Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
thumbnail

Diderot Etkisi - Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık


DİDEROT ETKİSİ

18. yüzyıl aydınlanma çağı düşünürlerinden Fransız yazar ve filozof Denis Diderot’un borç içinde yaşamaktadır. Aynı zamanda kızını da evlendirmeye çalışmaktadır. Diderot’un durumunu duyan Rus imparatoriçesi Büyük Katerina, Diderot’un kütüphanesini satın alıp 25 yıllık maaşını da peşin ödeyerek onu zor durumdan kurtarır.
 
Maddi durumu düzelen ve kızını evlendiren Diderot'a bir arkadaşı çok şık kırmızı kadife bir sabahlık hediye eder. Giydiği yeni sabahlığın verdiği keyifle çalışma masasına oturan Diderot bu eski masanın yeni ve gösterişli sabahlığına hiç uymadığını fark eder. 

Aldığı yüklü miktar paranın verdiği rahatlıkla yeni bir çalışma masası alır. Ancak bu kez yerdeki eski halı sabahlığına ve masasına yakışmamaktadır. Diderot yeni bir halı alır.
 
Bu şekilde eski resimlerini, koltuğunu, duvar halısını, sandalyelerini... hepsi birbirine uyum sağlasın derken evindeki eski eşyaları tamamen yeniler.

Sonunda bütün parası biter ve Diderot yeniden borçlanır. Ancak o zaman aklı başına gelir ve kendisini nasıl bir tüketim çılgınlığına kaptırdığını anlattığı "Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık" adlı bir yazı yazar.
 
Bilinçli bir alışveriş düşüncesiyle yapılmayan ve ihtiyaç olmadığı halde alınan şeyleri açıklayan bu tüketim sarmalından bahseden ilk kişi olduğu için anlattığı kavrama Diderot Etkisi denilmektedir.

Diderot şöyle der: "Eski sabahlığımın efendisi idim, ama şimdi yeni sabahlığımın kölesi oldum."

Tüketim çılgınlığının yaşandığı günümüzde yeni bir eşya alırken tekrar düşünelim, gerçekten ihtiyacımız var mı, eski cep telefonumuz, televizyonumuz, ayakkabımız hala iş görür mü? gerçekten ihtiyacımız var mı?


thumbnail

Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş Kuzgundur


Kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş Kuzgundur, 

Kartalın boynuna biner ve onunla beraber uçarken bir taraftan da kartalı gagalar..

Kartalın bu durumda yapabileceği pek bir şey yoktur, ve hiç karşılık vermez, onunla savaşmaz.. 

Kartal kuzgundan kurtulmak için enerji harcamaz.

Sadece kanatlarını açar, gökyüzünde daha, daha yüksekten uçmaya başlar.. 

Uçuş kuzgun için çok yüksektir, sonun başlangıcıdır bu durum.. 

Çünkü kuzgun kartalın uçtuğu yükseklikte oksijensiz kalır ve nefes alamaz, sonunda düşer.

Sizinle savaşmaya, eleştirmeye, çalışanlara cevap verip enerjinizi harcamanız gerekmez.

Onlarla zaman harcamayı bırakın.

Sizde var olan gücünüzü sizi daha yükseklerdeki hedefinize ulaştırmak için kullanın yeterli.

Ensenizde sizi didikleyenler oksijensiz kalıp yere çakılacaklardır...


thumbnail

Siz Olsaydınız - Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?


Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?

Binaya gelen adam kendisini karşılayan sekretere Nazif Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bunun üzerine sekreter birden ciddileşti; 
- Nazif Bey mi? dedi.
- Evet, Nazif Bey! diye cevap alınca, sekreter hüzünlü bir ses tonuyla 'Nazif Bey sizlere ömür efendim, onu kaybedeli dört yıl oldu.' dedi.

Hiç beklemediği bu haberle bir acı saplandı adamın yüreğine. 
-Ya, öyle mi...? diyebildi sadece.

Hicranlı bir suskunlukla bir müddet öylece kalakaldı. Gözlerine hücum eden yaşlar yanaklarından süzülüp göğsüne damladı. Kendisini toparlayıp 
-Onun adına görüşebileceğim bir yakını var mı acaba? diye sordu.
- Evet var, oğlu Selim Bey....
Titrek bir sesle 
- Öyleyse Selim Beyle görüşebilir miyim? dedi.
Sekreter hanım, insanda saygı uyandıran bu kibar beyefendiye,
- Selim Bey oldukça meşgul bir insan, randevusuz görüşmek pek mümkün olmuyor; ama ben yine de kendisine bir haber vereyim. dedi ve telefona yöneldi.. 
- Kim diyelim efendim? diye sordu.
- Kendimi ona ben tanıtmak istiyorum kızım. cevabı üzerine sekreter dahili telefonu çevirdi. Daha sonra, 
- Selim Bey sizinle görüşmeyi kabul etti, lütfen beni takip edin. dedi.

Beraber merdivenden çıktılar. İnce bir zevkle döşenmiş geniş bir salondan geçip büyük bir kapının önünde durdular, sekreter kapıyı açarak, 
- Buyurun! dedi.
O da içeri girdi. Kendisini ayakta bekleyen gence doğru hızlı adımlarla yürüdü, elini uzatarak,
- Merhaba, ben Prof. Dr. Mehmet Baydemir. dedi.
- Bendeniz de Selim Cebeci... Lütfen buyurun, oturun. dedi, genç iş adamı.
Mehmet Bey, kendisine gösterilen yere oturur oturmaz:
- Yirmi üç yıl, tam yirmi üç yıl... Vaktiyle bana burs verip okumama vesile olan insanın elini öpmek için bu ânı bekledim. Ama o büyük insanın elini öpmek nasip değilmiş, bunun için ne kadar üzgünüm anlatamam. dedi ve dudakları titredi, gözleri doldu. 
Yaşarmış gözlerini kuruladıktan sonra Selim Beye döndü;
- Fakat en azından o büyük insanın oğlunun elini sıkmaktan da bahtiyarım. Misafirin bu sözleri üzerine Selim Bey yerinden fırladı, kulaklarına inanamıyordu. Kelimelerinin her biri birer hayret nidâsı gibi dizildi cümlelerine:
- Mehmet Baydemir demiştiniz değil mi, Tosyalı Mehmet Baydemir mi? Profesör, delikanlının bu heyecanlı haline bir anlam veremeyerek başıyla 'Evet' dedi. Bunun üzerine Selim Beyin gözleri sevinçle parladı.
- Babamla sizi uzun yıllar aradık; ama bulamadık. dedi.
Profesörün yanına gelerek iki eliyle elini tuttu, candan bir dost gibi sıktı ve 
- Sizi karşıma Allah çıkardı. dedi.
Bu sözler profesörü çok şaşırtmıştı
- Uzun yıllar beni mi aradınız? Peki ama neden? dedi.
Selim Bey gülen gözlerle profesöre bakarak
- Bizdeki emanetinizi vermek için... deyince, profesörün şaşkınlığı iyiden iyiye arttı.
- Emanet mi? dedi.
Selim Bey cevap vermeden yerine geçip telefonu çevirdi. Karşısındakine
- Gelebilir misiniz? deyip telefonu kapattı.

Mehmet Bey, Şaşkın gözlerle Selim Beye bakarken kapı çalındı, odaya iyi giyimli bir bey girdi.
Selim Bey ona yanına gelmesini işaret etti, sonra kulağına bir şeyler fısıldadı. Gelen kişi bir şey söylemeden geldiği kapıya yöneldi. O çıkarken Selim Bey, misafiriyle tatlı bir sohbete başladı.
Sohbetleri koyulaştıkça, çehrelerindeki şaşkınlık, yerini birbirlerine Hasret kırk yıllık ahbapların yeniden buluşmalarındaki sevinç, samimiyet ve güvene bırakmıştı. Mehmet Bey yurt dışındaki tahsilinden, araştırmalarından ve yirmi üç yıl boyunca her yıl büyüyen memleket hasretinden bahsetti. Sonra Nazif Beyin duvardaki portresini göstererek,
- Bu günlerimi şu büyük insana borçluyum. Bana yalnızca maddî destek vermedi, mânen de beni hiç yalnız bırakmadı. Yurt dışında tahsil görürken yanlışa her yeltendiğimde hayalen yanımda hazır oldu. 'Sana bunun için burs vermedim.' diyerek bana istikamet verdi. Ona her namazımda dua ediyorum. dedi ve gözlerini Nazif Beyin duvardaki fotoğrafına mıhladı. Sonra gözleri portrenin altındaki ilk anda mânâ veremediği diğer tabloya kaydı. Son derece şık bir çerçevenin içinde, bazı yerleri yamalı ve tamir görmüş oldukça eski bir çift çorap duruyordu. Biraz daha dikkatli baktığında çerçevede bazı cümlelerin de sıralandığını fark etti: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...'

Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu: 'Bir müddet sabredeceğiz, sonra...'

İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu.
Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu. Üçüncü cümlede: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra...' diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha sıralanıyordu.

Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda dayanamayıp,
- Selim Bey merakımı mazur görün. Şu tabloya bir mânâ veremedim. dedi.
Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı, derin bir nefes alarak
- Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu. Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca zeytin... Şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?' diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışı karşısında babam: 
'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, 'alışacağız' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı. Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık. Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı. Annem bezgin bir sesle:
'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.' Diye haykırdı. Bunun üzerine babam:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna yazılmıştım. Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu, 
'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi. Yürümeye başladık. Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı. Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince bana döndü. İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla, 'Yoruldum.' dedim. Babam oldukça sakin bir şekilde: 
'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra alışacağız.' dedi. Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tespih vardı. Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu yazı vardı:
'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu hal birkaç yıl sürdü.
Bir gün babam eve çok farklı bir yüz ifadesiyle geldi.
Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı. Her birimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün, benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti. Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu. Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı. O sırada da ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
Gazeteyi açtı, içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı. Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet kendisini topladı ve; 
'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.' dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret sembolü olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor'.

Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o, nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotoğrafa hayran hayran baktı.
- Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey. Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım. Selim Beye döndü ve 'Siz ne yapardınız?' diye sordu.
Selim Bey kendisine has tebessümü ile:
- Bir müddet zeytin yerdim, sonra... dedi ve gülümsedi.

O sırada kapı çalındı, biraz önceki beyefendi elinde bir kutuyla içeriye girdi. Kutuyu Selim Beyin masasına bırakıp çıktı. Selim Bey yerinden kalkıp kutuyu alarak Mehmet Beye uzattı.
- Buyurun, yıllarca size vermek istediğimiz emanetiniz.' dedi. Mehmet Bey bilinmez duygular içerisinde kutuyu açtı. İçinden kadife bir kese çıktı. Keseyi açıp içini kutuya boşalttığında merakı iyiden iyiye arttı.
Keseden birkaç tane cumhuriyet altını ile bir not çıkmıştı. Mehmet Bey hassasiyetle katlanmış kâğıdı açıp okumaya başladı.
Sevgili Mehmet Bey oğlum, Bazen istediğimizi yaparız, çoğu zaman da mecbur olduğumuzu...
Tahsil hayatınız boyunca size burs vermeyi taahhüt etmiştim. Ancak eğitiminizin son altı ayında size burs verme imkânını bulamadım. Bir müddet sonra imkânlarıma yeniden kavuştum; lâkin bu sefer de size ulaşamadım. Dolayısıyla size borçlandım ve borçlu kaldım. Eğer böyle bir borcu gözyaşı ve ızdırapla ödemek mümkün olsaydı, ben bu borcu fazlasıyla ödemiş olurdum. Zira sevgili oğlum, bu altı aylık zaman diliminde bursunu verememenin ızdırabıyla kaç gece ağladım. Her neyse, bursunuzu tarihlerindeki değeriyle altına çevirdim. Bu altınlar sizindir. Bunlar elinize ulaştığında, borçlarımın tamamını ödemiş olacağım.
Sevgilerimle, Nazif Cebeci.

Mehmet Bey neye uğradığını şaşırmıştı.
Bu büyük insanın yüceliği karşısında bir çocuk gibi yalnızca ağlıyor, ağlıyordu. Selim Bey de bir hayli duygulanmıştı. Onun da yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
Bir ara yaşlı gözlerle babasının siyah-beyaz portresine baktı.
Kendisine yıllarca hüzünle bakan gözleri, bu sefer sevinçle bakıyor gibiydi.
Peki ya siz olsanız ne yapardınız?
Bir müddet zeytinle idare edebilir miydiniz?
thumbnail

Cam Tavan Sendromu ve Başetme Yöntemleri Nelerdir?

 Cam Tavan Sendromu ve Başetme Yöntemleri Nelerdir?

Kişisel gelişim konusunda uzman olan Dr. David J. Schwartz bir pire deneyi yapar. Bu pire deneyiyle birlikte anılmaya başlayan cam tavan sendromu, kişinin kendi kendine koyduğu engelleri aşamaması, çaresizliği öğrenmesi durumuolarak tanımlanır.

Dr. David J. Schwartz’ın yaptığı deney pireleri konu alır. Dr. David J. Schwartz pirelerin farklı yüksekliklerde zıpladığını gözlemlemiştir. Deney için birkaç pireyi 30 santimetre yüksekliğinde metal tabanlı bir cam fanusa alır ve incelemeye başlar. Deneyin başında metal zemin ısıtılır. Pireler ısınan zeminden ve sıcaktan rahatsız olur, zıplayarak kaçmaya çalışır. Zıpladıkça başını cam tavana vuran pireler, kendilerini önleyen engeli anlamlandırmakta güçlük çeker. Defalarca tekrarlanan cama vurma işleminin sonunda pireler 30 santimetreden yükseğe zıplamamayı öğrenirler.

Bütün pirelerin aynı yüksekliğe zıpladığı gözlemlendiğinde deneyin ikinci aşamasına geçilir. Metal zemin tekrar ısıtılır ve cam tavan kaldırılır. Üstlerinde çarpacak bir engel olmamasına rağmen bütün pireler 30 santimetre yükseğe zıplarlar. Daha yükseğe zıplama olanağı vardır ancak eylemi harekete geçiren cesaret unsuru yoktur. Kafalarını cam tavana tekrar tekrar vuran pireler, kendilerini sınırlayan engeli tanımlarlar. Daha çok, daha yüksek zıplama ya da fanustan kaçma imkânları vardır. Ancak artık engel fiziksel olarak değil, zihinsel olarak etki göstermektedir. Dış engel etkisini yitirse de iç engel varlığını sürdürür. Cam tavan sendromuna da adını veren deney, canlıların başaramayacakları düşüncesini nasıl öğrendiklerini gösterir.

Pire deneyiyle tanımlanan cam tavan sendromu, 1969’da Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan bir makale ile dünyaya duyurulur. O tarihten bu yana, birey psikolojisini tanımlamak için kullanılan terimlerdendir. Özellikle kadınların iş hayatında karşılaştığı engelleri, özgüven, performans ve başarı kriterlerinden kaynaklanan sorunlar değerlendirilirken kullanılır.

Cam tavan kavramı, kişinin potansiyelini ulaşılmaz kılan ve başarısını değersizleştiren görünmez bir handikabın metaforik tanımıdır. Kişinin potansiyelinin farkında olması ve zihnindeki engelleri aşmaya çalışması oldukça önemlidir. Doktor David J. Schwartz beynin bir eyleme dair oluşturduğunuz düşünceyi ve inancı haklı çıkarma çabası olduğunu söyler. Bir eylemin imkansız olduğuna dair beslenen inanç doğrultusunda beyin bu inancı doğrulamaya çalışır ve kanıtlamak için yollar arar. Tam tersine, bir eylemin yapılabilir olduğu düşünüldüğünde ve buna dair inanç canlı tutulduğunda zihin bu düşünceyi gerçeğe dönüştürmenin yollarını arar.

Kişinin başarısızlığı kabullenmesi, çaba etmeninin ortadan kalkmasına yol açar. Ek olarak, öğrenilmiş çaresizlik kişinin söz konusu olan durum veya eylem ile ilgili özgüvenini kaybettiğinin de göstergesidir. Özgüvenin kaybolması kişinin kendi deneyimlerinden ya da geçmişteki çabalarından dolayı yaşanabileceği gibi dış etmenler doğrultusunda da gelişebilir. Kişiler yeni bir eyleme kalkışacakları zaman çevresini gözlemler. Yapmak istenen eylemi gerçekleştiren ya da eylemi yapmaya kalkışan kişilerin deneyimlerini diğer kişilerin deneyimlerinden üstün tutma eğilimi gösterirler. Kendisiyle aynı ya da benzer koşullara sahip olan bir kişi daha önce ilgili eylem doğrultusunda çabaladığı halde başarısızlığa uğramışsa, yapmak istediği eylemden vazgeçebilir. Birçok insan için bir eylemi başka birinin yapamadığını görmek, denemekten vazgeçmek için yeterli bir nedendir.

Bireyi cam tavan sendromuna girmesine aile yapısı, toplum baskısı, bulunulan sosyal çevrenin değerleri, dönem koşulları, erk yönetim ve iktidar gibi pek çok faktör sebep olabilir. Bu yanıyla cam tavan sendromu, kişinin zihnine ve bedenine sarılmış görünmez bir zincir gibidir. Bu zincir zamanla çoğalıp tüm düşüncelerinize yayılabilir. Zihninize yer eden bu zincirlerden kurtulmak için çaba göstermezseniz kurtulmaya dair umudunuzu yitirebilirsiniz. Başarısız bile olsanız çabalamanız umudunuzu taze tutar ve çaba vermeniz başarılı olabileceğinize dair inancınızı artırır. Çaresiz kalan kişi yeni çareler arar. Öğrenilmiş çaresizlikle yaşamaya çalışan kişi, etkisiz kalır. Psikolojik destek alarak başarıyla olan mesafenizi anlamlandırabilir, kişisel engellerinizi aşmayı deneyebilirsiniz.

Bireysel olarak cam tavan sendromu ile mücadele edebilmek için; 

* Kişisel becerilerinizi ve mesleki niteliklerini geliştirmek için eğitim almalı,
* Özgüvenli olmak için mağduriyet duygusundan kurtulmalı,
* Çalıştığınız işletmedeki eğitim, mentörlük fırsatlarını kaçırmamalı,
* Doğru ve etkili iletişim kurmak için beden dilini doğru kullanma ve diksiyon geliştirmeye odaklanmalı,
* Ekip ruhunun gücüne inanarak sadece bireysel çalışmalara değil, takım çalışmasına da önem vermeli,
* İş yaşam dengesini koruyabilmek için zaman yönetimi konusunda özenli olmalı,
* İş odaklı olmayıp sosyal ilişkilere önem vermeli ve hobileriniz için kendinize de zaman ayırmalısınız.

Cam tavan metaforu ilk olarak 1986 yılında Hymowitz ve Schellhardt tarafından “örgütsel hiyerarşilerde yüksek yöneticilik düzeyinin hemen altında yer alan ve kadınların bu seviyeye yükselmelerini engelleyen ya da kısıtlayan bir engeli ifade etmek üzere kullanılmıştır. Dolayısıyla bu kavram, kadınların çalışma yaşamında yönetici gibi üst pozisyonlara gelmesini engelleyen “görünmez” engeller anlamını taşımaktadır. 

thumbnail

Tayinci Çocuğu Tahsin Kimdir?



Tayinci Çocuğu Tahsin Kimdir?

Hele bi bak Tahsin ...
Tahsin'in babası subaydı. Tayinci çocuğu derlerdi ona. Okul yıllarında Erzurum'a gittiler...
Okul bir oda, beş sınıf; ikinci sınıftan başladı. Tahsin konuşmadı, konuşamadı; okuyamadı da...
Derken yine tayin; Erzurum'dan Kayseri'ye...

Okuyamayan, konuşmayan Tahsin'i birinci sınıfa geri çektiler. Birinci sınıflara Aliye Öğretmen bakıyordu. Kekemelik tutmuştu Tahsin'i... Her gün, bütün çocuklar gittikten sonra Aliye Öğretmen Tahsin'le çalıştı, konuşma pratiği yaptılar. Bir buçuk yıl sürdü bu konuşma talimleri...

Birgün Aliye Öğretmen;
"Senin en kolay söylediğin kelime nedir," diye sordu.
"Hele'dir öğretmenim"
"Peki, bu kelimenin arkasına kelime ekleyerek konuş, hele be, hele sen gel, hele git gibi..."
"Hele be öğretmenim, hele sen gel öğretmenim..."
Sorun böylece çözüldü.

5'inci sınıfta okul birincisi oldu Tahsin. Aliye Öğretmen tuttu elinden bilgi yarışmalarına katıldı. Tayinci çocuğu Tahsin...
Yine tayin Kayseri'den İstanbul'a...

Tahsin okudu makine mühendisi oldu. Bir daha okudu. Gazetecilik Yüksek Okulu'nu bitirdi.

Yıllar sonra...
Kayseri PTT'den ismi Aliye olan ne kadar insan varsa hepsinin telefonunu aldı. Bir bir aradı öğretmenini bulmak için.

"Aliye isminde, şu şekilde, şurada bir öğretmenim vardı, onu arıyorum..."
Yılmadı Tahsin.
Telefonlardan biri "bir akrabasının tanıma uyduğunu" söyledi ve ekledi "hep sizin adınızı söylerdi..."

izini sürdü ve buldu.
Ellerinden öptü öğretmeninin...

Tahsin...

Reklamı sevmedi. Bir tıraş bıçağının tüm dünyada yayınlanacak reklamını da otomobil markasının reklamını da kabul etmedi. Şampuan, diş macunu, banka hepsine "hayır" dedi.

"Dünyada her şey para değildir," dedi.

Yine tayin...
Bu dünyadan 16 Eylül 2016'da tayini çıktı...
Hele bir gitti...
Hele Allah rahmet eylesin...
Hele saygıyla...

Tahsin!
Tahsin Tarık Üregül

Tarık AKAN diye bilinir.
thumbnail

Metal Madeni Paraların Maliyeti, Ağırlığı, İçerisinde bulunan Madenler ve Karışım Oranları



Ülkemizde kullanılan metal paralar; 1 kuruş, 5 kuruş, 10 kuruş, 25 kuruş, 50 kuruş ve 1 lira olmak üzere 6 değerde üretilmektedir.

Son günlerde 5 lira madeni paraların tedavüle çıkacağı konuşulmaktadır. Bu durum dikkatleri metal paralara çevirmiştir. Biz de bu makalemizde metal paraların ağırlığına, maliyetine ve içerilerinde bulunan madenlerin karışım oranlarına yer vererek bu konudaki merakı gidermeye çalıştık.

Metal paraların alım gücü değerlerinin yanında bir de maliyet değerleri vardır. 

Günümüzde emtia fiyatları hızla artınca metal paraların alım gücü değeri maliyet değerlerinin altında kalmıştır.

Son yapılan değerlendirmelere göre metal paralarımızın maliyet değerleri şu şekildedir;

1 Kuruş : 2,20 gr ağırlığındadır. %70 bakır ve %30 nikel karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 1 kuruşun maliyeti 0,96 kuruş yapmaktadır.

5 Kuruş : 2,90 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 5 kuruşun maliyeti 1,03 lira yapmaktadır.

10 Kuruş : 3,15 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 10 kuruşun maliyeti 1,12 lira yapmaktadır.

25 Kuruş : 4,00 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 25 kuruşun maliyeti 1,42 lira yapmaktadır.

50 Kuruş : 6,80 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 50 kuruşun maliyeti 2,42 lira yapmaktadır.

1 Lira : 8,20 gr ağırlığındadır. %65 bakır, %18 nikel ve %17 çinko karışımından elde edilmektedir. Bu durumda 1 liranın maliyeti 2,92 lira yapmaktadır.
thumbnail

Hayattan Ne Öğrendim? - Sonsuz Bir Karanlığın İçinden Doğdum, Işığı Gördüm, Korktum, Ağladım - Mevlana



Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.

Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi,
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu,
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.

Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla.
Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim.

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu.
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi.
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu,
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim..

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğin öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini,
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde.
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra kararında acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya...
Kalp durur...
Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...


thumbnail

DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ - Eğitim Müfettişi Doğan CEYLAN


İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürülüyor. Olayın araştırılması için Maarif Müfettişi Doğan Ceylan görevlendiriliyor.

Müfettiş, öyle bir rapor düzenliyor ki, tüm anne ve babaların okuması ve kendilerine ders çıkarması gereken bir rapor.

Türk gençliğinin içinde bulunduğu bir durumu analiz ediyor ve duygusuz nesi tehlikesine işaret ediyor.

Lütfen okuyun ve günümüz gençliğinin son durumunu değerlendirin.

İşte o rapor,,

DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ
Doğan CEYLAN, Eğitim Müfettişi

Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.

Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.

Yanıbaşımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen onbinlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.

Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.

Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.

Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.

Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.

İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.

Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.

Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar.

Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar.

Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.

Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.

20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?
Evlerini nasıl idare edebilecek?
Ülkeyi nasıl yönetecek?
Vatanı nasıl savunup can verecek?

Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.

Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık.

Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi. Çocuklar hayattan bihaber.
Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.
Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar.

Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar. Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.

Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.

Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.

Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar. İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye. Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.

Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.

Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.

Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.

Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.

Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan ölen insanları umursamıyorlar.

Acımıyorlar……
Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın….
Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize.
Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli.
Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. 
Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.
Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.
Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.
Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…

Doğan CEYLAN, Eğitim müfettişi

thumbnail

Google Araması Yaparken Nelere Dikkat Edimelidir?

Google Araması Yaparken Nelere Dikkat Edimelidir?


Merak ettiğimiz, araştırdığımız, öğrenmeye çalıştığımız herhangi bir konuyu Google’da aramak çok kısa bir zamanda içinde mümkün olmaktadır. Google’ın arama yaptığımız konuyla ilgili milyonlarca sayfayı önümüze getirmesi çok kısa sürsede pek çok sayfa arasından istediğimiz bilgiye erişmek çok zaman almaktadır. Bu nedenle aşağıda paylaşılan bilgiler ışığında Google aramalarında istediğimiz bilgiye daha kısa zamanda erişmek mümkün olmaktadır.

Google arama operatörleri nedir?

Google arama operatörleri yaptığımız normal metin aramalarının özelliklerini derinleştiren çeşitli komutlar bütününe deniyor. Temelde bu komutlar Google’a farklı bir türde arama yapmasını söyleyip, arama sonuçlarını daraltmamıza yarıyor. Örneğin tam olarak aranan kelime grubunu barındıran içeriklere erişmek için kullanılan tırnak işareti komutunun arama sonuçlarını nasıl daralttığını, yanlış bilgi psikolojisi kelimelerini arayarak görebiliriz.



Tırnak işareti kullanılmadan yapılan arama içinde “yanlış”, “bilgi” ve “psikolojisi” kelimeleri geçen tüm sonuçlara, yani 13 milyondan fazla sonuca erişmemizi sağladı.

google arama op 2


Tırnak işareti içinde yapılan arama “yanlış bilgi psikolojisi” kelime grubunu barındıran sonuçları gösterdiği için yalnızca 218 sonuç var.

İlgili komutlardan örnekleriyle beraber bahsetmeden önce hatırlatmakta fayda var; aradığınız kelime ile arama komutu arasına boşluk ya da bir başka simge koymadığınızdan emin olun.
 
Tırnak işareti

Yukarıda da belirtildiği gibi belli bir kelime grubunu aramak için tırnak işareti kullanılabilir. Bu bir özlü sözün ya da demeçin kaynağına ulaşmak için etkili bir yol olabilir.
 
AND - VE

İngilizce’de “ve” anlamına gelen AND komutu yalnızca aradığınız iki kavramın aynı anda bulunduğu içeriklere erişmenizi sağlar. ABD Başkanı Joe Biden ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in birlikte yer aldığı içerikler için ideal arama şu şekilde yapılabilir;



OR - VEYA

İngilizce’de “ya da” anlamına gelen bu komut sayesinde aradığınız terimlerden birini ya da diğerini barındıran içeriklere ulaşabilirsiniz.

AND ve OR komutu kullanarak yapılan sorgulardaki sonuç farkını daha iyi anlamak için aşağıdaki gibi bir şema kullanmak mümkün.

and or komut venn

site:

Belli bir internet sitesi içinde arama yapmak istediğinizden eminseniz, bu komutu kullanabilirsiniz. Aşağıdaki gibi bir sorgu ile İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan ve içerisinde “kadın cinayetleri” geçen içerikleri görmek mümkün.



filetype:

İngilizcede dosya türü anlamına gelen komutla belli bir dosya türünde arama yapmak ulaşmaya çalıştığınız bilgi için aradığınız kısa yol olabilir. Komutun ardından pdf, doc, docx, xls, xlsx, ppt gibi dosya tipi kısaltmaları ekleyerek ilerleyebilirsiniz.



- (eksi)

Bazı kelimeleri yaptığınız aramadan hariç tutmak için o kelimelerin önüne eksi (“-”) işaretini koymak yeterli.

Aradığınız terimin birden fazla anlamı varsa (örneğin çay, hem bir içeçek hem de bir tür akarsu anlamına gelir) istemediğiniz anlamı ifade eden kelimeler için bu komutu kullanarak arama özelleştirilebilir. Yanlış bilgi psikolojisine dair, içinde teyit kelimesi geçmeyen arama sonuçları için;


intitle:
 
Sorguyu bu komutla birlikte yaparsanız Google sonuçları o kelimeye başlıkta yer veren içeriklerle sınırlayacaktır.

Bu komut yalnızca ardından gelen kelime için çalışır. Eğer belli bir kelime grubuna başlıkta yer veren içerikleri arıyorsanız allintitle: komutunu kullanabilirsiniz. Yani [intitle:google intitle:arama] ifadesi [allintitle: google arama] ifadesiyle aynıdır.

Başlığında “şüphe” geçen Teyit yazılarına ulaşmak için şöyle bir sorgu yapabiliriz.



inurl:

Sorguya ekleyeceğiniz inurl: komutu Google’ın sonuçları, URL’sinde bu kelimeleri içeren linklerle sınırlamasını sağlar.
related:

Bu komut sorguda belirtilen internet sitesine benzer sitelerin listesini verir.



* (yıldız)

Eksik kelimeyi uygun olabilecek seçeneklerle tamamlamak için yıldız işaretini kullanabilirsiniz. Örneğin bazı kelimelerini hatırlamadığınız şarkı sözlerini bulmak ya da bir fotoğraftaki tabelanın görünmeyen kısmında yazan ismi tamamlayarak arama yapmak için başvuracağınız komut bu olabilir.

 

google arama op 9


Kombinasyonlar yaratmak mümkün

Komutları arama yaptığınız konunun gerektirdiği şekilde bir arada kullanmak mümkün. Bir alıntının kaynağını, bir fotoğrafın orijinalini ya da resmi belgeleri hızlıca bulabilirsiniz. Bir matematik problemi çözdüğünüzü ya da yemek tarifi hazırladığınızı düşünmek ve doğru komutları bir araya getirmek yeterli.

Mesela Teyit’in yanlış bilgi hakkında yayınladığı raporlara erişmek için aşağıdaki gibi bir arama yapmak sonuçları oldukça daraltacaktır.



Bu gelişmiş ancak pek bilinmeyen işlevler Google'ı son derece esnek bir araç haline getirebilir. Sadece birkaç temel komutu bilmek bile size avantaj sağlayabilir. Bahsettiğimiz komutlarla aynı işlevi gören Google gelişmiş arama sayfası da detaylı arama yapmak için kullanılabilir.
thumbnail

Kullandığınız Her Sözcükle Bir Anlaşma İmzalarsınız


Kullandığımız her sözcükle bir anlaşma imzalarız...

Hem kendimizle, hem karşımızdaki kişilerle ve hem de tüm evrenle!

Bir insan gelecekte ne yaşayacağını merak ediyorsa eğer;

Bugün ne konuştuğuna baksın...

Sadece OLMASINI İSTEDİĞİNİZ şeyleri söylememiz gerekir.

"Hasta olmak istemiyorum" yerine,

"SAĞLIKLIYIM"

"Yaşlanmak istemiyorum" yerine

"HER ZAMAN GENÇ KALACAĞIM"

Beyin negatifi algılamaz. Söylenen her sözü gerçek kabul eder.

Mesela siz, "Unutma" dediğinizde onu *"unut"* olarak algılar. 

"Aklında tut"* demek daha doğrudur.

Birisine, “Panik yapma” dediğinizde daha fazla panik olacaktır. 

Bunun yerine "sakin ol" demek daha uygundur.

Bu yüzden, ne istiyorsak onu söylemeliyiz!

Birisi sizi gördüğünde "hasta gibi görünüyorsun" derse ve siz buna inanır, onaylarsanız, anında anlaşmayı imzalamış olur ve hastalanırsınız.

Bazı insanlar hastalıklarına sıkı sıkı sahip çıkarlar.

"Benim şekerim var!"

"Benim tansiyonum var!"

”Benim kolestrolüm yüksek!” 

vb...

*BENİM..!!!* diyerek sahip çıkarsanız o hastalık da sizi bırakmaz!

*"BEN" diye başlayan her cümleyi bilinçaltınız sahiplenir ve emir kabul eder.

*FARKINDALIĞI OLAN KİŞİ İSE: bedeninin kendine verdiği mesajdan ders çıkarır. 

Ve şu soruların cevabını arar;

*"Bilmem gereken şey ne?”

*”Hayatımda neyi değiştirmem gerekiyor?"

*"Nerede hata yaptım ki; hastalıkla bedenim beni uyarıyor?"

Büyüklerin çok söylediği bir söz vardır:

*"Bir şeyi kırk kere söylersen olur."

Hiç düşündünüz mü neden acaba?

Çünkü dil neyi çok söylerse, bilinçaltı onu gerçek kabul eder ve beyin gerçekleştirmek için harekete geçer.

*OLUMLU KONUŞMAK ve OLUMLU DÜŞÜNMEK işte bu yüzden çok önemlidir.

*Ağzınızdan çıkan cümleleri değiştirin, hayatınız değişsin..

Sözlerinizle birlikte, düşünceleriniz değişmeye başlar. 

Düşünceleriniz değiştikçe de davranışlarınız değişir ve siz başka birisi olursunuz.

Bir bakarsınız ki yaşamınız söyledikleriniz, düşündükleriniz, davranışlarınız olmuş..

Şimdi şu iki cümleye bakın. Ve iki cümlenin de ayrı ayrı size ne hissettirdiğini düşünün..

- “Bugün hava çok güzel ama yarın yağmur yağacak.”

- “Yarın yağmur yağacak olsa bile bugün hava çok güzel!”

Sadece iki kelime <AMA> ve <OLSA BİLE> kelimeleri cümledeki ifadeyi ne kadar değiştiriyor değil mi? İlkinde olumsuz bir duygu durumu ikincide ise her şeye rağmen mutlu olma durumu.

Biz sade düşüncelerimizden değil, duygularımızdan da sorumluyuz.

İçimizdeki kinden, nefretten, intikam duygusundan yükselen eksi elektrik, dünyadaki bütün zerreleri ürpertiyor.

Veya içimizden yükselen ve içine yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün nebatatı, bütün eşyayı alan hayırlı bir dua, güzel bir dilek dalga dalga bütün zerrelere, iyinin, güzelin, temiz, asil ve yüce olanın ışınlarını yayıyor.

Ne olur kalbimizi, kafamızı hep sevgiyle, saygı ile, edep ile, incelikle ve güzel duygularla dolduralım.

Şems-i Tebrîzî der ki;

Eğer hala KIZIYORSAN, kendin ile olan kavgan bitmemiş,

Eğer hala KIRILIYORSAN, gönül evinin tuğlaları pekişmemiş,

Eğer hala KINIYORSAN, af makamına ulaşmamışsın; öfke ve kin seni cayır cayır yakıyor

Eğer hala ”BEN” demekten vazgeçmiyorsan, dizginlerin hala nefsinin elinde ve sen bu esarete boyun eğiyorsun,

Eğer hala musibetlere üzülüyorsan, gerçeği bilmiyorsun,

Eğer hala şikayet ediyorsan, hakikatı göremiyorsun demektir.,

Huzurlu mutlu güzel günler yaşamanız dileğiyle...


thumbnail

Dünyada Yapılan İlk Satranç Otomatının Adı - Türk


Dünyanın ilk satranç otomatı, 1734-1804 yılları arasında yaşayan Macar Kempelen tarafından geliştirilmiş, kurulduktan sonra karşısındaki kişiyle satranç maçı yapan "Türk" adındaki bir mekanizmaydı.

Macar mucit Kempelen tarafından geliştirilen satranç otomatı "Türk", 1800'lü yılların en gizemli ve ilgi çeken satranç oyuncusuydu.

UNESCO tarafından 20 Temmuz 1966'da ilan edilen Dünya Satranç Günü'nün bu yıl 55'incisi kutlanmaya hazırlanılırken, AA muhabiri tarihin en gizemli satranç oyuncusu "The Turk", yani "Türk"ün hikayesini derledi.

Tarihi en az 4 bin yıl öncesi Mısır'ına dayandığı rivayet edilen, bugünkü ismiyle ise ilk kez milattan sonra 3-4. yüzyılda Hindistan'da "Çaturanga" adıyla oynanmaya başlayan satranç, dünya çapında milyonların ilgiyle oynadığı bir oyun.

Satrancın en iyilerini belirlemek için her yıl düzenlenen dünya şampiyonalarında birincilik kürsüsüne çıkan oyuncular arasında olmasa da "Türk" adı aslında satranç tarihinin en gizemli ve ilgi uyandıran hikayesinde yaşıyor.

Tarihteki ilk satranç otomatı olan makinenin adı "The Turk", yani "Türk"tü. 1734-1804 yılları arasında yaşayan Macar mucit Johann Wolfgang Ritter von Kempelen de Pazmand tarafından geliştirilen otomat, üzerinde sarıklı ve bıyıklı bir Türk figürü oturtulmuş, 120 santim uzunluğunda, 105 santim genişliğinde ve 60 santim yüksekliğinde akçaağaçtan yapılmış bir mekanizmaydı.

Kempelen'in 1769'da yapımına başladığı otomat ilk maçını Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa için yapmıştı. Otomat kurulduktan sonra karşısında oturan gönüllü ile satranç maçı yapan "Türk", oyun sırasında başını hareket ettiriyor, tıpkı bir sonraki hamlesini hesaplayan gerçek bir oyuncu gibi gözlerini oynatabiliyordu.

Her ne kadar bir otomat olsa da "Türk" iyi bir satranç oyuncusuydu. Öyle ki ünü hızla yayılınca Napolyon Bonapart ve Benjamin Franklin ile de maçlar yapmış ve bu maçlarını kazanmıştı.
Edgar Allan Poe da "Türk"ü yazdı

"Türk"ün çalışma mekanizması sırrını hep korudu. Otomatın nasıl çalıştığına dair sorular ise yanıtsız kaldı. Mekanizmanın çalışma prensiplerine dair ortaya pek çok tez atıldı. Bu tezlerden bazıları "Türk"ün içinde bir çocuk ya da bir satranç ustasının oturduğu yönündeydi. Bu teze göre bir otomata karşı oynadığını düşünen oyuncular, aslında bir satranç ustasıyla maç yapıyorlardı.

Bir başka tez ise her taşın altında bir mıknatısın olduğu ve hamlelerin yine usta satranç oyuncusunun oynadığı tahtaya yansıtıldığı yönündeydi. Hatta dönemin usta satranç oyuncularından bazılarının "Türk"ün içinde oynayan isim olduğu yönünde iddialar da ortaya atıldı.

"Türk"ün sırrını çözmek için kafa yoranlardan birisi de ünlü Amerikalı şair ve yazar Edgar Allan Poe'ydu. Poe, "Maelzel's Chess" adlı yazısında otomatı, "Akçaağaç ağacından olduğu anlaşılan büyük bir kutunun yanında, bağdaş kurmuş şekilde Türk gibi oturan bir figür görülmektedir." diye tanımlamıştı. Poe yazısında "Türk"ün çalışma prensiplerine ilişkin tahminlerine de yer vermişti.
"Türk" bir yangında yok oldu

Kempelen'in ölümünden sonra otomat oğlu tarafından, metronomun mucidi Johann Maelzel'e satıldı. Maelzel'in girişimleriyle otomat 1817-1837 yılları arasında tüm Avrupa ve ABD'de "turneye" çıktı.

Maelzel'in vefatının ardından bu kez de Edgar Allan Poe'nun doktoru John Kearsley Mitchell "Türk"ü satın aldı ancak eskisi kadar ilgi görmeyen otomatı Philedelphia'daki bir müzeye bağışladı.

"Türk" 5 Temmuz 1854'te Philadelphia'da Ulusal Tiyatro'da başlayıp müzeye sıçrayan bir yangında sırlarıyla birlikte kül oldu. Tıpkı mekanizmanın nasıl çalıştığı gibi neden tarihin ilk satranç otomatına "Türk" adının verildiği sorusu da yanıtsız kaldı.

"Türk"ün son sahibi Michell'in oğlu Silas Michell bu durumu şu sözlerle anlatmıştı:

"Hiçbir zaman Türk'ünki gibi bir sır tutulmadı. Kısmen, birçok kez tahminlerde bulunuldu ama hiçbirisi bu eğlenceli bulmacayı çözemedi.

thumbnail

Sunay Akın - Sonsuza Kadar Derin Aşk - Dumlupınar Denizaltısı


SONSUZA KADAR DERİN AŞK - Dumlupınar Denizaltısı

Delikanlı Askeri Deniz Lisesini kazanır ve Heybeliada da okula başlar. Bu arada tanıştığı o Çanakkaleli kıza aşık olmuştur. Okulla beraber aşkını büyüterek geliştirir. Arada mektuplaşmalar yazışmalar ve gün gelir okul biter. Deniz Harp Okulunu da bitiren delikanlı artık Teğmen olmuştur.
 
Yine her zaman buluştukları kır kahvesinde buluşmak için randevulaşırlar. Önce delikanlı gelir sonra da genç kız. Genç kız geldiğinde delikanlının yüzü düşmüş suratı asık onu beklemektedir. Genç kız bu suratı hiç beğenmemiştir. Ayrılık vakti geldi diye düşünerek hazırlamıştır kendini. Önceki buluşmalarda ki o heyecan o sevinç artık yoktur delikanlıda. Usulca yanına yaklaşır ve "Hoş geldin" der. Kuru bir "sen de hoş geldin" diye aldığı cevap iyice hüzne boğmuştur genç kızı. Artık bu aşkın sonuna geldiğini düşünerek sorar;

- Senin bir sıkıntın mı var?
- Evet!
- Hadi söyle o zaman, her şeye hazırlıklıyım.
- Yaa beni bir denizaltıya verdiler. dedi kızgınca.

Genç kız artık rahatlamıştır. Sorunun kendisi değil denizaltı olduğunu duyunca içinden bir ohh çeker.

- Ne var bunda? diye sorar genç kız.
- Yaa öyle deme, biz denizciler gemideyken sevdiklerimizle haberleşemiyoruz denizaltıdan nasıl haberleşeceğiz? Delikanlı üzgün bir sesle sorar genç kıza;
- İstersen ayrılalım!
- Hayır asla. Ben seni bırakmam . diye cevaplar genç kız.

Delikanlı beklediği bu cevabı alır almaz heyecanlanır ve elinde tuttuğu paketi kıza uzatır.

- Sana armağan getirdim al.

Kızın kalbi hızla atmaya başlar. Neredeyse duracak gibi olur ve içinde yüzük olduğunu tahmin ettiği paketi heyecanla açar ama şaşkınlıktan duraklar. Paketin içinde bir fener ve mors kitabı bulunmaktadır. Kız şaşkınlıkla yine sorar.

- Bunlar da ne?
- Yaa biz Çanakkale boğazından denizaltı ile çok geçeceğiz ve geçişlerimiz hep satıhtan olur. Sen de fenerle mors alfabesini kullanarak sana haber verdiğim zamanlarda yazışırız. Olmaz mı?
- Bunlarla mı yazışacağız? diye sorar genç kız yeniden.
- İstemiyorsan ayrılalım. der delikanlı.
- Yok hayır. der gençkız. Ayrılık yok yaşasın mors. diye yineler delikanlıya.

Genç kız mors alfabesi üzerinde çalışmaya başlar. Tüm detayıyla öğrenir ve kullanabilir hale gelir artık. Bir kaç gün sonra haber gelir delikanlıdan. Gelen mesaja göre 5 gün sonra gece saat 01:00 de geçeceğini ve kendisine mesaj yazmasını kendisinin de ona mesaj yazacağını iletir. Gençkız söylenen zaman ve saatte pencerede hazır bekler. Gelibolu da denizaltı denizden süzülerek geçerken çevrenin zifiri karanlığında uzaklardan bir yerden yanan ışık pırıltılarını fark eder güvertedeki komutan ve diğer subaylar. İçlerinden birisi,

- Bakın bakın ilerden bir yerden ışık yanıp sönüyor. diye dikkat çeker.
- Çabuk okuyun bakalım ne diyorlarmış. diye emir verir komutan. Subaylardan biri heceleyerek okur;
- Se ni se vi yo rum.
- Bu ne lan. der komutan.

Hemen yanında duran delikanlı Teğmen,

- Efendim, o benim sevgilim. der en lirin haliyle.
- Ne iş oğlum bu?
- Efendim mors alfabesi hediye etmiştim ve ben geçince bana yazarsın demiştim işte o. diye cevaplar delikanlı Teğmen.
- Vayy be aferin lan! desene biz bunca zaman boğazları hep boş geçmişiz.
- İzin verir misiniz komutanım ben de bir mesaj yazayım.
- Neyle?
- Cep fenerim var komutanım. der delikanlı teğmen.
- Lan ne feneri aç projektörü geç başına ver mesajını. der komutanı Teğmenine.

Projektörü açan teğmen yanıp söndürürken sanki Gelibolu'yu yakıp tutuşturuyordu aşkından. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşan Gelibolu sanki uzaylılar istila etmiş gibi heyecan yapmışlardı teğmen ile gençkızın aşkından.

Gelen mesajları heceleyerek kağıda dökmeye çalışan gençkız denizaltı geçtikten sonra elindeki kağıdı okudu. "Sonsuza kadar" yazılıydı delikanlıdan gelen mesajda.

Bu olay tüm denizaltıcılar arasında duyulmuştu. Artık herkes delikanlı Teğmen ile gençkızın aşkını anlatıyordu.

Birkaç gün sonra bir haber daha gelir. " Bir hafta sonra gece saat 02:45 de pencerede ol ben geçiyorum bana mesaj yaz. Ama dikkat et konvoy halinde geliyoruz ve ilk denizaltıda ben varım sakın sırayı şaşırma. "

Gençkız yine söylenen saatte pencerede bekler. Gecenin karanlığında Ege denizinden Çanakkale boğazına giren denizaltılar süzülerek ilerliyorlardı. Genç kız fenerini yakıp söndürerek mesajını vermeye başladı. Denizaltıdaki mesajı gören denizciler;

- Bakın bakın ışık yanıp sönüyor okuyun; "se ni se vi yo rum"
- Vay be, duyduğumuz doğruymuş böyle bir aşk varmış. der denizaltının kaptanı Bahri Kunt.
- İyi de bu kızın sevgilisinin denizaltısı öndeydi niye bize mesaj yazdı ki? diye kendine sormadan sormadan edemez kaptan.
- Efendim herhalde uyuyakaldı ya da sırayı şaşırmıştır. diye cevaplar subaylardan biri.
- Yahu geçip gideceğiz şimdi kız haber almazsa yanlış anlayacak rahat uyuyamaz. Nasılsa gecenin karanlığı kimse anlamaz açın şu projektörü. emrini verir kaptan Bahri Kunt.

Ve mesajı gönderir "Sonsuza kadar"

Tarih 04/04/1953 o konvoyun 1. gemisi Dumlupınar Çanakkale Nara burnu açıklarında İsveç Bandıralı ve buzkıran donanımlı bir geminin çarpması sonucu Boğazın derin sularına gömülmüştü. 2. Gemi bunu hiç fark etmeden devam etmiş ve boğazdan ilk geçen gemi olmuştu. 81 Denizcimiz ile beraber o delikanlı Sonsuza kadar sürecek olan son uykularına dalıyorlardı.

-Sunay Akın
thumbnail

Gölgesinde Felsefe Kitabı Okuyan Adama Ağacın Verdiği Dersler



Gölgesinde Felsefe Kitabı Okuyan Adama Ağacın Verdiği 10 Ders

Ağacın gölgesinde oturan bir adam felsefe kitabı okuyordu. Sorular üstüne sorular adamın kafasını karıştırmıştı.

Başını kaldırıp ağaca baktı, düşündü ve...

—Keşke ağaç olsaydım, hiç düşünmeden yaşasaydım, dedi.

Ağaç birden dile geldi:

—Ben düşünmüyorum belki ama düşünen insanlara o kadar çok ders verebilirim ki, dedi.

Adam heyecanla:

—Seni dinlemek isterim, dedi.

Ağaç konuşmaya başladı:

—At o felsefe kitabını elinden, şimdi bana bak ve beni dinle sana on tane hayat dersi vereceğim, dedi.

Adam heyecanlanarak:

—Tamam dedi.

Ağaç:

—Dinle o zaman, dedi ve hayat dersini sıralamaya başladı:

1- Ağaç yaş iken eğilir ya da doğrulur. 

Her şeyin bir zamanı vardır. Hayat öğrenme sürecidir ama zamanlaması çok önemlidir. Siz de bilirsiniz ki "yaşlı köpeğe yeni oyunlar öğretilmez" ve "yaşlı kurda yol öğretilmez".

2- Düşen ağaca balta vuran çok olur. 

Onun için hayatta düşmemeye dikkat etmek gereklidir. Güçlüyken gölgene sığınanlar düşerken baltayı alıp sana koşarlar.

3- Bizi yok etmeye çalışan baltanın sapı bizdendir. 

Her zaman dış düşmandan korkmayın. İç düşman daha tehlikelidir. Sizin gibi görünüp size hainlik edecek insanlara dikkat edin. Dişi kıran, pirince en çok benzeyen beyaz taştır.

4- Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.

İnsanı geliştiren mükemmelleştiren zorluklardır. Büyük adamlar büyük engellerle karşılaşıp onu aştıkları için büyük adam olurlar. Büyük devletler büyük badireleri atlatarak büyük devlet olurlar. Uçurtma rüzgâra karşı durduğu için yükselir. Engelleri fırsat bilmelisiniz.

5- Bir ağacın kökü ne kadar derinse boyu o kadar yükseğe çıkar. 

Kökleri zayıf olan büyüklüğü taşıyamaz. Onun için kökünüze sahip çıkmalısınız. Kökünü unutan ya da yok sayan bir ağaç ayakta kalabilir mi? Bir ağaç gücünü gövdesinden değil kökünden alır. Sizin de tarihiniz olmazsa nasıl geleceğiniz olacak? Tarihinizi yok sayar ya da unutursanız nasıl geleceği inşa edebilirsiniz?

6- Ağaç yapraklarıyla gürler. 

Bir insan da ailesiyle, sosyal çevresiyle güzel olur, onlarla tamamlanır. İnsan beraber olduğu ailesiyle varlığını hissettirir. Onun için sosyal ilişkileriniz önemlidir.

7- Hiçbir ağaç acaba bahar gelecek mi, çiçek açacak mıyım diye düşünmez. 

Kök, gövde ve dallar görevini sessizce ve sabırlıca yaparlar. Siz de baharın gelmesini bekliyorsanız görevinizi şamata yapmadan sessizce, hakkıyla ve sabırla yapmalısınız.

8- Meyveli ağacı taşlarlar. 

Bilgili, becerikli, başarılı insanlara haset eden çok olur. Bir işe yaramayan, niteliksiz, silik insanlar kimsenin umurunda olmazlar. Onun için başarılı insanlar atılacak taşlara mukavemet edemezlerse başarılarını sürdüremezler.

9- Her ağaç kendi toprağında büyür. 

Ağaç ancak uygun toprağı bulması halinde gelişmesini sürdürür. İnsan yetenekleri de öyledir; ağaç tohumu gibidir. Uygun zemin bulursa gelişir, yoksa çürür gider.

10- Beşikten mezara kadar ağaca muhtaçsınız. 

Çocukken beşikte, ölünce tabutta bizimle berabersiniz. Bize hep odun gözüyle bakmayın. Biraz da ibret gözüyle bakın. Ağacı ve ormanları koruyun, çevrenizi yeşillendirin. 

—Sözü şöyle bitireyim, insanların kulağına küpe olsun. Her şey bir ağacı sevmekle başlar. Bundan sonra bir ağacın yanından geçerken durun ve şarkımızı dinleyin.
thumbnail

Bu Dünya Hangimizin - Değmez Bu Dünya - Abdurrahim Karakoç



Bu Dünya Hangimizin

Bırak deli Haydar-bırak be gardaş
Kafayı bozmaya değmez bu dünya
İsterse hızlı dönsün isterse yavaş
Sen seni üzmeye değmez bu dünya

Fani diyen varsın desin sana ne
Gönül veren gitsin versin sana ne
Haydut vursun hırsız yesin sana ne
Gücenip kızmaya değmez bu dünya

Nerde kan akıtıp kavga verenler
Nerde şimdi sefasını sürenler
Ne götürdü kucağına girenler
Bir yırtık çizmeye değmez bu dünya

Kulpu yok ki neresinden tutasın
Sana göre lokma değil yutasın
İçine gireni Allah kurtarsın
Üstünde gezmeye değmez bu dünya.

Gel gitme kal desem kalamazsın ki
Ortadan böl desem bölemezsin ki
Git tekrar gel desem gelemezsin ki
Aldanıp azmaya değmez bu dünya

Almak-satmak, tapu-senef nafile
Toplayıp yığdığın servet nafile
Sıla nafiledir, gurbet nafile
Yağmaya tozmaya değmez bu dünya

Sınırlar çizilmiş konulmuş yasak
Beş para etmezdi bizler olmasak
Kısmen göz yaşı kan-kısmen kir pasak
Yıkayıp süzmeye değmez bu dünya

Senin benim ne ki? Küçük mü dar mı?
Hani kimin dostu, kimseye yar mı?
İnsan öldürmenin manası var mı?
Karınca ezmeye değmez bu dünya

Misafirsin, misafirlik suç değil,
Bakacaksan uzaktan bak, güç değil
Eti yenmez, koyun değil koç değil
Derisini yüzmeye değmez bu dünya

Kabuktur, manayı unutturmasın
Babayı, anayı unutturmasın
Boş hayal mevlayı unutturmasın
Tırnakla kazmaya değmez bu dünya

Arkası karanlık önü karanlık
Yarını karanlık, dünü karanlık
Kendine çağırır seni karanlık
Bir küçük hüzmeye değmez bu dünya

Cazibesi özelliği yok demem
Nakış nakış güzelliği yok demem
İki günde kaçar gider çok demem
Anlayıp sezmeye değmez bu dünya

Unutma ki yolcu yolunda gerek
Yolcunun azığı belinde gerek
İnsanlar insanlık halinde gerek
Mestolup sızmaya değmez bu dünya

Bilesin ha canım Haydar bilesin
Seni bekler soğuk mezar bilesin
Ebediyet ötede var bilesin
Tek satır yazmaya değmez bu dünya

Şair: Abdurrahim Karakoç

thumbnail

Bir Psikolojik Manipülasyon Çeşidi - Gaslighting


Kelime anlamı olarak sanrıya zorlama şeklinde çevirebileceğimiz gaslighting kişinin kendi aklından şüphe etmesi odaklı psikolojik bir istismar biçimidir. Bireyin benlik duygusunu yitirmesini hedef olarak istismara sebebiyet veren kişiye karşı bağımlılık hissetmesini sağlar. Gaslighting, anksiyete, depresyona ve sinir krizlerine neden olabileceğinden maruz kalan kişi için çok zararlıdır. Bu terim, ilk olarak 1938 yılında, İngiliz bir oyun ve roman yazarı olan Patrick Hamilton’un bir oyunundan ortaya çıkmıştır. Daha sonra filmi de çekilen bu oyunun konusu Jack ve Bella adlı bir çift etrafında işlenir. Jack her gece evdeki gaz lambasını bir önceki güne göre giderek daha fazla kısar ve durumdan habersiz olan Bella da ne zaman "Gaz lambası giderek daha mı az ışık veriyor?" dese Jack sert tepkiler verir. Bu şekilde Bella'nın kendine olan özgüvenini sarsmaya çalışan Jack, olaya dahil olan bir dedektif nedeniyle bu planında başarısız olur.

Nasıl uygulanır?

Birçok farklı uygulanma biçimi bulunabilir. Ancak genel olarak sanrıya zorlama işlemi öncelikle yavaş yavaş daha sonra sıklığı artırılarak yoğun bir şekilde uygulanır. En sık kullanılan yöntemleri beraber inceleyelim. İlk yöntemde karşı tarafa bir takım olaylar belirli aralıklarla değiştirilerek anlatır. Her defasından ilk kez anlatıyormuş gibi hissettirerek değiştirilen olaylar karşı tarafın zihnini bulandırır. Bir başka yöntem ise daha fiziksel olarak uygulanır ve cisimleri yerini değiştirerek ortadan kaybetmek ve belirli bir süre sonra yerine koymak şeklinde şüphe duydurtma esaslıdır. Son yöntemdeyse mağdura hafıza kayıpları yaşadığını düşündürtmek için bir olay ayrıntı vermeyerek anlatılır ve sonrasında aslında ayrıntılı anlatıldığı ancak ayrıntıları karşı tarafın hatırlamadığı söylenir. Tüm yöntemlerde ortak olarak, kişinin gerçek olmayan güvensizlik ve korkular üretmesi istenir ve mağdurun istismarcının ihlallerinden ziyade algılanan kusurlarına odaklanmasına neden olunur böylece "Çok hassas oluyorsun." ya da "Her zaman bir şeyler hayal ediyorsun." gibi cümleler kurarak, mağdur suçlanır.

Uygulanma amaçları nelerdir?

Temel olarak asıl amaç kişiyi manipüle eden kişiye bağımlı hale getirerek zihninin düşünme ve sorgulama mekanizmasını devre dışı bıraktırtmaktır. Karşısındaki kişiden daha güçlü hale gelerek ondan faydalanmak amaçlanır. Hikayeyi tersine çevirerek, yaşanan anıyı defalarca düşündürterek, anormal tepkiler verip vermediğini sorgulatarak ve suçluluk hissetmesine sebep olarak kişinin zihniyle oynanır. Bu sayede zihni bulanan ve gerçeklikten şüphe duymaya başlayan insan kararlarını kendi alamamaya başlayarak karşı tarafa tamamen teslim olur. Gözlemleri, fikirleri sürekli yalanlanan mağdur zamanla düşünüğü veya gördüğü şeylerin hatalı olduğunu düşünmeye başlayarak kendi köşesine çekiliyor. Bunların farkında olmayan mağdurun bu sayede içinde bulunduğu ilişkiyi bitirme ihtimali azalır ve benlik duygusu yitirilir.

Maruz kaldığımızı nasıl anlayabiliriz?


Bunu anlaması oldukça zordur hatta çoğu durumda imkansızdır. Çünkü artık öz bilinci oldukça sarsılmış kişi karşısındakine duyduğu bağımlılık ve güven duygusununda etkisiyle bütün sorunun kendinde olduğuna kendini inandırmıştır. Ki zaten yapılan araştırmalara göre çoğu insan bir şekilde, ister küçük çapta ister büyük çapta olsun, böylesi bir manipülasyona maruz kalıyor. Sürekli karşıdaki insana söylediği sözleri hatırlattığınızda bunları söylediğini inkar etmesi, size hakaret ettikten sonra sizin onu kızdırdığınız için böyle söylediğini suçlunun siz olduğunu iddia etmesi, sizi kırıp ağlattıktan sonra sizin hassas olduğunuzu her şeye alındığınızı söylemesi, sizin önem verdiğiniz şeylere önem vermeyerek sözlerinizin saçma şeyler olduğunu belirtmesi gibi olaylar karşı tarafın sizi manipüle ettiğinin belirtileri olabilir. Tabi bu olayların sıklığı da yaşananlara manipülasyon diyebilmek için belirleyicidir.

Bu manipülasyon ne kadar sürer, bittikten sonra etkileri kalıcı mıdır?


Manipülasyona maruz kalma süresi bunu ne kadar sürede fark edileceğiyle alakalı olarak değişir. Hiç farketmeme durumunda manipülasyondan kurtulamayan birey daha farklı birçok psikolojik problemlerle de baş etmek zorunda kalabilir. Ancak bilinçli olup kendi yaşadıklarınız ve söylediklerinizden şüphe duymarak manipülayonu fark etseniz dahi sonrasında toparlamanız biraz zaman olabilir. Genel anlamda psikolojik bir istismar yaşandığından kişiden kişiye bu iyileşme süresi değişiklik gösterir. Belirli bir zamana kadar bazı etkilerinde devamlılık yaşanabileceği gibi çok büyük oranda yeterli sürede tam iyileşme gözlemlenmesi mümkündür. Ancak yine de böyle bir durum içinde bulunulduğundan süphelenildiği an uzman birinden yardım almak en doğrusu olacaktır.

Sonuç olarak; gaslighting insani ilişkilerde günümüzde sıkça maruz kalınan bir psikolojik istismardır. Üstün durumda olan tarafın görece daha zayıf olan tarafa uyguladığı bir tür zihinsel baskıdır. Böyle bir istismar türünün var olduğunun farkına varmak, onu daha erken ve daha etkili bir şekilde tespit etmeyi ve bu tür davranışlar sergileyen kişilerden uzak durulmasını sağlayabilir; böylece bireyin sağlığı korunabilir.


 

thumbnail

Neden Tüm Gözleri Üzerimizde Hissederiz? Spotlight Etkisi Nedir?

 



Yeni aldığınız bir ürünün etiketini çıkarmadan tüm gün gezdiniz mi? Dişinizde kalan maydanoz parçasıyla çok önemli bir sunuma katıldınız mı? Lekeli bir gömlekle resmi bir ortama girdiniz mi? Peki fark edince ne hissettiniz? Gelin Spotlight Etkisi'ni daha detaylı inceleyelim!

İnsanlara rezil olduğunuzu, arkanızdan güldüklerini, içlerinden ne kadar da komik olduğunuzu söylediklerini düşündünüz mü? Aslında sandığınız kadar önemli değilsiniz. Sadece spotlight etkisindesiniz.

Sahne ışığı adı da verilen ‘Spotlight Etkisi’ en temel anlatımıyla sosyal hayatımızda diğer insanlar tarafından gerçekte olduğumuzdan daha fazla göz önünde olduğumuzu düşünmemiz durumudur. Yani diğer insanların davranışlarımızı, düşüncelerimizi veya görünüşümüzü daha çok incelediklerini, gözlemlediklerini, dikkat ettiklerini düşünmemiz, gözlerin sürekli üzerimizde olduğu fikrine kapılmamızdır. Sosyal psikologlara göre de ‘Başkalarının bizim hakkımızda ne kadar çok dikkat ettiğini abartmak zorunda olduğumuz eğilimimizdir.’

Elbette hepimizin hataları, kusurlu olduğu anları var. Ama gerçek yaşantımızda hiçbir zaman bir spot ışığı altında değiliz. Gerçek yaşantımız bir sahne değil. İnsanlar bizi, bizim sandığımız kadar önemsemiyorlar.

Birinin davranışlarımıza, düşüncelerimize veya görünüşümüze gerçekte olduğundan daha fazla dikkat ettiği yanılgımız bir süre sonra takıntı haline gelip sosyal anksiyeteye yol açabilir.

Peki Neden Spot Işığı Altındaymış Gibi Hissediyoruz?

Spotlight Etkisi, benmerkezci önyargı olarak da bilinen bilişsel bir yanılgıdır. Benmerkezci önyargı, kişinin kendi bakış açısına çok fazla güvenmesi ve kendisi hakkında gerçeklikten daha fazla bir görüşe sahip olma eğilimidir. Yani Sürekli başkalarının bize dikkat ettiğini düşünmemizin temelinde sürekli kendimize odaklanmak yatıyor. Diğer bir nedeni ise ‘Demirleme Etkisi’dir. Demirleme etkisi çok uzun zamandır kullanılan bir pazarlama yöntemi. 1974 yılında bilişsel psikologlar Daniel Kahneman ve Amos Tversky tarafından ilk kez ‘demirleme etkisi’ olarak tanımlanıyor. O günden beri de birçok marka tarafından kullanılıyor. Demirleme etkisinin temelinde ise insan psikolojisinin en temel eğilimlerinden biri var. ‘İnsanlar, özellikle rakamlar konusunda, duydukları ilk bilginin doğru olduğuna inanmaya veya bu bilgiyi temel almaya daha meyillidirler.’ Yani öğrendiğimiz ilk bilgi aklımızda demirleniyor ve vereceğimiz kararları bu demirlenen bilgi doğrultusunda veriyoruz. Bu etkiden dolayı düşüncelerimizi, davranışlarımızı, görünüşümüzü değiştirmemiz gerektiğinde buna direnç gösteriyoruz.

Cornell Üniversite’sinde yapılan bir araştırma spotlight etkisinin en güzel örneklerinden. Bir grup psikolog, katılımcıların, üzerinde bir müzisyenin fotoğrafının basılı olduğu bir tişört giyerek diğer grubun yanına gitmesini istiyor. Öğrenciler bu tişörtü giymekten utanç duyarak salona gidiyorlar. Bir süre sonra salondan çıkarılan tişörtlü öğrenciler, herkesin onlara baktığını ve rezil olduklarını söylüyor. Ancak salondaki öğrencilere tişörtü fark edip etmedikleri sorulduğunda verilen cevaplar arasında büyük bir fark gözlemleniyor. Tahminler ve gerçek sayılar arasında iki kattan daha fazla fark bulunuyor. Tişört, aslında öğrencilerin tahmininden iki kat daha az fark edilmiş. Bu yapılan tek araştırma değil ve diğer araştırmalarının sonucunda da tahmin ettiğimizden daha az fark edildiğimizi gözlemleyebiliyoruz.

Spotlight Etkisinden Nasıl Kurtulabiliriz?

Kendinizi gereğinden fazla merkeze koyduğunuzu, bu durumun artık takıntıya dönüşmek üzere olduğunu fark ettiğinizde empati yapmayı deneyebilirsiniz. Karşınızdaki kişinin yerine kendinizi koyun. İçinde olduğunuz durumu gerçekten önemser miydiniz? Bir diğer yöntem, çalışma kağıtları doldurabilirsiniz. Çalışma kağıtlarına önce kendi düşüncelerinizi yazıp diğer bir tarafa da kendinizi daha iyi hissetmek için gerçeğe daha yakın olan düşünceyi yazmayı deneyebilirsiniz. Örneğin ‘dişimde maydanoz kaldığı için herkes komik ve rezil olduğumu düşünüyor’. Ve ‘dişimde maydanoz kaldığını görmüş olmalılar ama bunun onlar için önemli olduğunu düşünmüyorum.’ Elbette isterseniz spotlight etkisini aşmak için bir terapistten yardım alabilirsiniz.

Yapılan tüm araştırmaların da gösterdiği gibi, insanlar bizi, bizim düşündüğümüz kadar umursamıyor. Geceleri bizi uyutmayan, zihnimizde dönüp duran hatalarımız sadece zihnimizin büyüttüğü bir yanılgı. Kimsenin dikkat etmediği ayrıntılar için kurguladığımız olgular bizim tüm günü belki de daha fazlasını stres içinde geçirmemize neden oluyor. Aldığımız kararlarda düşündüğümüz varsayımlar etkili oluyor ve yanlış kararlar vermemize yol açıyor. Ufacık ayrıntılar silsilelerle çığ yaratıyor. Korkularımız, hatalarımız, kusurlarımız, eksiklerimiz elbette var. Ama bunları sadece biz önemsiyoruz. Diğer insanlar düşündüğümüz kadar yargılamıyor aslında bizi. Çoğu, bizim yıllarca hatırlayınca rezil olduğumuzu düşündüğümüz anıyı bir daha hatırlamıyor bile. Zihnimizin bu yanılgıları büyütüp bizi huzursuzluğa ve anksiyeteye sürüklemesine izin vermemeliyiz. Sizce de artık ışığı kapatmanın ve sahneden inmenin vakti gelmedi mi?
thumbnail

Yarım Kalan Akılda Kalır - Ziegarnik Etkisi Nedir?

Zeigarnik etkisi, tamamlanmamış, bölünmüş, ya da yarım kalmış görevlerin anıların veya yaşananların, tamamlananlara göre daha kolay bir şekilde hatırlanmasını ifade eden psikolojik bir fenomen kavramdır.

Ünlü psikiyatrist Bluma Wulfovna Zeigarnik tarafından öne atılan Zeigarnik Etkisi'nin ilginç bir ortaya çıkma nedeni vardır: Garsonlar!


Bluma Wulfovna Zeigarnik arkadaşları ile bir restorana gider ve garsonun siparişleri yazmak yerine aklında tutarak alması ve hiçbir hata yapmadan siparişleri tamamlaması sonrasında ise unutması Zeigarnik’in dikkatini çeker. Zeigarnik bunun nedeni merak eder, bir dizi araştırma ve deney yapar. Bir deneyinde katılımcılara 20 basit görev verir ve müdahalelerle katılımcılara verdiği bazı görevlerin yarım kalmasını sağlar. Deney sonunda hangi görevleri yaptıklarını sorduklarında ise katılımcıların aklına genellikle yarım kalan görevler gelmiştir. Sonraki yıllarda yapılan pek çok deneyde benzer sonuçlar elde edildiği görülür.

Zeigarnik’e göre yarım kalan işlerin akılda kalmasının nedeni beynin kendisini bu görevi tamamlamaya kodlanmasıdır. Görev tamamlanamayınca zihinde yaşanan gerilim strese neden olur ve bu stres kişinin belleğinde görevin unutulmamasını sağlar. Bluma’nın hipotezinin yüksek oranda doğrulanması sonucunda pek çok bilim insanı Zeigarnik etkisini araştırmış ve deneyler yapmıştır, bu deneyler sonucunda da ortak bir olgu elde edilmiştir: Yarım kalan akılda kalmaya meyillidir…

Zeigarnik etkisi aslında gündelik hayatımızda çoğu kez karşımıza çıkmaktadır. Hatırlayamadığımız ve dilimize dolanan şarkılar, çözemediğimiz sorular, geçmişte yarım kalan unutamadığımız ilişkiler, ‘’ Ah keşke şunu da deseydim.’’ dediğimiz sözler zihinde bir sonuca bağlanmadığı ve zihinde oluşan gerilimin boşalmasına engel olduğu için hep aklımızın bir köşesinde kalıyor.

Zeigarnik etkisiyle dijital dünyada ve pazarlama alanında oldukça sık karşılaşılır. Örneğin diziler en heyecanlı yerinde biter, böylece hem bir sonraki bölümde neler olacak diye bekler hem de bir önceki bölümü unutamayız. Ya da bir siteye girdiğimizde içerik hemen karşımıza çıkmaz, önce giriş için küçük bir yazı okutulur bı sayede okuyucuya yazı hakkında biraz bilgi verilerek okuyucunun merakı bu yöne çekilir ve kişinin zihninde yazının sonunu getirmeye odaklı bir etki yaratılır.

Gün içerisinde zihnimizi oldukça meşgul eden ve dış etmenler tarafından maruz kaldığımız bu etkiyi elbette hayatımızda olumlu şekilde kullanabilmek de mümkündür.

Mesela asla başlayamadığınız ve sürekli ertelediğiniz bir işe birazcık da olsa başlayın. Ya da yeni bir dil öğrenmek istiyorsunuz ama başlayamıyor musunuz? İşe o dil hakkında bilgi veren bir video izlemekle başlayabilirsiniz. Ya da yapmak istediğiniz bir araştırma mı var? Konu ile alakalı çok az bir bilgi edinecek kadar, ufak çaplı bir araştırma yapın. Beyniniz bu işlere başladığınızı ancak tamamlamadığınızı fark ettiği için sürekli başladığınız işi bitirmeniz için size hatırlatmalarda bulunur. Bu sayede ‘’Bir işe başlamak bitirmenin yarısıdır.’’ sözünün ne kadar doğru olduğunu yaşayarak deneyimleme imkanı bulabilirsiniz.