım dedi. Gözcü gözetledi, gördü ki at Begil’in Begil üzerinde değil, amma bir kuş kadar
oğlandır. Gelip teküre haber verdi, der: At, giyim kuşam ve miğfer Begil’in, Begil içinde değil dedi. Tekür der: Yüz adam seçilin, tarraka çatlasın oğlanı korkutun, oğlan kuş yürekli olur, meydanı bırakır kaçar dedi.

Yüz kafir seçilip oğlanın üzerine gelmiş, oğlana kafir söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Oğlan oğlan ey oğlan
Haramzade oğlan
Altında al aygırı zayıf oğlan
Kara çelik öz kılıcı çentik oğlan
Elindeki mızrağı kırık oğlan
Ak kirişli yayı kısa oğlan
Okluğunda doksan oku seyrek oğlan
Yanındaki arkadaşları çıplak oğlan
Karanlıklı gözleri fersiz oğlan
Şökli Melik şana müthiş pusu kurdu
Meydandaki şu oğlanı tutun
Pazusundan ak ellerini bağlayın
Birdenbire güzel başını kesin
Alca kanını yer yüzüne dökün dedi
Ak sakallı baban var ise ağlatma
Ak bürçekli anan var ise sızlatma
Yalnız yiğit alp olmaz
Yavşan dibi berk olmaz
Belası gelmiş kavat oğlu kavat
Çekilip dön buradan

dedi. Oğlan da burada söylemiş, görelim ne söylemiş:

Der:

Herze merze söyleme bre itir kafir
Altımda al aygırımı ne beğenmezsin
Seni gördü oynar
Üstümdeki demir giyimim omuzumu kısar
Kara çelik öz kılıcım kınını doğrar
Kargı dalı mızrağımı ne beğenmezsin
Göğsünü delip göğe fırlar
Akça kirişli katı yayım zarı zarı inler
Oklukta okum yatağını deler
Yanımda yiğitlerim savaş üüer
Alp ere korku vermek ayıp otur
Beri gel bre kafir savaşalım

dedi. Kafir der: Oğuz’un arsızı Türkmen’in delisine benzer, bak hele şuna dedi.

Tekür der: Varın sorun oğlan Begil’in nesidir dedi, Kafir gelip oğlana söylemiş, görelim nasıl söylemiş :

Der:

Altındaki al aygırı biliriz Begilindir Begil hani
Kara çelik öz kılıcın Begilindir Begil hani
Üstündeki demir giyimin Begilindir Begil hani
Yanındaki yiğitler Begilindir Begil hani
Eğer Begil burda imişse
Geceye kadar cenk edeydik
Akça kirişli katı yaylar çekişeydik
Ak tüylü delici oklar atışaydık
Sen Begilin nesisin oğlan söyle bize

dedi. Begil oğlu burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Bre kafir sen beni bilmez misin

Ak alınlı Bayındır Han’ın beyler beyisi Solur Kazan, kardeşi Kara Göne, Dönebilmez Dülek Evrren, Düzen oğlu Alp Rüstem, boz atlı Beyrek, Bey Begil’in evinde içiyorlardı, senden casus geldi adındaki al aygıra Begil beni bindirdi, kara çelik öz kılıcını kuvvet verdi, kargı dalı mızrağını himmet verdi, yanındaki üç yüz yiğidini bana arkadaşlığa verdi, ben Begil’n oğluyum bre kafir, beri gel dövüşelim dedi. Kafir Tekür der: Dayan bre kavat oğlu, ben sana varayım dedi.

Altı kanatlı gürzünü ele aldı, oğlanı üzerine sürdü. Oğlan kalkanını gürze karşı tuttu. Yukarıdan aşağı kafir oğlana müthiş vurdu. Kalkanını ufattı, miğferini ezdi, göz kapaklarını sıyırdı, oğlanı yenemedi. Gürz ite dövüştüler, kara çelik öz kılıçla çekiştiler, sere serpe meydanda kılıçlaştılar, omuzları doğrandı, kılıçları utandı, birbirini yenemediler Kargı daha mızraklarla kırıştılar, meydanda boğa gibi süsüştüler, göğüsleri delindi, mızrakları kırıldı, birbirini yenemedler. At üzerinden ikisi kapıştılar, çekiştiler. Kafirin gücü ziyade, oğlan perişan oldu. Allah Teala’ya yalvarıp söylemiş, görelim nasıl söylemiş:

Der:

Yücelerden yücesin yüce Tanrı
Kimse bilmez nicesin güzel Tanrı
Sen Ademe taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü dergahtan sürdün
İbrahimi tutturdun
Hanım deriye sardın
Kaldırıp ötece attırdın
Ateşi gülistan kıldın
Birliğine sığındım
Aziz Allah hocam bana medet

dedi. Kafir der: Oğlan yenildinse Tanrı’na mı yalvarıyorsun, senin bir Tanrın var ise benim yetmiş iki puthanem var dedi. Oğlan der:
Ya asi mel’un, sen putlarına yalvarıyorsan ben alemleri yoktan var eden Allah’ıma sığındım dedi.

Hak Teala Cebrail’e buyurdu ki: Ya Cebrail, var, şu kuluma kırk er kadar kuvvet verdim dedi. Oğlan kafiri kaldırdı yere vurdu. Burnundan kanı düdük gibi fışkırdı. Sıçrayıp şahin gibi kafirin boğazını eline aldı. Kafir der: Yiğit aman, sizin dine ne derler, dinine girdim dedi. Parmak kaldırıp, şehadet getirip müslüman oldu. Geri kalan kafirler bilip, meydanı bırakıp kaçtı.

Akıncılar kafirin elini gününü vurup kızını gelinini esir ettiler. Oğlan babasına müjdeci gönderdi. hasmımı yendim dedi.

Ak sakallı babası karşı geldi. Oğlunun boynunu kucakladı. Dönüp evlerine geldiler.

Karşı yatan kara dağdan oğlana yaylak verdi. Kara koçu koşucu attan tavla verdi. Akça yüzlü oğluna akça koyun şölenlik verdi. Ela gözlü oğluna al duvaklı gelin aldı. Ak alınlı Bayındır Han’a hisse çıkardı.

Oğlunu aldı Bayındır Han’ın divanına vardı. El öptü. Padişah Kazan oğlu Uruz’un sağ yanında ona yer gösterdi. Cübbe, çuha, sırmalı elbise giydirdi. Dedem Korkut gelip neşeli havalar çaldı, bu Oğuznameyi düzdü koştu, Begil oğlu Emre’nin olsun dedi. Gaziler başına ne geldiğini söyledi.

Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Allah’ın verdiği ümidin kesilmesin. Günahınızı adı güzel Muhammed’e bağışlasın hanım hey!…

Dede Korkut Hikayeleri - Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı


Kazılık Koca Oğlu Yigenek Destanı

Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden kalkmıştı. Kara yerin üzerine ak otağını dikmişti. Alaca gölgeliği gök yüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz beyleri sohbete toplanmıştı. Yeme içme idi.

Kazılık Koca derlerdi bir kişi var idi. Bayındır Han’ın veziri idi. Şarabın keskini başına çıktı. Kaba dizi üzerine çöktü. Bayındır Han’dan akın diledi. Bayındır Han izin verdi. Nereye istersen git dedi.

Kazılık Koca iş görmüş, işe yarar adamdı. İşe yarar yaşlılarını yanına topladı, teçhizat ve levazımı ile yola girdi. Çok dağlar, dere tepe geçti. Günlerden bir gün Düzmürd Kalesi’ne geldi. Karadeniz kenarında idi. Ona erişip kondular.

O kalenin bir tekürü var idi. Adına Arşın oğlu Direk Tekür derlerdi. O kafirin altmış arşın boyu var idi. Altmış batman gürz vururdu, çok kuvvetli yay çekerdi. Kazılık Koca kaleye yetişir yetişmez cenge başladı. Sonra o tekür kaleden dışarı çıktı, meydana girdi, er diledi. Kazılık Koca onu görür görmez yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin ensesine bir kılıç vurdu, zerre kadar kestiremedi. Sıra kafire geldi. O altmış batman gürz ile Kazılık Koca’ya tepeden aşağı tutup çaldı. Yalan dünya başına dar oldu düdük gibi kan fışkırdı. Kazılık Koca’yı yakalayıp tutup kaleye koydular. Yiğitleri durmayıp kaçtılar. Kazılık Koca tam on altı yıl kalede esir oldu. Sonra Emen derlerdi bir kişi altı kerre varıp kaleyi alamadı.

Meğer hanım, Kazılık Koca esir olduğu vakit bir oğlancığı var idi. Bir yaşında idi. On beş yaşına girdi, yiğit oldu. Babasını öldü biliyordu. Yasak eylemişlerdi, esir olduğunu oğlandan saklıyorlardı. O oğlanın adına Yigenek derlerdi.

Günlerden bir gün Yigenek oturup beyler ile sohbet ederken, Kara Göne oğlu Budak ile uyuşamadı. Birbirine söz atıştılar. Budak der: Burada boş laf edip ne yapıyorsun, mademki er diliyorsun, varıp babanı kurtarsana, on altı yıldır esirdir dedi. Yigenek bu haberi işitince yüreği oynadı, kara bağrı sarsıldı. Kalktı. Bayındır Han’ın huzuruna vardı, yere yüz koydu, der:

Sabah erken sapa yerde dikilince ak otağa
Atlas ile yapılınca mavi gölgelikli
Tavla tavla çekilince yiğit atlı
Çağınp yardım isteyince bol çavuşla
Çalkandığında yağ dökülen bol nimetli
Darda kalmış yiğidin arkası
Zavallının biçarenin ümidi
Türkistanın direği
Yırtıcı kuşun yavrusu
Amıt suyunun aslanı
Karacuğun kaplanı
Devletli han medet

Bana asker ver, beni babamın esir olduğu kaleye gönder dedi.

Bayındır Han buyurdu, yirmi dört sancak beyi gelsin dedi. Önce Demirpakı Derbendinde bey olan, kargı mızrak ucunda er böğürten, hasıma yetiştiğinde kimsin diye sormayan Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar seninle beraber varsın dedi. Aygır Gözler Suyu’ndan at yüzdüren, elli yedi kalenin kilidini alan Eylik Koca oğlu Dülek Evren beraber varsın dedi. Çift burçtan kayın oku durmadan geçen Yağrıncı oğlu Kalmış seninle beraber varsın. Üç kerre düşman görmese kan ağlayan Toğsun oğlu Rüstem beraber varsın dedi. Ejderhalar ağzından adam alan Deli Evren beraber varsın. Yer yüzünün bir uçundan bir ucuna yetişeyim diyen Soğan Sarı beraber varsın. Sayılmakla Oğuz erenleri tükense olmaz. Bayındır Han yirmi dört kahraman sancak beyini Yigeneğe arkadaşlığa verdi. Beyler toplanıp hazırlıklarını yaptılar.

Meğer o gece Yigenek rüya gördü. Rüyasını arkadaşlarına söyledi, görelim hanım ne söyledi:

Der: Beyler birdenbire kara başım, gözüm uykuda iken rüya gördü. Ela gözümü açıp dünya gördüm. Ak boz atlar koşturan alplar gördüm. Ak miğferli alpları yanıma aldım. Ak sakallı Dede Korkut’tan öğüt aldım. Ataca yatan kara dağları aştım. İleri yatan Karadeniz’e girdim. Gemi yapıp gömleğimi çıkardım yelken kurdum. İleri yatan denizi deldim geçtim. Öteki kara dağın bir yanında alnı başı parlayan bir er gördüm. Kalkıp yerimden doğruldum. Kargı dilli öz mızrağımı kaptım. Karşılayıp o ere vardım. Karşısından o eri mızraklayacağım zaman denedim. Göz ucu ile o ere baktım. Dayım Emen imiş onu bildim. Döndüm o ere selam verdim. Oğuz ellerinden kimsin dedim. Gözkapaklarını kaldırıp yüzüme baktı. Oğul Yigenek nereye gidiyorsun dedi, söyledi. Ben dedim: Düzmürd kalesine gidiyorum, babam orada esir imiş dedim. Burada dayım bana söyledi:

Der:

Yetiştiğinde yel yetişmezdi yedi vurgunum
Yedi bayırın kurduna benzerdi yiğitlerim
Yedi kimiyle kurulurdu benim yayım
Kayın dalı tüylerinden som altınlı benim okum
Yel esti yağmur yağdı yükü koptu
Yedi defa vardım o kaleyi alamadım geri döndüm
Benden daha er çıkmayasın Yigeneğim dön

dedi. Yigenek rüyasında dayısına söylemiş:

Der:

Kalkıp yerinden doğrulduğunda
Ela gözlü bey yiğitleri yanına almadın
Adı belli beylerle sen at koşturmadın
Beş akçeli süvarileri arkadaş ettin
Onun için o kaleyi sen alamadın

demiş. Yigenek yine der:

Kese kese yemeğe yahni güzel
Kesme gününde kumandan hızlı güzel
Daim geldiğince dursa devlet güzel
Bildiğini unutmasa akıl güzel
Hasmından dönmese kaçmasa erlik güzel

dedi.

Bu rüyayı Yigenek arkadaşlarına hikaye eyledi. Meğer dayısı Emen orada yakın idi. Cümle beylerle arkadaş olup gittiler. Düzmürd Kalesine yetişince etrafını çevirip gittiler kondular.

Kafirler bunları görünce Arşın oğlu Direk Tekür’e haber verdiler. O mel’un da kaleden dışarı çıkıp bunların karşısına geçti, er diledi. Kıyan Selçuk oğlu Deli Dündar yerinden kalkı verdi, altmış tutam sivri mızrağını koltuğa kısıp o kafiri karşısından mızraklayayım dedi, mızraklayamadı. Kafir Tekür yakalayıp zorladı, mızrağını çekti elinden aldı. O altmış batman gürz ile Dündar’ı tepeden aşağı tutup çaldı. Geniş dünya başına dar oldu. Cins atını çevirdi, çekilip döndü. Ondan sonra Dönebilmez Dülek Evren altı kanatlı çomağı ile at tepip gelip yukarıdan aşağı kafire şiddetle vurdu, yenemedi. Tekür yakalayıp elinden çomağını aldı, ona da gürz ile vurdu. O da cins atını çevirdi döndü. Hanım, yirmi dört sancak beyi Tekür’ün elinde perişan oldu. Sonra Kazılık Koca oğlu Yigenek, taze yiğitcik yaradan Allah’a sığındı, ölümsüz mabudu övdü, der:

Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Aziz Tanrı
Sen anadan doğmadın
Sen babadan olmadın
Kimsenin rızkını yemedin
Kimseye güç etmedin
Bütün yerlerde birsin
Sen daim ve baki olan Allahsın
Ademe sen taç giydirdin
Şeytana lanet kıldın
Bir suçtan ötürü huzurundan sürdün
Nemrud göğe ok attı
Karnı yarık balığı karşı tuttun
Ululuğuna haddin yok
Senin boyun kaddin yok
Veya cism ile ceddin yok
Vurduğunu ulutmayan Ulu Tanrı
Bastığını belirtmeyen belli Tanrı
Kaldırdığını göğe yetiştiren güzel Tanrı
Kızdığını kahreden kahhar Tanrı
Birliğine sığındım Rabbim kadir Tanrı
Medet senden
Kara elbiseli kafire at tepiyorum
İşimi sen yoluna koy

dedi. Hemen at sürdü. Yel gibi yetişti, tutkal gibi yapıştı. Kafirin omuzuna bir kılıç vurdu. Giyimini kuşamını doğradı, altı parmak derinliğinde yara açtı. Kara kanı fışkırdı, kara kalçası, çizmesi dolu kan oldu. Kara başı bunaldı darda kaldı. Hemen döndü kaleye kaçtı. Yigenek ardından yetişti. Kale kapısına girmişken kara çelik öz kılıcı ile ensesine öyle çaldı ki başı top gibi yere düştü. Ondan sonra Yigenek atını döndürdü. askerin yanına geldi.

Esir olan Kazılık Koca’yı bırakı vermişler, çıkıp geldi. Hay bey yiğitler kafiri kim öldürdü diyerek söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Develerin dişisini gebe koydum
Erkek midir dişi midir onu bilsem
Kara elimin koyununu gebe koydum
Koç mudur koyun mudur onu bilsem
Ela gözlü güzel helalimi hamile koydum
Erkek midir kız mıdır onu bilsem
Bre bey yiğitler haber bana Yaradanın aşkına

dedi. Yigenek burada söylemiş, görelim hanım ne söylemiş:

Der:

Develerin dişisini gebe koydun erkek oldu
Kara elde koyununu gebe koydun koç oldu
Ela gözlü güzel helalin! hamile koydun aslan oldu

dedi. Yigenek babası île görüştü. Ondan sonra gerikalan beyler görüştü. Sonra hep birden beyler kaleye yürüyüş ettiler, yağmaladılar.

Babası ile Yigenek gizli yaka tutarak koklaştılar, iki hasret birbiriyle buluştular, ıssız yerin kurdu gibi uluştular. Tanrı’ya şükürler kıldılar.

Kalenin kilisesini yıkıp yerine mescit yaptılar. Aziz Tanrı adına hutbe okuttular. Kuşun alaca kanım, kumaşın arısını, kızın güzelini, dokuz katlı içlenmiş süslü elbise, cübbe Bayındır Han’a hisse çıkardılar. Geri kalanını gazilere bağışladılar. Döndüler, evlerine geldiler.

Dedem Korkut gelip destan söyledi, deyiş dedi. Bu Oğuzname Yigeneğin olsun dedi.

Dua edeyim hanım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli koca ağacın kesilmesin. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ahir sonu an imandan ayırmasın. Ak olnında beş kelime dua kıldık kabul olsun. Günahınız adı güzel Muhammed Mustafa’nın yüzü suyuna bağışlasın hanım hey!…

Postayla Gelen Deniz Kabuğu (Behiç Ak) Kitabının Özeti, Konusu ve Kitap Hakkında Bilgi

Kitabın Adı: Postayla Gelen Deniz Kabuğu Kitabın Yazarı:  Behiç Ak Kitap Hakkında Bilgi: Dijital dünyanın labirentlerinden çıkış mümkün mü?...