Elektrik elektronik eğitimi ile ilgili bilgiler, kitap özetleri, kitap sınav soruları ve eğitime dair her şey
15 Eylül 2019 Pazar
Tom Amca’nın Kulübesi (Harriet Beecher Stowe) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı
1- Tom Amca’nın Kulübesi kitabının yazarı kimdir?
A) Jules Verne
B) H. Beecher Stowe
C) Eleanor H. Porter
2- Tom Amca kimin kölesidir?
A) Bayan Eliza
B) Bay Saymer
C) Mister Shelby
3- Tom Amca’nın yaşadığı çiftliğin sahibi nasıl bir insandır?
A) Çok iyi kalpli bir insandır.
B) Çok acımasız bir insandır.
C) Kimsenin sevmediği bir insandır.
4- Elisa’nın çiftlikten kaçmasının sebebi nedir?
A) Borcu olduğu için kaçmıştır.
B) Bay Şelbi ile kavga etmesinden dolayı kaçmıştır .
C) Oğlu Cimi’yi çiftlik sahibi sattığı için kaçmıştır.
5- Tom Amca gemide kiminle tanışıp dostluk kurdu?
A) Mister Sen Kler
B) Ofelya
C) Küçük kız Eva
6- Tücar, Tom Amca'yı kime sattı?
A) Mister Sen Kler
B) Misis Meri
C) Misis Ofelya
7- Eva ölmeden önce babasından nasıl bir istekte bulunmuştur?
A) Tom Amca’ya özgürlüğünü vermesini istedi.
B) Tom Amca’yı satmasını istedi.
C) Kendisini okula göndermesini istedi.
8- Mister Sen Kler’in ölüm nedeni nedir?
A) Köle tüccarları öldürmüştür.
B) Hastalanıp ölmüştür.
C) Bir kavgayı ayırmak isterken öldürülmüştür.
9- Tom Amcayı satın alan Mister Ligri ona nasıl davranmıştır?
A) Tom Amca’yı çok sevmiş ve ona yeni bir kulübe yapmıştır.
B) Tom Amca’ya çok kötü davranmıştır.
C) Tom Amca Mister Ligri’nin Çiftliğinden kaçıp özgür olmuştur.
10- Tom Amcanın hayat görüşü aşağıdakilerden hangisi değildir?
A) Tüm insanları sevmek.
B) Bencil olmak
C) Yardımsever olmak
Cevap Anahtarı :
1-B 2-C 3-A 4-C 5-C
6-A 7-A 8-C 9-B 10-B
Tom Amca’nın Kulübesi (Harriet Beecher Stowe) Kitabının Özeti, Konusu, Tahliliiçin tıklayınız...
Çocuk Kalbi (Edmondo De Amicis) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı
1- Enrico okula kaydolmak için giderken yanında kim vardır?
A) Babası
B) Annesi
C) Ablası
D) Amcası
2- Ah Enrico, demek ayrı düştük diyen kimdir?
A) Derossi
B) Arkadaşı
C) 2. sınıf öğretmeni
D) Babası
3- Gailio’nun sınıfına gelen siyah saçlı, esmer tenli kara gözlü, kara kaşlı olan çocuğun giysileri ne renktir?
A) Siyah
B) Mavi
C) Kırmızı
D) Yeşil
4- Guilio’nun sınıfına gelen çocuk nerelidir?
A) Barselona
B) Kalabriya
C) Amerika
D) Kanada
5- Okulun en çalışkan ve yakışıklısı kimdir?
A) Voltini
B) Derossi
C) Carlo
D) Picasso
6- Stardi, Franti ile neden kavga etmiştir?
A) Parasını aldığı için.
B) Kalemini aldığı için.
C) Kız kardeşinin saçını çektiği için.
D) Yraramazlık yaptığı için
7- Sağır ve dilsiz kızın babası ne iş yapıyordu?
A) Bahçıvandı
B) Kapıcıydı
C) Kömürcüydü
D) Çöpçüydü
8- Enrico’nun ilk arkadaşı ve öğretmeni kimdir?
A) Bay Perboni
B) 2.sınıf öğretmeni
C) Babası
D) Annesi
9- Precossi, Enrico’ya babasının demirci dükkanına geldiğinde ne hediye etmiştir?
A) Nal
B) Araba
C) Çivi
D) Çekiç
10- Enrico’nun meleğim dediği, üzüntülü zamanında beraber acı çeken,neşeli anlarında sevinen, onunla yorulan kimdir?
A) 3. sınıf öğretmeni
B) 2. Sınıf öğretmeni
C) Annesi
D) Babası
11- Çocuk Kalbi hikayesinin ana karakteri kimdir?
A) Koretti
B) Derosso
C) Enriko
D) Carlo
12- Sınıfta Nelli’nin kamburuyla dalga geçen yaramaz çocuklara karşı onun koruyuculuğunu hangi arkadaşı üstlenmiştir?
A) Derosso
B) Nobis
C) Enriko
D) Garrone
13- Enriko kaçıncı sınıfa gitmektedir?
A) 1.
B) 2.
C) 3.
D) 4.
14- Aşağıdakilerden hangisi kitapta anlatılmak istenen bir davranış değildir?
A) Yardımlaşma ve paylaşmanın önemi
B) Çalışkan, dürüst ve iyi kalpli bir insan olmak
C) İnsanlara yardımcı olmak
D) Öğretmenlerimizi, anne ve babamızı üzerek, onlara karşı çıkmak
15- “Sen söyle, bu altın değil mi?” diye kör bir çocuğa saatinin nasıl göründüğünü soran kimdir?
A) Nobis
B) Gailio
C) Franti
D) Voltini
Cevap Anahtarı :
1-B 2-C 3-A 4-B 5-B
6-C 7-A 8-C 9-C 10-C
11-C 12-D 13-C 14-D 15-D
Çocuk Kalbi (Edmondo De Amicis) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili için tıklayınız...
Pal Sokağı Çocukları (Ferenc Molnar) Kitap Sınavı Yazılı Test Soruları ve Cevap Anahtarı
1- Nemecsek, Boka ve Pal Sokağı’nın diğer çocukları bundan tam yüz yıl önce, Budapeşte’nin hangi şehrinden yola çıkmışlardır?
a) Jozsefvaros
b) Gellert
c) Neprajzi
d) Szechenyi
2- Pal Sokağı Çocukları kitabının yazarı kimdir?
a) Jules Verne
b) Victor Hugo
c) Ferenc Molnar
d) Dostoyevski
3- Çocukların bilyelerine el koyanlar kimdir?
a) Pier kardeşler
b) Pastör kardeşler
c) Peare kardeşler
d) Pasztor kardeşler
4- Arsada oynanan oyunda hangi çocuk tek başına her zaman er olur ve emirleri yerine getirir?
a) Nemecsek
b) Csonakos
c) Csele
d) Boka
5- Nemecsek’in kalede karşılaştığı Kızıl Gömlekliler’in lideri kimdir?
a) Feri Ats
b) Boka
c) Csele
d) Kolnay
6- Arsada yapılan seçimde başkanlığı kazanan kim olmuştur?
a) Gereb
b) Boka
c) Csele
d) Kolnay
7- Boka ve arkadaşları Kızıl Gömlekliler’in karargahına gidip ağaca kırmızı renkte bir kağıt asacaklardır. Bu kağıtta ne yazıyordu?
a) Feri Ats ve çetesi geldi.
b) Nemecsek sizi izliyor.
c) Pal Sokağı Çocukları buradaydılar.
d) Gereb size ihanet etti.
8- Boka, Feri Ats’ın karargahına giderken yanına kimleri almıştır?
a) Gereb – Nemecsek
b) Csele –Barabas
c) Richter –Weisz
d) Nemecsek –Csonakos
9- Aşağıdakilerden hangisi kitapta adı geçen Boka’nın kişilik özelliklerindendir?
a) Hırçın
b) Dağınık
c) Cesur
d) Tembel
10- Boka ve arkadaşları, adaya gittiklerinde Kızıl Gömlekliler’in yanında kimi gördüler?
a) Gereb
b) Nemecsek
c) Csonakos
d) Kolnay
11- Kızıl Gömlekliler’e casusluk yapan kişi onlara ne anlatıyor?
a) Bilyeleri nasıl alacaklarını
b) Arsaya nasıl girileceğini
c) Boka’yı nasıl alt edeceklerini
d) Nemecsek‘in neler yaptığını
12- Kızıl Gömlekliler neden savaş kararı almışlardır?
a) Karşı taraf daha güçsüz olduğu için
b) Kavgayı sevdikleri için
c) Top oynayacak alan lazım olduğu için
d) Dernek açmak için
13- Kızıl Gömlekliler, adada toplantı yaparken ağaçta onları dinleyen ve daha sonra toplantılarını bölen kimdir?
a) Boka
b) Csele
c) Kolnay
d) Nemecsek
14- Toplantıyı bölen kişi Gereb hakkında onlara ne demiştir?
a) O haindir.
b) O güçlüdür.
c) O başkan olmalıdır.
d) O cesurdur.
15- Kitabın sonunda ölen çocuk kimdir?
a) Nemecsek
b) Boka
c) Csele
d) Feri Ats
16- Pal Sokağı Çocukları ile Kızıl Gömlekliler’in kitap boyunca uğruna savaş verdikleri arsaya sonunda ne yapılmasına karar verilmiştir?
a) Oyun parkı
b) Apartman
c) Hayvanat bahçesi
d) Otopark
Cevap Anahtarı :
1-a 2-c 3-d 4-a 5-a
6-b 7-c 8-d 9-c 10-a
11-b 12-c 13-d 14-a 15-a
16-b
Pal Sokağı Çocukları (Ferenc Molnar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahliliiçin tıklayınız...
Pal Sokağı Çocukları (Ferenc Molnar) Kitabının Özeti, Konusu, Tahlili
Kitabın Adı : Pal Sokağı Çocukları
Kitabın Yazarı : Ferenc Molnar
Kitap Hakkında Bilgi :
Nemecsek, Boka ve Pál Sokağı'nın öbür çocukları 1907 yılında Budapeşte'nin yoksul Józsefváros semtinden yola çıktılar. Bugün artık bütün dünyada tanınıyorlar. Bugüne kadar her yaştan milyonlarca insan onların dokunaklı hikâyesini okudu; tıpkı Budapeşteli çocuklar gibi onlar da Boka'nın cesaretine hayran oldu, Nemecsek'in ürkek ama kararlı kahramanlığı karşısında gözyaşlarını tutamadı.
Şimdi artık Pal Sokağı Çocukları'nın arsasında kocaman çok katlı evler var. Ama ne gam: Dünyanın bütün çocukları Pal Sokağı'ndandır!
Tek amaçları oyun oynadıkları arsayı korumaktı. O arsa onların vatanıydı, Macun Biriktirme Derneği ise orduları... Nemecsek, Boka ve Pal sokağının diğer çocukları... Bilinsin ki onlar canı pahasına arsasını korudular. Ancak insanoğlu orayı da binalaştırdı. Çocukları bu binalara hapsettiler.
Kitabın Özeti :
Pal Sokağı çocukları Budapeşte’nin yoksul Jozsefvaros semtinde yaşamaktadırlar. Bu çocukların tek bir oyun yeri kalmıştır. Çocuklar bu arsada toplanmakta, oyunlar oynamakta ve eğlenmektedirler. Bir dernek kurmuşlar ve bu derneğin adına da Macun Toplayanlar Derneği demişlerdir. Bu çocuklar Boka’yı başkan seçmişlerdir.
Bu derneğin üyeleri pencere kenarlarından camlardan topladıkları macunların kurumasına engel olarak her gün düzenli olarak çiğniyorlardı. Bu çiğneme görevi başkana aitti ve bu başkanlık sistemi devir daim yaparak değişiyordu. Derneğin asıl kurucusu ve başkanı Boka adında bir çocuktu. Boka çok cesur, güvenilir ve zeki olduğu için bu mevkiye layık görülmüştü. Aynı zamanda bir savaş durumunda general olma ve orduyu yönetme hakkına sahiptir. Diğer üyelerde gösterdikleri başarıya göre subay, yüzbaşı gibi bölüklere ayrılmıştı. Ordunun sadece rütbeli olmayan bir neferi vardır o da Nemecsek' tir. Nemecsek cılız, sarı saçlı, her emre uyan ve derneğin kuruluşundan beri bulunduğu konuma itiraz etmeyen tek üyedir. Herkes ona emir verir ve bütün emirleri ikiletmeden uygular.
Bu sokağın çocuklarının hayal dünyası da cesur yürekleri kadar büyüktür. Bu üyelerin çoğunluğu aynı okula giden genelde sınıf arkadaşı olan öğrencilerdir. Bunların kendilerine oyun alanı edindiği bir arsaları vardır. Ve bu arsa onlar için çok kutsaldır. Bu arsa onların oyun alanı dışında toplandıkları yer, derneğin simgesi, adeta vatanlarıdır. Vatanlarına kırmızı yeşil renkte bir bayrak yapmışlardır. O bayrak renginde şapkaları, mızrakları, bilyaları ile kendilerine kurdukları devlette huzur içinde yaşarlarken Kızıl Gömlekliler adında diğer bir grubun tehditi altında kalırlar. Kızıl Gömleklilerin alanı istila edildiği için kendilerine yeni yer arayışına girmiş ve gözüne Pal sokağı çocuklarını ve onların arsalarını kestirmişlerdir.
Aşağı sokaktaki botanik bahçesi çocuklarının oyun bahçeleri olmadığı için Pal Sokağı çocuklarının arsalarını almak isterler. Zengin çocuklarının bu hamlesi bir savaş çıkaracaktır. Bu grubun dikkat çeken isimleri ise Feri Ats ve Pastzor kardeşlerdir. Namlarını bütün sokak çocukları bilir ve herkes onlardan korkar. İlk olarak Nemecsek ve diğer üyeler bilya oynarken bunlara el koymuşlar ve savaş niyetlerini belli etmişlerdir.
Başka bir gün botanik bahçesi çocuklarının başkanı olan Feri Ats onların kalelerinin bir bayrağını çalıp gider. Pal Sokağı çocukları bayraklarını çalan düşmanlarıyla vatan saydıkları bu arsayı korumak için savaşmaya karar vermiştir. Boka arsalarını onlara vermeyeceklerini göstermek amacıyla Nemecsek ve bir diğer üyeyi de yanına alarak Kızıl gömleklilere göz dağı vermek amacıyla onların arsasına gidip bir not bırakmak ister. Ancak Füveskert semtine gitmek için çetin bir yoldan geçmeleri gerekmektedir. Kayıkla semte gidip bekçileri ve köpeğini geçip Kızıl Gömleklilere yakalanmadan notu bırakmalıdırlar. Yola çıkarlar ve kayığa binme esnasında Nemecsek suya düşerek ıslanır. Islak ıslak kızıl gömleklilerin arsasına vardıklarında toplantı yaptıklarını görürler. Toplantı üyeleri içinde kendi üyeleri Gereb' in olduğunu görünce Boka yıkılır, ihanete uğramışlardır. Gereb casustur. Gece notu arsaya bırakıp dönerler.
Notta ”PALL SOKAĞI ÇOCUKLARI BURADAYDILAR” yazmaktadır. Bunun için Boka, Çonakaş ve henüz er olan Nemeçek bu işi başarırlar ama kötü bir olayla da karşılaşırlar çünkü arkadaşları olan Gereb onlara ihanet etmiştir.
Sabah olduğunda Feri Ats notu bulur ve notta "Pal Sokağı Çocukları buradaydılar" yazıyordur. Feri Ats bunlara dersini vermek amacıyla savaş ilan eder. Ancak bunu ilk önce gizli yapmayı düşünürler. O gece toplantı yapacaklardır. Gereb'te toplantıya katılır. Nemecsek ise planlarını öğrenmek için üç saat önceden Füveskert'e gidip ağaca saklanmıştır. Bunlar savaş hakkında konuştuktan sonra Pal Sokağı Çocukları ile alay edip, korkak olduklarını söyleyip gülüşürler. Gereb' te onlarla katıla katıla gülüyordur. İhanete ve korkak yakıştırmalarına dayanamayan Nemecsek aşağı atlar ve Feri Ats' ın karşısında dimdik durur. Onlara korkak olmadıklarını ve aldıkları bayrakları geri vermelerini söyler. Üyeler bu cılız çocuğun cesaretine gülerler ve onu gölün kenarına zorla götürüp başını suya sokup çıkarırlar. Suya atarlar. Nemecsek cesur bir şekilde yapılanlar karşısında dimdik durur ve bunun karşılıksız kalmayacağını, arsalarını vermeyeceklerini, korkak olmadıklarını, Gereb gibi ihanet etmektense bin kere suya sokmalarını tercih edeceğini söyleyerek oradan uzaklaşır.
Feri Ats, Gereb ve Kızıl Gömlekliler Nemecsek'in ardından hüzünle ve şaşkınlıkla bakakalırlar. Gereb bu yaptığından çok utanır. Feri Ats ise onun gibi bir haini gruba almayacağını söyler. Gereb çok pişman olur. Ancak nafiledir. Ertesi gün Nemecsek bütün olanları Boka' ya anlatır. Savaş planladıklarını söylerler. Boka bunun üzerine bir savaş planı düzenleyerek arsanın girişlerini kontrol altına alarak mükemmel bir savaş planı hazırlar ve üyelerine anlatır. Bu arada Nemecsek' in vücudu soğuk su ve havaya dayanamayıp bitkinleşir. Okula ve toplantılara katılamaz ve istirahat eder. Savaş tüm hızıyla ilerler, askerler arsada silahlarını, kum torbalarını donanır ve yerlerini alırlar. Bokanın planı ve stratejisi çok iyidir.
Savaş günü gelmiş herkes savaşa nasıl katılacağını, ne görev alacağını öğrenmiş, komuta kademesi ve erler görevlerini bellemişlerdir. Nemeçek o gece daha da çok hastalanmış bu yüzden savaşa giremeyecek hale gelmiştir. Hain Gereb de yaptıklarından pişman olmuş eski grubuna dönmüştür.
Boka savaş planında bir değişiklik yapmış, düşmanı beklemeye başlamışlardır. Hendekler ve siperler kurmuş, bütün planlarını anlatmıştır. Eğer işler yolunda giderse bu stratejiyle kesin savaşı kazanacaklardır. Feri Ats ve üyeleri kapılara dayanır ve savaş başlar. Düşman Mal ve Maria sokağından saldırıya başlamıştır. İlk kafile alt edilerek barakaya kitlenir. İkinci gruba hep birden saldırı yapıp sokağa doğru sürüklerler. İkinci kafile ile savaşmaya devam ederlerken Feri Ats yenileceklerini anlayarak barakadan arkadaşlarını kurtarmak amacıyla oraya yönelir. Onların oradan kurtulup savaşa katılması demek Pal Sokağı çocuklarının savaşı ve arsayı kaybetmesi anlamına gelmektedir. Feri Ats barakanın tam önüne geldiğinde, hasta sıska çocuğu karşısında görür. Nemecsek karşısında barakanın önünde duruyordur. Herkes oraya bakar ve Nemecsek tüm ve son gücüyle Feri Ats' ın üstüne atlar ve onu yıkar. Liderin yıkılması savaşın kaybedildiği anlamına gelir. Nemecsek son gücünü kullanıp bayılmıştır ama savaşı da onun sayesinde kazanmışlardır. Arsalarını korumuşlardır.
Bu arada Nemecsek kendine geldiğinde Boka ona Yüzbaşı ünvanını verir. Annesi gözü yaşlı halde gelip Nemecsek' i kucaklayıp eve götürürken, Pal Sokağı çocukları arkalarından gelir. Yüzbaşına selam dururlar. Nemecsek' in durumu kötüye gidiyordur. Ailesi çok kötü durumdadır. Boka her gün kapısında bekler ancak hiç ilerleme olmaz. Nemecsek ölüme gidiyordur. Bünyesi çok zayıflamıştır. Boka bir gece onlara gelir ve Nemecsek ateşler içinde yanıyordur. Boka' yı görünce gözünü açar. Doktor gelir ve sabaha çıkamayacağını ve hazırlıklı olmasını söyler. Yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Bu sırada Boka baş ucunda bekler. Boka evden ayrılmamış çünkü bir şeyler olacağını sezmiştir gece Ferenç’te oraya gelir, çünkü Nemeçek’in hastalanmasına o sebep olmuştur.
Pal sokağı çocukları Nemecsek için bir onur belgesi düzenlemiştir. Eve getirirler ancak Nemecsek bu belgeyi göremeden ölür. Vatanı, arsası uğruna canını feda etmiştir. Ertesi gün okulunda yas ilan edilir. Boka yıkılır. Bu durum karşısında ağlamak istiyordur ancak gözünden yaş gelmez. Nemecsek'in öldüğü gece arsaya tek başına kalmak için gittiğinde barakada inşaat malzemeleri görür. Bekçiye sorar ve arsaya üç katlı bina yapılacağını söyler. Boka oturur ve akmayan gözyaşları yağmur gibi dökülmeye başlar. Nemecsek uğruna öldüğü arsanın ellerinden gittiğini göremeyeceği için aslında çok şanslıdır. Şimdi artık Pal Sokağı Çocukları'nın arsasında kocaman çok katlı evler var.
Yedi Başlı Ejderha - Türk Masalları - Naki Tezel
Masalın Adı : Yedi Başlı Ejderha Masalı
Masalın Yazarı : Türk Masalları - Naki Tezel
Evvel zamanda bir ülkeyi yöneten bir padişah varmış. Bu padişahın kırk oğlu olup en küçüğü on üç on dört yaşlarındaymış. Bu çocukların işleri, her ava gitmek, kuş avlamak, gezinmek eğlenmek gibi şeylermiş.
Günlerden bir gün padişah, kendi kendine, şu oğullarımı evlendireyim, diye düşünürken onları çağırır, bu düşüncesini kendilerine söyler.
Onlar da :
- Biz evleniriz, ama kendimiz gibi bir babadan bir anadan olma kızlar isteriz, derler.
Padişah da adamlar gönderip bir anadan olma kırk kız aratır. Adamlar her yeri gezip ararlar otuz dokuz kız bulur, fakat kırk kızı bulamazlar.
Padişah oğullarına :
- Ey, çocuklarım sizin istediğiniz gibi aynı anadan olma kırk kız bulunamıyor. Biri de başka ana babadan olsun, dese de bunlar razı olmazlar.
- Biz gider, kendimiz arar buluruz, bize izin ver, derler.
Bunun üzerine padişah :
- Varın gidin, ama size söyleyecek üç sözüm var, der.
- Nedir? diye sorarlar.
Padişah :
- Buradan çıkıp yolda giderken bir çeşmeye varacaksınız; orada sakın yatmayın. Bir de daha ilerde bir hana varacaksınız; orada da yatmayın. Ondan sonra bir kıra vardığınızda orada da yatmayın da başka her nerde yatarsanız yatın, der.
Oğlanlar :
- Peki baba, deyip atlarına binip giderler.
Yükte hafif, pahada ağır biraz öte beri alıp yola koyulurlar. O gün, akşama kadar yol giderler. Gide gide babalarının sözünü ettiği o çeşmeye varırlar. Akşam olur, hava kararır. Bunlar :
- Adam sende, kırk kişiyiz, burada ne olcak? Haydi, yatıverelim, geceleyin başka nereye gidebiliriz ki? deyip orada kalırlar. Atlarından inerler, yerler içerler. Yatar uyurlar ama küçük oğlan uyumaz...
Gece yarısı bir ses gelir. Oğlan hemen kalkar, kılcını çeker, kimseyi uyandırmadan doğruca o sesin geldiği tarafa gider. Gide gide görür ki yedi başlı bir ejderha geliyor.
Oğlanla ejderha birbirlerine iyice yaklaşırlar. Ejderha, oğlana saldırır. Ama hiçbir şey yapamaz. Böylece üç defa saldırıp alt edemeyince bu sefer oğlan :
- Ey koca ejderha, şimdi sıra bana geldi, diyerek kılıcını çeker, ejderhanın bir vuruşta altı başını birden keser, uçurur.
Ejderha :
- Er isen bir daha vur, der.
Oğlan da :
- Ben anamdan bir defa doğdum, iki defa değil deyince ejdarhanın bir kafası yuvarlana yuvarlana bir kuyu başına gider.
- Benim canımı yiyen, malımı da yesin, der kendini kuyuya atar.
Oğlan yanında bulundurduğu bir ipin ucunu bir kayaya bağlar, bir ipe sarılır kuyunun içine iner. Bir de bakar ki bir demir kapı. Kapıyı kırar, içeri girer; içeride büyük bir saray görür. Bakar ki sarayın kırk tane odası var. Hepsini birer birer açar, bakar. Görür ki hapsinin içi türlü türlü elmaslarla altınlarla dolu. Bir kapıyı daha açar, içeri girer ki kırk tane kız oturmuş gergef işliyorlar.
Bu kızlar, oğlanı görünce kalkarlar.
- Aman, in misin, cin misin sen buraya nereden geldin? derler.
Oğlan da :
- Ejderhanın başı ''Benim canımı yiyen, malımı da yesin.'' deyip kendini buraya atınca bende arkasından indim, der.
Meğer bu kızlar bir ananın bir babanın çocuklarıymış. Ejderha bu kızların ana babalarını öldürüp bunları da buraya koymuş.
Kızlar, ejdehanın öldüğünü işitince çok sevinirler. Oğlanın boynuna sarılırlar :
- Aman kardeşimiz, bizi sen kurtardın, Allah da senin işini rast getirsin, derler.
Oğlan, kızlara :
- Ben şimdi gideceğim, yukarıda benim kardeşlerim var; onları alayım, sonra sizi de alırım, der. Çıkar, gider; kardeşlerinin yanına varır, yatar.
- İşte. Ne oldum? Burada yattık da başımıza ne geldi? diyerek yine hazırlanır, yola çıkarlar.
Gide gide akşam olur, bir hana varırlar. Ortalık iyice kararır. Bunlar :
- Haydi yatalım, çeşmede yattık ne oldu ki burada ne olsun? diyerek atlardan inerler.
Küçük oğlan :
- Aman kardeşlerim, babamız bize buralarda yatmayın dedi. Elbet, onun bildiği bir şey var ki böyle söyledi, derse de bu oğlan onların en küçüğü olduğu için :
- Haydi, sen karışma, diye onu azarlarlar o da bir daha sesini çıkarmaz.
Bunlar, yine yerler içerler, uyku vakti gelince yatar, uyurlar. Küçük oğlan, belki bir şey olur diye uyumaz. Gece yarısı olunca karşıdan bir gürültü kopar. Oğlan, sessizce kalkar, kılcını alır, o gürültüye doğru gider. Bakar ki öncekinden daha büyük bir yedi başlı ejderha daha geliyor. Hemen buna karşı durur. Bu ejderha da oğlana ardı ardına üç kez saldırır ama bir şey yapamaz.
Sıranın kendine gelmesiyle kılıcını çeken oğlan ejderhaya bir kere vurunca ejderhanın altı başı birden kopup gider. Bir baş, yerinde kalır. O zaman ejderha :
- Er isen bir daha vur, diye bağırır.
O da :
- Ben dünyaya bir kere geldim, iki ker değil, deyince o baş yuvarlana yuvarlana gider, '' Benim canımı yiyen, malımı da yesin. '' diyerek kendini kuyuya atar.
Oğlan, bu başın ardından kuyuya iner. Bakar ki koca bir saray; içinde, dünyada olmayan şeyler var. Sonra, oradan çıkar, gelir, yatağa gider.
Sabah olur, hepsi uykudan uyanırlar :
- İşte, burada yattık ne oldu? Diyerek yine atlarına binerler. O gün, akşama kadar giderler. En sonunda bir kıra varırlar. O gece orada kalır; yerler, içerler, bir de yatma vakti gelince bakarlar ki, karşıdan bir inilti, bir gürültü geliyor. Hem de dağları devire devire...
Bu gürültüyü işitince hepsinin aklı başından gider. Hemen atlarına binerler, bir de görürler ki bir ejderha :
- Benim kardeşlerimi öldüren kimdir? Deyip bağırarak çağırarak geliyor.
O zaman, bunlar birbirlerine :
- Aman, ne yapsak, bunun elinden nereye kaçsak? demeye başlarlar.
Küçük oğlan da :
- Ya, ben size demedim mi, babamız da bize söylemedi mi? Ama siz dinlemediniz. Haydi bakayım, şimdi varın da derdinizi ejderhaya anlatın, deyince, ötekiler :
- Aman kardeş, bir şeydi başımıza geldi, sen bilirsin, bir şeyler yapalım da bu bela başımızdan gitsin, derler.
Oğlan bakar ki bunların hepsi korkuyor :
- Haydi, geri dönün; şu anahtarı da alın, geldiğimiz yerde bir kuyu vardır; o kuyunun içinde çok değerli mallar vardır. Onları alın ondan önceki kuyuya gidin o kuyuda birçok para ile kırk tane kız vardır. Onları da alın doğruca memlekete dönün. Bende bu ejderhayı öldürür, gelirim, der.
Onlar da geri döner, giderler. O kuyulardaki malları, paraları, kızları alırlar; doğru memleketlerine döner ve babalarına, başlarına geleni anlatırlar.
Biz gelelim, küçük oğlana...
Oğlan, ejderhe ile dövüşür, ama ne oğlan ejderhayı, ne de ejderha oğlanı alt edebilir. Bunun üzerine ejderha oğlana :
- Gel yiğit, benim bir işim var, o işimi görebilirsen, seni koyuveririm, der.
Oğlan da :
- Nedir işin? deyince :
- Ben, padişahının kızına aşığım. Kaç yıldır padişah ile o kız için kavga ediyoruz. Ama bir türlü kızı alamadım. Eğer, o kızı bana getirebilirsen, sana hiçbir şey yapmam, der.
Oğlan, başını kurtarmak için :
- Peki, getiririm, demek zorunda kalır.
Adına Çampalak denen bu ejderha, oğlana bir dizgin verir.
- Al bunu, filan çeşmeye git; oraya sabahleyin aygırlar gelir, hemen birinin başına bu dizgini geçir; üzerine bin. Sana ''Emret!'' der; sen de ''Beni Çinimaçine götür.'' dersin. Aygır alır, seni oraya götürür, der.
Oğlan, dizgini alır, o çeşmeye gider bakar ki su içmek için birçok aygır geliyor. Hemen, dizgini bunlardan birinin başına geçirir; sırtına biner. Aygır da: ''Emret!'' deyince o da kendisini Çinimaçin'e götürmesini söyler.
Aygır, ''Kapa gözünü, aç gözünü.'' deyince oğlan bakar ki Çinimaçin'e gelmiş bile. Aygırdan iner, dizgini alır, aygır gider...
Oğlan kente gider, orayı burayı gezip dolaşırken bir kocakarı ona :
- Oğlum nerelerden gelip nereye gidiyorsun? diye sorar.
O da :
- Aman anne, bana bir yatacak yer bulunmaz mı? der.
Kocakarı :
- Gel oğul, seni evime götüreyim, bende konuk ol, diye yanıt verince, oğlan kocakarı ile döner, o gece orada kalır.
Geceleyin otururlarken, kocakarı ona :
- Aman oğul, sen buraya nereden geldin? Bu yerlere hiç kimse gelmezdi. Niçin dersen, bu padişahın kızına bir ejderha aşık oldu tam sekiz yıldır padişahla, o kızı almak için kavga ediyor. Bu yüzden de o ejderha, buralara kuş uçurtmayıp, kervan geçirtmiyor. Sen nasıl geldin? der.
Oğlan da :
- Aman, anne, o kız nerede oturur? diye sorar.
Kocakarı :
- Padişahın bahçesinde bir köşk vardır; orada oturur, hiçbir yere çıkmaz, diye yanıtlar.
Sabah olunca oğlan sokağa çıkar; doğru, sarayın bahçe kapısına gider; bakar ki sarayın kapısında bir ihtiyar bahçıvan oturuyor. Onun yanına gider :
- Aman bahçıvan, beni yanına çırak alır mısın? diye ricada bulunur.
İhtiyar bahçıvan :
- Aman oğul, benim adamım var, seni ne yapayım? der.
Oğlan :
- Ama baba çok yoksulum beni de al, ben de geçineyim, filan diyerek bahçıvanı kandırır; bahçeye girer, ötede beride hizmet görür.
Bir gün bahçede çiçekleri sularken, padişahın kızı da pencereden bakar ve bu oğlanı görür. Oğlan pek yakışıklı olduğundan kız onu görür görmez aşık olur: oğlanı yanına çağırır, buraya nereden geldiğini sorar. Oğlan da kızı düşünde görerek aşık olduğunu, onu almak için geldiğini, kendisinin de bir padişah oğlu olduğunu söyler.
Kız, bu sefer :
- Aman, sen beni ülke dışında nereye götürürsen götür. Ben hem sana aşık oldum hem de beni almak isteyen ejderhadan kurtulayım, der.
Oğlan da :
- Peki, olur, deyip kızla sözleşir, bir gece kızla birlikte kentten çıkar, giderler.
Epeyce yol gidip, ejderhanın olduğu yere yaklaşırlar.
Oğlan, kıza :
- Ben seni Çampalak adlı ejderhaya götürüyorum, der.
Kız :
- Eyvah! Ben ondan kaçarken, sonunda onun eline mi düşeceğim? diye ağlayıp sızlamaya başlar.
Oğlan da :
- Canım ben seni ejderhaya götürüyorum, ama onun elinden sen de kurtulursun ben de kurtulurum. Bir yolunu bulup, onu öldürürüz. Sonra da ben seni alırım diyerek kızı aldatır.
Bunlar giderler, ejderha kızı görünce :
- Vay cananım, hoş geldin, diyerek kızı karşılar. Kız da başını kurtarmak için :
- Hoş bulduk, derse de her gün ağlar, sızlar...
Oğlan da ejderhanın gittiği vakitlerde kızın yanına gelerek der ki :
- Sen ejderhaya burada canının sıkıldığını söyle. Ona, tılsımının ne olduğunu sor. ''Hiç değilse bununla eğlenir, vakit geçiririm.'' dersin. Tılsımını öğrenince ejderhayı öldürmek kolay olur.
Oğlan, kızın yanından ayrılır, az sonrada ejderha gelir. Kız başlar ağlamaya... Ejderha, kızı çok sevdiği için, aklı başından gider.
- Aman sevdiğim, niçin ağlıyorsun? diye sorar.
Kız da :
- Sen gündüzleri gidiyorsun; benim, yalnızlıktan canım sıkılıyor. Senin tılsımın yok mu, söyle de bari onunla eğleneyim, der.
- Elmasım, benim tılsımım çok uzaklardadır, diye yanıt verir.
Kız da :
- Nerededir? diye sorunca :
- Uzak bir ülkede bir görkemli saray vardır, o sarayın içindedir. Kimse gidip onu alamaz. Kim giderse orada ölüp kalır, diye yanıt verir.
Kız da :
- Ben ne yapayım, öyle tılsımı, der ve işi fazla uzatmaz.
Sabah olunca ejderha gider. Kızın yanına oğlan gelir, tılsımı alıp almadığını sorar. Kız da ejderhanın söylediklerini oğlana aktarır.
Oğlan, ejderhanın vermiş olduğu at dizginini eline alır, deniz kıyısına gider. Dizgini denize vurur, bir deniz aygırı çıkıverir.
Oğlan :
- Beni falan ülkeye götür, deyince, gözünü kapayıp açıncaya kadar geçen bir süre içinde kendini o ülkenin bir sarayında bulur.
Aygır, oğlana :
- İşte senin gideceğin yer, şu karşıki dağın başında gördüğün saraydır, der. Ama sen beni götürür, o sarayın kapısının halkasına dizginimden bağlarsın; ben de kişneyerek kapının halkalarını birbirine vururum; demeye kalmaz, kapı açılır; o açılan kapı, içerde bulunan aslanın ağzıdır...
Eğer kılıcınla o açılan kapıyı bir vuruşta ikiye bölebilirsen, kendini kurtarırsın, yoksa aslan, seni öldürür, diye açıklama yapar.
Oğlan, aygırla dosdoğru sarayın kapısına gider. Aygırın söylediği gibi, onu dizgininden kapıya bağlar. Aygır da bir kere kişner. Kapının halkaları çıngır çıngır birbirine vururunca, içerden çirkin bir ses duyulur ve kapı açılır.
Oğlan, hemen kılıcını çeker, bir vuruşta kapıyı ikiye biçer. Bir de bakar ki kapı meğer koskoca bir aslanmış! Aslanın iki parça olduğunu görünce karnını yarar, içinden bir kafes çıkar. O kafesin içinde de üç güvercin var, ama böyleleri dünyada hiç görülmemiş!
Oğlan, aman, şunların birini tutayım da biraz seveyim, diyerek birini kafesten çıkarır. Gel gör ki sevip okşarken elinden kaçırır... Güvercin, uçup gider, aygır da peşinden gider... Gide gide o kadar giderler ki aygır, havada kaybolur. Oğlan da başlar ağlamaya...
En sonunda aygır, güvercine ulaşır, onu tutar, aşağıya indirir. Oğlan, güvercinin başını kopardıktan sonra aygırın sırtına biner. Kafesi eline alır, yine göz kapayıp açıncaya kadar, ejderhanın olduğu yere kadar gelirler.
Oğlan, hemen güvercinin birini daha öldürüp öbürünü alarak ejderhanın evine gider. Bir de bakar ki ejderha yatmış, yerinden kalkamıyor...
Ejderha, oğlanın elindeki güvercini görünce :
- Nasıl olsa öleceğim, o nedenle şu güvercini verin de biraz seveyim bari, diye yalvarmaya başlar.
Oğlan, ejderhanın yalvarmasına dayanamayıp, güvercini vermek için kafesten çıkarır, ejderhaya uzatır. Tam o sırada kız :
- Aman sevdiğim, ne yapıyorsun? diye koşar, güvercini oğlanın elinden kaptığı gibi, güvercinin başını koparıverir, ejderha da ölüp gider.
Kız, ejderhanın öldüğüne çok sevinir; gönlünü, bütün bütün oğlana verir.
Oğlanla kız, atlarına binerler; ejderhanın, pahada ağır, yükte hafif eşyalarını da alırlar, dosdoğru, kızın ülkesine giderler.
Meğerse babası, kızın kaçtığı günden beri arıyormuş. Kızının geldiğini görünce, sevincinden ağlar, boynuna sarılıp özlem giderir. Şimdiye kadar nerelerde olduğunu sorar. Kız da başına gelenleri, bir bir anlatır.
Babası, ejderhanın öldüğüne çok sevinir. Kızını oğlanla evlendirir. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Her gün çalıp oynamakla günlerini geçirseler de, günlerden birgün, oğlanın; anası ile babası aklına gelerek kıza :
- Benim de ülkemde anam ile babam var; ben onların yanına gideceğim, ne dersin? diye sorar.
- Kız, ben de gelirim, deyince bunlar işi kızın babasına açarlar. Kızın babası razı olur, onlara gitmeleri için izin verir. Bir alay askerle birlikte yola çıkarlar.
Az giderler, uz giderler dere tepe düz giderler, sonunda oğlanın ülkesine varırlar.
Babası oğlunu görünce :
- Vay oğlum benim, seni öldü sandım; meğerse sağ imişsin! diye sevincinden ne yapacağını şaşırır...
Oğlana şimdiye kadar nerelerde olduğunu neler yapıp nasıl geçindiğini sorar. Oğlan da kardeşlerinden ayrıldıktan sonra başına neler geldiğini, bunları nasıl göğüsleyip bu günlere ulaştığını bir bir anlatır.
Sonunda da Çinimaçin padişahının kızını aldığını söyler.
Babası bu işe daha da sevinir. Yeniden kırk gün kırk gece düğün yaptırır. Hep birlikte ömürlerinin sonuna kadar mutlu yaşarlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Alaaddin'in Sihirli Lambası - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Alaaddin'in Sihirli Lambası
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Bir varmış, bir yokmuş… Alaaddin adında bir oğlu olan dul bir kadın varmış. Alaaddin ve annesi çok yoksulmuş, hayatları yokluk ve sıkıntı içinde geçiyormuş. Alaaddin para kazanmak için en zor işleri yapıyor, çok uzak bölgelere muz toplamaya gidiyormuş. Bir gün şehirden uzaktaki bir hurmalıkta yabani hurma toplarken garip bir yabancıyla karşılaşmış.
Bu iyi giyimli, sakallı adamın başındaki sarıkta parlak bir safir taş varmış. Gözleri simsiyahmış ve bakışları insanın içine işliyormuş. Yabancı, Alaaddin’e bir teklif yapmış:
- Buraya gel evlat! Gümüş bir para kazanmak ister misin? diye sormuş.
Alaaddin hayretle;
- Gümüş bir para mı? Böyle bir şeyi kazanmak için her şeyi yaparım, demiş.
- Senden bir şey istemiyorum. Sadece benim sığamadığım şu delikten aşağı in, orada söylediklerimi yaparsan karşılığını alırsın, diye konuşmuş adam.
Alaaddin, adamın yerdeki ağır taşı kaldırmasına yardım ettikten sonra ufak tefek ve çevik olması sayesinde daracık delikten zorlanmadan geçmiş. İçeride daracık bir merdiven bulmuş ve dikkatle aşağı inmiş.
Aşağısı parlak taşlarla dolu, büyük bir mağaraymış. Eski bir gaz lambasının cılız ışığı yeraltını hafifçe aydınlatıyormuş. Alaaddin’in gözleri bu yarı aydınlık ortama alışınca, çevresinde olağanüstü bir manzara olduğunu fark etmiş. Ağaçların dallarından ışıl ışıl parlayan mücevherler sarkıyormuş. Mağaranın her tarafında altın testiler ve içlerinde değerli taşlar bulunan mücevher kutularıyla doluymuş. Alaaddin, gözlerine inanamıyormuş. Karşısında gerçek bir hazine varmış. Şaşkınlığını henüz üzerinden atamamışken, yukarıdan gelen sesle irkilmiş:
- Lamba! Lamba! Lambayı söndür ve sadece onu getir bana!
Adamın bu kadar mücevherin arasından sadece değersiz bir lambayı istemesine
çok şaşıran Alaaddin, onun bir büyücü olduğunu düşünmüş. Aladdin lambayı almış ve merdivenleri tırmanmaya başlamış. Büyücü:
- Ver onu bana, demiş. Lambayı almak üzere elini uzatarak tekrar onu hemen
ver, diye bağırmış.
Lambaya bir an önce kavuşmak isteyen adam;
- Lambayı hemen vermezsen seni sonsuza kadar burada bırakırım, demiş.
- Önce dışarı çıkmak istiyorum!
- Bunu sen istedin! Diyerek deliği kapatmış.
Parmağındaki yüzüğün fırlayıp aşağıya düştüğünü fark etmemiş. Alaaddin
birden ayağının altında bir şey hissetmiş. Yerden alınca, bunun bir yüzük olduğunu fark etmiş. Yüzüğü parmağına takar takmaz mağara gürültüyle aydınlanmış ve Alaaddin’in önünde beliriveren pembe bulutun içinden bir cin çıkmış.
- Dile benden ne dilersen! Diye konuşmuş cin.
Olanlara şaşıran Alaaddin, karşısındaki dev görüntüye bakarak sadece:
- Evime gitmek istiyorum, diye mırıldanmış.
Dileği göz açıp kapayıncaya kadar yerine gelmiş. Oğlunu bir anda evin içinde
Gören annesi, ocağın başından kafasını kaldırarak kapıya bakmış ve kapalı olduğunu görünce hayretle;
- İçeri nereden girdin? Diye sormuş.
Alaaddin, başına gelenleri heyecanla annesine anlatmış. Annesi:
- Peki ya gümüş para ne oldu? Diye sorunca, Alaaddin lambayı annesine
göstermiş. Onca maceradan sonra elinde sadece bu lamba kalmış.
- Üzgünüm anne, ama elimde sadece bu var, demiş Alaaddin. Annesi;
- Bu lamba sağlam mı acaba, baksana ne kadar da kirli demiş.
Temizlemek için lambayı ovuşturmaya başlamış. Birden lambanın ağzında
Çıkan dumanlar odayı kaplamış. Dumanlar arasından bir cin belirivermiş ve:
- Yüzyıllardır bu lambanın içinde yaşıyordum. Siz beni serbest bıraktınız, artık
benim efendimsiniz. Dileyin benden ne dilerseniz, diye konuşmuş.
Şaşkınlıktan Alaaddin ve annesinin ağzı açık kalmış, tek söz bile edememişler. Cin bir kez daha sözlerini tekrarlamış ve annesinin yemek için bir şeyler hazırlamadığını hatırlayarak;
- Bize içinde her şeyin bulunduğu bir sofra donat! diye emretmiş.
O günden sonra, Alaaddin ve annesi çok mutlu olmuşlar. Sihirli lamba sayesinde
her istekleri yerine geliyormuş. Yoksulluk günleri geride kalmış. Zamanla Alaaddin de büyümüş, uzun boylu ve yakışıklı bir genç olmuş. Annesi oğlunun iyi bir kızla evlenip yuva kurmasını istiyormuş. Bir gün Alaaddin pazar yerinden geçerken iki kişinin taşıdığı tahtırevanın içinde Sultanın kızını görmüş ve ona aşık olmuş. Eve gidince olanları annesine anlatmış. Annesi de oğlu için saraya gidip Sultanla konuşmaya karar vermiş. Ertesi gün, annesi Sultanın huzuruna çıkmak üzere içi eşsiz mücevherlerle dolu bir kutu hazırlamış. Mücevherlerle dolu kutuyu çok beğenen Sultan kadını huzuruna çağırtmış.
Kadının geliş nedeni anlaşılınca, Sultanın kızı Halime ile evlenme hayalleri kuran Vezir, Sultanı etkileyecek şeyler söylemiş. Sultan da Alaaddin’in annesine oğlunun zenginliğini ve gücünü gösteren bir armağanla huzuruna çıkması gerektiğini söylemiş.
Sultan, eğer oğlun kızımla evlenmek istiyorsa, yarın bana kırk köle yollasın. Her köle için değerli taşlarla dolu küpler taşısın. Bu değerli hediyeleri korumak için de peşlerinden kırk asker gelsin, diye sözlerine son vermiş.
Bunları duyan kadın üzüntüyle evine geri dönmüş. Sihirli lambanın bu kadar büyük bir isteği karşılaması çok zormuş. Alaaddin lambayı almış, çok daha kuvvetlice ovuşturmuş, karşısına çıkan cine isteklerini sıralamış. Cin, Alaaddin’in isteklerini duyar duymaz üç kez elini çırpmış ve hemen oracıkta eli kolu mücevherlerle dolu kırk köle belirmiş. Peşlerinde de mücevherleri koruyan nöbetçiler varmış. Ertesi gün, sultan gördükleri karşısında hayretler içinde kalmış. Daha önce böylesine büyük bir zenginlik görmemiş. Tam Alaaddin’i kızına eş olarak kabul etmek üzereymiş ki kıskançlıktan ne yapacağını bilemez hale gelen veziri Sultana:
- Peki kızınız ve damadınız nerede yaşayacaklar Sultanım? Diye sormuş.
Bu beklenmedik soru karşısında bir an şaşıran, gözünü para hırsı bürümüş
Sultan, Alaaddin’e hemen büyük ve görkemli bir saray yaptırmasını söylemiş. Alaaddin, Sultanın isteğini duyar duymaz evine dönmüş; cin ile konuşmuş. Cin göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede isteği de yerine getirmiş. Eskiden bakımsız olan topraklarda şimdi görkemli bir saray yükseliyormuş. Artık bu düğüne kimse engel olamazmış. Özellikle de Sultan, böyle zengin ve güçlü bir damat bulduğu için herkesten daha mutluymuş. Alaaddin’in inanılmaz şansı ve zenginliğini duymayan kalmamış.
Bir gün, Alaaddin’in sarayının penceresi altında garip bir satıcı belirmiş. Satıcı, Prenses’e:
- Eski lambalar alırım! Diye selenmiş.
Aladdin’in bu sırrını yalnız annesi biliyormuş, o da kimseye söylememiş. Sultanın
Alaaddin ile evlenen kızı Halime de bu konuda bir şey bilmiyormuş. Eski lambayı bu yeni lambalardan biriyle değiştirirse Alaaddin’i sevindireceğini düşünmüş. Ama bu lamba o satıcının eline geçince Alaaddin’in hiçbir gücü kalmamış. Lambayı ele geçiren büyücü, lamba cininden, sarayın içindeki prensesle birlikte başka bir yere taşınmasını dilemiş.
Alaaddin ve Sultan şaşkınmış. Olanların sihirli lambadan kaynaklandığını sadece Alaaddin biliyormuş. Onu inanılmaz bir zenginliğe kavuşturan cini gelmiş, dilek dilemek için bir şansı daha varmış. Hemen yüzüğü bulup parmağına geçirmiş; ovuşturunca ortaya çıkan cine:
- Beni karımı esir alan büyücünün yanına götür, demiş. Sözünü bitirir bitirmez
kendini sarayının içinde bulmuş. Perdenin arkasına saklanmış, karısı büyücüye hizmet ediyormuş. Yavaşça Prenses’e seslenmiş. Alaaddin’in orada bulunduğunu fark eden Prenses:
Alaaddin buraya nasıl geldin? Diye sormuş. O da karısından sessiz olmasını, orada olduğunu büyücüye fark ettirmemesini istemiş. Elindeki tozu karısına uzatarak bunu büyücünün çayına karıştırmasını söylemiş. Büyücü çayı içer içmez derin bir uykuya dalmış.
Alaaddin her yerde sihirli lambayı aramış, ama bulamamış. Mutlaka buralarda bir yerlerde olmalı demiş. Lambanın yardımı olmadan sarayı buraya nasıl taşıyabilirdi ki? Diye sormuş kendi kendine. Horlayan sihirbaza bakmış ve adamın dayandığı büyük yastığın arkasını kontrol etmiş. Lamba oradaymış. Alaaddin hemen lambayı ovuşturmuş. Lambadan çıkan cin, Alaaddin’e:
- Hoş geldiniz, Efendim! Bunca zamandır beni neden başkasına hizmet etmek
zorunda bıraktınız? Diyerek onun gelmesine ne kadar sevindiğini belirtmiş.
Alaaddin de cine:
- Neyse ki artık benim yine hizmetimdesin, demiş. Benim yanımda olduğunu
bilmek çok güzel, diye eklemiş. Bu kötü kalpli büyücüyü o kadar uzak bir yere gönder ki bizi bir daha bulamasın! Diye emretmiş.
Cin memnuniyetle gülümsemiş ve elini çırpar çırpmaz büyücü ortadan kaybolmuş. Olup bitenler yüzünden hayli korkmuş olan Halime, Alaaddin’e yaklaşmış ve ona:
- Neler oluyor, bu cin de neren çıktı? Diye sormuş. Alaaddin de:
- Sakin ol, artık her şey yoluna girecek, demiş ve en başından başlayarak
Olanları ona anlatmış.
Nihayet her şey eskisi gibiymiş. Alaaddin’le karısı sevinçle birbirlerine sarılmışlar. Halime, çok uzaklardaki babasına duyduğu özlemle, Alaaddin’e tekrar geri dönüp dönemeyeceklerini sormuş. Alaaddin, gülümseyerek ona bakmış;
- Bir mucize sayesinde buraya kadar geldik, aynı mucize sayesinde tekrar
ülkemize dönüp sonsuza kadar mutlu yaşayabiliriz, diye cevap vermiş.
Bu arada Sultan, kızı damadı ve onların görkemli sarayı ortadan kayboldu diye çok üzülüyormuş. Ancak elinden hiçbir şey gelmiyormuş, çaresizlik içindeymiş. Bu gariplikleri açıklasınlar diye ülkenin ileri gelenlerini saraya çağırmış.
Kıskançlık ve kinle dolu vezir sürekli, Alaaddin’in şansının sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyordum. Diye konuşuyormuş. Herkes Alaaddin’le Halime’yi görmekten umudu kesmek üzereymiş ki, çok uzaklardaki Alaaddin, lambayı yine ovuşturmuş, cine
- Beni, karımı ve sarayımızı hemen ülkemize geri götür! Diye emretmiş.
Bunu duyan cinin parmağının bir hareketiyle saray yerden havalanmış ve gökyüzünde süzülmeye başlamış. Artık geri dönen saray yeniden eski yerine konmuş. Sultan, Alaaddin ve Halime Sultanla kucaklaşmaya koşmuş. O günden sonra hepsi bir arada mutlu bir şekilde yaşayıp gitmişler…
Ali Baba ve Kırk Haramiler - Binbir Gece Masalları
Masalın Adı : Ali Baba ve Kırk Haramiler
Masalın Yazarı : Binbir Gece Masalları
Uzak ülkelerin birinde, çok eskiden Ali Baba adında bir adam yaşarmış. Ali Baba bir oduncuymuş. Dağdan kestiği odunları şehirde satarmış. Geçimini bununla sağlarmış. Ali Baba iyi bir insanmış. Karısı da onun kadar iyi biriymiş. Karı koca mutlu bir yaşantı sürmekteymişler. Bunların tek sıkıntıları yoksul olmalarıymış. Ali Baba'nın bir kardeşi varmış. Adı Kasım olan bu adam çok zenginmiş. Ama aynı zamanda pek cimriymiş.
Bir sabah, Ali Baba eşeğini almış. Her zamanki gibi dağa gitmiş. Ormana ulaştığında garip bir durumla karşılaşmış. Az ötede, gittikçe yaklaşan bir toz bulutu görmüş. Çok meraklanmış. Eşeğini bir ağaca bağlamış. Yüksekçe bir yere çıkmış. Bir kayaya gizlenerek toz bulutunu izlemeye koyulmuş. Az sonra, bulutun içinden kırk atlı çıkmış. Adamların hepsi silâhlıymışlar. Terkilerinde de birer çuval asılıymış.
Ali Baba atlıların kimler olduğunu anlamakta gecikmemiş. Bunlar ünlü Kırk Haramilermiş. Bu hırsızlar yıllardır yasa tanımıyor ve çevreye kan kusturuyorlarmış. Ali Baba çok korkmuş. Hemen oradan kaçmak istemiş. Ancak yakalanmak korkusuyla yerinden kımıldayamamış. O sırada, Kırk Haramilerin reisi öne çıkmış. Kalın bir sesle:
- Açıl susam açıl, diye bağırmış.
Bu komutla haydutların önündeki kayadan bir gümbürtü kopmuş. Koca kaya gümbürdeyerek açılmış. Arkada bir geçit belirmiş. Haydutlar, atlarıyla birlikte bu mağaraya girmişler. Onların ardından koca kaya yine gürüldeyerek kapanmış. Olanları izleyen Ali Baba, büyük bir şaşkınlık içindeymiş. Ayağa kalkmak istemiş. Ancak bunu başaramamış. Korkudan dizlerinin bağı çözülmüş.
Bir süre sonra, kaya yine büyük bir gürültüyle açılmış. Haramiler dışarı çıkmışlar. Bu kez atlarının terkilerindeki çuvallar yokmuş. Çuvalları içeride bırakmışlarmış.
Haramilerin reisi:
- Kapan susam kapan, diye bağırmış.
Bu söz üzerine mağaranın kapısı tekrar kapanmış. Kırk haramiler atlarını mahmuzlayarak, büyük bir hızla oradan uzaklaşmışlar.Haydutlar iyice uzaklaşınca Ali Baba gizlendiği yerden çıkmış. Susam kayasının önüne gelmiş. Aynı şeyi kendisinin yapıp yapamayacağını merak ediyormuş:
- Açıl susam açıl, demiş korka korka ve yavaşça.
O anda kaya gürüldeyerek açılmış. Ali Baba, korku ve merak içinde mağaraya girmiş. Bir süre gözlerinin karanlığa alışmasını beklemiş. O sırada, arkadaki kaya tekrar gürültüyle kapanmış. Gördüklerinin karşısında neredeyse, Ali Baba'nın dili tutulacakmış. İçerisi çuval çuval altın doluymuş. Ali Baba çektiği para sıkıntısını hatırlamış. Kendi kendine:
- Çuvalların üzerinden birer avuç altın alırsam haydutların bundan haberi bile olmaz, demiş.
Ali Baba hemen harekete geçmiş. Dışarıdaki eşeğini mağaraya getirmiş. Çuvalların her birinden birer avuç altın almış. Eşeğin sırtındaki heybenin gözlerine doldurmuş. Orada daha fazla oyalanmadan dışarı çıkmış. Yolda, heybelerin üzerine birkaç kuru odun parçası koymuş. Böylece altınları gizlemiş. Sonra da sevinç içinde şehrin yolunu tutmuş.Bir süre sonra, Ali Baba evine gelmiş. Eşine başından geçenleri anlatmış. Yıllarca sıkıntı çeken kadın rahat edeceğini düşünerek sevinmiş. Yemekten sonra Ali Baba altınların ne kadar olduğunu merak etmiş:
- Acaba burada ne kadar altın var dersin hanım, diye sormuş.
Ali Baba'nın karısı:
- Bunu bilmenin bir yolu var. Ben şimdi giderim. Kasımlardan teraziyi alır gelirim. Tartar öğreniriz, demiş.Ali Baba bu öneriyi kabul etmiş. Kadın, Kasımlara gitmiş. Kapıyı Kasım'ın hanımı açmış. Aşağılayıcı bir tavırla:
- Yine ne istiyorsun, diye sormuş.
Ali Baba'nın karısı:
- Terazinizi istiyorum yenge. İşimiz bitince hemen getiririm, demiş.
Kasım'ın eşi içeriye gitmiş. Teraziyi almış. Bu arada durumdan kuşkulanmış. Terazinin altına biraz bal sürmüş. Sonra getirip Ali Baba'nın karısına vermiş. Ali Baba ile karısı, evlerinde altınları tartmışlar ve miktarını bulmuşlar.
Ali Baba ahırda bir çukur kazmış. Altınların bir kısmını buraya gömmüş. Ali Baba'nın karısı da teraziyi geri vermeye gitmiş. Kasım'ın kuşkucu karısı teraziyi almış. Sonra bal sürdüğü yere bakmış. Tabii hayretten donakalmış. Çünkü terazinin dibine bir altın yapışmışmış:
- Demek, yoksul Ali Baba altınlarını tartabilecek kadar zenginmiş ha, demiş. Hemen koşmuş, olanları kocasına anlatmış.
Ertesi gün, Kasım Ali Baba'nın kapısına dayanmış:
- Artık terazi ile altın tartabilecek kadar zenginleşmişsin kardeşim. Hayrola, demiş.
Ali Baba anlamazlıktan gelmiş. Fakat Kasım vazgeçecek gibi değilmiş. Karısının, terazinin altında bulduğu altını anlatmış. Ali Baba daha fazla gizleyememiş. Başından geçenleri bir bir anlatmış ona. Bu arada mağaranın bulunduğu yeri de tarif etmiş.Kasım evine dönmüş. Evde eşi onu merak içinde beklemekteymiş. Ali Baba'nın yaşadıklarını o da öğrenmiş. Sonra neşe içindeki kocasına:
- Hemen sen de oraya git. Mağarayı boşalt Kasımcığım, demiş.
Zaten, Kasım karısının sözünden dışarı çıkmazmış. Hemen katırlarını ahırdan çıkarmış. Sırtlarına heybeleri yerleştirmiş. Ardından mağaraya doğru yola çıkmış. Bir süre sonra susam kayasının önüne gelmiş. Var gücü ile bağırmış:
- Açıl susam açıl!
Koca kaya gürüldeyerek açılmış. Kasım içeriye girmiş. O girer girmez kapı kapanıvermiş. Kasım, gözleri karanlığa alışana kadar beklemiş. Sonra gördükleri karşısında şaşkına dönmüş. Hemen koşmuş. Altınların üzerine atlamış. Sevinç içinde yuvarlanmış, taklalar atmış. Nice sonra aklına haramiler gelmiş. Korkmuş, hemen kapıya koşmuş. Kapının önüne gelince o büyülü cümleyi anımsamaya çalışmış. Ama bir türlü başaramamış:
- Açıl buğday açıl. Saçıl arpa saçıl! Hay Allah neydi acaba, diye kendi kendine söylenmeye başlamış.
Kasım, çok zorlamış ama büyülü cümleyi bir türlü anımsayamamış. Bu arada da zaman su gibi akmış. Haramiler aniden çıkagelmişler. Kapının önünde bir sürü katır görmüşler. Tabii içeride birinin olduğunu anlamışlar.
Haramilerin reisi dışardan:
- Açıl susam açıl, diye bağırmış.
Bunu duyan Kasım hemen oracığa saklanmış. Ancak haydutların Kasım'ı bulmaları uzun sürmemiş. Üstelik, hemen orada cezasını vermişler. Daha sonra, haramiler getirdikleri çuvalları mağaraya boşaltmışlar. Hiç beklemeden yeni soygunlar için yola çıkmışlar.
Öte yanda, Kasım'ın dönmemesi Ali Baba'yı endişelendirmiş. Kuşku ile yola koyulmuş. Susam mağarasına gitmiş. Ama orada yaralı ve baygın kardeşi ile karşılaşmış. Çok üzülmüş. Onu sırtına almış. Şehre götürmüş. Bir doktorda tedavi ettirmiş. Haydutlar döndüklerinde Kasım'ı bulamamışlar. Susam mağarasının bir başkası tarafından da bilindiğini anlamışlar. Burayı bileni bulmak gerektiğini düşünmüşler. Birkaç arkadaşlarını şehre göndermişler. Şehre inenler sorup soruşturmuşlar. Son günlerde kimlerin tedavi edildiğini araştırmışlar. Kasım'ın tedavi gördüğünü ve Ali Baba'nın fazlaca para harcadığını öğrenmişler. Bunun üzerine Ali Baba'nın evinin kapısına tebeşirle X (çarpı) işareti koymuşlar. Böylelikle geri geldiklerinde işaretli evi kolayca bulacaklarmış.
Ali Baba, evine bir hizmetçi kız almışmış. Bu kız çok akıllıymış. Kız kapıdaki işareti görmüş. Bu durumdan şüphelenmiş. Komşu evleri de aynı şekilde işaretlemiş. O akşam, haramiler topluca şehre gelmişler. Ali Baba'nın evine koydukları işareti aramışlar. Fakat kapıların hepsinde aynı işareti görünce şaşırmışlar. Gerisin geri dönmüşler.
Ertesi sabah haramilerin reisi bir plân yapmış. Katırlara küpleri yüklemiş. Küplerin içine adamlarını yerleştirmiş. Kendisi de atına binmiş. Şehrin yolunu tutmuş. Sora sora Ali Baba'nın evini bulmuş ve ona:
- Ben bir yağ tüccarıyım. Beni bu akşam evinizde konuk eder misiniz, diye sormuş.
İyi yürekli Ali Baba, haydutların reisini tanıyamamış. Onu evine davet etmiş. Haydutların içinde bulunduğu küpleri bahçesine taşıtmış. Akşam karanlığında, akıllı hizmetçi küpleri yoklamış. Küplerin içinde haramilerin saklı olduğunu anlamış. Hemen mutfaktaki yağları kızdırmış. Küplerin içine boşaltmış. Haydutlar kızgın yağın içinde haşlanmışlar. Haramilerin başı gece yarısında harekete geçmiş. Amacı küplere sakladığı adamlarını çıkarmakmış. Ama hepsinin haşlanmış olduğunu görmüş. Artık yapacak bir şey yokmuş. Çareyi oradan kaçmakta bulmuş. Ali Baba, ertesi sabah konuğunu yatağında bulamamış. Merak etmiş. Hizmetçiden akşam neler olduğunu öğrenmiş. Şaşkına dönmüş. Hayatını kurtardığı için akıllı kıza teşekkür edip hediyeler vermiş. Çevredekiler de Kırk Haramilerden kurtuldukları için rahata kavuşmuşlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Dicle Elektrik 6 İlde Elektrik Borcunu Ödemeyen Abonelerin Hatlarını Sökecek
Dicle Elektrik 6 İlde Elektrik Borcunu Ödemeyen Abonelerin Hatlarını Sökecek Dicle Elektrik, ödenmeyen elektrik faturası alacakları nedeniyl...

-
Kitabın Adı: Ayvayı Yedik Müzesi Kitabın Yazarı: Mert Arık Ayvayı Yedik Müzesi Kitap Soruları ve Cevap Anahtarı 1- Rüya'nın babaannesi...
-
Kitabın Adı : Yazıyı Bulan Çocuk Kitabın Yazarı: Sinan Yaşar Kitap Hakkında Bilgi: "Ben Beyaz Bulut! Hiç alçak gönüllülük etmeyeceğim; ...